Ön Okumalar

By wtmagazin

6.6K 262 251

More

Açıklama
Herkes Uykuya Daldığında / Koray Yersüren (Giriş)

1.Bölüm

636 29 48
By wtmagazin

BİR

Bir karga havalandı uzaktaki ağaçların dallarının arasından gökyüzüne. Nasıl geçtiği anlaşılmayan ekim ayının ardından gelen kasım, beraberinde soğuk ve yağmuru da getirdi. Önce ağaçlardaki son yapraklar döküldü, daha sonra fırtınalar doğdu gökyüzünde.

Gökyüzüne havalanan karga rüzgârı kanatlarının altına alarak, biraz alçalıp insanların üzerinde süzüldükten sonra gökyüzüne doğru havalandı ve Soluk gazetesinin çatısına kondu.

Güven Dağlı, mevsimin bu ayını hiç sevmezdi. Ne sonbaharın hafif meltemleri vardı ne de kışın dondurucu soğukları. Adına kuru soğuk denen illet, en inançsız insanı bile kar ya da yağmur yağması için dua ettirirdi.

Ağrı Dağı'nın zirvesi bile bu kadar soğuk olamazdı. Şehirdeki hayatını bırakıp Ege'deki ya da Akdeniz'deki küçük kasabalardan birine yerleşmeyi hayal etmişti. Uçsuz bucaksız gözüken küçük okyanuslarda tenine değen güneşi hissederek gün batımını izlemeyi çok düşünmüştü.

Bu durum bir fanteziden öteye gidemese de arzulanan bir şeyin hayalini kurmak bile içini ısıtıyordu. Cadde, soğuktan kaçmaya çalışarak koşturan insanlarla doluydu. Boynuna doladığı atkıyı kahverengi paltosundan çıkardı. Dudaklarını ve burnunun ucunu örtüp ısınmaya çalıştı. Kendi nefesiyle ısınmak için atkının içerisine birkaç kez üfledi. Çalıştığı binanın önüne geldiğinde, ellerinde karton kahve bardaklarıyla ayakta dikilip sigara içen insanların yanından hızlıca geçerek devasa döner kapıdan kendini binanın içerisine attı.

Güvenlik hattından geçerken görevliye başıyla selam verdi. Soğuktan gerilen bedeni, sıcak binanın içerisine girdiği anda gevşemeye başlamıştı. Rahatlama hissinin tadını çıkararak onu ofisine çıkaracak olan asansörün önünde durup düğmeye bastı.

"Güven Bey!"

Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı.

"Güven Bey, bir dakika bekleyin lütfen!"

Gözlerini yeniden açıp, asansörün hangi katta olduğunu gösteren ekrandan ayırmadan bekleyişini sürdürdü.

"Haftalık postalarınızı masanıza bırakmayı düşündüm ancak odanızın kapısı kilitliydi. Mesaim bitmek üzereyken size denk gelmem harika oldu. Her şeyin zamanında yapılmasını istediğinizi biliyorum. Bu yüzden geç gelecek olsanız bile bekleyecektim."

Asistanının cümlelerini bitirmesini bekleyip kendisine uzatılan zarfları ve haftalık birkaç dergiyi aldı. Asistan çocuğun heyecanı gözlerinden okuyordu. Bu meslekte kariyer yapmayı isteyen her öğrencinin hayaliydi Güven Dağlı gibi olmak.

"Teşekkür ederim, yarın da alabilirdim."

"Rica ederim, yapmamı istediğiniz başka bir şey var mı?"

Gözlerini hafifçe kısarak, dudaklarını kıpırdatıp gülümsemeye çalıştı. Soğuğun etkisiyle gerilen cildinde ufak bir tebessüm oluştu.

"Anladım, keyifli geceler, efendim."

Bir şey söylemeden açılan asansöre bindi. Sınava hazırlanan küçük kız kardeşi, onu rahatsız etmeyecekti. Sevgilisi de uzun süren bir set gününün ardından dinleniyordu.

Yazdığı makale üzerinde çalışmak ve olaylar üzerine derinlemesine bir araştırma yapmak için güzel bir gece olacağını düşündü. Binanın en üstkatına çıktığında asansör sessizce açıldı.

Camla bölünmüş ofislerle dolu kattaki odasına doğru ilerleyerek etrafına bakındı. Dışarıya açılan camların ardında rüzgâr devam ediyordu. Ofislerin dışında kalan masalarda oturan birkaç gece vardiyası elemanıve stajyer öğrenci, masalarında yanan loş ışıkların altında sessizce çalışıyorlardı.

Birkaç kişiye selam verip kendi odasının önüne geldiğinde büyük bir akvaryumun içindeki başka bir akvaryum burası da, diye düşündü. Bu katta kendisine ait ofise sahip olan birkaç gazeteciden yalnızca biriydi. Güven Dağlı, Soluk gazetesindeve sektöründe takdir edilen bir gazeteciydi.

O, makale yazmayı sevse de isminin bu kadar duyulmasını ve mesleğinde saygıdeğer biri olmasını sağlayan,aslında birçok meslektaşının yapmaya cesaret dahi edemeyeceği haberler yapmasıydı. Milyonerlerin yolsuzlukları, aklanan paralar, kaçak işler, çözülmeyen cinayetler...

Öyle sık sık haber yazmazdı. Yalnızca haber değeri taşıdığını düşündüğü olayların ve kişilerin üzerine yoğunlaşırdı. Güven Dağlıpaltosunu çıkararak,oturduğu koltuğun ardınayavaşça asıp koyu renk camlarla çevrili ofisinden dışarıya baktı.

Aşağıda koşuşturan insanların hızından, dışarının daha da soğuduğunu düşündü. İlk yağmur damlaları o an düşmeye başladı caddeye.

Bu, yalnızca başlangıçtı.

Kışın habercisi kasım, çok daha fazlasını getiriyordu insanlık için. İşe arabayla gelmiş olmayı diledi bir anlığına. Ama bu istek dışarıyı izlerken, kısa sürede uçup gitti zihninden. Evden çıkıp, toplu taşımaları kullanarak iş yerine ulaşmak onun için her zaman daha iyiydi. Bu, aslında bir takıntıydı.

