GÖLGE KANI

By yzrperest12

221K 19.6K 11.6K

Eleanor için kurt adam, vampir ve büyücülere inanmak kolaydı. Sonuçta o, anne ve babasının kurt adamlar ve va... More

BÖLÜM 1: IŞIK
BÖLÜM 2: DELİLİK
BÖLÜM 3: MASUMLUĞUN RENGİ
BÖLÜM 4: SÖZLER
BÖLÜM 5: YARANIN YARASI
BÖLÜM 6: KIZ ÇOCUĞU
BÖLÜM 7: HIÇKIRIK
BÖLÜM 8: KATİL
BÖLÜM 9: YARATIK
BÖLÜM 10: SAF NEFRET
BÖLÜM 11: YANSIMALAR
BÖLÜM 13: BİLİNMEZLİKLER
BÖLÜM 14: SATRANÇLAR ve OYUNLAR
BÖLÜM 15: AKIL OYUNLARI
BÖLÜM 16: MERCAN
BÖLÜM 17: GÜÇ
BÖLÜM 18: KARANLIĞIN GÖLGELERİ
BÖLÜM 19: BAKMAK ve GÖRMEK
BÖLÜM 20: SİYAH ve BEYAZ
BÖLÜM 21: KİBİR
BÖLÜM 22: BELALAR
BÖLÜM 23: BİR DAMLA
BÖLÜM 24: İMKÂNSIZLAR
BÖLÜM 25: KALP KALBE
BÖLÜM 26: KARŞILIK
BÖLÜM 27: GÜLÜMSEMELER
BÖLÜM 28: YABANCILAR ve YALANCILAR
BÖLÜM 29: AV
FİNAL: ZAAFLAR
S2-BÖLÜM 1: CANAVARLAR
S2- BÖLÜM 2: BAŞLANGIÇLAR
S2- BÖLÜM 3: ZAFERLERİN KARANLIĞI
S2- BÖLÜM 4: İPLER
S2- BÖLÜM 5: DÜŞÜŞLER ve KALKIŞLAR
S2- BÖLÜM 6: DÖNGÜ
S2- BÖLÜM 7: FERYAT
S2- BÖLÜM 8: GEÇMİŞİN KÜLLERİ
S2- BÖLÜM 9: PUSU
S2- BÖLÜM 10: TUTSAK
S2- BÖLÜM 11: İÇİNLER
S2- BÖLÜM 12: OLANLAR ve OLACAKLAR
S2- BÖLÜM 13: DELİLİĞİN OYUNLARI
S2- BÖLÜM 14: HESAPLAR
S2- BÖLÜM 15: YÜKLER
S2- BÖLÜM 16: KİRLİ RUHLAR
S2- BÖLÜM 17: KARTLAR
S2- BÖLÜM 18: RİSKLER
S2- BÖLÜM 19: DELİLİĞİN SINIRLARI
S2- BÖLÜM 20: UMUTLAR
S2- BÖLÜM 21: KAN GÖLETİ
S2- BÖLÜM 22: FIRTINANIN İZLERİ
S2- BÖLÜM 23: ÇARESİZLİK
S2- BÖLÜM 24: ŞÜPHELER
S2-BÖLÜM 25: İHTİYAÇLARIN YARALARI
S2- BÖLÜM 26: PARADOKS
S2- BÖLÜM 27: AÇIK KALAN YARALAR
S2- BÖLÜM 28: ÇIĞLIKLAR

BÖLÜM 12: ACIMASIZLIK

4.8K 406 214
By yzrperest12

Hellloooooo!

Nasılsınızzzz!

Umarım iyisinizdirr! Ben de iyiyimmm!

Yepisyeni bir bölümle buradayımmm!

Lütfen oy ve yorumların şaheser değerini esirgemeyinnn!

İyi okumalar dilerimmmm!

🌜🌚🌛

"Önümde acımasızlıklar vardı ve ben anne babamın katillerine benzemek istemiyordum. "

🌜🌚🌛

Şok olmuş bir şekilde Sharon'a bakıyordum. Bu kız ne saçmalıyordu? Aynı evde olunca ne olacaktı sanki? Tabii ya! Marcus ile daha yakın olacaktı.

"Şartım bu. Kabul ederseniz." Müdür ile Marcus bakışırlarken ben şokumu daha atlatamamıştım. "Tabii kabul etmezseniz küçük Eleanorcuğun peşine kimler düşer bilemem." Umutla Marcus'a bakıyordu.

"Böyle bir şeyi istemiyorum."

"Peki." Kafamı şokla Marcus'a çevirdim.

"Sen ne saçmalıyorsun acaba? Böyle bir şeyi kabul etm..."

"Şu an güvenliğin senin isteklerinden daha önemli." dedi sertçe. "Ve bu da benim görevim. Karar bana düşer." Sharon zafer edasıyla bana bakıyordu.

"Hani düşmanlarım seni karşılarına alamazlardı." Normalde dizim bu kadar ağrımasa kesinlikle ayağa kalkardım ama dizim kesinlikle oldukça ağrıyordu. "Bu teklifi reddediyoruz."

"O senin düşmanın değil." dedi Marcus sakin bir sesle.

"Ne?!" Şok olmuş bir şekilde Marcus'a baktım. Ne saçmalıyordu acaba? "Az önce bu şahıs yüzünden dizim ikiye yarıldı. Aynı evde olsak bana neler yapar düşünmek istemiyorum."

"İyi işte, sana da pratik olur." dedi Sharon zevkle.

