GİRİFT

By justrosenna

46.1K 2.8K 1K

"İntihar etmek için çok genç duruyorsun." Yüzümü buruşturarak arkama döndüm kimdi bu? Genç bir adam benim ya... More

BÖLÜM 1: "BİR İNTİHAR GİRİŞİMİ"
BÖLÜM 2: "YENİ HAYATLAR"
BÖLÜM 3: "YALNIZLAR KULÜBÜ MÜ?.."
BÖLÜM 4: "ALTI YILDIZ"
BÖLÜM 5: "KARANLIKTAN AYDINLIĞA GİDEN YOLLAR"
BÖLÜM 6: "ZOR VEDALAR"
BÖLÜM 7: "TEHLİKELİ SULAR"
BÖLÜM 8: "İHANETİN PENÇESİ"
BÖLÜM 9: "GERÇEKLERİN VERDİĞİ ACI"
BÖLÜM 10: "ACININ VERDİĞİ TEBESSÜM"
BÖLÜM 11: "DOĞRULUK MU CESARET Mİ?"
BÖLÜM 12: "GÜVENİN NE OLDUĞU ÜZERİNE"
BÖLÜM 13: "Kader Mi Tesadüf Mü?"
BÖLÜM 14 "MEÇHUL BİR KAZA"
BÖLÜM 15: "BİR MESAJ"
BÖLÜM 16: "BABA"
BÖLÜM 17: "ÖZÜR DİLERİM HER ŞEY İÇİN..."
BÖLÜM 18: "BİR GÜN BULUŞACAĞIZ"
BÖLÜM 19: "9. SENFONİ"
BÖLÜM 20 "YANLIŞ AŞKIN BEDELİ"
BÖLÜM 21 "GÜNAHKAR KİM?"
BÖLÜM 22 "KELİMELERE DÖKÜLEMEYEN HAYALLER"
BÖLÜM 23 "ARAFTA KALMAK"
BÖLÜM 24 "SUÇ DOLU BELGELER"
BÖLÜM 25 "YÜZLEŞMESİ GEREKENLER YÜZLEŞİR"
BÖLÜM 26: "KENDİNE İYİ BAK"
BÖLÜM 27 "UMURSAMAZ KADIN"
BÖLÜM 28: "SON BİR KADEH"
BÖLÜM 29: "EHVENİŞER"
BÖLÜM 30 "İLK İNTİKAM"
BÖLÜM 31 "HUZURSUZ SESSİZLİK"
BÖLÜM 32 "SOY ADI MESELESİ"
BÖLÜM 34: BEKLENMEYEN"
BÖLÜM 35: "BENİ SEVME"
BÖLÜM 36: "HİSLERİN AĞIRLIĞI"
"BİR KADIN" (ÖZEL)
BÖLÜM 37: "DAVETİYESİZ DAVET"
BÖLÜM 38: "MASKELİ BALO"
DUYURU
BÖLÜM 39: "DERİN BİR ÇUKUR"
BÖLÜM 40: "KAÇ DEFA"
BÖLÜM 41: "YENİDEN DOĞMAK"
BÖLÜM 42: "HAYAT NEDİR"
BÖLÜM 43: "KANAYAN RUH"
BÖLÜM 44: "YANGIN YERİ"
ANILAR ALBÜMÜ...
ANILAR ALBÜMÜ 2
BÖLÜM 45: "YAŞAMAK İÇİN SAVAŞANLARA"
FİNAL AÇIKLAMASI
ÖNEMLİ DUYURU!!!

BÖLÜM 33: "CEVAPSIZ SORULAR"

662 49 19
By justrosenna

"Ölürüz diye mi üzülüyoruz?
Ne ettik, ne gördük şu fani dünyada
Kötülükten gayrı?

Ölünce kirlerimizden temizlenir,
Ölünce biz de iyi adam oluruz;
Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış,
Hepsini unuturuz."

Orhan Veli Kanık

Merhabalar, keyifli okumalar. Yorumlarda  buluşalım. Yıldızlarınız ve yorumlarınız önemli:)

Ayrıca önceki bölümleri düzenliyorum ve kitapla ilgili her şeyi profilimde paylaşıyorum, oradan bakabilirsiniz.

Bölüm şarkıları; Yüzyüzeyken Konuşuruz- Kazılı Kuyum

                                    Yalın- Bir Bahar Akşamı 

Daha önce hakkında hiç bilgi sahibi olmadığım bir şeyi yapmamıştım. En azından her işten önce ufakta olsa bir fikrim olurdu. Bir şeylere hazırlıksız yakalanmaktan nefret ederdim.

Sahi evlilik ne demekti?

Bugüne kadar bunu hiç düşünmemiştim aynı zamanda evliliği düzgün olan bir çift de beni büyütmemişti, çevremde de görmemiştim. Bana göre evlilik mantık çerçevesinde düşünüldüğünde güzel şey. Gerçekten ruh eşim denilen o kişiyi bulduğumda hayatıma ortak edebilirdim ve bir ömür beraber yaşayıp aynı şekilde bu hayata veda edebilirdik. Kendi hayatımı göz önüme aldığımda bunu hayallerimin arasına bile koymazdım.

Yalnız doğmak, yalnız ölmek.

Hayallerimde bile yer vermediğim, üzülmemek için kendimden uzak tuttuğum bu olay yine bir şekilde hayatıma dahil olmuştu. Kaderin oyunu bu olsa gerek.

