İktidar Oyunları | ognis.

By MSHanDeniz

28.5K 2.3K 958

Kanuni Sultan Süleyman'ın halasının torunu olan Mahnisa Sultan, ailesini kaybetmesinin ardından padişahının h... More

0
1
2
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
son

3

1K 119 27
By MSHanDeniz

Hello oy ve yorumlarınız için çok teşekkür ederim. Birazcık daha satır arası yorum olsa çok mutlu olurum, şimdiden teşekkür ederim kuşlarımm 🤍😍

Makbule ile biraz muhabbet ettikten sonra odamda oturmaktan canım sıkıldı. Mihrimah Sultan'ın saraya geldiğini duymuştum ama nerede olduğunu bilmiyordum. Odamdaki cariyelerden birine sorduğumda, validesi ile birlikte teraslarında oturduklarını söylediğinde gülümseyerek teşekkür ettim ve yanlarına gitmek için kalktım.

Benim odam ve şehzadelerimizin odaları aynı koridordaydı. Hürrem Sultan'ın odası yani valide dairesi ise haremin tam üstündeydi. Oraya ulaşmak için birkaç koridordan geçmem gerekiyordu. Hünkarımızın dairesi ise bize tam ters bir yerdeydi. Saray o kadar karışıktı ki, yanımdaki kızlar olmasa bazı yerleri oldukça zor bulabilirdim ama yavaş yavaş alışıyordum.

Hürrem Sultan'ın dairesine geldiğimde Makbule hariç diğer kızları kapının önünde bıraktım. Daireden geçip terasa çıkacağım sırada içeriden gelen konuşmaları duydum ve dairede benimle Makbule'den başka kimsenin olmamasını fırsat bilerek kapının arkasına sinip konuşulanlara kulak kesildim. Mihrimah Sultan, validesine sinirle bir şeyler anlatıyordu.

"Binlerce yeniçeri şehzademizi karşılamış. Hünkarımız nasıl sessiz kaldı anlamadım." Kaşlarımı çattım. Olayda yeniçeriler olduğuna göre, bahsi geçen şehzade, Şehzade Mustafa olmalıydı.

"Henüz bundan haberi yok."

"Nasıl yok? Rüstem vaziyeti izah etmiş. Zaten doğrusu da bu, bilmesi lazım. Kimin haddine düşmüş hünkarımızın sarayına askerle gelmek?" Bir süre sustuktan sonra devam etti. "Validem siz ne düşünüyorsunuz? Sizce babam kimi seçecek?"

"Ben kimi destekliyorsam, onu."

Hürrem Sultan'ın kendinden emin bir şekilde verdiği cevap beni gülümsetmişti. Hünkarımızı nasıl da etkisi altına almıştı böyle. Bu şekilde, Şehzade Ogeday'ın Manisa'ya gideceği benim gözümde kesinleşmişti. Sonuçta Mihrimah Sultan'ın söylediğine göre, Hürrem Sultan Şehzade Ogeday'ı destekliyordu.

Daha fazla dinlememe gerek olmadığını düşünüp gülerek terasa girdim. Beni gördüklerinde ikisi de gülümsedi. Onlara selam verdikten sonra Hürrem Sultan eliyle oturmam için karşısındaki sediri gösterdiğinde oraya doğru yürüdüm.

"Ne iyi oldu geldiğin Mahnisa, ben de dairene gelecektim. Bugün seni hiç göremedim, seni görmeden kendi sarayıma dönmek istemedim."

"Ben de sizin geldiğinizi duyunca geldim sultanım. Kızlar terasta birlikte hava aldığınızı söylediler. Lakin mühim şeyler konuşuyorsanız, sonra da gelebilirim."

"Ne mühimi? Ayrıca bundan sonra senden gizlimiz de olamaz. Artık şehzadelerim ve Mihrimah benim için neyse, sen de öylesin kızım." Hürrem Sultan anlamlandıramadığım bir vefayla konuştuğunda, minnetle ona baktım. Kendisine sarılmamak için kendimi zor mukayet oluyordum. Lakin saygısızlık etmek istemezdim.

