KIYAMETİN ÇOCUKLARI Alogran G...

By Apokras

652 67 207

Çok uzun zaman önce, fantastik ve şeytani varlıkların yaşadığı bir dünya'da geçen bir çok karakterin hikayel... More

HARİTALAR
Bilinen Dünya Düzeni
Mühür Koruyucuları
Hainlere İhanet
Asabbah Çıkmazı
Sıradan Bir Gün

Aramızdaki Kötülük

127 14 56
By Apokras

Bilinen dünyanın kuzey bölgesindeki yerleşkelerden birinde karlı bir kış günü. Subhot adında zorlu hava koşullarından dolayı fakir insanlarla dolu bir köy vardı. Hava bu bölgede sürekli karlı olurdu. Subhot, bilinen dünyanın en soğuk bölgesine yerleşmiş olan Sholl Krallığı'nın köylerinden biriydi.

Bu köyün evlerinden birinde bir olay yaşanıyordu. Hayatını çiftçilikle kazanan fakir bir aileye ait eski ahşap bir evde, Nel adındaki bir genç kız yatağa bağlı bir şekildeydi. Beyaz bir gecelik giyiyordu ve vücudu çürümeye başlamıştı. Vahşi bir hayvan gibi hırlıyordu ve tanıdık olmayan bir dilde bir şeyler mırıldanıyordu. Dışarıdaki kar fırtınası sanki içerdeymiş gibi duyuluyordu. Nel'in anne babası küçük zavallı kızları için dua ediyorlardı. Bu insanlar sıradan köylülerdi. Nel'in annesi Mia, kızı için dua ederken ağlıyordu. Ama babası Shoka kapıya doğru bakıyordu. Sanki kendilerine yardım edecek birilerini bekliyor gibi görünüyordu. Dışardan gelen rüzgâr sesi annesinin ağlama seslerini bile bastırıyordu. İçeride irine benzer pis bir koku vardı. Bir süre sonra kapı çaldı. Shoka koştu ve kapıyı açtı. Kapının açılmasıyla yağan karlar içeri girmeye başladı. İçerinin sıcaklığında ani bir düşüş yaşandı.

"Evime hoş geldiniz, Siguldrad hazretleri." Dedi Shoka.

"İblis tarafından ele geçirilmiş kız nerede?" Diye sordu yabancı adam. Siyah bir cübbe giyiyordu ve kırmızı kaplı bir kitap tutuyordu. Kıyafetinin üstünde biraz kar vardı. Boynundaki kolye, Gondar'ınkinin aynısıydı. Sholl Krallığı'nda Protectorlara verilen ünvan Siguldrad'dı.

"Burada, lütfen takip edin." Dedi Shoka.
Mia, Siguldrad'ı görünce sesli bir şekilde ağlayarak yalvarmaya başladı.

"Lütfen kızımı kurtarın, Siguldrad hazretleri. Ne isterseniz yaparım!"

"Lütfen beni onunla yalnız bırakın." Dedi Siguldrad. Shoka ve Mia yürümeye başladı ve odadan çıktı.
"Ve ne duyarsanız duyun, sakın odaya girmeyin!" Diye ekledi.
Onlar odadan çıktıktan sonra, Nel konuşmaya başladı.

"Tekrar görüştük, Tolg Blake!"
Nel'in gözleri kırmızıya döndü. Şeytan çıkarma ayinine hazırlanan Tolg, Nel'in yüzüne tekrar bakınca onun kırmızı gözlerini gördü.
"Sen!"

"Evet ben! Fakat burada farklı bir durum var." Diyerek güldü Nel. Dudaklarını yalıyordu.

"Kendime bedenini ele geçirecek yeni bir kurban buldum. Aslında onun bu bakire bedeninde çok eğleniyorum. Ve gerçek bir Protector tarafından sikilmek istiyorum, senin gibi şeytan çıkarıcı biri tarafından değil. Öldürdüğüm Protectorlar gibi birileri tarafından. Ortağın gibi ya da aşkın gibi." Nel, Tolg'un gözlerinin içine bakıyordu.

"Bu sefer ben seni öldüreceğim!" Diye bağırdı Tolg. Sinirlenmişti, çünkü bu iblisle önceden tanışmıştı. Onun kız arkadaşı ve ortağını öldürmüştü.

"Siz topraktan yaratılanlar her zaman çok konuşuyordunuz. Burada bilinçli olarak bulunuyorum. Ayrıca şunu eklemek isterim ki hiçbir zaman beni öldürecek kadar yetenekli değildin. Gelecekte de olamayacaksın." Dedi ve kahkaha atmaya başladı.

"Dışarı Su Vefki çizdim. Buradan ayrılamazsın." Dedi özgüvenli bir şekilde.

"Emin misin? Buraya senin aracılığınla cehennemden daha fazla iblis çıkartmaya geldim."

Tolg bunu duyduğuna şaşırmıştı. Artık burada bulunduğu için kötü hissetmeye başlamıştı.

"Benim aracılığımla mı?"

"Senin kanını ve ruhunu kardeşlerimden birkaçını serbest bırakmak için kullanacağım. Bildiğin üzere iblisler sadece daha önce iblis öldürmüş birinin kanı ve ruhuyla yapılan bir ayinle serbest bırakılabilir."

Aniden odanın kapısı açıldı. Shoka ve Mia odaya girdi. Tolg onlara baktı ve bağırdı.
"Size odaya girmeyin dedim. Bu çok tehlikeli!"

Nel ellerini ve ayaklarını çözdü. Birden ayağa kalktı.
"Seni dinlemezler."

"Sikeyim seni!" Diye bağırdı Tolg ve kitabını açtı.

"Ben gelmeden önce onların bedenlerini ele geçirdiniz demek!"