Hava güzel olmasına rağmen masaya sessizlik hakim olmuştu ya da şaşkınlık. Sessizliği bozan bir an da bağıran Özgür olmuştu.

"Aranızda çikolata sevmeyen var mı sevgili dostlarım?"

Yine bir sessizlik, sonra masayı dolduran kahkaha sesleri.

Deniz'in, Özgür'ün ensesine vurup "oğlum ne diyorsun ya?" sitemleri, herkesin bu soğuk espriye derin bir of çekmesi, masadaki sessizliğin kırılması derken bu sefer de Oğuz'un şarkıya başlaması. Başladığı şarkı da bayağı bir manidardı.

"abim damat oluyor sırada bana geliyor

abim damat oluyor sırada bana geliyor

gel bana güzel kız kalbimi çalan hırsız

haydi halaya eller havaya"

Herkes eşlik edip alkışlayarak tempo tutmaya başlamıştı. Neyin ortasında kalmıştım böyle? Bu ortamı sadece benim susturabileceğimi fark ettim. Zıvanadan çıkmış erkekleri durdurmak zordur.

Boğazımı temizleyerek yalandan hafifçe öksürdüm. "beyler, bir saniye" diye bağırdım. Tüm gözler bana çevrilmişti. "Ben daha kararımı vermedim ama" dedim.

Can'a dönüp "senin soy adın ne?" diye sordum. Herkes garipsemişti bu sorumu ve nereye varmak istediğimi sorguluyorlardı.

Can, kaşlarını çatarak "Aktuğ" dedi.

İşaret parmağımı yanağıma, baş parmağımı çenemin altına koyup düşünüyormuş gibi yaptım.

Birkaç saniye sonra "Mine Karahan Aktuğ" neyse "Karahan'ı at çöpe" dedim. Bunları daha çok kendime söylüyor gibiydim.

"Hımm, Mine Aktuğ kulağa güzel geliyor, evlenebiliriz" dedim.

Herkes derin bir nefes almıştı. Tufan, "evlilik için kriterin bu muydu yani?" diye sordu. Alaycı şekilde "boş yere yüreğimiz ağzımıza geldi, başka şeyler istersin" diye düşündük.

Dalga geçerek "haklısın" dedim." Biraz durakladıktan sonra "daha bitmedi" dedim. Hepsi tekrar nefeslerini tuttu. O kadar komik gözüküyorlardı ki gülmemek için zor duruyordum.

İsteklerimi sıralamaya başladım. "Beş burma bilezik, on beş tane çeyrek, kolye, küpe, bilezik takımı, salon takımı, ev eşyaları hepsi sizden."

Özgür, "vur dedik, öldür demedik" dedi.

"Şaka yapıyorum be aman siz de yine de olsa fena olmaz".

Oğuz, "altın- dolar ne kadar olmuş haberin var mı senin?" diye sordu.

Tekrar gülme krizleri tutmuştu. Sessizliğini tek koruyan ve yüzünden ne düşündüğünü anlamadığım kişi Uygar olmuştu.

Biraz ısındıktan sonra asıl konuya gelmiştik. Can'a dönerek "gerçekten buna gerek var mı?" diye sordum.

"İşleri hızlandırır ve ne yaptığımızı ya da onlardan ne istediğimizi çözemezler" dedi. Derin bir nefes alarak "öteki türlü her şeyi imha edebilirler ya da ortadan kaybolabilirler ve bir daha ulaşamayız."

Haklıydı. Biraz da olsa babamın kanına girmiştim asıl çözmemiz gereken sorun Fundaydı. Ben baba kısmıyla uğraşırken Can da Funda kısmıyla uğraşmıştı. Boş yere böyle bir şey teklif ettiğini düşünmüyordum ki saçma olurdu. Kim formaliteden evlenmek istesin ki?

Emin olmak istercesine ve bir hatanın içine sürüklenmek istemediğim için aynı soruları farklı şekillerde sorup kesin cevaplar almaya çalışıyordum. "Yani şimdi biz evlenirsek Funda bizim samimiyetimize inanacak ve istediğimiz her şeye ulaşabilecek miyiz?"

Samimi bir şekilde ve beni rahatlamak amacıyla bastıra bastıra "kesinlikle evet" dedi. "Her şey yolunda gidecek, hiçbir hata olmayacak."

Böyle demesi stresimi alıp götürüyordu.

"Son bir şey daha demem lazım, bir sorunum var" dedim. Gözlerini gözlerimden ayırmadan tüm dikkatini bana verdi. Sadece o değil, tüm grup.

Ben de tüm ciddiyetimle "daha önce hiç evlenmedim ki."

Oğuz tekrar ve tekrar çayı üzerime püskürmüştü. Önündeki çay bardağını alarak sahte bir kızgınlıkla "yeter be" dedim. "Çay banyosu yaptırdın bana."

Tufan, ellerini açmış dua ediyordu. Sanırım Allah'tan sabır diliyordu, Özgür kafasını masaya koymuştu, Can sadece beni izliyordu.

Deniz, "biz de daha önce evlenmedik merak etme" dedi.

"Hadi canım" dedim. "Şaka yapıyorsun."

Oğuz, "böyle soruya böyle cevap" dedi.

"Bir saniye beyler ya" diye bıkkınlıkla bağırdım. "Formaliteden evliliği kast ediyorum, rol yapabilir miyiz ki?"

Can, gülerek "istersen gerçeğe çevirebiliriz" deyip göz kırptı. "Yani tamamen senin konforun için."

