Zümra 15 Mayıs'ta kaldırılacak

By thezelalo

873K 44.4K 28.6K

İntikam ateşiyle yanan bir adam... Umuduna sarılan güçlü bir kadın... Zümra Korhan, babasının yaptıklarının b... More

Duyuru
Zümra
1. Ölüm Meleği
2. Canavar
3. Anlaşma
4. İntikam
5. Cehennem
6. Karar
7. Oyun
8. "Gelinim"
9. 17 Aralık
10. Yardım Çığlıkları
11. Yakın Temas
12. Ah be Kadın
13. Dans
14. Hayal kırıklığı
15. Uyanan çocuk
16. Biriken Acılar
17. Kıvılcım
18. Nefret
19. Arzu
20. Buse
21. Geçmişin acı izleri
22. Çaresizlik
23. Yeni başlangıçlar
25. Acı gerçekler
26. Kalp sesi
27. İlk adım
28. Huzur
29. Yıldızlar şahidim
30. Sarıl bana
31. Son Vedam
32. Gerçekler Ve Yüzleşme
33. Son Defa...
34. Silinik Hatıralar
35. 17 Haziran
36. Sarmaşık
37. Hasretinle Yandı Gönlüm
38. "Beyaz Kelebeğim"
39. Canavarın İni
40. Herkes öldürür sevdiğini
41. Acı, Aşk, Vazgeçiş
42. Son Sahne

24. İtiraf

27K 1.2K 1K
By thezelalo

Merhaba ballarım

Kitabımız 130k olmuş bile. Hızlı mı büyüyoruz ne?

Vote verip, satır arası yorumlarımızı unutmayın tatlılarım.

Keyifli okumalar

"Ne oldu bana? Neden sudayım?" Diye sordum güçlükle. Gözlerime bakıp yanıma yaklaştı ve bedenimi kucağına alarak sessizce suda bekledi. "Neden dudaklarımı öptün? Sana kendimi öptürmeyecektim? Aptal... İlk öpücüğümdü o benim." Dedim kızgınlıkla. Bedenimi kollarına daha çok hapsedip, derince solumaya başladı. "Benim de ilk öpücüğümdü," diye fısıldadı, kulağıma.

"Gerçi bu ilk öpücük sayılmaz ama olsun... Sonuçta dudaklarımız ilk kez birbirine değdi. Elbette devamı da gelir." Diye eklendiğinde, dudaklarımın kenarı hafifçe yukarı kıvrıldı ve içimdeki acemi kelebekler uçuşmaya başladılar.

Kalbim amansız fırtınalardan sağ çıkmıştı ama Demir'in bu sözüne karşı sağ çıkması imkânsız gibi görünüyordu.

Onun ilk öpücüğü benim dudaklarımdaydı. Tıpkı benim ilk öpücüğümün onun dudaklarında olduğu gibi...

🖤

Soğuk su bedenimi rahatlatırken, Demir'in kucağına daha çok sokularak gözlerimi kapattım. Yorgundum ve uyumak istiyordum, ama kalkacak gücü kendimde bulamıyordum. Burada derin bir uykuya dalmak istiyordum ama Demir'in hızlı ve düzensiz kalp atışları uyumama izin vermiyordu.

Kalbi o kadar hızlı ve güzel atıyordu ki, saatlerce kalp ritmini dinlemek istiyordum. Benim kalbim, yorgunluktan hızlı ve düzensiz atıyordu. Göğsümü acımasızca yumrukluyor, nefes almama izin vermiyordu.

"Zümra?" Dedi Demir tereddütle.

"Hı?" Diye yanıtladım yorgunluktan.

"Sudan çıkmamız gerekiyor artık." Dediğinde kafamı göğsünden kaldırıp, gözlerine baktım. "Çok yorgunum... Burada uyusam?" Diye sordum güçlükle. Sesim olduğundan da kısık ve güçsüz çıkmıştı.

Birkaç saniye gözlerime bakıp, "Olmaz... Burada hastalanırsın," deyip beni yavaşça küvetten çıkartıp, banyonun sağ tarafındaki diğer bölmeye girerek, duşakabine girdi. Birkaç dakika sonra, kabinden çıktığında, ıslak kıyafetlerini çıkartmış, bornoz giymişti. Tekrar yanıma geldiğinde elindeki havluyu bana uzatarak, "Elbiselerini çıkartabilir misin?" Diye sordu. Kafamı sallayıp, "Çıkartabilirim." Dedim ve havluyu aldım. Eğilip dudaklarını alnıma bastırıp geri çekildi. "Ben kapıda seni bekleyeceğim." Dediğinde banyodan çıkıp kapıyı kapattı.

Üstüme yapışan tişörtü, boxer'ı ve sütyenimi de çıkartıp, havluyu bedenime sardığımda düşmemek için küçük, temkinli adımlarla kapıya ilerledim. Kapıyı açar açmaz Demir'i karşımda yarı çıplak bir şekilde görmemle bakışlarımı yere çekerek, "Uyumak istiyorum." Dedim.

Eşofman altını giymişti ama tişörtünü giymemişti. Saçı da yine her zamanki gibi ıslaktı. "Tamam... Ama önce pijamalarını giymelisin. Elbiselerin odada." Dediğinde yanıma yaklaşarak bedenimi kucakladı. Kollarımı boynuna dolayıp, kafamı göğsüne yaslayarak gözlerimi kapattım.

Beni yatağa bıraktığında valize yaklaşarak içinden pijama takımımı ve iç çamaşırlarımı çıkartıp yanıma geldi. "Zümra, sana yardım edebilirim," dediğinde elini ensesine çıkartıp, "Yani, istersen gözlerimi kapatarak seni giydirebilirim." Dedi çekinerek.

Tamamen iyi niyetinden söylediğini biliyordum. Bu yüzden kızmadım ve "Kendim giyinebilirim... Arkanı dönmen yeterli." Dedim. Demir bir an şaşırdı ve kaşları havaya kalktı. "Burda mı bekleyeyim?" Diye sordu şaşkınca.

Kafamı aşağı yukarı sallayıp, "Yine nefes alamazsam bana yardım edersin." Dedim.

"Sonsuza kadar sana nefes olacağım Zümra... Seni yaşatacağım." Dediğinde eğilip çıplak omzuma dudaklarını bastırıp, içine derin bir nefes alarak geri çekilip arkasını döndü.

Heyecandan ayva tüylerim diken diken olurken, acıyla tebessüm ederek ayağa kalktım. Havlumu bedenimden sıyırıp yere düşürdüm. Aynada Demir'in sıkıca birbirine bastırdığı gözlerine baktığımda güvenle iç çamaşırlarımı giydim.

Nefes, nefese zorla kısa şortumu giydiğimde daha fazla dayanamayıp yatağa oturdum. Çok güçsüz hissediyordum. Sanki son nefeslerimi veriyormuşum gibiydi.

Demir korkuyla, "Zümra... İyi misin?" Diye sorduğunda, "Nefes almak çok güç." Dedim zorla. "Dönebilir miyim?" Diye sordu bu sefer.

"Dön." Dedim ama üstten sadece sütyenleydim. Demir, hızla bana döndüğünde, yanıma yaklaşarak beni kucağına aldı ve yatağa uzattı. Bakışları göğsüme ilişir ilişmez hızla ayağa kalkıp giyinme odasına ilerledi. Birkaç saniye sonra odaya girdiğinde elinde beyaz tişörtüyle yanıma gelerek, tişörtü yavaşça kafamdan geçirip, canımı yakmadan kollarımı tişörtten geçirerek düzeltmek için benden onay bekledi. "Düzeltmem için saçlarına dokunmam gerekiyor." Dedi ve gözlerime baktı.

"Demir, beni iyileştir artık. Nefes almak istiyorum..." İçime derin bir nefes çekerek doğrulmaya çalıştım. Demir anında elini belime koyarak bana yardımcı olurken yatağa oturdu. "Eskisi gibi olmak istiyorum... Senden önceki günlerimi özledim... Batuhan'ı, Amcamları özledim. Artık dayanmak istemiyorum. Çırpınmak istemiyorum... Artık..." Dedim ve tekrar nefes alamaya çalıştım. "Ölmek... İstiyorum..." Dediğimde hıçkırdım. "Beni yavaş yavaş değil, hızla öldür... Tek bir kurşunla öl-" Sözümü tamamlamama izin vermeyen şey, dudaklarıma kapanan dudakları oldu. Hareket ettirmeden öylece dudaklarıma kapanmıştı.

Kalbim, soğuk dudaklarının karşısında eriyerek içime aktığında, güçsüzce sıkıca omuzlarına tutundum. Midemdeki kelebekler nefes boruma sıkışıp, nefes almamı güçleştirdi ve nefes almak için dudaklarımı araladığımda, Demir'in dudakları hareketlenerek alt dudağımı dudaklarının arasına hapsetti.

Dudakları ustalıkla hareket ederken, içime dolan sıcak nefesiyle, akciğerlerimin kilitlenen kapıları açıldı ve bütün karanfillerim canlandı. Nefeslerimiz birbirinin akciğerleriyle hemen kaynaştılar. Belimdeki elini oynatıp, beni kendine çektiğinde omzuna daha sıkı tutunarak, beni kucaklamasına izin verdim. Bacaklarımı her iki yanına gelecek şekilde bıraktığımda belimdeki elini sırtıma çıkartıp, sırtımı yavaşça okşamaya başladı.

Demir'in hayat dolu dudaklarının karşısında bütün zihnim bulandı ve geçmişimizi, geleceğimizi unutarak sadece dolgun dudaklarının tadına odaklandım. O kadar naif bir şekilde öpüyordu ki, bütün acılarım, zehrim dudaklarımda toplanmış ve hepsini bedenimden çıkartacakmış gibi hissettim. Demir bana iyi geliyordu. Dudakları, sırtımdaki eli beni tekrar hayata bağladı.

Ve sonbahara dönmek üzere olan yeşilliklerime ilkbahar yağmuru yağarak, kuruyan ağaçları, çiçekleri yeşillendirerek, kozalarındaki rengarenk kelebeklerin çıkmasını sağladı. Kuşlar umutla tekrar uçuşarak, kendilerine yeni yuvalar yapmaya başladı. Ölmek üzere olan bedenim, iyileşmek için tekrar gecenin umuduna sığındı.

Dudağımı yavaşça bıraktığında, bir süre nefeslerimizi kontrol etmeye çalıştık. Sırtımdaki elini kaldırıp, yüzüme çıkarttığında gözlerime istekle bakıp, "Sakın Zümra... Sakın bir daha o aptal kelimeyi kullanma." Dedi kaşlarını çatarak. "O kelime dudaklarına yakışmıyor, hem de hiç!" Dedi yalancı bir kızgınlıkla. Baş parmağını dudağımın üstüne bırakarak yavaşça okşadı. "Yaşayacaksın... Yaşatacağım seni." Diye ekleyip kafamı göğsüne yaslayıp bana sıkıca sarıldı. "O kelime artık ikimize de yasak... Yaşayacağız..." Dedi mırıldanarak. "Benden gitmene izin vermeyeceğim. Bir kayıp daha veremem." Diye eklediğinde kollarımı beline sıkıca sarıp, kafamla onayladım.

Demir'i affetmesem bile, ona güvenmek istiyordum. İkimiz de yaralı ve kimsesizdik. Bizim birbirimize ihtiyacımız vardı. Benim buradan gitmem içi ona, Onun da iyileşmesi için bana ihtiyacı vardı.

Her güneşten sonra, ormanın geceye muhtaç kalması gerektiği gibi benim de şu an Demir'e ihtiyacım vardı. Ona ve güvenine ihtiyacım vardı.

