Zalim Ruhların Dansı (Kanın Ş...

By Onemacikgoz

20.3K 2.7K 4.2K

"Sırların zinciri koptu Bedel kanla yazıldı Yükselmek için yeniden doğdu Yıkımın kıvılcımları dört bir yan... More

TANITIM✨
GİRİŞ
1.Bölüm: KATRAN KARASI AYAK İZLERİ
2.Bölüm: VEDA
3.Bölüm: DİKENLİ DOST ELİ
*4.Bölüm: VİCDAN VE ZEHİR MAHKEMESİ
*5.Bölüm: KAFESİNDE ÇIRPINAN EJDERHA
6.Bölüm: KRAL VE MELEZ
7.Bölüm: MAMBA
8.Bölüm: YERALTINA DÜŞEN KAYIKÇIYA SARILIR
9.Bölüm: KALBİN GÖLGESİNDE YETİŞEN GADDARLIK
10.Bölüm: AŞIKLARIN NEFRETİ
*11.Bölüm: AYNA AYNA
*12.Bölüm: YALNIZ BEYAZ SIRTLAN
13.Bölüm: ÇÖL YILANI
14.Bölüm: YAKICI İTİRAFLAR
15.Bölüm: KANAYAN DÜŞLER
16.Bölüm: KADER İPLİKLERİ
*17.Bölüm: ÖLÜMDEN DOĞANLAR
*18.Bölüm: YANIK İNTİKAM KOKUSU
19.Bölüm: IŞIK VE KARANLIK ARASINDA BİR İBLİS
20.Bölüm: ADI YIKIM OLACAK
21.Bölüm: MEİMORA
*22.Bölüm: KUĞULAR VE DÜŞLER
23.Bölüm: TUTKU VE NEFRETİN DANSI
24.Bölüm: OKYANUSUN SONU, UÇURUMUN ZİRVESİ
25.Bölüm: ÖRÜMCEK AĞI
26.Bölüm: ÖLÜMÜ ALDATMAK
27.Bölüm: ZİNDAN
28. Bölüm: YARALAR VE YEMİNLER
29.Bölüm: BABA, OĞUL VE TANRIÇANIN SOYU
30. Bölüm:YARIM KALAN BİR SAVAŞ
31.Bölüm: GECENİN YEMİNİ ZİFİRİEŞLERE AİT
33. Bölüm: KANIMIN KANI
34. Bölüm: ÖLÜM YOKTUR FEDAKARLARA
35.Bölüm: CADININ HALEFİ
36.Bölüm: ÇÖKÜŞ VE YÜKSELİŞ
37. Bölüm: EŞ YAZGILAR
38.Bölüm: YILDIZLARDAN BİLE ESKİ BİR KEHANET
39. Bölüm: GECE, KAN VE RUH
40. Bölüm: SAVAŞ ÇIĞLIKLARI
SON SÖZ🩸

32.Bölüm: KANIN ŞARKISI ASLA SUSMAZ

437 48 78
By Onemacikgoz

"Kanın Şarkısı Asla Susmaz"

🩸

Sessizliğin uğultusuna, hiçbir ruhun kulaklarını tıkayamayacağı ezgiler dolanmaya başladı. Karanlığın kendine has şavkı, cazibesine karşı koyamadığı bir çağrı yaptı.

Çıplak ayakları ıslak toprakla buluştuğunda, bedenindeki ve zihninin ücra köşelerinde büyüdükçe büyüyen tüm acılar sanki güneşin dağıttığı karabulutlar gibi saçılmaya başladı.

Gülümsedi, bu hissi benimseyebilirdi.

Ellerinden tuttular, usul usul çektiler. Ona huzurun şarkısını söylediler.

Tabanları, soğukluğu yakıcı suya değdiğinde irkilmedi bile. Onu davet ettiler o da ilerledi. Su göbeğine yükseldiğinde şarkı öyle bir coşkuya koştu ki, yitip giden ve asla şahit olamadığı gerçek Kan Avcısı ayinlerini hatırlattı ona.

Su onu yuttuğunda sanki yüreğini de doldurmuştu. Tüm karanlığı, kiri ve kanı süpürmüş ona karşı koyamadığı bir teklif yapmıştı.

Gel benimle, bitsin her şey, hak ettiğin mutluluk alsın yerini

Karanlık öbeğinin orta yerinde yeşeren ışığı gördüğünde büyük bir şevkle adımını attı. Eski bir dostu selamlıyormuş gibi kucakladı.

Ayakları yerden kesildiğinde, sakin rüzgârların arasında bir yaprak parçasıymış gibi havada süzüldüğünü biliyordu. Kar beyazı saçları tepe taklak duruyormuş gibi başının üstüne doğru dalgalanıyordu. Zihninde rahatsız etmeyen bir basınç vardı ama o basınç yüzünden etrafındaki her şey titreşiyordu.

Karşısındaki pencere çok tanıdık geliyordu. Ardındaki büyüleyici ama cansız söğüt ağaçlarını bir yerlerde gördüğünü hatırlıyordu. Sanki siyah beyazdan ibaret salkımların arasında daha önce yürümüştü.

Kitaplar, bulunduğu oda kitaplarla doluydu. Sanki diyarın merkezindeki bir kütüphaneydi.

Bir kitap yere düştü. Patlayan gürültü, kafasının içinde bir çan sesi gibi yankılandı. Sanki her yerden geliyordu.

"Annarithel..."

Bu ses tüm gürültüyü dağıttı. Kız, başını hızla soluna çevirmek istese de bedeni fazlasıyla yavaş hareket etti.

Beyaz uzun saçları, beyaz cüppesi olan yaşlıca bir adam kocaman açılmış uhrevi gri gözleriyle ona bakıyordu. Kız, bu adamı tanıyordu. O bu odayı biliyordu. Önünde dikildiği pencereyi ve pencereden izlediği ormanı.

Farkındalık, taşan bir sel gibi akın akın doldu içine.

Gözleri bir korkuyla büyüdü.

"Rehber," diyerek dudaklarını oynattığında nefes alamadığını fark etti.