"Aman be git tarihimizi al" dedim. Vurgulayarak "formalite evliliğimizin"

Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırmıştı.

"Aklında özel bir tarih var mı?" diye sordu.

Ayağımdaki terliği çıkardım, bunu anlamış olacak ki kapının önüne kadar koşmuştu. Neyse sonra döverdim, sorun yok.

Bu şekilde hepimiz ayaklanmıştık. Herkes evlerine dağılırken Uygar'ı ben kapıya geçirmiştim. "Hiç bir şey söylemedin, sen ne düşünüyorsun?" diye sordum.

"Can'ın fikri mantıklı" dedi. "Sen de zaten kararını verdin, bana laf düşmez."

Kızarak "o ne demek öyle" dedim. "Sen benim en yakım arkadaşımsın, senin dediğin her şey benim için çok ama çok önemli."

Gülümsedi, sımsıkı sarıldı, içim ısınmıştı.

"Umarım hayatın boyunca her gün mutlu olursun."

"Beraber olacağız" dedim.

Gitmeden önce el salladı, ben de el sallayarak derin bir nefes aldım. Bu dünyada en son istediğim şeylerden biri de Uygar'ın üzülmesiydi. Kimsem yokken o vardı yanımda. Yeri geldiğinde abilik, yeri geldiğinde kardeşlik, yeri geldiğinde arkadaşlık, hatta bazen annelik bazen de babalık yapmıştı.

Gülümseye gülümseye içeriye girdim. Herkes evine girmişti. Can ile kapıda karşılaştık. "Çatıya çıkalım mı biraz?"

Olur anlamında kafamı salladım. Çatıyı özlemiştim. Tüm dünyadaki teraslar, çatılar bana aitti.

Can ile birlikte yaklaşabileceğimiz kadar yaklaştık. Tüm şehir ayaklarımın altındaydı ve bu görüntü çok hoşuma gidiyordu. Sanki ben herkesi görüyorum da onlar beni göremiyormuş gibi.

Ilık ılık esen meltem saçlarımı okşuyordu.

Bu güzelliği izlemeye devam ederken Can konuşmaya başladı. "Verdiğin karardan eminsin değil mi?" diye sordu. Hafifçe öksürerek "belki diğerlerinin yanında demek istediğin şeyler olmuştur bu yüzden dememiş olabilirsin."

İç çekerek "açıkçası, formaliteden bir evlilik zaten. Altı üstü bir imza atacağız".

Ben bu kadar rahatken Can'ın gerginliğinin sebebini bir türlü anlayamamıştım. Böyle deyince yüzünün asılması dikkatimi çekmişti.

"Bu durum bize bir takım sorumluluklar da getirecek" dedi. Kafasını çevirip beni izlemeye başlamıştı. "Funda bazen gelecek ve bizi aynı evde görmesi gerek."

Ben de ona dönerek "ne var bunda" dedim. "Bir kaç gün ya da saat bilmiyorum ama aynı evde yaşayabiliriz."

Hafifçe güldü.

"Senin kadar rahat olmak isterdim." dedi.

Neyi kafaya taktığını anlayamıyordum.

"Sorun ne?" diye sordum.

"Ya bu evlilikte sana bağlanırsam?"

Bu beklemediğim bir soruydu.

Şaşırmamı engellemeye çalışarak "belki de ben sana bağlanırım bilemeyiz" dedim.
Duygularını saklamak konusunda pek iyi değildi, yüzüne tatlı bir şaşkınlık yayılmıştı.

Bir şey söylemeyince "takılma böyle şeylere" dedim. "Hem sen kendin demiştin bana, yaşanması gereken yaşanır,"

Kafamı tekrar önüme çevirip yapay ışıkları izlemeye başladım. Derin bir nefes aldım, huzurlu hissediyordum.

"Sanırım eve gitme vaktimiz geldi."

Nedense yanında durdukça cevap veremeyeceğim sorular soracak gibi hissediyordum.

"İyi geceler" dedi.

Arkamı dönmüş aşağıya inmiş ilerken Can'ın bildiğim bir şiiri mırıldanmaya başladı.

ben sana mecburum bilemezsin
adını mıh gibi aklımda tutuyorum
büyüdükçe büyüyor gözlerin
ben sana mecburum bilemezsin
içimi seninle ısıtıyorum

arkamı dönüp Can'a baktığımda bana bakmıyordu ama benim duyduğumu biliyordu. Gülümsedim.

Son dört dizesini fısıltı şeklinde kendi kendime söyleyerek aşağıya indim.

karanlıkta bulutlar parçalanıyor
sokak lambaları birden yanıyor
kaldırımlarda yağmur kokusu
ben sana mecburum sen yoksun

Evime geçtiğimde uykum henüz gelmediği için mutfağa geçtim, kendime bir kahve yaptım, bir sigara yaktım ve mutfak masasına oturarak düşünmeye başladım. Evlilik olayının ciddiyetini yeni yeni fark ediyordum. O an aklıma bir şey gelmişti ve onu yapmaya karar verdim. Odama geçerek yatağımın yanındaki komodinimin çekmesini açarak anı ve mektup defterlerimle birlikte sakladığım tek aile fotoğrafını aldım. Anı defterimi görünce uzun zamandır yazmadığımı da fark etmiştim, bir ara hayatımın son dönemlerini de ekleyecektim.

Mutfağa geri dönerek masaya oturdum. Uzun uzun fotoğrafa baktım. Solumda annem, sağımda babam ve ben ortada hepimizin yüzünde mutluluk. Tek hatırlamak istediğim ve asla unutmak istemediğim anılardan biriydi. Fotoğrafta o çocuk o gün son kez gülmüş ve ilk kez o gün ölmüştü.

