Purple Planet (VMİNKOOK)

By lvseok_7

82.3K 7.4K 23.2K

Bir adaya düşsen yanına alacağın üç şey nedir? Maalesef adaya değil de, uzaylılarla dolu bir gezegene düşen h... More

0
1√
2√
3√
4√
5√
6√
7√
8√
9√
11√
12√
13√
14√
15√
16√
17√
18√
19√

10√

3.6K 361 1.2K
By lvseok_7

Türk'ün Uzayla İmtihanı bir şiirdi... Okuyamadılar...

Bölümü neredeyse tamamen Taehyung'un ağzından yazmışım sonra fark ettim. Neyse diğer bölüm telafi ederiz.
Çikraliçe güzel okumalar diler.

....

Taehyung...

Seokjin hyung kafamı Jimin konusun da olabildiğince karıştırmış ve işleri olduğunu söyleyerek beni kovalamıştı.

Ben de durmadan terlediğim için kısa bir duş almış, saçlarım çabuk kurusun diye dışarı çıkmıştım.

Ve kesinlikle Hoseok hyungu çalıların arkasına pusmuş bir halde göreceğim aklıma gelmezdi. Normal şartlarda bir insan çalıların arkasına saklanabilirdi fakat savaşa gidiyor gibi yüzüne siyah boyalardan çizgiler çizerek, bir de kızıl derili gibi başını tüylerle süslemezdi.

Bir süre ne yaptığını anlamaya çalışmış, daha sonra dayanamayarak arkasında olduğumu belirtmiştim.

"Hyung?"
Sesimi duyduğu an hışımla bana dönmüş ve dövüş pozisyonu almıştı. Beklemediğim bu ani hareket üzerine irkilerek geri sıçramış ve elimle kendimi korumaya almıştım.

"Hyung benim!"

Korkmuştum.

Çok değişik bakıyordu.

Neyse ki ben olduğumu anlayınca derin bir nefes vermiş ve başını havaya kaldırarak etrafı dinlemişti.

Yüzümü buruşturmuştum.

"Hyung iyi misi-"
Ben lafımı bitirmeden yanıma gelerek elinin tersini ağzıma kapattığın da emin olmuştum. Kesinlikle iyi değildi.

"Şşşh sessiz ol..."
Demişti küçük bir fısıltıyla.
"Her an gelebilir."

Her an gelebilir mi?

Ona ne olmuştu böyle?

Deli gibi görünüyordu.

Elini iterek yüzünü incelemiş ve olanları anlayarak göz devirmiştim. Kesin yine Jackson hyung onu saçma oyunlar oynamak için ikna etmişti.

Bunun başka bir açıklaması olamazdı.

"Oyun oynayacağım diye girdiğin şu hale bak. Kim bilir seni neyle tehdit etti."

Söylenişimi dinliyor gibi değildi. Gözlerini kısmış, diz kapaklarını bükmüş etrafı izliyordu. Avını yakalamaya hazırlanan bir çitadan farkı yoktu sanki.

"Tehlikedeyim Taehyung, o beni bulmadan ben onu bulmalı ve yok etmeliyim."
Gülmüştüm.
Kocaman adamlar olsalar dahi kendi aralarında böyle eğlenmeleri çok güzeldi. Jackson hyung gerçekten bir manyağa benzese bile yeri geldiğin de eğlenceli biri olabiliyordu.
Hoseok hyung da son zamanlar da çok yıpranmıştı. Arada sırada Jackson hyunga eşlik etmesi beni mutlu ederdi.

Bu yüzden oyunlarına dahil olarak duruşumu ciddileştirmiştim.

"O zaman onu hemen bulup yok etmelisin. Şu arka tarafa bak."

"Arka tarafa mı gitti yoksa?"

Onaylamıştım. Sonuçta
Kendini oyuna çok fazla kaptırmıştı. Hevesini kırmak istemezdim.

Benden onay alınca hırsla dişlerini bir birine bastırmıştı. Her ne kadar ciddi kalmaya çalışsam da bu haline dayanamayarak yine gülmüştüm. Neyse ki gülüşüm ciddiyetini bozmamıştı. öyle ki elini omzuma atarak sıvazladıktan sonra parmak uçları üzerin de yükselmiş ve temkinli adımlarla yanımdan uzaklaşmadan önce fısıldamıştı.

"Bu yardımını hiçbir zaman unutmayacağım dostum. Onu yok etmeden dönmeyeceğim. Dikkatli ol, etraf tehlikeli."

O çalıların ve ağaçların arasına saklanarak evin arkasına giderken ben de ön bahçeye doğru ilerlemiştim. Müstakil evin hali bir başka oluyordu. Her yer ağaçlık ve morluktu. Buna alışmıştım. Mor çimenler de ayakkabısız yürümek güzeldi. Üstelik hava bayağı kararmıştı. Ortalık sessiz ve sakindi.

