İktidar Oyunları | ognis.

By MSHanDeniz

28.1K 2.3K 956

Kanuni Sultan Süleyman'ın halasının torunu olan Mahnisa Sultan, ailesini kaybetmesinin ardından padişahının h... More

0
1
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
son

2

1.2K 124 16
By MSHanDeniz

Hello, yarın evde olmayacağım için bölümü bu günden yayınlıyorum. Siz de oy verip bir sürü yorum yazmayı unutmayın pls 💞😘

Şehzade Cihangir'in kılıç kuşanma törenini izlemek için Hürrem Sultan, Mihrimah Sultan ve ben küçük bir odada, bekliyorduk. Alanın tam karşısındaki bir pencereden töreni izleyecektik. Bütün devlet adamları ve yeniçeriler orada olacağı için, kaideler gereği bizim orada bulunmamız yasaktı. Devlet adamlarıyla görüşmemize bazen izin veriliyordu ama yeniçerilerin bizi görmesi zinhar yasaktı. O yüzden uzaktaki bir pencereden olanı biteni izlemek zorundaydık.

Hünkarımız ve Şehzade Cihangir henüz gelmemişlerdi. Şehzade Mustafa, Selim ve Ogeday yan yana dizilmişler, onların gelmesini bekliyorlardı. Şehzade Mustafa ve Selim'i ilk defa görüyordum. Henüz tanışamamıştık. Şehzade Mustafa'yı şimdiden sevmiştim, zaten Şehzade Ogeday ondan öylesine övgüyle bahsediyordu ki, onu görmeden bile seviyordum. Şehzade Selim'i ise.. bilemiyordum. Tipinde bile hayır yok gibiydi. Gıcık bir tipi vardı sanki. Ya da Şehzade Ogeday bana onu öyle anlattığı için öyle görüyordum.

"Geliyorlar galiba." Mihrimah Sultan'ın sesini duyduğumda bakışlarımı şehzadelerden çekip büyük kapıya baktım.

Kapı yavaş yavaş açılıyordu ve hünkarımızla Şehzade Cihangir alana gelmek için bekliyorlardı. Bu sırada bizim olduğumuz odanın da kapısı açıldı ve Afife Hatun içeri girdi. Mihrimah Sultan ile ben bakmak için başımızı çevirdik ama Hürrem Sultan hiç oralı olmadı. Gelenin o olduğunu bakmadan bile biliyormuş gibiydi. Belki de söylenenler doğruydu, o bir cadıydı ve arkasında gözü vardı.

"Sultanım.." Afife Hatun eğilerek Hürrem Sultan'a selam verdi.

"Nerede kaldın Afife Hatun? Merasim başlamak üzere."

Afife Hatun tedirgince kapıya döndü. Mihrimah Sultan ve Hürrem Sultan ona bakmadıkları için bunun farkında değillerdi ama ben bir terslik olduğunu anlayıp kaşlarımı çatmıştım bile. Kapı tekrar açıldığında Hürrem Sultan bu sefer dönüp kapıya baktı. İçeri Gülfem Hatun ve Mahidevran Sultan olduğunu tahmin ettiğim bir kadın girdi.

Mahidevran Sultan'la da henüz tanışamamıştım ama Hürrem Sultan'ın çatılan kaşlarından bu kadının o olduğunu düşünüyordum. Mahidevran Sultan da onun bakışlarından şimdiden rahatsız olmuş gibiydi. Gülfem Hatun, Hürrem Sultan'a selam verdi ama Hürrem Sultan onu görmemiş gibi sinirle Afife Hatun'a döndü.

"Ne işi var bunun burada? Ben sana zinhar gelmeyecek demedim mi?" Gözlerinden ateş çıkıyordu resmen. Düşündüğümden daha da nefret ediyor olmalıydı. Aslında haklıydı da, söylediğine göre karşımdaki kadının, oğlunu zehirlediğini düşünüyordu.

"Ben nasıl mani olurum sultanım?" Afife Hatun çaresizce konuştu. Ona üzüldüğümü hissettim. Onun bir suçu yoktu ama arada kalan o oluyordu.

Hürrem Sultan sinirle önüne döndüğünde, Mahidevran Sultan da pencereden bakmaya başladı. Mihrimah Sultan ile ben sessizce olan biteni izliyorduk. O da Mahidevran Sultan'a bakmamaya özen gösteriyordu annesi gibi. Ben ise tam tersine, yanımdaki bu sultanı incelemekte bir sıkıntı görmüyordum. Hürrem Sultan'dan büyük olduğu belliydi ama hala çok güzeldi.