Elini boğazına götürdü, ayakları zemine değdiğinde tahtaya değil kuma basıyordu sanki. Boğazına tatlı sular doluyor ve ciğerlerine hücum ediyordu.

Vücudundan taşan kızıl sicimleri, yerleri tırmalayıp ondan kopmaya çalışan siluetleri o zaman fark etti. Ve kendisinin de tıpkı onlar gibi kırmızı ayaklı bir gölgeden ibaret olduğunu.

Gözlerinin önünde kandan bir yarık açıldı. Oluk oluk kan akıtan bir perde gibiydi. Daha önce gördüğü hiçbir şeyle kıyaslayamayacağı güzellikte bir kadın perdeyi aralayıp yarığın içinden çıktı. Tek bir adımıyla kalbini sıkıştı kızın. Kan damlaları etrafa saçıldığında hiçbir yere değmedi ama siluetler kamçılı bir kasırga darbesi yemiş gibi bedenine geri döndü.

Kadının bedeninden süzülen kanlar ağır ağır yukarıya çekilirken, süt beyazı mermer gibi bir ten, sanki hiçbir kumaşa ait değilmiş gibi görünen bir elbise ve upuzun kayan yıldızları andıran kan kırmızısı saçları belirdi kadının. Kan kırmızı parlak gözlerini gördüğünde dizleri titredi Annarithel'ın. Varlığı öyle kudretliydi ki, gölgelerden ibaret gözleri bile ona bakmaya dayanamıyordu. Kadının gözlerinin ardında sanki kandan okyanuslar ve kanlı aylar süzülüyordu.

Onun kim olduğunu biliyordu ama zihninden bile adını zikretmeye korkuyordu. Küçük bir kızken heykelini severek yalnızlığını giderdiği, ismine canlar bağışladığı, yüreğindeki en büyük yere sahip olan ve sonrasında ona sırtını dönen ilahi varlık. Yeminler ettiği, onun için sevgiyle yakardığı, kanında şarkısını söylerken gurur duyduğu ve sonradan lanetler okuduğu, küfürler ettiği ve nefret ettiği tanrıça.

Enhrecha, elinin tersini kızın yüzünde dolaştırdığında kaçmak istedi ama yapamadı. Tüm bedeni zangır zangır titriyordu, biliyordu.

Sen inancını en çok inandığın yerde kaybettin ama ben seni hiç terk etmedim
Hatırla, yaradılışın fedakarlıktan gelir, yolun merhametten geçer
Cesur ol çocuğum, her zaman olduğun gibi
Ve unutma, bizim şarkımız asla susmaz.

Su ciğerlerine işkence yaparken ve neredeyse boğulmak üzereyken önce oda, sonra ışık sonra da karanlık hiçliğe karıştı. Ayaklarını yere bastığında bedenini tüm gücüyle yukarıya itti.

Çırpınarak sığ gölü yüzdü ve can havliyle bedenini toprağın üzerine attı. Ciğerlerine inmiş tüm göl suyunu kusarken, gecenin sıcaklığına rağmen titriyordu.

Toprağı avuçladı, parçaları elinde un ufak etti. Kalbi öyle hızlı çarpıyordu ki, kusarken onun da ağzından fırlayacağını düşünmüştü.

Yüzü koyun toprağa dönükken az önce yaşananları sindirmekte güçlük çekiyordu. Boynunu büküp, vücuduna baktı. İç çamaşırlarıylaydı çünkü dakikalar önce dağ evinin içinde Rhyvar'la birlikte uykuya dalmışlardı.

Bir rüya mıydı? Gerçekten çıldırmaya mı başlamıştı? Bu lanet göle nasıl gelmişti?

"Seni öldürmeye çalışıyorlar."

Annarithel Rigel'ın o boğuk ve hayalet sesini duyunca irkildi. Başını sağına çevirdiğinde kızıl gölgeler süzülen bedenini kayaya yaslamış halde buldu.

Kız yüzünü buruşturdu. "Ne-"

Sicimler saçılan eliyle gölü işaret etti Rigel. "Sen ölürsen onlar da ölür ve bu azaptan kurtuluşları olur. Defalarca denediler ama ruhuna ve zihnine hükmedemediler. Molzeun'dan beri ruhun gittikçe soluyor Annarithel, yıpranmışlığını kullanıyorlar. neredeyse başaracaklardı."

Kızın kehribar gözleri korkuyla büyüdü. Bedenindeki ruhlar onu kontrol etmişti. Elinden tutup, göle girmesini sağlamışlardı. Neredeyse boğuluyordu. Ama...

"Gerçek miydi?" diye sordu Annarithel titreyerek. "Enhrecha? Oraya- Astral boyuta nasıl geçtim ki?"

"Su bir kapıdır, doğanın içindeki sınırsız bir geçittir. Kullanmayı bilene elbette. Sense bir anahtarsın. Bir ayağın zaten o tarafta. Ve görünen o ki, tanrıça bile senin içine hapsettiğin ruhları nasıl yok edeceğini bilmiyor. Ama kıçını kolladığı kesin."

Annarithel yarı çıplak kalçalarını toprağa bıraktığında, dirseklerini dizlerine dayayıp birkaç saniye kendisine izin verdi. Kalbinin yavaşlaması, nefeslerinin düzene girmesi için. Islak saçlarını yüzünden çekerken şakaklarını ovaladı. Ruhu emilmiş gibi yorgun hissediyordu. Ve kahrolası aklı az önce yaşananları sindiremiyordu. Ruhlar onu öldürmeye çalışmıştı, kurtuluşları için. Annarithel nasıl yapacağını bilse seve seve onları ötediyara postalardı ama bilmiyordu. Nasıl içine hapsettiğini bile bilmiyordu üstelik.

Sen inancını en çok inandığın yerde kaybettin ama ben seni hiç terk etmedim
Hatırla, yaradılışın fedakarlıktan gelir, yolun merhametten geçer
Cesur ol çocuğum, her zaman olduğun gibi
Ve unutma, bizim şarkımız asla susmaz.