"Teşekkür ederim Sultanım. Siz de şu bir haftada validem gibi oldunuz."

"Zaten seni davet etmek istiyordum ama kardeş bahsinin açılması iyi oldu. Madem artık kardeşimizsin, yarın Selim, Ogeday ve Cihangir'i sarayıma akşam yemeğine davet etmek istiyordum. Seni de davet ediyorum, gelirsin değil mi?" Mihrimah Sultan'a dönüp hevesle başımı salladım.

Şehzade Selim'i görmüştüm ama hiç hasbihal etme fırsatımız olmamıştı. Şehzade Ogeday'ın anlattığı kadar var mıydı yoksa o abartıyor muydu, oldukça merak ediyordum. Böyle bir fırsatı asla kaçıramazdım.

"Tabii ki gelirim sultanım. Lakin Şehzade Mustafa'yı çağırmayacak mısınız?" diye sordum merakla. Beni bile kardeşi gibi görüyordu ama öz ağabeyini kardeşi olarak görmüyor muydu?

"Yok, onu davet etmedim. Zira yemekte Rüstem de bize katılmak istedi ve ikisi birbirlerinden pek hoşlanmıyorlar. Bir tatsızlık çıksın istemiyorum. Ağabeyimi bir dahaki sefere çağırırım artık."

"İyi düşünmüşsün. Ağabeyini ne kadar sevdiğini biliyorum ve bir defa bile olsa, kendi aileni ondan önde tutman gözümü yaşartacak neredeyse Mihrimah." Hürrem Sultan'ın sitem kokan sözleriyle kaşlarımı çatıp ona bakmadan edemedim.

"Ağabeyime ve bana haksızlık ediyorsunuz validem. Ayrıca ağabeyim de benim ailemin bir parçası."

"Öyle olmasa şaşardım zaten." Hürrem Sultan bu sefer sessizce söylemişti ama karşıdaki hatunlar dışındaki herkesin duyduğuna emindim.

Konu Şehzade Mustafa ve validesi Mahidevran Sultan olduğunda gerçekten bir anda sert yüzünü gösteriyordu. Özellikle de mevzubahis Mahidevran Sultan ise. Zaten bir kere ikisiyle aynı odada bulunma gafletine düşünmüştüm, Allah başka bir defayı yazdıysa bozsundu. Hayatımda daha fazla gerildiğim bir an hatırlayamıyordum. Birbirlerini boğazlamak üzere olan iki kaplan vardı sanki o an karşımda.

Terastan çıktığımda tekrar odama dönecekken Şehzade Ogeday'ı gördüm. Bir hışım odasına girdi ve kapıyı sertçe çarptı. Öfkeden gözü dönmüş gibiydi, beni görmemişti bile. Neler olduğunu öğrenmek için ve belki biraz da olsa onu sakinleştirebilirim umuduyla yavaşça odasına girdim.

*

"Validemi iyi gördüm. Daha da toparlamış. Yaşanan onca badireden sonra ayakta kalması bile bir mucize. Özlemişim bu halini."

Şehzade Ogeday'ın, elindeki kaşığı pilava daldırmadan önce söyledikleriyle yutkundum. Ağabeyinin ölümünden bahsediyor olmalıydı. Son cümlesiyle yüzünde hüzünlü bir tebessüm oluştu.

"Biz de seni çok özledik lakin hiçbir şey anlatmıyorsun. Sancağında her şey yolunda mı?" diye sordu Mihrimah Sultan.

Onun sarayındaki akşam yemeğine gelmiştim. Şehzade Selim ve Ogeday, Mihrimah Sultan, Rüstem Paşa ve ben, hep birlikte oturmuştuk. Ben, bu kadar yakından gördüğüm Şehzade Selim ve Rüstem Paşa'yı çaktırmadan izlemeye çalışırken Mihrimah Sultan ve Şehzade Ogeday da sohbet ediyordu.