Yavaş adımlarla ön bahçeye giderken duraksamama neden olacak bir şey görmüştüm. Jimin ve Jeongguk yan yana çimlere oturmuş gökyüzüne bakıyordu.

İkisi?

Baş başa?

Hah.

Gözlerimi kısarak en yakınlarında duran ağacın arkasına koşturmuştum. Neyse ki sesimi duymamışlardı. Bu vakitte ne diye burada oturuyorlardı? Ne konuşuyorlardı?
Jeongguk'un peşini asla bırakmayan yedi korumada ortada yoktu. Demek ki gizli bir şey konuşuyorlardı.

Merak anbean zihnimi sararken başımı uzatmış ve ne konuştuklarını duymaya çalışmıştım. Fakat duyabileceğim kadar yakında değildim.

Yok.

Yok yani meraktan yerim de duramıyordum.

Hemen bir çözüm üretmeliydim.

Bakışlarımı onlardan çekerek etrafta gezdirmiş ve... Arkasına saklandığım ağacın dallarına bakmıştım.

Büyük dalın biri neredeyse o ikisinin üzerine kadar uzanıyordu.
Gözlerim parlamıştı.
Oraya tırmanırsam ne konuştuklarını kesinlikle duyabilirdim.

Tam ağaca çıkmaya yeltenecekken yakınım da duyduğun kanat sesiyle gözlerimi irice açmış ve kendimi yere atmıştım.

Diyarkabır kendimi neden yere attığımı anlayamamış gibi bir süre tepem de uçmuş, sonrasın da yavaşça karnıma konmuştu.

Yutkunarak gözlerimi kısmış ve direkt Jeongguk ile Jimin'e bakmıştım. Neyse ki sesimi duymamışlardı. Fakat daha fazla yer de uzanırsam ve biri arkasına dönerse görünürdüm. Bu yüzden pozisyonumu bozmadan tekrar ağacın arkasına yuvarlanmıştım.

Diyarkabır'da sağ olsun beni bırakmamış ve gelerek omzuma konmuştu. Aslında uçan ve zıplayan her şeyden korkardım fakat günlerdir onunla aynı ev de yaşıyorduk. Bu yüzden uçan şeyler korkumu biraz da olsa yenmiştim.

"Sence benim hakkımda konuşuyor olabilirler mi?"
Diye sormuştum ona. Yanımız da başka biri yoktu. Merakımı gidermem gerekiyordu.

Diyarkabır soruma cevap vermeyince burun kıvırmış ve onu başımla onaylamıştım.

"Haklısın, Jimin onu yalnız bulmuş ikna etmeye çalışıyor."

Jimin tam bir yellozdu.

Seokjin hyung onun bana karşı hisleri olabileceğini söylemişti bir de. İnanılır gibi değildi. İnsanların gözünü öylesine boyuyordu ki her defasın da ondan daha fazlasını bekliyordum

"Yılanlar bile ondan daha masumdur. Çok iyi bilidim onun huyunu."
Dedikten sonra ağaca tırmanmak için harekete geçmiş ve bunu yapmadan önce Diyarkabır'ı uyarmıştı.

"Sakın ses yapma."

Diyarkabır gerçekten akıllı bir hayvandı. Nereye gideceğimi anlamış gibi tırmanmak istediğim dala uçmuş ve beni beklemeye başlamıştı-bence beni beklemek için oraya konmuştu.

Nasıl bir ağaca bulaştığımdan habersiz, orasına burasına tutuna tutuna oldukça yavaş bir şekilde istediğim dala tırmanmıştım.

Fakat çok büyük acılar çekmiştim.

Çok büyük eziyetlere maruz kalmıştım tırmanırken.

Çünkü bu ağaç dikenli bir ağaçtı. Her yerimi kanatmıştı.

"Tanrığğğğğmmm... çektiğim acının sefasını sürmeden alma beni yanına..."

Kanayan avuç içlerimi üzerime sile sile Diyarkabır'ın yanına, Jeongguk ve Jimin'in üstün de kalan dala sürünmüştüm. Konuşmaya o kadar çok odaklanmışlardı ki buraya gelene kadar attığım acı çığlıkları duymamışlardı.

Jeongguk konuşurken çok samimi görünüyordu. Bir an önce konuyu öğrenmeliydim.

Bu sebeple acıdan yaşaran gözlerimi elimin tersiyle silmiş ve kulağımı aşağı doğru sarkıtmıştım.

Veeee...

Bu kadar...

Üzerine ağlaya ağlaya tırmandığım büyük daldan birkaç yaprak süzülerek Jimin'in başına düşmüştü.

Donmuş ve hiç kıpırdamadan gözlerimi kapatmıştım.

Tanrım hayır!

Şimdi olmaz!

Şimdi yakalanmayayım!

En azından ne konuştuklarını duyayım.

