Zümra 15 Mayıs'ta kaldırılacak

By thezelalo

872K 44.4K 28.6K

İntikam ateşiyle yanan bir adam... Umuduna sarılan güçlü bir kadın... Zümra Korhan, babasının yaptıklarının b... More

Duyuru
Zümra
1. Ölüm Meleği
2. Canavar
3. Anlaşma
4. İntikam
5. Cehennem
6. Karar
7. Oyun
8. "Gelinim"
9. 17 Aralık
10. Yardım Çığlıkları
11. Yakın Temas
12. Ah be Kadın
13. Dans
14. Hayal kırıklığı
15. Uyanan çocuk
16. Biriken Acılar
17. Kıvılcım
18. Nefret
19. Arzu
20. Buse
21. Geçmişin acı izleri
22. Çaresizlik
23. Yeni başlangıçlar
24. İtiraf
25. Acı gerçekler
26. Kalp sesi
27. İlk adım
28. Huzur
29. Yıldızlar şahidim
30. Sarıl bana
31. Son Vedam
32. Gerçekler Ve Yüzleşme
34. Silinik Hatıralar
35. 17 Haziran
36. Sarmaşık
37. Hasretinle Yandı Gönlüm
38. "Beyaz Kelebeğim"
39. Canavarın İni
40. Herkes öldürür sevdiğini
41. Acı, Aşk, Vazgeçiş
42. Son Sahne

33. Son Defa...

17.3K 1K 685
By thezelalo

Merhaba arkadaşlar. Zümra'ya başladığıma bu kadar uzun bir yolculuğa çıkacağımızı tahmin edememiştim. Güzel kalpli kişilerle tanışıp, arkadaş edineceğimi bilmiyordum. Kitaba başladığım güne iyi ki diyorum. İyi ki bu kitabı yazmışım ve sizinle yolculuğa çıkmışım.

Kitabımın ilk arasını veriyorum. Ara vermemin nedeni, yazın çok yoğun olmam ve sizi pek bekletmek istememem. Ne zaman yayınlayacağımı bu akşam İnstagram da açacağım canlı yayında size söylerim.

Zümra_official_ hesabından açacağım.

Bu bölüm sınır koymayacağım. Ama yine de bu bölümün şerefine bol bol güzel yorumlarınızı bekliyor olacağım.

Keyifli okumalar

"Abi, Zümra kaçtı." Dediğinde, gözlerim kocaman açılarak ayağa kalktım. "Nasıl kaçtı? Ne zaman oldu? Yiğit, gözlerini üstünden ayırma demiştim!" diye öfkeyle bağırıp odadan çıktım.

"Abi, gece senden sonra kafama vurup kaçtı. Kendime geldiğimde çoktan gitmişti."

"Lan ne demek kafana vurup kaçtı?! Onca adam ne yapıyordu kapıda?!" Öfkeden nasıl hareket edeceğimi bilmeden, dışarıya çıkarak etrafıma bakındım.

"Yağız! Arabam nerede!" diye öfkeyle bağırdım.

"Kapat Yiğit! Kapat! Dua et başına bir şey gelmemiş olsun!" telefonu sinirle yüzüne kapatıp, Yağız'ın getirdiği arabaya binerek eve doğru ilerledim.

Zümra'nın kaçacağını biliyordum ama bu kadar çabuk kaçacağını tahmin etmemiştim. İnadı tuttuğunda gözü hiçbir şey göremeyecek kadar kör oluyordu.

Dün yeşil gözlerindeki, kara bulutları gördüğüm an, gerçekten ne olursa olsun kaçacağını anlamıştım.

Kahretsin ki bunu bile bile onu yalnız bırakmıştım!

Umarım geç olmadan onu bulabilirdim.

Onu kaybetmek istemiyordum.

Daha önce nereye gittiğini bildiğim için bu kadar öfkelenmemiştim ama şimdi oldukça öfkeli ve çaresiz hissediyordum.

Zümra'nın nereye gideceğini bilmiyordum. Aklıma gelen şeyle, Engin'i arayıp Zümra'nın Kıbrıs'tan çıkmış mı diye araştırmasını istedim.

İsmini bir an karıştırıp, Zümra Korhan diyecekken son anda Elif Arslan demiştim.

Araba bahçeye girdiği an, bakışlarım karşıda beni bekleyen Yiğit ve Arif'e kaydı. Arabayı durdurup, hızla inerek Yiğit'e doğru ilerledim.

"Nasıl kaçtı?" diye sordum, sakin kalmaya çalışarak. Önce sakin olup her şeyi öğrenmem gerekiyordu.

Sağ göz altı morarmıştı. Sanırım kafasından darbe aldıktan sonra olmuştu. "Bilmiyorum. Senden sonra aşağıya indiğinde, kapıda karşılaştık. Vazoyu kafama vurarak evden ayrıldı. Yarı uyanıktım." Dediğinde, sıkıntıyla saçlarımı karıştırdım.

"Korumalar ne yapıyordu?" diye sordum, Arif'e.

"Efendim, bir sorun yok diye dinlenmeleri için kulübeye göndermiştim. Evin arkasından sesler işitince ben de oraya doğru gitmiştim. Geldiğimde Yiğit Bey'i baygın gördüm." Sabır çekerek etrafıma bakındım.

"Çabuk bana gece burada olan tüm adamları topla!" diye bağırdım, sinirle. Arif onaylayıp hızla yanımda ayrılınca Yiğit'le kaldık.

Kafasına bakarak, "İyi misin?" diye sordum.

"Onu tutamadım. Bu yüzden kötüyüm. Ağrım yok iyiyim." Dediğinde, kafamı hafifçe salladım. "Kıbrıs'tan çıkmamışsa her an bulabiliriz."

"Gülsüm Halayı aradın mı?" diye sordu. Telefonu cebimden çıkartıp, "Hayır," dedim. "Mert ve Hazan'ı çağır." Yiğit, telefonunu eline alırken, ben de ebe nineyi aradım.

Telefon açılır açılmaz, "Karanfil kıza söyledin mi?" diye sordu.

"Hayır hala," sıkıntılı bir nefes verdim. "Zümra, kaçmış. Ortalıkta yok." Dedim.

"Ne demek kaçmış?! Çabuk bana gelin! Hepiniz!" diye bağırdı, sinirle.

"Hala, benim onu bulmam gerekiyor." Dediğimde, karşıdan sinirle beni tehdit ederek, oraya gitmem için uyardı.

Çaresizce kabul etmek zorunda kalmıştım. Çünkü dedeme söylemekle tehdit etmişti ve dedem öğrenirse kıyamet kopardı.

Telefonu kapattığımda Yiğit'de telefonu kapatmış, Mert ve Hazan'ın yolda olduklarını söylemişti.

Arif önde, diğer beceriksiz adamlar ise arkada bana doğru ilerlerken, sakin kalmak için direniyordum.

"Size emri kim verdi de dinlenmeye gidiyorsunuz?!" diye bağırdım, dolup taşan sabrım ve öfkemle. "Hı Arif?! Sen mi patronsun? Yoksa ben mi?"

"Özür dilerim Efendim." Kafasını öne eğdiğinde, "Bu size son uyarım! Bir daha ki hatanızda hepinizi işsiz bırakırım!" Diye bağırdım. "Şimdi kaybolun ve bana karımı bulun! Karıma bir şey olursa bedelini hepinize ödetirim!" Korumalar hızla yanımdan ayrıldı.

Bütün bedenimi esir alan duygular nasıl hareket etmem gerektiğini engelliyordu. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Zümra'mı nerede aramam gerektiğini ve nerede bulacağımı da bilmiyordum.

"Abi, odasında sana bi mektup bırakmış." Dedi Yiğit.

Kalbim acıyla tempoya tutuldu. Bu sefer ki tempoları heyecandan veya özlemden değildi. Kalbim korkuyla çığlık atıyordu. Zümra'nın başına bir şey gelmesinden ölesiye korkuyordum.

Korkak adımlarla önce eve sonra ise, Zümra'nın gece uyuduğu odaya girdim. Odaya girer girmez bütün bedenimi esir alan kokusunu duydum. Bir an tüm bu yaşadıklarımızın kabus olmasını istedim.

Küçük ve korkak adımlarla yatağa ilerledim. Dün akşam, saçlarının usulca düştüğü yastığa birkaç saniye bakarak oturdum. Kokusu odanın her yerine sinmişti. Bana inat olsun iye her nefes alışımda ciğerlerimi acıyla harmanladı.

Elimi yavaşça yastıkta dolaştırıp, gözlerimi bir süreliğine kapattım. Kalbime giren ani bir acıyla, bir an nefesim kesilecekmiş gibi hissettim. Kalbim darmadağın oldu. "Zümra'm..." Diye fısıldadım acıyla.

Göğsümdeki acı dinmek yerine katlanarak canımı daha bir yaktı. Birkaç dakika acısının geçmesini bekledim. Gözlerimi açarak yatağın üstünde duran telefonun altındaki kağıdı elime aldım.

"Allah'ım lütfen bu sadece kötü bir rüya olsun." Ortadan ikiye katlanan kağıdı açarak, satırlarına göz gezdirdim. Okumaktan korkuyordum.

Öküzcük... Seninle böyle vedalaşmayı hiç düşünmemiştim ama bunu bile hak etmiyorsun. Gurusuzun tekiyim.

"Değilsin." Diye mırıldandım.

Telefondaki videoyu izle.

Kağıdı bırakıp, telefonu alarak videoyu açtım. Onca darbeye rağmen güçlü kalan bakışlarından bir eser yoktu. Yeşilliklerine hüzün ve keder inmişti. Ölümün habercisi olan bakışlarından korktum.

Toprak kadar sadık değildim. Toprak sevdiklerini sarıp sarmalarken ben sevdiğimi her seferinde kollarımın arasından acımasızca çıkartıp atıyordum.

Ve o toprağın bir gün sevdiğim kadına sahip olmasından korkuyordum. Kendi ellerimle toprağa ittiğim kadınımı keyifle almak istiyordu.

Videoyu başlattım.

"Öküzcük," derin bir nefes alarak yüzüne düşen saçını düzeltti. "Nasıl başlamam gerektiğini bilmiyorum..." Acıyla tebessüm etti. Yüzündeki acılar o kadar canımı yaktı ki, hepsi teker teker yüzüme tokadı yapıştırdı.

