K A R A D A Ğ L I

By simaara

3.6M 189K 49.5K

❝Yüreğindeki ateşin içinde cayır cayır yanıyordu kadının ruhu. Mahkum edildiği hayatı istememişti oysa... çoc... More

1. BÖLÜM "E V İ N"
2. BÖLÜM "V İ R A N E"
3. BÖLÜM "M U K A D D E R A T"
4. BÖLÜM "D İ L H U N"
5. BÖLÜM "M E Y U S"
6. BÖLÜM "V Â V E Y L A"
7. BÖLÜM "S Ü V E Y D A"
8. BÖLÜM "G İ R İ F T"
9. BÖLÜM "Â F İ T Â B"
11. BÖLÜM "E F S U N K Â R"
12. BÖLÜM "S A F D E R U N"
13. BÖLÜM "T A H A Y Y Ü L"
14. BÖLÜM "İ N A Y E T"
15. BÖLÜM "U H D E"
16. BÖLÜM "R A Y Î H A"
17. BÖLÜM "Y E K T Â"
18. BÖLÜM "M E F T U N"
19. BÖLÜM "N A Z E N D E"
20. BÖLÜM "S E N"
21. BÖLÜM "B E N"
22. BÖLÜM "T E K"
23. BÖLÜM "G İ Z L İ"
24. BÖLÜM "Y A N K I"
25. BÖLÜM "Ş Ü P H E"
26. BÖLÜM "A L B Ü M"
27. BÖLÜM "S Ö Z"
28. BÖLÜM "A H S E N"
29. BÖLÜM "Y Ü Z L E Ş M E"
30. BÖLÜM "B I R A K M A"
31. BÖLÜM "Y U V A"
32. BÖLÜM "M A S A L"
33. BÖLÜM "E F N A N"
34. BÖLÜM "Y A Ş A M"
35. BÖLÜM "İ L K T E M A S"
36. BÖLÜM "Z A A F"
37. BÖLÜM "G Ö K Y Ü Z Ü"
38. BÖLÜM "G E L İ Y O R!"
39. BÖLÜM "M U M"
~ BORAN&HAYAT ~
40. BÖLÜM "B İ R L İ K T E"
41. BÖLÜM "B A B A"
42. BÖLÜM "E & Y & E"
43. BÖLÜM "İ Y İ K İ M"
44. BÖLÜM "F İ N A L"
TEŞEKKÜRLER 🫂

10. BÖLÜM "M Ü Ş K Ü L P E S E N T"

92.1K 4.9K 1.2K
By simaara

Merhabalarr 🥳

Nasılsınız, keyifleriniz yerindedir hepinizin İnşallah 🤍

Son bölümden sonra oldukça beklediğiniz bir bölüm oldu biliyorum ve bomba gibi geldiğimizden de emin olun isterim 👀 

Kitap hakkındaki duyuları ve alıntıları İnstagram "Simaarawattpad" adlı hesaptan takip edebilirsiniz

Çok fazla uzatmadan sizleri bölümle baş başa bırakıyor, keyifli okumalar diliyorum. Satır aralarında buluşalım lütfen 🕯

• • •

Bölüm Şarkısı: Ülker Mamedova / Aşka Sürgün

"Beni benden öğren herkese aynı değilim.."

Nazım Hikmet Ran



⚫️



Zaman geçiyordu ve tükenen şey sadece vakit değildi...

Büyük bir köprünün üzerindeydim, ya sonuna kadar düşmeden yürüyecek mutluluğa ulaşacak, ya da şimdi olduğu gibi o köprüden aşağıya düşecek, ölecektim.

Arafta kalmıştım.

Kaderin bana çizdiği yolun, sonuna geldiğimi hissetmiştim fazlasıyla.

Bu hayatta bir çok şeyden yargılanabilirdim, önemli değildi susardım. Fakat namusuma, veyahut aileme laf edecek olan kişinin canını yakacak kadar da gözü karaydım. Asıl beni olmayan şeylerden yargılayanlardı ahlaksız olanlar.

Boğazıma oturan yumru yüzünden kelimelerimi bir araya getiremezken, elimi sıkan parmakları tenimden söküp çekmek istemiştim.

"Kim olduğun zerre umurumda değil, babamın oğlu olsa yine de karım olacak kadınla kimsenin bu şekilde konuşmasına izin vermem ben!"

Söylediği her kelimeyle kalbim kulaklarımda atıyordu. Behram Ağa oturduğu sandalyeyi ittirerek yerinden bir hışımla kalktı. Elini masanın üzerine vurdu, sesi avluda yankılandı. Ruhum sıkıştı.

"NE İÇİN VARDIR TÖRE BİLMEZ MİSİN SEN?! AĞA DEDİĞİN KURALLARINI BİLECEK!"

Behram Ağanın sesi sarmıştı dört bir yanımızı. Her kelimesi zehrini akıtarak yaktı ortalığı.

"Kuzenin olacak olan adamla kuytu köşelerde yakalanıyor!"

Sözleri ok misali zihnime saplanırken, nefes alışverişlerim hızlanmıştı. Benim üzerimde olan bakışlarını Yavuz'a çevirmişti bu seferde.

"Ağa kızına karşı nasıl davranman gerektiğini bile bilmiyorsun! Kimse kızımın arkasından tek kelime laf edemez benim, kararını iyi veresin."

Sanki her şeyi karara bağlayacak olan kişi kendisiymiş gibi omuzlarını dikleştirmişti. Kendi kızını korurken, bana iftira atacak kadar vicdansızdı. 

"Burada namus şereftir, gözünün yaşına bakmam."