Enhrecha, onunla konuşmuştu. Lanet olası kanın tanrıçası...

"Siktir," diye iç geçirerek mırıldandı. "Benden ne istiyor?"

Rigel sanki, her şeyi gören bir göz her şeyi bilen bir zihinmiş gibi siluetine baktı. Ruhunun hatları hafifçe kıpırdandığında, omuz silktiğini anlayabildi Annarithel. Tabii ki bilmiyordu.

Ayağa kalkıp kollarını bedenine doladı artık kanının bile hiçbir kutsallığı kalmamış gibi üşüyordu. O hiç üşümezdi. Hele ki hava sıcakken. "Ölmemi istemiyor, ölmeme izin vermiyor. Edarnol bu güçleri bana vermesi için bir fırsattı bunu biliyorum." Ormana ve koruma bariyerinin ardında parıldayan yıldızlara bakarak burnundan sanki sabrı havada bulabilecekmiş gibi derin bir nefes çekti. "Ya dahası varsa? Kehanet gerçekleşti, benim güçlerim olmasaydı asla olmayacak kahrolası kehanet gerçekleşti. Ya fazlası varsa? Ya bunların yaşanması gerekiyorsa?"

Kaşlarını çattı. Enhrecha'yı görmek ona korku dışında çok garip hisler bahşetmişti. Tanrıçasını görmek Annarithel'ın kalbindeki sızıya şefkatli bir dokunuş yapmıştı. Ondan ne kadar nefret ederse etsin, karşısında bulmak eski bir inancı, yitip gitmiş bir sevgiyi ve bir parçası olduğu kadim sırları anımsatmıştı.  Ağzından dökülenlerin fısıltısı kendisini bile şaşırttı. O kelimeleri, uzun zamandır ağzına almamıştı. "Ya benim kaderim buysa?"

Kuşların cıvıltısı yükseldiğinde ve karanlık gölgeler yavaşça aydınlanmaya başladığında şafağın yakın olduğunu anladı. Tek istediği Rhyvar'ın yanına dönmekti. Düşünmek, ölümle burun buruna gelmeden sıcaklığına sığınıp gözlerini kapatmak.

"Ona ne zaman söyleyeceksin Annarithel?"

Rigel'ın hâlâ bedeninden süzülüp o kayaya yaslandığını bile unutmuştu. Yüzünü buruşturup adama baktı. "Neyi?"

Kızıl gölgeli parmakları tekrar gölü işaret ettiğinde Annarithel da omuzunun üstünden baktı. Yüreğine binlerce kıymık bile batsa bu kadar acıtmazdı. Bencil kaltağın tekiydi Annarithel. İstikrarsız ve cesaretsiz bir Kan Avcısı'ydı. Rhyvar'a ve kendisine diyarın en büyük acımasızlıklarından birini yaptığını biliyordu.

Dudaklarını birbirine bastırıp ayaklarına baktı. "Bilmiyorum."

Rigel'dan herhangi bir ses gelmeyince dağ evine yürümeye başladı ama onun hâlâ ruhundan taşmış oracıkta dikildiğini hissedebiliyordu. Yapacaktı, artık bununla yüzleşmeliydi. Vicdanını ortaya sermeliydi.

"Rigel... Bunun olmasını istemezdim. Eğer bilseydim, sana bunları asla yaşatmazdım."

Sicimleri dalgalandı, havayı yararak ağır ağır ona doğru süzüldü. Karşısında durduğunda, yüzünün hatlarını daha net seçebiliyordu, en az Rhyvar kadar uzun boylu ve iri bir Kara Savaşçı olduğunu anımsayabiliyordu. Kız hissetmedi ama elini omzuna dayadı Rigel. "Bu benim de hatam Annarithel. Eğer sana en başından düşmanca yaklaşmasaydım, her şey daha farklı olabilirdi. Eğer içini yaşıyorken görebilseydim, gerçekten iki piç kurusu olarak iyi anlaşabilirdik."

Annarithel başını sallayarak buruk bir tebessüm verdi.

Rigel kaybolmadan önce son bir kez kıza seslendi. "Bizimkilerin yanına ulaştığınızda... Violet'a söyleme Annarithel. Hâlâ burada olduğumu bilmesi canını daha çok yakacaktır."

İki katlı dağ evinin yıkık dökük verandasına vardığında titriyordu Annarithel. Kapıdan içeriye girdiğinde saçlarından damlayan su canını sıkıyordu. Tam karşısındaki ahşap merdivene hızla yürürken sağındaki ortak salonun küflü divanlarında uyuyan Leoraan, Daminarco ve Kaphreim'e adımlarını duyurmamaya gayret ediyordu. Yaktıkları mumların çoğu çoktan sönmüştü bu yüzden kendi önünü görmekte bile güçlük çekiyordu.

Geçen gece Rhyvar'la hayatının en güzel anlarını yaşarken, Leoraan'in ve diğerlerinin çığlıklarını duyduğuna emindi. Çünkü Zehirci, hiç olmadığı kadar öfkeli ve ağzı dile gelmeyenlerle doluydu. Elbette kız bunu kıçına bile takmıyordu. Odalarında tekrar ve tekrar sevişirken, birbirlerine çaresiz ve sonuçsuz bir doyma çabası içindeyken hepsinin duyduğunu bilse de umurunda bile değildi.

"Sonunda Kara Savaşçı'na kavuştuğuna göre sırada ne var?" Annarithel irkilerek sağından elinde taşıdığı mumla yaklaşan Leoraan'e döndü. "Topraktan Kan Avcısı bebeğinizi yapmak için tanrıçana dualar mı edeceksiniz?"

Kız, kollarını göğsünde kavuşturup tek kaşını kaldırdı. Sözlerine tezat, dene beni diyordu karanlıkta parlayan bakışları. Zorla beni... "Uykuna geri dön Leoraan."

