Balerin ve Şahin

S-Mare द्वारा

849K 10.2K 12.1K

(Yetişkin içerik!!!) _______________ Eğer iki farklı hayat yaşıyorsanız hayat gerçekten zordu. Eğer o iki hay... अधिक

1. Benimle Dans Etmeye Cesaret Edebilir misin?
2. Ondan Nefret Ediyorum
3. Selam Oğlan Çocuğu
4. Benden Kurtuluşun Yok
5. Yıldızsız Bir Gökyüzüm Var...
6. Bazı Sevgiler Sadece Yaralar
7. En Sevdiğim Şarkı
8. Hatırladıklarım Bana Yeter!
9. En Son Ne Zaman Ağladın?
10. Sadece Bir Makas
11. Geçmişin Kapısına Kilit Vurdum
12. Ben Seni Vuramam!
13. İzler Silinir Ama Acısı Kalır!
15. Sırlarla Dolu Bir Geçmiş...
16. Şaşkın, Güzel ve Tehlikeli Dansçım
17. Hatırladığım Son Şey
18. Unutmak Hem Ödülüm, Hem Lanetim
19. Bölüm Alıntısı (VE GERİ DÖNÜŞ)
19. Karabasan Avlar Şahini
20. Bir Ölüm, Bir İntikam Yemini
21. İhanetin Çamuruyla Örtülü Mezar

14. Acımı Paylaşır, Acını Benimle Paylaşır Mısın?

3.4K 489 2K
S-Mare द्वारा

Merhaba Balerin ve Şahinlerim...

Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın...

Keyifli okumalar...

Instagram: e.s.mare , esmare_den
TikTok: smare_hikayeleri

〰️
"Hiçbir sözünü tutmadın.
Umarım bu sözünü tutar ve bir daha gelmezsin."

Çağan Şengül&Yasin Mir - Aramızda
________________

14. Bölüm🩰
Acımı Paylaşır, Acını Benimle Paylaşır Mısın?
________________

Parmak ucunda yüksel ve dön...

Tökezledim.

Derin bir nefes aldım. Tekrar...

Parmak ucunda yüksel ve dön...

Düştüm. Dizlerim bilmem kaçıncı kez zemini buldu. Çoktan aşınmıştı zaten ama artık kanamaya da başlamıştı. Camlarla çevrili penceresiz odada etrafıma bakındım. Başka yerde dans etmek istemesem de kendimle karşılaşmayı da istemiyordum ama bu kahrolası oda bana hep istemediğim o görüntüyü sunuyordu.

Birkaç adım ötemdeki şişeye yerde sürünerek ilerledim. Dizlerim daha da acıdı ama bu acı bana iyi geliyordu. Hatta birkaç saat önce olanları düşünmemek için daha çok canım acısın istiyordum. Şişeyi buz tutmuş parmaklarımla kavradım ve başıma diktim. Damağıma sadece bir damla ulaştı. Sadece bir damlacık... Hepsini içmiştim.

Şişeyi karşımdaki cama şiddetle savurdum ve cam tuzla buz oldu. Parçaları etrafa saçıldı. Bana kendimi hatırlattı. Paramparça oluşumu ve ruhumun o keskin parçalarımın üzerinde kanaya kanaya dans edişini...

Derince yutkundum ama ağlamadım. Yerden destek alarak ayağa kalktım, ilk önce biraz yalpaladım. Sonra yine kollarımı zarifçe iki yana açıp parmak uçlarımda yükseldim. Yerdeki cam parçalarına baktım, bir an onların üzerinde dans etmek istedim ama sonra vazgeçtim. Hiçbir yarama bir daha dokunması için ona fırsat vermeyecektim.

Döndüm. Bu kez başardım ama kısa sürdü. Yine düştüm. Terden yüzüme yapışan saçlarımı geriye ittim. Odanın bir köşesinde duran bir tutam saç ve makas gözüme çarptı. Yine yutkundum, bu kez gözlerimin dolmasını engelleyemedim ama gözyaşlarımı yine de tuttum.

"Alina!"

Ne kadar süre öylece oturup o saç tutamı ve makasa baktığı bilemesem de bir el yumuşakça omzuma dokununca başımı çevirdim. Daha o an boynuma bir ağrı girdi ve yüzümü buruşturdum. Düşündüğümden fazla acımı yok edeceğimi sandığım şeye bakmıştım.

Yağmur, "Alina!" dedi yine ama bu kez sesini yükseltmişti.

"Seni duyuyorum Yağmur," dediğimde sesim pürüzlü çıktı.

Baştan aşağı simsiyah giyinmişti. Kafasındaki şapkaya kadar... Onu böyle gören biri ilk bakışta şüphesiz hırsız zannederdi. Şapkayı başından çıkarınca açık kumral saçları sırtına döküldü. Şapkayı yere bıraktığı an elini alnıma bastırdı. Gözlerim kısılırken, "Ne yapıyorsun?" diye sordum.

"Ateşin var mı diye bakıyorum?" diye çıkıştı. Ardından etrafına şöyle bir göz gezdirdi, önce kırıp şarap şişesinde sonra saç tutamları ve makasta oyalanan bakışlarını bana çevirdi. Kınayıcı bakışlar ona yabancıydı, genelde insanlar ona böyle bakardı ama şimdi o bana, o insanların kendisine attığı bakışları yolluyordu. "Yırtıcı aradı, hasta olabilirsin diye seni kontrol etmemi söyledi."

Dudaklarım yukarı kıvrıldı. Neredeyse buna kahkaha atacaktım. Son sözlerinden sonra evi öfkeyle terk eden, dahası beni darmadağınık bir hale sokan o değilmiş gibi hala benim için endişelenir imajı çizmesi katlanılır gibi değildi. Ruh hastası benimle oynayıp, beni delirtmeye çalışıyordu ve şimdi kim bilir hangi kadının kollarındayken hala benim aklımı bulandırmaya çalışıyordu.

"Biraz işim çıktı, o yüzden geciktim," diye devam etti Yağmur kızgın sesiyle. "Ama en azından sen evi yakmadan yetiştim. Ateşin yok, muhtemelen hastalık seni kontrol etmem için bir numaraydı." Gözleri kısılırken yüzümü süzdü. "Siz ne yaşadınız kızım? Bu halin ne?"

"Bana içki alır mısın?" dedim onu duymamış gibi. "Kahrolası evde içkinin i'si yok! Son kalan şişe..." Gözlerimle aynanın kırık parçaları arasındaki şişenin parçalarını işaret ettim. "Bitti ve cezalandırıldı."