Annemi çok özlemiştim, bu özlem içime sığmıyordu artık. Yaşamak en çok onun hakkıydı. Geri geleceğini bilsem canımı ona verirdim. Bir gün aşık olmayı, aşık olduğum adamı annemle tanıştırmayı, beraber gelinlik bakmayı, beraber düğün hazırlığı yapmayı, benden sonra en çok seveceği kişinin torunu olmasını ne çok isterdim halbuki.

Hayatımın hiçbir dönemini beraber yaşayamamıştık. İlk ergenliğe girişimde yanımda yoktu, trip atacak, kapıları çarpacak, nazımı çekecek kimse yoktu yanımda. Mezuniyetimi görememişti, beraber balo elbisesi almamıştık ve en önemlisi ben hiç yaşarken anneler gününü kutlayamamıştım.
Onu benden bir hiç uğruna almışlardı.

Elime makası aldım, babamın olduğu sağ tarafı kestim. O bu fotoğrafta olmayı hak etmiyordu. Az önce sigaramı yaktığım kırmızı çakmakla kestiğim kısmı ucundan ateşe verdim.

Fotoğrafla birlikte geçmişi de yakıyordum, bunu gerçek hayatta da yapmak isterdim. Cayır cayır yanmayı hak ediyorlardı.

Ama geçmişten tamamen kopmak asla mümkün değildi, fotoğraftan geriye kalan küller bunun en büyük kanıtıydı.

Külleri temizleyip fotoğrafın kalan kısmını alıp yatağıma geçtim. Fotoğrafa bakarak anneme her şeyi anlattım. Bazen bir gülüşle, bazen bir göz yaşıyla. Beni dinlediğini biliyordum, beni hep dinlerdi çünkü.

Anlatmadığım bir şey kalmayınca fotoğrafa sarılarak uyudum. Uzun yıllar sonra anneme sarılarak beraber uyuyorduk. Sanırım en huzurlu uykum olacaktı.

Çalan telefonun sesiyle gözlerimi açmıştım. Arayan Can'dı.
Sersem bir şekilde telefonu açtım. Saat çok erkendi, bu saatte ne isteyebilirdi?

"Çok önemli bir şey değilse gözüme gözükme Can"

Güldüğünü duydum.

"Çok önemli bir şey ama aynı zamanda hoşuna da gitmeyecek"

Derin bir nefes alarak "bir gün de keyfimi kaçırmazsan olmaz değil mi?"

"Olmaz" dedi. "Asıl konu şu ki Funda bu akşam yemek düzenleyecek hepimiz için ve eksiksiz olarak gitmemiz lazım."

"Dalga mı geçiyorsun benimle? O kadınla aynı masada oturup yemek mi yiyeceğiz bir de?"

"Lütfen Mine, az sık dişini bizim rol yapıp yapmadığımızı anlamak istiyor, bu geceyi bir atlatsak bir adım daha atmış oluruz."

Kızgınlıkla "bu kaçıncı diş sıkışım? Daha nelere katlanmak zorundayım?"

Can'ın da gergin olduğunu hissetmiştim. "Bir daha böyle bir şey olmasına izin vermeyiz, tek bir kereliğine aynı masada oturacağız."

"Bir dahakine zaten ben olmayacağım."

Çekinceli bir şekilde "kıyafet işini ben hallettim, birazdan getirecekler. Senin bir şeyle uğraşmana gerek yok."

Bıkkınlıkla ofladım. Bir de bu kadın için süslenip püslenecektik. Bir şey söylemeden telefonu kapattım. Şu an Can umurumda değildi. Tüm uykum da kaçmıştı. Umarım akşam o yemekte kendime hakim olabilirdim.

Gece uyurken üzerime koyduğum fotoğrafı alıp titizlikle çekmeceye yerleştirdim. Kendimi sürükleye sürükleye banyoya geçtim. Gerçekten sinirlenmiştim. O kadının adını duymak bile beni çıldırtıyorken akşama beraber yemek yiyecektim.

Kısa bir duşun ardından yürüyüşe çıkmak için hazırlanırken kapının çalındığını duydum. Kapıyı açtığımda takım elbiseli bir adam elime kocaman bir siyah kutu verip "Can Bey size gönderdi." deyip gitti.

Can Bey'ine başlarım şimdi.

Kutu mavi kurdele ile bağlanmıştı üstelik. Kocaman bir hediye paketine dönmüştü. İçindekinin elbise olduğunu biliyordum. Kutuyu açmadan yatağın üzerine koydum, şimdi görmek bile istemiyordum.

Kafamı dağıtmak için müzik dinleyip biraz yürüyecektim. Dışarıya çıkıp aşağıya indiğimde binaya girmek üzere olan Ece ile karşılaştım.

"Özgür için mi geldin?" diye sordum.

"Sevecen bir tavırla "senin için geldim, seninle konuşmak için."

Şaşırmıştım açıkçası. Yürüme işi iptal olmuştu. Daha rahat konuşmak için bir kafeye gitme kararı aldık.

Kahve siparişlerimizi verdikten sonra sohbet etmeye başladık. Özgür hakkında ve diğerleri hakkında bilgi almak için gelmişti.

"Özgür ile ne kadardır birliktesiniz?" diye sordum.

"6 aydır sevgiliyiz ama tanışmamız daha öncesine dayanıyor. Hakkında pek bir şey bilmiyorum."