İşine başladığı ilk günlerdeki heyecanı sürüklemişti onu bu duruma. Araba sahibi olduktan sonra, sürekli kullandığı toplu taşıma güzergâhında bir olay olur ve o bunu kaçırırsa, üstelik o olay çok önemliyse bunun haberini başka bir gazeteci yaparsaçılgına dönebilirdi. Bu yüzden yılardır onca yolu imkânları olmasına rağmen daima toplu taşımayla katederdi.

Göz önünde olan bir simanın toplu taşıma kullanmasına,her gün aynı saatte seyahat eden diğer insanlarda alışmışlardı. Çünkü o, İpek Deniz'in sevgilisiydi. Bu durum bir şekilde normal kabul edilmiş ve hattı kullanan yolcular onu bu konuda rahatsız etmeyi de bırakmışlardı. Arada denk geldiği heyecanlı öğrenciler dışında şikâyetçi olduğu hiçbir şey yoktu.

Üniversitedeyken okulun gözde sporcularından biriydi, yağız bir delikanlıydı. Şimdi daha olgun bir yaşta olsa da gençliğindeki atletik vücut yapısını kaybetmemişti.Çünkü sürekli aksiyonun içinde ve hareket hâlindeydi.

Camın önünden ayrılıp, sandalyesine oturarak masanın ortasına koyduğu dergiyi ve zarfları kenara doğru itti. Yapmayı planladığı işlere girişmeden önce biraz sessizliğe ve düşünmeye ihtiyacı olduğunu hissetti.

Yazacağı makaleye odaklanabilmek için öncelikle düzenli bir masaya ihtiyacı vardı. Üzerine güzel bir el yazısıyla yazılmış isimliğini düzelterek başladı işe. Tam karşısında iki adet fotoğraf vardı.

Sevgilisiyle geçen yıl gittikleri tatilde çektirdikleri bir fotoğraf ve baş belası olarak nitelendirdiği kız kardeşinin fotoğrafı. Birkaç deri defter, içerisinde canlı çiçekler olan küçük bir vazo, gerektiğinde not alabilmesi için not kâğıdı destesi, kalemlik ve bilgisayar... Her şey tam da olması gerektiği yerdeydi.

Güven, mesleğinde elde ettiği başarıyla adından sıkça söz ettirirdi ama aynı zamanda İpek Deniz'in kalbini çalan adam olarak tanınırdı. Sinema filmlerinin, dizilerin ve reklamların yüzüydü İpek Deniz. Haftada bir yayımlanan ve reyting rekorları kıran Kuşlar Ötmeyi Bıraktığında dizisinin de en sevilen oyuncusuydu. Moda dergileri, gazeteler, haberciler âdeta tapıyordu İpek Deniz'e.

İlişkileri duyulduğunda ve Güven Dağlı'nın kim olduğu ortaya çıktığında medya, haftalarca Dağlı'dan Kuşları Uyutan Adamdiye bahsetmişti.

İpek Deniz'in önderliğinde organize edilen köy okullarına yardım gecesinde, etkinliğin düzenlendiği mekânın olduğu cadde boydan boya magazin ekipleriyle dolmuştu. Etkinlik, İpek Deniz'in dizisinin kanalında canlı yayımlanmıştı.

Etkinliğin yapılma sebebi köy okullarına yardım etmek olsa da caddeye doluşan magazincilerin asıl amacı, çifti beraberken görüntüleyip buberaberliğin haberini ilk kez yapabilmekti.

Etkinlik bittikten sonra toplanan milyonlarca lira yerine ulaşmış ve İpek Deniz, magazin editörlerinin deyişiyle yardım meleği, gündeme daha çok gelmişti.

Düzenlenen o geceden sonra kimse Dağlı'dan mutlu olacağı şekilde bahsetmemişti. İpek Deniz ve Güven Dağlı çifti birbirine bağlı sektörlerde çalışıyordu. Ama kimse Dağlı'nın yaptığı haberlerle, makalelerle ilgilenmemişti. O, yardım meleğinin sevgilisiydi yalnızca.

Cama vuran yağmur vesert rüzgâr, sessizliğe gömülen ofisin içinde âdeta bir kurt gibi uludu. Hava kararıyordu. Çetin bir gece olacaktı dışarıda olanlar için. Uzun süre sonra ortaya çıkan soğuk hava dalgası herkesin canını yakacaktı.

Bazılarının canını ise diğerlerinden daha çok... Güven, bilgisayarını açmak üzereyken asistanının ona verdikleri arasından bir zarf dikkatini çekti. Zarfın üzerindeki iş yeri adresi bilgisayarla ya da daktiloyla yazılmıştı.

Yaptığı bir haber yüzünden açılan davalardan biri için yazılan mektuplardan biri olduğunu düşündü önce. Önündeki kalemlikten maket bıçağınıalıp zarfın üst kısmından dümdüz bir çizik attı. Zarfın içerisinden sararmış bir gazete kupürü ve küçük, yuvarlak kesilmiş bir mdf plakası çıktı.

Yuvarlak mdf plakanın üzerinde, işlenmiş bir ağaç simgesi vardı. Plakayı dikkatlice inceledikten sonra masasının üzerine koyarken gazete kupürünü eline alıp haberdeki yazıyı okudu.

1 Kasım SOLUK GAZETESİ 1969

YAŞAM AĞACI KATİLİNİN YENİ KURBANI

Medyanın ve polislerin ona taktığı isimle Yaşam Ağacı Katili'nin yeni kurbanı,Belgrad Ormanı'nda yürüyüş yaparken tesadüfen oradan geçen iki genç tarafındanbir ağacın altında bulundu. Hayvanlar tarafından parçalanıp tanınmaz hâle getirilen cesedin kimliği henüz belirlenemedi. Polisin elindeki tek ipucu, katilin kurbanlarını gömdüğü yerin üzerine bıraktığı küçük yaşam ağacı sembolleri... Soğukkanlı cani, ardında hiçbir iz bırakmadan yine ortadan kayboldu. Öldürülen genç kızın Merkez Hastanesi'ne götürülen cesedinin teşhis edilmesi için profile uygun aileler hastaneye götürüldü. İl genelinde her gencin korkulu rüyası olan katilin eşkâli için emniyet güçlerinden hâlâresmi bir duyuru gelmedi.