Tişörtü düzelttiğinde, saçımı yukarıda topuz yaparak yatağa uzandım. Demir'de arkama geçtiğinde belime sıkıca sarılıp, dudaklarını sağ omzuna bastırıp, birkaç kere öptükten sonra geri çekilerek, "Haydi uyu bebeğim... Ben yanındayım." Dediğinde, elimi karnımın üstündeki elinin üstüne bırakıp hafifçe sıkarak gözlerimi kapattım. "Nefessiz kalırsam bana yardım et olur mu? Bir daha öyle olmak istemiyorum." Dedim çocuk gibi. "Sana hayat olacağım. Söz veriyorum Zümra'm." Dediğinde huzurla gülümseyerek uykuya daldım.

🖤

İlkbaharın, serin havası genç kızın yüzüne tatlı bir esintiyle çarparken, genç kız sırtını kocaman çınar ağacının gövdesine yaslayarak gözlerini huzurla kapattı.

"Zümra, uyuma." Dedi birisi ve genç kız gözlerini açarak, karşısındaki kara gözlü adama baktı. "Ama uykum geliyor. Uyumak istiyorum." Dedi Zümra.

"Ama uyursan, bir daha uyanamayacaksın." Dedi genç adam üzüntüyle.

"Olsun... En başından beri bunu istemiyor muydun Demir? Beni öldürmeyi sen seçtin ve kazandın. Ölüyorum." Dedi yeşil gözlü genç kız.

Demir, hızla kafasını iki yana sallayarak, dizlerinin üstüne çökerek ağlamaya başladı. "Zümra, ölme artık. Gözlerine bakmaya, saçına dokunmaya doyamadım ama ben." Dedi sitemle. "Seni doyasıya sevemedim henüz." Dediğinde, genç kıza baktı. "Beni öldürmeden ölmeyecektin hani?" Diye sordu.

Zümra, güçsüzce, "Seni de kendimle öldürüyorum işte." Dedi.

"Ben öldüğümde, yokluğum seni günden güne yiyip bitirecek ve sen benim aksime her gün, her saat, her dakika ve her saniye öleceksin... Yaşayan bir ölü olarak kalacaksın Demir Arslan." Dedi genç kız ve ayağa kalkarak Demir'e doğru ilerledi. Yanına çömelerek genç adamın yüzünü avuçlarının arasına alarak dudaklarını birleştirdi.

Demir, kalbindeki katlanılmaz acıyla genç kızın öpüşlerine karşılık verirken, gözlerinden yaşlar sel gibi akıyordu. Zümra'nın ölmesini istemiyordu ama onu kendi elleriyle ölüme sürüklemişti. Yaptıklarından pişman olsa bile artık her şey için çok geçti. Zümra'sı ölüyordu artık.

Genç kız dudaklarını ayırıp, Demir'e baktı. "Seni asla affetmeyeceğim celladım. Seni çok sevdim ama sevgim sana az geldi. Hırsın sevgimden daha fazlaydı." İçine titrek bir nefes alarak, "Nefretin ve intikamın kazandı Demir... Aşkımız kaybetti." Dediğinde, Demir'e sıkıca sarılarak huzurla gözlerini kapattı.

Zümra, Demir'in kollarında son nefesini verirken, Demir tüm çaresizliğiyle Zümra'yı kollarının arasına sıkıca hapsedip, kafasını gökyüzüne kaldırarak acıyla bağırdı.

Zümra'sı ölmüştü... Hem de sevdiği adamın kollarında sonsuzluğa gözlerini yummuştu.

Ve bir aşk masalının daha sonuna geldik.

🖤

Başımın ağrısıyla, gözlerimi açtığımda huzursuzca kıpırdanarak arkama baktım ama Demir yatakta yoktu. Merakla doğrulup yataktan kalktığımda, yerde tüylü terliklerimi görmemle gülümseyerek, "Ah bebeklerim sizi özledim." Diye mırıldanıp terliklerimi özlemle giyerek banyoya girdim.

Regl olmuştum. Karnım ağrımıyordu bu yüzden, siyah kısa taytımı giyerek odadan çıktım.

Alt katın bütün lambaları kapalıydı ama salondan gelen ışıkla önümü görebiliyordum. Küçük adımlarla salona girdiğimde yanan şöminenin karşısında Demir'i uzanarak yattığını gördüm.

Yanına yaklaşıp, "Demir?" Dedim merakla. Yerdeki süngerin yanında durduğumda, yere çömelip kapalı gözlerine baktım. Sanırım uyuyordu.

Yere oturup, dizlerimi karnıma çekerek, kollarımı bacaklarıma dolayıp, yüzünü seyretmeye daldım. Saatler önce bana nefes veren dudakları öne doğru büzülmüştü. O an zihnimde canlanırken bir an hıçkırmamak için sıkıca elimle dudaklarımı kapattım. Bakışlarımı yavaşça eline çektiğimde avucunun içine dikkatle baktım ama karanlıktan dolayı göremiyordum. Canı çok acımış olmalı. Ama bir kere bile acıyor dememişti.

Her ne kadar eline dokunmak istesem bile dokunmayıp, çenemi dizlerime yaslayarak gözlerimi kapattım. Yalnız kalmaktan artık korkuyordum. Tekrar nefes alamamaktan, boğulmaktan korkuyordum.

"Zümra?" Demir'in sesiyle hızla kafamı kaldırdğımda, doğrulup yüzümü avuçlarının arasına aldı. "Bir şey mi oldu? Canın mı yanıyor?" Diye sordu korkuyla. Kafamı iki yana sallayıp, "Hayır. İyiyim." Dedim.

"Neden uyandın?" Diye sordu.

"Neden burada uyuyorsun?" Diye sordum.

"Yanında uyumama kızarsın diye." Dedi usulca. Gözlerimi birkaç kere kırpıştırdığımda onunla beraber uyumak istedim. Bana sarılsın istedim. Birkaç saniye sessizce bana baktıktan sonra, "Seninle uyuyabilir miyim? Bu gece de koynunda uyumak istiyorum." Dediğinde, içimdeki heyecanı bastırıp, "Olur." Dedim. Anında yüzünde güller açarken, elimden sıkıca tutup beni yanına çekti.

Önce Demir uzanırken, benim için açtığı yere uzanıp, yüz yüze gelecek şekilde döndüm. Kara gözlerindeki parıltı beni daha çok heyecanlandırırken, bakışları dudaklarıma kaydı ve sertçe yutkundu. Oynayan çıkıntısına dokunmak istedim ama dokunmaktan çekindim.

"Dudaklarından zehri kendi içime akıtmak istiyorum Zümra." Dedi sessizce. "Acılarını mıknatıs gibi çekmek, seni iyileştirmek istiyorum." Dediğinde, koynuna daha çok sokuldum. Elini sırtıma çıkartıp bana sıkıca sarıldı. "Vücudun zehri istiyor mu?" Diye sordu.

"Hayır." Dedim.

"Neden istemiyor? Neden bana zehri vermiyorsun Demir? Neden o adam dün bana zehri verdiğinde Züleyha Hanım'ın hatırına dedi?" Zihnim küçük bir aydınlanma yaşadığında gözlerimi kocaman açıp, "Bizden başka biri de bana zehri verdiğini biliyor!" Dedim sesimi yükselterek. "Demir, neler oluyor?" Diye sorduğumda ondan biraz geriye gidip, yüzüne merakla baktım. Bana yaklaşarak, "Her şey birbirine dolandı Zümra... Çıkmaz bir yola girdim sanki. Kayboldum... Çıkış kapısını bulamıyorum." Dedi.

"Panzehir sende değil mi? Ama Yiğit, kriz geçirdiğimde beni senin yanına göndereceğine ve senin bana panzehiri enjekte edeceğini söylemişti." Dedim.

"Panzehir bende değil. Var mı yok mu onu bile bilmiyorum... Kahretsin ki seni nasıl iyileştireceğimi bilmiyorum!" Sesini yükselterek konuştuğunda irkildim.

"O adam... Aramızdaki hain mi? Yani sana şantaj mı yapıyor? Belki gerçekleri öğrendi ve senden para almaya çalışıyordur... Hatta belki panzehir ondadır... Hı? Ya da Yiğit'e mi sorsak? Hani zehri o bulmuş ya? Ben bayıldığım gün senin ve Yiğit'in konuşmalarını duymuştum." Dedim. Aklıma gelen bütün ihtimalleri saymak istiyordum. Bir umut ışığına ihtiyacım vardı.

"Zümra, bana güvenmeni istiyorum. Eğer bana güvenirsen ve elimi tutarsan, sana yaşattığım her şeyin üstüne temiz bir sayfayla yeni anılar biriktiririz... Senden sadece bize bir şans vermeni istiyorum... Bize bir şans verebilir misin?" Diye sordu aniden ve ben ne yapacağımı bilmeden gözlerine baktım.

Birkaç saniye sonra, "Beni sevmeni istemiyorum." Diye itiraf ettim. "Seni sevmek istemiyorum... Beni bir daha öpmeni de istemiyorum. Ama bir daha nefessiz kalmak da istemiyorum. Kimseyi, hiçbir şeyi istemiyorum artık." Demir'e yaklaşarak kafamı göğsüne yasladım. "Sadece uzun bir yolculuğa çıkmak istiyorum... Gözlerimi kapatıp, sonsuzluğa gitmek istiyorum. Senin olmadığın, güzel bir sonsuzluk olsun." Elini belime yerleştirip, bana sıkıca sarıldı. "Sakın sonsuzluğa heveslenme çünkü seni orada bile bulacağım." Dediğinde yutkunup gözlerimi kapattım.

"Cevabını bekleyeceğim Zümra'm... Seni bekleyeceğim..." Dediğinde elimi saçlarına çıkartıp, saçlarıyla oynamaya başladım. Şöminenin sesi ile, Demir'in kollarının arasında huzurlu hissediyordum.

"Dışarıda kar yağıyor." Dedi sessizliği bozarak.

"Yarın beraber kardan adam mı yapsak?" Diye sordu, belimi okşarken.

Kafamı hafifçe sallayıp, "Kartopu da oynayalım." Dedim uykulu çıkan sesimle.

"Dans da edelim mi? Seninle dans etmeyi seviyorum." Diye itiraf ettiğinde, kalbim bir an durdu ve mideme kramp girdi. Kokusunu uzun uzun içime çekerek acıyla yutkundum.

"Demir? Böyle davranman, beni arzuladığın için mi? Yoksa kaybettiğin vicdanını bulduğun için mi?" Diye sorarak kafamı kaldırıp, gözlerine baktım. "Yani çok saçma değil mi? Şu an böyle sarılmamız? Sürekli beni öpmen? Sonra öpüşmemiz? Çok saçma... Böyle olmamalıydı." Dedim ve uzayan kahkülümü kulağımın arkasına sıkıştırdım.

Elini, yavaşça yüzüme çıkartıp, yanağımı okşamaya başladığında bir süre sessizce gözlerime bakıp dudaklarını araladı. "Seni arzulamıyorum Zümra... Vicdanımı buldu mu onu bilmiyorum ama bildiğim ve emin olduğum tek bir şey var... Bu yaşadıklarımız çok güzel küçük aslan... Seninle bu kadar yakın olmak, sana dokunmam, dudaklarının tadı, kokun, gözlerin, sinirin, gülüşün, bana kızman çok güzel... Çok güzelsin Zümra..." Dedi açık ve net bir şekilde.

"İlk kez böyle bir felaketin içine düştüm... İlk kez bu duyguları hissediyorum... Sana zehri verdiğim her an ölmek istiyorum... Acı çektiğin her saniye ölüyorum..." Elimden tutup, göğsüne götürerek, avucumu kalbine bastırıp, "Burası çok ağrıyor... Biliyorum suçluyum... Bunu sana ben yaptım ama..."