Susmadı. Her konuşmasında bedenim biraz daha öfkeyle dolup taşıyordu.

"Behram Ağa!"

Yavuz'un sesiyle herkes yeniden bize döndü. Tam ortalarında durmaya devam ediyorduk. Çıkmazdaydım.

Elinin arasında tuttuğu elimi yukarıya kaldırdı. Gözleri bir an bile beni bulmamıştı bu esnada.

"Ben babamdan ne gördüysem onu doğru bildim, sözüm şerefimdir. Namusum ise karım olacak kadındır."

Sözleri hepsini dumura uğratmışa benziyordu. Susmadı. Sarf ettiği her kelimesinde aklımdaki soru işaretlerini sorgulamamı sağladı. 

"Bu eli tuttuysam bırakmam. Yanımda olanın yanında olurum, olmayana da şimdiden geçmiş olsun."

Etrafı bir süre sessizlik kaplarken, Yavuz'dan biraz büyük olan adam yerinden kalkmıştı. Gözlerini masada oturanlarda gezdirdi, suratında çok rahat olduğunu gösteren bir ifade vardı.

"Büyük oynadın bu sefer Behram Ağa."

Gözleri bizi buldu, ağırca yanımıza yürümeye başladı.

"Tarafım belli, kararım belli."

Yavuz'un omzunu sıktı hafif bir gülümsemeyle.

"Sana yapılan hamle, bana yapılmış demektir."

Aralarında geçen kısa bakışmadan bir şey anlayamazken, Yavuz karşılık vermişti.

"Eyvallah, Mirza."

Kafasını salladı ağırca.

"Eyvallah bizden."

Masadaki 9 yaşlı adam, sanki ne yapacaklarına karar verememiş gibiydiler. Bir süre durdular, sanki zorundaymışlar gibi teker teker ayaklandılar. Aralarından bir tanesi hepsinin kararını açıklayacak gibi öne çıktı.

"Mümtaz Ağaya selamlar Yavuz Ağa."

Yanımdaki adamın suratına tehlikeli bir gülümseme yayıldı ilk önce, bakışları kısılarak tüm ağaların üzerinde gezindi. Kendinden emin duruşu, sert otoritesi yeri geldiğinde oldukça korkutucu olabiliyordu. Herkesin onun yanında olması kendisini şaşırtmamıştı pek, bunu zaten biliyor gibiydi çünkü o.

Elimi bırakmadan hızlıca konağın kapısına yöneltti ikimizi de. Aklımdaki sorular elimi tuttuğu her saniye beni biraz daha boğuyor gibiydi.

Kapının önünde duran Akif kapımızı açtı. Elimi sertçe hala elimi tutan elinden çektim. Bakışlarını sanki olası bir kavgadan kaçınırcasına bana çevirmemişti bile.

Söylenilen sözler hala zihnimde yankılanmaya devam ediyordu. Arabaya bindim, kemerimi taktım. Bir süre sessiz kaldık.

Yutkundum.

"Neyin peşindesin?"

Bu zamana kadar ona adım atmamıştım, fakat sesim hiç bir zaman da böylesine öfkemi hissettirmemişti. Onu görmeyi de duymayı da istemiyordum.

Sustu...

Araba hızlandı.

Yaklaşık 15 dakika kadar bir süre geçti ve içimdeki öfke git gide büyüdü. Acıyla dolu olan yaşantım git gide daha da karışıyordu, tanımadığım insanlar hakkımda konuşuyor, birileri benden nefret ediyordu. Bunun sebebini bilmek benim de hakkımdı.

"Sana neyin peşindesin dedim!"

Ne arabanın ulaştığı hızdan korktum, ne de nereye gittiği belli olmayan yolun uzanışından.

Kaybedecek bir şeyim kalmamıştı, korkmuyordum. Belki kurtuluşum olurdu onu da bilmiyordum.

"Bu bilinmezlikten sıkıldım! İçeride benim namusuna laf edenler ne hakla bunları söyledi onu bile bilmiyorum."

Töreyi bilirdim, ama töre adı altında yapılan haksızlığa göz yumanlardan da olmak istemezdim. Namus denilen şey kadından ibaret değildi!

"Ben bu topraklarda büyüdüm, göreceğim bir çok şeyi gördüm belki de, yapmak istesem çoktan yapardım bazı şeyleri. Bana bunları demelerinin sebebi ne? Daha isimlerini bile bilmiyorum onların, benimle dertleri ne? Konuşsana Yavuz Ağa, SUSMA KONUŞ!"

Arabanın tekerleri toprağın üzerini ağlatırken, direksiyonu sola kırarak ani bir şekilde frene basmıştı. Küfür ederek arabadan indi.

Boğazıma yapışan iki el nefesimi kesiyordu, yorulmuştum. Her kendimi toparlayışımda, acınmadan yeniden dibe ittiriliyordum.

Hızlıca bende arkasından indim, geldiğimiz yerin neresi olduğuna dair bir fikrim yokken, gözlerimi karşımızda kalan büyük baraja çevirmiştim.

"Yoruldum ben. Kaldıramıyorum artık bunca şeyi, nefes alamıyorum."

Gözlerimi ona çevirmedim. Bakmayacağım kadar yabancı, acımı haykıracağım kadar yakındı.

"Kafamın içi yeteri kadar dolu değilmiş gibi bir de bu şeylerin peşine düşmek istemiyorum ben. Gizli saklı hiçbir şey kalmasın!"

Cebine koyduğu elleriyle o da karşıya bakıyordu ama benim aksime tepkisizdi.