"Sen sus." dedim ona ters bir bakış atarak. "Ben Sarah, Sean ve Barton'dan daha yeni kurtuldum. Şimdi benim karşıma niye daha kötüsünü getiriyorsunuz?"

"Emin ol Sharon onlardan daha iyidir." Sharon'un bu laflar karşısında kahverengi gözlerinde muhteşem bir parlama peyda oldu.

"Bence senle ben yan yana gelirsek o beni öldürür. Bu riski göze almak istemiyorum." Marcus gözlerini Sharon'a çevirdi.

"Akşam kadar eşyalarını hazırlamış ol." Sharon yüzündeki geniş gülümseme beraberinde başıyla Marcus'u onayladı. Sharon odadan çıkarken Müdür Marcus'a baktı.

"Bu işi hallet."

"Ben iş falan değilim." dedim sinirle. Müdür beni takmadan odasından çıkıp gitti. "Gözlerine bakıp ona bunu inandırabilirdim."

"Kara büyü bir insana varlığımızı unutturmak için yapabilsek de türlerden birine herhangi bir şeyi unutturmak için yapamayız. Bunun ağır bir cezası vardır."

"Ben kara büyü yapmayacaktım ki!" Müdürün çekmecelerinden birini açıp yine bir ilk yardım çantası çıkardı.

"Bu senin için kara büyü değil." Karşımdaki sandalyeyi çekip tam karşıma oturdu. "Şimdi dizini uzat da şu yarayı temizleyelim."

"Ama o kıza da yapmıştım. Knox'un yanındaki kıza." dedim inatla.

"Sharon'un babası Meclis'te önemli bir yere sahip. Knox'u dönüştüren kişinin de. Anlaşılır. O kız ise güçlü bir vampirden başka bir şey değildi."

"Kanım sizin için değerli değil miydi? O benim kanımı döktü." Eli bir anda durdu.

"Senin huzurunu ne bu kadar bozdu? Nasıl olsa dün de Sean sana bir yara bahşetmişti." Haklıydı.

"Canım acıdı." Aklıma gelen her şeyi sıraladım. "Üstelik yüzüstü düştüm yere yüzüm de yaralandı. Ayrıca kız senin için abayı değil dünyaları yakar. Beni niye ortaya atıyorsun ki?" Bana tüm ciddiyetiyle bakarken son cümlem üstüne dudağı hafifçe kıvrıldı.

"Ortaya atılacak bir durum var mı ki?" Başımı anında iki yana salladım.

"Sharon isminde k harfi bulunduran hiçbir ögeyi sana yanaştırmaz. Tehlike varsayar da ondan diyorum." Kuruyan dudağımı yaladım. "Ben ölmek istemiyorum. Ya gece gece gelip beni boğazlarsa ne olacak?"

Tüm ciddiyetini yeniden takındı. "Onun derdi benimle."

"O çok mu iyi sanki?" diye bir anda söylemem ile kaşları öyle mi dercesine havaya kalktı. Hemen düzelttim. "Yani sen beni koruyorsun bir de onunla mı uğraşacaksın."

"O da benim derdim. Koruma işini ben üsteleniyorum hatırlarsan."

Dizimi temizlemeye başladı. "Ayrıca diğerleri daha bilmiyor. Öğrenirlerse..."

"Sözümün üstüne söz söylemek sadece 1 defalığına olur, Eleanor. Buna bir daha izin vermem." Derin bir nefes verdim. Şimdi ben bir de o gıcık kızı mı çekecektim?

Zaten sevilmiyordum bir de bu üstüne gelmese olmazdı zaten!

"Onunla aynı ortamda bulunmak istemiyorum." dedim pes ettiğimi belli eden bir sesle.

"Birbirinize bulaşmazsınız olur biter." Sanki çok kolay!

"Ben kime neyi anlatıyorum ya!" deyip elindeki temizleme bezini almak için uzandım.

"Kendi canını acıtmana da bir kere izin veririm." diye önceki güne atıfta bulundu. Pansumanı yaparken canımı hiç acıtmıyordu. Marcus'a ters düşecek kadar nazik ve nahifti el hareketleri. Ayrıca büyük eliyle küçük bez o kadar tezat duruyordu ki içimdeki gülme dürtüsünü bastırmadım. "Neye gülüyorsun sen yine kendi kendine?" dedi düz ses tonuyla.

"Çok tezat duruyorsunuz."

"Burada canını acıtmamaya çalışırken senin yaptığın şey..."

"İşte bundan bahsediyorum." dedim sakince. "Sayın Çim Biçme Makinası yoksa çim biçme makinalığından terfi mi aldı da bu kadar nazik oldu?" Kafasını yaptığı işten kaldırıp bana ters bir bakış attı.

"Susmazsan nazikliğimi kaybedebilirim." Genişçe gülümsedim. Başını iki yana sallayıp işine geri döndü. Dizimdeki yaraya sargıyla bağlandıktan sonra bana baktı. "Sen eline ufacık bir kesik attığımda bağıran kız olduğundan emin misin?"

"Yani?"

"Bu yaraya hiçbir tepki vermedin yani."