"Ama acımadan yaptın... Sana söylemiştim. Yapma demiştim ama beni dinlemedin... Gözlerin intikamdan başka hiçbir şey görmüyordu... O kadar kör olmuştun ki kendini kaybetmiştin..." Dedim.

"Ben sadece kardeşimi bulmak istemiştim." Dedi acıyla. "Ve babanı zehirlemek istemiştim." Dediğinde gözlerim kocaman açıldı. "Babamı da mı zehriliyorsun? Ama bu hiç adil olmaz ki?" Kafam zaten karışıktı ama Demir'in her bir sözü zihnimi daha da karıştırıyordu. Onu anlamakta güçlük çekiyordum.

"Babanı zehirlemek isterdim." Diye yanıtladı iç çekerek. "Neden babam değil de beni seçtin? Yani babamı da zehirlemeni istemezdim ama gerçekten merak ediyorum." Dedim. Göğsündeki elimi dudaklarına götürüp, avucumu öperek konuşmaya başladı.

"Bunu sana anlatsam ne değişir ki? Her iki şekilde de kötü bir canavarım senin gözünde... Oysa, beyaz atlı prensin olmak isterdim." Dediğinde bir an nefes almayı unuttum ve istemsizce hıçkırdım. Demir'in yüzü anında parlarken, hızla Demir'e arkamı döndürüp gözlerimi kapattım.

Bu hiç iyi olmamıştı. Heyecanlandığım her an hıçkırmam hiç normal değildi.

Sen de hiç normal değilsin zaten Zümra.

Hiçbirimiz normal değiliz. Psikoloğa gitsek hepimizi hataneye yatırır.

Demir, bana yaklaşmak yerine, kalkıp salondan çıkarken, sırt üstü uzanıp nereye gittiğini merakla bekledim. Birkaç saniye sonra mutfaktan çıkınca, derin bir nefes alıp tekrar sağ tarafıma döndüm.

"Zümra, bacaklarına kremi sürmemiz gerekiyor." Dediğinde sırt üstü uzanıp, Demir'e baktım.

"Az önce hıçkırdım ya? Yüz üstü uzandığım için, midemden dolayı oldu. Yoksa seninle hiçbir alakası yok. Yani boşuna sevinme." Dedim. Yatağa oturup kafasını sallayarak, "Tabi ki de benim için değildi." Dedi keyifle. "Haydi şimdi izin ver, yanık kremini süreyim." Diye eklediğinde üstümdeki battaniyeyi çekip, çıplak bacaklarıma kremi yavaşça sürmeye başladı.

"Biliyor musun? Benim beyaz atım var küçük aslan... Yani beyaz atlı prensin olmam için bir şansım var." Dediğinde göz kırparak bana gülümsedi.

Demir, gerçekten beyaz atlı prensim olmak istiyordu. Ama ben istiyor muydum bilmiyorum? Stockholm sendromunu yaşamaktan korkuyordum. Demir'i gerçekten sevmekten, celladıma bağlanmaktan korkuyordum.

Bacaklarıma krem sürme işi bittiğinde yanıma uzandı. Sağ dirseğini, yastığa dayayarak, yanağını avucuna yaslayıp, üstten yüzümü incelemeye başladığında, yutkunup kara gözlerine baktım. "Ne?" Diye sordum kaşlarımı çatarak. "Niye bana öyle bakıyorsun?"

"Çok güzelsin." Dedi hayranlıkla.

"Ya Demir gerçekten sana iki günde ne oldu böyle? Kafanı bir yerlere mi vurdun?"

"Sence bu iki günlük bir şey mi Zümra?" Diye sordu.

"Ne? Ne diyorsun cidden? Uykum var benim! Uyumak istiyorum." Dedim ve sağa döndüm ama aklıma gelen şeyle tekrar Demir'e dönüp, "Ha bu arada, sakın bir daha dudaklarımı öpme! A-a istemiyorum diyorum ne diye pat diye beni öpüyorsun ki? Hem yalancısın da! İlk öpücüğün olduğuna da inanmıyorum!"

"Neden inanmıyorsun ki?" Diye sordu merakla. Omuz silkerek tekrar arkamı döndüm. Anında elini karnıma yerleştirip beni kendine çektiğinde, derin bir nefes alıp hıçkırmamak için dudaklarımı birbirine sıkıca bastırdım. "İlk aşkım, ortaokul öğretmenimdi... Ondan sonra ise hiç kimseyi sevmedim... Sevemedim... Gerçi şimdi düşününce öğretmenime sadece hayrandım o aşk bile sayılmazdı değil mi? Psikolojide de hayranlıktır değil mi?" Diye sordu kulağıma ama cevap vermek yerine, "Sus Demir!" Diye uyarıp gözlerimi kapattım.

İlk öpücüğü olduğuna inanıyordum.

"İyi geceler yeşil gözlü felaketim." Deyip eğilerek burnumu hafifçe ısırıp öperek geri çekildi. Gözlerimi açtığımda, tüm heyecanımla sırıtıp tekrar gözlerimi kapattım. Demir kocaman bir bebeğe dönüşmüştü ve birinin onu tekrar büyütmesi gerekiyordu ama bu sefer intikam ve nefret'ten uzak tutmalıydı.

"Annem konuştu..." Dedi birkaç saniye sonra. Gözlerimi anında açarken, şaşkınlıkla "Gerçekten mi?" Diye sordum.

"Bu çok güzel bir haber." Dedim sevinçle, Demir'e dönerken.

"Ne zaman oldu? Ne dedi? Nasıl konuştu? Neden bana sabahtan beri söylemedin ki? Züleyha Hanım'ı ziyarete giderdim... Kötüsün işte... Bütün gün evde kafayı yedim..." Dedim art arda.

"Ben gittim... Seni bulduğumu ve yarın onun yanına götüreceğimi söyledim." Dedi.

"Ne zaman gittin ki? Bütün gün evdeydin?" Diye sordum.

"Sen uyurken." Dedi ve anında, "Mert ve Yiğit evdeydi." Diye ekledi.

"İlk ne dedi?" Diye sordum bu sefer.

"Zümra." Dedi Demir. Bana bir şey söylemesini bekledim ama sessizce gözlerime bakmaya devam ettiğinde, "Ya ne be? Haydi ama çatlatma beni! Ne dedi Züleyha Hanım?" Diye sordum sabırsızca.

"Zümra dedi... İlk kelimesi ismin oldu küçük aslan." Dediğinde dudaklarım aralandı ve şaşkınca Demir'e baktım. "Neden benim ismim ki?" Diye sordum şaşkınlıkla.

"Annem de seni çok sevdi... Çok seviyor..." Dedi. Bu adam beni aptal yerine mi koyuyor acaba? Çünkü beni ikna etmek istercesine bakıp duruyor. Ay Demir'in bu davranışları hiç de hayra alamet değil. En azından ben öyle hissediyorum. Her an her şey olabilecekmiş gibi hissediyordum.

"Haydi anneni görmeye gidelim." Diyerek yataktan kalkmaya çalıştım. Ama Demir, beni durdurup, "Şimdi uyumuştur annem." Deyip beni tekrar uzattı. "Hem şimdi ne diye gidiyoruz ki?"

"Ya aptal mısın acaba sen? Anne konuşmuş ve sen rahatça uyuyorsun! Annenin sana ihtiyacı var!" Dedim sertçe.

"Benim de sana şu an ihtiyacım var ama. Onu ne yapacağız?" Diye sorduğunda midem patladı ve içim darmadağın oldu.

"Konuyu değiştirme!" Dedim zorla. Konuşmak daha önce hiç bu kadar zor olmamıştı.

"Zümra, bana sevmeyi öğret lütfen." Yüzüme eğilip yüzlerimizi aynı hizaya getirerek dudaklarıma baktı. "Beni sevginle iyileştir... Bana merhameti, sevgiyi ve vicdanı öğret..." Dedi yalvararak.

Aptal! Onda zaten bunların hepsi bolca var ki. Sadece nasıl kullanacağını bilmiyor. Ona hiçbir şeyi öğretmeme gerek yok. Sadece kin tutan kalbinin buzları çözülmesi gerekiyor ve sanırım neredeyse hepsi çözülmüştü. Demir artık intikamdan başka şeyleri de görüyordu ama henüz bunun farkında değildi.

Uzun bir süre sonra derin bir nefes alıp, "Demir, yat zıbar! Yarın ilk işimiz Züleyha Hanım'ın yanına gitmek olacak ona göre." Dedim sertçe ve tekrar arkamı döndüm. "Ama kardan adam yapacaktık. Sonra dans edip, kartopu da oynayacaktık. Yılın son karı küçük aslan." Diye konuştuğunda, "Demir uyu!" Dedim.

Züleyha Hanım'ı bir an önce görmek istiyordum. Onunla sohbet edip, bu yaşadıklarımı söylemek istiyordum. Çünkü biriyle konuşursam ne yapmam gerektiğine karar verebilirim. Yani Züleyha Hanım'la her konuşmamda mantıklı kararlar aldığımı düşünüyorum. Sonra ise Demir'le beraber yılın son karında gün boyunca oynarız. Ama önce bazı kararlar vermeliydim.

🖤

Gece boyunca karnımın ağrısıyla dönüp durmuştum. Demir, de benimle birlikte uyuyamamıştı. Ona regl olduğumu söyleyediğimde, bana sıcak su torbası ve ağrı kesici ilaç getirmiş, ardından sönen şömineyi tekrar yakarak yanıma uzanmıştı. Yatağa geçmemi söylemişti ama inatla reddederek salonda uyumuştuk. Bütün gece karnımı okşayarak, bana sarılmıştı.

Sabah da kahvaltımı yatağa getirmiş, beni sıkı giyinmem için uyarmıştı. Gerçekten koca acımasız canavar, gün geçtikçe yumuş yumuş, tatlı bir canavara dönüşüyordu ve bu halini çok sevmiştim. Öküzcüğün yeni hali çok güzeldi.

Züleyha Hanım'ı ziyarete gitmek için heyecanla evden çıkmıştım. Demir, annesini buraya getirebileceğini, Valide Hanım'la yüz yüze gelmemden çekindiğini açık bir şekilde söylemişti ama sorun olmadığını. Gitmek istediğimi söylemiştim.

Çünkü benim Valide Hanım'a söylemek istediğim birkaç küçük sözüm vardı. Ki bunları söylemezsem patlardım.

Henüz kimse beni tanımıyordu. Zümra'nın ne bela olduğunu hepsine göstereceğim artık. Bu kadar saygı yeter be! Ses etmedikçe tepeme çıktılar!

Hem Hazal'ı da özlemiştim. Onu da görmek istiyordum.

Sessiz geçen bir yolculuktan sonra araba evin bahçesine girdiğinde, derin bir nefes alarak montumun önünü açarak saçımı düzelttim. Demir, arabayı durdurduğunda bana bakıp, "Küçük aslan kendini iyi hissetmediğin an bana söyle." Dediğinde kafamla onaylayıp, "Tamam." Deyip arabadan indim. Demir'de arabadan inerken, yanımda durup elimden sıkıca tuttu. Birkaç saniye kenetli ellerimize baktığımda, bu duruma hiçbir anlam veremeden yürüdüm. Demir'in sürekli elimden tutmasını da merak etmeye başladım. Neden sürekli elimden tutuyordu ki?

Kapıyı açan Aslı, bizi karşısında görür görmez gülümseyerek terliklerimizi uzattığında, "Hoş geldin-" Sözünü keserek, "Sadece Zümra Aslı," deyip göz kırparak terliklerimi giydim. "Merhaba Aslı." Dedim neşeyle. Demir'de arkamdan içeri girdiğinde Asuman Hanım salondan çıkıp bize doğru güler yüzle geldi.