"Baban gibi veda etmeyi istemezdim. Seninle ilk ve son kez sevişerek ayrılmak isterdim. Seni kendime bağlayarak, bensizlikle cezalandırmak isterdim. Ama sanırım bunu başaramadım. Tam tersi oldu gibi. Sen beni kendine bağladın ve sensizlikle cezalandırdın gibi hissediyorum," gözlerinden firar eden yaşlar kalbimin çatlaklarına acıyla girdi.

"Bu intikam oyununda sen hep kazanan olacaktın. En başından beri kazanacağın belliydi ama inatla kaybetmen için direndim... Biliyor musun? Ben aslında çok güçsüz biriyim. Hiçbir zaman güçlü olamadım. Annen kadar güçlü olsaydım eğer seni çoktan yenmiştim. Ama seni yenmek yerine sana yenilmeyi seçtim. Benimle oynadığını bile bile oynamana izin verdim. Oyunun kaybedeni olsam bile teşekkür ederim. Benimle bu kadar güzel bir oyun oynadığın için."

"Oyun değildi aptal! Seni seviyorum." Boğazımdaki dikenli yumru canımı yaktı.

"Beni sevdiğini haykırırken gerçekten sevdiğine inanmak istemiştim. İtiraf etmem gerekirse inanmıştım. Oyun olmadığına, beni gerçekten sevdiğine inanmıştım ama bana son yaptıklarından sonra artık gerçekten oyun olabileceğini düşünüyorum. Çünkü kimse sevdiğine defalarca çöp muamelesi yapmaz." Burnunu çekti. "Bana ikinci kez çöpmüşüm gibi hissettirdin. Kalbimin kırıklarını onarmıştın ama yine tek bir hareketinle darmadağın oldular. Bu seferki parçaları canımı hiç acıtmadığı kadar acıttı." Dudakları titredi.

"Beni o kadar kırdın ki, bir daha toparlanmama imkan yok... Sadece buradan kurtulmam bana iyi gelecektir. Lütfen beni de arayıp daha fazla canımı yakma. Olduğum yerde gayet mutlu olacağım. Zehirle yaşayabildiğim kadar yaşamak istiyorum. Sonra öldüğümde mezarıma bile gelme. Beni yattığım yerde rahat bırakırsın umarım."

Ölüm kelimesi dudaklarının arasından iniltiyle çıkmıştı. "Senden son bir isteğim olacak," yutkunup, gülümsedi. "Gökyüzü ve yıldızlar şahitliğinde ölümümün şerefine ikimize kadeh kaldır olur mu? Kazandığını ve kaybettiğimi kutlayalım." Yanağına düşen bir damla gözyaşını sinirle silerek, gülümsemesini büyüttü. "Teşekkür ederim, kısacık da olsa beni mutlu ettiğin için. Teşekkür ederim acımasız celladım... Seni asla affetmeyeceğim. Asla ama asla affetmeyeceğim. Umarım bensizlik seni ölüme sürükler ve umarım bir gün bana çektiklerini ödersin." Yüzündeki gülümseme bir an silindi ve soğuk bakışları tüylerimi ürpertti.

"Bir oyun oynayalım mı?" diye sorduğunda kafamı acıyla salladım. "Oynayalım, karanfil kokulu bebeğim," dedim, tebessüm ederek. "Ama çok uzun sürmesin."

"Saklanmaya gideceğim ve sen ise beni uzun uzun ara. Böyle uzun ara olur mu? Üstünden dakikalar, saatler, günler, haftalar, aylar ve yıllar geçsin ama sen beni aramaktan hiç vazgeçme. Olur mu? Beni her bulamadığında ölmeyi iste ama ölme. Çünkü beni bulmanı istiyorum." Yerinde kıpırdandı. "Önüm, arkam, sağım, solum sobe... Saklanmayan ebe."

Video durduğunda bilinçsizce kafamı iki yana sallayıp reddettim. "Hayır, hayır Zümra! Bana bunu yapma. Beni sensizlikle cezalandırma. Buna dayanamam. Dayanamam!" Telefonu elimde sıkarak yataktan kalktım. Mektubu ve telefonu cebime koyduğumda, yanağıma damlayan ıslaklığı elimle silerek, önce odadan sonra ise evden çıkıp arabaya bindim.

Onu bulmam gerekiyordu. Bu oyunu hiç sevmemiştim. Oynamak istemiyordum. Onu kaybetmeden bulak istiyordum.

Halamın evine gitmek için Yiğit'le birlikte arabaya geçmiş, Arif, arabayı sürerken, Mert ve Hazan'a mesaj atarak halamın evinde buluşacağımızın haberini vermiştim.

Zümra'nın Kıbrıs'tan çıkıp çıkmadığını öğrenirsem onu aramam daha kolay olacaktı. Sabırsızca Engin'i aradım. Telefonu açıldığında, "Buldun mu?" diye sordum.

"Dün gece yarısından sonra, İstanbul'la giden uçakla İstanbul'a inmiş." Dediğinde, kulağımda tiz bir çığlık duydum. Gözlerim karardı ve sertçe yutkundum.

"Tamam. Sağ ol tertip." Deyip, telefonu yüzüne kapatarak, "Arif hızlı ol!" diye bağırdım.

"Abi ne oldu?" diye sordu Yiğit endişeyle.

"Zümra, gece İstanbul'a gitmiş." Yiğit'e baktım. "Biri ona yardım etmiş ve yardım edeni hemen bul!" dedim, sertçe. Kafasını sallayınca, Arif'e döndüm. "Arif, sen de söyle uçağı hazırlasınlar. En geç bir saate İstanbul'da olacağız." Dediğimde, Arif onaylayıp arabayı durdurdu.

Arabadan inip, bizi dışarıda bekleyen, Mert Ve Hazan'a bakıp önlerinden yürüyerek içeri geçtim.

"Zümra'nın nerede olduğunu buldunuz mu?" diye sordu Hazan, arkamdan.

"İstanbul'a gitmiş," diye yanıtladı Yiğit.

Salona girdiğimde halam ayağa kalkarak uzun zamandır yapmadığı hareketi yaparak bana sıkıca sarıldı. "Ah benim kara oğlanım. Aptal oğlum." Dediğinde dik duruşumu bozarak bedenine sıkıca sarıldım. "Bu sefer gerçekten gitmiş," dedim, hüznün çöktüğü ses tonumla. "Gerçekten gitmiş ve ben onu durduramadım."

Benden ayrılıp, elini kalbime koydu. "Şimdi çökmenin zamanı değil oğlum. Asıl şimdi aşkının peşinden koş ve onu kurtar. Celladı değil de kahramanı ol bu sefer." Hiçbir zaman kahramanı olmayacağımı biliyordum. Ben hep onun acımasız celladı olarak kalacaktım.

"Abi, DNA sonuçları belli oldu." Mert'in sesiyle toparlanıp, arkama döndüm. Elindeki zarfı alarak açtım. Kağıda sabırsızca göz gezdirip, alttaki yazıyı okudum.

Günlerdir üst üste öğrendiklerim gerçeklere tepkisiz kalıp kabullenecek kadar yorgun hissediyordum. "Sonuç?" diye soran halama bakarak, "Zümra, annemin kızıymış." Dedim, güçsüzce.

Aylardır, o adamın yarım bıraktığı işi tamamlıyormuşum. Aslında suçlunun kanından olan kişi benmişim ve masum birinin daha canına kıymışım.

Şaşkınlığın hüküm sürdüğü yüzler canımı acıttı. Yıllardır ailem dediğim insanlarla aramızda düşmanlıktan öte bir bağ yokmuş. Ben o düşmanın kanındaymışım.

"Bu... Bu gerçekten çok saçma." Hazan, alayla kahkaha attı adamın kanındanmışım."

"Kendinize gelin! Kan meselesini ve aile meselesini unutun şimdi!" Halama döndüm. "Zümra'yı hemen bulun! Çünkü her an bir yerde düşüp ölebilir!" birkaç saniye durdu. "Belki zehre çoktan yenilmiştir bi-"

Sinirle konuşmasını böldüm. "Sus! Sus hala! Devamını getirme." Diyerek, kafamı toplamaya çalıştım.

"Panzehiri getir. Onu bulur bulmaz panzehiri enjekte edeceğim." Dedim.

Halam, bunu kabul etmedi. Benimle İstanbul'a geleceğini söylediğinde kabul ettim. Yiğit, Mert, Hazan, Arif ve halamla birlikte İstanbul'a gitmek için uçağa binmiştik.

Hazan'ın gelmesini istememiştim ama halam yardımına ihtiyacımız olacağını söyleyerek gelmesini istemişti. Arif, bizimle gelmek isteyince onu de birlikte getirmiştik.

Dedeme ise birlikte gezeceğimizi söylemiştim. Çünkü izni olmadan hiçbir şey yapamıyorduk.

Uçak hava alanına iner inmez ilk gittiğimiz yer İstanbul'daki evimiz olmuştu. Halamı eve bırakmış, Yiğit ve Hazan daha geniş aramamız için adamlar tutma görevini üstlenmiş, biz de Mert ve Arif'le birlikte şirkete gitmiştik.

Eğer Zümra amcasına gitmişse muhakkak bizden bahsederdi. Ama Batuhan'ın tekrar bizden yardım istemesinden Zümra'nın onlara gitmediğini anlamıştım.

🖤

Dün bütün gün ne yapmamız gerektiğini konuşmuş, bu sabah ise erkenden hepimiz bir yerlere dağılmıştık.

Hava alanı kayıtlarına bakmak için Mert'le birlikte gitmiştik ama o kadarına yetkim olmadığı için Bakamamıştım. Zümra'yı nerede aramam gerektiğini bilmiyordum. Ama aklıma gelen yerlere bakmak istiyordum.

Annesinin yanında olma ihtimalinin aklıma gelmesiyle, Mert'e baktım. "Sedef Korhan'ın yanındaki adamımızı ara. Zümra'yı annesi yanına almış olabilir." Annesinin annem olduğu gerçeğini hatırladım.

"Ama annesi bunu yapar mı ki? Yıllardır kızını aramayan kadım şimdi mi kızını korur?" Mert haklıydı. Annesi, Zümra'nın yaşadığını öğrendiğinde sessiz kalmıştı. Kızını zehirlediğimi bile bile kılını kıpırdatmamıştı.