"Küçük yaralar daha fazla acıyor." Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Üstelik ortada aksiyon varken ve onca insanın arasında kendimi güçsüz gösteremezdim." Gözlerimin içine baktı. İlk yardım çantasında bir bez daha aldı. Elini elmacık kemiğimin üzerindeki sıyrığa götürdü. Yarayı hafifçe temizlerken işini bu kadar dikkate almasına hayret ettim. Saçından bir kaç tutam öne düşmüştü. Siyah saçları, gözleri, esmer teni birbirleri için yaratılmıştı sanki. Kiraz rengi dudakları yüzüne muhteşem bir ahenk katıyordu. Kaşları yaptığı işin odağıyla hafif çatılmıştı. Esmer teni her kızın isteyeceği şekilde pürüzsüzdü. Bakışları birini kendine aşık edebilecek kadar ihtişamlıyken hem de herkesi kendinden korkutacak kadar sert ve soğuktu.
Elini çekeceğini tahmin ederek bakışlarımı yüzünden ayırdım. Yakalanacak olmanın korkusuyla kalbimin hızı iki katına çıktı. "Kalbin çok hızlı atıyor. Ne oldu?" dedi ifadesiz bir sesle. İlk yardım çantasından bir yara bandı çıkardı.

"Bilmem."

"Kalbinin neden hızlandığını mı?" dedi kaşlarını kaldırarak. Elindeki yara bandını yırttı.

"İnsanlar kalp krizlerinin nedenlerini bilemiyorlar."

Yara bandını takarken konuşacakken, "Sus." dedi. "Tamam." Yara bandını iyi taktığından emin olunca benden uzaklaştı. "Şimdi 1 hafta boyunca bir daha evden çıkmayacaksın."

"O niye?" dedim anlamazca.

"Kara büyünün süresi. Yara almayı göze alamadığını söyleyeceğiz herkese. Ayrıca bizden izinli olacaksın."

"Ben evde tek başıma ne yapacağım?"

"Hafta sonları ne yapıyorsan onu." Ayağa kalktı. "Şimdi seni eve kadar bırakacağım. Yürüyebilecek misin?" Başımla onu onaylarken oldukça huzursuzdum.

🌜🌚🌛

İzlediğim filme dalıp gitmişken bir anda kapının açılma sesi geldi. Saate baktığımda bizimkilerin gelme saati olduğunu gördüm. Bizimkiler...

Bizimkiler mi?!

Bizimkiler ne alaka?!

"Vay canına!" dedi tanıdık ve gıcık edici ses. "Evin ne kadar da güzelmiş. Böyle bir evin olduğunu bilmiyordum."

"Bilmesen de olabiliyormuş demek ki." dedi Alissa tahammülsüz bir sesle.

"Buraya geldiğime göre..." dedi Sharon. Nefesimi verip içimden lanetler savurdum.

"Şimdi şuraya otur. Kuralları sana anlatacağız." "Kural" kelimesini duyunca filmi kapatıp yattığım yerden dikeldim. "Eleanor, aşağı in!" diye bağıran Marcus ile neşem daha da yerine geldi. Bu eve ilk önce ben gelmiştim. Ve önemli olan da bendim. Kuralları koyması gereken kişi de!

Hemen yatağın kenarından ayaklarımı sarkıttım. Ayaklarımı yere bastırmam ile dizime saplanan ağrı yüzünden yüzümü buruşturdum. Merdivenlerden bir hızla inecekken , ki zaten dizim ağrıyordu, o kızın gözünde daha asaletli görünme isteğim kendini ele verdi ve yavaşça aşağı indim. Koltukta oturan Watson ve Marcus, yapılmış pencereye yaslanan Lauren, ayakta Sharon'un yanında dikilen Alissa ve tüm dikkatiyle beni yaslandığı duvardan süzen bir adet Caleb ile karşılaştım. Ah, tabii bir de Sharon vardı. "Ne oldu?"

Marcus sert bir şekilde, "Şuraya otur. Konuşacağız." dedi yine emir kipiyle. Hep bir emir kipi!

Yavaşça koltukta Watson'ın yanına otururken karşımda tekli koltukta Marcus oturuyordu. "Bunu sen mi yaptın?" diye sordu Caleb ondan duymayı beklemediğim bir ölüm soğukluğu ile. Gerçi neden beklemiyordum ki? Gözümün önüne gelen görüntüleri iteklemek için çaba sarf ettim.

Sharon Marcus'un yanındaki tekli koltuğa oturdu. Kollarını göğsünde buluşturup rahatça Caleb'a baktı. "Aynen öyle." Caleb'ın kaşları hayretle havalandı.

"Ve sen bu kızı Eleanor'un dibine mi getirdin?" dedi Caleb gözlerini Marcus'a dikerek. Marcus başını dikleştirdi.

"Evet." dedi rahat bir şekilde. Caleb kollarını göğsünde buluşturdu.

"Bu kız seni elde etmek için her şeyi yapabilecek birine benziyor." Tekrar Sharon'u süzdü. "Hatta benzemiyor. Yapar. Bundan eminim."

Sharon beni süzerken tek kaşını kaldırdı. "Ben karşımda bir engel göremiyorum." dedi gıcık edici ses tonuyla. Açık kumral saçlarımı arkaya attırdım. Bu sözlerine karşı genişçe gülümsedim.

"Kesinlikle." diye cevapladım Sharon'u. Gözlerini kısıp bana baktı.

"Kıza nasıl baktığının farkında mısın Marcus?" Marcus'un siyah gözleri Sharon'a kaydı. Bunu fark eden Sharon gözlerini benden çekip Marcus'a çevirdi.

"Peki bu yaptığının bir cezası olmayacak mı?" Sharon bunu diyen Alissa'ya temkinli bir şekilde baktı. Sonra gözleri tekrar Marcus'a çevrildi.