Korku ile dua ederek gözlerimi açmış ve bakmıştım. Jimin başına düşen yaprakları elinin biriyle almış ve kenara bırakmıştı. Sonra konuşmasına devam etmişti.

"Sen tanımazsın Taehyung'u, ben çok iyi tanırım."

Bak bak.

Jimin beyefendiye de bakın.

Çok iyi tanırmış beni.

"Acelem yok, ben de yavaş yavaş tanırım."
Demişti Jeongguk sessizce.
Tam düşündüğüm gibi.
Dedikodumu yapıyorlardı.
Jimin'den beklerdim de Jeongguk gibi iyi bir insandan beklemezdim.
Küçük bir hayal kırıklığı eşliğin de dinlemeye devam etmiştim.

"Neden bizi bırakmıyorsun Jeongguk?"
Jimin gerçekten ciddi bir şekil de sorusunu sormuş ve Jeongguk'a bakmıştı. Jeongguk oralı değildi. Ona çok farklı bir şekil de cevap vermişti.

"Uzay geminiz de kalan günlüğün ben de."

Duyduğum şey ile kaşlarım havalanmıştı.

Jimin'in bir günlüğü mü vardı?

"İçerisin de yazanlar beni çok şaşırttı. Özellikle Taehyung hakkın-"

O an Jeongguk'un susmasına neden olacak çok korkunç bir şey olmuştu.

Ne mi olmuştu?

"AĞAĞAĞAĞAĞAĞAĞAĞAĞ! AYH! AYH GİT BURADAN GİT! GİT İĞRENÇSİN SEN GİT!"
Kafama aniden atlayan çekirgeyle ödüm patlamış, ne yaptığımı bilmeyerek başımı iki yana sallamaya başlamıştım.

"İMDAAAT! ÇEKİRGE VAR BURADA! KURTARIN BENİ! AĞAĞAĞAĞA!"
Dalı bırakarak başıma sıçrayan çekirgeden kurtulmaya çalışmıştım.

"ISIRACAK! YÜZÜME ZIPLAYACAK! UZAK DUR BENDEN-AYY!"
Çığlıklarımın yarısın da tutunduğum dalı bıraktığımı ve düşmek üzere olduğumu fark ederek dala tekrar yapışmış ve kanamayan yerlerin de kanamasına neden olmuştum.

Sonra... Vicdansız çekirge beni korkudan öldürmemiş gibi, narince başka yere sıçramış ve gözden kaybolmuştu.

"Taehyung?"
Aşağıdan duyduğum ses ile kırdığım büyük potlara lanetler etmiş ve Diyarkabır'ın sarıldığım dalın hemen üzerin de yüzüme baktığını fark etmiştim.

Gözlerim umutla açılmıştı.

Neşeyle doğrulmaya çalışmış ve şakımıştım.

"Evet Diyarkabır çok iyi anladım! Nasıl uçtuğunu artık daha iyi biliyorum."

Bundan daha mantıksız çok az şey duymuştunuz biliyorum fakat başka kaçışım yoktu. Ayrıca az önce yaşadığım korkunç olay yüzünden sesim titriyordu. Hatta vücudum da bir şeyler geziniyormuş gibi hissediyordum.

Bu yüzden Diyarkabır ve aşağıdakiler beni izlerken bir süre sesimi çıkaramamıştım. Tabii ben susunca Jimin bezmiş bir şekil de yukarı seslenmişti.

"Ne yapıyorsun sen orada?"

Hayretle bakışlarımı aşağı çevirmiştim. Bir çekirge ile daha karşılaşmadan buradan inmem gerekiyordu.

"Aaa! Siz de mi buradaydınız? Biz de Diyarkabır ile uçmak hakkında muhabbetliyorduk. Ahahaha."

Jimin göz devirirken Jeongguk 'Doğru mu anladım?' dercesine kaşlarını havalandırmıştı. Ne yapayım? Sizi dinlemek için tırmandım buraya mı diyeyim?

"Ağacın tepesin de?"

"Evet evet! Tam da burada!"

Jeongguk'un başını iki yana sallayarak gülmesi üzerine Jimin bilmiş bilmiş kollarını önüne bağlamış ve "Öğrendin mi nasıl uçulurmuş?" diye sormuştu.

Olduğum yerden direkt üzerine atlamak istesem de yapmacık bir şekil de gülümsemekle yetinmiştim.

Aynı onun yaptığı gibi.

Sonuçta açık açık onları dinlediğimi söyleyemezdim.

"Evet bayağı öğrendim."

Ne hikmetse başıyla onaylamış ve ilk defa beni kendince desteklediğini belirtmişti.

"Sana güveniyorum, hadi uç da bir görelim."
Dişlerimi sıkarak sırıtmıştım.
Jimin tam bir ahtapottu.
Evet ahtapot.
Görünmeyen bacakları vardı.

"Yok, ne gerek var şimdi uçmaya."

"Ama sen bunun altında kalmazsın. Uç bakayım, bırak o dalı."