"Ortada gizli saklı hiçbir şey yok Evin. O şerefsize sarfettiği tüm sözlerin hesabını verdirteceğim. Benim nişanlımsın sen, yakında da karım olacaksın. Sana yapılan saygısızlık bana yapılmış demektir."

Hazır değildim... ne bir kaç gün sonra olacak düğüne, ne de yaşanacak olan diğer şeylere.

"Lerzan ve Ferzan boşuna aklımı karıştırmaya çalışmadı benim. Seninle sorunları ne bilmiyorum ama bir şey olduğunun farkındayım."

Sakinliği yavaş yavaş gidiyor, çenesindeki kasları sıkmaktan seğiriyordu, bir anda bana çevirdi bakışlarını.

"S******im şimdi Ferzan'ı!"

Sağ eliyle yüzünü ovuşturdu, öfkesini kontrol etmeye çalışıyordu, fakat ne kadar başarabilirdi bilmiyordum. 

"At kafandan şu itleri artık, ne duymayı bekliyorsun anasını satıyım anlamıyorum ki!"

Bu şehrin yaşadığım her karesinde kalp kırıklıklarım vardı benim. Acımı unutmama izin verilmemişti hiç bir zaman. Kafamı salladım kırgınca, ona da bunca şeyi söylemeye hakkım yoktu ama dayanamamıştım işte. Omuzlarım düştü. Neden kırgın olduğumu bile bilmiyordum.

"Dönebilir miyiz?"

Arabayı işaret ederken sesimi tepkisiz tutmaya çalışmıştım. Zihnim her saniye düşünmem için çabalarken, kalbim biraz daha yanıp tutuşuyor, ve ağlamamaktan başka bir şey ne yazık ki elimden gelmiyordu. Gelse bile bu seçenekleri öğrenememiştim.

Arkamı dönerken gözlerine bakmadım, bakarsam gözlerim daha fazla dayanamazdı bu duyguya.

Bir adım attım, ve bir adım daha...

Bir sonraki adımı atmak için ayağımı kaldırmıştım ki arkadan kollarımı tutan eller beni durdurup bedenimi kendisine çekmişti. Sırtım göğsüne çarparken, omuzlarımın biraz aşağısında olan elleri resmen tenimi yakıyordu.

Çenesini başımın üzerinde hissederken, içimi kaplayan tedirginlik ile sebepsizce kendimi öne çekmiştim. Elimde değildi. Korku ruhumun her bir köşesine yayılmıştı.

"Yapma."

Neyi diye soramadım, sırtımda hissettiğim bedeni fazlasıyla şoka uğratmıştı zaten beni. Vücudum kontrolümün dışında titremeye başlarken, kolumdaki elinin teki havalanarak arkadan çeneme uzanmış, tam omzuna yaslanmamı sağlamıştı. Gözlerimin önüne Alim'in suratı gelirken, Yavuz'un bana zarar vermeyeceğini bilmeme rağmen kalbim hızlanmaya başlamıştı.

"Sana zarar vermeyeceğim. Vermek isteyenlerin de gerekirse canını alacağım..."

Boşta olan elim son bir umut çenemde duran elinin bileğini kavramıştı, alev alev yanıyordu içim. Ve ben yine bir şey yapamıyor, kendime engel olamıyordum.

"Du..dur, lütfen."

Belki de böylesine kötü hissetme sebebim üst üste gelen şeylerdi bilmiyorum, ama güvenemiyordum.

Kasılan bedenim canımı fazlasıyla acıtıyordu. Derin bir nefes aldı, sırtımda hissettim.

"Her şey daha yeni başlıyor, bundan sonra hiç bir şey eskisi gibi olmayacak."

Son sözlerini söyledikten sonra elleri yavaşça benden uzaklaşmış, az önceki olayı da yaşanmamış gibi sayarak kısa bir süre sonra arabaya binip yola koyulmuştuk.

Sarfettiği son sözler yol boyunca zihnimde tekrarlarken, nelerle karşı karşıya kalacağımızı kestiremiyordum. Yolun sonu bilinmezlikti...

~

Eve gönderilen büyük kutuların içindeki gelinlik ve bindallıya bakmak içimden gelmezken, üzerimi giyinmek için odama geçmiştim. Saat öğlene geliyordu, ve biz az önce aldığımız haberle ufak bir mobilya alışverişine gideceğimizi öğrenmiştik. Yengem bu son dakika haber verilmesini pek umursamazken çoktan odasına girerek, hazırlanmaya başlamıştı.

Havanın ılıklığını göz önünde bulundurarak pudra pembesi elbisemi dolaptan alarak hızlıca giyindim. Dün gece uyumadan önce ördüğüm saçımın ucundaki tokayı çıkartırken, ağır bir şekilde elimle dağıtmıştım. Kenardaki sürmeyi gözümün içine sürüp, hafifçe parfüm sıktım. Aynadaki yansımam hala umutluydu, gözlerime bakıyordu. Anne, babamın beni gördüğünü düşünerek gülümsedim.

"Söz veriyorum, bu yolun sonu ne olursa olsun güçlü olacağım. Yeri gelecek susacağım, çokça kez ağlayacağım, ama yine de pes etmeyeceğim. Her pes ettiğimde aklıma sizi getirecek, düştüğüm gibi kalkacağım."

Omuzlarımı dikleştirip, yatağın üzerine koyduğum çantamı alarak odadan çıktım. Yengem hala odasında olmalıydı ki, etrafta gözükmüyordu.

Ayakkabılarımı giyinirken, çantamın içindeki telefona baktım. Mesaj veyahut arama hiç bir şey yoktu.