Yıllar öncesine ait olan gazetedeki habere dair bilgisi çok azdı. Altmışlı yılların son aylarında ortaya çıkan katil hakkında tek bildiği, neredeyse gazete kupüründe yazanlarla aynıydı. Geçmişte yaşanan olaylar ile ilgili haberleri, denk geldiğinde her zaman okurdu. Sonuçlanmış herhangi bir olay onun için çekici olmadığından daha önce denk geldiği bu haber o zamanda ilgisini çekmemişti. Gazete kupürünü masanın üzerine koyarak zarfın içinde başka bir şey olup olmadığını kontrol etti ama hiçbir şey çıkmadı. Eline aldığı mdf plakasının üzerine oyulmuş yuvarlak yaşam ağacı sembolüyle oynayarak diğer zarfları açmaya koyuldu.

Güven Dağlı, İstanbul Boğazı'nı ayaklarının altında gibi hissedebileceği çok katlı apartman dairelerinden birinde uzun yıllar yaşadı. Gazeteci olan babasını annesiyle birlikte bir trafik kazasında kaybettikten sonra ailesinden ona kalan tek kişiyi, kız kardeşini yanına almış ama uzun süre düzelmeyen psikolojisi yüzünden her şeyden uzak bir hayat yaşamaya başlamıştı. Ta ki İpek Deniz ile tanışana kadar... İpek onu içine saplandığı ve onuher geçen günbiraz daha dibe çeken düşünce bataklığından kurtarmış, ona aşkı ve sevgiyi yeniden hissettirmişti. Beraber yaşamaya karar vermelerinden hemen sonra kız kardeşi ile birlikte üçünün de rahatça yaşayabileceği bir eve çıkmışlardı. Ancak sonrasında İpek'in başrolünde olduğu dizi projesi onlara Beykoz Villaları'nın kapılarını aralamıştı. Daha iyi bir konumda, daha iyi ve daha mutlu bir hayat sürmeye başladıklarında Güven'in ve kardeşinin üzerlerinden geçmişin perdesi yavaş yavaş çekilmiş, her zaman taze kalacağına inandıkları acıları hafiflemişti ve geçmişi neredeyse unutmuşlardı. Çok uzun bir süre İpek ve Güven aralarındaki ilişkiyi ustalıkla gizlemişlerdi. Kazadan sonra bıraktığı mesleğinedönüşü yine İpek'in bir tanıdığınınona yaptığı iş teklifi sayesinde olmuştu. Zaten amacını kaybettiğini düşünen Güven, bu teklifi değerlendirdikten sonra bulunduğu konuma kadar gelmişti.Beykoz'da birlikte oturdukları üç katlı malikâne, Beykoz Ormanları'nın dibindeki tepeye inşa edilmiş, oldukça eski bir yapıydı. Evin bahçesinin devasa demir kapısının iki yanında neredeyse eski çağlara aitmiş gibi görünen birer aslan heykeli vardı. Kısa ağaçlardan oluşan bulvar geçildikten sonra çam ağaçlarının ardındaki devasa yapı, çiftin ve Güven'in kız kardeşinin huzur dolu yuvası oluvermişti. Ev, İpek'in şimdiki setine oldukça yakındı. Güven ise iş yerine toplu taşıma ile ulaşabildiği sürece zaten bir sorun yoktu.

Düşüncelerinin arasından cama vuran sert rüzgâr sesiyle ayrıldı. Sağanak, şiddetini arttırarak devam ediyordu. Telefonu çaldığında, açmakla meşgul olduğu zarfları kenara bıraktı.

"Hava bayağı bozuldu. Keşke arabanı alsaydın."

"Evet. Benim için endişelenme, yavrum. Bir arabaya biner, gelirim. İyice dinlendin mi?"

"Yorgun hissetmiyorum. Cam terasa çıkıp, battaniyelerin altına gömülerek film izlemek için harika bir gece."

"Benim için kendine sıcak bir çikolata yap ve yağmuru izle. Bunu sevdiğini biliyorum. Yağmur ne yapıyor?"

"Yemekten sonra odasına çıktı. Sıcak çikolata çok iyi bir fikir olabilir. Hemen gidip ona da sorayım. Hazır sen yokken kız kıza bir gece geçiririz. Seni seviyorum."

Telefon görüşmesi bittikten sonra Güven masanın üzerinde duran yaşam ağacı motifi kazınmış mdf plakasını ve gazete kupürünü eline alıp sandalyesini kendi etrafında döndürerek camdan dışarıyı izlemeye koyuldu. Rüzgâr sesi, dışarıdaki yağmurun kasvetini ofisinin içine taşırken Güven, başlığı sesli bir şekilde okudu.

"1Kasım 1969 Soluk Gazetesi. Yaşam Ağacı Katili'nin Yeni Kurbanı."

Güven'in sıcacık ofiste gevşeyen bedeni, aniden cama vuran sert rüzgârla birlikte irkildi. Sandalyesini yeniden masasına doğru döndürüp elindekilere bakmaya devam etti. Birkaç dakika bekledikten sonra gözleri, masanın üzerine bıraktığı telefona kaydı. Arayacağı kişi belliydi. Arayıp aramamak arasında gidip gelirken elindeki yaşam ağacı motifi işlenmiş mdf plakası yere düştü. Plakayı yerden aldı.Hızlıca kalemliğin yanındaki uzaktan kumandayı alıp açma tuşuna bastı. Hızlıca açılan televizyonun ekranında beliren sevgilisinin yüzünü gördüğünde gülümsedi.

"Her zaman karşımda, her zaman yanımdasın," dedi İpek'in yüzüne bakarak. Dizinin eski bölümlerinden biri oynatılıyordu. Akşam kuşağında yeni bölümler yayımlanmadan önce gündemde olan dizinin ekmeğini sürekli yemek isteyen kanal, böyle bir fikirlehem daha önce izlememiş kitleye oynuyor hem dizinin hayranlarına yeniden izleme fırsatı sunarak reytinglerini her zaman zirvede tutmayı amaçlıyorlardı. Güven, masanın üzerindeki telefonu aldı vekayıtlı numaralardan aradığı ismi hızlıca bulup arama tuşuna bastı.

"Bu aramayı neye borçluyuz acaba?"

"Uzun süredir konuşmadığımızı fark ettim yalnızca."

"Uzun zamandır kimse ile konuşmadım. İşe gidip geliyorum yalnızca. Beni oyalayacak hiçbir şey yok. Ot gibiyim."

"En azından yaşıyorsun."