"Ben hiçbir şey yapmadım. Yemin ederim. Onlar sadece benim Efendime tapıyorlar."

Tolg tehlikede olduğunu farketmişti, ama onun için artık çok geçti. Kendini bu durumdan kurtarmak için koşmaya çalıştı ama başaramadı. Bir bıçak sesi duyuldu. Nel'in ailesi Tolg'a ihanet etmişti. Tolg'un boğazını kestiler.

"Çok büyük ve değerli bir hediyeyle ödüllendirileceksiniz. "dedi Nel.

"Bizim için bir zevkti efendim." Dedi Shoka ve diz çöktü.

"Benim için de." Dedi Mia ve o da diz çöktü.

Evdeki mumlar birden söndü. Aile fertlerinin çığlıkları duyuldu, daha sonra bıçaklanma sesleri... Çığlıklar kesildi.

Güneş doğduğundaysa evden geriye sadece küller ve moloz yığınları kalmıştı. Evin önünde toplanan insanlar korkuyla enkaza bakıyordu. Köydeki Obelisk çatlamıştı. İnsanlarsa cadılık ve şeytan hakkında konuşuyordu. İçlerinden biri bu aileyi şeytanla anlaşma yapmakla itham etti. Bir başkası ise onların cadı olduğunu iddia etti.
Köydeki herkes bu olay hakkında konuşuyordu. Bir süre sonra ona yakın süvari geldi. Liderleri siyah bir kurt kürkü giyiyordu.

"Vulrad Granor Vildrum bizi buradaki olay için gönderdi. Burada ne olduğuyla alakalı bir şey bilen var mı?" Diye sordu lider.

"Gordaklar şeytanla anlaşma yaptılar. İntihar etmeden önce bir şeytan kovucu öldürdüler." Dedi köylülerden biri.

"Herhangi bir kanıtın var mı?"

"Dün gece evlerine giren bir şeytan kovucu gördüm."

"Bu onları şeytanla anlaşma yapmayla suçlamaya yetecek bir kanıt değil."

"Herkes onların cadı olduğunu biliyordu!" Dedi bir başka köylü.

"Yani? Bu söylediğinden onları cadı olduğu için yaktığınız sonucuna ulaşabilir miyim?" Diye bağırdı lider.

"Guldrad Leska, biz onlara hiçbir şey yapmadık. Bu sabah onların evini bu halde bulduk." Dedi yaşlı bir adam.

"Başka bir şey?"

"Sanırım onların gözlerini gördüm, Guldrad." Dedi bir önceki köylü.

"Güzeller miydi?" Diyerek güldü Guldrad.

"Kırmızıydılar ve alev gibi parlıyorlardı."

Guldrad Leska, bu söyleneni duymamış gibi yaptı ve atını köyün dışına doğru sürmeye başladı. Diğer süvariler de liderlerini takip ettiler.

"Tanrı bizi terk etti, Guldrad da bizi terk etti!" Diye bağırdı yaşlı adam.

"Belki Vuldrad köyümüz için bir şeyler yapar." Dedi gözleri gören köylü.

"Belki bir şeytan kovucu ya da rahip tutabiliriz." Diye önerdi bir başka köylü.

"Hangi parayla?" Diye sordu yaşlı adam.

"Takas öneririz." Dedi öneriyi yapan köylü.

"Kendini kandırma. Kimse bize yardım etmek istemez. İçimizden birileri bir şeytan kovucu öldürmüşken... Dün geceden itibaren Gordaklar yüzünden hepimiz lanetlendik ve kaderimize terk edildik." Dedi yaşlı adam.

"O haklı! Hepimiz öleceğiz!" Diye bağırdı bir kadın.

"Hayır! Sana katılmıyorum. Gidip yardım bulacağım! Kim benimle?" Diye bağırdı, kırmızı gözleri gören köylü.

"Ben seninle gelirim, Nergad." Dedi öneriyi yapan köylü.

"Yardımların için şimdiden minnettarım Bilg. Başka var mı?" Kimse bu soruya cevap vermedi.

"Siktiğimin aptalları." Diye mırıldandı Nergad. Nergad, Bilg'e döndü.

"Fazla zamanımız yok. Yakında ayrılmak zorundayız. Git ve hazırlan."

Nergad, uzun zaman önce ailesini kaybetmiş yalnız biriydi. Otuz yaşlarında kızıl saçlı biriydi. Bir ineği tek başına yardımsız kaldırabilecek kadar güçlü biriydi. Yardım etmek istemişti çünkü Holoveras adında bir şehir duymuştu ve bu şehirde yardım bulabileceğini düşünüyordu. Yaklaşık yirmi dakika sonra, Nergad ve Bilg yolculuklarına başladılar. Holoveras, Tolotorian İmparatorluğu'nun bir şehriydi ve oraya gitmek için Lanetli Irkların yaşadığı kıta olan Zona de Exiles'tan geçmek gerekiyordu. O yerde bazı doğaüstü yaratıkların olduğu söyleniyordu. Bu zamana kadar oraya giden kimseden haber alamamışlardı. Ama Nergad, köyüne yardım etmekte kararlıydı. Öte yandan Bilg, o kadar kararlı görünmüyordu.

"Zona de Exiles'tan geçmek zorundayız değil mi?" Diye sordu Bilg.

"Evet, yarı insan yaratıklarla dövüşebilir misin?"

"Denerim."

"Ya da ölürsün." Diyerek Bilg'e güldü Nergad.

"Dünkü çocuk değilim. Kaslarım seninki kadar güçlü değil ama zekama güveniyorum."

"Keşke bende kendime o bölgede senin kendine güvendiğin kadar güvenebilseydim."

"Oradakiler o kadar tehlikeli mi?"

"Vuldradları bile korkutacak kadar tehlikeliler."