Şehzade Ogeday, ablasına bir cevap vereceği sırada Şehzade Selim lafa atıldı. "Ben alıyorum haberlerini. Sancağında durduğu yok, mütemadiyen dolaşıyor."

"Çünkü bizi oraya sarayda oturup keyif yapmak için göndermediler Selim." İki kardeş bir süre bakıştı. Ardından Şehzade Ogeday kaşığını tekrar pilava daldırmadan konuştu. "Hem sen onu bırak da, bugün nasıl mağlup ettim seni matrakta." Keyifle konuştu.

Şehzade Selim de alaycı bir gülüş takındı ve gözlerini devirdi. Mihrimah Sultan ise bakışlarını iki kardeşinin arasında gezdirip duruyordu. Her an bir kavga çıkabilirmiş gibi tedbirliydi. Ben de ortamın gerildiğini fark etmiştim, dik dik Şehzade Ogeday'a bakıyordum ama o benim farkımda bile değildi. Keyifle ağzına attığı pilavları çiğniyordu.

Şehzade Selim, sofradaki mendillerden birini alıp ağzını sildi ve ayağa kalktı. Bu sırada kardeşine "Ne vakit büyüyeceksin merak ediyorum," diye laf sokmadan da duramamıştı.

Onun ayağa kalkmasıyla Rüstem Paşa ve ben de selam vermek için aynı şekilde ayağa kalktık. "Şehzadem," dedik aynı anda.

"Yukarıda biraz dinleneceğim ben. Malum bugün öyle ağır darbeler aldım ki her tarafım ağrıyor. Sizinle de tanıştığıma çok memnun oldum Mahnisa Sultan. Sabah görüşürüz kardeşim," dedi ve cevabımızı beklemeden odadan çıktı.

Şehzade Ogeday keyiflenmiş gibiydi, suyunu yudumlamakla meşguldü. Mihrimah Sultan ve ben gerilmiştik ama onun umuru değildi.

"Selim haklı Ogeday. Biraz büyü. Unutma ki taht sancağına sen gideceksin." Şehzade Ogeday omuz silkti.

"Latife ediyorum sadece." Bardağını tekrar sofraya bıraktı. "Ee, kaç gün geçti hünkarımız ne vakit açıklayacak?"

"Sabırlı olmalısınız şehzadem. Vaka Manisa'ya senden başka kimsenin gitmesi mümkün değil." Rüstem Paşa konuştuğunda Şehzade Ogeday onu dönüp tebessüm etti ama çok da içten bir tebessüm olmamıştı bu.

"Validemle konuşmaya fırsatım olmadı. Daha doğrusu bunu ben uygun görmedim." Mihrimah Sultan kardeşinin sözlerine kaşlarını çattı.

"Ne oldu gene?" diye sordu merakla.

"Hazineden aldığım tesisat yetmiyor bir türlü. Mütemadiyen borç almak zorunda kalıyorum." Rüstem Paşa ve Mihrimah Sultan birbirlerine sıkıntıyla baktılar. Görünen o ki bu, şehzadenin onlardan ilk defa para isteyişi değildi.

"Çekilebilirsiniz," dedi Mihrimah Sultan etrafımızdaki kızlara. Ardından tekrar kardeşine döndü ve "Ne kadara ihtiyacın var?" diye sordu.

"Beş kere yüz bin akçe."

"Ne yapıyorsun sen Ogeday? Sana gönderdiğimiz paranın haddi hesabı yok."

"Şehzademiz oldukça cömert ve yardımseverler sultanım. Halka ve askerlere dağıtılıyor çoğu. Öyle değil mi?" Rüstem Paşa, zevcesini sakinleştirmek için konuşmaya daldı. Ben ise susuyor ve onları dinliyordum. Bir yandan da bir şeyler atıştırıyordum. Şehzade Ogeday, ona yöneltilen soruya başını salladı.