"Hoş geldiniz çocuklar." Deyip karşımda durduğunda bana sarılarak, "Hoş geldin Zümra." Deyip geri çekildi. ""Hoş buldum." Dedim. Demir'e sarıldıklarında bu sefer salondan Hazal heyecanla koşarak bize doğru koştu. "Zümra!" Diye bağırdı neşeyle ve kollarını açarak önümde durdu. Eğilerek Hazal'a sıkıca sarıldığımda, "Merhaba bebeğim." Dedim özlemle.

"Merhaba Zümra. Seni çok özledim." Dediğinde benden ayrılarak, yanaklarıma sulu sulu öpücükler bıraktı. "Biliyor musun? Züleyha Yenge konuşuyor. Yanına her gittiğimde senin ismini söylüyor. O da seni çok özledi." Dediğinde Hazal'ı kucağıma almak istedim ama arkamdaki Demir, "Zümra, Hazal'ı kucaklama. Belin ağrır." Dediğinde bunu yapmayıp ayağa kalktım. Demir, Hazalı kucaklayıp, öptüğünde Asuman Hanım bize tüm sevgisiyle bakıyordu.

"Haydi içeri geçin çocuklar." Dedi Asuman Hanım. Demir, bana bakarak, "Yenge biz direkt anneme bakalım." Dediğinde Asuman Hanım anlayışla kafasıyla onayladı. "Tamam kuzum. Siz geçin." Dediğinde bu sefer Valide Hanım salondan çıktı ve huysuzca bana baktı. Demir anında elimi sıkıca tutarken, "Gidelim mi?" Diye sordu ama ona bakarak, "Babaannenle biraz konuşmak istiyorum." Dedim usulca. Kaşları anında yukarı kalkarken bana şaşkınlıkla baktı.

"Merhaba Valide Hanım." Dedim buz gibi ses tonumla. Yüzünü ekşiterek elimize baktığında, "Hoş geldiniz." Dedi geveleyerek.

"Gözünüz aydın. Züleyha Hanım konuşmaya başlamış. İlk kelimesi ise ben olmuşum." Dedim. "Oysa ilk kelimesi içinizden birinin ismi olmalıydı." Dediğimde umursamazca omuzlarımı silktim. Demir elimi sıkarak, "Zümra, gidelim." Dediğinde, "Hayır. Söyleyeceklerim henüz bitmedi." Dedim, Valide Hanım'a ısrarla bakarak.

"Büyüksünüz diye size saygısızlık yapmak istemedim ve istemiyorum. Ama bunu söylemeden içim rahatlamayacak... Hatanızı kabul edip benden özür dilemeyin. Ki dilemezsiniz de. O bencil gururunuz size kalsın. Özürünüze de ihtiyacım yok... Lütfen gerekmedikçe gözüme görünmeyin. Yoksa sinirlerimi tutamayıp sizi de vurabilirim... Malum torununuzu acımadan iki kurşunla yaraladım ya? Sizi yaralamak yerine direkt öldürebilirim." Dediğimde gözlerine alayla bakıp bakışlarımı çektim. "Şimdi gidebiliriz." Deyip Demir'e baktığımda aralık olan dudağını kapatarak kafasıyla onayladı.

Valide Hanım'ın arkamızdan homurtularını duydum ama umursamadım.

Züleyha Hanım'ın odasına girdiğimizde, sırtını yatak başlığına dayayarak oturan Züleyha Hanım beni görür görmez, kocaman gülümseyip, dudaklarını aralayarak, "Zümra." Dedi ve sesini ilk kez duymanın heyecanıyla kocaman gülümseyip, sabırsızca montumu çıkartıp Demir'e uzatarak Züleyha Hanım'ın yanına ilerledim. "Merhaba Züleyha Hanım. Sizi çok özledim." Dedim ve kollarımı sıkıca bedenine sararak sarıldım. "Çok iyi görünüyorsunuz." Dediğimde elini hareketlendirerek sırtıma çıkarttığını hissettim ve sevinçle gülümsedim. "Demir, annen..." Dediğimde kafasını sallayarak, "Çok hızlı iyileşiyormuş." Dedi sevinçle.

"Zü-mra." Dedi Züleyha Hanım kekeleyerek. Yatağın boş kısmına oturarak, Züleyha Hanım'ın elini sıkıca tuttum. "Yormayın kendinizi... Sizinle uzun uzun konuşuruz." Dediğimde Demir'e baktım.

"Bizi yalnız bırakabilir misin?" Diye sordum. Anında gözlerini kapatıp açarak, "Tamam." Dedi ve eğilerek alnımdan öpüp, annesini de öperek geri çekildi. "Konuşun bakalım." Dediğinde tekrar eğilip yanağımdan öptü.

"Bir şey olursa salondayım. Bana söyle tamam mı?" Diye sorduğunda, "Tamam. İyiyim ben." Dedim. Demir odadan çıkar çıkmaz, Züleyha Hanım'ın karşısına rahatça oturup, ellerini tutarak parmaklarına yavaşça masaj yapmaya başladım. "Oğlunuz beni seviyor." Dedim heyecanla. Dünden beri içimde tutttuğım bütün heyecanımı Züleyha Hanım'a anlatmak istiyordum. Demir'in kalbimi nasıl tepetaklak ettiğini söyleyip, rahatlamak istiyordum.

Zaten ışıl ışıl olan göz bebekleri, iyice parladığında gülümseyip, kafasını aşağı yukarı salladı. Sanırım, "Biliyorum." Demek istiyordu.

"Ya bir an önce iyileşmenizi istiyorum." Diye itiraf ettim. "Sizden mantıklı kararlar duymak istiyorum. Beni yönlendirmenizi, yanlış yapmamak için uyarmanızı istiyorum... Karmakarışık bir haldeyim. Ne yapmam gerektiğini, nasıl davranmam gerektiğini bilmiyorum... Bana bir yol gösterin lütfen." Dediğimde, Züleyha Hanım dudaklarını araladı ve, "Kal." Dedi güçlükle. Gözlerim şaşkınlıkla kocaman büyüyerek, dikkatle Züleyha Hanımın dudaklarına baktım. "Kal." Dedi tekrar.

"Gi-tme." Dedi kekeleyerek ve elini yavaşça havaya kaldırıp yüzünü buruşturarak elini, güçlükle saçlarıma çıkarttı ama irkilerek anında geriye gittim.

"Özür dilerim," diyerek bu sefer terliklerimi çıkartıp, kafamı Züleyha Hanım'ın bacaklarına yatırdım ve saçlarıma dokunmasına izin verdim. "Saçıma dokunulmasından korkuyorum ama siz saçımı çekmezsiniz değil mi? Oğlunuzun saçımı nasıl çektiğini unutamıyorum... Eskiden hiç unutmuyordum ama şimdi ara ara unutuyorum." Dedim. Saçıma dokunduğunda bu sefer sadece derin bir nefes alarak dokunmasına izin verdim.

"Demir değişiyor... Bana öyle güzel bakıyor ki, içim eriyor. Kalbim oğlunuzu affetmem için yalvarıyor, ama zihnim onu affedersem aptallık olduğunu söyleyip duruyor... Oğlunuza nasıl davranmam gerektiğini bilmiyorum... Dün mesela, her fırsatta bana yaşattıklarını yüzüne vurup durdum ama sinirlenmek yerine kafasını eğerek sessiz kalıyordu... Demir'in bana böyle davranması çok güzel ama bir şey var. Garip ve değişik bir şey var çözemiyorum." Dediğimde kafamı yukarı kaldırıp, Züleyha Hanım'ın gözlerine baktım. "Bir yanım oğlunuzu sevmek istiyor ama diğer yanım, bunu kendine yapma diyor," elimi kaldırıp, Züleyha Hanım'ın yanağına dokundum. "Siz canavarınızı sevmediniz ya, benim sevmem normal mi?" Diye sordum.

Gözlerini kırpıştırıp, "Demir." Dedi güçlükle. "Oğlunuzu sevsem aptallık yapmış olur muyum?" Birkaç saniye düşünüp, "Ama ben gitmek istiyorum... Amcamları çok özledim. Hem Batuhan, yani kuzenim ölmediğimi biliyor. Muhakkak beni arıyordur."

"Gitme." Dedi tekrar Züleyha Hanım. Ama gözlerine mahcupça bakıp, "Gitmek istiyorum." Dedim. "Gerçekten gitmek istiyorum. Ne olursa olsun aileme kavuşup, Demir'e bu yaşattıklarını ödetmek istiyorum. Oğlunuz beni çok hırpaladı. Şimdi iyi olması maalesef geçmişimizi değiştirmiyor. Bana yaşattıklarını değiştirmiyor." Deyip doğruldum ve eline uzanarak, elini sıkıca tuttum.

"Oğlunuzu er ya da geç bırakıp kaçacağım. Onun kırık kalbi, yaşadıkları umurumda bile değil. Bu konuda kararlıyım... Bir gün gideceğim. Ama bırakıp gittiğim gün, onu ve her şeyi yerle bir edeceğim. Yemin ederim bunu oğlunuzun yanına bırakmayacağım." Dedim sinirimi dizginleyerek. "Şu an tek isteğim panzehiri almak... Sonra her şey daha kolay olacak. Ben sizin gibi yıllarca böyle kalmak, ya da ölmek istemiyorum," Kaşları anında çatılırken, dudaklarını büzerek bakışlarını benden çekti. Elimi çenesine koyarak yüzünü yukarı kaldırdım. "Lütfen bana kızmayın..." Dedim çocuk gibi. "Özür dilerim... Öyle söylemek istememiştim." Dedim suçlulukla.

Sanırım Züleyha Hanım'ın kalbini kırmıştım ama pat diye çıkıverdi dudaklarımdan işte. "Yani, siz çok güçlüsünüz ama işte... Biraz patavatsız mı oldum ne?" Dedim kendime kızarak. Yüzü tekrar anında gülümserken, "Siz hep gülün... Ve çabuk iyileşin bakın oğlunuz panzehiri aramaya başladı. Buradan gitmeden önce kısa da olsa sohbet etmek isterim." Dedim. Gözlerini kapatıp açtığında, "Tamam." Dedi ve içine derin bir nefes çekerek gülümsedi.

Kapının tıklatılmasıyla içeri giren Demir, bize bakarak içeri girdi. "Siz hep bu kadar uzun, uzun mu sohbet ederdiniz?" Diye sorarak yanımıza yaklaştığında yatağa oturarak arkama geçti. "Anne, gelinin çok konuşuyor değil mi?" Diye sorduğunda kaşlarımı çatarak, "Demir rol yapmana gerek yok... Annen her şeyi biliyor ya? Hem de en başından beri." Dedim Demire bakarak. Yüzü anında asılırken, bakışlarını annesine çekerek, "Hırslı çıktın anne. Hemen de iyileşmeye başladın." Dediğinde gülümsedi.

Ama gülümsemesi bu sefer içten değildi. Tamamen acı doluydu. "Dedemle konuştum, bizimle kalmana izin verdi. Hem yeni evimi de sana göstermek istiyorum." Dediğinde Geriye giderek sırtımı Demir'in sıcak göğsüne yasladım. "Yani en azından haftada iki gün bizimle kalabileceksin." Diye eklediğinde, sol kolunu karnıma dolayarak, çenesini omzuma yasladı.

"Artık o zaman bol bol vakit geçirirsiniz." Dedi yavaşça. Kafamı sağa çevirip Demir'e baktığımda, kocaman gülümseyip, "Annemi iyileştiriyorsun." Dedi minnetle. "Ona en iyi morali senin verdiğini biliyorum küçük aslan... Teşekkür ederim. Bize iyi geldiğin için." Diye eklediğinde karnımdaki elini oynatarak, karnımı yavaşça okşamaya başladı. "İlacın etkisi geçmiş olmalı... Karnın ağrıyor mu?" Diye sordu usulca.