Ama Zehirci durmadı. Zehrini kusan bir yılan gibiydi. Bu anı beklemiş olmalıydı, Annarithel'ı yalnız yakalayıp, öfkesini kusmak için. "En güçlü olman gereken zamanda değişiyorsun Annarithel. Her zaman tek başına durup, ben dahil tüm erkeklerin canına okurken sırtını sana ihanet edenlerle ve canını almak isteyenlerle dost olan bir adama yaslayıp zayıflık gösteriyorsun." Sarı gözleri hasetle kısıldı. Gölgeler düşen dudağının kenarı gaddar bir ifadeyle kıvrıldı. "Bakışların yumuşak, tırnakların eskisi kadar keskin değil... Eskisi kadar acımasız değilsin."

Kız, Zehirci'nin yüzüne sokuldu dişlerini sıkarak bakışlarındaki ateşi görmesini sağladı. Dişlerini eline verebilirdi, o keskin olmadığını iddia ettiği tırnaklarıyla hayalarını koparabilirdi, ona ne kadar acımasız olduğunu gösterebilirdi. Ama yüzündeki neredeyse çocuksu kırgınlığı görünce durdu. O ve Göçebeleri Annarithel için mücadele etmişti, onu hâlâ Mambaları olarak görüyorlardı ve Zanosrit oldukları gerçeğini bir kenara bırakarak Birlik'e sığınmaya gönüllü olmuşlardı. "Aslında inanmadığını bildiğim, içi boş sözlerle beni seninle kavga etmeye zorlayamayacağını biliyorsun değil mi?"

"Tanıdığım Annarithel ederdi."

"Tanıdığın Annarithel, hepimizin ağzına sıçtı. Daha doğrusu, kendini bambaşka birine dönüştürmüş Annarithel," dedi kız boynunu büküp adamın gözlerini görmeye çalışarak. "Ben zayıf değilim Leoraan. Sırtımı yasladığım kişi de benim dengim. Benim, eşim. Sadece, hançerlerimi yalnız savurmayacağım artık, diyara tek başıma meydan okumayacağım. Benimle birlikte mücadele ediyor. Beni daha güçlü kılıyor. O olmadan da neler yapabileceğimi biliyorsun. Hiçbir şey değişmiş değil. Ama kalbim artık yalnızca karanlıkla ve kırgınlıkla dolu olmadığı için mutluyum."

Leoraan'in bakışları acıyla yumuşadı. "Özür dilerim," dedi incecik bir fısıltıyla. "Sadece, seni o kadar uzun zamandır tanıyorum ki yaşadıklarımızdan sonra arkadaşın olarak bile yanında durmama izin vermiyor olman acıtıyor."

Annarithel, muzır bir tavırla tebessüm etti. "Eğer bu doğru olsaydı Zanosrit'e döndüğün ilk gün boğazını kesmiş olacağımı biliyorsun."

Leoraan pes bir gülücükle başını iki yana salladı. "Sanırım öyle."

Kız, Leoraan'in boynunu sıkıp alnını alnına yasladı. Zehirci kokusunu içine çekerek gözlerini kapatsa da, elini kızın boynuna yerleştirişi iki kadim dostun birbirini kendi tarzlarında kucaklayışlarından başka bir şey değildi. "Çok fazla acı, çok fazla ölüm, çok fazla kan gördük Nedranov. Çok fazla nefret ettik, çok fazla intikam soluduk ve kullanıldık. Umarım sen de bir gün, dengini bulabilirsin. Umarım kalbini paylaşıp, gücünü gücüne ekleyecek ve yaralarınızı birlikte saracağınız birini bulabilirsin."

"Ya onu çoktan bulup, kaybettiysem?"

Annarithel Leoraan'in titreyen fısıltısına aldırmadan yanağını okşadı ve uzaklaştı. Merdivene vardığında Leoraan sanki onu daha yeni görüyormuş gibi, ani bir farkındalıkla seslendi. "Sen nereden geliyorsun Ann ve neden iç çamaşırlarınlasın? Üstelik ıslaksın..."

Bu sefer cevap kızdan gelmedi. Işıksız merdivenlerin başında kalçasını tırabzana yaslamış, zümrüt yeşili gözleri donuk bir karanlıkla bakan Rhyvar'dan geldi. "Sormaman gereken sorular soruyorsun Zehirci. Ve gözlerin eşimin üzerinde fazla oyalanıyor."

Annarithel her an havada süzülecek bir baltanın beklentisiyle merdivenleri tırmanırken Rhyvar'ın elini tutup peşinden sürükledi. "İblisini içeride tut, Kara Savaşçı."

Duvara dayalı küçük eski bir yatak, tek pencereye asılmış yırtık bir perde, çoktan fareler tarafından talan edilmiş bir masa ve yatağın iki yanında silik bir alevle yanan iki mumdan ibaret odalarına döndüklerinde Rhyvar, Annarithel'ı usulca bileğinden kavrayarak kendine döndürdü.

Parmaklarını eşinin çıplak göğsüne yasladığında gözlerine bakmaktan kaçındı Annarithel. Islak iç çamaşırlarından bir an önce kurtulmak ve örtünün altına girmek istiyordu. Gün doğmak üzereydi, uykusu vardı ama uyumaktan korkuyordu.

"Konuştuklarınızı duydum," dedi Rhyvar. "Ve lütfen onu parçalara ayırmamam için bana bir sebep ver."

Annarithel iç çekti. "Alçağın teki olabilir ama o iyi bir adam Rhyvar. O lanet yerden bana sadık kalan tek arkadaş."

Yüzünü kızın kar beyazı saçlarında dolaştırıp kokusunu içine çekti Rhyvar. Sesi, yabani ve hırıltılıydı. "O seni arkadaşı olarak görmüyor, hiçbir zaman da görmeyecek. Ve bunu bildiğim halde, sana bakışlarını gördüğüm halde ne kadar katlanabilirim bilmiyorum. İblisimin, nasıl bir çıldırışın eşiğinde olduğunu tahmin edemezsin."

Annarithel kaşlarını çatıp, Rhyvar'ı çenesinden yakaladı. "İblisinin de senin de kıçını tekmelemeden, bu vahşi içgüdülerine sahip çıkmayı öğren o halde sevgili eşim."