"Eleanor'un kanını akıttı. Bunun bir cezası olmalı." Marcus'un gözleri yüzümde ve dizimde dolaştı. Ardından gözleri dizimin üzerinde duran parmağıma kaydı.

"Eleanor da bu yüzden burada zaten. Hem evin düzenini kararlaştıracağız hem de Sharon'a cezasını verecek." dedi ifadesiz bir ses tonuyla. Sharon ifadesiz bir şekilde bana döndü lakin bu ifadesizliğinin nedeninin ne istediğim olduğunun farkındaydım.

"Ne isteyebilirim?"

"Ölmemi bile isteyebilirsin." Kaşlarım Sharon'un verdiği cevap karşısında havalandı. Bakışlarımı Marcus'a çevirdim. Başıyla beni onayladı. Lakin gözleriyle tepkimi tarttığının farkındaydım.

"Ama o bir kurt adam." dedim soraracasına. "Bana birbirinize zarar vermenizin yasak olduğunu söylemiştin. Daha doğrusu kara büyü yapmanın."

"Doğru. Ama o sana kara büyü yaptı olarak biliniyor. Yani başına ne gelmiş olursa olsun hak ettiği bilinecek. Üstelik zaten senin kanını dökmesinin bedeli ölüm." Gözleri gözlerime kitlendi. "Senden önceki gölgeler kanını döken kişilerin cezasına kendileri karar verirdi. Bu hak sana da ait."

"Yani şimdi ölmesini bile istesem hak mı etmiş olacak?" dedim bu saçmalığı anlamayarak. Sonuç olarak sadece bir dizim kanamıştı. Acıyor olabilirdi ama canımın acısı bir varlığın hayatına sonu mu olmalıydı yani?

"Olması gereken bu." Sharon'u gözümle tarttım. Gözümün önüne ölmesinin gelmesi bile ürpermeme neden oluyordu. Ama onun da bir ders alması gerekiyordu.

Gözlerimi Marcus'a çevirdim. "Ölmesini istersem ölümü nasıl olacak?"

"Ne?!" diyerek sessizliğini bozdu Sharon. "Bana böyle bir şeyi asla istemeyeceğini söylemiştin!" diye ayağa kalktı.

Marcus, "Otur." diye Sharon'un tepkisini hiçe saydı. Siyah gözleri bana çevrildi. "Ölüm şekline de sen karar veriyorsun." Gözleri kısıldı. "Emin olmadığın bir şey hakkında hemen karar verme."

"Yemin ediyorum herkese kim olduğunu söylerim." dedi Sharon açık kahverengi gözlerinden gri parıltılar geçerken. Sharon bir anda tekrar koltuğa oturdu. Daha doğrusu koltuğa doğru düştü.

"Sana otur dedi." dedi Lauren sert bir şekilde.

"Ne istiyorsun?" Gözlerimi Sharon'a diktim.

"Ölmesini."

"Eleanor, bundan emin misin?" dedi Caleb. Ona yandan bir bakış attım.

"Aynen öyle." Üzerimde hissettiğim yoğun siyah gözler ile bakışlarımı tekrar Marcus'a çevirdim. Birinin karşı çıkmasını bekliyordum ama hiçbiri bir şey demiyordu. Marcus ile aramızdaki göz bağını ilk kesen ben oldum. Sharon'a dönüp, "Hadi yukarı çıkıyoruz." dedim gülümseyerek.

O da bana gülerek karşılık verdi. "Yalnız tatlım bizler yukarıdan atlamayla ölmeyiz."

"Sana yukarıdan sadece basit bir şekilde atlayacaksın diyen oldu mu?" dedim gülümsemem daha da genişlerken.
Arkasına iyice yaslandı. Üzerimdeki bakışların yoğunluğu arttı. Başıma ince bir sızı girdi. Kaşlarım aniden giren bu sızıya karşın çatıldı. İçime derin bir nefes çektim. Nefesi dışarı geri salmak ile sızı geldiği gibi kayboldu. "Bunu yapamayacağını buradaki herkes biliyor."

"Deneyelim mi?" dedim ayağa kalkarken. Yanımdaki Watson da benimle beraber ayaklandı.

"Sen cidden bundan emin misin?" Gülümseyerek ona baktım. Bu cevabım ona yetmiş olacak ki temkinli bir şekilde Marcus'a baktı. Marcus da yavaşça ayağa kalktı.

"Oldukça emin görünüyor." dedi Alissa şaşkın bir şekilde.

"Kesinlikle kendinden emin." dedi Caleb beni çözmeye çalışır gibi bakarak.

Sharon da ayağa kalktı. Benden önce merdivenlerden yukarı çıkmaya başladı. 2 kat yukarı çıkıp çatı katına çıktıktan sonra Marcus'a baktım. "Çatıya nasıl çıkılıyor?" İlgiyle beni izliyordu. Ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalıştığından yüzde yüz emindim.

Garip bir merdiven açtıktan sonra bana gösterdi. Sharon'a kaşımla işaret verdim. "Yukarı." Göz bebekleri büyüyüp küçülüyordu.

Merdivenden tırmanırken, "Cidden ne yapmaya çalıştığını anlamıyorum." dedi sesindeki ifadesizlikle.

Hemen arkasından ben de tırmandım. Soğuk hava yüzüme çarptı. "Sen ciddisin." dedi Lauren şaşkın sesiyle. Tam arkamdan Marcus geliyordu ki çatının girişini kapattım. "Siz gelmeyin." Şimdi eğimli çatıda Sharon ile ben başbaşaydık.