Kafamı iki yana sallayıp, "Hayır, ağrımıyor... Artık gidelim mi?" Diye sordum.

"Tamam... Ama eve geçmeden önce şirkete uğramalıyız." Dediğinde, "Sorun değil." Deyip Züleyha Hanım'a baktım. "En yakın zamanda ziyaretinize geleceğim. Hiçbir şey düşünmeyin, sadece iyileşmek için çabalayın. Oğlunuz için endişelenmeyin. Onun hakkından gelebiliyorum artık. Öküzcük uslu bir kediye dönmek üzere." Dediğimde Demir kahkahayla gülmeye başladı.

"Zümra, haydi gidelim. Bir an önce işlerimi bitirip seninle dans etmek istiyorum." Dedi ve yataktan kalkarak, elimden tutup, kalkmama yardım etti. Terliklerimi giyip, Tekrar Züleyha Hanım'ın yanına oturarak, "Teşekkür ederim bana iyi geldiğiniz için." Deyip, Züleyha Hanım'a sıkıca sarılıp vedalaştık.

Demir'de annesiyle vedalaşmak için annesine sarıldığında, Züleyha Hanım, "Yapma." Dedi ve Demir hızla annesine bakıp, "Neyi yapmayayım annem?" Diye sordu umut ve heyecanla. "Ze-zehir." Dedi Bu sefer Züleyha Hanım ve yanağına bir damla yaş düşerek, kuruyan yüreğimi ıslattı. Demir, anında bana bakınca, gözlerindeki yardım çığlıklarını gördüm. "Özür dilerim anne." Deyip hızla ayağa kalkarak odadan çıktı. Arkasından kapıya bakarak, "İşte günlerdir böyle yapıyor." Dedim Züleyha Hanım'a.

"Neyse siz onu takmayın. Zehrin hakkından geldiğim gibi onun da hakkından geleceğim," yanına yaklaşıp, yanağındaki ıslaklığı silerek, "Oğlunuz bana emanet... Ona iyi bakacağım." Dediğimde güvenle gülümseyip, doğruldum ve montumu ile çantamı alarak odadan çıktım.

Asuman Hanım ile Hazal'la da vedalaştıktan sonra, arabada bekleyen Demir'e doğru ilerledim. Arabaya girdiğimde bana bakmadan, "Emniyet kemerini tak." Dedi. Sesi oldukça huzursuz çıkmıştı ama umursamayıp, "Neden sürekli kaçıyorsun? Oysa geçmişinle yüzleşsen kaçmanı gerektirecek hiçbir şey kalmaz." Dedim kemerimi bağlarken. "Annenden bile kaçıyorsun ya... Sana bunu hiç yakıştırmadım. İlk günlerdeki böğüren öküz nerede acaba? Hı korkusuz canavar? Niye şimdi süt dökmüş kedi gibisin? Kabul et aklın seni yerden yere vuruyor." Dediğimde Demir radyoyu açarak, sesini sonuna kadar açtı. Arabayı çalıştırdığında, "Ay öküz! Dinlemiyorsan dinleme be!" Deyip kollarımı göğsümde birleştirerek camdan dışarıyı izledim.

Kıbrıs'a yılın son karı düşüyordu ve ben şu an kardan adam yapmak yerine, öküzcükle arabada suratsızca etrafımı izliyordum. Gerçi Türkiye'deki kış kadar değildi burası ama yine de güzeldi. Küçük kardan adamlar yapabilirdim. Alt dudağımın sinirden sarktığının farkındaydım ama düzeltmek yerine kaşlarımı daha çok çatarak Demir'e baktım. "Ya gerçekten öküzsün! Bu ne tavırlar? Ne oldu şimdi sana? Neden bu kadar huysuzsun anlamıyorum yani? Hem suçlusun, hem huysuz!" Sesimi yükselterek Demir'e baktım, ama bana bakmak yerin arabayı durdurup, emniyet kemerini açarak nihayet bana baktı. "Zümra..." dedi arzu dolu sesiyle. Bakışları dudaklarıma kaydığında bedenini tamamen sola çevirip, yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Çok konuşuyorsun," diye ekledi.

Şaşkınlıkla gözlerimi birkaç kere kırpıştırıp, kafamı geriye doğru çektim ama Demir, bana inat daha çok yaklaşarak, bedenimi küçücük yerde kıstırdı. Sağ elini kapıya yaslayarak yüzüme daha çok eğildiğinde, boğazım kurudu, odunsu kokusu bütün genzimi yakarak içime işledi. "Susacak mısın artık?" Diye sorup tekrar dudaklarıma baktığında sertçe yutkunup kafamla onayladım. Ve daha fazla dayanamayıp, dudaklarımı sıkıca birbirine bastırıp elimle dudaklarımı kapattım. Demir'e kendimi öptürmeyecektim artık. Birinci öpücüğü hayat öpücüğü olmuştu. İkinci öpücüğü ise sanırım istediği için öpmüştü. Yoksa ölüm kelimesi umurunda bile değildir.

Dudaklarının kenarı yukarı kıvrıldığında, gözlerime bakıp, "Zümra seni tüm terbiyesizliğimle öpmek istiyorum." Dediğinde kaşlarım havaya kalktı ve hışımla elimi dudaklarımdan çekerek, "Ben de seni tüm terbiyesizliğimle cimciklemek, ısırmak ve doyasıyla dövmek istiyorum!" Dedim ve göğsünden iterek hızla arabadan çıktım. Sinirle arabada kahkaha atan Demir'e bakıp, bakışlarımı öküzden çekerek etrafıma baktım.

Etrafımızı saran korumalarla birkaç saniye bakışırken, Demir arabadan tüm ciddiyetiyle çıkıp yanıma doğru ilerledi ve elimden tutarak, "Şirkete geldik." Dediğinde hızla önümdeki kocaman binaya baktım. Binayı fark etmemek aptallıktı ve ben artık aptallaştığıma emin oldum. "Şimdi bütün terbiyesizliğimizi kenara kaldıralım sonra devam ederiz." Diye fısıldadı kulağıma. Sesi oldukça keyifli çıkmıştı. Demir'e inanamıyorcasına baktığımda, göz kırparak şirkete doğru adımladık.

Şirkete girdiğimizde, çalışanlar bize selam verip, güleryüzle karşılamışlardı. Demir ise gülmek yerine sadece başıyla selam vermekle yetinmişti. Ben de Demir gibi başımla selam vermiştim ama en azından tebessüm etmiştim.

Asansöre girdiğimizde Demir'in peşine takılan, kızıl saçlı, uzun bacaklı ve gayet de güzel, alımlı bir kadın ona son haberleri, ve raporları iletirken ben ise sadece Demir'in elini tutmakla yetinmiştim. Bir an bile bana bakmayıp dikkatle kadını dinlemişti. Asansör on üçüncü kata durduğunda, Demir, "Gülçin, toplantı odasına geçsinler. On beş dakikaya gelirim." Dediğinde, ismini öğrendiğim Gülçin kafasıyla onaylayıp, "Tamam Demir Bey." Deyip arkasını dönerek uzaklaştığında, bakışlarım eteğinin yırtmacına kaydı. Gülçin güzeldi, ama sanki saçları çok mu kızıldı ne, gözüme kırmızı biber gibi görünmüştü.

Demir, elimi bir saniye bile bırakmadan odasına girdiğimizde kapıyı kapatarak sonunda terleyen elimi bıraktı. "Zümra, birkaç saatlik işim var. Beni burada bekleyebilir misin?" Diye sordu.

"Olur." Dediğimde açık ton renklerle hakim olan odasını incelemeye başladım. Kapının karşısında, yere kadar inen camdan neredeyse bütün Girne sahilleri görünüyordu. Odasının sağında ise, kocaman ahşap bir masa ve karşısında, iki tane sandalye vardı. Masanın biraz ilerisinde ise küçük kanepe takımı vardı. Odanın en solunda da, yine küçük bir çalışma masası, dolap ve beyaz bir kapı duruyordu. Demir, kapıya doğru ilerlediğinde, birkaç dakikaya gelirim Zümra." Deyip kapıdan içeriye girerek kapıyı kilitledi.

Oldukça sade ama şık olan odaya daha ayrıntılı bakmak istiyordum. Ama önce dışarıdaki manzaraya daha uzun bakmak için cama doğru ilerledim. Gökyüzündeki karlarla beraber, yeryüzüne iniş yaptığımı hissettim. Buradan karı izlemek büyüleyiciydi. Gökyüzünden kopup, yeryüzüne firar eden küçük kar taneleri acemice yerle buluşurken, içim burkularak onlar izledim. Çünkü yeryüzüne indiklerinde hemen eriyeceklerini bilmiyorlardı. Bilselerdi neşeyle değil, feryatla yeryüzüne inerlerdi muhakkak. Çünkü kim ölmek ister di ki?

Kapının tıklatılmasıyla, içeri giren Gülçin, elindeki kocaman poşetlerle bana gülümseyerek, "Efendim, Demir Bey, sipariş etmiş," deyip masasına bıraktığında tekrar bana bakıp, "Bir şey içer misiniz?" Diye sordu. Kafamı iki yana sallayarak, "Hayır. Teşekkür ederim." Dedim.

"Bir isteğiniz olursa kapıdaki masadayım." Dediğinde gülümseyerek karşılık vermekle yetindim. Gülçin odadan çıktığında Demir'i merak ederek, küçük ve kararsız adımlarla kapıya doğru yürüdüm. Yuvarlak kulpunu çevirdim ama açılmadı.

Merakla kulağımı kapıya dayayarak içerden gelen seslere odaklandım. Birkaç dakika sonra hışırtı sesi kesildi ve daha merakla kapıyan yaslanarak, dinlemeye başladım. Meraklı yanım, içeriyi sabırsızca görmek isterken, kapının hızla açılmasıyla öne doğru sendeledim ve Demir'in kollarına sıkıca tutundum.

"Zümra? Ne yapıyorsun burada?" Diye sordu, belinde havluyla yarı çıplak öküzcük. Bakışlarımı kaslı gövdesinden hızla ayırıp, yüzüne baktığımda, "Sıkıldım. İçeride ne dolaplar çevirdiğini merak ettim." Dedim dan diye.

Göz bebekleri anında büyüyüp, tekrar gözlerini kısarak bana güldü. "Bakmak ister misin?" Diye sorduğunda beni odaya koydu. Elimi hızla kollarından çektiğimde yatak odasına baktım. "Bazen işler yoğun olunca burada uyuyorum... Yani küçük bir yatak odası, ve banyo." Dediğinde kızardığımı hissettim. Zihnimde değişik senaryolar dönmüştü.

Aslında bu odanın gizli bir geçit olduğunu ve kurbanlarına burada işkence yaptığını düşünmüştüm.

Aferin dedektif Zümra.

İki saniyede yazdığın senaryoya bak.

Arkamdan, kollarını karnıma dolayarak çenesini omzuma yasladı. "Az önce de duş aldım." Dediğinde, arsızca boynuma üfleyerek geri çekildi. Ve bel gamzesini sergileyerek dolaba doğru ilerledi.

"Aptal!" Dedim sinirle. Daha fazla dayanamayıp odadan çıkarak, kapıyı sertçe kapattım. Sapık! Terbiyesiz sapık hem de!

Karnımdaki yaramaz kelebeklere sinirlenerek, masasına doğru ilerledim. Sanırım acıkmıştım. Ve yorulmuştum da. Bir de az önceki Demir'e karşı da heyecanlı ve sinirli hissediyordum. Bünyem alt üst oluyordu. Kontrolümü kaybetmek üzereyim.