Sevgili eşim. Rhyvar bu iki kelimeyi duyunca öfkesine rağmen gülümsedi. "Zatafne yardımcım olsun, sana dayanamıyorum. Ama aynı durumda sen olsaydın ne yapardın merak etmiyor değilim, vahşi eşim," dedi Rhyvar imalı bir ses tonuyla.

Annarithel, yüzünü Rhyvar'ın sakallı yanağına sürttü kulağına nefesini üflerken fısıldayışı hançer gibiydi. "Seve seve Enhrecha için bir kan banyosu yaratabilirim."

Rhyvar gülümsemeye çalıştı. Yutkunuşunun ve ensesindeki sıcaklığın Annarithel'ın hiçbir duyusuna takılmamasını umdu.

"Ne oluyor?" diye sordu Rhyvar, çenesinden tutup yüzünü kaldırırken. "Yatağımızdan çıkıp, beni davet etmeden gölde küçük bir geziye çıkmak istedin sanırım." Elini, göğsünden beline indirdiğinde ürperdi kız. "Hem de iç çamaşırlarınla."

Annarithel, Rhyvar'ın şimdiden daha canlı görünen bronz yüzünü ve yara izini okşadı. " Meimora'm, bir de kuyruğum mu olacak yani? Yoruldum, sıcaktı ve biraz serinlemek istedim."

"Kolyeni neden çıkardın peki?"

Kız, elini boynuna götürür gibi oldu ama zaten hatırlamasıyla eksikliğini hissetmişti. Bozuntuya vermeden, "Gölde düşürüp kaybedersem yenisi yapmak iblisinin pek hoşuna gitmezdi bence," diye mırıldandı. Ne zaman çıkardığını bile hatırlamıyordu.

Rhyvar zümrüt yeşili gözlerini kıstı, mum ışığı göz bebeklerindeki karanlık yansımayı bastırıyordu ama çehresindeki endişeyi görebiliyordu kız. Dudaklarını usulca kızın ağzına kapattığında ayak parmakları kıvrıldı Annarithel'ın. "Anna, sen donuyorsun."

Rhyvar hızla kızdan uzaklaşıp, yatağın üzerindeki örtüyü kaptı. "Hatırladığım kadarıyla Kan Avcıları asla üşümezdi..." 

Kız, topuklarının üstüne yüklenip homurdandı. "Endişeli ve düşünceli olmadığın zamanlarda seni daha çok seviyorum sanırım."

Rhyvar örtüyü kollarıyla tutup iki yana açtı, çenesiyle Annarithel'ın iç çamaşırlarını işaret etti. Bu hareketi, sırtında dikiş atmalarına gerek kalmadan, yalnızca kasabadan getirdikleri merhem ve alkolle temizlemeriyle toparlanmaya başlamış yaralarını gerince yüzünü buruşturdu. "Çıkar da seni biraz ısıtalım, belki o zaman konuşmaya karar verirsin."

Annarithel kaşlarını çatıp Rhyvar'ın arkasına geçti, parmaklarını nazikçe omuzlarında ve sırtında dolaştırdı. "Sırtın nasıl?"

Mumların alevi ve aydınlanan gece sırtına vurduğunda yaraların tüm iltihabını kustuğunu ve geriye kabuk bağlamış çizgiler kaldığını seçebiliyordu. Tanrı çeliği gibi sert ve göz alıcı bır bronz rengine sahip sırtında boylu boyunca uzun izlerin kalacağını biliyordu Annarithel. Kollarını karnına dolayıp bastırmadan yaralarını ve omuzlarını öptü eşinin.

"Şimdi çok daha iyi," diye fısıldadı Rhyvar.

Kız, Rhyvar'ın sırtına son bir öpücük bırakarak önüne geçti, yüzü öfkeyle düşmüştü. Ağzını açamadan Meimora'sı parmaklarıyla susturdu onu ve yüzünü okşadı. "Biliyorum sevgilim, biliyorum. Onları öldürmek, acıdan bayılana kadar aynı yaraları çok daha derinlere açmak istiyorsun." Annarithel gözlerini devirince gülümsedi. "Ben de şu anda üzerindekileri çıkarıp biraz olsun ısınmanı istiyorum."

"Hım," diyerek küçük adımlarla eşine yaklaştı. Dudaklarını ısırırken, örtüyü ellerinden kurtardı. "Benim de aklımdan geçen tam olarak buydu."

Rhyvar'ın yüzündeki endişe yabani bir gülümsemeyle çatladı. Örtüyü bıraktı. Kızı bir çırpıda kalçalarından kavrayıp kucakladı. "Bu hiç adil değil, senin yaradılışın hileli kadın."

Yatağa oturduğunda Annarithel da kucağına yerleşip, kalçalarını bastırdı. Uyluklarının arasındaki sertliği hissettiğinde dudaklarını ıslattı. Rhyvar dilini, boynundan göğüslerine indirirken başını geriye atıp inledi ve tüm bedenini ona açtı. Sonsuza kadar onun kollarının arasında ve baştan çıkarıcı sıcaklığında gömülü kalabilirdi. Yüreğinde öyle amansız bir sevgi vardı ki, daha önce nasıl o olmadan yaşadığına akıl sır erdiremiyordu. Öyle dizginleyici, öyle sakinleştirici ve öyle iyileştiriciydi ki varlığı, eşi dümdüz duruyorken bile ona sarılmak ya da ağzını üzerinde hissetmek istiyordu. İçinde gölden beri tarifsiz bir korku vardı ama artık korkularını yalnız bastırmak zorunda değildi.

Rhyvar, Annarithel'ın dudaklarını ısırıp hafif iniltilerini zevkle yutarken sutyenini sıyırıp attı. Kızı belinden kavrayıp çevirdi ve yatağa yatırdı. Annarithel yüreği hoplasa da, teninin kokusu çoktan buğulu bir sarhoşluğa itmişti onu.

Kızın, külotunu da bacaklarından sıyırırken geriye çekildi ve yatağa sere serpe uzanmış, mum ışığı teninde dans eden eşini izledi Rhyvar. "Bu," dedi yavaşça göğüslerine eğilirken, "Rüyalarımda bile beni avlayan bir manzara."