"Ne yapmaya çalışıyorsun?" Ellerini iki yana açıp bir kıkırti çıkardı. "Onlar burada olmadan sen beni değil ben seni öldürebilirim." Adım adım Sharon'a doğru yaklaştım.

"Şimdi gözlerime bak." Açık kahve gözleri bir anda gözlerime kitlendi. "Çatının kenarına git." Sesimi fısıltıyla döktüm. "Ve oradan düşüp şu zamana kadar bilerek acı verdiğin herkes kadar acı çektiğini hayal et." Göz bağlantımızı kesti. Çatının kenarına giderken kumral saçları rüzgarda dağılıyordu. Tam çatının kenarında durdu. Ona korkusuzca baktım. Bunu hak ediyordu. Aslında unutturmak daha mantıklıydı.

Ama unutturursam da herkes ona ne ceza verdiğimi anlamaya çalışırdı.

Ee, şimdi yaptığım da kara büyüydü. Anlaşılmaz mıydı? Ne biçim bir iş yahu bu! A desem Z'ye kadar yolu gidiyor!

Bir anda çığlıkları kulağımı cırmaladı. Düşüncelerden sıyrılıp gözlerimi odakladom. Çığlığı arttıkça arttı. Bunlar öyle içten çığlıklardı ki eğer ki onun suçsuz olduğunu bilseydim ona yardıma koşardım. Ama o suçluydu ve acı çektirdiği herkes onun ceza almasını hak ediyordu. Kimse yukarıya onu kurtarmaya gelmedi. Hiçbiri bunu engellemek için tek bir adım dahi atmadı. Çığlığı kesilir gibi olmaya başlayınca yanına gidip onu arkaya doğru çektim ve bir anda kucağımda bayılacakken, "Gelir misiniz?" diye bağırdım. Ben de Sharon ile birlikte geriye doğru düşecekken son anda Caleb beni de Sharon'u da tuttu.

Ben tek başıma ayakta durunca Caleb Sharon'u içeri taşıdı. Merdivenden inerken Alissa hafif açılmış bir bana bir baygın Sharon'a bakıyordu. Watson kocaman açılmış gözleriyle beni süzerken Lauren'ın kaşları çatılmıştı. Marcus ise anlayamadığım bir ifade ile bana bakıyordu. "Sen ciddi olamazsın." dedi Alissa onda ilk defa gördüğüm büyük bir şaşkınlıkla.

"Ölmedi."

"Onu duyduk." dedi Watson. "Sadece senden beklemediğimiz bir acımasızlıktı."

Başımı iki yana sallayarak onu reddettim. "Bu acımasızlık değil onun için ideal bir adaletti." deyip normal merdivenden aşağı inmek için hareketlendim.

"Bu kesinlikle çok iyi bir cezaydı." dedi Lauren başıyla beni onaylayarak.

"Akıllıca." Arkamı dönüp Marcus'a bir bakış attım. "İlk önce korkutup sonra cidden ölsem dedirtmek. Çok iyi bir yöntem." Merdivenler bittiğinde tam yanımda durdu. "Ama akıllıca olması acımasız olmadığının kanıtı değil." Beni geride bırakıp aşağıya doğru indi. Kaşlarım hafifçe çatıldı. Ben acımasız biri değildim.

Ya da öyle biri olma yolunda tam gaz yol alıyordum.

"Bu biraz sert oldu." dedi Watson nefesini vererek. "Ama doğruydu." Dudaklarımı birbirine bastırdım. Diğerleri yanımdan geçip aşağıya doğru ilerlerken Caleb Sharon'u bırakmış bana doğru ilerliyordu.

"Ne yalan söyleyeyim bir an cidden onu öldüreceğini falan sandım." Kaşları havalandı. "Ama bu daha farklı bir son oldu. Üstelik bana bir yaratıksın dedikten sonra." Ne?!

Ona gülümseyerek baktım. Bir cevap verme gereği duymadan merdivenlerden aşağı doğru adımlamaya başladım. Bir anda dizime fazla yüklenince, "Ah!" diyerek hafifçe inledim. Küçükken bu tür yaralar daha az acırdı. Yoksa evren benden yaptığım şeyin cezasını mı çıkarıyordu?

"İyi misin?" diye sordu yanıma gelip kolumu tutarak bana destek olmaya çalışan Caleb. Dizime gözlerimi büyüterek bakarken yavaşça başımla onu onaylayıp kolumu ondan kurtardım.

Düşündüğüm şey mümkün değildi. Ne olursa olsun Sharon çok insana acı çektirmiş olmalıydı ki öyle çığlıklar atmıştı. Ve ben de birine acı çektirmiştim. Dolaylı yoldan olsa da birine acı çektirmiştim.

Odama doğru adımlarken çoktan yaptığım şey yüzünden kendimden nefret ediyordum. "Sen ciddi misin?" diye sordu Alissa kapısınının önünde yaslanmış bir şekilde gülerek bana bakarken. "Kararlılığın beni benden aldı açıkçası."

Marcus da kapısının önüne çıkmış bana bakıyordu. Dudağının ucu hafifçe kıvrılmıştı. Bunun neresi komikti?!
Odama doğru ilerlerken dizimi çoktan unutmuştum. Ben ne yapmıştım böyle? Birinden nefret etsem dahi ona zarar verme hakkını bana kim vermişti? Bu acımasızcaydı. O her ne kadar birçok kişiye acı çektirmiş olsa da bu oldukça acımasızcaydı. Bu bana yakışan bir davranış değildi.