"Öyle de denebilir."

"Bence senin evlenmen gerekiyor. Yaşında geldi."

"Yok canım, sen de. Evlilikmiş, güldürme beni. Cesaret edip İpek'e evlenme teklifi edersen, ben de bir ilişkiye başlamayı kabul edebilirim."

"Her neyse. Benim için bir şey araştırmanı isteyeceğim."

"Ya bir şey istersinya da canın sıkkındır. Başka bir şey için aramazsın. İpek nasıl?"

"Evde dinleniyor. Altmışlı yılların sonunda ortaya çıkan bir seri katil hakkında bilgiye ihtiyacım var."

"Benim de buzlu viskiye. Ne yazık ki mesaideyim. Katilin adı ne?"

"Yaşam Ağacı Katili diye bir isim takmışlar o zamanlar."

Hattın diğer ucunda kısa bir süre sessizlik oldu. Arkadaşının duraksamasının sebebi, katilin ismi üzerine düşünmesinden kaynaklanmıyordu ve Güven, bunu bilecek kadar uzun süredir tanıyordu onu.

"Beni dinliyor musun?"

"Evet, evet. Yaşam Ağacı Katili demek... Bu kadar eski bir olayla birdenbire neden ilgilenmeye başladın?"

"Ofise geldiğimde haftalık postaların arasında bir zarf vardı. Bu zarfın içerisinde Soluk'un 1969 yılında basılmış bir haberi, yanında da ince bir tahtaya oyulmuş bir ağaç sembolü vardı."

"İlginç. Bu tarz garip bir şey daha önce de gelmemiş miydi başına?"

Karşı taraftan bir kahkaha yükseldi. Güven Dağlı'nın yaşadığı ilk gariplik değildi bu elbette. Yazdığı makaleleri, haberleri beğenmeyen insanlardan aldığı postaların en ilginci de değildi. Hatta ince bir tahtaya kazınmış bir ağaç sembolünden çok daha kötüsü de vardı. Büyük, sarı kargo zarfıyla gönderilen insan dışkısı gibi... Ama hissediyordu.Bu zarfta başka bir şey vardı. Her zaman hislerine güvenerek hareket ettiğinden arkadaşına konu üzerine araştırma yapması için ısrar etti.

"Tamam, tamam. Ne yapabilirim, bir bakacağım. Sembolün fotoğrafını bana göndersene."

"Olur"

***

Tekin Devir ile Güven Dağlı'nın ilişkileri oldukça eskiye dayanıyordu. Üniversitenin ilk yıllarında başlamıştı arkadaşlıkları. O zamanlar içi içine sığmayan bir genç olan Güven fazlaca meraklı, araştırmayı seven ve neredeyse spor dallarının hepsinde başarılı bir öğrenciydi. Bu yüzden birçok öğrenci tarafından kıskanılırdı. Oldukça sosyal bir genç olmasına rağmen arkadaşlık ilişkileri hiçbir zaman kuvvetli olmamıştı. Kendisini birine tanıtmaya çalışmak yerine, onu tanımak isteyen insanların bu konuda uğraş göstermelerini isterdi. Hayatın, birçok şey için uğraşmaya değmeyecek kadar kısa olduğunun bilincine çok erken varmıştı. Henüz öğrenciyken sevmediği derslerden biri olan sosyoloji dersinin hocası ile tartışarak sınıftan ayrıldıktan sonra okulun kampüsünde dolaşıyordu. Yüzücülük kulübünün öğrencisi olduğundan kapalı yüzme havuzuna erişimi vardı. O gün yapacak başka bir işi olmadığı için sosyoloji profesörüne söylenerek kapalı havuza gitmiş, soyunma odasında hızlıca üzerini değiştirdikten sonra kendini sıcaklığı yirmi sekiz derece olarak ayarlanmış suyun içerisine bırakmıştı. Dakikalarca havuzun bir ucundan diğerine yüzdü fakat onu izleyen gözler olduğundan habersizdi. Soluklanmak için durduğu sırada, ellerini havuzun kenarına dayayarak başına taktığı boneyi çıkardı. O zaman ona doğru gelen ikiçift ayakgördü. Saniyeler içinde çenesinin altına sert bir tekme indi. O daha ne olduğunu anlayamadan bir çift kol onu havuzdan çıkardı. Daha saldırganların yüzlerini görmeden havuzun kenarında, kanlar içinde tekmelenmeye devam etti. Kavga, Güven'in olaylı bir ayrılık yaşadığı eski sevgilisi ile alakalıydı. Yakın erkek arkadaşları, kalbi kırılan kızın intikamını almak gibi saçma bir niyet içerisindeydiler.O, karşı koymadan, gelen darbelerin bitmesini beklerken şimdilerde yakın arkadaşı olan Tekinde antrenman yapmak için kapalı yüzme havuzuna giriyordu. O yıllarda Güven gibi herkesin dikkatini çeken bir fiziğesahip olan Tekin, koşarak takım arkadaşının üzerindeki iki çocuğu kenara itmiş ve ona doğrulup kalkabilmesi için fırsat vermişti. Kavga, kişi sayısı olarak eşitlenmişti.Omuz omuza kavga eden ikili dakikalar sonra patlamış dudaklarından çenelerine kandamlaları akarken, kaçan diğer iki çocuğu gülümseyerek izlemişti. Uzun süredir takım arkadaşı olmalarına rağmen resmî olarak tanışmamışlardı. Tekin, elini uzatarak ismini söyledikten sonra Güven kendisine uzatılan bu eli geri çevirmemiş, böylece yıkılamayacak dostlukları başlamıştı.

***

Cellat, avına saldırmak için uygun anı bekleyen bir kartal gibi bekliyordu Beykoz Ormanları'nın ağaçları arasında. Sıcaklık neredeyse eksi derecelere kadar düşmek üzereydi. Dondurucu soğuğa eşlik eden yağmur, celladın yüzündeki siyah kar maskesini ıslatıyordu. Cellat, bundan rahatsız olmamıştı.

Aksine bu hava koşullarında ortadan kaybolmak onun için çok daha kolay olacaktı. Planladığı gibi malikâneyi gözetleyebileceği ağaçlardan birinin ardında soğuğave yağmura aldırış etmeden bir süre daha bekledi. Kısa bir süre sonra, iki kadının cam terasa çıkıp gülüşerek sohbet etmelerine tanıklık etti.