"Neyse ki Vuldrad değiliz " diyerek güldü Bilg.

Konuştukları sırada bir ormanın içinden geçiyorlardı. Nergad, Bilg'e bir süre sessiz olmasını söyledi. Çünkü, burası dev kurtların yaşadığı bir bölgeydi ve bu kurtlar her zaman açtı. Herhangi bir hata hayatlarına mal olabilirdi. Yüz metre ilerledikten sonra bir kurt uluması duyuldu. Ardından bir kadının yardım çığlıkları. Nergad ve Bilg birbirlerine baktılar.
"Yardım etmeli miyiz?" Diye fısıldadı Bilg.

"Şu anda kutsal bir yolculuktayız. Aqrament'in bize yardım etmesi için, ihtiyacı olan herkese yardım etmeliyiz."

"Lanet olsun!"

Kadına doğru koşmaya başladılar ve silahlarını çektiler. Yaklaştıkça kadının silüetini görmeye başlamışlardı. Kadına saldıranlar üç sıradan kurttu. Kadın yardım çığlıkları atarken ağlıyordu. Nergad bir aslan gibi kükredi ve baltasını savurdu. Birinin kafasını kesti. Bilg ise tırpanıyla birinin kafasını daha uçurdu. Sonuncu kurtsa korkup kaçmıştı.

"Teşekkür ederim efendim. Adlarınızı öğrenebilir miyim?"

"Subhot'tan Nergad."

"Subhot'tan Bilg."

"Ben de Lower Guard'dan Proceghan."

"Orayı daha önce hiç duymamıştım." Dedi Nergad.

"Orası neresi?"

"Rusesin İmparatorluğu'na bağlı bir şehir."

"Bir dakika! Bir Rusesinli Sholl topraklarında öyle mi?" Diye sordu Bilg.

"Evet. Neden bu kadar şaşırdın ki?"

"Çünkü Rusesin'den buraya gelebilmek için Zona de Exiles'tan geçmek gerekiyor. Rusesin'den geldiysen, oradan geçmiş olmalısın. Doğru muyum?" Diye sordu Nergad.

"Evet doğrusun."

"Bekle! Ona bize katılmasını teklif etmeyeceksin, değil mi?" diye sordu Bilg.

"Edeceğim."

"Size katılmak mı? Neden? Nereye gidiyorsunuz ki?"

Hikayeleri hakkında her şeyi anlattılar.

"Eğer geçmemize yardım edersen, başarabiliriz." dedi Nergad.

"Orası lanetli bir kıta ve çok tehlikeli, ama diğer yollardan daha güvenli olan bazı yollar biliyorum. Belki geçmek için tamamen güvenli bir yol bile bulabilirim. Buraya gelmeden önce neredeyse yedi yıldır avcı olarak çalışıyordum. Tehlikeli bir durumda hayatta kalmak için bazı becerilerim var. Size katılabilirim."

"Yapalım mı?" diye sordu Bilg.

"Evet yolculuğa başlayabiliriz." dedi Proceghan.

Tekrar yürümeye başladılar.

"Sana bir şey sormam gerekiyor." dedi Nergad.

"Can kulağı ile dinliyorum." dedi Proceghan.

"Zona de Exiles'tan geçmeyi nasıl başardın?"

"Bilmek istemezsin."

"Aslında istiyorum. Bunun bir yolunu öğrenirsem belki ben de kullanırım."

"Gördüğüm herkesi öldürerek."

"Gördüğün herkes mi? Biz de gördüğün herkesten biriyiz." diye sordu Bilg.

"Evet, sen de öylesin. O bölgede seninle karşılaşsaydım seni de öldürmeye çalışırdım."

"Neyse ki, o bölgeye gitmeden önce seninle karşılaştık." Diye gülümsedi Bilg. Diğerleri de gülümsedi.

"Yani avcıydın, ama o kurtların önünde yardım için bağırıyordun?" diye sordu Nergad.

"Evet, çünkü başım büyük beladaydı. Froztown'ın Vuldradı beni cadı olmakla suçladı ama insanları yakmak Wilah dininde büyük günahtı. Guldradlarından biri beni süvarileriyle bu ormana getirdi ve tüm silahlarımı aldı. Hiçbir delil göstermeden beni bu şekilde cezalandırdılar. O kurtlarla savaşamadım çünkü silahım yoktu. Sizin sayenizde kurtuldum bu durumdan."

"Çok üzüldüm."

"Üzülme. Sana hayatımı borçluyum ve size borcumu ödeyeceğim."

***

Sletzer Rupto Alogran, yanına yaklaşık elli asker alarak Faucel'a doğru yola çıkmıştı. Faucel, Variopolis'e beş günlük mesafedeydi.

Askerlerden ikisi Protectordu. Protectorlardan biri ise Gondar'dı. İmparatorun arabasının hemen arkasından gidiyordu. Birkaç saat sonra şehrin kuzeybatısındaki Maze ormanına girdiler.

Bu ormanın derinliklerinde dev örümcekler ve birtakım şeytani ruhlar yaşıyordu. Gondar, Sletzer'in yanına gitti.

"Efendim, bu güzergâh biraz tehlikeli değil mi?"

"Emin ol diğer güzergâh daha tehlikeli. Obeliskin dışındayız. Önümü kesmek isteyen bir sürü düşman var. Hatta bu düşmanlardan bazıları benim sarayımda konaklıyor."

"Efendim, oğlunuzun dediklerinden dolayı benle alakalı en ufak şüpheniz varsa, emredin kendimi öldüreyim."

"Senden şüphem olduğu gün seni yılanlarıma yem ederim. Sen değil ama yüksek rütbeli adamlarımdan biri. Oğlumun dedikleri yanlış olsa da ona komplo kurulmuş olması doğru. Kim olduğunu bulmak için birkaç kişi görevlendirdim."