Bildiklerini anlatmasını istedim, benim bildiklerimden fazlasını bilmiyordu o da.

"Aslında" dedi. "Bir fikir almak için geldim. "Ben bir şey buldum ama onun için iyi mi olur söylemek kötü mü olur bilmiyorum."

Tek kaşımı kaldırdım. Sözlerine devam etti. "Anne ile babasını buldum."

Şaşırarak "gerçekten mi?" diye sordum.

Hafif bir gülümsemeyle "evet" dedi. "Ama bunu ona söylemeliyim miyim, bu onu nasıl etkiler bilmiyorum" dedi.

"Annesi ile babasını bulmak istediğinden bahsetmişti bir defalığına ama dediğin gibi psikolojisi bunu kaldırır mı emin değilim." Biraz durakladıktan sonra "anne ile babasının nasıl insanlar olduğunu da biliyor musun?" diye sordum.

"İkisi de başkalarıyla evlenmiş farklı ülkelere taşınmışlar. Babası Almanya'da annesi Belçika'da. Babasının iki tane kız çocuğu olmuş, annesinin de bir kız bir de oğlan çocuğu var. Durumları da gayet iyi, bayağı zengin olmuşlar. "

İç çektim. Özgür'e bakmak mı onlara zor gelmişti? Terk etmek nasıl bir vicdansızlıktı.

Ece'ye şimdilik bu konuyu açmamasını söyledim. Çünkü empati yapınca sanırım mahvolurdum. Bana bakamayan annem ve babam yeniden evlenmişler, üstüne çocuk yapmışlar ve bana ulaşmaya çalışmamışlar bile. Ne kadar acı.

Ece ile biraz daha sohbet ettikten sonra daha sonra tekrar görüşmek üzere sözleştik. Özgür'e bahsetmeyeceğini söyledi. Bu kıza kanım ısınmıştı. Sanırım onun da bana.

Kulaklığımı takıp rastgele çalan şarkıları dinleye dinleye evime yürüdüm. Artık hazırlanma vaktiydi. Sinirim biraz daha geçmişti. Özgür'den de bahsedince hepimizin hayatlarının hiç de iyi olmadığını mücadele etmeye bir şekilde devam etmemiz gerektiğini tekrar fark etmiştim. Gecenin sonunda istediklerimize ulaşacaksak eğer buna değerdi.

Ayrıca Özgür'e çok üzülmüştüm. Hayalinden bahsettiği gece anne ve babasının kim olduğunu bulmak istediğini söylemişti ve bunu uzaklara dalarak yüzünde tebessümle anlatmıştı. O hala anne ve babasını isteyen çocuktu.

Güneş batmak üzereydi. Düşüncelerimle birlikte yatağın üzerindeki kutuyu açtım. Saks mavisi, askısız, dizimin biraz üzerinde, sırt kısmında kıvrımları olan mükemmel bir elbiseydi. Can, bunu kendimi seçmişti merak etmiştim açıkçası. Bu güzelim elbiseyi bu gece için giymek istemezdim. Yine de sorun çıkarmayacaktım, diğerleri de gelecekti ve bence onlar da bu durumdan memnun değildi. Yine de herkes bir şekilde ayak uyduracaktı, ben bunu bozamazdım. Ayrıca elbisenin altında yüksek topuklu siyah parlak bir ayakkabı da vardı. Can, bu işlerden anlıyordu sanırım. Ben bu kadar uyduramazdım.

Giyindikten sonra, kapının önündeki boy aynasında makyajımı yapmaya başlamıştım. Can, birazdan gelirdi ve bekletmek istemiyordum. Kendi ten rengimde fondöten, göz rengim mavi olduğu için siyah bir kalem çektim, siyah kalemin yakıştığını düşünürdüm ve bordo renginde bir ruj sürdüm.

Siyah, uzun dalgalı saçlarımı üzerime saldım. Herhangi bir şey yapmayacaktım.

Kapı çalmıştı, gelen Can'dı. Siyah takım elbisesiyle çok şık olmuştu ve yan yana durunca gerçekten uyumlu görünüyorduk. Yaklaşarak bozulan kravatını düzelttim. Bu hareketime gülümsedi. "Sinirin geçmiş" dedi.

"Geçmedi" dedim. "Hemen şımarma."

Ben aynadan son kez bakarken o da arkama geçmişti. "Tek bir şey eksik" dedi. Aynadan tekrar baktım. "Ne eksik ki?" diye sordum.

Cebinden bir kutu çıkardı ve saçlarımı ensemden çekip boynuma attı. "Eksik olan bu" dedi. Kutunun içinden çok zarif, siyah kelebek desenli ve zinciri gümüş rengi olan bir kolye çıkarıp taktı.

Kolyeye dokundum. Kafasını omzuma koyup "şimdi daha güzel oldu." dedi

Gülümsedim, teşekkür ettim. Biraz da utanmıştım.

Beraber aşağıya indik. Diğerlerinin nerede olduğunu sordum. Onlar, bizden ayrı gelecekti ve biz ayrı gidecektik. Funda'nın gözü büyük ihtimalle her yerdeydi.

Arabanın kapısını benim için açmıştı. "Bu kadar da kibarlığa gerek yok" dedim.

Gülerek "romantiklik yapıyorum bozma" dedi.

Gideceğimiz yer çok uzak değildi, mutlu olmuştum. Radyoyu çalıştırdım, rastgele bir şarkı çalmaya başladı.