Bu sırada tören başladı. Hünkarımız ve Şehzade Cihangir gelmişlerdi. Şehzade Cihangir, yeniçerilere seslenmeye başlamıştı. Rahatsız olduğu, orada olmak istemediği her halinden belli oluyordu. Nitekim bir süre sonra ezberlediği şeyleri unuttuğunda yüzümü buruşturdum. Tedirgince Hürrem Sultan'a baktığımda, o da bunu beklemiyor gibiydi. Yüzünde anlamlandıramadığım bir ifade vardı. Utanıyor muydu? İnsan kendi doğurduğundan utanır mıydı?

Hünkarımız Cihangir'e yardım ettiğinde ve sözleri birlikte bitirdiklerinde Hürrem Sultan tebessüm etmeye çalıştı. Merakla Mihrimah Sultan'a baktım ama validesininki gibi bir ifadesi yoktu. Kardeşinden utandığını sanmıyordum. Belki de beklentisi o kadar yüksek değildi ve çakılmamıştı.

"Bahtsız şehzadem benim, Allah bilir kimin günahlarının bedelini ödüyor."

Mahidevran Sultan üzgünce konuştuğunda Hürrem Sultan ateş saçan gözlerle ona döndü. Göz göze geldiler. Mihrimah Sultan'ın gerildiğini fark ettiğimde ben de gerildim.

"İlla bir günahkar arıyorsan aynaya bak. Yüce Rabbime şükürler olsun ki benim elimde hanedan kanı yok."

Hürrem Sultan ortaya bombayı atıp çıktı. Mihrimah Sultan da Mahidevran Sultan'a selam verip arkasından çıktı. Ben de peşlerinden gitmek için Mahidevran Sultan'a aynen selam vereceğim sırada eliyle beni durdurdu. Kaşlarımı çatmış benimle ne konuşmak istediğini beklerken varlığını unuttuğum Gülfem Hatun'un sesini duydum ve bakışlarımı ona çevirdim.

Korkmuş ve oldukça şaşırmış görünüyordu. "Ne demek bu?"

"Bir manası yok, konuşuyor işte."

Mahidevran Sultan onu geçiştirecek bir yanıt verip bana döndü. Gözlerimiz buluştuğunda beni baştan aşağı inceledi. Geldiğinden beri beni ilk defa görüyormuş gibiydi. Ona nasıl davranacağımı bilmiyordum. Şehzadeleri bu olayın dışında tutsam bile Hürrem Sultan ve Mihrimah Sultan'la yakın olduğum için otomatik olarak ona düşman mı sayılıyordum? Ama elimde olan bir şey değildi, ben saraya geldiğimde ilk onlarla tanışmıştım ve bana iyi davranmışlardı. Böylece onları sevmiştim. Kötü insanlar değillerdi ki. Eminim Mahidevran Sultan da kötü biri değildi. Ama bu sarayda herkes bir taraf tutmak zorundaydı. Arada olan, ikili olan günün sonunda ölmeye mahkumdu sanırım.

"Mahnisa Sultan, tanışmak bugüne nasip oldu. En az validen kadar güzelsin." Söylediklerine başımı sallayarak gülümsedim.

"Teşekkür ederim. Evet, lakin ben namınızı çok duydum. Sizi neredeyse tanıyor gibiyim sultanım."

"Öyle mi? Hürrem'den duyduysan bana şimdiden düşman olmuşsun demektir. Yazık, validen beni çok severdi. Senin Hürrem yılanının tarafında olduğunu görse ne çok üzülürdü." Kaşlarımı çattım. Annemi bu duruma karıştırmamalıydı, çok yanlış konuşuyordu.

"Validem sizin hakkınızda da, Hürrem Sultan hakkında da hiçbir zaman kötü konuşmazdı. Zaten en son saraya geldiğinde henüz şehzademiz Ogeday bile doğmamış. Eminim siz de o zamanlar birbirinizden bu kadar nefret etmiyorsunuzdur."

"Beni yanlış anladınız, ben-"

"Ayrıca ben hanedan mensubuyum. Hünkarımızın kuzeni Ayşe Sultan'ın kızıyım. Hanedan kanı taşıyorum. Benim kimsenin tarafında olup onun piyonu olmaya ne niyetim var ne de ihtiyacım!"

Sinirle konuştum ve bir cevap vermesini beklemeden selam verip çıktım. Bu kadının sözleri beni çok kızdırmıştı. Benimle nasıl böyle konuşabilirdi? O haseki sultan olabilirdi ama hanedandan biri değildi, benim gibi hanedan kanı taşımıyordu. O her zaman bir köle olarak kalacaktı, ben ise sultandım. Herkes yerini ve haddini bilmeliydi.