Evin kapısını açıp dışarıya çıktım, yüzüme vuran ılık hava tenimi okşarken kendimi azda olsa iyi hissettiğimi farketmiştim. Bir kaç dakika içinde kapının önünde siyah büyük bir araç durdu. Sürücü tarafından inen Akif görüş açıma girerken, Mihrimah için arka kapıyı açmıştı.

Gülümseyerek araçtan inen Mihrimah'ın üzerindeki yeşil elbise vücudunu çok güzel sarmış, esmer tenini zarifçe süslemişti.

"Benim yeni yengem, nasılsın bakalım?"

Bana sarılması ile bende kollarımı onun etrafına sardım. Birileri tarafından sorulmak, çok özeldi.

"İyiyim, sen nasılsın?"

Havaya kalkan kaşıyla arabanın hala içinde oturan Zümrüt Hanımı işaret etmişti. Sanırım iyi değildi.

"Bu alışverişi seninle ikimiz halledebilseydik daha iyi olacaktım."

Ne olursa olsun böyle düşünmesini istememiştim. Zümrüt Hanım da bir anneydi ve bir anne için her zaman evlatları ilk planda olurdu. Belki herkes için böyle değildi bu ama ben böyle olduğuna inanmak istiyordum.

"Mihrimah, ne olursa olsun Zümrüt Hanım senin annen... deme öyle."

Elimi tuttu, dudaklarını büzdü hafifçe. En sonunda küçük bir çocuk gibi tebessüm etmeyi de unutmadı.

"Biliyor musun, aslında annem özünde iyi bir kadındır. Sadece kabullenmesi lazım bazı şeyleri."

Omzumu salladım, hayat bize ne getirirdi bilemiyorduk, aynı götürdüğü şeyleri önceden bilemediğimiz gibi. Zümrüt Hanımla da nasıl olurdu aramız bir fikrim yoktu.

Biz öylece ayakta dururken yengem de evden çıkmıştı. Mihrimah'la selamlaşıp, Akif'in açtığı kapıdan arabaya bindi. Mihrimah'ın da binmesiyle bende arabaya yöneldim. Bakışlarımın kesiştiği Akif bu sırada kafasını sallayarak beni selamlamayı unutmamıştı. Aynı şekilde bende karşılık vererek araca binip Zümrüt Hanım ve yengemin karşısına denk gelen koltuğa Mihrimah'ın yanına oturdum.

Yol boyunca konuşulan konuları bu sefer kafama çok takmamıştım, sadece arada bir Zümrüt Hanımla kesişen bakışlarımız beni tedirgin etmişti. Dün yaşanan olayı bilip bilmediğini bilmiyor, donuk bakışlarından ne düşündüğünü çıkartamıyordum.

Çarşının ortasında duran araçtan hep birlikte inerek lüks bir mobilya mağazasına girmiş, Zümrüt Hanımla yengemin en önde yürümelerini arkalarına takılarak takip ediyorduk.

"Anne, siz bakadurun biz şu tarafı dolaşalım bir."

Koluma giren Mihrimah, Zümrüt Hanımın cevap vermesine fırsat dahi vermezken beni tuttuğu gibi çekiştirmeye başlamıştı.

"Ayıp olmasın?"

Gözlerini arkamıza çevirdi kısa bir an, sonrasında hemen yeniden önüne dönmüştü.

"Asıl sizin yatak odanızın mobilyasını seçmeye gelmeleri ayıp."

Eliyle biraz ilerimizde duran yatakları gösterdi.

"En azından yatağınızı sen seç."

Sanki bu evlenecek olan bir çift için çok anormal bir şeymiş gibi şaşırarak, yataklara kısaca göz gezdirmiştim.

"Farketmez, seçelim bir tanesini işte."

Söylediğim sözler Mihrimah'ı ikna etmeye yetmezken, az önceki gibi beni kolumdan çekerek büyük bir yatağın üzerine hafifçe iteklemişti.

"Yumuşak mı?"

Oturduğum yatak rahatsız bir his verirken, elimde olmadan kafamı sallamıştım.

"Ay o zaman diğerine bakalım, rahat olsun yatağınız. Allah korusun beliniz falan tutulur olmaz."

Az öncekine kıyasla daha büyük olan bir başka yatağın önüne çekiştirmişti beni bu seferde. Başlık kısmı ve etrafı ahşaptı, bu tasarımı nedeniyle de koca mağazanın içinde dikkat çekiyordu. Üzerinde hafifçe sağa sola sallanırken, rahat olduğunu anlamıştım. Mihrimah'ta diğer tarafına oturarak kendi kendine bir kaç kere zıpladı.

"Bu yumuşakmış yalnız, beğendin mi yenge?"

Bir kez daha baktım yatağa. Güzeldi.

"Rahata benziyor evet."

"O zaman bunu alıyoruz."

Kafamı sallayarak yatağın üzerinden kalktım. Yanımıza gelen görevliye yatağı söyledikten sonra aynı yatağa ait olan dolap takımını da beğenerek seçmiştik. Zümrüt Hanım bu olaydan memnun olmadığını bakışlarıyla fazlasıyla belli ederken, hiç birimiz tek kelime edememiş, susmak zorunda kalmıştık.

~

Yazardan:


Asistanın anlattığı sunum bir türlü bitmek bilmezken, sıkıntıyla yerinde kıpırdanmaya başlamıştı Yavuz. Programlanandan daha uzun sürmüştü toplantı ve karşı firmanın CEO'suna karşı içten içe öfkeleniyor olmasını bir türlü engelleyemiyordu.

"Lan, bakmasana adama kötü kötü!"