Çalan şarkıyı biliyordum. Kaan Boşnak'ın "Bırakma Kendini" adlı şarkısıydı. Mırıltı şeklinde eşlik etmeye başladım. Ben mırıldanırken Can da söylemeye başlamıştı. İkimizin çok fazla ortak yönü olduğunu fark etmiştim. Aynı şeyleri seviyorduk ve bu çok güzeldi.

Camı yarısına kadar açıp bağıra bağıra eşlik etmeye başlamıştık. Saçlarımı bozan rüzgarı umursamamıştım.

Bilmem kime gücendin hadi gel anlat bana
Değişmem gülüşünü tüm dünya benim olsa da
Her kimse seni üzüp üstüne ağlatırsa
Bir damla su vermem çöllerde kavrulsa da

Şarkı bugünümüzü anlatıyordu bence. Hiçbir şey tesadüf değildi, bunu biliyordum.

Üç şarkı daha dinledikten sonra varacağımız yere gelmişti. Daha kapısından çok lüks bir yer aynı zamanda çok sıkıcı bir yer olduğu anlaşılıyordu. Tam sosyete tipi. İçeriye girdiğimizde klasik müzik çalıyordu ve kimse yoktu. Funda, burayı bu geceliğine burayı kapatmış mıydı? Ya da ancak o buraya gelebilirdi ancak. Az önce yüksek olan enerjim bir an da düşmüştü. Can, rahatlamam için koluma girmişti. Garsonlar, nereye oturacağımızı göstermişlerdi. Teras kata çıkmıştık ve boğazı gören bir yere oturmuştuk.

Neyse ki diğerleri de gelmişti. Hepsi takım elbise giymişti. Bu bana ilk defa tanıştığımız o restoran gününü hatırlatmıştı. O gün de böyleydik, kendi kendime gülümsedim. Nereden nereye gelmiştik.

Hepsiyle teker teker selamlaştım. Özgür hakkında öğrendiğim şey beni huzursuz etmişti.

Herkesin dikkati benim üzerimdeydi. Hepimizin tek dileği gece sonuna kadar sakin kalabilmekti. Sessizce otururken Funda da gelmişti. Üzerinde siyah, bacak dekolteli dümdüz bir elbise vardı. Yaşından çok daha genç göstermişti. Her nasıl giyinirse giyinsin, nasıl makyaj yaparsa yapsın yüzündeki günahın izlerini kapatamıyordu, kötülük her yerini sarmıştı. Kötü insanlara tolerans göstermek benim karakterimde yoktu ama ayak uydurmak önemliydi.

Sanki gerçekten çok iyi biri gibiymiş gibi davranıyordu, hepimizin elini sıkarak selamlaştı. Açıkçası üzerine kusmak istiyordum.

Can, yanımda oturuyordu, tam karşımda Funda. Sürekli göz gözeydik, kendi kafasında beni ölçtüğünü biliyordum ve bunu yaparken sürekli tebessüm ediyordu. Kafasını masaya vurmak istediğimi fark etmiş miydi acaba? Ya da gece sonunda bu oyuna inanacak mıydı?

Yemeklerimizi söyledik, herkes rolüne çok iyi hazırlanmıştı. Masada espriler, yapmacık gülüşler ardı ardınaydı.

Sonunda sormak istediği sorulara gelmişti. Artık kişisel olarak sadece benimle konuşuyordu.

"Can ile evleniyorsunuz demek" Şüpheci bir tavırla konuşuyordu.

Can masadaki elimin üzerine elini koydu, beni rahatlatmak istiyordu.

Onun gibi gülümseyerek "evet" dedim. Can'a dönüp gülümseyerek "sevgilim, nikah işlemleri ile uğraşıyor." Masada tuttuğu elini sıktım.

Şaşkın bakışları gerçekten komik görünüyordu.

"Gerçekten birbirinizi seviyorsunuz, bakışlarınızdan anladım." dedi.

Deniz'in gülmemek için dudaklarını bastırdığını gördüm.

Kafamla Funda'yı onayladım.

"Birbirinizi sevdiğinizi nasıl fark ettiniz özel değilse anlatır mısınız?"

Bu soru hazırlıksız olduğum bir yerden gelmişti, neyse ki benim yerime Durumu Can kurtarmıştı.

Kısaca "İlk görüşte aşk" dedi. Şaşırdığım belli olmasın diye hafifçe tebessüm ettim.

Funda benimle ilk tanıştığında, babama ilk görüşte aşık olduğunu söylemişti. Can, bunu biliyor muydu ve onun sözleriyle onu mu vuruyordu? Yoksa tesadüf müydü? Tesadüfse ilginç olurdu bizim açımızdan. Beni ilk defa gördüğü yer çatı katıydı, hayır değildi.

Daha önce gördüğünü söylemişti, gerçekten merak etmiştim.

Her neyse.

Funda, Can'ın anlattığı her şeye inanıyordu. Ayrıca Can'a bakarken gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Onu gerçekten oğlu gibi sevdiğine şahit olmuştum, gözler asla yalan söylemezdi. Can, onu çok kolay şekilde etkisi altına alabiliyordu. Beni bile kabul ettirebilmişti ama Funda'ya asla acımıyordum, herkes hak ettiği cezayı ödemeliydi ve ben zaafını bulmuştum. Zaafı Can'dı.

Onlar sohbet ederken ben ortamdan kopmuştum ve sadece Funda'ya odaklanmıştım. Beni onların arasına geri getiren şey Tufan'ın bağırışı olmuştu.