"Pek emin değilim, denemedim ya hani. Biraz daha çalışıp öyle deneyeyim."

"Uçmazsan gece gözüme uyku girmez. Biz bizeyiz canım ne olacak, dene bir kere."

Bezmişlikle omuzlarımı düşürürken benimle alay ettiğine emin olmuş ve 'Sen görürsün.' bakışı eşliğin de kollarımı iki yana açmıştım.

Yer çekimi de durur mu?

Dalı bıraktığım an beni aşağı çekmişti.

"Dur! Şaka yaptım saçmalama!"
Jimin düşeceğimi anlayarak seslendiği sırada ben zaten çoktan bir koala gibi ağacın dikenli dalına sarılmış, alt dudağımı büzerek "Şaka yapmasaydın o zaman!" diye bağırmıştım.

Hâlâ dikenli bir ağaca tırmandığımın farkında değillerdi. Ellerim çok fazla acıyordu. Kimse olmasa ağlayabilirdim.

"Taehyung sen insansın, uçamazsın."
Diye azarlamıştı bir de utanmadan Jimin kişisi.

"Yok ya öyle mi? Ben de uçarım sanıyordum."

Bana dil çıkarmıştı.

İletişimimizi bayık aynı zaman da eğlenir bir vaziyette izleyen Jeongguk ise tartışmamıza kısa bir ara vermişti.

"Hadi Taehyung, bir yerini incitmeden aşağı in."

İşte bu yüzden Jeongguk melek gibi bir insandı.

"Tamam iniyorum."

Avuçlarıma ve kollarıma batan dikenlere yenilerini ekleyerek aşağı inmiştim. Tabii ki onlara belli etmemiştim canımın acıdığını.
Belki Jimin alay ederdi.

Diyarkabır uçarak evin açık penceresinden içeri girince bahçe de yalnız kalmıştık.

Neden bilmiyordum ama burada ben olmadan oturmaları -dedikodumu yapmaları- sinirimi bozmuştu.

"Bekle."

Onlara bir şey demeden eve gidecekken Jimin beni durdurmuştu.
Kesin alay edecekti. Yapardı çünkü, yapmadığı şey miydi sanki.

Onu dinlemeden eve dönmeyi planlarken arkama sakladığım elimin birini tutmuş ve kendine çekmişti. Gözlerinin endişeyle büyüdüğünü görünce kaşlarımı çatmıştım.

Tanımasam benim için üzüldüğünü bile düşünebilirdim.

"Neden kendine hiç dikkat etmiyorsun?"
Derken bakışlarını az önce tırmandığım ağaca çevirmiş ve dikenleri görerek yüzünü kırıştırmıştı. Elimi tutmasından rahatsız olmamıştım. Sadece sinirimi bozacak bir şey söylemesini istemiyordum.

"Ne biçim ağaç bu?"
Demişti Jimin. O böyle diyince Jeongguk'da yanımıza gelmiş, diğer elimi tutarak incelemeye başlamıştı. O da ağacın türünü yeni fark ediyormuş gibi kaşlarını çatmıştı.

"Bu ağacın dikenleri çok asitlidir, acıyor mu?"

Başımı iki yana sallayarak reddetmiştim. Tamam çığlık atarak ağlamak istiyordum, fakat küçük bir çocuk gibi zırlayacak değildim.

"Acımıyor-"

"Kökleyin bunu buradan."
Jimin lafımı bitirmeden ağaca söylenince göz devirmiştim. Utanmasa ağacı tekkemleyecek gibi bir hali vardı.
Çünkü ağaca saldıracakmış gibi bakıyordu.

"Böyle ağaç mı olur? Her yerini kanatmış çocuğun."

Hayyyret.

Bi de saldır istersen Jimin.

Jimin?

Yapma bir gören olacak.

"Ne bağırıyorsun be ağaca? O mu dedi bana tırman diye. Kendim çıktım yukarı."

Jimin'in ağaca şiddet uygulamasını engelleyerek hâlâ elimi tutan Jeongguk'a dönmüştüm. Parmak uçlarını yaraların kenarın da gezdirerek gözlerime bakmıştı.

Acıdığını biliyordu.

Bakışlarından anlamıştım bunu.

"İltihap kapmadan pansuman yapalım."

....

"Neden Jackson ile odaları değiştin?"

"Daha rahat uyu diye."

Derin bir soluk vererek gözlerime bakmış ve kendince beni uyarmıştı.

"Taehyung sen ışık açıkken uyuyamazsın. Hoseok hyung ise karanlıkta uyumayı sevmiyor. O oda da uyuyamazsın."
Beni bu kadar incelemiş olmasına biraz şaşırmış olsam da ona omzumu dönerek burun kıvırmıştım.

"Seni görmek istemiyorum. Beni sürekli öpüyorsun."

"Sen de karşılık verdin."

"Öpmeseydin vermezdim."