"Herkesin bir yaradılışı var Rüstem Paşa, benim de bu. Validemle konuşmayacaksanız ben hallederim."

"Ben görüşürüm. Lakin hiç kimse bilmeyecek, bilhassa babam. Manisa kararı evvelinde yanlış bir intiba oluşması hoş olmaz." Ablasının söylediklerine hemen başını salladı Şehzade Ogeday. O da aynı şekilde düşünüyor olmalıydı. 

"Yemekleri beğendiniz mi sultanım? Mihrimah Sultan'ımız siz ve şehzadelerimiz için bilhassa özen gösterdiler bu akşama." Rüstem Paşa'nın benimle konuşmasıyla ona dönüp gülümsedim.

"Evet, her şey çok güzel. Çok zahmet etmişsiniz sultanım, gerek yoktu."

Mihrimah Sultan başını iki yana salladı ve elini bacağımın üzerine koyup ovaladı. "Sen sarayıma ilk defa geliyorken ve kardeşlerim de yıllardır gelmemişken, bırak da biraz özen göstereyim Mahnisa."

"Şehzademiz Cihangir niçin katılmadılar bu akşam bize?" diye sordu Rüstem Paşa merakla. Bir şeyi de öğrenmese olmuyordu, bu adama bir türlü kanım ısınamamıştı.

"Mustafa ağabeyimin gelemeyeceğini öğrenince o da gelmek istemedi. Ben de üstelemedim, inadını bilirsin."

"Her zamanki Cihangir," dedi Şehzade Ogeday ve gözlerini devirdi.

*

Mihrimah Sultan ile birlikte Hürrem Sultan'ın boş dairesinde oturuyorduk. Mihrimah Sultan kararın açıklanacağını duymuştu ve saraya gelmişti. Bana da validesinin odasına gelmem için haber yollamıştı. Validesinin kararı bildiğini düşünüyordu ama Hürrem Sultan ortalarda yoktu.

Kapı açılıp sonunda teşrif edebildiğinde bizim sorgulayıcı bakışlarımız arasında koltuğuna oturdu. Bize başıyla selam verdi. Ardından himayesindeki kızlardan birine işaret etti ve kız içerideki daireye girdi. Çok geçmeden kız elinde bir şişe kolonyayla geri geldi ve sultanımıza ikram etti. Hürrem Sultan yettiğine dair bir şeyler söylediğinde Mihrimah Sultan'a döndü ama o başını iki yana salladı. Gözlerini validesinden ayırmıyordu. Hatun bu sefer de bana döndüğünde ben de aynı şekilde reddettim.

"Nereye kayboldunuz validem? Hem de böyle mühim bir günde."

"İşlerim vardı." Mihrimah Sultan başını salladı ama tatmin olmuş görünmüyordu. Bana kısa bir bakış atıp tekrar validesine döndü.

"Karar ilan edilmiş dediler, ben de bu yüzden merak ettim. Siz bir şey öğrenebildiniz mi?"

Sultanımız sorusunu bitirdiği an kapı çaldı ve içeriye sinirli bir adet Şehzade Ogeday girdi. Ona selam vermek için ayağa kalktım ama gözü beni falan görecek gibi değildi.

"Validem, ne demek oluyor bu? Hünkarımız ben varken Selim'i nasıl seçer?!"

Şehzade Ogeday'ın sözleriyle kaşlarım şaşkınca havaya kalktı. Manisa sancağına giden Şehzade Selim mi olmuştu? Mihrimah Sultan da en az benim kadar şaşkın görünüyordu ama Hürrem Sultan bu anı bekliyor gibiydi.

"Nasıl ya?" diye mırıldanmama engel olamadım, neyse ki herkes Şehzade Ogeday'ı sakinleştirme peşindeydi ve beni duymamışlardı.

"Bir sakin ol arslanım, gel, otur. Gel," dedi gülümseyerek. Niye bu kadar sakindi?