*

"Şehzade Selim ve Mustafa'yı gördünüz mü sultanım? Söyledikleri kadar yakışıklılar mı?" Makbule'nin heyecanlı sorusuna kıkırdadım. Biz Şehzade Cihangir'i izlerken onun pencereden bakma şansı olmadığı için, şehzadelerimizi görme fırsatı da olamamıştı maalesef.

"Evet. Yani Şehzade Mustafa evet ama Şehzade Selim biraz gıcık gibi. Çapkınlığının esamesi okunuyor yüzünden. Sarışın, Hürrem Sultanımıza benziyor. Şehzade Ogeday ve Cihangir gibi babasına benzemiyor. Şehzade Mustafa ise kendi annesine benziyor."

Mahidevran Sultan'ı ve bana söylediklerini hatırladığımda yüzümü buruşturmama mani olamadım. Makbule'nin de gözünden kaçmamıştı tabii ki. O da gözlerini devirdi. Sultanımızın dediklerine o da şahit olmuş ve benimle birlikte sinirlenmişti. Benim gibi hadsizlik olduğunu düşünüyordu.

"Bu saraya gelmeden önce Mahidevran Sultan'a üzülüyor, Hürrem Sultan'a ön yargılı yaklaşıyordunuz. Şimdi ise tam tersi oldu herhalde. İnsan hiçbir zaman büyük konuşmamalı, öyle değil mi sultanım?" Başımı salladım.

"Evet. Aslında Mahidevran Sultan'a hala üzülüyorum. Hürrem Sultan'ın ateş saçan bakışlarını görmeliydin bugün. Olaylarla hiç alakam olmamasına rağmen ben bile bir hayli korktum. Onun nefretini kazanmak istemezdim. Hürrem Sultan allem eder kallem eder, kendi oğullarından birini tahta çıkarmayı başarır, görürsün bak Makbule."

"O halde Şehzade Mustafa'dan sonraki şehzade olarak, Şehzade Selim'in tahta geçmesi gerekiyor," dediğinde yapmacık bir şekilde gülümsedim.

Belki iki gün önce Mihrimah Sultan'la konuşmasam ben de bu şekilde düşünebilirdim. Ama artık onların kimi desteklediğini biliyordum. Hürrem Sultan'dan bunu kendi ağzıyla duymamıştım ama Mihrimah Sultan söylemişti, kafi olmaz mıydı?

"O hiç belli olmaz," diye mırıldandım.

-Şehzade Ogeday

Selim'e olan sinirimden gözüm hiçbir şeyi görmüyordu. Hasbahçeden odama kadar bir hışımla yürümüş, etrafımdakileri dağıtmamak için kendimi zor tutmuştum. Odama geldiğimde ise sinirle yatağımın üzerindeki yastıkları oraya buraya fırlattım. Ona o kadar sinirliydim ki sinirimi bir yerlerden çıkarmam gerekiyordu. Biraz önce matrak oyununda hile yaparak beni çok sinirlendirmişti ve birbirimize saldırmıştık. Matrakçı beni tutmasa onu boğabilirdim bile. Ağabeyim olması ve ona saygıda kusur etmemem gerektiği umurumda bile değildi. O hile yaparak bana saygıda kusur etmişti.

"Şehzadem, neler oluyor?"

Sesin geldiği yer olan kapıya döndüğümde Mahnisa'yı gördüm. Kapıyı kapatmıştı ve elinde yastıkla şaşkınca bana bakıyordu. Attığım yastıklardan biri ona isabet edecekken yakalamış olmalıydı. Onu görünce sakinleşmek adına derin bir nefes aldım. Onunla sinirli bir şekilde konuşursam ona bağırır ve onu üzebilirdim. Bana bütün masumluğuyla yardım etmek için yaklaşan bir sultana bunu reva görecek değildim.

"İyiyim, biraz sinirlendim sadece."

Büyük bir kahkaha attı. Kahkahası beni de istemsizce gülümsetirken "Biraz mı?" diye sordu. Ardından elindeki ve yerdeki yastıkları toplayıp tek tek yatağımın üzerine dizdi. Yatağımı eski haline getirirken onu izlemekten başka bir şey yapamadım. İşi bittiğinde yatağın üzerine oturdu ve gülümseyen yüzüyle bana döndü.

"Biraz değil, bir hayli. Selim yine asabımı bozdu." Kardeşim aklıma geldiğinde yüzümü buruşturmadan edemesem de o hala aynı gülümseyen ifadesiyle beni izliyordu.