Birkaç saniye sessiz kaldı. Sonunda, "Alina," dedi yumuşakça. "Aranızda geçmişten kalan bir şeylerin olduğu belli. Nasıl, ne zaman bilmiyorum. Sizi bir arada gördüğüm anlar bile sayılı ama bu çok açık artık." Gözlerimi sonunda cam parçalarından ona çevirdiğimde onu bana değil omzumdaki dövmeye bakarken buldum. "Bu dövmeyi sende ilk gördüğümde bana şahinin Afşin, Ferman ve Merih'i temsil ettiğini söylediğini hatırlıyorum. Hatta sana, ben neredeyim o halde, diye sitem bile etmiştim." Gözlerini bana çevirdi. "Ama o şahin Yırtıcıydı değil mi? Şahini vurulduğun için sildirdiğini söylemiştin. Kurşun izi yüzünden... Ama sebep o değildi. Sen Şahini Yırtıcı gittikten sonra sildirdin."

Sessizce ona baktım. Yine geçmişin girdabı beni içine alırken sadece ona baktım ve o girdaba kapıldım.

Etrafıma bakınıp koridorda ilerlemeye devam ettim. Takip edilmediğimde artık emindim ama yine de temkinliydim. Siyah kapının önünde durup tekrar koridoru kolaçan ettim. Ardından belirli bir ritimle kapıyı çalmaya başladım. Son vuruşu yapamadan kapı hızla açıldı ve kavranan kolumdan içeri çekildim. Kapı kapandı, sırtım kapanan kapının soğuk yüzeyini buldu.

"Geciktin!" dedi Asil. Zaten ettiği tek kelime de bu oldu. Dudakları dudaklarımı bulunca gülümsemem yüzüme yayıldı ve kollarımı boynuna dolayıp onu daha da kendime çektim. Omzumdaki hafif sızı kendini belli etti ama onun dudaklarımdaki dudakları o kadar muhteşemdi ki hiçbir acı bunun yaşattığı mutluluğu silemezdi.

Yumuşak değildi öpüşleri. Başımı belaya sokmadığım an hep böyle tutku doluydu. Çok güzeldi, her dokunuşu büyülüydü. Aklımı başımdan alıyor, kim olduğumu dahi o anlarda unutturuyordu. Sanki o anlarda nefesim onundu, kalbim yaşamak için değil de sadece onun için atıyordu.

Geri çekildiğinde elleri yüzümü buldu ve yavaşça okşadı. "Geç kaldın."

Can sıkıcı bir nedeni vardı ama ona söylemeye niyetim yoktu. "Çok mu özledin?" dedim tek kaşımı kaldırarak.

Burun kıvırdı. "Alakası bile yok." Başıyla arkasını işaret etti. "Sadece yemekler soğudu."

Hazırlanmış masayı o an gördüm. Yüzümü ekşittim. "Mumlar yine yok."

Elimi kavrayıp beni masaya doğru çekiştirdi. "Edison elektriği bulalı çok oldu, ondandır."

Romantizm katiliydi.

"Edison ampulü buldu," diye itiraz ettim. "Elektriği ilk bulan Benjamin Franklin sayılır."

Bir sandalye çekip beni çekerek üzerine oturttu ve elini masaya koyup bana doğru eğildi. "Lina, şimdi oturup bunu mu konuşalım?"

"Ne konuşalım mesela?" dedim sırıtarak.

"Mesela, neden geç kaldığını."

Duymamış gibi yaptım. "Ne yemek yaptın?" Hızla önümdeki çatalı kavrayıp masaya vurdum. "Ölüyorum açlıktan."

"Bamya," dediğinde sanki az önce birini öldürmüş gibi baktım ona. Gerçi birini öldürdüğünde ona hiç böyle bakmamıştım ama normal insanlar sanırım aynı şu an benim baktığım gibi bakardı.

"Şaka yapıyorsun?"

Kaşlarını kaldırıp indirdi. "Sen geç kalınca yemekleri döktüm, dünden kalan bamya var sadece."

"Gidiyorum ben!" diye ayağa kalktım. Bir adım attım ama kendimi bulduğum yer onun kucağı oldu. Kalktığım sandalyeyi oturmuş ve beni kucağına çekmişti. Çenemi ısırdı.

"Yemekte sen varsın!"

"Hmm!" diye mırıldandım ve kollarımı boynuna sardım yine. "Edepsiz bir Alaca seziyorum bu sözden."

Kaşları çatıldı. "Asil," diye düzeltti. Ona Alaca dememi sevmezdi. Alaca ismini babası vermişti ona çünkü. Bence babasının ona verdiği en güzel şey de bu isimdi ama o sevmiyordu işte.

"Eğer gerçekten bamya yapmışsan bundan sonra Asil'i unut!" dedim tehditkârca.

"Peki, kuru ve pilav desem."

"Bundan sonra sana kamyoncular Asil desin derim."

"Hmm," diye mırıldanan bu kez oydu. "Kamyoncular senin gibi söyleyemez." Yüzünü birden tiksinircesine buruşturdu. "Söylemesinler de zaten."

"O halde yemek?"

Bu kez aniden alt dudağımı ısırdı. "Sensin!"

Omzuna vurdum. Kesinlikle hafif bir vuruş değildi ama etkilenmemiş gibi göründü. "Açım ben."

"Ben de sana açım."

Tam yine çıkışacaktım ki Amerikan tipi mutfağın tezgahındaki köfte tabağı gözlerimin irileşmesine neden oldu. Yanında da patates kızarması vardı. "Köfte, patates!" diye neredeyse bağırdım ve aynı hızla kucağından kalkıp tezgaha koştum. Bir köfteyi hızla ağzıma tıkıştırırken Asil homurdandı.

"Şöylesine bir şevkle bir kere Asil demedin!"

Dolu ağzımla sırıttım ve yine dolu ağzımla konuştum. "Annen yaptı bunu değil mi? Anne köftesi bu."

Kızgın bakmaya çalışsa da güldü. "Evet, annem yaptı. Aslında yine tavuk kanadı alacaktım ama sen geçenlerde anne köftesini merak ettiğini söylediğin için annemden yapmasını istedim."

Bunu Afşin'e söylemiştim. Oradaydı ama dinlendiğini bile düşünmemiştim. Dinlemiş olması, dahası benim için annesine bunu yaptırması çok güzeldi. Hissettirdiklerini anlatmak için ise kelimelerim yetmezdi.

"Annene bayılıyorum!" diye aşkla konuştum. Köfteler öyle lezzetliydi ki hem Asil'in az önceki söylediklerinden hem de bu lezzetten gözlerim yaşarmıştı resmen. Gerçekten anne köftesi denen şey gerçekti ve anlatıldığı kadar lezzetliydi. "Annene aşığım hatta."