Onunla son görüştüğümüzde beni sinirle yanından kovmuştu. Ona bütün gerçekleri söylemiştim ama o kadar soğukkanlılıkla karşılamıştı ki, o kadından nefret etmiştim.

"Bilmiyorum Mert. Belki vicdana gelmiştir." Dediğimde arabayı evin bahçesine koyarak durdurdum.

"Tamam. Ben arar sorarım şimdi." Deyip, telefonunu çıkarttığında arabadan inerek, evin kapısından bize doğru gelen halama baktım.

"Buldunuz mu?" diye sordu, umutla. Kafamı olumsuzca salladım. "Nereye gittiğini bilmiyoruz. Hava alanı kayıtlarını bize göstermiyorlar. Hiçbir iz yok hala. Sanki yer yarıldı ve içine girdi." Kalbim, Zümra'nın gidişiyle enkaza döndü. Bütün hücrelerim onsuzlukla yasa boğuldu.

Halamın yüzündeki umut parıltıları bir anda silindi ve kaşları çatıldı. "Onu bul kara oğlan. Bul ve bu oyunu bitir artık. Kızı öldürmekten beter bir hale getirdiniz," durdu ve yüzüme üzüntüyle baktı. "Züleyha, bunu öğrenirse yıkılır."

"Anneme Zümra'nın kızı olma ihtimalini söyledim hala." Dedim dan diye.

"İyi halt yedin! Neden söyledin ya?! Kadın şimdi ne haldedir. Ah kara oğlan ah!" Sinirle söylenerek içeri girdiğinde, arkasından omuzlarımı düşürerek baktım.

"Abi, annesi İstanbul'a gelmiş." Mert'in sesiyle arkama döndüm. "Ne zaman gelmiş?" diye sordum.

"İstanbul'dan ayrıldığınız gün gelmiş. Ve hala buradaymış." Dedi.

Kendimi toparlayarak, "Bana nerede kaldığını bul Mert." Dediğimde, Yiğit ve Hazan bahçeye giriş yapmışlardı. Arabadan inerek bize doğru geldiler.

Hazan, Mert'in koluna girerken Yiğit onlara ters bir bakış atarak bana baktı. "Adamları ayarladık. Birazdan burada olurlar." Dediğinde, kafamı salladım.

"Ve çok önemli bir şey yaptık. Hava alanı kameralarından bindiği taksiyi bulduk. Taksiciyi bularak nereye bıraktığını sorduk. Bize tam bilgi vermese bile, sahile bıraktığını hatırladığını söyledi." Neşeyle söylediklerine şaşkınlıkla baktım.

"Bunu nasıl başardınız?" diye sordu Mert.

"Orasını boş ver sevgi-" Hazan, sözünü yarıda bırakarak Yiğit'e çekinerek baktı.

"Sevgilim? Az önce ne diyecektin kardeşim?" Yiğit, sinirle onlara bakmaya başladı. "Bir şey söylemeyecektim abicim." Tatlıca gülen Hazan'a göz devirip arabama doğru ilerledim.

"Yiğit, bunlar birbirine çoktan abayı yakmışlar. Sinirini Zümra'yı bulduktan sonraya sakla." Deyip arabaya bindim. Camı indirerek, "Zümra'nın nerede olduğunu buldum. Haydi bin." Dedim.

Yiğit, sinirle her ikisine bakıp, "Konu kapanmadı ona göre. Hazan eve gir," Mert'e bakıp, "Sen de gelecek adamlardan Samet'i ve birkaç kişiyi alarak atacağım yere gel." Dedi, kızgınlıkla ve arabaya ilerledi.

Arabaya biner binmez, çalıştırarak bahçeden çıktık. "Onca derdin arasında bir de bunların gönül işleri çıktı." Dedi, homurdanarak.

"Bundan haberin olduğu halde şimdi sinirlenmen çok garip." Dedim, alayla. Arabayı, Zümra'yla tanıştığımız yere doğru sürdüm.

"Sevgili olduklarını bilmiyordum... Olacaklarını da bilemezdim. Sonuçta ikisi de birbirine hislerini açacak kadar cesur değillerdi."

"Ben söyledim. Yani ağzımdan kaçırdığımda Mert duydu." Diye itiraf ettim. "Yani ben aralarını yaptım sayılır."

"Dedem, umarım karşı çıkmaz. Aynı evde büyüdüler sonuçta." Dedi, sıkıntıyla. "Mert'e iyi gelecek tek kişi kardeşim. Bunun farkındayım. Yıllardır birbirlerine iyi geldiler. Umarım böyle devam eder." Sesi, yumuşak çıkmıştı.

Tebessüm etti. "Devam eder sen hiç merak etme kardeşim." Dedim.

Zümra'ya dair küçük bir ipucu bulmamıza o kadar sevinmiştim ki, şu an tek dileğim Zümra'yı martıları izlerken bulmamdı. Umarım martıları izliyordur. Ve umarım ona sarıldığımda beni itmezdi. Çünkü şu an tek isteğim ona sıkıca sarılmaktı.

İlk karşılaştığımız yere doğru ilerlerken etrafıma merakla bakıyordum. Onu bulmanın umuduyla her yere iyice bakıyordum. Yiğit ve Mert'le ayrılmış İstanbul'un bütün sahillerine ve iskelelerine bakmaları için adamlar tutmuştuk. Çünkü onun bir tek martılarla olabileceğini düşünmüştüm.

İlk sohbet ettiğimiz yerde durduğumda, gökyüzündeki martılara dertlice baktım. "Bana onu nerede gördüğünüzü söyleyin lütfen. Buna ihtiyacım var." Diye mırıldandım.

"Genç." Arkamda duyduğum sesle, kaşlarımı çatarak üstü başı yırtık adama baktım. "Bana iki simit alabilir misin?" diye sordu. Çelimsiz adamı inceledim. "Tamam." Deyip, az ilerideki simitçiden iki tane simit ve bir tane ayran alıp bankta oturan adamın yanına oturup, elimdeki poşeti ona uzattım.

Adam, simidi alıp iki parçaya bölerek bir parçasını bana uzattı. "Sağ ol genç. Paramı hırsızlara kaptırdım." Dediğinde, sırıttım. Sokakta yaşayan bir insanın ne kadar parası olabilirdi ki? diye düşündüm.

"Öyle gülme bana birini hatırlattın!" diye sinirlenerek önüne döndü.

Yüzümdeki sırıtış anında kayboldu. Simitten bir parça alarak etrafıma bakındım. Zümra'yı buralarda bulacağımı hissediyordum.

"Bana ailemi acımasızca katleden adamı hatırlattı. Onun gibi gülüyorsun." Diye mırıldandı.

"Ne dediğinizi anlamıyorum?" diye konuştum.

Titrek bir nefes aldı. Kafasını sağa çevirerek, sahilin sakin tarafına baktı. "Yazık oldu o kıza," diye mırıldandı.

"Geçen gün sabaha kadar birlikte sohbet etmiştik. Anlattıklarını hayal meyal hatırlıyorum ama kızın gözleri çok güzeldi." Dediğinde bana baktı. "Sanırım cesedini buldular."

İçime düşen korkuyla, "Kim?" diye sordum. Bakışlarımı sahilde toplanmaya başlayan kalabalığa çevirdim. İnsanların korku dolu bakışları ve fısıltılarına kulak kabartarak dikkatlice baktım. Hızla toplanan kalabalığa yaklaşan, ambulans siren sesleri ve polislerin hızla gelerek şerit çekerek kalabalığı uzaklaştırdığını izledim. Her saniye kalbime yerleşen korkuyla kalbimin cayır cayır yandığını hissettim.

"Elif," dedi düşünceli bir şekilde. "Hayır, hayır. Adı Zümra'ydı."

"Zavallı Zümra. Sonun ölüm olmamalıydı." Dediğini işittiğimde, kafamı iki yana sallayarak ayağa kalktım. "Ha-hayır, hayır, hayır," yanaklarımın ıslandığını fark ettiğimde acıyla kalbimi tutarak sahile doğru ilerledim. "Hayır. Bana bunu yapma. Bana bunu yapma. Bana bunu yapma Zümra."

Kalbimdeki balon patladı ve kalbim eriyerek içime aktı. İçimdeki korku dağ gibi büyüyerek göğsüme tüm nefretiyle vurmaya başladı.

"Abi!" sesler işittim. Ama beynim algılamıyordu. "Bana bunu yapma," diye mırıldanarak kalabalığın arasına karıştım. "Abi, abi dur!"

"Ne yapıyorsunuz beyefendi!"

"Önüne bak aptal!"

"Hey! Sapık mısın?!

"Abi dur!" Bütün sesler beynimde yankılanıp boş duvarlarından yere düşerken sadece yürüdüm. Çarptığım bedenleri umursamadan, bana seslenenlere dönmeden yürüdüm.

Onu görmeliydim. Zümra'm olamazdı. Bir yanlışlık olmuştur. O adam yanlış söylemiştir.

"Kara oğlan! Kara oğlan kendine gel!" Halam'ın sesini işittim.

"Durun beyefendi! Buradan geçemezsiniz!" Polis'e sertçe baktım. "Çekil!"

"Ona bakmam lazım! Ona bakmam lazım!" Diye bağırarak yakasından tuttum.

"Ne yapıyorsun?!"

"Bu adam kim?" Hiçbir yüzü göremiyordum. Kör olmuştum. Zümra'nın orada olma ihtimali beni kör ve sağır etmişti.

"Kusura bakmayın. Özür dileriz," Kolumdan tutulduğunda debelenmeye başladım.

"Bırak! Bırakın beni! Ona bakmam gerekiyor!" Diye bağırdım.

"Abi, abi sakin ol. Sakin ol." Yiğit'in sesini işittim.

Telsizden ses işittim. "Yirmili yaşlarında kadın cesedi." Sesi işitir işitmez kulağım acıyla çınladı. Kalbim durdu sandım. Gökyüzünde uçuşan martılar bana sinirle baktılar.

Ruhum bedenimden çekildi ve bedenim kimsesiz kaldı. Nefes almakta güçlük çektim.