"Vermeseydin devam etmezdim."

"Devam etmeseydin dururdum."

"Nereye kadar devam edecesin? Bu inadın ne zaman bitecek?"

"İnat eden sensin."

"İkiniz de çocuksunuz."
Tartışmamıza eklenen üçüncü bir ses ile bakışlarımı Jeongguk'a çevirmiştim. Pansuman yapmalıyız diyip beni kendi odasına getirmişti.

Ve tabii ki şirin kuyruğumuz Jimin'de bizi takip etmişti.

"Sen çok mu olgunsun sanki."
Diye söylenmişti Jimin. Jeongguk yanıma oturarak ilk yardım kutusunun kapağını açarken onu gayet açık bir şekil de yanıtlamıştı.

"Öyle olduğun apaçık ortada."
Jimin cevap vermemişti. Cevap vermek yerine Jeongguk'un benim için hazırladığı pamuğu elinden almış ve elimi tutarak avucumu açmıştı.

Ne yapıyordu bu manyaklar?

"Güzel yapabileceğine emin misin?"

Jeongguk'un sorusu Jimin'i güldürmüştü.

"Bunun eğitimini fazlasıyla aldım, endişelenme senden daha tecrübeliyim."

Göz devirmiş ve elimi kendime çekerek Jimin'den ilaçlı pamuğu almıştım.

"Kendim yaparım, iyice wattpad kitaplarında ki saf salak karakterlere çevirdiniz beni. Altı üstü birkaç çizik."

Sonrasın da ikisine de izin vermeden sırayla ellerimde ki yaraları temizlemiş ve ilaçlamıştım.

İşim bitene dek Jimin göz kırpmadan avuçlarımı izlemiş, Jeongguk ise arada bir yüzünü buruşturmuştu.

İşte ben de izlendiğim için anırarak ağlayamamış, kıp kırmızı falan geçmiştim.

Sonunda yaralarımı sarmanın rahatlığı ile kalkıp-yatağım da çığlıklar atarak ağlamaya- gidecekken odanın kapısı sert bir şekil de açılmış ve içeri Jackson hyung girmişti.

"Çok kötü şeyler oldu!"

....

"Niye topladın bizi buraya?"
Jimin bıkkınlık dolu bir sesle dakikalardır konuşmayan Jackson hyunga seslendiğin de gözlerimi etrafta gezdirmeye devam etmiştim.

Aniden odaya daldıktan sonra herkesi yemek masasının başına toplamış öylece bekliyordu. Onu tanımasam ciddi bir şeyler olmuş olabileceğini düşünürdüm. Fakat bilirsiniz onun gibi birinden ciddilik beklemek saçmalık olurdu.

"Çok kötü bir şey oldu."
Diye tekrar ettiğin de ayakta bekleyen-Jeongguk'la ilgilenen- yedi korumanın bile sıkıldığını fark etmiştim. Seokjin hyung bile dayanamamış olmalı ki, Jackson hyungun elini kavramıştı. Belli ki onu sakinleştirmek istiyordu.

"Lütfen neler olduğunu anlat."

"H-hoseok aniden beni yanına çağırdı ve dedi ki; Yoongi'nin kartını arakladım şu oda da bir işler çeviriyor, içeri bakalım. Arkadaşım bu hiç hoş bir davranış değil dedim. Bana kızdı, sonra söyleriz falan dedi."

Duyduğum şey ile kaşlarım havalanmış, Yoongi hyungun bu akşam burada olmadığını fark etmiştim. Dün akşam da yoktu. Uzay gemisiyle uğraşmak onu çok yoruyor olmalıydı.

"İçeri girdik, bizim meraklı lolipopları görür görmez oraya ışınlandı ve birini ağzına attı. Ben dedim ama yeme, belki bir deney şekeridir diye."
Kimseden ses çıkmayınca oturduğu yere sinmişti. 33 yaşında ki bir adamdan çok sürekli sorun çıkaran bir çocuk gibi davranıyordu.

Kimse sesini çıkarmasada biz dünyalılar olarak farkındaydık. Hoseok hyungu oraya Jackson'un götürdüğüne adımız kadar emindik. Jimin'in de böyle düşündüğünü, kaşları çatık bir halde onu izlemesinden anlamıştım.

"Arkama dönmüştüm, Yoongi'nin çizimlerini inceledim. Ben olayı anlayıp ona dönene kadar Yoongi'nin karttaki fotoğrafına aşık olmuş."

Şaşkınlığım yavaşça korkuya dönüşürken tekrar masada bulunanlara bakmış ve Hoseok hyungun da aramızda olmadığı gerçeği ile daha fazla endişelenmiştim.

"Bunu nasıl yapar? Hangi akılsız o odaya girer?!"
Diye bağırmıştı Jeongguk. Ne yani lolipopdan haberi var mıydı?
Yoksa böyle bir lolipop yapmasını Yoongi'den o mu istemişti?