"Ben de..." dedi ama sustu.

Elimdeki köfteyle döndüm ve ona baktım. "Ben de ne?" dedim heyecanla.

"Ben de anneme bayılıyorum," dedi aniden sırıtarak.

Kaşlarım çatıldı. Keyfim yine kaçtı ve belli etmemek için arkamı döndüm. Kolları çok geçmeden belimi sardı. "Hadi, sofrada yersin," dedi hiçbir şey olmamış gibi. Başımı salladım ama iştahım çoktan kaçmıştı. Saçmaydı da aslında bu, şimdiye kadar onun bu gelgitli hallerine alışmış olmam lazımdı ama ne yaparsam yapayım, ne yaşarsak yaşayalım alışamıyordum.

Tezgâhtaki tabakları masaya taşıdık. Sonra oturup az önce sıkı fıkı olan biz değilmiş gibi sessizce yemek yedik ama artık hiçbir köfte o kadar da lezzetli gelmiyordu. Zoraki yiyordum. "Lina," dediğinde ona baktım. Yine güzel bir cümle kurup soğuyan havayı ısıtmasını bekledim çünkü hep öyle yapardı ama bu kez öyle olmadı. "Neden geç kaldın?"

"Birkaç işim çıktı," diye geçiştirdim ya da sadece denedim.

"Ne gibi?" dedi şüpheyle.

Aklıma onlarca yalan geldi ama hepsini bir şekilde öğrenebilirdi. Aslında ne yaptığımı da er geç öğrenecekti ama en azından üzerinden biraz zaman geçmesini daha iyi olacaktı. O yüzden doğrulara biraz yalan ekleyerek söyledim. "Yağmur'la uğraşıyordum. Bilirsin işte, Afşin'e olan aşkını anlatma günlerindeydi."

Dudaklarını büküp başını salladı. "Hiç vazgeçmiyor ha!"

Gülüp başımı iki yana salladım. "Ancak ölürse..."

O da güldü ve ayağa kalkıp, "İçecek bir şeyler getireyim," dedi. Başımı salladım. O buzdolabına yönelirken ben de tabağımdaki köfteye işkence çektirme işine geri döndüm. Ancak ölürse... Sanırım Yağmur'la en büyük ortak özelliğimiz de buydu. İkimiz de lanet aşk belasından kurtulamıyorduk. Bize ne kadar acı verse de...

Masanın diğer ucunda duran telefonu titreyince acil bir durum olmasına karşılık kalkıp aldım. Ekranda Mira yazıyordu. Mira ve Asil yakın arkadaştılar. Aslına bakılırsa Asil'in dışarıda çok da arkadaşı yoktu. En yakını Mira sayılırdı. Ona bile soğuktu. O kızı ben de pek sevmezdim, biraz kibirliydi ama en azından Asil'in konuşabildiği bir o vardı. Onu yalnızlıktan biraz da olsa aldığı için çok da takılmıyordum. Kıskanmıyordum da, benim de erkek arkadaşlarım vardı. Sadece dışarıda serbest konuşabildikleri için ona biraz imreniyordum.

"Mira arıyor," dedim başımı yana çevirerek. Buzdolabının içine bakarken başını bana çevirdi. Sırıttım. "Açayım mı?"

Göz devirdi. "Boş ver. Ararım ben onu sonra."

"Acil olabilir ama."

"Neden diretiyorsun Alina?" diye aniden çıkıştı. "Acilse bir daha arar."

Çıkışına karşılık gözlerim kısıldı. Telefonu aldığım yere bırakırken, "İyi, tamam," dedim ben de çıkışır gibi. "Dövmene gerek yoktu."

Derin bir nefes verip başını yine dolabın içine çevirdi. "Dövemem ben seni, öperim."

Az önceki çıkışını yumuşatmaya çalışıyordu. Cevap vermedim. Sandalyeme geri döndüm ama neden sinirlendiği aklımı kurcalıyordu şimdi. Tartışmışlar mıydı acaba? Sanmıyordum. Mira'nın Asil'e sesini yükselttiğini bile duymamıştım hiç. İkisi bir araya geldiğinde sadece kibirleri konuşuyordu. Birkaç kez ana merkezde ikisinin konuşmalarına şahit olmuştum. Çok sıkıcıydılar.

Önüme bırakılan portakal suyu dolu bardakla düşünceler âleminden sıyrıldım. Başımı çevirip Asil'e baktım. "Portakal suyu, gerçekten mi?"

Kolunu arkadan bana sararken omzum sızladı. Belli etmedim. Çenesini diğer omzuma yasladı. "Portakal suyu seviyorsun diye hatırlıyorum."

"Evet ama şu an beraber bir yemek yiyorken değil. İçki yok mu?"

Art arda cık cıkladı. "Sarhoş halin beni zorluyor Lina," dedi yanağını yanağıma sürterken. Hafif çıkmış sakalları yanağımı aşındırdı ama bu yine de çok hoşuma gitti. İşte beni tavlaması bu kadar kolaydı çünkü o bana dokunda hemen aptallaşıveriyordum.

"Ayık halim?" dedim sinsice.

"Sarhoş halin, ayık halini bile alt edebilir."

"Vay be!" dedim gülerek. "Sarhoş halimle tanışmak isterdim."

Dudağımın yanına uzun bir öpücük bıraktı. "İnan bana istemezdin!"

İkimiz de güldük ama eli saçlarımı bulduğunda o gülüş bıçak gibi kesildi. "Saçlarını kesmişsin."

Sadece ufacık... Annem bile anlamamıştı ama o anlardı. Acaba nedeninin kendisi olduğunu da bir gün anlayacak mıydı?

"Kırılmışlardı," dedim.

Kırılmıştım. Kırılan bizzat bendim.

"Saçlarına dokunman hoşuma gitmiyor," dedi sessizce.

O halde beni kırma, demek istedim ama vazgeçtim. Gerginlik istemiyordum, onunla zaten çok zor görüşebiliyorduk. Ben o anlarda hep mutlu olalım istiyordum. Çoğu zaman ise istediğimi alamadan çıkıyordum bu evden ve olan saçlarıma oluyordu. Yerlere azar azar dökülüyordu saç tutamlarım. Bense ağlayarak onların düşüşünü izliyordum.

"Kırılmışlardı," dedim tekrar.

Bana sardığı kolu sıkılaşırken diğer elindeki saç tutamlarıma dudaklarına bastırdı. Eli saçlarımdan çekilip çenemi buldu ve yüzümü yavaşça kendine çevirdi. Dudaklarıma da hafif bir öpücük bıraktı. Tebessüm ettim ama o derin bir nefes aldı. Uzun uzun bana baktı. Bir şey söyleyecek sandım, söylemedi. Yavaşça geri çekildi ama bana sardığı kolunu çekerken omzuma dokundu. Gülüşüm bozulur gibi oldu. Kendimi hızla toparladım ama çoktan yakalanmıştım.