İçime dolan kokuyla bilinçsizce yürüdüm. Yalparayak öksüz bir çocuk gibi yürüdüm. Arkamdaki bağırışmaları ve uyarıları aldırmadan korkuyla adımlarımı atmaya devam ettim.

Bütün martılar bana lanet ettiler. Umutlarım bana küstüler. Bütün hayallerim bana sırtını döndüler.

Yalnız başıma kaldım. Acılarım canımı yakmaya başladı. Yerde sırt üstü uzanan kadına baktım.

"Beyefendi, uzaklaşın buradan!" biri kolumdan tuttuğunda onu sertçe ittim.

"Amirim, kızın yakını." Dedi, biri.

Küçük adımlarla cesedin başında durdum. Bedeni ve saç rengi sevdiğim kadını anımsattı.

Cesaretim bedenimi terk edeli çok olmuştu.

"Saklanmaya gideceğim ve sen ise beni uzun uzun ara. Böyle uzun ara olur mu? Üstünden dakikalar, saatler, günler, haftalar, aylar ve yıllar geçsin ama sen beni aramaktan hiç vazgeçme. Olur mu? Beni her bulamadığında ölmeyi iste ama ölme. Çünkü beni bulmanı istiyorum."

"Önüm, arkam, sağım, solum sobe... Saklanmayan ebe."

Sesini işittim. Bana son kez bakışını ve bütün yaşadıklarımızı hatırladım. Hayat dolu gülüşünü özledim.

Cesetten kokan, tuzlu kokuya yüzümü ekşiterek kafamı iki yana salladım. "Hayır, bu sen değilsin küçük aslan. Sen böyle kokmazsın," bir adım geriledim. "Sen değilsin, sen değilsin değil mi Zümra'm? Haydi kalk ve şaka yaptığını söyle. Beni cezalandırdığını söyle. Söz veriyorum bir daha seni üzmeyeceğim. Söz veriyorum seni özgür bırakacağım." Boğazım düğümlendi. "Haydi kalk. Sana ölüm hiç yakışmıyor. Haydi kalk bebeğim. Kalk da evimize gidelim."

"Kalk lütfen. Sana söylemem gereken çok şey birikti," yerdeki, birbirine giren ıslak saçlarına baktım. "Saçın çok karışmış, taramam ve örmem lazım. Hem yeni bir saç modeli öğrendim. Sana yaparım, çok yakışacak." Burnumu çekerek, derin bir nefes aldım.

"Cesedi teşhis etmeniz gerekiyor." Dedi, bir adam acımasızca.

Kafamı hızla iki yana sallayıp reddettim. "Bakamam," diye mırıldandım. "Bana bunu yaptırma Zümra. Bana bunu yaptırma."

"Cesedi, torbaya koyun." Yanımdaki, orta yaşlı adama bakarak sinirle bağırdım. "Hayır! Hayır! Dokunmayın! Ölmedi benim bebeğim."

"Öldü genç adam." Dedi, acımasızca. "Başınız sağ olun."

Kalbimdeki, çığlık büyüdü ve dudaklarımı bastırarak çığlığımı tuttum. Görevliler siyah torbayı yere bıraktıklarında yere çömeldim. Cesede ürkekçe dokunduğumda, soğuk bedeni parmaklarımı titretti.

"Lütfen sen olma karanfilim. Lütfen..." diye mırıldanarak, bedeni yavaşça döndürdüm.

Gözyaşlarım daha bi arttığında, kollarımın arasına aldığım cesede şükrederek gülümsedim. "Şükürler olsun, şükürler olsun sana."

Zümra'nın olmadığını görmemle bu sefer mutluluktan dudaklarımı aralayıp, içimdeki çığlığı gökyüzüne doğru haykırdım.

"Teşekkür ederim. Bana bunu yaşatmadığın için teşekkür ederim." Gökyüzüne minnetle bakarak kollarımın arasındaki cesede son kez bakarak görevlilere izin verdim.

"Demir, abi haydi gidelim." Yiğit'e bakarak gülümsedim. "O değilmiş. O değilmiş Yiğit." Dedim, en az bir çocuk kadar mutlu hissediyordum.

Gülümseyerek, omzuma dokundu. "Zümra ölmedi. Yaşıyor ve bulacağız." Dedi, umutla.

Kahverengi irislerindeki umut damlası kara irislerime ilişti ve içim birazcık umutla doldu. Elini uzattığında elini tutarak ayağa kalktım.

Az önce ölü bir bedene dokunan ellerime bakarak, derince nefes aldım. O cesedin başındayken Azrail'in soğuk yüzüyle yüzleşmiştim.

Azrail, fazla acımasızdı.

"Hilal! Sevgilim! Hilal'im hayatım!" arkamda bıraktığım cesedin başına, feryatlarla inen adama baktım. Sanırım sevdiği kadındı. Az önce bütün acıları hissetmiştim.

Sevdiği kadını öyle görmenin ne kadar zor ve acı olduğuna şahit olmuştum. Nefesim dediğin kişinin nefessiz kaldığına şahit olmuştum. Sevdam dediğim kadını öyle görmek ölümden bile korkunçtu. Ölmek o görüntünün yanında hiç kalırdı.

O an bütün dünya başıma yıkılmış ve sadece sen sağ çıkmışsın gibiydi. Ölmek için yalvarıyor ama beni öldürecek kimsenin kalmadığının da farkındasın. Ama bütün bunlarla rağmen ruhun ölüme kavuşmak istiyor.

"Hayır sevgilim! Kalk! Kalk buradan gidelim!" adamın sesi canımı yaktı. Adımlarımı hızlandırıp, sahilden uzaklaşarak arabaların yanında bizi bekleyen halamla göz göze geldik.

Gözlerinden taşan korku canımı yine yaktı. "O değilmiş kara oğlan," dediğinde yanına yaklaşarak sıkıca sarıldım. "O değilmiş hala." Dedim, şükreder gibi.

"Abi," Hazan'ın çatallaşan sesiyle halamdan ayrıldım. Hazan, ne olduğunu anlamadan bana sıkıca sarıldığında hıçkırdı. "Çok korktum. Zümra'nın olacağından çok korktum." Diye hıçkırarak konuştu. Saçını usulca okşayarak sırtını sıvazladım. "Şükürler olsun ki değilmiş." Dedim, rahatlayarak.

"Haydi, şimdi toparlanalım da karanfil kızı bulalım." Hazan'dan ayrılıp, Mertt'le sarıldıktan sonra arabalarımıza binerek eve doğru ilerledik.

Arabaya bindiğimde, hâlâ yerinde oturan yaşlı adamı gördüğümde, arabadan inerek yaşlı adama doğru ilerledim. Neden Zümra'nın atladığını söylediğini merak ediyordum.

Banka tekrar oturdum. Yaşlı adam bana bakarak güldü. "Neden Zümra'nın atladığını söyledin?" diye sordum, sertçe.

"O kızın nesi oluyorsun?" diye sordu rahatlıkla. "Tanıyor musun?"

"Nesi olduğumdan sana ne? Sorumu cevapla." Dedim.

Keyifle gülerek, cebinden bir şey çıkarttı. "Genç, dün sabah Zümra o iskeleden kendini attı," ona inanmadım. Avucunu açarak, "Bu da ondan kalan son şey," yeşil taşlı kolyesine baktım. Elimden tutarak kolyeyi avucuma bıraktı.

"Denizin hoyrat suları acımasızdır. Sevdiğini kolay kolay bırakmaz." Diye ekledikten sonra ayağa kalkıp, gerindi. "Başın sağ olsun genç adam. Umarım sevdiğin kadının cesedini bulursun." Dudaklarından acımasızca dökülen kelimelere kahkaha atarak karşılık verdim.

Kafayı yemek üzereydim. Bu yaşlı adam ne saçmalıyordu? Kolyenin onda ne işi vardı? Zümra gerçekten atlamış mıydı?

Arkasını dönerek yürümeye başladığında, kalbime oturup kendisine yuva kuran acıyla baş başa kaldım. Az önce sevdiğini kaybetme korkusunu en acı bir şekilde yaşamış ve üstünden saatler geçmemişken yine aynı korkuya bulanmıştım.

Yaşlı adamın söyledikleri kahretsin ki inandırıcı geliyordu ve ne yapmam gerektiğini bilmeden ayağa kalkarak arabaya doğru ilerledim.

Yiğit, arabadan çıkıp bana baktığında, yüzü anında asılırken, "O adam kimdi?" diye sordu.

"O, o Zümra'nın dün cesedin bulunduğu yerden atladığını söyledi." Dedim, güçsüzce.

Yiğit, gülümseyerek bana yaklaştı. "Sen de inandın mı?" diye sordu.

Avucumu açarak kolyeyi gösterdim. "Zümra'nın kolyesi." Dedim.

Arkadaki arabaların kapıları açıldığında herkes indiler. "Kara oğlan ne oldu?" diye sordu halam. Halama cevap vermeden kolyeyi Yiğit'e vererek, az önce cesedin bulunduğu yere doğru ilerledim. "Zümra, bana bunu yapma lütfen." Diye mırıldanarak hiç düşünmeden denize atladım. Onu bulmam gerekiyordu.

Deniz benden almadan bulmalıydım.

🖤

Çaresizlik, bilinmezlik ve korku cehennemde yanmaktan daha kötüydü.

Bilinmezliğin içinde sürüklenirken, çaresiz ve korkuyla küçük bir ışık arıyordum. Zümra'ma dair küçük bir ışığa bile razıydım ama günlerdir aramadığım yer kalmamıştı.

Günlerdir, denizde kayıp karanfilimi arıyordum.

Atlamıştı. Karanfil kokulum gerçekten oradan atlamıştı ve tek bir ize rastlamamıştık. Dalgıçlarla birlikte günlerdir arama yapıyorduk.

Ölmediğine inanmak istiyordum ama inanacak tek bir dalım bile yoktu. İstanbul'un hoyrat denizi sevdamı benden acımasızca koparıp almıştı.

Herkes bana acınarak bakıyordu. Kimse bana tek bir umut ışığını tutmuyordu.

O gün denizden zorla çıkartılmıştım. Yaşlı adamın söylediklerine inanmam için sahile bakan kameraları incelemiştik ve Zümra'nın atladığını görmüştüm. Polisler ve dalgıçlar aramış ama bulamamıştı.