Yan tarafında oturan abisinin kısık sesi onu kendisine getirirken, çatılan kaşları ile adama son bir bakış atmıştı. Sundukları teklifi beğenmeyip üstüne üstlük bir de fiyatta yardımcı olmalarını isteyip durmuştu adam. Sıkıntıyla kolundaki saatine baktı, alışverişe yetişemeyeceği kesindi.

"Bu işkence biraz daha devam ederse, anlaşma falan demem döverim bu herifi!"

Kardeşinin sabırsız bir adam oluşunu herkesten daha iyi biliyordu Miraç. O yüzden hiçbir şey söylemedi, söylese de etki etmeyeceğini biliyordu zaten.

"Biz hala vermiş olduğunuz meblağın çok olduğunu düşünüyoruz Yavuz Bey."

Adı Hakan olan adam, Yavuz'un öfkesini kontrol altında tutacağına inanarak hala teklifi irdeliyordu.

Bir kaç saniye büyük toplantı odasının içini sessizlik kaplamıştı, masanın etrafındaki tüm çalışanlar Yavuz'a bakıyor ve can kulağıyla dudaklarından çıkacak olan kelimeleri bekliyorlardı.

Kafasını sağ omzuna yatırdı ağırca, kaşları yine çatıktı.

"Teklif falan yok."

Herkesin suratını bir şaşkınlık ifadesi kaplarken, Hakan anlayamamanın verdiği etkiyle bir kez daha konuşmuştu.

"Ne demek teklif yok?"

Yavuz arkasına yaslandı, şayet bu adam biraz daha konuşmaya devam ederse yerinden kalkıp bizzat yanına gidecekti ya!

"Anlaşma yok demek, feshettim demek!"

"Yapamazsınız Yavuz Bey, imzalar alındı!"

Önündeki dosyadaki imzalanan ufak şeyleri göstermek istercesine elini uzatan Hakan'ı susturan yine Yavuz olmuştu.

Yerinden kalkmıştı ilk önce, sonra ağır adımlarla adamın sandalyesine doğru yaklaşmaya başlamıştı. Elinde tuttuğu dosyayı yakaladı ve sakin bir şekilde kağıdı ortadan ikiye ayırdı.

"İmza falan kalmadı, şimdi ben daha fazla sinirlenmeden burayı terkedin!"

Hakan'la gelenler yerinden kalkarken, kendisi son bir umut Miraç'a dönmüştü.

"Miraç Bey, bir şey der misiniz? Bu yaptığınız olacak şey değil."

Miraç sıradan bir olayı izliyormuş gibi arkasına yaslanmıştı ilk önce, kollarını göğsünde kavuşturdu.

"Kızım sen iki Türk kahvesi getir bize, toplantı bitti."

Sekreter aldığı komutla odadan çıkarken diğer çalışanlarda bir bir yerinden kalkıyordu.

"İş hayatınızda başarılar dilerim Hakan Bey, yolumuz buraya kadarmış."

Hakan beklediği tepkiyi alamamış olmanın şaşkınlığı yaşarken, Mardin'li tarafı ağır basan Miraç yine Miraç'lığını yapmıştı.

"De hayde!"

Yavuz keyifle gülmeye başlarken, odadaki herkes çoktan çıkmıştı.

"Ulan Yavuz, iki dakika duramadın değil mi?"

Az önce adamları kendisi de kovmamış gibi oldukça normal bir şekilde kardeşine bakmıştı. Yavuz ise artık çoktan alıştığı bu duruma tepki veremiyordu.

"Şanslıymış elimden bir kaza çıkmadı."

İkisinin arasındaki konuşma son bulurken sekreter iki kahve ile odaya gelmişti. Asıl muhabbet şimdi başlıyordu.

"Neyse kapımızda anlaşma için bekleyen bir sürü firma var, bırakalım bu konuyu. Daha önemli şeyler var konuşmamız gereken."

Kahve içmek Yavuz için bir zevkti, ama şu sekreterin yapıp getirdiği kahveden bir türlü o zevki alamıyordu. Keyifsizce suratını buruşturdu ve abisinin dediklerine karşılık verdi.

"Neymiş o önemli şeyler?"

Miraç bu hayatta onu en iyi tanıyan sayılı kişilerdendi, öyle ki bazı anlarda Yavuz'un vereceği tepkileri Yavuz'dan daha erken kestiriyordu. Uzatmadan sordu.

"Bağ evine gidip geliyormuşsun bu aralar, bir sorun mu var?"

Bu konunun eninde sonunda abisinin kulağına gideceğini biliyordu zaten, ama bu sefer biraz hızlı olmuştu.

"Hangisi öttü?"

Miraç, ellerini söylemem dercesine havaya kaldırdıktan sonra, bilmiş bir şekilde omuz sallamıştı.

"Benim kitabımda adam satmak yoktur aslanım, şimdi başla bakalım."

Ciddileşen Yavuz ile Miraç'ta kendini toplayarak kardeşine odaklanmıştı.

"Evin'in kuzeni olacak şerefsizi paketledim."

"NE?!"

Abisinin tepkisini umursamadan konuşmasını devam ettirdi. Konuyu anlatmak bile sinirlenmesine yetiyordu.

"Bir kaç hafta önce, şans eseri oraya gittim. Kapıyı elinde bıçakla Evin açtı."

Sinirini kontrol etmeye çalışarak konuşmakta onun için oldukça zordu.