"Eğilin!"

"Hepiniz eğilin!"

Her şey göz açıp kapayıncaya kadar gerçekleşmişti. Etrafta silah sesleri duyulurken ben şoktan donup gözlerimi kapatmıştım, O kısacık sürede gözlerimi tekrar açınca Can ile birlikte yerdeydik ve Can üzerimdeydi. Endişeli gözlerle bana bakıyordu.

"İyi misin?" diye sordu.

Boğuk bir sesle "iyiyim" dedim.

"Sen iyi misin?" diye sordum.

"Sanırım" dedi.

Neler olduğunu anlamamıştım, bilmiyordum. Kaç kurşun sıkıldı, farkında değildim. Kaç dakika ya da kaç saniye sürdü onu da bilmiyordum.

Sesler kesilince ve ortam da tek bir ses duyulmayınca Can, elimden tutup beni kaldırdı. Tenim bembeyaz olmuştu, tepki veremiyordum.

Kalkar kalkmaz hemen arkadaşlarıma baktım, hiçbirinde bir şey yoktu ve olan biteni anlamaya çalışıyorlardı.

Ama o gözüme bir şey çarptı. Kimse de bir sorun yoksa yerdeki kan kime aitti? Masanın öteki tarafına geçtiğimde o kanın Funda'ya ait olduğunu gördüm.

Ne yapmam gerekiyordu? Can'a baktım. Gözleriyle ne yapmam gerektiğini söylemişti ve ben o an her şeyi anlamıştım.

İyi oynamalıydım.

Hızlı adımlarla yanına gittim, bilinci gayet açıktı. Kurşun koluna gelmişti ama sıyırmıştı, ağır bir yarası yoktu.

Can ile birlikte sandalyeye oturttuk. Kimin getirdiğini bilmediğim ilk yardım malzemelerini alarak pansuman yapmaya başladım. Aynı zamanda gülümseyip iyi olup olmadığını soruyordum.

Canı yandığı için elimi sıkıyordu, o eli koparmam gerekiyordu ama iyi oynamalıydım.

Sadece kurşunlar etrafa zarar vermişti, hepimiz iyiydik ve tek bir kurşun Funda'yı çok hafifçe yaralamıştı. Bunu yapanlar isteselerdi hepimizi öldürebilirdi, hepimiz savunmasızdık. Funda'nın koluna gelen kurşun çok güzel bir şekilde hesaplanmıştı.

Bu Funda'nın oyunuydu.

Böyle bir şey karşısında ne yapacağımı merak etmişti. Beni test ediyordu, benimle oyun oynuyordu, samimi olup olmadığımızı öğrenmeye çalışıyordu ve Can ile ben bunu anlamıştık. Muhtemelen diğerleri de. Bizi hafife almıştı, bunun da hesabını ödeyecekti.

Gerçekten iyi bir şekilde pansuman yapıp, nasıl olduğunu sorup durdum. Onun için endişelendiğimi düşünmüştü, ne büyük talihsizlik ama...

Her şeyi hesaplamıştı.

Bu olaydan sonra evlerimize gitmeye karar verdik. Funda'ya yine de bir hastaneye görünmesini söyledim. Samimi olduğuma inanması gerekiyordu ki inanmıştı da.

Ayrılmadan önce bana sarıldı. Onu hiç bozmadım, ne yaptıysa aynısını yaptım. Can ve diğerlerinin gözü sürekli üstümdeydi. Hepsi artık buradan gitmek istiyordu.

Funda dalga geçer gibi "bu gece bunu yapanları bulup bedelini ödeteceğim" dedi.

Yapmacık bir üzgünlük "lütfen" dedim. "Daha kötü şeyler yaşanabilirdi."

Hafifçe gülümsedi.

Can, yanıma gelip elini belime koydu ve beni çıkışa doğru yönlendirdi. Hep birlikte çıkmıştık. Diğerlerinin işleri olduğu için hepsi farklı yönlere dağıldı.

Arabaya bindik, geldiğimiz gibi dönecektik. Kafamı cama yaslamış dışarıyı izliyordum. "Ne geceydi ama" dedim.

"Öyleydi." dedi.

Kafamı ona çevirerek "Ne düşünüyorsun?" diye sordum.

Bana bakarak "senin düşündüklerini" dedi.

"Ne düşündüğümü nereden biliyorsun ki?"

"Biliyorum işte" dedi.

Sonra ortamı rahatsız edici bir sessizlik kaplamıştı. O benim ne düşündüğümü biliyordu ama ben ne düşündüğünü bilmiyordum. Funda'yı seviyor olabilir miydi?

Hayır sevmiyordu. Öyle olsa bunları yapmazdı değil mi?

Ona yeniden güvenebilir miydim?

Ya yeni bir oyuna sürükleniyorsam?

Çıkışı olmayan bir labirentteysem?

Yine kafamda cevapsız sorular dönerken bir an da gördüğüm şeyle "CAN, ARABAYI DURDUR, ÇABUK OL!" diye bağırdım.

Can, bu tepkim karşısında ani fren yapmıştı. "N'oldu Mine?" diye soruyordu. Sorusunu görmezden gelerek hızlıca arabadan indim. Peşimden geliyordu.

Boğaz köprüsünün önündeydik. Genç bir kadına çarptı gözlerim, ayakkabılarını çıkarıp kenara koymuştu, köprüden aşağıya eğilmişti ve ben bu ıssız gecede ne yapmaya çalıştığını anlamıştım.