Kimse bana yardımcı olmuyordu! Kimse beni anlamıyordu! Her zamanki gibi yine yalnızdım!

"Abi yeter artık. Üşüteceksin. Zümra'yı böyle bulamazsın! Bulamayız!" Mert'in sinirli sesiyle, sahile doğru yüzerek denizden çıktım. "Polisler bu sefer seni görürse başımız gerçekten belaya girer." Dün denize atladığım için bana ceza kesmişlerdi. Bugün ise atlamak için geceyi beklemiştim.

Hava serindi. Bedenim üşüdü ama ruhum bunu umursamadı bile. "Kadın ne zaman gelecekmiş?" diye sordum. Umursamazca.

"Birazdan eve gelecekmiş. Halam kadınla konuştuktan sonra Kıbrıs'a dönecek," durdu, elindeki havluyu sırtıma attı. "Dedem kızdı. Artık dönmemiz gerekiyor."

"Ben hiçbir yere gitmiyorum. Onu bulmadan buradan ayrılmayacağım." Deyip, arabaya ilerledim.

"Zümra öl-"

Sinirle arkama döndüğümde sözünü keserek bağırdım. "Kes sesini!" Sinirle üstüne yürüdüm. "Şu sikik çenene sahip çık! O kelimeyi sakın bir daha kullanma!"

"Bunu kabul et! O masum kız öldü ve bunu yapan sensin! Yaşasaydı kaç gündür ortaya çıkardı! Yok! Yok işte! Sürekli ittiğin kadını deniz senden aldı! Bunu kabul e-" Duyduklarım beni öfkelendirirken, yumruk yaptığım elimi sıkarak Mert'in çenesine sertçe vurdum. Bedeni yere düştüğünde sinirle arabaya binerek çalıştırdım.

Günlerdir, herkes bana acımasızca öldüğünü haykırıyordu ama biliyordum. Zümra'm yaşıyordu ve onu bulacaktım. Çünkü o ölmedi biliyorum. Sadece deniz kızı olmuştu. Onu bulacak ve bir daha hiç incitmeyecektim.

Yeter ki yaşadığını göreyim.

"Ölmedin Zümra! Ölmedin! Bana acı çektirmek için yapıyorsun! Oyunu sevmediğimi söylemiştim," yanaklarım ıslandı. Günlerdir hiç kurumuyordu ki.

"Lütfen ölmemiş ol küçük aslan." Direksiyonu tüm gücümle sıkarak, acıyla feryat etmeye devam ettim.

Günlerdir kalbimin ettiği feryatlar, içimi yakıyordu. Onsuz geçen her saniyem beni ölmem için ikna etmeye çalışıyordu ama oyunu her hatırlayışımda kendimi öldüremeyecek kadar aciz ve korkak hissediyordum.

Günlerdir, onsuz yaşıyordum ve bu haksızlıktı. Onsuzluğa dayanamayacağımı bilmesi gerekiyordu.

Gözlerime tutulan ışıkla bir an bütün dengem sarsıldı ve önümü göremeyerek sert bir yere çarptım. Bedenim çarpılmanın hızıyla, araçta savrulurken emniyet kemerini takmadığımı fark ettim ama artık geçti. Çünkü bedenim sertçe cama çarpmıştı bile.

Bedenimdeki acılar her geçen saniye artarken, öleceğim için şükrettim. Günlerdir yapamadığım şey olacak ve ben ölecektim. Zümra'ma kavuşacaktım.

Belki başka bir evrende karşılaşırız demişti. O evrene gidecek ve sevdiğim kadını bulacaktım. Bu evrende kavuşamamıştık belki ama diğer evrende sonsuza adar yan yana olacaktık.

"Geliyorum bebeğim, sana geliyorum." Acıyla dudaklarımdan dökülen kelimelere şükrederek gözlerimi kapattım. "Allah'ım lütfen beni ona götür," acıyla inledim. "Lütfen."

Bilincim tamamen kapandığında, huzurla gülümsedim.

🖤

Biz de mutsuz sonla biten onca masalın arasına karışmıştık. Ama bizim sonumuz bütün masallardan farklıydı.

Çünkü, ben ne aşkım için Ferhat gibi dağları delmiş ne de Mecnun gibi çöllere düşmüştüm. Sadece sevdiğim kadını üzmüş, onu her seferinde yüzüstü bırakarak kaçmıştım.

Sonumuzu kendi akılsızlığımla belirtmiştim. Bu sonu ben yazmıştım. En başından beri sonumuz belliydi.

Başımın şiddetli ağrısıyla gözlerimi yavaşça aralayıp,nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Sanırım ölmemiştim. Hiçbir zaman ölmeyi başaramayacaktım.

Bakışlarım siyah tavanı net bir şekilde algılarken, duyduğum sesle kafamı sağa çevirdim. Kapıdan içeriye giren bedeni bulanık bir şekilde gördüm. Gözlerimi kısarak daha iyi bakmak istedim ama başıma aniden giren ağrıyla acıyla inleyerek, gözlerimi yumdum.

"Ağrınız mı var?" diye sordu, tiz sesli biri. Kulağımı kapatma isteğiyle elimi kaldırıp kulaklarımı kapattım.

Canım yanıyordu. Bu acılar bedenimdeki acılar değildi. Kimsesiz kalan ruhumun acılarıydı. Onsuz aldığım her nefeste, kalbime saplanan yalnızlık hissiydi.

Dünyamın yıkılış ve altında ezilişimin acısıydı. Zümra'sız geçen her saniyenin acısıydı. Onsuz nefes almak dahi istemiyordum. Kokusu olmadan geçirdiğim günler bana zehir gibiydi.

"Ağrılarınız birazdan geçer." Gözlerimi açarak, orta boylu genç kadına baktım. "Neredeyim?" diye sordum, güçlükle. Etrafıma bakındığımda, buranın hastane odasının olmadığını anladım. Siyahlarla kaplı bir odadaydım. Her yer siyahla kaplıydı ve buranın kime ait olduğunu anlamam uzun sürmedi.

Bedenime yerleşen öfke kıvılcımlarıyla hızla doğruldum. Bedenimdeki acılar canımı yaktı ama umursamadan ayaklarımı yataktan sarkıtarak, kolumdaki serumu çıkarttım.

"Beyefendi ne yapıyorsunuz? Henüz iyileşmediniz. Dinlenmeniz gerekiyor." Beni tutmaya çalışan kadına sinirle bakıp, "Bırak beni!" diye bağırdım. Korkuyla irkilerek geri çekildiğinde, karnımı tutarak ayağa kalktım.

Bütün bedenim ağrılar içindeydi. Tam olarak neremin ağrıdığını çözememiştim. "Seni öldürmem için artık hiçbir sebebim yok demiştim ihtiyar!" yalpalayarak odadan çıktığımda, dar uzun bir koridora girdim. Avucumu duvara yaslayıp, yavaşça yürümeye başladım.

"İhtiyar!" diye bağırdığımda, acıyla yutkunarak öksürmeye başladım. Karnımdaki ağrı şiddetlenmeye başladı. Merdivenlerden aşağıya inmeye başladığımda, elimin altında hissettiğim sıcaklıkla bakışlarımı karnıma çektim. Elimi çekip avucuma baktım. Kan lekesi bulaşmıştı. Sanırım yaram derindi çünkü acısı katlandıkça hareket edemez oldum. Son basamakta durduğumda başımın dönmesiyle ruhum bedenimden çekildi ve gözlerim karararak yere düştüm.

Bu sefer gerçekten ölmeyi diledim. Umarım son uyuşum olurdu. Umarım gözlerimi bu sefer sevdiğim kadının yanında açardım.

🖤

Sahilde uzanmış, güneşleniyordum. Öğlen vakitleriydi ve hava oldukça sıcaktı. Ama hafif esen tatlı rüzgar bedenimi serinletiyordu. Kulağıma dolan neşeli seslerle doğrulup arkama baktım.

Sevdiğim kadın, kucağındaki bebeğimizle kahkahalar eşliğinde bana doğru ilerliyordu. Yüzünden eksilmeyen gülümsemesi bana da bulaşarak onun gülüşüne gülümseyerek eşlik ettim.

"Demir, Masal baba dedi." Sabırsızca karşımda durduğunda ayağa kalkarak, sevinçle yeşil gözleriyle bana bakan bebeğimize baktım. "Baba mı dedi?" diye sordum heyecanla.

"Gerçekten, baba dedi." Sesindeki heyecanla tebessüm ederek, Masal'ımızı kucağıma alıp yanağını uzunca öpüp kokusunu içime çektim.

"Kızım, haydi tekrar baba de," sesimi incelterek konuştum. "Ba-ba," dedim, heceleyerek. "Ba-ba."

Zümra, kıkırtılarla bizi izlerken Masal'ın inadının tuttuğunu anladık. Annesi kadar inatçıydı. Bu inadı başımıza dert olacaktı galiba. Masal huysuzca kıpırdayarak burnumu dudaklarının arasına almaya çalışırken, kafamı geriye çekerek, "İnatçı keçi işte." Deyip, sakalımı yanaklarına bastırarak kokusunu uzunca içime çekerek kıkırdadım.

Kızım annesi kadar güzel kokuyordu. Kendimi yanlarında karanfil bahçesine düşmüş gibi hissediyordum. İnadı ve gözleri Zümra'mdan almıştı. Banden aldığı tek şey dudakları olmuştu. Huyu da annesi gibiydi.

Zümra'yla bakışlarımız kesiştiğinde ona tüm sevgimle gülümseyip, belinden tutarak kendime çektim. "Teşekkür ederim, bana bu kadar iyi geldiğin için," deyip, alnını uzunca öperek iyice kendime çektim.

"Seni seviyorum öküzcük. Bu hiç değişmeyecek." Yeşil irisleri parıldayarak yüzünü yüzüme yaklaştırıp, dudaklarıma ilerledi ama Masal'ımızın sesiyle öpüşmeden ikimiz de neşeyle Masal'a baktık. Art arda "Ba-ba." Demesiyle, heyecanla kulağımda yankılanan sese şükrettim.

Kulağımdan hiç ek silmesini istemeyerek, boşluğa düştüğümde karanlığa düştüm.