"Efendim, ya şeytani ruh saldırısına uğrarsak?"

"Ne o korktun mu?"

Gondar, tekrar yerine gitti. Bu ormanın derinlikleri labirent gibiydi. Eğer bir şekilde içeri girmek zorunda kalırlarsa bir daha çıkamamaktan korkuyordu. Gondar öyle bir duruma düşerlerse diye plan yaparken, imparator muhafızlarından biri telaşlı bir şekilde atıyla yaklaştı. Sletzer'in önünde durdu.

"Yüce İmparatorum, Faucel'daki tüm tapınaklar yanarak yıkılmış. Rahipler de tapınakların içinde ölü bulunmuş. Obelisk de yıkılmış."

Sletzer, Gondar'a baktı.

"Diğer arkadaşların Faucel'a ulaşmış mıdır?"

"Yakındır, Yüce İmparatorum..."

"O halde telaşa gerek yok. Normal seyredeceğiz." dedi soğukkanlı bir şekilde.

Gondar, imparatoru inceleyen gözlerle bakıyordu. Onu çocukluğundan beri tanımasına rağmen, bir türlü onu çözememişti. Hiç şaşılmayacak şeylere şaşıyor, herkesi şaşırtacak şeylerde çok sakin kalıyordu. "Sanırım Alogran kapısının bu kıtaya hükmetmesinin sebebi bu huyları." diye düşündü.

İmparatorun üç muhafızı vardı, biri baş muhafızdı diğer ikisi ise etraftaki güvenliği sağlamakla yükümlüydü. Ailesinden olmadığı halde dünyadaki en güvendiği üç kişiydi bunlar. Baş muhafız şimdi tam karşısında oturuyordu. Sletzer, yolculuğu sırasında pencereden dışarı bakıp düşünüyordu. Bir süre sonra aniden baş muhafızına baktı.

"Dealock, Asrum hala sarayda değil mi?"

"Evet, efendim."

Baş muhafızın adı Dealock'tı. Daha bebekken Sletzer, muhafız olmak üzere birçok insanı sarayına almıştı. Yetiştirdiği bebeklerin eğitiminden, ne yiyeceklerine kadar Sletzer bu çocuklarla ilgilenmişti. Aralarından bazılarını İmparator Muhafızı yapmıştı. Muhafız olmayan diğer çocuklara ne olduğunu ise kimse bilmiyordu. İmparator'dan sonra en yetkili kişi olan İmparator gölgesi bile yer yer, muhafızlardan emir alırdı. Her ne kadar en yetkili kişi olsalar da,

İmparatorun en güvendiği kişilerle ters düşmeyecek kadar zekilerdi. Ayrıca zaten sadakat de bunu gerektirirdi. İmparatordan başka derdi olmayan bu muhafızlara uymak, imparatorlukta sadakat belirtisiydi. İşte Dealock da o muhafızların başında gelen isimdi. Sletzer, Dealock'a baktı;

"Birden fazla kişi bana sadık değil. Uzun süredir oğlumun bana ihanet edip etmediğini düşünüyordum. Bunu öğrenmek için vezirim olan gölgemi vermek zorunda kaldım. Ama artık eminim ki oğlum da benim gibi sadece gerçeği arayan sinirli bir Alogran."

"Ailenizden yana bir sıkıntı olmamasına sevindim, Efendim." Dedi Dealock. Dealock, simsiyah bir zırh giymiş bir şövalyeydi. Yüzü ise görünmüyordu. Bahsedilen Asrum ise diğer bir İmparator muhafızıydı. Kalan üçüncü muhafız ise haberi getiren kişi Hyena'ydı.

"Ailemde bir sıkıntı var. Küçük oğlum Johno. Şu gözü alev gibi parlamayan iblislerden biri tarafından ele geçirildi. Daha doğrusu zaman zaman ele geçiriliyor. Bir konak gibi."

"Obelisklerin etki alanı içindeyken bu nasıl mümkün olabilir?"

"Aklıma gelen tek bir ihtimal var."

"O da İmparatoriçemizin cadı olması değil mi? Çocuklarınızın içindeki cadı kanı uyanırsa Obelisklerin etki alanı içindeyken de ele geçirilme olabilir. Oğlunuzun vücudu henüz çok taze ve güçsüz olduğu için karşı koyamıyor olabilir."

"Seni bu yüzden yanımda tutuyorum Dealock. Sen beni o kadar seviyorsun ki, belki ölümüne sebep olabilecek şeyleri pat diye söyleyebiliyorsun." Diyerek güldü Sletzer sonra Dealock'ın dizine dokundu ve konuşmaya devam etti.

"Şu koskoca dünyada güvenebileceğim bir muhafızlarım var. Bana ihanet içinde olanların kimler olduğunu tahmin edebiliyorum. Her biri sınanacak ve ne oldukları ortaya çıkacak."

Pencereden kafasını çıkardı ve "Hyena"diye bağırdı.
Hyena saniyesinde İmparator'un önünde belirdi.

Hyena'nın da görünümü tıpkı Dealock'ınki gibiydi.

"Emredin, Yüce İmparatorum!"

"Seceralia'ya git ve oradaki Antik Label Üniversitesin'den Simya profesörü Erlik İlger'i, Variopolis'e götür. Bizzat benim salonumda ağırlansın. Ve ben gelene kadar onu koru."

"Emredersiniz Yüce İmparatorum!" Dedi Hyena ve atına binip uzaklaştı.

"Efendim, planladığınız bir şeyler mi var?" Diye sordu Dealock.

"Evet var. Sizler benim en sadık adamlarımsınız. Ve her biriniz bana sadık olmayan birini bulup, öldüreceksiniz."