"Asıl meselemiz bu değil. Hoseok kaçtı."

İyi de daha az önce bahçe de görmüştüm.

Oyun oynuyorlardı.

Bu olayı hangi ara yaşamışlardı ki?

"Kovaladım ama yaklayamadım. Y-yoongi'yi öldüreceğini söyledi."

Duyduğum şey ile sertçe yutkunmuş ve diğerlerine bakmıştım. Herkes duyduğu şey ile ister istemez gerilmişti.
Özellikle Jeongguk. Bunu duyar duymaz Namjoon hyung ile aynı an da ayağa kalkmış ve korumalarına seslenmişti.

"Çabuk Hoseok'u bulun!"

Tanrım!

Yoksa Hoseok hyungun yok edeceğim dediği kişi Yoongi'miydi?!

Oyun oynamıyor muydu?!

Zihnimde ki tüm taşlar bir bir yerine otururken ben de ayağa kalkmış ve "Arka bahçeye bakalım! En son orada gördüm!" demiştim.

Yoongi hyungu öldürmeden önce onu bulmalıydık.

....

Mor gezegen sadece üç dört yıl içerisin de gelişmiş, adeta teknoloji çağını getirmişti. Halkın bundan haberi olmasa da, gelişmeleri için atılan adımların geneli Yoongi yönetimin de gerçekleşmişti.

Başkan Namjoon ona çok fazla güvenirdi. Şimdilik belli etmese de daha çaylak olan Kralları da Yoongi'ye güveniyordu.

En azından o öyle düşünüyordu.

Bunca başarının ardına yaşadığı aksaklıkları kendine yediremiyordu Kıdemli. Uzay gemisinin tamiri onun için bir çerez olmalıydı. Fakat bir türlü parçaları tamamlayamıyor, kendine olan saygı ve güvenini sorguluyordu.

Başarısız olan bir günün daha ardına ana binadan ayrılmış ve kendi laboratuvarının bulunduğu bloğa gelmişti.

Elbette gidip dinlenmeyecekti. Üzerinde çalışması gerektiği bir sürü proje vardı. Başkan Namjoon'un döneminden beri kendine ait olan odanın kapısına gelmiş ve elini cebine atarak kartını çıkarmak istemişti.

Fakat kartı yerin de değildi.

Bu onu şaşırtmıştı çünkü Yoongi dikkatsiz ya da unutkan biri değildi. Kartını en son cebine koyduğundan emindi. Kaşlarını çatarak diğer cebine bakarken laboratuvarın kapısı kendiliğinden açılmıştı.

Kıdemli yine kapı ve güvenlik ayarlarında bir sıkıntı olduğunu, iki üç dakika da halledebileceğini düşünerek içeri girmişti. Yani içeri girer girmez kapanan kapıya bile aldırmamıştı.

Haftalardır üzerinde çalıştığı deney şekerlerine ilerlerken duraksamasına neden olacak bir şey olmuştu.

Kendine yaklaşan adım sesleri duymuştu.

Sadece onun kartıyla açılan laboratuvarın da yalnız olmadığını anlayınca tehlike de olduğunu sezerek ani bir manevra yapmıştı.
Üzerine atlamaya hazırlanan kişiyi tek bir hamleyle arkasında ki duvara itmiş ve kim olduğunu anlamaya çalışmıştı.

Anladığı an ise bazı şeyler için geç kalmıştı. Ya da şaşkınlığı onu durdurmuştu.

"Hoseok dur!"
Hoseok durmayarak Yoongi'nin üzerine atlamış ve onu yere düşürmüştü. Yoongi neden yere itildiğini anlayamadan üzerine çıkan beden öfke ile bağırmıştı.

"Öldüreceğim seni!"

Kıdemli boğazına dolanan parmaklar ve gözleri dönmüş olan Hoseok'un şaşkınlığını çok kısa bir süre de atmıştı.
Astronotun yüzün de siyah çizgiler vardı. Üstelik saçı başı dağılmış, kıyafetleri çamur olmuştu.

Hadi ama yine neler oluyordu?

Bir miktar boğuluyor olsa da bezmişlik dolu bir nida bırakmış ve tüm gücüyle Hoseok'u yana itmişti. Böylece yerleri değişmiş, Hoseok o an ki boşluk yüzünden Yoongi'nin boğazını bırakmıştı.

"Ne yapıyorsun sen?!"
Kıdemli nefes nefese sorduğun da öfkeli astronot dişlerini bir birine bastırmış ve elini cebine götürmüştü.

Yoongi üzerin de uzandığı için gayet iyi bir şekilde duymuştu. Çaylak astronot cebinden bıçak falan çıkarmış olamazdı değil mi?

"ÖLDÜRECEĞİM SENİ!"
Hoseok bağırarak bıçağı havaya kaldırdığın da Yoongi sırtına inmek üzere olan bir bıçak ile karşı karşıya olduğunu fark edememişti.