Bu sefer saçımda hissettiğim baskıyla gözümü araladım. Yine ölmemiştim. Yine sevdiğim kadına gidememiştim.

Siyah tavanı görmemle aynı evde olduğumu anlayarak kafamı sağa çevirdim. Ağrılarım geçmişti ve şimdi daha iyi hissediyordum. "Merhaba, nasıl hissediyorsunuz? Ağrınız var mı?" yine tiz sesi duymamla, sağ tarafımda duran kadına baktım. Birkaç saniye bedenimdeki ağrıları hissetmek için bekledim ama sadece karnımda küçük bir sızı hissettim. "İyiyim," deyip, doğrulmaya çalıştım. Bana yardım ederek doğrulmamı sağladı.

"Bana ihtiyarı çağır!" dedim, sertçe.

"İhtiyar?" diye sorarcasına bana baktı. Sıkıntıyla nefesimi dışa verdim. "Tarık Korhan'ı çağır." Dedim.

Gülümseyerek odadan çıktığında arkasından çıplak göğsüme baktım. Yara bandını yavaşça kaldırıp yarama baktım. Acım geçen sefere göre pek fazla yoktu. Kaç gündür bu halde olduğumu merak ederek etrafıma göz gezdirdim. Yatağın üstünde duran siyah tişörtü giydim.

Yatağın karşısındaki kocaman aynanın varlığından rahatsız oldum. Olduça iğrenç bir görüntüydü. Yatağın sağında küçük bir cam, solunda ise gardrıp konulmuştu. Baş ucumda komodin yerine hastane cihazları vardı.

Birkaç dakika sonra, ismini bilmediğim, genç sarışın, hemşire olduğunu tahmin ettiğim kişi tekrar odaya girince, elindeki tepsiyle bana doğru ilerledi. "Tarık Bey, birkaç saat sonra evde olacaktır. Si-ize iyi bakmam gerekiyor. Uyandığınıza göre artık serum yerine bir şeyler yemeniz gerekiyor. İlaç almalısınız."

"Ne zamandan beri buradayım?" diye sordum, kaşlarımı çatarak.

"Bir haftadır buradasınız. Kazadan iki gün sonra uyanmış ve yaranız açılmıştı. Sizi tekrar uyutmak zorunda kaldık. Yaranız iyileşmeye başladı, vücudunuzdaki sıyrıklar ve çizikler fazla önemli değildi. Midenizin iki santim yukarısına batan cam parçasını çıkarttık. Birkaç haftaya iyileşirsiniz." Diyerek, tepsiyi bana uzattı. "Çorbayı yavaşça için ki, yaranız zorlanmasın. Afiyet olsun. Yemeğinizi yedikten sonra ilaçlarınızı vermeye gelirim."

"İstemiyorum! Tepsiyi alıp çıkın!" dedim sertçe. Sevdiğim kadınsız geçirdiğim günler boyunca yemek yememişken şimdi mi yiyeceğim.

"Ama-"

"Aması yok! O ihtiyar patronuna ulaş hem de hemen! Yarım saatte burada olmazsa bu evi yakarım!" Dedim öfkeyle. İsmini bilmediğim hemşire odadan çıkarken, arkasından öfkeyle soludum. Karşımdaki aptal ayna beni daha çok sinirlendirmeye başladı. Bir an kırmak istedim ama bunu yapmayarak sadece sabırla ihtiyarı bekledim.

Onu öldürmem için ayağıma gelecekti. Onu öldürecektim. Kanından olmam umurumda bile değildi. Onca yaptıklarını yanına kâr bırakmayacaktım.

Sessizliğin hüküm sürdüğü odada dakikalar birbirini kovalarken karşımdaki ayna birden siyah bir cama dönüştü ve ardından saydamlaşarak karşıyı görmemi sağladı.

Gördüklerim dikkatimi çektiğinde kıpırdanarak gözlerimi kısıp, karşımda oturan, bacaklarını karnına çekmiş ve yüzünü dizine dayayarak öylece durmuş bedeni iyice inceledim.

Görüş açım daha bi netleşince, bu sefer odayı saran sesle kız kafasını yavaşça kaldırarak bana baktı. Gördüğüm simayla, gözlerim olduğundan daha bi açılırken, hiç düşünmeden yataktan kalkarak cama doğru ilerledim.

"Zümra, Zümra'm. Yaşıyorsun, yaşıyorsun. Allah'ım teşekkür ederim," Karnımdaki ağrıyı umursamadan canım karşısında durarak yere çömeldim.

Günlerdir kalbimdeki ölmeye yüz tutan kara kelebeklerim canlanarak tekrar uçuşmaya başladı. Bedenimi terk eden umut tekrar kendisine yer edindi. Çaresizliğim ve bilinmezliğim kaybolarak yerini umuda ve sevince verdi.

"Zümra, bebeğim buradayım. Yanındayım." Dedim, sabırsızca. Ama beni duymuyordu. Korkuyla etrafına bakınıyordu.

Onu oradan almak için, ayağa kalkarak hızla odadan çıktım. Karşı odanın kapısına yönlenmek istesem bile bütün duvarlar bomboştu. Hiçbir kapıya rastlamadım. Çaresiz ve öfkeyle etrafıma bakındım ama yoktu. Zümra'ma gidecek hiçbir kapı yoktu.

"Boşuna arama. Ona ben istediğim zaman kavuşursun." Arkamda duyduğum sesle hızla arkama döndüm. İhtiyar bedenimi hızla süzdükten sonra kafasını keyifle salladı. "İyileşmişsin oğlum." Dedi, göğsünü kabartarak.

Kaşlarım çatılır çatılmaz tükürürcesine konuştum. "Kes sesini bunak! Kes sesini! Senin oğlun değilim! Hiçbir zaman olmadım!" Dedim, nefretle. İhtiyardan nefret ediyordum.

"Zümra'yı yanıma getir! Yemin ederim hiç düşünmem seni burada gebertirim!"

Birkaç adım yaklaşarak, güldü. "Ben ölürsen çok sevdiğin Zümra'n da ölür." Kolunu kaldırıp elindeki saati bana gösterdi. "Nabzım durduğu an o kız da benimle ölür."

Yüzündeki, canavarın ukala bakışlarından iğrenerek odaya girdim. Zümra'yı oradan çıkartmam gerekiyordu. Bakışlarımı hızla odada gezdirdim. Camı kıracak bir şey aradım ve sonunda hemen yatağın yanında duran sandalyeyi alarak tüm gücümle cama fırlattım. Ama cam kırılmadı. Hatta hiçbir şey olmamış gibi duruyordu.

Tekrar sandalyeyi fırlattım ama yine başarısız bir sonuçla karşılaştım. Defalarca kırmaya çalıştım ama hiçbirinde işe yaramadı. En sonunda yaramın ağrısına dayanamayark sertçe yere düştüm. Her iki avucumu cama bastırıp, ürkekçe bakan Zümra'ma çaresizce baktım.

"Seni kurtaracağım. Söz veriyorum kurtaracağım." Diye mırıldanarak acıyla gülümsedim.

"Onu tek bir şartla serbest bırakırım." Dedi, ihtiyar. "Benimle anlaşırsan onu sonsuza kadar serbest bırakırım."

Gözlerimi kapatarak, derince soludum. Birkaç saniye sonra gözlerimi açtım ve Zümra'ya baktım. Gözlerine yerleşen korku tüylerimi ürpertti. Küçük bir av gibi sadece ürkekçe etrafına bakınıyordu.

"Ona son kez zehir enjekte edersen sizi serbest bırakacağım." Duyduklarımla sinirle ihtiyara döndüm. "Kafayı yemişsin! Bunu kabul edeceğimi mi sanıyorsun?! Ölürüm de bunu yapmam! Asla yapmam!" diye bağırdım tüm sinirimle.

"Babanı dinle oğlum." Dedi, alayla. Her geçen saniye artan sinirim bütün bedenimi ele geçirdiğinde ayağa kalkıp ihtiyara doğru yürüdüm. Yakasından tutarak sırtını sertçe duvara vurarak yüzüne sinirle baktım.

"Sen hiçbir zaman benim hiçbir şeyim olmadın! Benim tek bir babam var oda Kenan Arslan! Sen hep benim nefretim oldun. Öyle de kalacaksın!" Sinirle yakasını bırakarak geri çekildim. "O yüzden sakın bana oğlum deme!" Yatağa geçmek yerine usulca camın karşısına geçerek yere oturdum.

İhtiyar odadan çıktığında fısıldadım. "Buradayım bebeğim. Yanındayım..." Küçük adımlarla odada geziniyordu. "Yanında olduğumu hisset lütfen," ona olan özlemim dolup taştı. Sessizce yanaklarıma düşen damlaları silerek, zayıflayan bedenini inceledim. Üstünde beyaz bir eşofman takımı vardı. Saçları açık ve birbirine karışmıştı. "Lütfen burda olduğumu hisset." Diye mırıldandığımda, adımlarını cama doğru yönlendirdi.

Yavaşça karşımda durduğunda yere oturup, gülümsedi. Dudaklarına asılan gülümsemesi o kadar acıyla doluydu ki bir an sertçe cama vurdum ama yine hiçbir şey olmadı.

Elini usulca kaldırıp karışmış saçlarına daldırdı. Yüzündeki acının tatlı tebessümü silinmeden parmaklarını saçında gezdirerek şekil vermeye çalıştı.

"Çok güzelsin, kahretsin ki bu halde bile çok güzelsin," diye mırıldandım.

Bakışlarımı saçlarından yavaşça ayırıp, yüzüne baktım. Kocaman yeşil gözlerinin altı morarmış, yeşilin hayat dolu rengi sönmüştü. Dudakları kurumuş ve neredeyse çatlamak üzereydi.

Eşofmanının cebinden çıkardığı küçük tarakla saçlarını yavaşça taramaya başladı. Her tarayışında kalbime kramplar girdi. Her gülümsemesini büyüttüğünde kalbime keder oturdu.

Dudaklarını aralayıp, konuşmaya başladı. "Bir küçücük..." sesi titredi. "Aslancık... Varmış." Ağlamamak için kendini sıkıyordu.

"Kırlarda, ko... Koşar oynarmış." Kirpiklerinden yanağına bir damla gözyaşı düştü. "Annesi onu, çok çok severmiş." İçine titrek bir nefes alarak mırıldanmaya başladı.