"Ne oldu?" diye sordu merakla. Omuz silktim.

"Biz Matrakçı ile matrak oynarken yanımıza geldi. Onunla oynamak istedim ama ilk başta bana yenileceği için korktu. Yıllar önce beni yendiğini söyledi, ben de bu sefer onu yeneceğime emin olduğum için ısrar ettim. Kabul etmek zorunda kaldı. Oynarken yenileceğini anladığında da hile yaptı. Ona sinirlendim. Ne zaman kaybedeceğini anlasa böyle yapar zaten. Onun her zamanki hali bu, ben neye sinirleniyorsam?"

"O halde niye onunla oynamak istediniz en başta?"

Bir süre düşündüm. Ona nasıl bir cevap verebilirdim ki? Daha tanışalı bir hafta olan bu sultana içimi dökmeli miydim? Beni anlayacağına şüphem yoktu ama validemle ve Mihrimah'la da arası iyiydi, onlara bahseder miydi acaba? Herkesten şüphe duyan bu yanımdan nefret ediyordum. Mahnisa niye onlara söylesindi ki? Onun üzerine vazife olan bir şey değildi sonuçta Selim'le benim aramızda olanlar.

Hala yatağımda oturuyordu. Birkaç adımda yanına vardım ve oturdum. Başını kaldırıp bana bakmak zorunda olmadığı için dikleşti ve bütün vücuduyla bana döndü. Mavi kaftanı ve başındaki incilerle bezeli küçük tokasıyla ne kadar da güzel göründüğünü düşünmeden edemedim. Bu güzelliğinin o da farkında mıydı acaba?

"Bilmiyorum. Bir keresinde daha henüz sancağa çıkmamışken babama ne kadar güzel ok attığımızı gösterecektik hasbahçede. Hakkını yiyemem, Selim güzel ok atar. Lakin hala neden olduğunu bilmediğim bir şekilde, benim yayımı bozmuştu. O yüzden attığım oklar saçma sapan yerlere gidiyordu. Ben yine sinirimi tutamadım ve onun üzerine saldırdığımda babam bana kızmış, Selim de mağdur olmuştu. Her zaman olduğu gibi."

"Bu siniriniz çocukluğunuzdan beri süregelen bir şeymiş o zaman. Aynı ağabeyinizin sizi kıskanması gibi." Kıkırdayarak konuştuğunda gözümü gülüşünden zor da olsa çekebildim ve kaşlarımı çatarak yüzüne baktım.

Selim'in beni kıskandığını mı söylemişti? Selim beni niçin kıskansındı ki? Onu tanımadığı belliydi ve biraz saçma konuşmuştu ama bunu öyle söyleyip de onu üzmeyecektim tabii ki de.

"Sanmıyorum, Selim'in beni kıskanmak için bir nedeni yok. Büyük olan o, babamın ve validemin gözdesi olan da o. Bu durumda benim neyimi kıskansın?"

Beni anlayışla dinledikten sonra başını iki yana salladı. Elini bacağıma koyduğunda kasıldığımı hissettim. Karşımdaki alelade hatunlardan biri değil, hanedan mensubu bir sultandı. Öz olmasa da kuzenim sayılırdı, beni heyecanlandırmaması gerekiyordu. Gülüşünün, saçlarının hoşuma gitmemesi gerekiyordu. Ufak bir temasın kasılmama neden olmaması gerekiyordu.

"Çünkü," Dikkatimi ağzından çıkacak olan kelimelere vermemi sağlamak için birkaç saniye bekledikten sonra devam etti. "Çünkü asla sizin gibi korkusuz, cesur bir şehzade olamayacak. Şehzade Mustafa, Cihangir ve Mihrimah Sultan'la arası asla sizinki kadar iyi olamayacak. Halk hiçbir zaman Şehzade Mustafa ve sizi sevdiği kadar onu sevmeyecek, onun tahta çıkmasını istemeyecek."

Söyledikleri üzerine gülümsedim. Beni nasıl mutlu edeceğini, yüzümü hangi sözlerle güldürebileceğini çabuk öğrenmişti. Çok zeki olduğu duruşundan bile belli oluyordu ama anlaşılan düşündüğümden daha da zekiydi.

"Mühim olan halkın değil, hünkarımızın kimi desteklediği ama. Bunu sen de biliyorsun fakat beni mutlu etmek için böyle konuşuyorsun," dediğimde omuz silkti.