Çünkü bakışları daha sabah fanus içerisine bıraktığı ve artık orada olmayan lolipop masasın da takılı kalmıştı.

Lolipopları mı yemişti?

Orada olmadıklarına göre yemiş olabilirdi.

Fakat bu öfke de neyin nesiydi? Daha test aşamasına gelmemiş olsa da Yoongi lolipopların bunu yapmayacağına emindi. Olayları kavrarken ve sırtına sivri bir bıçak girmek üzereyken Hoseok'un koluna yapışmış, ikisini de büyük bir arbede içerisine çekmişti.

Biraz yer de yuvarlandıktan sonra sonun da ikisi de ayağa kalkmış ve karşı karşıya gelmişti. Kıdemli, ne ile karşı karşıya olduğunu bilmediği için temkinli yaklaşması gerektiğinin bilincindeydi.

Bu yüzden kızıp bağırmak yerine sakin bir şekil de "Neden beni öldürmek istiyorsun?" diye sormuştu.

Yanlış soruydu.

Hoseok, tekrar kıdemlinin üzerine yürümeye başlamıştı. Elinde bıçak olması Yoongi'yi kısa bir süre düşündürmüştü. Ani bir hareket yapmamalı ve Hoseok'un dikkatini kendine toplamalıydı.

"Çok aşığım, çok aşığım sana, öldürmem lazım."
Demişti Hoseok donuk bakışlarla.
Yoongi kaşlarını havalandırmıştı. Gerçekten nerede hata yaptığını bilmiyordu. Çünkü o hata yapmazdı.

Buna lolipopları sebep olmuş olamazdı.

Çaylak astronot göz teması kurmaktan kaçınıyordu. Bunun zayıflığı olduğunu düşünerek ısrarla gözlerine bakmayı sürdürmüş ve "İnsan aşık olduğu kişiyi öldürmez." demişti.

Hoseok üzerine gelmeye devam etmiş, Yoongi'nin sırtı duvara değdiğin de bile durmamıştı. Yaklaşmıştı. Çok fazla hem de.

Kıdemli gözlerini onun gözlerinden asla çekmiyordu. Çekmiş olsa ilk olarak yüzüne yaklaşmakta olan bıçağa bakardı. Belki de Hoseok bundan etkilenmiş ve bunu yapma sebebini dile getirmişti.

"Öldürmezsem bana zarar verirsin. Bana çok fazla zarar verirsin."
Sanki kendi kendine sayıklıyor ve Yoongi'nin söylediklerine kanmak istemiyordu.

"Nasıl bir zarar veririm?"

Dakikalardır telaşla o yana bu yana kaçan Hoseok sonun da gözlerini kaçırmayı bırakmıştı.

Araların da tek bir nefes boşluğu kalana dek kıdemliye yaklaşmış ve bıçağı indirmeden gerçekleri onun yüzüne çarpmıştı.

"Çirkinim, sevmezsin beni, terk edersin, zarar verirsin, kaldıramam. Beni bırakırsın, beni kimse sevmez."
Kıdemli duyduğu şeyler ile kaşlarını havalandırmıştı. Hoseok'un böyle şeyler hissetmesi imkansızdı. Bu duyguları ona aşılayacak bir hormon kullanmamıştı.

Terk edileceğini düşünüyorsa... Bunun tek bir açıklaması vardı. Daha önce yaşadığı bir travma yüzünden bu hale gelmiş olmalıydı. İlacın etkisi travmasını dürtülemişti. Ve bu çok daha fazla tehlike demekti. Hoseok ona güvenmediği an gerçekten öldürebilirdi. Kıdemli onun güvenini sağlamalıydı. Hem de hemen.

"Böyle bakma, seni öldürmeliyim."
Demişti Hoseok yalvarır gibi. Yoongi duygularının esiri olmuş biri için bu kadar üzülebileceğini asla düşünmezdi.

Üzülmüştü çünkü Hoseok bunu söylerken bir iki damla göz yaşı akıtmıştı.

"Herkes terk eder beni Yoongi, sen de edersin."

"Terk etmeyeceğim."
Demişti sesini yükseltmeden. Kontrolün onda olduğunu hissetmesini istiyordu. Ses tonu bile Hoseok'un düşüncelerini tetikleyebilirdi.
Bu yüzden aynı sessizlikle gözlerine bakmaya devam etmiş ve konuşmuştu.

"Söz veriyorum seni terk etmeyeceğim-"

"Yalan söylüyorsun! Bak gözlerime! Çirkinim ben! Kimse beni sevmez!"
Öfkesinin tekrar gün yüzüne çıkmaya başladığını anlayan kıdemli bir saniye bile beklemeden onu reddetmişti.

"Güzelsin, Hoseok sen çok güzelsin."
Sesi öyle samimi ve sakindi ki Yoongi bir an kendinden şüphe duymuştu.