"Hayır, hayır!" dedi kaşlarını çatarak. "Yine başına bela açtın ve yaralandın değil mi? O yüzden geç kaldın."

Başımı hızla iki yana salladım. "Bunu da nereden çıkarıyorsun? Son bir haftadır herhangi bir göreve bile gitmedim."

Bana elbette inanmadı. Yine üzerimdeki bluzun eteklerine sarıldı. Hızla ayağa kalkıp geriledim. "Alina!" diye çıkıştı. "Göster şunu!"

"Yaralanmadım diyorum," dedim ama üzerime gelmesiyle ellerimi hızla havaya kaldırdım. Artık kaçışım yoktu çünkü bu işin peşini bırakmazdı. Zaten eninde sonunda görecekti. "Tamam," dedim ve derin bir nefes aldım. Bluzu başımdan çıkarınca yine sadece iç çamaşırımla karşısında kaldım. Gözleri daha ilk andan omzumdaki etrafı kızarmış karartıyı buldu.

Balerin ve Şahin'i...

Dudakları aralandı, derin bir nefesle gözleri ağır ağır gözlerime tırmandı. Uzun uzun gözlerime baktı. "Yağmur bunu gördü değil mi?" dedi sessizce.

Ondan ilk duymayı beklediğim kelime bu değildi. Daha önce yaptırmamı istemediğini söylemişti ama belki dedim, belki görürse biraz da olsun yumuşar. Hatta hoşuna bile gider ama gözlerine yığılan öfke tüm belkilerimin sonu oldu. Elini hızla dalgalı saçlarından geçirdi ve arkasını dönüp, "Kahretsin!" diye bağırdı. "Peki, başka biri gördü mü? Diğerleri... Diğerleri gördü mü Alina?"

Dudağımı sertçe dişledim. "Hayır," dedim ama tek kelime bile beni zorlamıştı. "Sadece Yağmur."

"Ama eninde sonunda görecekler. Sana yapma demiştim. Yağmur zaten başlı başına bir sorun. O bir şeyden şüphelenmişse peşini bırakmaz! Diğerlerine söylemesi de uzun sürmez."

Kalbim can alıcı bir acının altında ezildi. "Bu kadar korkmana gerek yok," dedim kırık bir tonda. "Şahinin Afşin, Ferman ve Merih'i temsil ettiğini söyledim. Daha fazla kurcalayacağını..."

Bana döndü ve hayret eder gibi baktı. "İnandı mı sandın?" Yine öfkeyle bağırdı. İçim titredi. Yüksek sese tahammülüm yoktu ve o bunu biliyordu. Buna rağmen sesinin tonu hiç azalmadı. "İnansaydı, seni takip etmezdi!"

Elbette ki anlamıştı. Geç kalışımın nedeni buydu. Yağmur bir şeyler gizlediğimi düşünüp peşime takılmıştı ve onu atlatmak tahminimden daha zor olmuştu.

"Halledemeyeceğim bir mesele değil," dedim, ellerim titriyordu. Arkama gizledim.

Başını salladı. "Doğru." Gözleri yine omzumdaki dövmeyi buldu. "Git ve onu en kısa sürede sildir."

Yanlış duymuşum gibi dudaklarım aralandı. "Ne?"

"Sildir onu Alina!"

Bir süre bunu hazmetmeye çalıştım ama başaramadım. İsterik bir şekilde güldüm. "Bir yanlış anlaşılmayı düzelteyim. Belli ki sana tam aksini düşündürmüşüm ama bu beden benim ve senin benim bedenimde söz hakkın yok. Üzerimde hiçbir hakkın olmadığı gibi."

İşaret parmağıyla dövmeyi gösterdi. "Eğer bedenine benimle ilgili bir şeyler çizdiriyorsan var."

"O şahinleri temsil ediyor!"

"O beni temsil ediyor!" diye bağırdı. "Biz seninle bir anlaşma yaptık ve sen, seni uyarmama rağmen..."

"Kahrolası anlaşmayı yaparken 5 yaşındaydım. Sen de 8. Artık büyüdük!"

Başını hızla iki yana salladı. "Büyüdük ama ikimiz için de değişen bir şey olmadı. O yüzden onu sildir Alina! Başka biri görmeden kurtul ondan."

"İkimiz için de değişen bir şey olmadı mı?" Bağırmıştım adeta ama tekrar konuştuğumda ses tonum birkaç kademe düşmüştü. "Asil biz birbirimize dokunuyoruz." Titreyen elimle köşedeki yatağı gösterdim. "O yatakta da sadece uyumuyoruz, şimdi sen değişen bir şey olmadı mı diyorsun?"

"Ne söylemek istediğimi biliyorsun, konuyu saptırma!"

"Konuyu saptırmak..." derken güldüm. İçinde tonla acı olan bir gülüştü. "Ben yoruldum, anladın mı? Sen babanın elinde bir kukla olma diye ben senin elinde bir kukla oldum ama bu kadar yeter. Dövme kalacak ve sen bu konuda tek kelime etmeyeceksin."

"Öyle mi?" dedi buz gibi bir sesle. "Yoruldun öyle mi? Yaptığımız anlaşmayı siktir et Alina ama..." Kapıyı gösterdi. "O kapıdan gelen hep sendin. Yorulduysan buna son verebilirdin, buna son vermek senin elindeydi ama sen hep geldin. Ben değil, sen geldin. Şimdi eğer bir daha gelmek istiyorsan..." Omzumu işaret etti. "Onunla bu evden içeri bir adım dahi atamazsın."

Paramparça oldum, bu öyle bir parçalanmışlıktı ki beni o an çekip vursaydı da bunları hiç söylememiş olsaydı dedim. En çok canımı acıtan da sözlerindeki doğruluktu. O bana çok gelmişti, evime, odama ama o zamanlar küçüktük. Ve büyüdüğümüzde, ilk kez öpüştüğümüzde artık bana gelen hiç o olmamıştı. Ona gelen hep ben olmuştum.

Kendimi berbat hissettim; değersiz, sadece işe yaradığında ortaya çıkan bir eşya gibiydim. Kullanılmış değildim, ben bile isteye kendimi kullandırtan kişiydim. Bunu bilerek bu eve hep gelmiştim, ben bunu bilerek onu öpmüştüm. Onunla bunu bilerek birlikte olmuştum. Ben ona aşık olduğumu bu evde söylemiştim, o yatakta ama o bana hiçbir zaman aynı şekilde karşılık vermemişti.