"Saldırmış, anladığım kadarıyla da bu ilk yapışı değil it herifin! İlk tanıştığımız zamanlarda, yüzünde boynunda izler vardı. İzler sadece bunlardan ibaret değilmiş abi, hala öğrenemediğim şeyler var peşini bırakmayacağım. Gerekirse dünyayı onlara zindan ederim, ama yine de öylece bırakmam."

Duyduğu şeylerin şaşkınlığını üzerinde taşırken, sormuştu Miraç.

"Yavuz sen Evin'le nerede tanıştın? İsteme gecesinden sonra hiç kimseye tek kelime sordurtmadın. Aklından neler geçiyor, madem kızı kendine isteyecektin neden o zaman Ferzan'a diye haber gönderdiniz?"

Abisine hak veriyordu Yavuz, çünkü o geceden sonra soru sormak isteyen herkesi sertçe uyarıp susturmuştu. Bazı bilinmezlikler soru işaretlerine neden oluyordu. Derin bir nefes alarak, her şeyi baştan anlatmaya başladı. Miraç duyduğu her sözde biraz daha şaşırırken, konunun ilerleyen zamanlarda nasıl ilerleyeceğini bilememişti.

Yavuz sustuktan sonra yeniden büyük bir sessizlik kaplamıştı toplantı odasını.

Bolca bilinmeyen içeren denklem gibiydi...

"Ne olacak peki, ne zamana kadar orada tutacaksın onu?"

Çenesini sıvazlarken, kafasını sallamıştı bilmiyorum dercesine.

"Onu öldürmek istiyorum, ama öldüremiyorum."

Bir kaç saniye durup bekledikten sonra ekledi.

"Söz verdim çünkü."

~

"Eve bıraktım yengeyi abi."

Sigarasının dumanını dışarıya verirken kafasını salladı ağırca, abisiyle konuştuktan bir kaç saat sonra bağ evine gelmişti. Akif ise ona günün özetini geçiyordu.

"Bir sorun olmadı değil mi?"

"Yok abi olmadı. Hatta kısa sürdü."

Sigarasını yere attı, ayakkabısının ucuyla üzerine bastı.

"İçeride işim hemen bitecek, dışarısı sende."

Açık olan kapıdan geçerek, Alim'i tuttukları odaya girmişti direkt. Sandalyeye bağlı olan Alim duyduğu sert adım sesleriyle eğik olan başını kaldırmış, korkuyla Yavuz'a bakmıştı.

Bu adamın yapacağı şeyleri düşünmek bile onun korkması için yeterliydi.

"Beni gördüğüne sevinmedin mi lan?"

Alaycı sesi, her ne kadar keyifli çıkıyor olsa da öfkesi daha fazlaydı.

Gözlerini kıstı.

"Sorduğum şeylere tekte cevap vereceksin, vermediğinde olanlardan ben sorumlu değilim ona göre."

Sadece kafasını sallamıştı Alim.

"Ne zamandan beri şiddet uyguluyorsun ona?"

Bu sefer korkan kişi Yavuz olmuştu.

Duyacağı şeylerden korkuyordu. Her ne olursa olsun ortada büyük bir sorun vardı, ve o bir kadının böyle bir şeye nasıl dayandığını anlayamıyordu.

"Küçüktü... bizim evde kalmaya başladığı zamanlar."

Gözlerinde şimşekler çakmıştı resmen, ne aklı nede mantığı alıyordu. 8 yaşındaki bir çocuğun, yaşamak zorunda kaldığı bu şey çok ağırdı.

"8."

Dedi üstüne basarak. Damarlarında akan kan, kaynıyordu. Bir kez daha açtı ağzını.

"8 yaşında küçük bir kız çocuğu."

Bedeni her saniye biraz daha kasılırken, bir soru daha sordu.

"Daha önce zorla dokunmaya çalıştın mı?"

Sesi odada yankılanırken, gözlerini kaçırmıştı Alim.

"Liseye gidiyordum, hoşlanmaya başlamıştım."

Nabzı hızlandı... kanının son damlasına kadar karşısında duran adam demeye utandığı kişiden iğrendi. Tutmadı kendini, sakin olmakta istemedi.

Suratına geçirdiği yumrukla sandalyede oturan bedeni, bağlı olduğu sandalyeyle birlikte sertçe yere düşürmüştü.

Yakasına yapıştı sonrasında, bir kaç yumruk daha attı. Bağırıyor, nefretini kusuyordu.

"Nasıl kıydın lan, nasıl!"

Her darbesinde yerde yatan Alim'in suratından kanlar fışkırıyor, acı haykırışlarına karışıyordu.

"Hiç mi vicdanın sızlamadı? KONUŞSANA LAN, KONUŞ!!"

Üzerindeki beyaz gömleği de yer yer kanla lekelenmişken, yerden kalkarak belindeki kemeri çıkarmıştı. Zihninde tekrarlanan sözlerin ardından Evin'in gözlerini anımsıyordu.

Havaya kaldırdığı elini hızlıca indirdi ve deri kemer yerde yatan bedenle buluştu.

Her darbesinde, biraz daha hızlandı, attığı sert tekmeleri Alim'in kasıklarına isabet ediyordu. İçi soğuyana kadar devam etti. Dakikalar geçti, saatlere döndü.

Kader onlara bilmedikleri bir oyun oynuyordu.

Ansızın karşısına çıkmıştı bu ufak tefek kadın. O gün ne kadar inatçı olduğunu düşünürken, şimdilerde düşündüğü aynı şey değildi.

Ellerini uzattığı her an titreyen beden, içindeki yangını yansıtan gözler canını acıtıyordu.

Kadın susmak zorunda kaldıysa, adam bu sefer onun yerine de konuşup herkesi karşısına alabilirdi.