Odanın kapısı açılır açılmaz, Demir'e baktım. Bu sabah giydiği kıyafetlerini değiştirmiş, yerine lacivert takım giymiş, ve saçını özenle yapmıştı. Saatini koluna taktığında bana bakarak yanıma ilerledi. "Zümra, toplantıya girmem gerekiyor. Ben gelene kadar, Gülçin'e istediklerini söyleyebilirsin." Masanın üstündeki poşetlere bakarak, "Sıkılma diye resim malzemeleri getirttim. Ben gelene kadar masama geçerek çizebilirsin." Deyip küçük sehpaya oturarak elimden tutup, dudaklarına götürdü ve birkaç saniye gözlerini kapatarak derin derin soludu.

Dudaklarını avucuma bastırdığında, içime ilkbaharın habercisi olan ilk cemre düştü ve içimi ısıtmaya başladı.

"Sonra ise birlikte kardan adam yaparız." Dediğinde, kafamla onaylayıp, "Haydi git." Dedim huysuzca. Demir, eğilip alnımdan öperek ayağa kalktı ve ben de ayağa kalkarak onu takip ettim. Yalnız kalmaktan korkuyordum artık.

Kapıyı açtığında odadan çıkarak Gülçin'e, beni sık sık kontrol etmesini ve ne olursa olsun. ilk durumda onun yanına gitmesini tembihleyerek son kez bana baktı. Ama Demir'in gitmesini istemiyordum. Ya da onunla gitmek istiyordum işte.

Dudaklarım yine istemsizce öne doğru sarktığında, kara irisleri sisle kaplanarak bana yaklaştı ve bedenime sıkıca sarılarak, saçlarımdan birkaç defa öptü. "Korkma küçük aslan," deyip yüzümü avuçlarının arasına alarak burnumu öptü. Gitme dememek için dilimi ısırdım ve ağzıma metalik bir tat geldi.

Gözlerime birkaç saniye baktığında, "Bebeğim, bir şey olursa hemen beni ara... Sana yine nefes olurum." Dediğinde, göğsünden yavaşla ittirdim. "Haydi git ya! Sinirimi bozuyorsun." Dedim çocuk gibi.

"Gülçin, karıma şirketin yanındaki pastaneden, tatlı, pasta ne varsa getirebilir misin?" Diye sorduğunda, Gülçin "Tamam." Deyip asansöre ilerledi.

"Ya haydi git işte. Sana ihtiyacım yok... Kendi kendime nefes olurum sen hiç merak etme!" Dedim kaşlarımı çatarak. Gözleri parladığında, kafasını sallayarak, "Kendine nefes olacak kadar güçlüsün Zümra." Deyip elimden tutup, dudaklarına götürerek öptü. "Ama yine de bana haber vermeni isterim."

"Ya Demir tamam ya, git artık. Hayır gerçekten seni anlamıyorum. Beni öldürmek için can atarken bunları düşünmüyordun. Şimdi ise ölümümden bu denli korkman aptalca! Seni aptal öküz!" Deyip sinirle odaya girdim.

Beni sevsin istemiyorum ki. Sadece panzehiri alıp aileme kavuşmak istiyordum.

Masaya oturduğumda, poşetteki resim defterini ve boyalarını çıkartarak, bir süre sadece boş resim defterine baktım. İçimden resim çizmek gelmiyordu. Hiçbir şey yapmak istemiyordum. Sadece uyumak istiyordum.

Kafamı masaya yasladığımda, çalan kapıyla Gülçin, elinde kocaman poşetlerle içeri girdi. "Zümra Hanım. Nasıl tatlılar sevdiğinizi bilmediğim için birkaç çeşit getirdim." Dediğinde, poşetleri masaya koyup, açarak pasta ve kurabiyeleri masaya özenle bıraktı. Kola ve meyve suyunu da bıraktığında, "Teşekkür ederim." Dedim gülümseyerek.

"Afiyet olsun efendim. Bir şey lazım olursa bire tuşlamanız yeterli." Dediğinde doğrulup kapıya yöneldi. Odadan çıktığında önümdeki ağız sulandıran tatlılara bakarak ofladım. Tatlı bile yemek istemeyecek kadar yorgun hissediyordum.

Uyumak yerine, resim çizmeye karar verdiğimde, resmi karalamaya başladım. Ama gerçekten sadece karalıyordum. Bütün hayal gücüm esir alınmış gibiydi. Zihnimde hiçbir şey yoktu ve kalemime hiçbir şey aktaramıyordum.

Çizdiğim yüze baktığımda, sinirle buruşturup odanın bir köşesine fırlattım ve tekrar resim çizmeye başladım ama yine içime sinmeyince, tekrar bururşturup fırlattım.

Bu sefer çikolatalı pastadan birkaç çatal alarak, meyve suyumu içtim. İçime derin bir nefes çektikten sonra, saçımı yukarıda toplayarak, kalemle tutturarak tekrar resim çizmeye başladım. Yine öküzcüğün gözlerini çizmeye çalıştım ama olmuyordu eksik bir şey vardı. Yüzünü tamamlamadan tekrar kağıdı buruşturdum ve bu sefer sinirle çöpe attım. Çöpe girmek yerine odanın ortasına düşünce sabır dilercesine nefes alarak şakaklarımı ovmaya başladım. Bir türlü resme konsantre olamıyordum.

Bu sefer resmi yapmadan önce bol vişneli, çikolatalı pastayı bitirip, muzlu pastayı da yedim. Hatta önümdeki bütün her şeyi bitirene kadar soluksuz bir şekilde yemeye odaklandım. Midem neredeyse patlayacak duruma geldiğinde, kolamdan son yudumu alarak arkama yaslandım.

Zihnimdeki, ve kalbimdeki ölüm korkusu dinmek nedir bilmiyordu. Her saniyem öleceğimi düşünerek geçiyordu.

Her ne kadar ölmeyeceğim desem bile bu elimde değildi artık. Bedenim ve kalbim artık durmak istiyordu.

Başımın ağrısı gittikçe şiddetlenirken, midemin bulandığını hissettim ve derin bir nefes alarak ayağa kalktım. Odanın ortasında hızlı ve telaşlı adımlar atarak dolaşmaya başladım. Kusmak istemiyordum. O acıyı çekmek istemiyordum artık.

Midemin sarsılmasıyla, boğazıma dolan kusmukla, hızla Demir'in odasına koşarak banyoya girdim ve klozetin kapağını açarak, kusmaya başladım. Her kustuğumda midemin acısı canımı yakıyordu ve göz yaşlarım benden bağımsız bir şekilde akmaya başladı. Klozete sıkıca tutunup, son defa kustuğumda, halsiz bedenimi yere bırakarak derin, derin nefes almaya başladım.

Kuruyan ve tahriş olan boğazım canımı yakıyordu. Susamıştım ve ağzımdaki iğrenç tadın gitmesini istiyordum. Ve bir daha tatlı da yemek istemiyordum.

Acıyla yerden kalkarak, önce sifonu çektim, sonra ise yüzümü bol suyla yıkayarak ağzımı bolca çalkaladım.

Nefes almam zorlaşmaya başladığında, içime uzun uzun belli aralıkta nefes almaya başladım ama işe yaramak yerine boğazım birden bir el tarafından sıkıldı ve nefes alamadım.

Gözlerim kocaman açılırken, dudaklarımı aralamak istedim ama dudaklarım açılmıyordu, hatta bütün kontrolümü kaybederek, sertçe yere düştüm. Yardım çığlıkları atmak istiyordum ama sesim bile çıkmıyordu. Sadece yerde çaresizce çırpınmaya başladım. Kafamı kaldırıp, burnumdan nefes almak için çabaladım ama o da olmadı.

Zihnime düşen bombayla, bütün görüş açım karardı. Ve karanlığa düştüm. Uzayın sonsuz derinliklerinde, acıyla sürüklenirken, bu sefer duyduğum sesle ağlamaya başladım.

"Zümra! Ner-" Dedi Demir ama birden sesi kesildiğinde, arkamda birinin varlığını hissettim. Kollarını bedenime sıkıca sararken, ""Zümra, nefes almaya çalış. Geçti, geçti bebeğim. Yanındayım. Korkma geçti." Dedi art arda ve bana daha çok sarılarak şakaklarımdan öpmeye başladı.

"Nefes al küçük aslan." Bedenimi kendine döndürdüğünde, dudaklarımı aralayarak göğsümü okşamaya başladı. "Haydi küçük aslan, derin derin nefes al." Dediğini işittim. Ama akciğerlerim bir türlü havayı içine çekmek istemiyordu. İnatla beni öldürmeye çalışıyordu.

Yanağıma düşen sayısız göz yaşlarıma yenisi eklenirken, dudaklarımdan derin bir nefes çekerek, inatla ciğerlerimle buluşturdum ve ciğerlerim pes ederek bütün havayı içine kabul etti.

Bir kez daha ölüme yaklaşmanın korkusuyla, ağlamaya devam edip, içime bolca nefes almaya başladım. "Aferin Zümra'm. Aferin bebeğim. Aferin güçlü bebeğime." Dediğinde bana sıkıca sarıldı ve boynuma sıcak bir ıslaklık düştü. Sonra bir tane daha ve birkaç tane daha sıcak gözyaşı aktı. "Ah küçük aslan ah..." Diye mırıldandığında, burnunu çekerek beni kucakladı ve önce banyodan, sonra ise yatak odasından çıkarak, beni bacaklarına oturtarak kanepeye oturduğunda, daha sıkı sarılarak burnunu boynuma gömerek sessizce solumaya başladı.

"Demir," dedim acıyla. Anında kollarını biraz gevşeterek yüzüme baktı. "Hava almak istiyorum. Beni dışarı çıkart." Dedim güçlükle. Hızla kafasıyla onaylarken, ayağa kalkarak odadan çıktı. "Gülçin, söyle arabayı hazırlasınlar. Ve bugün ki görüşmelerime de Mert ile Yiğit katılsın." Dedikten sonra asansöre ilerledi. Gözlerimi sıkıca kapattığımda, Demir'e daha sıkı sarılarak, kafamı boynuna gömdüm. "Ölüyorum artık." Dedim mırıldanarak. "Kazandın acımasız canavar... Başardın."

🖤

Asansörden çıktığımızda, kulağıma dolan seslerle acıyla yüzümü buruşturdum. "Demir? Evlat ne oldu? Zümra kızım iyi misin?" Kadir Bey'in endişeyle sorduğunu işittim.

"İyi olacak dede." Dedi Demir. Kafamı kaldırıp, Kadir Bey'e her şeyi, torununun kazandığını haykırmak istiyordum ama buna gücüm yoktu. Nefes almaya bile takatim yoktu. Şuan ölüm benim için bir ödül dü ama o ödüle gidecek kadar da korkaktım.

Güçsüzün ve aptalın tekiydim. Beni öldüren adamdan, nefes olmasını isteyecek kadar gurursuzdum. Demir'e şu an ihtiyaç duyacak kadar kendimi kaybetmiştim.

Arkamızdan gelen Kadir Bey'in korku dolu sesi canımı daha çok yakarken, az önce neden ölmediğimi düşündüm. Belki ölseydim şimdi bedenimdeki bu aptal acılar geçmişti.

Arabaya bineceğimizi sanıyordum ama Demir, bir yere oturdu ve beni bacaklarına oturtarak, sırtımı okşamaya başladı.

Nefes almam daha kolaylaştığında, kafamı boynundan kaldırarak, Kadir Bey'le göz göze geldik. Elini alnıma bırakıp, "Ne oldu sana böyle gelinim? Sapsarı olmuşsun? Demir ne diye burada oturdun gelinimi hemen hastaneye götür!" Diye sertçe konuştu. Tekrar bana baktığında, gözleri şefkatle bürünerek, "Neren ağrıyor güzel gelinim? Ne oldu sana böyle?" Dedi korkuyla.