Babası yüzünden demiştim hep. Onun eline bir koz vermek istemediği için. Bu yüzden gizlenmiştik çünkü Asil benim onun zayıflığım olduğunu söylemişti. Aşık olduğunu değil, sadece zayıflığı olduğumu. Dışarıda birbirimize görevler haricinde selam bile vermeyişimiz bundandı, gizlenişimiz bundandı. Babası beni kullanıp ona istediğini yaptırmasın diyeydi. En azından ben öyle sanmıştım, bana öyle söylemişti çünkü.

Ama... Ama bu sözlerin bir affı yoktu. Bu sözlerin babasıyla bir ilgisi de yoktu, hepsi banaydı. Gururumaydı. Şu an ayaklarım altında ezdiğim o gururaydı.

Gözlerim doldu. "Sildireceğim."

"Güzel," dedi sadece.

Yanağıma bir damla düştü, hızla sildim onu. "Geri gelmek için değil," dedim. Yutkundum, çok canım yandı ama söyledim. Söylemeliydim, kendime bunu borçluydum. "Çünkü gelmeyeceğim bir daha..."

Gelmeyeceğim bir daha...

Bana baktı, dudakları hafifçe aralandı ama konuşmadı. Aralanan dudaklarını sıkıca birbirine bastırdı. Kapıya yürürken bana bakmadı bile. Gururumun ezilirken çıkardığı sesler kulaklarımı tırmaladı ama bunu sadece ben duydum. Kalbimde açtığı yaradan akan kan göğüs kafesimi doldurdu. Boğazıma tırmandı. Beni adeta boğmaya başladı. Benim canım uzun zamandır ilk defa bu kadar çok yandı ama o sustu.

Ta ki kapıyı açana kadar...

Her şeye rağmen, kanayan kalbime, acıyla bağıran gururuma rağmen ondan bir özür bekledim, belki de gitme demesini bile ama o söylediği şeyle sadece gururumu biraz daha ezmeme, kalbime bir yara daha açmama neden oldu. "Hiçbir sözünü tutmadın. Umarım bu sözünü tutar ve bir daha gelmezsin."

"Alina!" dedi Yağmur yine ve beni geçmişimin en kötü birkaç anısından kurtardı. O günü hatırlıyordum elbette ama ayrıntılar gözüme bir kez daha sokuldu sanki. Yağmur'a baktım ve bana şefkatle baktığını gördüm. "Bana anlatabilirsin?"

Kuşçu'nun, annesinin, bana anlattıklarını hatırladım. Kocasına olan duygularını hastalıklı olarak tanımlamıştı. Onun yaptığı çoğu şeyi görmezden gelmesini de bu duygulara bağlamıştı. Sen böyle bir kadın değilsin demiştim ona ama ben de böyle bir kadın değildim. Buna rağmen ben de Asil'in yaptıklarını hep görmezden gelmiştim. Sanırım bir zamanlar ben de ona böyle hastalıklı bir şekilde bağlıydım.

Umarım bu sözünü tutar ve bir daha gelmezsin demesine rağmen ona bir daha gitmemin başka bir açıklaması olamazdı.

Ben bir zamanlar gerçekten bir zavallıydım. Kendimden tiksinecek kadar hem de.

"Bir şeyi merak ediyorum Yağmur," dediğimde ilgiyle bana bakıyordu artık. "Afşin'in sana böyle davranması, seni yok sayması seni hiç üzmüyor, hiç kırmıyor mu?"

Yüzü düştü ama hızla kullanmaktan aşındırdığı maskesini o güzel yüzüne iliştirdi. "Beni seviyor ki o. Sadece..."

"Hayır," diyerek kestim sözünü. "Seni sevmesinden falan bahsetmiyorum. Tavırlarının canını yakıp yakmamasından bahsediyorum."

Omuz silkti. "Ben onun her halini seviyorum." Ellerini hızla iki yana açtı. "Hem konu ben değilim. Sensin. Yırtıcı ile ikiniz. Bana anlat işte Alina. Seni dinlerim, seni anlarım."

Gülüp başımı iki yana salladım. "Beni anlayamazsın Yağmur."

"Anlatmadan bilemezsin."

"Yağmur," dedim, gözlerinin en derinine baktım. "Sen şu an beni anlayacak evrede değilsin. Sen şu an canının yanmadığını iddia eden bir maskenin ardındasın. O maskenin seni koruduğuna inanıyorsun, hatta sen o maskeyi o denli benimsemişsin ki artık yüzünün o mutlu maske olduğunu sanıyorsun. Sen beni anlayamazsın, yüzünde bir maske olduğunu kabul edene kadar anlayamazsın. Hatta belki onu kabul etsen bile anlayamazsın."

"Yüzümde maske falan yok," dedi ama sesi kısılmıştı.

"Farz edelim ki öyle," dedim öyle olmadığını bile bile. "Diyelim ki gerçekten mutlusun. O halde beni hiç anlayamazsın. En fazla bana acırsın."

"Çok önyargılısın." Kırılmıştı ama gerçekler bunlardı. "Ne yaşadın bilmiyorum ama belki ben de çok şey yaşamışımdır. Belki ben de kötü şeyler yaşamışımdır."

"Az önce mutlu olduğunu iddia eden sendin."

"O Afşin ile ilgiliydi."

"Başka ne gibi kötü bir şey yaşamış olabilirsin?" dedim gülerek. "Annen yanı başında, seni çok seviyor. Hatta senin üzerine titriyor. Güzel bir eğitim alıyorsun, âşıksın da. Hatta seni üzmediğini iddia ettiğin bir aşka sahipsin. Yağmur sen en fazla ne yaşamış olabilirsin?"

"En fazla ne yaşamış olabilirim?" diye tekrarladığında sesinde ani bir değişim vardı. Buz gibiydi. Tamamen yere oturdu. Başını aşağı eğip dudağını sertçe ısırdı, sanki bir şey söyleyecekti ama kendini durdurmaya çalışıyordu. Derin bir nefes aldı, avuçları sıkıca kapandı açıldı. Çatılan kaşlarımla onu izlerken o aniden başını kaldırıp bakışlarını bana çevirdi. İlk defa gözbebekleri bir ok gibi gözlerime saplanırken, "En fazla ne yaşamış olabilirim?" diye sessizce tekrarladı. "Babamın beni ikinci katın merdivenlerinden atması ve aylarca kırık kemiklerimin acısıyla bir yatakta yatmam haricinde mi?"

Öylesine irkildim ki bunu anladığına bahse girerdim. Saklanmak istedim. Kendimi bir yerlere kapatma isteği ile doldum taştım. Elim, ayağım buz kesmişti adeta. "Ne?"