Gelecekse beklenen, beklemek güzeldi. Özleyecekse özlenen, özlemek güzeldi. Ve sevecekse sevilen; o hayat her şeye bedeldi.

~

Flashback / Evin'den:



Üşüyordum...

Ruhum, kalbim, bedenim...

Titreyen vücudumu kontrol edemezken, yattığım beton zeminde biraz daha büzüşmüştüm. Gözümden akan yaşlar şakaklarımdan, saçlarımın arasına karışıyordu.

Soğuktan kuruyan dudaklarımı zorla aralarken, aşinası olduğum sözleri mırıldanmaya başlamıştım.

Bana bir masal anlat baba

İçinde bütün oyunlarım

Kurtla kuzu olsun şekerle bal

Baba bir masal anlat bana

İçinde denizle balıklar

Yağmurla kar olsun güneşle ay

Anlatırken tut elimi

Uykuya dalıp gitsem bile

Bırakıp gitme sakın beni...

Dudağımın kenarındaki yara her an biraz daha sızlarken, karanlık duvarlar üzerime geliyordu. Gözlerimi biraz daha sıkı kapattım. Ağlamamın arasında nefes nefese kalmış bir şekilde, yeniden dudaklarımı aralamıştım.

"Bana bir masal anlat baba
İçinde tüm sevdiklerim
İçinde siz olun, biz olalım. Birlikte olalım baba... dayanamıyorum."

~

Fotoğrafın üzerine düşen bir damla ile zihnim sıkıştığı girdaptan çıkmış, beni kendime getirmişti. Paramparça olan kalbim, sızım sızım sızlıyordu.

İçimdeki kocaman özlem...

Kokularını unutmuş, seslerini anımsayamaz olmuştum. Kendimi öylesine çaresiz hissediyordum ki, yolumu kaybetmiştim. Oradan oraya savrulmaktan başka bir şey yapamıyordum.

Fotoğrafın üzerine uzunca dudaklarımı bastırdım. Tüm gece boyunca fotoğrafa bakmış, ağlayarak en sonunda uyuyakalmıştım.

Yatağın kenarındaki telefonun titremesi ile gözlerimi sildim. Elimi uzatarak aldım.

Yavuz:
Anneanneni görmek ister misin?

Yavuz'a haksızlık mı ediyordum bilmiyordum, hikayenin sonunda belki de gerçekten sonum olurdu o onda da emin değildim fakat bu yaptığı şeylerin hiç birini görmezden gelemezdim. Bana karşı acımasız davranan herkesi unutmamı sağlıyordu kısa bir süreliğine.

Ağlamaya devam ederken ekranın üzerinde hareket ettirmeye başladım parmaklarımı.

İsterim.

Anında cevap yazdı.

Hazırlan, 1 saate gelirim.

Oturduğum yerden kalkarak lavaboya geçmiştim, ağlamaktan kızaran yüzümü soğuk suyla yıkamaya başladım.

İşimi hallettikten sonra yeniden odaya geçerek hazırlandım. Aradan geçen zamanın ardından geldiğine dair bir mesaj daha atmışken, yengemin evde olmayışını fırsat bilerek evden hemen çıkmıştım. Bekletmeden arabaya bindim.

"Hoş geldin."

Kemerimi takarken yandan bir bakış atarak sözlerine karşılık verdim.

"Hoş buldum ve de teşekkürler."

Arabayı çalıştırarak yola çıkmıştı, gözlerim bu esnada sık sık onu buluyordu. Bakışlarım en son ellerinde durdu, ve görmüş olduğum izler bana iyi şeylerin olmadığını hissettirmeye yetmişti.

Kolumu camın kenarına doğru yaslarken, sıradan bir şeyi soruyormuş gibi konuştum.

"Kavga mı ettin?"

Cıkladı ve ardından rahat bir tavırla karşılık verdi.

"Kavga etmişe mi benziyorum?"

Elini işaret ettim uzaktan, neyden bahsettiğimi anladığını düşünüyordum.

"İzlere bakınca başka bir şey gelmedi aklıma."

Gözleri sözlerimle birlikte ellerine kaydı sonrasında dudağı hafifçe kıvrıldı.

"Kavga etmedim, birisini dövdüm."

"NE?!"

Şaşkınlığın getirdiği hisle sesim isteğim dışında biraz yüksek çıkarken, rahatsız olurcasına suratını buruşturmayı ihmal etmemişti.

"Bir dahaki sefere bağırmadan haber ver."

Her ciddi konuyu konuşmamızda beni alaya almasını sevmiyordum.

"Kimi dövdün?"

Camı açarak ılık havanın içeriye girmesini sağladı.

"Şerefsizin birini."

Yeniden bu konu hakkında soru sormamı istemediği içindi sanırım, kendisi konuşmuş ve konuyu değiştirmişti.

"Mobilyalar geldi sabah, yerleştirdiler. Zevkine göre sonradan ayarlarsın sen."

Kafamı salladım. Düğüne çok az bir zaman kalmıştı ve ne hissettiğimi bilemiyordum.

"Perşembe günü de Boran geliyor, bizdesiniz."

Mihrimah söylediği için bunu biliyordum.

"Mihrimah haber verdi dün."

Bir şey söylemeyerek dikkatini yeniden yola verdi. Yaklaşık olarak 20-25 dakikanın ardından hastanenin önünde durmuştuk.

Arabadan inerek yan yana yürümeye başladık.

"Geleceğimizi biliyor muydu?"

Asansöre binerken sormuştum bu soruyu ona. Kafasını eğerek yüzüme baktı.