Yavaş adımlarla yaklaştım. "Bana bakar mısın?" diye seslendim. Korkutmamaya çalışıyordum.

Bana döndü, gözlerinin altı mosmordu, darmadağındı. Yirmili yaşlarının ortasındaydı ama iç dünyası öyle değildi.

Can, yanımda duruyordu. Kadın bana düşmanı gibi bakıyordu, onu rahatsız ettiğim için sinirlenmişti yine de dönmüştü.

"Ne yapıyorsun burada?" diye sordum. Halbuki cevabı biliyordum, o da bunu bildiğim için cevap vermedi. Biraz daha eğildi. Korkuyla bir adım öne çıktım.

"Konuşalım mı?" diye sordum.

Bana dönüp güldü. "Klişe şeylerden mi bahsedeceksin?" diye sordu. Alaycı bir gülüşle "yaşamak güzel falan mı diyeceksin?"

Derin bir nefes aldım. "Bunları söylemeyeceğim" dedim. "Yaşamak güzel değil çünkü."

İlgisini çekmiştim. Can'ın ve bu kadının bakışları bana dönmüştü.

"Niye beni rahatsız ediyorsun öyleyse?"

"Ölmek istemediğini biliyorum çünkü" dedim.

"Ölmek istemesem neden burada olayım?"

"Birinin senin attığın yardım çığlıklarını duymak istediğin için buradasın." dedim.

Tamamen bana dönmüştü.

"Yardım çığlıkları mı?"

"Evet" dedim. "İnsanlardan sesli şekilde yardım isteyemedin, yalnız kaldın, yalnız bırakıldın, tek başına mücadele ettin, çıkış yolu bulamadın, kimse sana elini uzatmadı, biri düştüğün yerden kaldırmadı eğer kaldırsaydı yeniden mücadele edecektin. Seni görmediler, görünmez olduğunu düşündün ve her geçen gün içten içe öldün."

Ağlamaya başladı.

"Ölürsem hepsi bitecek ama" dedi.

"Az önce insanların sana sıradan sözler söylemesini istemediğini söylemişken sen neden sıradan bir cümle kullanıyorsun?

Bir şey söylemedi.

"Kimler intihar eder biliyor musun?" diye sordum.

"Pes etmiş olanlar" dedi.

"Hayır" dedim. "Pes etmiş olanlar intihar etmez, yeniden başlayabilecek olmalarına rağmen başlamaktan korkanlar intihar eder" dedim.

"Korkak mıyım yani ben?" diye sordu.

"Ben bunu bilemem" dedim. "Ama yarın insanlar senin bugüne kadar nasıl dimdik ayakta durduğunu konuşmayacaklar ya da neler yaşadıklarını. Korkak olduğunu söyleyecekler."

"Ben insanların ne dediklerini umursamam" dedi.

Güldüm. "Bu da herkesin sık sık kullandığı cümle" dedim. "Öyle ya da böyle hayatımızın bir kısmında istesek de istemesek de o sözler bizi bulur."

İç çekerek "ayrıca umursuyorsun" dedim. "Bir insanı intihara sürükleyen şey diğer insanlardır."

Elimi uzattım. "Öyle ya da böyle öleceğiz, bundan zaten kaçış yok. En azından hikayenin sonunu gör. Çevrendekiler zaten senin intihar edeceğini, kötü bir ruh halinde olduğunu görüp buna rağmen yardım etmeyen acizlerle dolu. Onları, şaşırt. -O zaten intihara meyilliydi, şaşırmadık- dedirtme kimseye."

Kadın, uzaklara daldı.

"Hadi ama" dedim. "Sana uzatılan eli geri çevirme."

İç çektim. "Emin ol seni benden daha iyi anlayacak biri yoktur." Can'a dönüp "ben de bana uzatılan o eli geri çevirmeyerek yeniden başladım."

Hafifçe tebessüm ettim.

Kadın, gözlerimin içine baktı. Öyle bir baktı ki ne dediğimi anlamıştı. Gözlerimde kendi yansımasını gördü.

Biraz çekindi ama elini bana uzattı, uzattığım eli geri çevirmedi. Yeniden başlayacaktı, yeniden merhaba diyecekti.

Sımsıkı sarıldı bana, ben de ona sarılıp sırtını sıvazladım.

"Geçti" dedim. "Hepsi geçti, hepsi geçecek, sen kazanacaksın."

Zamanımız gelince ölecek olanlarız biz, erkenden elveda demeyecektik.

Ne talihsiz geceydi ama.

BÖLÜM SONU


Continue Reading

You'll Also Like

3.9M 235K 67
Yaşadığı travmalar yüzünden ailesi tarafından şımartılarak büyütülen Ahsen'in, yolu diktatör bir yüzbaşı ile kesişir. (Hikayede adı geçen bütün kişil...
289K 26.1K 53
"Deniz ile gökyüzünü ayıran o ince çizgiye astım hayallerimi. Bazen bir rüzgar esti, savurdu düşlerimi. Bazen de yağmur yağdı, damlalar değdi tenime...
5M 232K 52
"Ulan bari Polat de." dedi. Sesi yalvarır gibi çıkmış gözleri beklentiyle doluydu. "Mirza demiyorsan deme ama en azından Polat de." "Sen yengeye Eli...
30.6K 3.8K 27
Evet, o Romeo'ydu. Yalnız ben Juliet değildim. -Tamamlanmış hikayedir.- 27.11.20 #1 chick-lit ..... Kapak tasarımı @Tent_oria 'ya aittir