"Şaşırdın mı?" dedi buruk bir gülümsemeyle. "Ama gerçek bu. Babam beni bile isteye öldürmeye çalıştı. 4 yaşında... 4 yaşındaydım."

Bazı şeyler vardır ki Alina, aşkı silip süpürür ve yerini tiksintiye bıraktırır, demişti Kuşçu. Bahsettiği şey bu muydu? Tanrım! Bu korkunç bir şeydi.

"Yağmur..." dedim ne diyeceğimi bilemeyerek. Konuşmama izin vermedi.

"Sana anlatırsam bana kendini açar mısın?" Maskesi sonunda düştü. Hatta o maskenin kırılan sesi parçaladığım aynadan bile daha gürültülüydü. Dudakları titredi. "Kimseye anlatmadım bunu Alina, sadece iki kişi biliyor. İkisi de hiç yaşanmamış gibi davranıyor ama sen... Sen yaşanmış gibi davranır mısın? Acımı paylaşır, acını benimle paylaşır mısın?"

Titreyen ellerimi üzerimdeki tişörtün eteklerini sıkıca kavrayarak gizledim. Başımı zorlukla salladım. "Paylaşırım."

Tam da bu sözümle gözleri doldu. Başını yine aşağı eğdi. Tekrar bana baktığında bir damla çoktan yanağına süzülmüştü. Söylediklerim için o kadar pişman olmuştum ki...

"Hani sormuştun ya, Afşin'in sana böyle davranması seni üzmüyor, kırmıyor mu diye." Başımı hafifçe salladığımda derin bir iç geçirdi. "Üzüyor ama kırmıyor. Neden böyle davrandığını biliyorum çünkü."

Afşin konusunda neden geri döndüğünü anlamasam da, "Neden?" diye sordum.

"Afşin'le nasıl tanıştığımızı biliyor musun?"

"Örgütte değil mi?"

Başını olumsuzca salladı. "Değil. Afşin bizim evimize hırsızlık için girmişti." Şaşkınlıkla ona bakarken güldü ve elinin tersiyle gözlerini kuruladı ama yeni yaşların yanaklarından süzülmesini engelleyemedi. "Annemin bir işi çıkmıştı sanırım. Beni bakıcımız Emine teyzeye bırakıp acil çıkmıştı. Sonra babam geldi. Yalnızdı. Annemi sordu, Emine teyze bugün gelmeyeceğini ve o yüzden bana bakmak için kaldığını söyleyince ben ona bakarım diyerek Emine teyzeyi gönderdi. Beni de uyumam için odama yolladı. Aslında defolmamı söylemiş bile olabilir. Gözümün önünde görünme demek işte. Nasıl da bakmak ama?"

Başını yine aşağı eğdi, parmaklarıyla oynamaya başladı. "Karnım açtı, uyuyamadım. Babamdan korktuğum için gidip bir şeyler de yiyemedim. Kapı sesi gelince annem geldi sandım. Annem beni doyururdu. Hem babam onun yanında bana kızamazdı da ama gelen annem değildi, başka bir kadındı. Yukarı çıkarken babamla gülüşme sesleri geliyordu. Kapıyı aralayıp korkuyla baktım. Babam o kadınla annemin odasına girdi. Dayanamadım, korksam da odadan çıktım. Annemin odasına ilerledim." Başını kaldırıp yine bana baktı. "Kapı aralıktı. Babam kadının üzerini çıkarırken onu öpüyordu."

Dehşete düşerek titredim. Babasının pisliğin teki olduğunu biliyordum ama evde çocuğu varken başka bir kadını, karısının odasına sokacak kadar iğrenç olacağını düşünmemiştim.

"Elimde oyuncak bir araba vardı," dedi Yağmur hafif bir tebessümle ama sadece o tebessüm yüzünü gözyaşı yağmuruna tuttu. "Arabaları çok severdim. Annem de bana her renginden almıştı. Kırmızı araba en sevdiğimdi. Hep elimdeydi, uyurken bile. Onları öyle görünce elimden düştü. Kadın bana baktı, babam bana baktı."

Eliyle yüzünü temizlemeye çalıştı ama olmadı. Islaklık hiç eksilmedi. "Anneme söyleyeceğim, dedim. Babamın gözlerindeki korkuyu gördüm, sonra öfkeyi. Korktum Alina, korktum ve kaçtım ama beni koridorda yakaladı. Bana vurdu, yetmedi bir daha vurdu. Daha 4 yaşındaydım." Ağlarken güldü. "4 yaşında, küçücük bir şeydim ama bu babamdan delice dayak yememe engel olmadı. O kadını duydum." Gözlerinde ilk defa acıdan başka bambaşka kapkaranlık bir duygu belirdi. "Ya karına söylerse, diyordu. Onu durdurmadı, düşünebiliyor musun? Beni döverken izledi. Her yerim acı içindeyken, burnumdan kanlar akarken izledi ve söylediği tek şey, karına söylerse oldu."

Yaşıyor muydu? Yaşıyorsa eğer bu sadece bir süre devam edecekti çünkü yarından itibaren ilk işim o kadını bulmak ve nefesini kesmek olacaktı.

"Babam," derken sesinde tiksinti vardı ama daha çoğu acıydı. "Onun sözlerinden sonra gözlerindeki korkuyu gördüm. Yakamı kavradı ve bana baktı. Bana, kendi çocuğuna nefret eder gibi baktı. Ona o an bile, baba dedim. Babacığım..."

Hıçkırdı. Ona sarılmak istedim ama kendime engel oldum, tamamen içini dökmesini istiyordum. Bugüne kadar içinde bunları tutmuş olması zaten çok ağırdı. Hafiflemesini istiyordum.

"Babacığım," diye tekrarladı acı içinde. "Babacığım beni merdivenlere fırlattı Alina!"

Nefesimi tuttum. Göğsüme ince ince bıçaklar saplandı. Elimi istemsizce göğüs kafesime bastırdım. Ölecekmiş gibi hissediyordum, her dakika bir yerlere saklanma isteğim artıyordu. Anlatıp rahatlamasını istemiştim ama anlattıkça benim nefesim kesiliyordu. Benim canım yanıyordu. Bedenim kasılıp kalmıştı, her hareketimde canım yanıyordu.

Elime baktı, yine ağlarken güldü ve o da elini kendi göğsüne bastırdı. "Kaburgalarım kırıldı. Kolum, bacağım... Küçücüktüm zaten." Başını dikleştirdi. "Bayılmadım ama biliyor musun? Düştüğüm yerde ilk kırmızı arabamı gördüm. Sonra da onu..."