"İyiyim dede." Dedim güçlükle ve içime titrek bir nefes aldım.

"İyi değilsin gelinim." Deyip bu sefer yüzüme düşen saç tutamlarımı yavaşça geriye itekleyip, elini birkaç saniye yüzümde gezdirdi.

Arkama bakarak, "Arif! Hemen arabayı getirin. Gelinimi hastaneye götüreceğiz." Dediğinde sinirle Demir'e baktı. "Evlat! Bu kıza nasıl bakıyorsun?! Gelinim günden güne eriyor!" Dedi bağırarak. Daha fazla dayanamayıp ellerimle kulaklarımı kapatıp, "Bağırmayın... Canım acıyor." Dedim ağlayarak.

Kafamı kaldırıp, "Hastaneye de gitmek istemiyorum." Dedim Kadir Bey'e. "Sadece uyumak istiyorum. Beni eve götürün lütfen." Dedim yalvararak. Kadir Bey istemeye istemeye kabul ettiğinde, Demir beni arabaya taşıyarak ön koltuğa oturttu. Arabaya binmeden önce Dışarıda, Adnan Bey ile Kadir Bey'le birkaç saniye konuşup arabaya bindi.

Demir'e baktığımda, "Nasıl? İçten içe intikamının sonuna geldiğin için seviniyor musun?" Diye sordum. "Eve gitmeden önce pasta almayı unutma. Ölümüme kutlarız artık." Dedim acımasızca.

Bakışlarını benden çekerek üstüme eğildi ve emniyet kemerimi takarak, elini yüzüme uzattı ama anında elini itip, "Bırak! Dokunma! Ve bana yardım etme! Bırak da rahat öleyim artık ya! Bırak beni artık! Dokunma! Acıma! Bana nefes olma! Ya ölmeme bile izin vermeyecek kadar bencilsin! Bencilliğin için beni kaçırdın ve şimdi ise bencilliğin için ölmeme izin vermiyorsun! Beni önemsemiyor, sevmiyorsun! Sadece uyanan vicdanını rahatlatmak istiyorsun!" Diye bağırdım.

"Zümra..." Dedi sessizce ama sinirle, "Zıkkımın dibi! Ya benimle konuşma da! Kriz geçirdiğimde yanıma bile yaklaşma! Bırak kendi kendime kriz geçirip öleyim de senden de, bu aptal oyundan da kurtulayım!" Diye bağırdım ve yanağıma cennetten bir gözyaşı aktı.

"Ya ölmeme bile izin vermiyorsun." Diye isyan ederek kafamı cama çevirdim.

"Ölmeyi çok mu istiyorsun?" Diye sorduğunda, cevap vermedim. "Zümra, sözümü tuttum... Batuhan'a kaçacağın gün, sana izin verdim. Kaçmana izin verdim ve sen o gün özgürlüğüne gittin ama tekrar yollarımız kesişti. Bu sefer seni kaçırmadım. Bu sefer seni yanımda da tutmuyorum. Gitmek istiyorsan şimdi arabadan çık ve ailene koş. Ama bunu da bilmelisin ki? En fazla bir hafta yaşarsın." Dediğinde, Demir'e dönüp gözlerine baktım.

"Seni özgür bırakıyorum küçük aslan... Haydi git." Diye ekleyip kapıyı kafasıyla gösterdiğinde, alayla gülümsedim. "Zehre ihtiyacım var diye gidemeyeceğimi biliyorsun. Ama merak etme, gideceğim Demir Arslan! Öyle bir gideceğim ki seni yakıp gideceğim. İşte o gün beni tek kurşunla öldürmediğin için kendinden nefret edeceksin... Beni yaşattığın için pişman olacaksın." Dediğimde önüme döndüm.

Bakışlarını birkaç saniye üstümde hissettim ama aldırış etmeyip, arabayı çalıştırmasını bekledim. Nihayet arabayı çalıştırdığında, bir an önce eve gitmek istedim. Eve gider gitmez hemen üstümü değiştirip, uyumak istiyordum.

🖤

Yılın son karıyla oynayamayacak kadar sinirli ve yorgundum. Bu sinirim Demir'e değildi. İçimdeki kararsız, güçsüz kızaydı. Mantıklı kararlar alamıyor, her saniye değişen ruh halimden hiçbir şey anlamıyordum artık.

Demir'i kendimden uzak tutmak için acımasızca gerçekleri her anda yüzüne vurup, onu yaralayacaktım. Çünkü anca öyle yaparsam kendimden uzaklaştırabilirdim. Demir'in beni sevmesini istemiyordum.

Ona söylediğim bütün gerçeklerden sonra iki gündür yüzüne bakmıyor, onunla konuşmuyordum. Ama o inatla benimle ilgileniyor, konuşmam için çabalıyordu. Hazal'ı bile getirmişti ama yine de onunla kessinlikle konuşmamıştım. Konuştuğumda ise sadece laf atarak canını yakmayı başarmıştım. Beni bu hale getirdiğini unutturmuyordum.

Oysa unutmak istiyordum. Herşeyi unutmak istiyordum. Sadece kara gözleri kalsın istiyordum. Hafızamda sadece küçük, kara gözleri kalsın, yaşadığım bütün acıları unutmak istiyordum.

Demir'e sinirli olduğumu göstermek için iki gündür suratsızca evde gezinip duruyor, herşeye burun kıvırıyordum. Ama daha fazla bu oyunu oynamak istemiyordum. Neyse ki Demir bu sabah şirkete gitmişti de günlerdir çatık olan kaşlarımı düzeltmiştim.

Üstelik garip bir şekilde vücudum zehri de istememişti. O gece adamın bana enjekte ettiği zehirden sonra sadece başım ağrıyor ve nefes almakta güçlük çekiyordum. Neyse ki iki gündür, kriz de geçirmemiştim. Sanırım o adam, bana kayıp panzehiri enjekte etmişti. Birkaç gün daha böyle devam ederse gitmeyi planlıyordum. Madem Demir beni serbest bırakmıştı bunu değerlendirecektim. Yanında kalmayacaktım. Öküz kendine çok mu güveniyor ne?!

Yatak odasından çıkarak aşağıya indiğimde, Demir'in şirkete gitmeden önce hazırladığı yemekleri yemek için mutfağa ilerledim. Neden bir çalışan tutmuyordu anlamıyordum ki? Üstelik beni evde tek de bırakmıştı! Ya yine kriz geçirirsem? Ya ölürsem?

Bunu sen istedin Zümra.

"Sanırım haklısın iç sesim. Neyse kötü düşünmeyelim ki, kötü olmayalım." Diye düşünerek ocağın üstündeki tencerenin kapaığını açarak, mantar çorbasının kokusunu iştahla içime çektim. Çorbayı ısıtmaktan üşenerek, tezgahın üstündeki tepsiye baktım. Küçük notu alarak okudum.

Bebeğim, ocağın altını fazla açmadan çorbayı ısıt. Dolapta da atıştırmalıklar var. Akşama kadar bol bol beslen. Akşam sana harika bir sürprizim var. Seninle artık barışmak istiyorum küçük aslan...

Seni özledim...

Notu okuduğumda, dudaklarım kendiliğinden yukarı kıvrıldı ve kocaman gülümseyerek notu tezgaha bıraktım. Öküz, ama romantik bir öküz işte. Ben de, huysuz ve suratsız bir aslanım onu var ya süründürmekten beter edeceğim. Bana yaşattıklarını, fitil fitil burnundan getireceğim!

Çorbayı kaseye doldurduğumda, ocağa biraz dökmüştüm ama olsun. Bir zahmet temizlesin işte. Evi değil mi? Madem yardımcı tutmuyor, kendisi temizleyip dursun.

Bar taburesine oturduğuda, çorbayı hızla içip bulaşıkları tezgaha bırakarak mutfaktan çıktım. Hiç de şimdi onları toplamak istemiyordum. Salona girmeden çalan kapıyla kapıya ilerleyerek, açtım. Mert'i karşımda görmemle kocaman gülümseyerek, "Hoş geldin beceriksiz mafya." Dedim imayla.

Birkaç saniye duraksayıp, "Sana da merhaba, huysuz kız." Dediğinde daha fazla dayanamayıp seslice güldüm. Kollarını iki yana açarak, "E sarılmayacak mısın?" Diye sordu.

"Tabi ki de sarılacağım." Dedim ve Mert'e sarıldım.

"Demir'e ne yapmışsın öyle?" Diye sorduğunda ayrılarak içeri girdi. Montunu çıkartıp salona girince, "Ne yapmışım ben ya?" Diye sordum sitemle.

"Onu sen anlat Zümra. Şimdi yanından geliyorum. Baya dalgın ve sessiz. Tabi biraz bahsetti de ben senden duymak istedim." Dediğinde yanına geçip oturdum.

"Onu süründürüyorum işte." Dedim omuzlarımı silkerek.

"Yalnız siz kızlardan korkulur vallahi." Dedi.

"Ya Mert? Onları boşver de seninle biraz konuşmak istiyorum." Dedim ve yanına daha çok yaklaşarak, "Demir, neden babamı değil de beni zehirlemeye başladı? Kardeşi nerede ve yaşadığını nasıl biliyorsunuz?" Diye sordum.

Birkaç saniye sessizce düşündükten sonra, "Bak Zümra, Demir'in yaptıklarını onaylamıyorum ve hak vermiyorum ama çok sağlıksız düşünerek böyle bir şeye kalkıştı. Demir'in amacı, kardeşini bulmak ve babanı zehirlemekti ama herşey çok garip bir şekilde değişti... Sen, Demir için düşmanının kızıydın. Yeni yerinde kim olursa olsun gözünde düşmandı ama zamanla bunun yanlış olduğunun farkına vardı. İlk zamanlar, Demir sadece intikamın derdindeydi... Baban'ı öldürmek için İstanbul'a gelmiştik ama birden Demir seni kaçırdı. Bunun nedenini sana anlatmayacağım sadece bunu bilmen yeterli. Baban aslında kafayı sıyıracak kadar hasta biri değil. Hatta sadece hapse girmemek için böyle davranıyor." Dediğinde kaşlarım havalandı ve dudaklarım aralandı.

Kafamı iki yana sallayarak red ettim. "Hayır ya! Babam hasta! Ya yıllarca onun haline bir tek ben şahit oldum!" Diye bağırdım.

"Babanı ne yazık ki tanımıyorsun." Dedi.

"Tanıyorum!" Diye bağırdım.

"Benim babam bir canavar ve şimdi ise hasta! Demir'de onun yolundan ilerliyor!" Dedim sertçe.

"Demir canavar değil!" Diye bağırdı.

"Ya Zümra, bu kadar kör olamazsın herhalde... Demir'in seni sevdiğini görmüyor musun?" Diye sordu.

"Görüyorum." Dedim.

"Beni sevdiğini, pişman olduğunu görüyorum. Ama aslında görmek istemiyorum. Demir beni sevsin istemiyorum." Dedim.

"Ama seviyor.." Dedi omuz silkerek.

"Konuyu değiştirelim." Dedim umursamayarak.

"Kuzenimin yerini babandan başka kimse bilmiyor ve Demir, kardeşini bulmak için babanla anlaştılar." Dediğinde tüylerim ürperdi ve birden üşüdüğümü hissettim.

"Nasıl yani?" Diye sordum şaşkınca.

"Maalesef... Sana bunları söylediğim için Demir beni bir güzel elden geçirir ama umurumda değil. Artık gerçekleri öğrenmen gerekiyor. Demir'e hak vermen ve yanında olman gerekiyor. Çünkü onun şu an sana ihtiyacı var." Dediğinde sessizce düşünmeye başladım.