"Ne yapacaksın?" diye sordu zevkle Marcus. "Gidip ondan özür mü dileyeceksin yoksa yaptığın şeyin arkasında mı duracaksın Eleanor Parker?" Koridorun en sonunda dursa da bu durumda ne kadar zevk aldığı belliydi. Sorduğu sorunun haklılığı ise aklımı ayrı fethediyordu.

"Sana ne?" dedim başımı iki yana sallayarak. "Seni ilgilendirmez."

"Sadece yaptığın işin arkasında durma konusunda çok kötüsün."

"Kesinlikle öyle" Alissa onu başıyla onaylayarak cevapladı.

"Her zaman." dedi arkadan Caleb. Kafamı arkaya çevirip ona sahte bir gülüş yolladım.

"Bu onunla benim aramda." Aşağıdan bir ses yükseldi.

"Çok geç!" diye bağırdı Watson. "Lauren ile çoktan iddiaya girdik. Bu iş artık benim meselem!"

"Girmeseydin!" Marcus'un yüzüne geniş bir gülümseme yayılmıştı. Gözlerindeki pırıltı yüzüne başka bir renk katıyordu. Çizgi şekildeki gamzeleriyse yüzüne bambaşka bir evren katıyordu.

"Herkese büyük bir merak bahşettin." Yüzüne bir kez daha bakmayı reddederek odama girdim. Kapıyı hiddetle kapatırken içimden ani verdiğim tüm kararlar için kendimden nefret ettim. "Sana emin olmadığın bir şey hakkında hemen karar verme demiştim." Marcus'un sesine sinir olurken nefesimi sertçe dışarı verdim. Niye kendi kendimi bir paradoksa sokuyordum ki?!

🌜🌚🌛

Kirpiklerimi yavaşça aralarken tavana boş boş bakışlar attım. Yatakta gerinirken esnedim. Dikelip yandaki telefonumu elime aldım. Saat 2.38'i gösteriyordu. Boğazımdaki kuruluk yüzünden çorap olan ayağımı yere değdirdim. Yerin soğukluğu ayağıma işlerken vücudum ürperdi. Tam kapıyı açacakken aklıma komidinin üzerinde sürahi olması gerektiği geldi. Yavaşça geri dönüp küçük komidine bakarken sürahinin boş olduğunu gördüm. Yavaşça ilerleyip sürahiyi aldıktan sonra gerisin geri kapıya doğru yürüdüm. Üzerimdeki uykunun rehaveti yüzünden yavaş adımlarla ilerlerken gözlerim tekrar uykuya çekilmek için çırpınıyordu. Tam salonun girişindeydim ki tüm uykumu alt üst eden o ses kulağıma çalındı.

"Soğuk su yok." İrkilip elimdeki sürahi elimden düşerken yüzüm gelecek olan kırılma sesi yüzünden buruştu. Lakin bir kırılma sesi gelmedi. Yere bakarken sürahinin mutfak masasının üstüne doğru gittiğini gördüm. Tamam, galiba bunlara alışmalıydım.

Kafamı Marcus'a çevirdim. "Niye ses vermiyorsun?! Korktum!" Ayrıca tüm uykum da kaçmıştı.

Elindeki telefonu kapatmasıyla etrafta sadece Ay'ın zayıf ışığı kaldı. "Ses verdim."

"Ses vermiş hâlin buysa sen bir daha ses verme!" dedim elimi kalbime götürürken. Tüm uykum kaçmıştı!

Kafasını hafifçe eğdi. "Sharon uyandı."

"Ee?" dedim devamını getirmesini beklediğimi gösteren bir sesle. Gayet rahat davranmaya çalışıyordum ama oldukça stres altındaydım. Birine ilk defa güçlerimle zarar vermiştim. Barton'ı işin dışında tutarsak tabii.

Lanet olsun bu çok kötüydü!
Birine zarar vermiştim. Bilerek.
Barton'a da zarar vermiştim. Ama ona bilerek zarar vermemiştim.

"Eskisinden çok daha kuvvetli bir düşman olduğunu söyleyebilirim." dedi gülümseyerek. Onu takmayarak mutfağa doğru ilerledim. "Söylesene neden bu kadar pişman oldun?"

Alayla güldüm. Sharon'a özrümü tek başımızayken söyleyecektim. Onların bu durumu bilmeleri gerektiğini düşünmüyordum. "Pişman olduğumu kim söyledi?" Buzdolabından soğuk su şişesini çıkarıp sürahiye boşaltırken konuştu.

"Yalan söylerken daha fazla hızlanan kalbin, değişen mimiklerin, ani göz devirişlerin... Daha sıralamamı ister misin?" Sürahiyi doldurmam bitince suyu tekrar dolaba koydum.

"Beni iyi gözlemlemişsin." Elimdeki sürahi ile mutfaktan çıkıp merdivenlere yöneldim. "Ama yanlış yorumlamışsın." Çok doğru bir yorumdu. Ve bu durumu hemen düzeltmem gerekiyordu.

"Açıkçası çok kötü bir yalancısın." İyi bir oyuncuyumdur. "Ama iyi bir oyuncusun."
Tam merdivenleri adımlamadan önce durdum. Loş ışık etrafında bile gözlerimiz anında birbirini buldu.

"Aralarındaki fark ne? Yani yalancılıkla oyunculuk arasındaki fark ne?"

Oturduğu koltukta biraz dikeldi. "Oyunculuk yalan gerektirmez."