Tarağı saçına geçirdi. Yüzünü birden buruştururken acıyla inledi. "Neden taranmıyor bu aptal saçım!" Sinirle tarağı saçına geçirdi ve bu sefer hırsla saçını taramaya başladı. "Sizden nefret ediyorum! Sizden nefret ediyorum! Sizden nefret ediyorum!" iniltilerle konuşurken kalbim her inleyişinde durmak için yalvardı.

Tarağı sertçe cama vurup ayağa kalktığında, kapıya ilerleyip yumruklamaya başladı. "Bana makas getirin! Lütfen bana makas getirin! Makas getirin!" diye bağırdığında, saçını keseceğini anlayarak hızla ayağa kalktım.

"Hayır, hayız Zümra'm. Hayır bunu yapma! Yapma bunu lütfen bunu yapma!" diye söylenerek odadan çıkarak koridorda çaresizce gezinmeye başladım. Ne yapmam gerektiğini bilmeden tekrar odaya girdiğimde hâlâ yalvararak makas isteyen Zümra'ya bakarak tekrar odadan çıktım.

"İhtiyar!" diye bağırdım. Merdivenlere yönelip, "İhtiyar!" dedim tekrar.

"Neredesin Allah'ın belası!" Merdivenlerden inerek beni karşılayan siyahlarla kaplı salona girdim. Oturduğu kanepeden kalkarak bana baktığında, "Kabul. Kabul ediyorum. O zehri vereceğim ama önce beni onun yanına götür." Dedim, duruşumdan ödün vermeyerek.

Dudakları keyifle kıvrıldığında, kafasını sallayarak yanıma yaklaştı. "Tek bi hatanda onu öldürürüm." Dedikten sonra önümde yürümeye başladı. Merdivenlere yöneldiğinde arkasından onu takip ettim.

Zümra'nın beni görmek istediğini bilmiyordum ama oturup da saçını kesmesine izin veremezdim. Ne olursa olsun onu seyredemezdim. Yanında olmam gerekiyor.

"Bana tarak bulun." Dediğimde, ihtiyar koridorda durup, arkama baktı. "Tarak getir." Diye emir verdiğinde arkama döndüm. İsmini bilmediğim hemşire kafasıyla onaylayıp, yatak odasına girdi. Birkaç saniye sonra elinde küçük bir çantayla karşımda durduğunda, "Oğluma ver," dedi ihtiyar.

Onu öldürmek istesem bile Zümra'm için sabırla derin bir nefes aldım. Elinden çantayı alarak ihrtiyara döndüm.

"Umarım uyarımı ciddiye alırsın." Deyip, önüne döndüğünde elini boş siyah duvara yasladı. Birkaç saniye sonra duvar kapı gibi açılırken, şaşkınlıkla açılan kapının ardındaki kapılara baktım.

Bu adam gerçekten bir canavardı. Önden yürüyüp, siyah bir kapının önünde durdu. Cebinden anahtarı çıkartıp kapıyı açtığında, son kez bana bakarak güldü. "Sizi izliyor olacağım. Pek ileriye gitmeyin," arkasını döndü. Açtığı kapıdan çıkıp giderken arkasından derin bir nefes alıp, kapı kolunu yavaşça aşağıya indirdim.

"Lütfen bana makas getirin." Zümra'nın yere çömelmiş aynı şeyi mırıldanıp durduğunu duymamla içeri girip kapıyı kapattım. Kapanan kapıdan kilit sesini işitmemle arkama birkaç saniye bakıp, tekrar Zümra'ya baktım.

Nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum. Onun birkaç adım yakınındaydım ama daha fazla yaklaşamayacak kadar uzaktım da.

"Lütfen, makas..." Sustu ve kafasını ağırca kaldırıp bana baktı. Göz bebekleri birden parladı ama anında kara bulutlar çöktü. "Hayır sen gerçek değilsin. Biliyorum yine sahtesin ve yine beni kandıracaksın."

Bir adım attım. "Ben gerçeğim bebeğim," bir adım attım. "Buradayım," bir adım daha attım. "Yanındayım." Deyip, tam karşısına eğilerek durdum. Çantayı yere bırakarak, bağdaş kurup oturdum.

Göz bebekleri, hızla oynayıp, gerçek olup olmadığımı kontrol etmek istercesine baktı. "Ama, ama dün gerçek değildin... Seni gördüm beni kurtarman için yalvardım ama sen gittin." Göz bebekleri öyle şiddetlice titredi ki, kalbim acıyla kavruldu.

Elimi usulca kaldırıp, elini tuttum. "Bak gerçeğim Zümra'm. Buradayım," diğer elimi de elinin üstüne koydum. "Yanındayım." Birkaç saniye sessizce gözlerime baktı.

Yüzündeki korku dağılırken, bu sefer gözleri buğulaştı ve gözyaşları yanaklarına sel suları gibi aktı. "Seni çok özledim öküzcük," dediğinde, hıçkırarak ağlamaya başladı.

Bedenini kucağıma alarak sıkıca sarıldım. "Seni çok özledim bebeğim," saçını uzunca öpüp, sırtını okşadım. "Seni çok özledim." Kollarını bedenime daha sıkı sardığında, kucaklayarak yatağın üzerine bıraktım. "Beni buradan kurtar. Lütfen götür buradan." Yalvaran ses tonuyla kaşlarımı çattım.

O ihtiyarı ne olursa olsun öldürecektim!

"Kurtaracağım karanfilim. Söz veriyorum," saçını öptüm. Burnunu çekerek benden ayrıldığında, bakışlarındaki özlem kayboldu. "Bütün bunlara sebep oldğun için ve bütün bu sebeplerine rağmen yine seni özlediğim için kendimden iğreniyorum." Deyip, burnunu çekerek bana öfkeyle baktı.

Yüzünü ellerimin arasına alarak alnını uzunca öptüm. Tekrar kendime çekip, sarıldığımda, bana yine sıkıca sarıldı.

Onca yaşadıklarımıza rağmen hâlâ bana sığındığı için gülümsedim.

"Saçını tarayabilir miyim?" diye sordum usulca.

Kafasını iki yana salladı. "Kesmek istiyorum. Lütfen biraz keselim." Deyip, benden ayrılarak gözlerime baktı. Bakışlarımı usulca saçında gezdirip, kafamı sallayarak onayladım.

Yüzüne yerleşen tebessümle kalkarak elimden tuttu. Elini tutarken yaram bir an acıdı. Dişlerimi tüm gücümle sıkarak ayağa kalktım. Karşıdaki duvarı kaplayan aynaya doğru ilerlerken, eğilip çantayı aldım.

Aynanın karşısında durduğumuzda Zümra yere oturarak aynadan saçlarına baktı. İkimiz de sessizliğe gömüldük. Gözlerime ısrarla bakmaktan kaçıyordu. Bunu fark ediyordum.

Ama olsun buna bile razıydım. Sarılmasını bile beklemiyordum bu yüzden şu anki halimize şükrederek çantayı yere bıraktım. Fermuarını açarak içinden önce tarak çıkartıp, saçını yavaşla ve titizlikle taradım.

Acıtmamaya çalışıyordum ama yüzünü buruşturduğundan acıttığımın farkına varmıştım. İpeksi saçlarından eser kalmamıştı. Her taradığımda buram buram karanfil kokan saçında şimdi sadece toz kokusu geliyordu. Ama olsun böyle de çok güzeldi.

Saçını taradıktan sonra, makası elime aldım. Bunu yapmak canımı acıtsa bile onun iyiliği için kesmeliydim. dört parmaktan fazla kesmemeye dikkat ederek saçını kestim.

Yere düşen her bir saç telinden ayrı ayrı özür dileyerek gözyaşları eşliğinde saçını tekrar tarayıp, yeni öğrendiğim modeli ördüm. Zümra'nın sessiz hıçkırıkları tenime diken gibi battıkça battı. Acıttıkça acıttı ama öldürmedi. Ölüm bana haram kılınmış gibiydi.

Siyah lastikli tokayla saçını bağlayıp, eğilerek saçını uzunca öpüp kokusunu içime çektim. Kalbim ve göğsüm kokusuyla hasret giderdi. Ama hasreti o kadar büyüktü ki, kokladıkça içimdeki yaralar daha bi acıdı.

Doğrulduğumda, elinden tutarak kaldırdım. Birlikte yatağa ilerlediğimizde, pikeyi açarak "Haydi biraz uyuyalım," dedim. Onu buradan alıp götürmem için mantıklı bir plan kurmalıydım. Daha fazla zarar görmeden onu buradan kurtaracaktım. Yatağa uzandığında, pikeyi üstüne örterek yanına uzandım. Kafasını göğsüme yaslayıp, saçını okşamaya başladım.

"Neden uyuyoruz? Neden gitmiyoruz?" diye sordu, yorgunca.

"Buradan gitmemiz için dinlenmemiz gerekiyor bebeğim." Diye yanıtladım.

"Beni nasıl buldun? Çok geç kaldın bu sefer," Kafasını kaldırıp gözlerime baktı. "Neden burada tutuluyorum?" diye sordu.

"Günlerdir çok korktum. Çok kez kriz geçirdim ama yine ölmedim. Suya atlamam bile işe yaramadı. Bür türlü öl-" Nasıl devam ettireceğini tahmin ederek hızla elimle dudaklarını kapattım.

"Şişt," deyip, belinden tutarak yüzlerimizi hizaya getirdim. "Zümra, bebeğim. Sevgilim..." Elimi dudaklarından çekerek, yanağını usulca okşadım. "Seni öpmeme izin ver güzelim... Nefesine ihtiyacım var." Çatlamak üzere olan dudaklarını iyileştirmek istiyordum.

"Çok mu gurursuzum? Bana onca yaptıklarına rağmen yanında olmam çok mu aptalca?" yutkunarak dudaklarıma baktı. "Dudaklarımı öpmeni istemem çok mu gur-" Sözünü kesip, ensesinden tutarak kendime yaklaştırıp, dudaklarına hasretle kapandım.

Kuruyan dudaklarını, incitmeden yıpratmadan dudaklarımın arasında iyileştirmeye çalıştım. Göğsünde açtığım her bir çatlağı nefesimle iyileştirmek istedim. Kalbinin kırıklarını bu sefer daha bi güçlüce birbirine tutturmak istedim.