"Ya neden bana kesik kesik anlatıyorsunuz ki? Hepsini anlatın işte." Dedim sitemle. "Ama yok, illa bir gizem katacaksınız şu aptal işlerinize! Ya Demir adam gibi her şeyi bana anlatsın!"

Mert bana baktığında, "Demir, çok güçsüz ve karışık küçük kız. Yolunu kaybetmiş bir durumda. Elinden tutup yolunu göster. Sonra ise gidip gitmemen sana bağlı... Bana, seni serbest bıraktığını söyledi." Dediğinde kalbim sızladı.

"Biliyor musun? Demir, seni kaçırdığında deli gibi alkol kullanmaya başlamıştı... Oysa daha önce hiç alkol bile almayan biriydi benim kuzenim. Senin baban yüzünden yıllardır siyaha bürünmüştü. Bunu neden yaptığını bilmiyorum ama bildiğim tek şey var. O da Demir'in aslında siyahtan nefret etmesiydi. Siyah olduğu için, gözlerini bile sevmiyor." Dediğinde kalbim eriyip, yasa boğuldu. Ama gözleri çok güzeldi. İnsanı kıskandıracak kadar güzel ve eşsizdi.

Ben gözlerini çok seviyorum ki.

"Mert, tamam başardın ve şimdi evimden defol." Dedim usulca.

"Neyi başardım?" Diye sorduğunda, mavi irislerine bakıp, "Demir'i dinlemem için beni ikna ettin. Şimdi defol git." Dedim bıkkınlıkla. Ya bu merhametim yüzünden başıma bela alacaktım.

Şimdi, Demir kapıdan içeri girerse, koşarak boynuna atlardım muhtemelen. Salya sümük ağlar, onu güzelce tokatlardım da. Ya neden bana hiçbir şey söylemiyor ki? Neden gözlerinden nefret ediyordu? Ya neden bana bunları yaşatıyordu? Neden gitmeme mani oluyordu ki? Oysa tek isteğim onsuz bir hayatımın olmasıydı.

🖤

Mert'i zorla evden kovduktan sonra, mutfağa girip, bulaşıkları dikkatle bulaşık makinesine yerleştirip, ocağı temizlemeye çalıştım ama tencerenin devrilmesiyle bu sefer neredeyse bütün ocak ve tezgah kirlendi.

Zaten öğrendiklerimden dolayı duygusaldım bir de çorbayı dökmemle daha bi' duygusallaşıp ağlamaya başladım. Gerçekten arsızın tekiydim. Ne diye geçen gün ölmedim ki? Şimdi toprağın altında huzurla uyuyacaktım. Bu dağınıklıkla uğraşmak zorunda kalmazdım.

"Ya benimle ne derdiniz var acaba?! Ya neden sürekli üst üste geliyorsunuz?! Her yerden bana darbe vurmaya ne çok meraklısınız ama siz ya!" Diye söylenerek ocaktaki mantarları tek tek elimle toplamaya başladım. "Ya sizi nasıl temizleyeceğimi bile bilemeyen beceriksizin tekiyim ama ben." Dedim ve tuttuğum gözyaşlarımı serbest bıraktım. "Ama siz durun, sizin de hakkınızdan geleceğim. Bakın şimdi hepinizi nasıl çöp kutusuna atacağım!" Dedim sinirle.

"Zümra? Ne oldu küçük aslan?" Arkamı dönerek Demir'e baktığımda omuzlarımı düşürerek. "Ya bu aptal çorba bana inat döküldü ve temizlenmiyor." Dedim şikayet ederek. Kara gözleri parıldayınca, ceketini çıkartıp bar taburesine bıraktıktan sonra gömleğinin kollarını sıvazlayarak yanıma geldi. Yüzümü avuçlarının arasına aldığında, "Bunun için mi ağlıyorsun?" Diye sordu.

Kafamla onaylayıp, "Ya ben sadece burayı toplamak istemiştim." Dedim burnumu çekerek. Tebessümle eğilip burnumda öperek geri çekildiğinde, "Bunun için ağlama ama... Toplamana gerek yoktu ki. Ben toplardım." Dediğinde, "Ama toplamak istedim! Sana ne ayrıca? Canım toplamak istedi." Dedim kızgınlıkla.

"Beraber temizleyelim mi?" Diye sorduğunda, yutkunarak, "Sen temizle. Ben temizlemeyeceğim." Dedim.

"Tamam... Ben temizlerim. Sen de elini yıkayıp beni izle." Dediğinde, kafamı aşağı yukarı sallayarak burnumu çektim.

"Tamam. Ama sadece izleyeceğim sana yardım etmeyeceğim." Dediğimde, "Tamam karanfilim." Deyip bu sefer alnımı uzunca öperek geri çekildi.

Elimden tutarak lavabonun karşısına ilerlediğimizde, suyu açarak özenle ellerimi yıkayıp, kuruttuktan sonra yanaklarımdaki ıslaklığı da silip, eline bezi alarak, ocağı temizlemeye başladı.

Önce süngerle kabasını alırken, ardından bir defa daha süngerle temizleyip, sprey sıkarak dikkatle temizlemeye başladı. Özenle ve titizlikle ocağı temizledikten sonra, tezgahı da temizleyerek son olarak kirlettiği bezi de iyice yıkayıp bana döndü.

"Sen sadece kirlet Zümra, ben temizlerim." Dediğinde göz kırparak elini kuruttu.

"Sus sen! Seninle hâlâ küsüm." Dedim ve mutfaktan çıkarak salona girdim. "Aptal ya! Gelmiş benimle konuşuyor!" Söylenerek şöminenin karşısındaki koltuğa oturduğumda, Demir'de peşimden gelerek karşıma, yere oturarak bana baktı.

"Zümra, benden kaçma artık lütfen... İki gündür ölecekmişim gibi hissediyorum... Bu kadar yanımdayken, sana dokunamamak canımı yakıyor." Diye itiraf ettiğinde, gözlerimi kırpıştırıp bakışlarımı yanan odunlara çektim.

Şu an bütün içimin bu odunlar gibi olduğuna yemin edebilirim. Demir beni yakıyordu. Hem de cayır, cayır ve acımasızca.

"Sürprizimi merak ediyor musun?" Diye sorduğunda, ayağa kalkıp elimden tuttu. "Sana harika bir sürprizim var." Dediğinde, ayağa kalkarak Demir'i takip ettim.

Kapıya geldiğimizde, montumu giydirip, ardından da kendi montunu giyerek botlarımızı dolaptan çıkarttı. Dışarıdan umursamaz görünsem bile, içten içe sürprizini çok merak ediyordum.

Eğilip botumu giydirdiğinde, kendi ayakkabısını da giyerek evden çıktık. Elimi sıkıca tutup önden yürümeye başlayınca, evin arka tarafına geçtik ve daha önce görmediğim bir manzarayla karşılaştım. Küçük bir ahır ve çitlerle çevrili bahçesi vardı. Üstelik ahırdan at kişneme sesleri geliyordu.

"At sesi?" Dedim sorarcasına. Demir, bana bakıp gülümseyerek, "Bizim atlarımız." Dediğinde, ahırın bahçesine girdik.

Ahıra girdiğimizde, Kara ve İnci'yi görmemle yüzüm anında parladı ve sabırsızca Kara'nın yanına ilerledim. "Merhaba Kara... Seni çok özledim." Dedim. Elimi alnına çıkartıp okşamaya başladığımda, Demir'in arkamda olduğunu bildiğim için korkmadım. "Ya bu çok güzel bir sürpriz." Dedim arkama dönerek.

Elini cebine koyarak, "Sevineceğini biliyordum." Dedi.

"Artık istediğin zaman ata binebiliriz." Dediğinde, ona sarılmamak için kendimi dizginleyip tekrar Kara'ya baktım. "Birlikte bol bol gezeriz. Sonra sana bol bol havuç da veririm. Ama beni korkutma olur mu?" Diye sordum Kara'ya. Kişnediğinde ürkerek elimi çektiğimde, sırtım Demir'in göğsüne yapıştı. Kalbim birden tekleyince, heyecanlanıp, nefesimi dışarı verdim.

Demir, bana yaklaşarak kollarını arkamdan karnıma doladığında, midemdeki kelebekler uyanarak uçuşmaya başladı.

"Zümra, benimle barış lütfen... Yanımdayken, sana uzak olmam canımı çok yakıyor. Sana sarılmadan uyumak ölüm gibi... Çok soğuk ve yapayalnız hissediyorum." Dediğinde, kafamı kaldırıp yüzüne baktım. "Seni cezalandırmak istiyorum ama bir türlü yapamıyorum sanırım." Dedim.

Bedenimi döndürdüğünde, yüz yüze geldik. "Çok güzel başarıyorsun... Beni var ya süründürüyorsun küçük aslan. Böyle sözlerinle, evire çevire dövüyor, kalbimi tek bir bakışınla acımasızca kırıyorsun." Dediğinde sevinmek yerine üzülerek Demir'e baktım.

"Ama oh olsun bana değil mi?" Diye sordu keyifle. "Beni tüm terbiyesizliğinle döv." Diye eklerken, birden kahkaha atarak güldüm. "Seni tüm terbiyesizliğimle döveceğim." Dedim onaylayarak. Birden bakışları dudaklarıma kaydığında, gözlerime bakıp, "Öpebilir miyim?" Diye sordu.

Kafamı anında sallayarak, "Hayır... Beni öpmek yok. Saçıma dokunmak da yok." Dedim kararla.

"Tamam... Yeter ki barışalım." Dediğinde bana sıkıca sarıldı.

"Böyle de çok güzel sevilir. Hem illa sevdiğimi göstermek için dudağını mı öpmem gerekiyor?" Diye sordu kendi kendine. "Ben seni böyle de çok güzel severim ki." Dediğinde, kollarımı sıkıca boynuna dolayıp, odunsu kokusunu içime bolca hapsettim.

"Beni seviyorsun öküzcük." Dedim kulağına fısıldarken.

"Seni seviyorum felaketim." Diye itiraf ettiğinde, heyecandan elim ayağım birbirine dolandı ve parmak uçlarıma çıkıp, Demir'e daha sıkı sarıldım.

"Sen de beni mi seviyorsun o zaman?" Diye sorduğunda, "Hayır... Seni sevmiyorum öküzcük." Dedim ama kalbim aksini haykırarak bana kızdı.

Aklıma Mert'in anlattıkları gelince, "Sadece gözlerini seviyorum." Dedim.

"Yalnız kara gözlerin." Diye ekledim.

Demir'in gözlerini sevmesini istiyordum.

Beni sevdiği gibi kara gözlerini de sevsin istiyordum.

Kara gözlerine haksızlık yapmasını istemiyordum.

🖤



























Continue Reading

You'll Also Like

7.3M 318K 85
Bu kurguda argo, küfür ve yetişkin içerik barındıran sahneler bulunmaktadır. ●○●○● "Beni sokmaya çalıştığın kalıpta olmadığımı sen de ben de gayet iy...
669K 30.1K 15
" Kan yüzünden evlendik. " Sustu bir süre konuşmadı derin bir nefes alıp Dewran'ın kara harelerine baktı. "Ya bir gün başkasını seversen ona aşık ol...
4.4M 209K 52
"Ulan bari Polat de." dedi. Sesi yalvarır gibi çıkmış gözleri beklentiyle doluydu. "Mirza demiyorsan deme ama en azından Polat de." "Sen yengeye Eli...
41.1K 10K 36
"Seni uyardım! "Dişlerini sıkarak konuştuğunda onu ilk gördüğüm anda ki öfkesiyle yüz yüze geldim "şimdi buradan gidiyorsun! "Bir elini kolumdan çeke...