"Başım üstüne İmparatorum, lakin ben kimi öldüreceğim?"

Sletzer güldü. "Sadakatinin başkasına olduğunu söyleyen herkesi."

Dealock'ın gözleri imparatoruna bakarken yeşil bir şekilde parladı. Miğferinin arkasından güldüğü gözlerinden belli oluyordu. Sletzer ise gurur duyuyormuşçasına Dealock'a baktı.

***

Facuel'ın güneyinde yirmiye yakın atlı göründü. Gelenler Gondar'ın haber gönderdiği Protectorlardı. Hepsinde Gondar'ın zırhının aynısından vardı. Bunlar Gondar'ın İmparatora bahsettiği, İmparatorluk Müfettişi olarak bilinen Protectorlardı.

"Su vefklerini hazır edin! Büyü torbalarınızı hazır edin! Kılıçlarınızı yağlayın! Sağlık iksirlerinizi, dayanıklılık iksirlerinizi hazır edin! Taşlarınızı, muskalarınızı, tılsımlarınızı hazır edin!" Diye bağırdı başlarındaki.

Faucel'a yaklaştıklarında, yıkılan tapınakları gördüler. Enkazın içerisinden çıkan dumanlar hala bitmemişti. Ortalıkta hiç kimse yoktu. Faucel terkedilmiş ölü bir kasaba gibiydi.

"Neredeler?" Dedi içlerinden biri.

"Ölmüş olamazlar değil mi?" Dedi bir başkası.

"Burada bir mühür kırılmış." Dedi başlarındaki Protector.

Köyde hiç kimse yoktu. Değil insan, bir kuş, bir kedi herhangi bir canlı bile yoktu. Köyün kuzeyindeki tepeye inşa edilmiş Pritra Kalesi'ne doğru ilerlemeye başladılar. İçlerini izleniyormuşçasına kötü bir his kapladı. Sanki yıkılan binalardan, yanan evlerin içindeki dumanlardan ulvi olmayan yaratıklar, Protectorları izliyordu.

"Üstad, kalede de kimse yoksa ne yapacağız?"

Protectorlar burada pusuya düşürülmekten korkmuşlardı. Kaleye doğru gittikçe hissettikleri habislik artıyordu.

"Obelisk'in parçalarını almadan gidemeyiz." Dedi başlarındaki Üstad.

Kaleye biraz daha yaklaştıklarında ise, surlarda bekleyen nöbetçileri gördüler. İçleri az da olsa rahatlamıştı. Nöbetçiler onları selamladı ve onları içeri aldı.

Buranın Lordu Robert Traptor, gelen Protectorları kalenin bahçesinde karşıladı.

"Hoş geldiniz Efendim, bu kadar çok İmparatorluk Müfettişi beklemiyorduk." Dedi. Protectorların ne olduğunu bilmeyen herkes onları üst rütbeli devlet adamı sanıyordu.

Üstad etrafındaki kaleye sığınmış insanlara baktı.

"Dinleyin! Buraya Yüce İmparatorumuz Sletzer Rupto Alogran'ın emriyle geldik. Dedesi Yüce İmparator Alexter'in yaptığı gibi sizi şeytani varlıklardan kurtaracağız. Kısa zamanda bu varlıklar, içinizden birilerini kullanarak Obeliskin yıkılmasına neden olacak büyüklükte lanetli bir şey yapmış. Eğer Obeliski onarmazsak, bu köyü çeşitli şeytani yaratıklar ablukaya alacaklardır."

"Yaşasın İmparatorumuz!" Diye bağırdı köylüler.

"Bitmedi! İmparatorumuz bizi buraya gönderirken Obeliskin bir tek onarılma yolunun olduğunu söyledi. O da kanama çağına gelmiş ama hala aklı oyunda olacak yaşta olan yedi bakirenin Obelisk için Obelisk'in etrafında kafaları kesilerek Antik Label Baştanrısı Aqrament'e kurban edilmesi."

Kalede derin bir sessizlik oldu.

"Bu belayı başımıza Antik Label rahibi açtı, yine o dine inananlar temizlesin!" Diye bağırdı biri.

"Dinleyin! Kurban edilecek kişiler gönüllü olmak zorunda. Eğer bu Obeliski tekrar dikmezsek, şeytani varlıklar ondan arta kalanları almak için bile olsa gelecektir."

"O halde alın onları götürün!" Dedi bir başka köylü.

Üstad yanındakilere işaret etti. Protectorlar tam Obelisk'ten arta kalan parçaları alacaklardı ki...

"O kadar uzun boylu değil!" Dedi Lord Robert Traptor. Sonra İmparator Müfettişi olduğunu düşündüğü kişiler olan Protectorlara baktı.

"Yetkileriniz benden fazla biliyorum. Ama burası benim bölgem. Ayrıca yasalarımız der ki 'Bir bölgedeki Obeliskler ya yönetici tarafından ya da ülkenin Lideri tarafından taşınabilir.

Yani Obelisk parçalarını ben size vermiyorsam alamazsınız. Zaten Yüce İmparatorumuz da Faucel'a gelmekteler. Yani Obelisk kalıntıları burada kalıyor."

"Korumaya geldiğimiz adam bize posta koyuyor ha?" Dedi Üstad. Sonra köylülere döndü.

"Yüce İmparatorumuz gelene dek, bu olayın failini araştıracağız. Ve sizleri korumaya almamız lazım. Ne dersek harfiyen yapacaksınız, buna yöneticiniz Lord Robert Traptor da dahil!"