"Hünkarımızı bilmiyorum lakin validenizi biliyorum. Ona haksızlık ettiğinizi de biliyorum. Sizin düşündüğünüz gibi Şehzade Selim'in onun gözdesi olduğu yok mesela." Her bir sözünde kaşlarım daha da havalanırken o, bu hallerime kıkır kıkır gülmekle meşguldü.

"Nasıl yani? Validem bir gün tahta benim çıkmamı mı istiyor? Bir şey biliyorsan söyle lütfen Mahnisa. Ayrıca sen bunu nereden biliyorsun ki?" Önemsiz şeylerden bahis açıyormuşum gibi omuz silkti tekrar.

"Kuşlar söyledi işte, duydum bir yerlerden. Hem sadece bunu da değil, validenizin Manisa'ya da sizin gitmenizi istediğini söylediler."

Duyduklarımın mutluluğuyla bir anda kendime engel olamadım ve onu kollarımın arasına aldım. Sıkı sıkı ona sarılırken, o da aynı şekilde kollarıyla beni sarmaya çalışıyordu. Benim yanımda minicik kalmıştı ve bu çok hoşuma gitmişti. Gereğinden fazla yakınlaştığımızı düşünüp kendimi bir anda geri çektim ama o benim aksime gülümsüyordu. Benim gibi düşünmüyordu.

"Haddimi aştıysam bağışla. Ben bir anda o kadar mutlu oldum ki-" Başını iki yana sallayıp güldüğünde sustum. Zaten ne söyleyeceğimi de bilemiyor, saçmaladıkça saçmalıyordum.

Bir şehzadeye yakışmayacak davranışlar sergilediğimin farkındaydım ama suç benim değil, onundu. Onun yüzünden bu haldeydim. Beni, ne yaptığımın farkına varamayacağım kadar büyülen kişi kendisiydi.

"Yarın akşam Mihrimah Sultanımız bizi sarayına, yemeğe davet etti. Yani aslında kardeşleri olarak sizi ama benim de katılmamı rica etti."

Konuyu değiştirerek beni kurtardığında gülümsedim ve başımı salladım. "Rüstem Paşa da olacak mı?" diye sordum merakla. Mihrimah, kocasından pek hoşlanmıyordu lakin bizim istikbalimiz için ona katlanıyordu. Rüstem Paşa vezirdi ve eğer ablam onu boşarsa, vezir rütbesi düşerdi. Yeni vezirin, bizi değil de Mahidevran Sultan'ı destekleyen biri olması ise çok olasıydı çünkü Rüstem hariç diğer paşaların hepsi neredeyse öyleydi. Bu ise validemin hiç işine gelmezdi.

"Evet, o da olacakmış. Kendisini ilk defa Şehzade Cihangir'in kılıç kuşanma töreninde gördüm, bahsettiklerinden daha da yaşlı ve çirkin biri. Ayrıca topallıyor, değil mi? Güzeller güzeli sultanımızı nasıl onun gibi birine reva gördüler, anlayamıyorum. Olan sultanımıza oldu."

"Mihrimah halinden memnun, bunları düşünüp üzülme sen." Başını iki yana salladı. Bu konuyu uzatacağa benziyordu.

"Bazen benim de böyle bir evlilik yapmamı uygun görürler diye korkuyorum. Çirkin ve benden yirmi yaş büyük, yaşlı adamın teki. Tek kelimeyle kabus olmaz mıydı?!"

Yüzümü buruşturdum. Onun evlenmesi olasılığını düşünmek bile istemiyordum. Niye evlensindi ki, daha küçük değil miydi? Ayrıca onun da böyle bir isteği yoktu.

Mihrimah evlendiğinde Mahnisa'dan çok mu büyüktü?

"Ben böyle bir şeye zinhar izin vermem, merak etme."

Bana o efsunlandığım gülümselerinden birini gönderdiğinde, tesiri karşısında tekrar büyülenmekten kendimi alamadım.

Continue Reading

You'll Also Like

147K 16.7K 144
Bir R-19 romanındaki erkek başrol oyuncularıyla uzak bir adada mahsur kaldım. Kadın başrol oyuncusuna eziyet ettikten sonra erkek liderler tarafından...
11K 846 82
-MAKİNE ÇEVİRİSİDİR- Bir dünya savaşının zemininde geçen esaret-kaçırma klasik romanında yardımcı karakter oldum. Evde soğuk muamele gören ve istism...
407K 37.3K 33
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
17.1K 1K 52
Süvari İmparatorluğu'nun veliaht prensi Nezar'la nişan prosedürüm sırasında, on yedi yaşında bir kız olarak geçmiş hayatımı hatırladım. Benden hoşla...