Annarithel'ı kahredici bir gülümsemeyle kalçalarından sertçe tutup kendine çekti, ağzını memelerinde ıslak bir keşfe çıkardığında kız inleyerek parmaklarını dalgalı kestane saçlarının arasından geçirdi. Rhyvar kaburgalarını ve göbeğini öperek, yalayarak aşağılara inerken onu izledi. Teninin altında sıcaklığı başını döndüren bir ateş vardı, Rhyvar'ın iblisinin turlar attığı gözlerindeki o aynı ateş.

Uyluklarını nazikçe öpüp, dişlerini dolaştırdığında beli bir yay gibi büküldü, dudaklarını birbirine bastırıp inledi Annarithel. Rhyvar'ın hırçın gülüşüyle fırlayan nefesi tenini ürpertti. "Bir de bana hile yaptığımı söylüyorsun, bu düpedüz alçaklık..." Annarithel'ın hızlanan nefesleriyle, fısıltısı bile boğuk geliyordu kulağına.

"Bana hakaret mi ettin sen? Üstelik bir ziyafet gibi bedenini eşine açmışken," diye hırıldadı Rhyvar.

Rhyvar'ın kahrolası, tanrıça lanetliyesice dili tekrar yukarıya tırmandığında Annarithel beklentiyle kalçalarını onun sertliğine bastırdı ama adam dudaklarını ağzının üzerine örttü. Açlıkla değil, sevgiyle ve ne olduğunu bilmediği halde teselli edercesine öptü kızı. Örtüyü alıp ikisinin üzerine örttü ve Annarithel'ı kollarının arasına alıp arkasına yattı.

"Sen adi bir piç kurususun," dedi Annarithel hayal kırılığıyla.

Rhyvar'ın kıkırtıları boynuna çarptı, sırtının altından doladığı kolu göğüslerini diğeri de belini kavradı ve kucaklayarak sert göğsüne bastırdı kızı. "Sana doyamıyorum. Güzel eşim benim için kıvranırken durmak inan bana hiç kolay değil. Bir daha yaparsam hançerleneceğime de eminim üstelik..."

Annarithel başını Rhyvar'a çevirdiğinde dudakları çenesine sürttü. "Seni içimde hissetmem için hançerlemem gerekiyorsa, bunu ayarlayabilirim."

Rhyvar yüzünü Annarithel'ın boynuna gömdüğünde dalgalı saçları çenesini ve göğüslerini gıdıkladı. "Adımı söyleyişin, bana eşin olarak seslenişin soğuk kanımı azgın alevlere çeviren bir şarkı gibi geliyor kulağıma. Benim seninle sevişmek istediğim gibi senin de benimle dur durak bilmeden sevişmek istiyor olman, aklımı yitirmeme sebep oluyor. Ama, her ne kadar cazip gelse de sorunlarımızı bu şekilde çözemeyiz. Açık açık bana yalan söylüyorken olmaz."

Annarithel'ın kalbi tekledi. Yüzündeki ifadeyi görmemesi için başını pencereye doğru çevirdi. "Sana yalan söylemiyorum."

"Hasta olduğunu biliyorum Annarithel." Kız rahatlamayla gözlerini kapattı. "Üşüdüğünü biliyorum, titremelerini hissediyorum, güzel gözlerindeki yorgunluğu seziyorum ve bunların hiçbiri olmasa bile iki gündür aralıklarla kustuğunu görüyorum."

İyice sarmaladı kızı, kar beyazı başına ve alnına bir öpücük kondurdu. "Şimdi bana neden gölde yüzmeye karar verdiğini söyleyecek misin?"

Annarithel derin bir nefes verdi. Arkasındaki iri bedenin sıcaklığına sığındı. Kollarının arasında oluşunun tadını çıkarmaktan başka bir şey istemiyordu. Eşinin, onun Meimora'sının.

"Sorunun ne olduğunu bana söylersen," dedi Rhyvar dirseğine yüklenip kızın yüzüne doğru eğilerek, "Çözümü, cehennemin derinliklerinde bile olsa bulur ve geri dönerim."

Kız, tatlı tatlı gülümsedi. Yüzüne dökülen saçları itti ve yakışıklı yüzünü sevdi. "Beni gölgeler ve kan büyüttü. Karanlık her zaman en büyük parçam oldu ama kendi karanlığımda hiç ışığı aradığım olmadı. Her zaman kendimi aradım, her zaman esas benliğimi kovaladım. Hayallerim olmadı, intikamdan başka bir düşün peşine takılmadım." Parmaklarını Rhyvar'ın biçimli dudaklarında dolaştırdı. "Sana böyle bir sevginin karanlıkta büyüyemeyeceğini söylemiştim ama o kadar yanılmışım ki. Sen o karanlıkta, benim kendimi buluşumun anahtarısın. Seni severken, kendimi sevmeyi ve gelecekle ilgili düşler kurabilmeyi öğreniyorum."

Zalim olduğunu herkes biliyordu ama bu hepsinin ötesinde bir zalimlik velet

Fısıltı kulağına çınlamayla sızdığında dişlerini sıktı.

Yalan düşler...

"Annarithel?"

Rhyvar'ın zihninde yankılanan sesi tüm fısıltıları dağıttı. Adını öyle aşkla ağzına alıyordu ki, her şey anlamını yitiriyordu.

"Kor Alev Bayramı'ndaki karşılaşmamıza kadar, herkes çoktan gittiğini düşünüyordu. Buna bir an bile inanmadım ama seni kaybetmekten çok korktum. Kucağımda, Meimora'm olduğunu anlayıp ölüşünü izlerken çektiğim acıdan bile beterdi. Sen yaşarken, seni kaybetmek. Benim olamadan, senin olamadan, dudaklarını bir kere bile öpemeden benden kopmandan çok korktum," dedi Rhyvar, Annarithel'ın yüzünü dudaklarını ve kirpiklerini baş parmağıyla okşarken. "Ama şimdi kollarımdasın ve seni bir daha asla kaybetmeyeceğim. Sana dokunmaya çalışan her kim olursa küle çevireceğim, sana gözünün ucuyla bakan bile olursa kalbini sökeceğim. Hançerlerinle, yeteneklerinle ve hırçın gülümsemenle onları bekliyor bile olsan artık her şeyden önce tehlikeleri göğüsleyen ben olacağım. İyileşmeyi, mutlu olmayı ve dinlenmeyi senden daha fazla hak eden hiç kimse yok."