Pritra Kale'sinde, ikilik çıkmaya başlamıştı. Kimileri obeliskten kalan parçaları Protectorlara vermelerini gerektiğini düşünürken, kimileri de Lord Robert'ın İmparatorluk Müfettişlerine karşı gelmesini hayranlıkla karşılamıştı. Bu bölgedeki halk Lord Robert'ın hanesi olan Traptor Kapısı'na hayli sadakatle bağlıydı. Lord Robert senelerdir, bu küçük kasabayı adalet ve refah içinde yönetiyordu. Halktan aldığı vergileri asgari meblağlarda tutan, tebaasına düşkün bir lorddu. Fazla zeki olmasıyla ve Alogran Hane'sine sadakatiyle tanınırdı. İstese Faucel'daki tüm insanları galeyana getirip, İmparatorluk Müfettişi olarak bilinen Protectorların bile linç dilmesini sağlayabilirdi. O yüzden Protectorların başındaki Üstad, kendini de ağırdan satarak, Lord Robert Traptor'un bu tepkisine yutkunmak zorunda kalmıştı. Lord Robert Traptor, Protectorların konuşmalarını hayli şüpheci bulmuştu. Çünkü, ona göre Sletzer Rupto Alogran kendisine sadık olan lordlarını asla tehlikeye atmazdı. Ama Protectorların Obeliskten kalan parçaları alıp götürmek istemesi, onun bu düşüncesine tersti, çünkü Obelisk giderse artık Faucel'ın yaşanacak bir yer olarak kalması çok zordu.

***

Reptos Sarayı, Batık Lahit...
İmparator'un oğlu Lastor'a, İmparator Muhafızı olan Asrum bir parşömen getirdi. Mektubun üstünde Sletzer'in mührü vardı.
Genç prens, mektubu açtı ve okudu. Sonra Asrum'a dönüp "Gidebilirsin." Dedi. Asrum, kafasını salladı ve dışarı çıktı. Biraz beklemeden sonra odanın kapısı tekrar çaldı. Bu sefer gelen Miriam'dı.

"Biliyorum bana çok kızgınsın, ama imparatoruna sadık olmayan biri sana nasıl sadık kalabilir? Ben doğru olanı yaptığımı sanıyordum. Ama şimdi anladım ki, sen haklısın baban bir kukla imparator."

Lastor, Miriam'a baktı.

"Kapıdaki nöbetçilere ne oldu?"

" Onlara gelen yemeklere uyku iksiri karıştırdım."

Kapıyı açtı ve Lastor'a elini uzattı. Lastor, Miriam'a güldü ve uzattığı eli sıktı. Miriam tam Lastor'a sarılacaktı ki, Asrum arkadan gelip Miriam'ı bayılttı.

Lastor, soğuk kanlı bir şekilde Miriam'ın yerdeki bedenine baktı.

"Onu işkence odasına götür, Asrum."

Miriam, uyandığında kendini ellerinden yukarı asılmış şekilde buldu. Ayaklarındaysa prangalar vardı. Karşısında sinirle dikilen Lastor'la göz göze geldi. Lastor'un hemen yanında İmparator Muhafızı Asrum vardı.

"Planınızı güzel yaptınız ama birkaç şeyi atladınız. Alogranlar her zaman sinsiliği hisseder." dedi Asrum.

"Seninle aramızda geçen konuşmalar kullanılarak benim üzerimden bir oyun oynandı. Aklıma birkaç seçenek geliyor. Birincisi; konuştuklarımızı birileri dinledi ve bu olay üzerinden plan yaptı. Ama bunun için bizi sürekli dinleyecek birileri gerekir. Senin veya benim odamdayken bile. Bu mümkün olmadığı için bu seçenek elendi." dedi Lastor.

"Demek sonunda bir Alogran olduğunuzu kabul ettiniz prensim, ama sanırım yine oyuna geliyorsunuz." dedi Miriam gülerek. Asrum, Miriam'ın karnına bir yumruk attı.

"Şu andan itibaren bir İmparatorluk misafiri değil, mahkumsunuz. Söz hakkı verilmeden konuşmanız yasak." dedi. Miriam başıyla onayladı ve dinlemeye başladı.

"İkinci seçenek; sen masumsun ve Gondar senin onlara ispiyonladığın sohbetlerimizi kullanarak bana bir tuzak kurdu. Üçüncüsü ise sen bir hainsin. Senin hain olduğun kısımda işler çetrefilli bir hal alıyor. Çünkü eğer hainsen Suunad Krallığı'nın da bu işin içinde olma ihtimali var." dedi Lastor. Asrum, Miriam'a baktı.

"Konuşabilirsiniz."

"Hiçbir krallık Alogran Kapısı'na inanmazken, benim kadirşinas dedem hazretleri size inandı ve sizin Yüce Dedenizle birlikte Label'e gitti. Ordularımızın onda dokuzu orada sizler Obelisklerle İmparatorluk kurabilin diye orada can verdi. Peki şimdi ne oluyor? Asabbah Kapısı hainlikle suçlanıyor!" diye bağırdı Miriam.

Lastor bu sözlerden sonra vicdan azabı duymaya başlamıştı. Asrum, prense baktı:

"Efendim, Yüce İmparatorumuz bir plan kurdu ve bu plandaki tuzağa düşen kişi Asabbah Kapısı'ndan Miriam. Söyledikleri şeyler tamamen duygusal manipülasyon üzerine. Masumluğunu kanıtlayacak bir şey söylemedi. Ayrıca söylediklerinize dolaylı yoldan bile olsa cevap vermedi."

Lastor, babasının yazdığı mektubu gösterdi.

"Bu mektupta babam gelene kadar hükümleri benim verme yetkimin olduğu yazıyor. İhanet çetesi şüphelilerinden birinin sen olduğu da yazıyor. Batık Lahit'e geldiğindeki sarf ettiğin cümleler, beni manipüle etmeye çalıştığının bir göstergesi. Babamdan bile şüphe duyarken, sana körü körüne inanacağımı da nerden çıkardın?"