Çamurlu zemine koyduğu siyah bez çantasından, yağan yağmurun kısıtladığı görüşünü netleştirecek siyah bir gözlük çıkarıp hızlıca taktıktan sonra beklemeye devam etti.

Zamanı geldiğinde hareket edecek, kusursuz bir giriş çıkışla amaçladığı işi sonuca kavuşturacaktı. Hareket etmeden önce ayağındaki botlara iki adet siyah poşet geçirip yavaş adımlarla malikâneye doğru ilerlemeye başladı. Yağmur, ayak izlerini silecekti elbette ama riske girmeye değmezdi.

Hiçbir iz, hiçbir kanıt kalmamalıydı geride. Malikâneye doğru giderken çok cepli, kamuflaj desenli avcı pantolonunun cebinden çıkardığı lateks eldivenleri takmayı ihmal etmedi. Ağaçların ardından malikânenin bahçesine girmek oldukça kolay olmuştu.

Alt katlardaki camlardan birinin önüne geldiğinde içeri girebileceği en uygun noktaya çoktan karar vermişti. Evi gözetlemesi boşuna değildi. O, yırtıcı bir hayvandı ve yırtıcı hayvanlar saldırmadan önce daima avlarını gözetlerdi.

Hizmetli kadın, celladın bulunduğu camın ardındaki odanın ışığını açtığında cellatnefesini tuttu. Sonradan yapacaklarını düşünerek ayak parmaklarından saç diplerine kadar yayılan heyecan dalgasının tadını çıkardı. Odanın ışığı kapandıktan sonra iki camın arasında, yazın açan sarmaşıkların evi daha kolay kaplaması için hazırlanan tahta düzeneğe tırmanmaya başladı. Yağan yağmur onu etkilemiyordu.

Siyah gözlüklerine damlayan yağmur taneleri görüşünü biraz kapatsa bileyaptığı eylem onun için çocuk oyuncağıydı. Üst katın camının hizasına geldiğinde yan tarafındaki pencereyedoğru bir hamle yaptı. Kısa bir uğraşın ardından kilitli olmayan pencerekolayca açıldı. Bu, onun için küçük bir sürprizdi yalnızca.

Pencereden içeri girdi. Karanlık odaya ilk adımını attığında, botlarına bağladığı poşetleri ayağından çıkarıp pantolonunun cebine attı. Pencereyi kapatmadan önce sakince dışarıyı izledi.

Evin hizmetlisi olan yaşlı kadının, konakladığı misafirhaneye doğru gidişini gülümseyerek izledi. Maskenin ardındaki gülümseyişi, avına saldırıp onu öldürdükten sonra kanlı dişlerle etrafına bakan bir aslanın gülümseyişi ile aynıydı. Gurur ve özgüven...

Pencereyi sakince kapattıktan sonra karanlık odanın içerisinde dikilerek evi dinledi. Karşısındaki açık kapının ardında boylu boyunca uzanan koridor, loş ışıklarla aydınlanıyordu.

Öyle gözü yoracak kadar parlak olmayan ışıklar,zaten eski olan eve daha nostaljik bir hava katıyordu. Koridor boyunca uzanan ışıklar, eski sokak lambalarına benziyordu. Belki de yalnızca dekor için oradaydılar.

Cellat, koridora doğru bir karınca kadar sessiz adımlarla ilerledi. Ceplerinden birinden, önceden hazırladığı eterli mendili çıkardı. Hedefi, merdivenlerin başındaki odada olmalıydı.

Uzun koridora adımını ilk attığında alt kata inen merdivenlere baktı. Herhangi bir hata durumunda kaçabileceği yerlere ulaşmak oldukça kolaydı. Aslında kaçmasına gerek dahi kalmazdı. İki kadınla kolayca başa çıkabilirdi.

Cellat, oldukça sportif bir vücut yapısına sahipti. Giydiği kıyafetler yüzünden daha da heybetli görünüyordu bedeni.

Uzaktan bakıldığında, az aydınlatılmış bir koridorda sessizce yürüyen bir karabasandan farksızdı ve henüz başkalarının rüyalarını cehenneme çevirmeye başlamamıştı.

Hedefinin içinde olduğunu düşündüğü odanın aralık kapısından içeriye dikkatlice baktığında odanın boş olduğunu görüp merdivenlerin başına kadar geri çekildi.

Ebeveyn yatak odası olduğunu düşündüğü odadan gelen sesi duyduğunda vermek üzere olduğu nefesini tutup kendini olası bir karşılaşma anı için hazırladı.

"Yağmur!"

Alt kattan cevap kısa sürede geldi.

"Efendim!"

"Bizim baş belası gecikecekmiş. Benim de hevesim kaçtı. Seni eksem kızar mısın?"

"Hayır, sorun değil!"

İki kadın arasındaki konuşma bittikten sonra cellat,hedefinin konumunu belirlemişti. Alt kata inen merdivenleri sessiz adımlarla katedip mutfak tarafına doğru ilerledi.

Kapısı olmayan devasa mutfağın girişindeki duvarın yan kısmından tek gözle içeriye baktı. Genç kız buzdolabına doğru eğilmişti.

Mükemmel bir an,diye düşündü. Amacı kıza doğru ilerleyerek onu kolayca etkisiz hâle getirmekti. Aralarında bir adımlık mesafe kaldığında genç kız buzdolabına doğru uzattığı başını kaldırıp ona doğru döndü.

Malikânenin eski duvarları arasında boğazına düğümlenen sessiz çığlık, kızın ağzını kapatan bir çift elle kesildi. Saniyeler sonra bedeni celladın kollarında hareketsizce yatıyordu. Kızın elinde tuttuğu yeşil elmalar, mutfak zeminine yayıldı.

Cellat, genç kız kollarındayken buzdolabının önüne solmuş bir gül ve buruşmuş bir kâğıt bıraktı ve otuz saniye bekleyip yukarıdan herhangi bir ses gelmediğinden emin olduktan sonra, kollarındaki küçücük bedeni mutfağın bahçeye açılan kapısından dışarıya taşıdı.

Dakikalar içerisinde karanlığa gömülen ormandaki ağaçların arasında gözden kayboldu.

***

Güven, telefonu çaldığında bir süredir üzerinde çalıştığı makalesinin ön okumasını yapıyordu. Mükemmeliyetçi oluşu sebebiyle yazdığı her sayfayı defalarca okuyordu.