Yüreğine alev alev yanan bir kaya parçası çöktü kızın. Bakışlarındaki buğulanmayı görmeden uzanıp Rhyvar'ı öptü, uzaklaşırken dişlerini alt dudağına geçirdiğinde adam hafifçe tıslayarak sırıttı. "Hepsine acıyorum," dedi Annarithel dudaklarında eşinden kalan tadı yalarken, "Karşımızda durmaya cesaret edecek herkese şimdiden acıyorum."

Rhyvar'ın nasırlı avuçları, memelerinden karnına oradan da daha aşağılara inerken zümrüt yeşili gözlerinde iblisinin sisleri şakımaya başladı. "Beni nasıl baştan çıkaracağını çok iyi biliyorsun Orvira Her ne kadar bunun için hiç uğraşmana gerek bile kalmasa da...." Parmakları merkezine dayandığında nefesini tuttu Annarithel. "Ah," dedi Rhyvar boğuk bir sesle. "Ve her zaman benim için hazırsın."

Kalçalarında hissettiği baskı Annarithel'ın aklını başından aldı. Hızla eşini bacaklarının arasında sıkıştırıp üzerine çıktı. Rhyvar'ın kahkahası, kızı tamamen doldurduğunda bir haykırışla kesildi.

Annarithel kasıklarını ısıran hafif bir ağrıyla titrerken, çok geçmeden kalçalarını ittirmeye başladı. "Düşmanının kartlarını görmeden hile yapmaya kalkmamalısın," dedi yetersiz soluklarla.

Rhyvar gözlerinde amansız bir açlıkla doğrulup belini kollarıyla sardı ve kalçalarını sonuna kadar ittirdi. Hamlesi, Annarithel'ın dudaklarından kopan bir çığlığa dönüşmeden Rhyvar dudaklarını sertçe ağzına bastırdı. "Biz düşman değiliz Annarithel."

Ağzının içinde patlayan dizginsiz fısıltısı bir anıyla zihnine kadar ulaştı Annarithel'ın. Kollarını eşinin boynuna dolayıp üzerinde alçalıp yükselirken gülümsedi. "İşte ilk hatan İblis Soyu."

🩸

Alcard Rhyvar Zaolyen'in varlığı Annarithel'ı huzurla dolduruyordu. Her sevişmelerinde, her birbirlerini sevişlerinde yıllarının acısını bir daha gün yüzüne çıkmayacaklarmış gibi derinlere gömüyordu. Bu yüzden korktuğu halde, kollarının arasında kaybolup ne ara uyuduğunu bile hatırlamıyordu.

Üstelik bu normal bir uyku bile değildi.

Kirpiklerini mahmurlukla kırpıştırdığında önce ayak ucunda kıvrılmış onu merakla izleyen Callidus'ı gördü. İri bedeninin yarısı ayaklarının üzerindeydi bu yüzden bacakları uyuşuyordu. "Bir gün beni sakat bırakacaksın," diye mırıldandı tarazlı sesiyle.

Odanın karanlık olduğunu, pencereden içeriye ay ışığı sızdığını o an fark etti. Gözleri hızla büyüdü ve bacaklarını sarkıttı. Uyuyakaldığında güneş çoktan doğmuştu. Karnı gurulduyordu ve mesanesinde kramplı bir baskı hissediyordu.

Siktir. Kaç saattir uyuyorum ben?

Yatağın yanı boştu, Rhyvar yoktu.

Yataktan indiğinde başına giren ağrıyla afalladı. Callidus burnuyla kalçasından desteklemese geriye düşecekti. Yoldaşı yüzünü beline ve kollarına sürterken tek eliyle arkasına dönmeden başını okşadı. "Ben iyiyim, iyiyim."

Roenya'nın onun için kasabadan çaldığı, siyah pantolonu ve yakası çapraz iplerle bağlanan tek parça gömleği üzerine geçirip aşağı kata yöneldi.

Hararetli konuşmalar da o zaman kulağına ilişti.

"Bu şekilde yola çıkamayız," dedi Rhyvar, öfkeliydi ve bunu bastırmaya çalıştığını sezebiliyordu Annarithel. "Yorgun ve hasta."

Kahrolası Leoraan'in mırıltısını duyduğunda, lanetler okudu. "Belki de, yediği zehri, yaptığı ağır büyüyü ve yorgunluğunu bildiğin halde ona sahip olmak için kuduran iblisini durdursaydın daha iyi olabilirdi Kara Savaşçı."

"Tek kelime daha et, Annarithel bile seni elimden alamasın." Rhyvar sessiz kükreyişiyle Leoraan'in üzerine yürürken Annarithel da merdivenlerden indi.

"Ne oluyor burada?" diye sordu ortak salona girdiğinde.

Mum ışığının vurduğu tüm yüzler ona döndü.

Roenya, alnına dökülen kısa sarı tutamları iterek kendisini divana bıraktı. "Erkekler. Olan bu."

Rhyvar, Annarithel'ın karşısına geçip omzunu ve yanağını okşadı. "İyi misin?"

Yanağındaki eli okşarken başını aşağı yukarı salladı ama bakışlarını odadakilerin dehşetin esintileri dolaşan yüzlerinden ayırmadı. Daminarco bile kare çenesini sıvazlayıp kaşlarını çatıyordu. Zaashira divanın ucuna kalçasını yaslamış ayaklarıyla gergin bir ritim tutuyordu.

Rhyvar'ın elini parmaklarının arasına alıp nazikçe iterken Kaphreim'e döndü. Kırmızı saçlı adamın kanının uğultusunu duyabiliyordu, akışındaki ağırlığı sezebiliyordu. Kokusuna karışan kesif notaları alabiliyordu.