"Ama oyuncu olabilmek için kendine yeni bir dünya yaratmak gerekir, yeni bir ben. Asıl yalancılık budur. İnsanın kendine söylediği en büyük yalan kendi kendine oynadığı oyundur." Nefesimi verdim. "Yani oyunculukta iyi olan biri yalancılıkta da iyidir."

"Oyunculuğu kendine yapıyorsan bu seni yalancı değil hayalperest yapar." Genişçe gülümsedim.

"O hâlde ben cidden iyi bir yalancıyım." Ve elimdeki sürahi ile merdivenleri adımlayarak yukarı çıktım.

🌜🌚🌛

Dışarıdaki hava gayet güzeldi. Gerçi güzellik kişiden kişiye değişirdi ve benim güzelden anladığım hava tarzı kesinlikle yağmur yağacakmış gibi olan havaydı. Salonda büyük pencerenin önünde elimdeki soğuk çay ile duruyordum. Bir yudum daha alırken bu ikilinin ne kadar harika olduğunu düşündüm. Özellikle de limonlu soğuk çayı çok seviyordum. Kokusu resmen bu hava ile birleşiyordu. Saat öğleyi geçmişti ve ben Sharon geldiğinde ne yapmam gerektiğine hala tam olarak karar verememiştim.

Ona yaptığım şey kesinlikle acımasızcaydı. Evet, belki hak ediyordu ama bunu yapınca onları anlayacağını nereden düşündüğümü bilmiyordum. Esasen benim kızgın olduğum konu kendimeydi. O bunu hak ediyor olabilirdi ama bunu yapma görevi bana mı düşmüştü? Böylesine acımasızca bir şey bana mı düşmüştü? Kendimi kirlenmiş hissediyordum. Düşüncelerim, hareketlerim, mimiklerim... Kendimi kötü biri gibi hissediyordum. Kendimi her şeyi yapabilirmiş gibi hissediyordum ve bu his kesinlikle güzel bir his değildi. Bu his kalbimi ve aklımı deşiyordu.
Uzaktaki kara bulutlara bakarken gelecek olan yağmur şiddetli olacağa benziyordu. Tıpkı gerçekleşecek olan şeyler gibi.

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Her şey o kadar karışmıştı ki... Caleb, bu fantastik evren, insanlar, düsüncelerim, hisler... Her şey birbirine girmişti. Şu geçip giden haftalara bakınca her şeye o kadar saçma tepkiler vermiştim ki... Bir anda bu evrene alışmayı beklemiştim. Her şeyin olup bitmesini istiyordum. Keşke her şey dizilerde ve kitaplarda gösterildiği kadar sıkıntısız olsaydı.
Genellikle alışma evresi öyle kolay anlatılırdı ki bizler çok kolay sanardık. Halbuki bu evrene alışmak demek kötülüklere alışmak demekti ve ben bunu hiç ama hiç istemiyordum Etrafımdaki hiç kimse beni önemsemezken bu evrene alışmak demek yalnızlığı benimsemek demekti ve ben yalnızlığı oldum olası hiç sevmemişimdir. Ben bu evrene alışamazdım. Ben katliama alışamazdım. Bu doğama tersti.

Ne yapacağımı kestiremiyordum. Önümde bilinmezlikler vardı ve ben asla ne olacağını tahmin edemiyorum. Önümde kötülükler vardı ve ben bunlarla nasıl başa çıkacağım konusunu bilmiyordum. Önümde acımasızlıklar vardı ve ben anne babamın katillerine benzemek istemiyordum.

Sharon'da özür dileyecektim. Böyle bir şey olduğu için değil böyle bir şeyi ben yaptığım için. Bunu kendime yediremezdim. Yaptığım şeyi her ne kadar sonuna kadar hak etse de ben bu yaptığım şeyi hak etmiyordum. Kendime değer veriyordum ve kendi gözümde o değeri düşürmek gibi bir hataya düşmeyecektim. Kendime olan saygım gururumdan ağır basıyordu. Belki diğerleri de bunun farkında oldukları için benim özür dileyeceğimden bu kadar emindiler. Haklıydılar. Belki de kendime karşı olan gururum dışarıya karşı olan gururumdan daha ağır basmıştı.

Yapılan şey için pişman değildim, benim pişman olduğum konu bunu benim yapmış olmamdı. Bunu bir başkası Sharon'a yapmış olsa belki şok olurdum ama onu hak ettiğini bilirdim. Ama bunu ben yapmıştım. Ona gerçek acıyı tattırmıştım. Bu benim nazarımda adaletti ama bu adalet çok acımasızcaydı. Bu acımasızlığı kendime yakıştıramıyordum. Bu acımasızlık ileride... Bunu düşünmek istemiyordum. Bunu engellemek istiyordum.

Yavaş yavaş düşen yağmur damlalarına baktım. Ağaçların yaprakları su damlalarıyla yavaşça ıslanıyordu. Elimdeki soğuk çayı bir dikişte bitirip Amerikan mutfağa girip koyduktan sonra dolabı açıp soğuk su olup olmadığını kontrol ettim. Ama hiç soğuk su kalmamıştı. Musluğa bakarken burnumu kıvırdım. Hangi mevsim olursa olsun soğuk su içmeyi severdim ve ayrıca musluk sularından da nefret ederdim. Su şişelerine baktığımda hepsinin boş olduğunu gördüm. Mecburi olarak musluğu açarken bir bardak aldım. Bardağa suyu doldururken bir anlığına başım döndü. Gözlerimi kırpıştırırken bunu takmadım.