Gülümsemesi dakikalar sonra gözlerine ulaştı. "Afşin'i... Yukarıdaydı, kırmızı arabamın birkaç adım ötesindeki misafir odasının kapısında. Bir elinde bir torba vardı sanırım, diğerinde de parlak bir şey... Bıçakmış. Bana baktığı an babama doğru bağırarak koştu. Sonra ne oldu, bilmiyorum. Afşin de annem de anlatmadı. Kendime geldiğimde ve konuşabildiğim ilk anda çocuk dedim sadece. Hep çocuk dedim. Sonunda annem o çocuğu bana getirdi ama babam bir daha hiç gelmedi. Belki de Afşin babamı öldürmüştür. Umarım öldürmüştür. Umarım o kadını da öldürmüştür."

Umarım Yağmur, umarım! Ama öldürmemişse de ben öldüreceğim!

Derince yutkundu. "Hatırlamadığımı sandılar, ben de o çocuk haricinde hiçbir şeyi hatırlamıyormuş gibi davrandım. Sormadım o yüzden. Umurumda değillerdi. Umurunda olan tek kişi vardı artık. O çocuk... Alina o çocuk bana hep sevgiyle baktı. Benim onun yanında kalbim bile durdu, defalarca durumum kötüleşti ama her gözlerimi açtığımda o hep yanımdaydı. Ben onu gördüm ama onda bambaşka bir şey daha gördüm..."

Zorlukla, "Ne?" diye sordum.

"Korku," dedi. "Kaybetme korkusu. Beni tanımıyordu bile ama benim için korkuyordu. O hala o çocuk, o hala kaybetme korkusu taşıyan o çocuk. Bana böyle davranması canımı yakıyor ya hani, onun daha çok canını yakıyor ama daha fazlasından da çok korkuyor. Bana bu yüzden yaklaşmıyor. Daha çok bağlanmak istemiyor ama bilmiyor." Derin bir nefes verdi. Neyi bilmediğini sormadım çünkü biliyordum. O da zaten sormasam da söyledi. "O aslında en çok bana bağlandı."

Aniden omuz silkti. "Hem onun bu utangaç halleri hoşuma da gidiyor. Çok..." Hıçkırdı. "Çok tatlı değil mi?"

O titriyordu, ben de öyle. Başımı sallayıp onu onayladım.

"Ben de tatlıydım," dedi sesi de titrerken. "Ama babam beni merdivenlerden attı. Beni sevmedi ama ben Afşin'i seveceğim."

Ve Yağmur deli gibi ağlamaya başladı.

"Seveceğim!" dedi ağlamalarının arasından. "Çünkü o benim kahramanım!"

İşte o an ona sarıldım. Çocukluğumda onun bana sarıldığı gibi sıkıca sarıldım. Tıpkı o zamanlar benim hissettiğim gibi güvende hissetsin istedim. Yavaşça saçlarını okşarken o sadece aynı kelimeyi söyleyip durdu.

Kahramanım...

Gözlerim o an başka birini buldu. Kapıda dikilen Afşin'i... Yağmur'a bakıyordu ve gözleri dolmuştu. Ayazda saatlerce kalmış gibi titriyordu. Belli ki onu dinlemişti. İleri doğru bir adım attı ama çok daha hızlı bir şekilde odadan çıkması bir oldu. Ben ilk defa onu böyle gördüm ama o görüntü bile içimi titretmeye yetti de artı.

Yağmur onun geldiğini hissetmedi bile, tükenene kadar ağladı. Sonra başını kaldırıp bana baktı. Hızla siyah bluzunun eteklerini çevirip yüzünü kuruladı ve neşeli bir şekilde gülümsedi. "Karnım acıktı, bir şeyler yiyelim. Sonra da sen anlat."

"Alo! Alina!" diye bağırdı bir yerlerden Afşin. Sesi neşeli çıkıyordu. "Neredesin kızım?"

Yağmur'un gözleri irileşti. Hızla ayağa kalkıp beni de kaldırdı. "Git! Git!" diye fısıldadı telaşla. "Beni görmesin, kıpkırmızı gözlerle şeytana benziyorumdur şu an. Git çabuk! Ben yokum, tamam mı?"

Hafifçe güldüm, neşesizdi. "Tamam."

Hala titrerken ağır ağır odadan çıktım. Zaten Afşin'in içeri girmeyeceğini biliyordum. O da Yağmur'un nasıl davranacağını bilip beni çağırmak için yapmıştı bunu zaten. Odadan çıkınca etrafıma baktım ama burada değildi. Üst kata çıkıp aralık olan kendi odamın kapısına ilerledim. İçeri girdiğim an onu duvar dibinde otururken buldum. Bir çocuk gibi bacaklarını kendine çekmiş kollarıyla sarmıştı. Bana ıslak gözlerle baktığında kapıyı kapatmamı işaret etti.

Kapattım ve yanına yürüdüm. Önünde çöktüğümde ıslak uzun kirpikleri titredi. Onun kirpikleri bir kadını kıskandıracak kadar uzun ve güzeldi. "İyi misin?" diye sordum sessizce.

Başıyla kapıyı işaret etti yine. "O iyi mi?"

"İyi olacak."

Başını eğdi. Eliyle burnunun önünü sildi. "İyi olsun."

Elimi yanağına yaslayıp hafifçe okşadım. "Sen iyi misin?"

"Babasını öldüremedim," dedi beni duymamış gibi. Sesi kısıktı. "Kadın da kaçtı."

"Buluruz," dedim hemen. "Ve cezasını keseriz!"

"Benim cezamı da keser misin Alina?" Anlamamıştım. Başını kaldırıp bana baktığında o da anlamadığımı gördü. İki gözünden aynı anda iki damla süzüldü. "Ben de kaçtım Alina."

Afalladım. Bunu beklemiyordum ama yine de gerçekleri söyledim. "Çocuktun."

Başını iki yana salladı. "Korktum. Korkağın tekiydim çünkü."

"Sadece çocuktun."

Başını daha hızlı salladı. "Kızımı öldürdün, dedi bana. Korktum Alina."

Şerefsiz piç kurusu!

"Yapacağın bir şey yoktu."

"Vardı," dedi dişlerinin arasından. "Vardı ama yapmadım. Onu bıçaklamıştım, öldürebilirdim de ama öyle deyince... Gerçekten ben yaptım sanırlar diye korktum. Beni yakalarsalar ıslah evine verirlerdi. Korktum ve kaçtım. Eğer korkmasaydım onu öldürebilirdim. Öldüremedim. Bir korkak gibi kaçtım sadece. Yağmur'u öylece yerde bırakıp kaçtım."

"Afşin..."

"Yağmur'u öylece bırakıp kaçtım ben Alina," dedi. "Ben... Yine onu bırakıp kaçarım. Korkağım ben."