"Ben dost olduğumuzu sanmıştım." dedi Miriam.

"Ben de ama benim adımın geçtiği bir suikast söz konusu. Alogran tahtındaki yaratıkları hatırlıyorsun değil mi? İçlerinden biri akrep... Akrepler yumurtalarından çıkan yavrularına biraz süre verirler. Akrebin üstüne çıkabilen yavru yaşar, diğerlerini akrep yer. Şimdi sen bu suikasttaki yumurtadan çıkan akreplerden birisin. Ya masumiyetini kanıtlar tekrar akrebin korumasına girersin, ya da o akrep seni yer!" dedi Lastor. Babasının kendine duyduğu güven karşısında ona duyduğu tüm şüpheler birden gitmişti. Dışarı doğru döndü "Nöbetçiler!" İçeri on asker birden girdi. Prenslerine selam durdular.

"Kılıçlarınızı çekin ve bu adamın boğazına doğrultun. Dudaklarını bile oynatırsa öldürün. Asrum sen beni takip et." deyip dışarı çıktı.

Kapı kapandıktan sonra Asrum'a döndü:

"Sence o bir hain mi?"

"Babanız birinden şüphelendiyse, muhtemelen haindir efendim. Ne yapmayı düşünüyorsunuz?"

"Sen ne önerirsin?"

"Doğruluk iksiri."

"Doğruluk iksiri mi?"

"Kullanılması yasak olan bir iksirdir. Ayrıca kullanıldığında karşı tarafın söyledikleri delil olarak kabul edilemez. Bu iksiri kullanma yetkisi sadece krallarda ve Yüce Babanızdadır. Söylenilenleri delil kabul etme yetkisi ise sadece Yüce Babanızdadır."

"E ne işimize yarayacak ki o zaman?"

"Konuştururuz, hainse delil toplamak için sorular sorarız. Delillerle birlikte Guilato Şehrin'e göndeririz. Gideon Per Assa'nın adaleti tüm imparatorlukta dillere destandır. Eğer idam hükmünü o verirse, hiç kimse bir şey diyemez."

"Hain olan hiç kimse demek istedin herhalde. Babamı bekleyelim mi? Yoksa işe koyulalım mı?"

"Babanızın geri dönmesi bir haftayı bulur. Guilato ise buradan iki hafta uzaklıkta. Karar sizin."

"O zaman önce konuşturalım bakalım. Belki de hain değildir."

***

Bir süre Maze Ormanı'nda ilerledikten sonra Sletzer arabayı durdurma emri verdi ve dışarı çıktı.

"Çadırları kurun! Hava kararmak üzere. (Protectorları kastederek) Müfettişler! Sizler de yanınıza biraz asker alın ve İmparatorunuzu doyurmak için ava çıkın. Önce yemekhane çadırı kurulsun. Malzemeleri getirin, bugün yemeklerinizi ben yapacağım. Dealock! Sen yanımdan ayrılma!" diye etrafa emirler savurdu. İmparatorlarının yemek yapacağını duyan askerlerin motivasyonları aniden arttı. Onlara göre Alogran Kapısı, kutsal bir haneydi. Böylesine kutlu birinin elinden yemek yemek herkese nasip olmazdı.

Yaklaşık bir saat sonra İmparator önüne getirilen erzaklardan çorbaları yapmış, avlanmakla görevli olanlar avlarını getirmiş, herkes yemek yemeye çoktan başlamıştı. Askerler yakılan ateşlerin etrafında sessiz bir şekilde oturuyorlardı. Sletzer oturduğu yerden ayağa kalktı ve askerlerine döndü.

"Engereklerim! Yakın zamanda gölgem kendi sarayımda öldürüldü. Ama bu moralinizi bozmasın. Alogran Kapısı ve bu kapıya bağlı olan tüm neferler gerektiğinde deri değiştirip yeni bir başlangıç yapmayı da bilirler! Eğlenmenize bakın! Şu an cennette olan Gölgemi onurlandırın!" deyip kadehini kaldırdı.

Onunla birlikte tüm askerler de kadehlerini kaldırdılar.

"Cennetteki Gölgenizin şerefine!"

Sonra şen bir şekilde şarkılar söylemeye başladılar. İmparator Sletzer, etrafında eğlenen askerlerine bakıp gülüyordu. Sonra eline şarap dolu bir matara aldı ve Protectorların yanına gitti. Şaraptan bir yudum aldı ve Protectorlara uzattı. Onlar da birer yudum aldılar. Daha sonrasında Sletzer kendi çadırına dinlenmeye çekildi. Bir süre sonra Baş Muhafız Dealock, Protectorların yanına geldi. Gondar'a baktı:

"Nasılsınız beyler?"

"Yorgunuz. Bizler senin üssünüz. Bizle konuşurken kelimelerini dikkatli seç!" dedi Gondar.

Dealock ayağa kalktı ve matarasını kaldırdı.

"İmparator müfettişlerine!"

Askerler şaşkınlıkla Dealock'a baktılar, ama Dealock onların üssü olduğu için şaraplarını müfettişlerin şerefine kaldırdılar. Dealock devam etti:

"Değerli yoldaşlarım! Bugün burada Yüce İmparatorumuzun Cennette Gönderilen Gölgesini onurlandıracağız. Sadakati başkalarına olanları öldürerek!"

Gondar ayağa kalktı:

"Ne diyorsun sen! Kelleni almadan toz ol şuradan!"

"Yüce İmparatorumuz, bugün bana bir emir verdi. Başkalarına sadakati olduğunu söyleyen herkesi öldürme emri. Daha sonrasında da şüphelendiği kişilere doğruluk iksiri içirdi."