"Ne oturması validem, duymadınız mı beni? Hünkarımız böyle bir kararı nasıl verir?" diye sordu Şehzade Ogeday sinirle. Bu arada sultanımızın da gülen yüzü solmuştu.

"Evet, bu mümkün değil," diye konuştu Mihrimah Sultan.

"Kes sesini." Hürrem Sultan sinirle kızına bağırdıktan sonra tekrar şehzademize döndü. "İkiniz de susun. Sizin haddinize mi düştü babanızın verdiği kararları tartışmak? Hünkarımız böyle münasip görmüşse yapacak bir şey yok. Hepimiz itaat edeceğiz."

Şehzade Ogeday sinirle bakışlarını uzaklara çevirdi. Gözlerinde yaşlar vardı ve ağlamamak için zor duruyor gibiydi.

"Anlaşılan siz bu karardan memnunsunuz validem. Yoksa benim yerime Selim'i mi tavsiye ettiniz?"

"Benimle bir alakası yok Ogeday. Hünkarımız böyle münasip gördüyse akan sular durur. Durmalı, anladın mı beni?" diye sordu Hürrem Sultan, oğluna sert bir şekilde.

"Ben size ne anladığımı söyleyeyim validem, hünkarımız bir kere daha cezalandırdı beni. Üstelik hiçbir suçum ve günahım yokken." Şehzade Ogeday ağlayacak gibi konuştu ve arkasını dönerek odadan çıktı.

"Ogeday!"

Mihrimah Sultan arkasından gitmek için ayağa kalktı lakin validesinin "Bırak gitsin," demesinden sonra tekrar yerine oturmak zorunda kaldı. "Şu anda kimseyle konuşacak hali yok."

Ben de şehzademiz gidince tekrar yerime oturdum. Şaşkınlıktan oturamamıştım bile, bütün konuşma boyunca şaşkınca ayakta dikilip durmuştum.

"Selim'i siz tavsiye ettiniz, öyle değil mi?" Mihrimah Sultan'ın sorusuyla şaşkınca ona döndüm. Hürrem Sultan bunu yapmış olabilir miydi? Biraz evvel hiç şaşırmaması bunu doğruluyordu ama inanmak istemiyordum. "İnanamıyorum, onca vakit boşuna mı uğraştık biz? Sizin de Ogeday'ı desteklediğinizi sanıyordum."

"İnan bana, en doğrusu bu Mihrimah. Ogeday'ın bu başına buyruk, esip gürleyen halleri beni korkutuyor. Onun biraz daha büyümesi, olgunlaşması lazım."

"O halde neden benden sakladınız? Rüstem de biliyor, öyle değil mi?" diye sordu Mihrimah Sultan sinirle.

"Hayır. Hayır, ikinize de söylemedim zira mani olmak isterdiniz."

"Aklın yolu birdir çünkü. Selim olmaz, o Konya sancağını bile idare etmekten aciz."

"Hep birlikte destek olup ona yardım ederiz," dedi Hürrem Sultan gülümseyerek ama kızı hiç de gülmüyordu.

"Ogeday'a da destek olabilirdik."

"Anlamıyorsun Mihrimah, Ogeday benim en büyük umudum. Onu vaktinden önce yollayıp düşmanlarımın önüne atamazdım."

"Selim de sizin oğlunuz, ona kıyıyor musunuz yani? Bunu mu söylüyorsunuz?"

"Hayır," dedi Hürrem Sultan hala gülümserken. "Selim'im uysaldır, hırsları yok. Kimse onu tehdit olarak görmez. Ama Ogeday öyle mi, babası gibi üstün meziyetleri var. Zeki, cengaver... Mutlaka rakip bellenir. Vaktiyle Mehmet'imin canına kıyan zalimler onun da canını almak ister. Ben bu tehlikeyi göze alamam, almam." Artık gülüşü yüzünden silinmişti.

"Rüstem veziriazam oldu, hep birlikte kardeşimi korurduk."