"Bana bu kadar kısa sürede geri dönüş yapacağını düşünmemiştim."

"Ben de düşünmemiştim. Hatta herhangi bir şey yapmak için bile isteğim yokken senin için araştırma yapacağımı aklıma dahi gelmezdi."

"O kadar boşluktasın yani."

"Evet, o kadar boşluktayım. 'Ot gibi yaşıyorum.' derken doğruyu söylüyordum. Bir ara buluşup bir şeyler içelim. Sen mükemmel işin ve mükemmel ilişkinden bahsedersin, ben de mükemmel olan hayatımdan."

"Kulağa hoş geliyor. Hava açarsa hafta sonu bizim bahçede güzel bir yemek organize edebiliriz. Gülten Hanım'ın karnıyarığına bayılıyordun sen."

"Harika olur. Her neyse. Kısa bir araştırma yaptım. Daha doğrusu elimde olan sınırlı kaynaklarla ve kulaktan dolma bilgilerle aradım seni. Bu gece karakolda herhangi bir aksiyon yok. Şehir bu gece yeterince kötü değil. Senin olaya ait bilgiler çok geçmişte olduğu için kaynaklarda sınırlı anlayacağın."

"Bana elle tutulur bir şeyler söylemezsen karnıyarığı unut."

"Olaylar, 1969 yılının sonbaharında cereyan ediyor. Katilin ortaya çıkışı, işlediği ilk üç cinayetle başlıyor. Medyanın ona Yaşam Ağacı Katili demesinin sebebi, öldürdüğü kişileri yaşlı ağaçların altına gömmesi ve gömdüğü toprağın üzerine, tıpkı bana gönderdiğin fotoğraftaki gibi üzerinde yaşam ağacı olan semboller bırakıyor olması. Katil aynı zamanda kurbanlarını kaçırdığı noktalara kırmızı bir gül bırakıyor. Kısa süre sonra yaşları on altı ile yirmi arasında değişen maktullerin cesetleri bir şekilde ortaya çıkıyor. Sana gelen gazetenin tarihi neydi?"

"1Kasım 1969, bugünün tarihi ile aynı."

"Çok ilginç. Kayıtlara göre o tarihten itibaren aylarca başka bir kurbanı olmuyor katilin. Halk rahat bir nefes alıyor tabii.

Ama teşkilat araştırmayı bırakmıyor elbette. Katilin cinayetleri işlediği yer ya da yerler belirlenmese de bulunan cesetlerden haritalandırma yapılarak, bir alan belirlenip arama yapılıyor.

Belgrad tarafında terk edilmiş bir evde bulunan on altı tane yaşam ağaçlı mdf plakası, polislerin odak noktasının bu ev olmasına sağlıyor. Haftalarca süren gözlemden ve bekleyişten sonra bir gün bir adam geliyor terk edilmiş eve. Baskın, anında gerçekleşiyor ve Mustafa Çağan isimli adam gözaltına alınıyor.Ardından görülen ilk davada ömür boyu hapis cezasına çarptırılıyor."

"Biri neden bana Yaşam Ağacı Katili'nin işlediği son cinayetin haberini ve sembolünü olaydan yıllar sonra aynı tarihte göndersin ki?"

"Bilmiyorum. Delil deposunda eski olsa da kayıtlar duruyordur ancak bir poşetin içerisinde keçeli kalemle işaretlenmiş birkaç yaşam ağacı sembolünden başka bir şey bulamayacağıma eminim."

Güven, masanın üzerindeki sembolü eline alıp incelediğinde sembolün arkasında keçeli kalemle yapılmışküçük çarpı işaretini gördü.

"Delilleri işaretlemek için her zaman çarpı işaretini mi kullanırsınız?"

"Evet, kolay oluyor."

"Elimdeki sembolün üzerinde de çarpı işareti var. Sizin delil deposundan benim ofisime nasıl gelsin?"

"Böyle bir şey imkânsız. Tesadüf olabilir. Zarf, nasıl bir zarftı?

"Mektup zarfı büyüklüğünde ama beyaz değil. Oldukça sararmış. Adresim üzerine muhtemelen daktilo ile yazılmış. Gönderici adresi yok."

"Muhtemelen bir şey çıkmaz. Benden bu kadar. Başka bir şeye ihtiyacın olursa Gülten Hanım'ın karnıyarığı ve viskim hazır olmadan arama."

Güven gülümseyerek,"Görüşürüz," dedikten sonra telefonu kapattı. Elindeki sembolü parmaklarının arasında çevirip düşünceleredaldı. Birkaç dakika sonra makalesini yazdığı bilgisayarın ekranına görüntülü arama bildirimi yansıdı.

"Selam, tatlım."

Sevgilisinin ekrana yansıyan yüzünü gördüğünde içtenlikle gülümsedi.

"Selam, bir tanem. Araman harika oldu. Saçma bir konu üzerine düşünmekten çalışamıyorum."

"Nedir canını sıkan?"

"İşle ilgili. Seni de hiç sıkmayayım."

"Hava daha da kötüleşti. Bu mevsimde bu evi hiç sevmiyorum. Rüzgâr sanki evin içerisinde esiyor. Ayrıca şu inadından vazgeçmelisin. Ahşap pencerelerin yerinden azından bu rüzgâr gürültüsünden kurtulabileceğimiz pencereler taktırmalıyız. Bu ses beni ürkütüyor."

"Pencereleri sevdiğimi biliyorsun.Babaannemin evini anımsatıyor bana."

"Evet, bu hikâyeyi daha önce de dinledim. Sen ne istersen o elbette. Ama korkuyorum."

"Lütfen... Birlikte yaşıyoruz. Yalnızca benim ne istediğimin önemi olmamalı. Üst katın pencerelerini değiştirelim, alt kattakiler kalsın. Ne dersin?"

"Kulağa güzel geliyor."

Güven, sevgilisinin yanında olmayı veonu kollarının arasına alıp öpmeyi çok istedi. Şuanda belki de ihtiyacı olan tek şey buydu. İpek ona huzur veriyordu. Onunlayken savunmasızdı, onunlayken dünyanın dışındaydı.

"Bana şöyle bakmayı bırak, lütfen."

"Nasıl bakıyormuşum?"