Hoseok'un çirkin olmadığı ortadaydı. Yüzü oldukça sevimliydi, saçları hep dolgun ve parlaktı. Sakardı ama zekiydi. Bir arada oldukları her an bir şeyler devirip kırıyor sonrada özür diliyordu. Üstelik Yoongi ona ne zaman 'Çaylak astronot' dese sinirleniyor ve bir sincaba benziyordu. Kısacası Hoseok hem dış görünüşüyle hem de kalbiyle güzel, eğlenceli ve şirin bir insandı.

Tabii kıdemli deli bunu sadece ölmemek için dile getirmişti.

"Terk edeceksin beni değil mi?"
Hoseok yutkunarak sorduğun da Yoongi doğru yolda olduğuna inanarak elini kaldırmış ve kendini öldürmek isteyen adamın yanağına koymuştu.

Hoseok yanağına konan elle birlikte yumuşamış, gözlerini kırpıştırmıştı.

"Etmeyeceğim, seni asla terk etmeyeceğim."

Bu kadarcıktı.

Hoseok, Yoongi'ye o kadar çok aşıktı ki hemen inanmıştı. Hatta bıçağı indirerek yere atmıştı.

"Beni terk etme tamam mı Yoongi?"
Kıdemli tamamen sakinleştiğinden emin olsada elini onun yanağından çekmemiş ve göz yaşlarını silmişti.

Çünkü tekrar kızmasını istemiyordu.

Ağlayan genç göz yaşlarını silen parmaklara kendini bırakarak burnunu çekmiş ve aniden gülmeye başlamıştı.
Hatta sadece gülmekle kalmayarak yanağında ki eli tutmuş ve neşeyle şakımıştı.

"O zaman, o zaman ne yapacağız? Beni sevecek misin? Ben sana çok aşığım. Evlenelim mi?"

Yoongi aldığı teklifle aniden
"Sakin ol." deyivermişti. Ve bunu dediği an tekrar duvara sıkıştırılmıştı.

"Beni sevmiyor musun?! Hani beni terk etmeyecektin! Seni öldürmeliydim!"

Yoongi gözlerini kırpıştırarak başını iki yana sallamıştı.

"Hayır, hayır sakinleş. Ben de seni seviyorum. Seninle evlenmek için sabırsızlanıyorum ama çok erken. Bir birimizi güzelce tanımalıyız."

Hoseok duraksamış ve kaşlarını düşürmüştü. Sonra da utanmış gibi kıkırdamıştı.

"Ne kadar aşıksın bana?"

Kıdemli gülümsemeye çalışmıştı. Neyse ki çaylak aatronot o anın heyecanı ile bunun tamamen yapmacık bir gülümseyiş olduğunu anlamamıştı.

"Aşırı aşığım."
Hoseok duyduğu kelimeyi sevmişti. Bu yüzden gülümsemesini hiç kesmeden
"O zaman ben de sana aşırı aşığım." demişti.

İkili bir süre bakışmıştı. Yoongi onun ne yapacağını asla kestiremeyeceğini hissediyordu. Bir an önce bu ilacın etkisini geçirecek çözümler üretmeliydi.

Hoseok ise...

Kızarık yanakları ile birlikte gelecek hayalleri kurmaya başlamıştı.

"Küçük şirin bir evimiz, çiçek ekebileceğimiz bahçemiz, bir de şey... Eğer istersen çocuklarımız olsun. Tamam mı?"

"Tamam olsun."

"Önce nişanlanmalıyız! Tanrım! Nasıl unuturuz bu ayrıntıyı. Diğerlerine haber verelim ve nişanlanalım. Haftaya düğünü yaparız diyorum, hep yem yeşil bir kır da evlenmek istemişimdir ama mor kır da olur. Sen ne diyorsun? Nasıl çiçeklerle süslemeliyiz davetiyemizi?"

...

Nasıl gidiyor???
Bu bölüm Jimin'e üzüldüm 🥺 biraz hak etti ama napim kalbim hassas 🥺
Umarım sıkılmamışsınızdır💖

Continue Reading

You'll Also Like

645K 70.3K 40
çapkın bir omega olan kim taehyung, kızgınlıklarını geçirmek için gözüne alfa jeon jungkook'u kestirir
110K 19.1K 15
oğlum sadece en sevdiği oyuncakları kırıyor. ben onun yok ettiği kumdan kalelerin kralıyım omegaverse, etl texting
249K 21.6K 42
Hyunjin, engelli doğan çocuğuna bir bakıcı arar. Paraya ihtiyacı olduğu için iş arayan üniversite öğrencisi Felix, duyduğu gibi hemen bu işe talip ol...
47.3K 2.3K 14
"kurtarıcısına aşık kız... klişe hikaye." "komşu kızına platonik aşık çocuk mu söylüyor bunu?" ya da asi'nin şebnem'in kızı olarak doğup büyüdüğü ve...