"Bana güven Mihrimah. Bu kararla sadece Ogeday'ın değil, Selim'in de hayatını kurtardım."

"Bence hata yaptınız," dedi Mihrimah Sultan başını iki yana sallayarak. "Mustafa ağabeyimin önünü kesmek isterken Selim ve Ogeday'ı birbirine düşman edeceksiniz." Ayağa kalktı ve validesiyle benim bakışlarımız arasında daireden çıktı.

Hürrem Sultan ardından bana döndü ve "Sen de onlar gibi mi düşünüyorsun?" diye sordu. 

Düşüncelerimin onun umurunda olmadığını biliyordum. Kendi kızının söylediklerini umursamamış, kendi bildiğini yapmış bir kadın benim sözlerimi umursar mıydı hiç?

"Bilemiyorum sultanım. Ben sadece Şehzade Ogeday'ın çok üzüldüğünü düşünüyorum. Manisa'ya kendinin gideceğinden neredeyse emindi, biraz da bizim yüzümüzden." Hürrem Sultan kaşlarını çattı.

"Sizin yüzünüzden mi?" diye sordu merakla.

"Evet, Mihrimah Sultan ile ben ona Manisa'ya gidenin o olacağından emin olduğumuzu söylüyorduk. Sizin de arkamızda olduğunuzu düşündüğümüz için bu kadar kesin konuşmuştuk ama yanılmışız. Şehzademizin üzüntüsünü anlayabiliyorum."

"Madem anlayabiliyorsun, git de teselli ver şehzadene. Belki öfkesi geçmiştir ve seni dinler. Mihrimah orada olabilir, ben de akşam uğrarım."

Başımı salladım ve bir şey söylemeden selam verip odasından çıktım. Onu hem anlayabiliyordum hem de anlayamıyordum. Ona da hak verdiğim yerler vardı, Mihrimah Sultan'a da. Yine de en çok zarar gören Şehzade Ogeday olmuştu.

Odasının önüne geldim ve kapıyı çaldıktan sonra içeri girdim. Koltuklardan birine oturmuş, başını ellerinin arasına almış bir şekilde duruyordu. Başını kaldırıp bana bakmaya tenezzül etmemişti.

"Git başımdan Mihrimah, konuşmak istemiyorum."

"Benimle de mi konuşmak istemiyorsunuz?" diye sordum masumca ve yanına doğru adımladım.

Sesimi duyduğunda başını kaldırıp bana bakabilmişti. Ben onun yanına oturmuşken o ayağa kalktı ve sinirle yürümeye başladı.

"Sinirim hala geçmedi Mahnisa. O Selim ayyaşının taht sancağına gidecek olmasını kabullenemiyorum!"

Odanın bir köşesinde duran boy aynasına yumruğunu geçirdiğinde çığlık attım ve birkaç adımda yanına ulaştım. Eli kan içinde kalmıştı ama onun umurunda değildi. Kaftanımın tülden oluşan etek kısmından küçük bir yer yırtıp elini tuttum ve onunla sardım. Ben tüm odağımı ona ve eline vermişken o, gözlerini bir an olsun gözlerimden çekmiyordu.

Continue Reading

You'll Also Like

70.4K 5.8K 23
nasıl olsa görmez diye düşünen yağmur çözer, barış alper yılmaz'ın mesaj kutusunu not defteri olarak kullanmaya başlar. - hayat beni tekrardan 13 yaş...
530K 47.5K 36
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
KANLI SALTANAT By çağatay

Historical Fiction

12.7K 368 64
iktidar ortak ve masumiyet kabul etmez... Kimi zaman düşmanım evladım oldu kimimi zaman vezirim lakin saltanat oyununda ne ona acırım nede buna...
113K 6.2K 33
civciv: sarma mı yaptin gercekten __ #galatasaray 'da 1. 01.08.24 #barışalper 1. #yunusakgün 1. #millitakımlar 1. __ başlama tarihi 19.08.23 bitirm...