İpek, çenesinin altındaki ellerini çekip, gülümseyerek erkek arkadaşına göz kırptı.

"Sanki hemen eve gelmemi istiyormuşsun gibi. Tanrım, şu an ben de eve gelip seni kollarımın arasına almak istiyorum ama makaleyi bitirmem gerek."

"Geç geleceksin o zaman, öyle mi?"

"Öyle olacak gibi görünüyor."

"Biz de senin için hazırlık yapacaktık. Hava kötü diye erken geleceğini düşünüp beraber film izleyebileceğimize inandırmıştık kendimizi. Neyse ki birkaç gün daha setim yok."

"Telafi edeceğim, merak etme."

Bilgisayar ekranına yansıyan güzeller güzeli sevgilisinin görüntüsünü izlemeye koyuldu.

"Yağmur!

Bizim baş belası gecilecekmiş.

Benim de hevesim kaçtı.

Seni eksem kızar mısın?"

"Demek baş belasıyım."

"Evet. Ama tatlı bir baş belası..."

İki âşık sohbet etmeye ve birbirlerine kur yapmaya devam ettiler. Dünyalarını birbirlerine açtıklarında alışma süreçleri kolay olmasa da birbirlerine duydukları aşk hiçbir engel tanımamıştı. Aralarında heyecan hiçbir zaman bitmeyecek gibiydi. İlişki dinamikleri her zaman yüksekti ve tükenmeyecek hissi veriyordu. İpek'in ekrana yansıyan gözleri bir anda odasının kapısına döndü.

"Ne oldu, bir tanem?"

"Hiç... Bir çığlık duyduğumu sandım. Korku filmi izleyecektik. Gelmeyeceğimi söylediğim için Yağmur tek başına izlemeye başladı sanırım. Şimdi biraz uyumak istiyorum. Soğuk hava iyice uykumu getirdi. Eve geldiğinde lütfen beni uyandır. Seni seviyorum."

"Seni seviyorum."

Çağrı sonlandıktan sonra ekrandaki görüntü küçülerek kayboldu. Güven, birkaç dakika ekrana öylece baktıktan sonra bilgisayarın ekran ışığı yavaşça kayboldu.

Karşısındaki siyah ekranda yansımasına bakarak içindeki huzursuzluğun geçmesini bekledi. Rüzgâr, ofisin camlarını döverken saat artık neredeyse 22.00 olmuştu. Şehir hâlâcapcanlıydı.

İçindeki huzursuzluk katlanarak artarken çalışmaya ve makalesini yazmaya dair hevesi de kalmamıştı. Ayaklandı. Ofisinin dışarıyı gören camının önüne kadar ilerleyip dışarıyı izledi.

İnsanların arasına karışıp içindeki huzursuzluk geçene kadar dışarıda olmaya karar verdi. Eve gitmeden önce belki bir iki bira içer, kafasındaki düşüncelerden kurtulurdu.

Koltuğunun arkasına astığı paltosunu ve atkısını alıp giydikten sonra ofisinin kapısınıkilitledi ve asansöre doğru ilerledi.

Bina artık neredeyse bomboştu. Giriş katındaki yoğunluk yoktu. Gece vardiyasında çalışan temizlikçi kadının, zaten ışıl ışıl parlayan fayans zemine paspas attığını gördü.

Boynuna doladığı atkıyı çenesine kadar çekerek döner kapıdan dışarıya adımını attığında soğuğu iliklerine kadar hissetti.

Sıcaklık, birkaç saat içerisinde mevsim normallerinin katbekat altına düşmüştü.

Dondurucu soğukve sağanak yağmur devam ederken Albay Faik Sözdener Caddesi'ndeki postane binasının önünde taksiden indiğinde, neredeyse kaldırıma kadar yükselen yağmur suyunun içine attı ilk adımını. Islanan ayağını silkeledikten sonrahızlıca köşedeki kahveciden sola dönüp oradaki barlardan birine attı kendini.

Yağmurdan kaçıp, bara sığınan insanların arasından geçerek bardan bir içki aldı. Bira istemesine rağmen barın ardındaki adamın ısrarıyla ona uzatılan sıcak şaraptanödemesini yaptıktan sonra kenara çekilip ilk yudumunu çekti.

Kiremit bardakta servis edilen sıcak şarabın tadı inanılmazdı. Birkaç yudum sonra alkol tamamen vücuduna yayılmıştı. İkinci kadehinin ortasındayken gözleri bir anlığına dışarıya kaydı. Yağmur daha da şiddetlenmişti.

Artık dışarısı bir felaket anını anımsatıyordu. Ofisten çıkmadan önce aldığı tahta oyması yaşam ağacını parmaklarının arasında gezdirdiği sırada bar tezgâhının üzerine koyduğu telefonu titredi. Çağrıyı cevapladı.

"Karnıyarık daha hazır değil ve senin için viski almadım."

"Allah'ım... Bu nasıl bir hava?"

"Evet. Oldukça kötüleşti."

"Dur bir dakika, sen bensiz dışarı mı çıktın?"

Güven hızlıca bardan uzaklaşarak çıkıştaki tentenin altın geçti. Elindeki sıcak şaraptan bir yudum alarak cevap verdi.

"Hayır, neden aradın?"

"Güzel. İlginç bir şeyler oldu. 69 yılındaki olayla ilgili birkaç haber daha okudum eski kayıtlardan. Biliyorsun, bu gece bizim işler oldukça kesat.

Yapacak başka bir şeyim olmadığından üzerine biraz düşündüm ve kıçımı sandalyeden kaldırıp depoya indim. Depodaki delil kayıtlarına bakmak istediğimde o yıla ait kayıtların hiçbiri olması gereken yerde değildi.

Depo görevlisi olan memurunda hiçbir bilgisi yok. Kayıtlar çok eski olduğu için bina tadilattayken ya da taşınırken kaybolmuş olabilir. Her ihtimale karşı memura yakın yıllardaki kayıtları da kontrol etmesi gerektiğini söyledim ancak... Öyle işte."

"Elimdeki sembol, sizin delil deposundan olabilir mi?"

Derin bir sessizlik oldu.

"Yani, sanmıyorum. Yalnızca garip işte... Yapacak başka bir işim yoktu, senin için uğraşıp depoya bile indim. Araştırmacı olan sensin. Bilgi verdik işte, daha ne istiyorsun?"