Elini yavaşça yanağıma bıraktığında, küçük hareketlerle okşamaya başladı. Bir elimle belini yavaşça okşarken, diğer elimi boynuna çıkartıp, şah damarının atışlarına odaklanarak öpüşlerimi derinleştirdim.

Nefessimin yettiği kadar dudaklarına taptım. Islaklığında ibadet ettim.

Dudaklamını son kez içime çekerek serbest bıraktım. Boynundaki elimi oynatıp, baş parmağımı alt dudağında gezdirip, hayranlıkla dudaklarını inceledim. Günlerdir hasretiyle yanıp tutuştuğum kadınıma bu sefer sahip çıkacaktım.

Renksiz dudaklarını eski rengine kavuşturduğum için, gülümseyerek kafasını tekrar göğsüme yatırdım. Eli usulca sakalımda gezinirken, elinden tutup avucunu uzunca öptüm.

Birkaç dakika sonra, düzenleşen nefesinden uyuduğunu anlayarak yavaşça başını göğsümden kaldırıp yastığa koydum. Yaramın üstüne uzandığı için zorlanmıştı ve ağrısı katlanmıştı. Yüzümü buruşturarak ayağa kalktığımda, açılan kapıya baktım.

İhtiyar bana bakıp, "Haydi, şimdi anlaşalım." Dediğinde, çıkmamı bekledi. Ama bakışlarım yerdeki saçlara kayınca, aynaya doğru ilerledim ve bütün saçları toplayıp, avucuma alarak ayağa kalktım. Son kez yatağa yaklaşıp, Zümra'nın yüzüne eğilerek saçını öpüp geri çekildim.

"Seni seviyorum." Deyip, doğrularak kapıya ilerledim.

Odadan çıkar çıkmaz önden yürüyüp, az önce kaldığım odaya geçtim. Hemşire kıza bakıp, "Bana poşet getir." Dedim, sertçe. Birkaç saniye sonra odadan çıkarken, ihiyar odaya girdi.

"Akşam, sana vereceğim zehri acımadan ona enjekte edeceksin. Sonra ise ikinizi serbest bırakacağım." Deyip, yatağa oturduğunda, hemşire kızın getirdiği poşeti alarak Zümra'nın saçını içine koyarak poşetin ağzını bağlayıp cebime koydum.

"Önce o elindeki saati iptal et." Dedim, sinirle.

"Yapacak mısın?" diye sordu.

"Yapacağım." Dedim, tek seferde. "Yapacağım ve bu oyun bitecek artık." Siyahın hüküm sürdüğü gözlerine nefretle baktığımda, pes ederek bakışlarını çekip ayağa kalktı.

Kolundaki saatle birkaç saniye uğraşıp saati çıkartıp yere atarak üstüne bastı. "Sana güvenmek istiyorum oğlum." Deyip, omzuma donunarak odadan çıktığında, sinirle omzumu sirkeleyip camın karşısında uyuyan bebeğime baktım.

Onu kurtaracaktım. Bu sefer gerçekten celladı değil, kahramanı olacaktım.

Yere oturup, karşı odayı izledim. Hiçbir şey düşünmeden sadece bebeğime baktım. Uzun uzun baktım. Çünkü bu onu son izleyişim olacaktı.

Onu son öpüşüm ve son sevişim olacaktı.

Dakikalar ve saatler birbirini yorulmadan kovalarken, saatlerce aynı yerde hareketsizce sevdiğim kadına bakmıştım. Birkaç saatlik uykudan sonra uyanmış gözleri beni aramıştı ama beni bulamayınca, sessizce beklemişti.

Kapının açılmasıyla vaktin geldiğini anlayarak ayağa kalktım. İhtiyar bana doğru yaklaşıp, "Vakit geldi." Dedi, soğukkanlılıkla.

Önümden yürüdüğünde, arkasından takip ederek Zümra'nın içinde olduğu odanın kapısında durduk. Elini cebine koyarak içinden şırıngayı çıkartıp bana uzattı. "Yanlış bir hatanda ikiniz de ölürsünüz!" Sertçe beni uyardığında onu umursamadan şırıngayı alarak cebime koydum.

Odanın kapısını açtığında yavaşça içeriye girdim. Zümra beni fark eder etmez gülümseyerek bana doğru ilerledi. "Gerçekmişsin," deyip, boynuma sarıldığında, kolumu beline sararak ona sıkıca sarıldım. "Bir an yine hayal olduğunu düşünmüştüm."

"Bebeğim, seni çok seviyorum." Deyip, ayrıldım. Yüzünü avuçlarımın arasına alıp, burnuna küçük bir buse konsurdum. "Sana olan aşkım gerçek Zümra. Bunu sakın unutma. Ben hiçbir zaman seninle oynamadım. En başından beri seni sevdim ve öyle de devam edecek," gözlerime anlamsızca baktı.

"O oyununu da hiç sevmedim." Dedim, küskün bir tavırla.

"Ben de hiç sevmemiştim ama sana acı çektirmek istedim. Bensiz ölmek iste ama ölme istedim. Seni yokluğumla cezalandırmak istiyordum." Dedi, dudaklarını büzerek.

Bakışlarım dudaklarına kaydığında, yüzünü kendime çekip dudaklarına kapandım. Son öpüşümün tadına uzun uzun vardım. Son nefeslerini içime çekip dudaklarımızı ayırararak, saçını sevdim. Kafasını göğsüme yaslayıp, cebimdeki şırıngayı çıkartarak hiç düşünmeden sağ bacağıma batırıp, içindeki zehri bedenime enjekte ettim.

"Artık canını yakmayacağım sevgilim," deyip, şırıngayı yere attım. "Artık, benim yüzümden üzülüp ağlamayacaksın," Yüzünü göğsümden kaldırıp gölerine baktım. "Söz ver bebeğim. Mutlu olacağına söz ver." Deyip, söz vermesini bekledim.

Bacaklarımdan bedenime doğru yol alan uyuşuklukla güçlükle direnmeye başladım. "Seni seviyorum Demir." Deyip, dudaklarımı öptüğünde daha fazla dayanamayıp dizlerimin üstüne düştüm.

"De- Demir," Zümra, korkuyla eğilip yüzümü avuçlarının arasına aldı. Ama bedenimi esir alan zehir o kadar kuvetliydi ki dokunuşlarını hissedemedim. "De-Demir, beni yalnız bırakma. Korkuyorum." Sesi gittikçe kısıldı ve sağır oldum. Gözlerim hızla kararmaya başlarken dudaklarımda hissettiğim baskıyla, dudaklarım tebessümle yukarıya kıvrıldı.

"Lütfeni lütfen beni bırakma. Demir, lütfen bırakma." Elimi kaldırıp saçını okşayarak, "Son defa, öp beni sevgilim." Deyip, gülümsedim. Gözyaşları yanaklarına akın akın yağarken, dudaklarıma kapandı.

Nefesi son defa içime işledi. Son defa dudaklarını tattım ve son defa kollarının arasına sığındım.

Kuru öksürüklerim dudaklarımızı ayırmak istese bile Zümra dudaklarımı bir an bile bırakmadı. Boğazımdan ağzıma dolan sıvıyla, sertçe öksürdüm ve Zümra'dan ayrılıp dudaklarımı araladım. Ağzıma dolan kanın metalik tadıyla yüzümü ekşittim.

Tahminim doğru çıkmıştı. Bu zehir bebeğimi öldürecekti. Ve ben zehri kendime enjekte ederek onu kurtarmıştım.

Zümra, hıçkırarak dudaklarımı silerek tekrar dudaklarımızı buluşturdu. Onu geri ittiğimde, dudaklarına bulaşan kanı silmek istedim ama kolumu kaldıramadım. "Hayır, hayır, hayır Demir, lütfen ölme! Lütfen ölme!" Kafamı göğsüne yaslayıp bana sıkıca sarıldı.

"Lütfen yardım edin! Lütfen yardım edin!" yardım çığlıkları işe yarar mıydı bilmiyorum ama artık çok geç olduğunu hissediyordum. "Ölme!" Saçlarımı öperek, yüzümü okşuyordu.

Seni çok sevdim Zümra'm. O kadar çok sevdim ki, incitmekten korktuğum halde acımdan incittim. Kırdım ve hırpaladım ama bitti sevgilim. Bitti bebeğim.

Bitti karanfilim.

Artık seni incitmeyeceğim. Sana zarar vermeyeceğim.

Gözlerimi kapattığımda, acıyla yanan bedenim huzura erdi.

İşte şimdi sevdamın kahramanı olmuştum.

🖤

Tekrar buluşana dek Kendinize iyi bakın.

Kitabım final olmadı. Sadece biraz ara vereceğim.

Kitabımın beğendiğiniz kısımları TikTok ta paylaşarak bana destek olabilirsiniz.

#zümra #thezelalo #Demirarslan #Zümrakorhan

Hastag'leriyle paylaşabilirsiniz.

Son olarak bildirimlerden ve yeni bölümlerden haberdar olmak için İnstagram, TikTok ve Wattpad hesaplarımı takip etmeyi unutmayın.

İnstagram: zumra_official_

TikTok: thezelalo

Twitter: Zümra_wattpad

Kitabımı önermeyi unutmayın lütfen.


Continue Reading

You'll Also Like

24.5K 4.5K 40
"Terk edilmiş bir şehir..." Kaşları çatıldı. Kafamı tekrar salladım. İşaret parmağımı şakağıma dayadım. "Kafamın içinde terk edilmiş bir şehir var." ...
8.9K 242 13
Asayra babasının ölümünden sonra kendi içine kapanır. Sevdiklerinden ve kendinden uzaklaşan Asayra'yı yeni tanıştığı bir adam bilmediği gerçeklere ma...
947 73 10
Narya ve Ardıl; İntikam için yanıp tutuşan iki 'ATEŞ'... İntikam ateşini harlamak için kurulan bir tim; Kuzgun... Kazananı olmayan ama bir çok kaybed...
7.3M 318K 85
Bu kurguda argo, küfür ve yetişkin içerik barındıran sahneler bulunmaktadır. ●○●○● "Beni sokmaya çalıştığın kalıpta olmadığımı sen de ben de gayet iy...