"Doktorla konuştum, haber vermiştir herhalde."

Asansör kısa sürede istediğimiz katta dururken, hemen kalmış olduğu odaya doğru yürümeye başlamış, kapıyı tıklatarak birlikte içeriye girmiştik.

Yatağın üzerinde yatan bedenin gözleri yavaşça bizi bulurken, suratıma yayılan gülümseme ile yanına adımlamıştım.

"Anneannem?"

Dudakları kıvrıldı yavaşça, elini uzatmaya çalıştı. Eğilerek kollarımı sardım etrafına.

"Güzel kokulu kızım gelmiş..."

Yanaklarını öptüm, canını acıtmaktan korkarcasına. Küçük bir bebek gibi merakla gözlerime bakıyordu.

"Hoş geldin oğul sende."

Biraz uzağımda olan Yavuz'da yanıma gelmişti. Kafasını eğerek ağırca selam verdi.

"Hoş bulduk. Bugün nasılsın?"

Anneannem, yorgun bir iç çektikten sonra beni üzmemek için yalan konuşmayı tercih etmişti.

"Çok şükür iyiyim, sağ olasın."

Ellerimin arasındaki elini okşamaya başladım.

"Hep iyi ol daye."

Uzun uzun gözlerime bakarken, bir süre sessizce beklemiş, sonrasında düğün tarihi hakkında sorduğu sorularla yeniden konuşmaya başlamıştı. Bana düğünümde olacağına dair söz verdikten sonra, bakışlarını Yavuz'a çevirmişti.

"Kızımı önce Allah'a sonra sana emanet ediyorum, ona kol kanat ger olur?"

Uzun uzun konuşmak onu yoruyordu, derince soluklandı. Yeşillerimi ağırca omzumun üzerinden Yavuz'a çevirdim. Oturduğu sandalyedeki bedenini hafifçe öne eğmişti.

Koyu hareleri beni buldu, içine hapsetti.

"Merak etmeyesin Berfin daye."

Kafamı yeniden anneanneme çevirdim. Uykusu gelmişe benziyordu.

"Uyu şimdi güzelce, ben yine geleceğim."

Kafasını salladı ve yanıt olarak sadece ellerini tutan elimi sıktı. Daha fazla yorulmaması için bir şey sormadan oturduğum yerden kalkarak, üzerindeki örtüyü düzelttim. Saniyeler içinde gözlerini kapatmıştı.

Ayakta durmaya son vererek, Yavuz'a döndüm.

"Gidebiliriz."

Kafasını sallayarak oturduğu yerden kalktı. Odadan çıktıktan sonra kısaca doktorla konuşmuş ve hastaneden ayrılmıştık. Arabaya binerek yola koyulduk.

Sessiz bir yolculuk olmuştu yine.

"Dikkatli ol ve..."

Kemerimi çıkarırken konuşmaya başlayan Yavuz'la gözlerimi hızlıca yüzüne çevirdim. Her defasında tembihlediği şeyleri artık ezberlemiştim. Sözünü keserek araya girdim.

"Bir şey olursa arayacağım."

Dudağı hafifçe kıvrıldı.

"Eyvallah."

Arabadan inerek eve doğru yürümeye başladım. Çantamdaki anahtarı çıkartarak, kapıyı açtım.

Amcamın ve yengemin eve daha gelmemiş olması işime gelirken, odama girerek hızlıca üzerimi değiştirmiştim.

Öylece oturup evdeki sessizliğin tadını çıkardığım saniyelerde, dışarıdan yükselen çığlık korkuyla irkilmemi sağlamıştı.

Kesilen çığlığı, bağırma sesleri takip ederken, bu kadın sesinin yengeme ait olduğunu anlamıştım. Koşarak odadan çıkıp dış kapıya ulaşırken, sokakta yankılanan acı sesi iyice meraka düşmemi sağlamıştı.

Korku kalbimi ele geçirirken titreyen ellerimle kapıyı açmıştım.

Gördüğüm şeyler kanımı dondurmaya yeterken, bütün mahallelinin gözleri bizim üzerimizdeydi.

Gördüklerim gerçek miydi?

 

⚫️ ⚫️ ⚫️



• Yıldızı parlatmayı unutanlar en alt köşeye tıklarsa çok sevinirim

• Düşüncelerinizi merakla beklediğimi unutmayın lütfen 💖

• Yeni bölümdeki güzelliklerde görüşene kadar kendinize iyi bakın. Hoşça kalın 🫶🏼

• SOSYAL MEDYA HESAPLARINDAN TAKİP ETMEYİ, AKLINIZA TAKILAN ŞEYLERİ DE SORMAYI UNUTMAYIN.

İnstagram:
• Simaarawattpad (duyuru hesabı)

06/03/2022
simaara 🖋 - düzenlendi -

Continue Reading

You'll Also Like

121K 9.2K 40
"Gitme" demek istedim. "Gitme beni bırakma. Ben senden önce nasıl yaşadığımı hiç hatırlamıyorum bile, devam edemem ki..." Ama bunu diyebileceğim bir...
1.8K 225 10
Gül, ben gülünce sen de gül. Hep benim yanımda ol, koşalım birlikte yarınlara. Anlat, bana sevmeyi anlat. Elimden tut götür beni, gelecek o güzel mut...
3.4M 102K 53
Uğur ve Masal'ın hayatında olanları hâlâ merak ediyor muyuz? :)
226K 12.3K 42
"Bana düşman mı olacaksın? Ol! Bugün seni öldürür, bir saat sonra adını unuturum! Yolda ayağıma takılan küçük çakıl taşından başka bir şey olamazsın...