Gondar şaşkına dönmüştü. Arkasında oturan Protector da ayağa kalktı. Dealock, Gondar'a döndü:

"Yüce müfettişim, acaba size Yüce İmparator'dan başkasına sadakatiniz var mı diye sorsam bana ne derdiniz?"

"Var." dedi Gondar şaşkın bir şekilde. Kalp atışlarını kafasının içinde hissediyordu.

"Peki bu kişi kimdir desem?"

"Örgütümüzün Lideri Üstad Manas."

"Peki imparatorluk sırlarını onlara verdiğiniz oldu mu?"

"Evet."

"Peki kime sadakatiniz daha ağır basıyor?"

"Üstad Manas'a"

"Peki size İmparatorumuzu öldürmeniz emredilseydi, yapar mıydınız?"

"Evet."

Dealock askerlere döndü ve güldü.

"Başka sorum yok, sayın yargıç."

Sonra diğer Protectora döndü.

"Arkadaşınıza katılmadığınız hususlar var mı?"

"Hayır."

"Yakalayın şunları!" diye bağırdı Dealock.

Askerler Protectorları yakaladılar. Ellerini ayaklarını bağlayıp diz çöktürdüler. Bir süre sonra iksirin etkisi geçince Sletzer çadırından dışarı çıktı. Yeşil gözleri, kinle Protectorlara bakıyordu.

"Anlaşılan bazı yetkilerin değiştirilmesi gerekecek."

Sletzer kılıcı çekti ve Protectorlara doğru yürümeye başladı. Askerlerden birinin çığlığı duyuldu, ormandan geliyordu. Dealock hemen askere doğru koştu. Asker gülmekten nefes alamıyordu. Koluna girip kamp alanına getirdiler. Asker o kadar çok gülüyordu ki bazı askerlerin morali yerle bir olmuştu. Ağlamaya başlayanlar bile olmuştu. Gözlerinin önünde bir arkadaşları kahkaha atarak can vermişti.

"Bize neyin saldırdığını biliyorum! Bizi çözün onu avlayalım!" dedi Gondar.

Bu sözünden sonra Sletzer, kılıcını havaya kaldırdı.

"Sen sen ol, bir Kıta İmparatoruna şart koşma!" dedi ve nefret dolu bir darbe indirdi. Gondar'ın cansız bedeni yere düştü. Kafası ise bir top gibi yuvarlandı. Sletzer şimdi diğer Protectorun önündeydi. Askerlerden biri öne çıktı:

"Yüce İmparatorum, lütfen onu bağışlayın. O da bizi kurtarsın."

Sletzer askerlerine baktı. "Kaç kişi arkadaşınız gibi düşünüyor?" diye sordu. Bir kişi cesaretini toplayıp öne çıktı.

"Dealock!" dedi Sletzer. Dealock ikisini de anında öldürdü. Sletzer'se diğer Protectoru da öldürdü. Sonra askerlerine baktı. Bazıları korkuyla, bazıları şaşkınlıkla, bazıları da sinirle bakıyordu.

"Ben ki! Pervasızların pervasızı! Çatal dilli! On üç krallığın yegâne hâkimi! Sletzer Rupto Alogran! Aranızda benden, benim hükmümden, merhametimden şüphesi olan varsa alsın kılıcını çıksın karşıma! Aranızda! Bana! İhanet! Etme düşüncesi olan varsa! Bilsin ki! Affetmem! Haine merhamet edene de! Acımam!"

Bu konuşmadan sonra bütün askerleri eğilerek selam verdiler.

"İmparatorumuz çok yaşa!"

Sletzer'in siniri birden geçti ve askerlerine tekrar baktı:

"Engereklerim, bize saldıran yaratığı ben de biliyorum. Sizler bu yolculukta beni koruduğunuzu zannederken aslında ben sizi koruyorum. Saldıran yaratık bir Archura. Ormanda avlanırken fazla gürültü yaparsanız rahatsız olur ve o bölgedeki herkesi avlamaya başlar. Kurban ister. Kurbanları ise kahkaha atarak can verir. Kılık değiştirmede ustadır."

Dealock bu duyduklarına şaşırmıştı.

"Yüce İmparatorum, onu siz mi avlayacaksınız? Nasıl bulacağız ki?"

"Bulmayacağız, çünkü o zaten bize geldi. Basiretimle görüyorum ki..." dedi ve yürümeye başladı. Kahkaha atarak ölen askerin bedenine yaklaştı.

"İşte burada!" deyip yerdeki askerin boğazından tutup havaya kaldırdı. Asker birden canlandı ve Sletzer'e saldırmaya çalıştı

"Zirium Venemedar Mortalum!" diye bağırdı. Sletzer'in gözlerinden yeşil ışıklar çıkmaya başladı. Ağzından yeşil parlak bir gaz çıktı. Yaratık anında can verdi. Sletzer askerin kılığına girmiş Archura'nın cansız bedenini yere bıraktı. Ve askerlerine tekrar baktı.

"O iki hain bunu yapabilir miydi?"

Askerler bu sefer diz çöktüler.

"Kutsal Majesteleri çok yaşa! İmparatorumuz çok yaşa!" 


Continue Reading

You'll Also Like

3.7M 307K 84
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...
35.2K 2.1K 30
Yıllardan 2038 di aylardan Nisan . Gezegen adı:Barlik Krallık 25 yıl önce kurulmuştu. Kralımızın kayıp kızı 18 yıldır aranıyordu. En sonunda Krallık...
190K 15.7K 41
Av oyunlarını bilir misiniz? Hani bir ormana hayvanları salarlar, en hızlı avcıyı bulabilmek için. Avcılar için bir zevk ve güç gösterisi olan bu oyu...
302K 4.8K 30
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi, kapıyı açtı. Öne doğru hamle yapmak istedim, koluyla...