Değildi. Asla değildi ama kendini öyle sanıyordu. Yine aynı şeyleri yaşasa, yine Yağmur bir tehlikede olsa kaçacağını sanıyordu ama yapmazdı. Ben biliyordum bunu ama o bilmiyordu. Ya da kendini buna inandırmıştı.

"Boktan biriyim ben," dedi eliyle kafasına vururken. "Bombok biriyim. Onun sevgisini hak etmiyorum bile ama o beni seviyor, beni bir kahraman sanıyor." Güldü. "Nasıl kahraman ama... O can çekişirken, o ölürken bırakıp kaçan bir kahraman."

Anlamıştım ki, Afşin'in Yağmur'dan uzak duruşu Yağmur'un sandığının aksine bağlanmaktan ya da kaybetmekten korktuğu için değildi. Afşin kendinden korkuyordu, yapamayacağını düşündüğü şeylerden korkuyordu. Onu hak etmediğini düşünüyordu çünkü onu bırakıp gittiği için vicdan azabı çekiyordu. Çocuktu ama bunu kabullenmiyordu.

Çocukluğumuzda hangimiz korkmamıştık ki...

Ona da sarıldım. Tıpkı dakikalar önce Yağmur'a sarıldığım gibi. Tüm yaralarını sarmak istercesine...

"Ben bir kahraman değilim," dedi sessizce.

"Sen onun kahramanısın," diye itiraz ettim. O da bana itiraz edecekti, hissetmiştim ama izin vermedim. "Hayır, sen onun kahramanısın. Sen onun başında bekleyen çocuksun. Sen gözünü her açtığında görmek istediği o çocuksun. Sen onun her şeyisin."

Kabullenmedi, biliyordum ama bir gün kabullenecekti. Bunu da beraber başaracaktık. Bugüne kadar her şeyin üstesinden nasıl geldiysek bunun üstesinden de beraber gelecektik.

Dışarıdan gelen hafif sesle benden hızla ayrıldı ve başını kapıya çevirdi. "Buraya geliyor." Hızla ayağa kalktı ve dakikalardır sessizce konuşan ve ağlayan o değilmiş gibi neşeli bir sesle konuştu. Ne yapacağımı şaşırmış bir halde ona bakan ise bendim. "Kızım adama ne yapmışsan içmiş içmiş kapıma dayanmış diyorum sana!"

Anlaşılan onunla konuşmamız buraya kadardı ama o konuşma bu kadarla sınırlı değildi. Hem Yağmur hem de Afşin'le artık ortak bir sırrımız vardı. Onları bu sırrın ağırlığından kurtarmanın bir yolu mutlaka vardı ve ben o yolu bulup ikisini de iyileştirmeye çalışacaktım.

Afşin üzerini düzeltir gibi yaptı ve çatılan kaşlarımla onu izlerken, "Neyse..." dedi. "Gidiyorum ben. Ayyaş evde tek kaldı."

Kapıya doğru yavaşça adımlarken dışarıdan Yağmur'un hafif hafif koşma sesi geldi. Afşin kapı koluna uzanırken güldü. Dışarı çıkmadan önce yüzünü kuruladı ve o yüze bir maske de o taktı. "Bir de duyulmadığını sanıyor ya. Manyak yemin ederim."

Kapıyı açtığında kafama dank eden şeyle, "Bir dakika!" dedim. Bana baktı. "Sen az önce kimden bahsediyordun?"

"Kimden olacak?" dedi gülerek. "Yırtı..." Sustu. Gözleri irileşti. "Hasiktir! Ben onu söylemeyecektim." Eliyle art arda alnına vurdu. "Ben sadece öylesine uğramış gibi yapacaktım. Hasiktir! Hasiktir! Hasiktir!"

"Senin evinde mi?" dedim küfürlerini duymazdan gelirken. "Ve içmiş?"

Elini çekti ve bana sırıttı. "Öyle bir şey yok! Neler uyduruyorsun sen öyle!" dediği an kapıyı açıp hızla çıktı. Şaşkınlıkla arkasından bakakaldım ama sadece birkaç saniye sonra kapı yine hızla aralandı. Afşin başını içeri uzattı, kurduğu iki cümleyle beni şoka uğratırken geldiği hızla kapıyı çekip ortadan kayboldu.

"Sakın Yırtıcı'nın içip içip kapıma dayandığını kimseye söyleme! Mazallah! Sana değil bana aşık sanırlar!"

Merhabalar Güvercin ve Şahinlerim...

Keyifler nasıl?

Sınavlar peki?

Sınav maratonunun üstüne bir darbe de ben mi vurdum yoksa? 🥺

Bölüm yorumlarına geçelim hemen...

Balerin yeri...

Asil Alaca Şahin yeri...

Yağmur yeri... 🥺

Afşin yeri... 😭

Peki, bu kez geçmiş sizi şaşırtı mı?

Alina'nın dövmesinin hikayesi de böyleydi. Biraz acı bir hikaye oldu...

Yağmur ve Afşin bizi bu bölüm güldürmedi. Onların geçmişi sizi nasıl etkiledi?

Geçmişteki Asil Alaca yine sizi kızdırdı mı? Beni de biraz kızdırdı 😒

İçip içip Afşin'in kapısını bulmasına ne demeli peki? 😒😂

Son olarak bölüm boyunca en beğendiğiniz yere şuraya beklerim...

Sizi seviyorum, siz kendinizi biliyorsunuz ❤️

Hepinize güzel Ramazanlar diler...

ve S.Mare kaçar 💃🏻

पढ़ना जारी रखें

आपको ये भी पसंदे आएँगी

45.7K 3.4K 16
Adli Tıp Uzmanı olarak çalıştığım hastanede gördüğüm maktuller bana zaman zaman ağır gelebilirdi, bu çok normal. Ama sonunda gömülmeleri ve benden uz...
53K 5K 49
Çocuk kaçakçılığı yapan bir örgüte daha küçükken satılmış olan Çilen, farkında olmadığı şizofreni hastalığıyla hayata tutunmaya çalışırken bir gece r...
-Son Kez Düşen Damla- Sude द्वारा

रहस्य / थ्रिलर

7.4K 631 15
"Eymen Kızılyurt cinayetinden tutuklusunuz. Susma hakkına sahipsiniz. Söylediğiniz her şey aleyhinize kullanılacaktır." -Gelecek bölümlerde hikaye aç...
7.7M 446K 83
Fantastik #1 Siz hiç bir ruha aşık oldunuz mu? Gülüşünden bihaberken ya da öfkelendiginde nasıl baktığı bilemeden sonsuz bir melankoninin içine düştü...