Bardaktaki suyu içerken nefesimi tuttum ve tadını hissetmek istemedim. Musluk suyunun tadı benim için her zaman kötüydü ama bu sefer tadı her zamankinin aksine daha fazla acıydı. Ayrıca anlamadığım bir şekilde boğazımda da yakıcı bir tat bırakmıştı. Bardağı bırakıp kafamı iki yana salladım. Gözlerimi kırpıştırırken mutfak tezgahına yaslanıp baş dönmemin geçmesini bekledim. Geçmeyince salona geçip koltukta beklemenin daha mantıklı olduğunu düşündüm.

Yürürken bir anda dizimdeki ağrı arttı. Dizime baktığımda giydiğim gri pijamanin kanla ıslandığını gördüm. Yüzümde hissettiğim ufak su damlasıyla acilen telefonuma koşmam gerektiğinin farkındaydım ama içimde o gücü bulamıyordum. Kanımdaki ağırlaşmayı an ve an hissediyordum. Boğazımdaki acı tat daha fazla artmıştı. Burnum tıkanmaya başlarken nefesim daralıyordu. Bana ne oluyordu bilmiyordum ama bunun normal bir olay olmadığının farkındaydım. Zorla bir iki adım atarken dizimdeki ağrı gittikçe artıyordu. Sanki akan kan bana daha fazla acı veriyordu. Acilen telefona ulaşıp onları aramam gerekiyordu ama içime çektiğim her nefes bana daha fazla acı veriyordu.

Rotamı kanepenin üstüne duran telefonumdan değiştirip dışarıya yönelttim. Buradan derhal çıkmazsam sonumun çok daha kötü olabileceğinin farkındaydım. Gözüm yanmaya başlarken dizimi zorlayarak hızlanmak için çabaladım ama sanki her çabamda kendime daha da fazla acı veriyordum. Kanımdaki acı artarken ne olduğunu anlamıyordum. Pencereye zorla asılıp yana doğru çektim. Ya da açmaya çalıştım çünkü hafif aralık yerden üflenen hava gelmeden hemen önce burnumda hissettiğim acı veren sıvı ile pencerede takılı kaldım. Zorla biraz daha yana çekerken hafif yağan yağmur hızlanmıştı. Dışarıya attığım adım havada asılı kalırken boğazımdan yükselen acı veren sıvı dışarı çıkmak için çabalıyordu. Burnumdan akan kan durmak bilmezken gözlerimden yaş mı yoksa kan mı olduğunu anlamadığım sıvılar firar ediyordu. Acı çekiyordum. Bunu bana kim yapıyordu bilmiyordum ama birinin yaptığını biliyordum.

Üzerimde hissettiğim soğuk damlalar ile içimdeki sıvıyı dışarı serbest bıraktım. Yeşillikleri örten kırmızı sıvı ile geriye doğru sendeledim. Gözlerim gidip gelirken yağmura doğru bir iki adım daha attım. Nefes almak istiyordum ama burnumdaki o acı engel oluyordu. Tıpkı ağzımdaki acı tadın ağzımdan da solumama izin vermediği gibi. Yere doğru bir kayma yaşarken bilincim hâlâ açıktı. Gökyüzüne bakarken yüzüme damlayan damlalar daha da irileşmiş ve hızlanmıştı. Bilincimi zorlarken içimden bir ses telefona gitmediğim için benden nefret ediyordu. Yardıma ihtiyacım vardı. Deli gibi yardıma ihtiyacım vardı. Ölecek gibi hissediyordum. O suda ne vardı bilmiyordum ama beni bu hâle getirecek kadar ağır bir şey vardı onda.

Ağzımı açıp açıp kapatıyordum ama ciğerlerime ufacık bir nefesten başka bir hava girmiyordu. Bana kurtulacağıma dair umut veriyordu ve bu yanlıştı. Çünkü şu an buraya biri yardıma gelmedikçe ben bir ölüden farksızdım. Ciğerlerim havasızlıktan iflas edecekken kulağıma hiç de tanıdık olmayan bir ses çalındı. "Çaresizlikle kutsanmış bir Gölge Varisi."

Zihnim ve gözlerim karardı.

🌜🌚🌛

Evvveeeet!

Nasıl buldunuz bakalım bölümü??

En sevdiğiniz sahne hangisi olduu?

Eleanor hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sharon'un evde kalması nasıl ilerleyecek sizce?

Ve Eleanor'o ne oldu ve bu nasıl oldu sizcee?

Lütfen oy ve yorumlarınızın değerini bu şahıstan esirgemeyinnn!

(5 gün sonra görüşelimmm)

Huzurlu, sağlıklı ve mutlu günler dilerimmmm!

Continue Reading

You'll Also Like

2.1K 777 29
Düzen, bu sözcük yıllar öncede vardı yıllar sonrada olacak. Peki siz buna düzen diye bilir misiniz? Bir annenin ölmemek için çığlığını yada bir çocuğ...
49.3K 1.3K 76
İşini ailesi gibi gören bi psikolog ve sinirlenince kimseyi tanımayan mafya aşka inanmayan adama aşkı öğreten kadın💖 Ateş ❤️ Ezgi
7.7K 2.3K 28
İnsanlar kendi cezalarını kendi yaptı. Hastalıklılar durduk yere ortaya çıkmış olamazdı, onları insanlar üretmişti. Berbat virüs tasarımlarının amacı...
759K 37.5K 62
Torn Galaksisi tüm galaksiye karanlık çağı getiren Beşen Yeri'ni mühürle hapsettikten sonra Kahin Tivon'ın yaptığı karanlık kehanet yeni çağ gölge dü...