Ve bir Kan Avcısı olarak, aralarındaki yaradılışlarından gelen bağın gerildiğini ve her şeyi sezdiğini göstermek için sorusunu Kaphreim'e bakarak yöneltti bu sefer. "Biri bana ne olduğunu anlatacak mı?"

"Gitmeliyiz, hemen yola koyulmalıyız bir dahaki şafağa kalmadan Morlaniar Demir Köprüsüne varmalıyız," dedi Leoraan sesindeki pürüzleri gizlemeye çalışsa da pek başarılı olamamıştı.

Annarithel kaşlarını çattı. "Demir Köprü mü? Ben uyurken, kafayı falan mı çektiniz siz? Bu bir seçenek bile değil, insanlara mı yoksa Zanosrit'e mi yakalanmak istiyorsunuz?"

Sessizlik, ne kadar ciddi olduklarının yanıtıydı.

Rhyvar, burnundan gürültülü bir nefes aldı. "Demir Köprü'den elimizi kolumuzu sallayarak geçeceğiz Annarithel. Kimse bizi durdurmayacak ne insanlar ne de Zanosrit."

Annarithel'ın midesinde uğursuz bir his dolaşırken, Rhyvar'ın yakışıklı yüzündeki endişeyi gördüğünde sormaya cesaret edemedi.

"Morlaniar tahliye ediliyor," dedi Zaashira mavi gözlerinde saf bir korkuyla. "Thallieos'un tüm Demir Köprüleri Morlaniar'dan tahliye kararıyla ayrılmak isteyen insanlar için bir hafta boyunca açık bırakılacak. Askerler hiç kimseyi durdurmayacak. Denetim bile olmayacak."

"Ne-"

Annarithel anlayamadı, soracak bir soru bile bulamadı.

"Savaş başlıyor Meimora," dediğinde Rhyvar, Annarithel'ın omurgası boyunca dizlerinin bağını çözen bir ürperti yükseldi. "Bu Molzeun'un son iyi niyet göstergesi. Son göz dağı verişi."

Kalbi sıkıştı kızın, yutkunuşu boğazına dizildi. "Emri Molzeun mu vermiş? Neden bunu yapıyor? Neden insanların Morlaniar'ı terk etmesine izin veriyor?" Sesi, hiddetle titrediğinde Rhyvar'ın eline tırnaklarını geçirse de bunu fark etmedi. "İnsanlar biliyor mu? Döndüğünü..."

Rhyvar cesaret vermek ya da bulmak için, hangisi olduğunu bilmiyordu Annarithel; kızın dirseğini tutup sıktı. "Bu sabah emri İnsan Krallar verdi. Tüm bölgelere duyurdular. Bir hafta boyunca tüm kentler Morlaniar halkına kapısını açacak. Ondan sonraki bir hafta da," göğsü kelimelerinin ne kadar zor döküldüğünü belli edercesine şişip indi, "Thallieos'un her yerindeki hane fertleri ve melezlerden Zanosrit'in ilan ettiği savaşa katılmak isteyenler için tahliyeler gerçekleşecek. Askerler hiç kimseyi durdurmayacak, denetim bile olmayacak. Bu da İnsan Krallar'ın son iyi niyet göstergesi."

Annarithel'ın gözleri büyüdü. Kendi kendisine fısıldarken, sesindeki korku odadaki herkesin yüreğine işledi.

"Molzeun'un döndüğünü biliyorlar. Yarım kalan savaşının kapılarını yeniden açtığını biliyorlar. Morlaniar'da olduğunu biliyorlar. Bölgeyi bir savaş cephesi haline getirmesine izin veriyorlar..." Dehşetle titreyen göz bebeklerini önce eşinin gölgeler çökmüş yüzünde dolaştırdı sonra da dudaklarında histerik bir gülüşün seğirmeleriyle diğerlerine baktı.

"Karşılıklı bir iyi niyet göstergesi mi? Hayır bu ne göz dağı verme ne gelecek olanı kabullenip, safları belli etme çabası ne de bir savaş anlaşması." Çatılan kaşlar ve farkındalıkla irileşen gözler üzerinde dolaştığında derin bir nefes aldı kız. "Bu İnsan Krallar'ın korktuklarının kanıtı."

Ver ateşi var tanrıçayı ver Rhyvar'ı sonra böyle bir bölüm sonu... Deyip sövenlerinizi duyar gibiyim aşkımlarım, sövün Molzeun'un dönüşünde açıkça parmağım var çünkü sjsjdjdnf

Sövün ama sonra sevin beni♥️

Ben Anna ve Rhyvar'ı yazmalara doyamıyorum artık duygusal bir topum onlar söz konusu olduğunda

Peki bu cibilliyetsiz İnsan Krallar Molzeun'dan neden korkuyor? Ve bizim tatlı(!) Anna'mız ne saklıyor?

Kapanış yapmadan önce, siz güzel zalim ruhları yeni beybimiz Ransalan'ın dişi aslancıkları olmanız için Tanrıların Suskunluğu adlı tazecik kurguma davet etmek istiyorum. Önüşkoyu yalnız bırakmayın hssjdj

Bu da kapağımız

Sizi çok ama çok seviyorum, bal yanaklarınızdan hüpletiyorum

Kendinize iyi bakın

Continue Reading

You'll Also Like

11.7M 750K 64
Sevgi acıtır, öp yaralarımdan belki sana da bulaşır.
6.5M 499K 62
''Şeytanın bileklerinde saklıdır belki de insanlığın rehberi zira böylesine bir insanlık yalnızca ondan öğrenilmiş kadar kötü olabilirdi.'' Her şeye...
9.8M 522K 42
Burası bir kar küresiydi, biz de içindeki figürler. Bizi tutup salladılar, ne olduğunu anlamadık, alt üst olduk...
545 175 10
Kendini ülkesi için feda eden, yaşadıkları acıların cefasını çeken dokuz TAKTİB ajanı ve her birinin yetenekleri bir uzuvla özdeşleşen, parçalandıkla...