Güven, cevap vermeden telefonu kapattı. Bir an durdu ve düşündü. Ofise girdiği andanitibaren geçen sürede etrafında hissettiği kasvet, zihninde kısa süre önce gerçekleşen bir sohbeti hatırlamasını sağladı. Hızlıca mekâna dönüp bar sandalyesinde asılı olan atkısını ve paltosunu giydiği gibi koşarak kendini sağanak yağmurun altına attı. Yağmur o kadar şiddetliydi ki birkaç metre ötesini zor görüyordu. Taksiden indiği caddeye dönerek adımlarını hızlandırdı.

"Hiç... Çığlık sesi duyduğumu sandım. Korku filmi izleyecektik."

İpek'in sesi ve o andaki endişeli yüz ifadesi geldi gözlerinin önüne.

"Yaşları on altı ile yirmi arasında değişen maktullerin cesetleri kısa süre sonra ortaya çıkıyor."

"Taksi!"

Araç gelip Güven'in önünde durdu. Güven, endişesinin yersiz olduğuna kendini inandırmaya çalışıyordu. Araca bindi ve nefes nefese gideceği yeri söyledi.

"Beykoz'a. Üsküdar üzerinden gitme, trafik vardır. Acıbadem'in oradan D-100'e, oradan da Avrupa Otoyolu'na çık."

Taksici kendisine söylenen güzergâhtan ilerlemeye başladı. Güven'in kendini sakinleştirme çabaları faydasızdı. On yedi yaşındaki kardeşini düşündükçe vücudunda dolaşan kan çekiliyordu sanki. Ellerinin arasında tuttuğu telefonu iyice sıkarak, kız arkadaşını arayıp aramamak arasında gidip geldi. Bu, tamamen kendikuruntusu olabilirdi. Boş yere onu da endişelendirmemek için aramaktan vazgeçti.

"Kaç dakika gösteriyor?"

"Yirmi sekiz dakikaya Beykoz'dayız. Malum, hava çok kötü... Otoyol boş ama yavaş gitmek zorundayım."

Güven, emniyet kemerini bağlayıp taksiciye döndü.

"On dakikada orada olursan taksimetrede yazanın on katını öderim."

Taksicinin başka bir şey duymasına gerek yoktu. Emniyet kemerini bağladığı gibi gazı kökledi. On dakikaboyunca Güven'in endişesi hiçbir şekilde geçmemiş, aksine daha da artmıştı.

Evinin önüne geldiğinde cebinden çıkardığı bir tomar parayı saymadan taksicinin önüne bırakıp, hiçbir şey söylemeden taksiden indi. İki yanında aslan heykeli olan heybetli demir kapıyı birkaç saniye içinde açıp ağaçlı yoldan eve doğru koşmaya başladı. Birkaç metre ötesini göremiyordu artık.

Ağaçlarla çevrili yoldaki ışıklar yağmur ve fırtına yüzünden çalışmıyordu. Derisi artık timsah derisi kadar sert ve gergindi. Soğuğu hissetmiyordu. Nereye bastığını bilmiyordu. Kaygan zemin yüzünden birkaç saniye sonra kendini yerde buldu.

Bir iki metre yuvarlandıktan sonra yeniden ayağa kalkıp koşmaya başladı. Bir kaşı patlamıştı.Yağmur suyuna karışan sıcak kan, boynuna doğru akıyordu. Malikânenin kapısına geldiğinde endişesi artık zirvedeydi.

"Yağmur! İpek!

Holden geçerek hızlıca yukarıya giden merdivenlere yöneldi. Merdivenleri çıkarken yeniden seslendi.

"Yağmur!"

İpek, yatak odasından korkuyla fırladı. Endişeyle, Yağmur'un odasına dalan Güven'in yanına koştu. Bir terslik, bir uğursuzluk hissediyordu İpek gecenin başından bu yana.

Uykusunda da rahat değildi. Havanın bu kadar kötü olması ile bağdaştırmıştı bu durumu. Ama şimdi Güven'in peşinde on yedi odalı malikânenin koridorlarında koşarken uğursuzluğun gerçek olduğunun fakına varmıştı.

"Güven! Ne oluyor!"

Güven, önüne çıkansevgilisini hiçbir şey söylemeden geçip alt kattaki odalara koştu. Kız kardeşinin ismini haykırarak açtığı kapıların hepsinin ardının boş olduğunu fark ettiğinde, kalbinin bir yerlerine acı saplanıyordu.

"Belki Gülten Hanım'ın yanına gitmiştir!" diye bağırarak yeniden sağanak yağmurun altına attı kendini. İpek, üzerine hiçbir şey almadan yalnızca geceliği ile çıktı dışarı. Sesleri duyan Gülten Hanım'la misafirhaneye giden yolun ortasında karşılaştılar.

"Güven Bey, sesler duydum. Hayırdır inşallah."

Şemsiyesiyle sağanak yağmurun altında duran kadını sarsıp yaşlı gözlerle ona baktı.

"'Yağmur! Yağmur'u gördün mü?"

"Hayır, en son oda..."

Kadının söylediği başka bir şeyi duymadı kulakları. Tüm sesler çekildi. Tüm görüntüler kendini karanlığa bıraktı ve Güven, karanlığın ortasında artık yüzleşmesi gereken gerçekle karşı karşıya geldi. Gözlerinde biriken yaşlara boğazındaki hırıltılar ve hıçkırıklar eşlik etti. Yağmur suyuna karışan gözyaşlarını silmeye çalışıp önce kız arkadaşına, daha sonra gökyüzüne baktı.

"Yağmur... Onu kaçırdılar."

Continue Reading

You'll Also Like

2.3M 84.5K 48
"What are you doing here?" I gulped at the hoarse voice. Instead of replying, I stared at Maria's corpse lying on the floor. "You smell so sweet." I...
755K 20.2K 64
What happens when you're sold to a pureblood vampire? ~ Brittany, a fifteen year old girl is sold to a pureblood vampire Prince. Purebloods are consi...
9.2K 461 25
yes it's alice x reader although, i gave u a name cuz maybe i dont like urs. Everything that is written about victoria in this story, is about rachel...
5.2M 226K 44
[Completed] ''I was born in flames and chaos. In one moment, I didn't exist at all. In another, air was tearing through the flesh of my lungs.'' Deep...