'Oha! Burak! Teyze oluyorum!'
İşte şimdi bitmişti...
...
Burak ve Asel kapının önünde durmuş, bir Ege'ye bir bana bakıyorlardı. Asel ayakta durmakta zorlanıyor olmalıydı ki, Burak'ın koluna yapışmıştı. Burak ise hafif bir tebessümle olanları anlamaya çalışıyordu. Gerçi şuan bende anlamaya çalışıyordum.
"Burada mıydınız? Her yerde sizi aradık." Nihayet Burak'ın konuşmasıyla ortamdaki sessizlik bozuldu. Boğazımı temizleyip konuştum.
"E-evet, hava almak istemiştim Ege'de buraya çıkardı." Asel kıkırdayarak konuştu.
"Belli, yeterince hava almışa benziyorsunuz." Göz ucuyla Ege'ye baktığımda onunda bana baktığını gördüm. Yanakları kızarmış çilleri tamamen ortaya çıkmıştı. Dudakları, ısırmaktan şişmiş ve kıpkırmızı olmuştu. Utanıyordu belliydi. Ama itiraf etmeliyim ki bu haliyle çok sevimli duruyordu.
Ay üff ne diyorum ben ya?
"Ee böyle bakacak mıyız birbirimize? Aşağı inelim hadi." Onları beklemeden merdivenleri inmeye başladım. Arkamdan gelen adım sesleriyle de peşimden geldiklerini anladım.
Masaya oturmadan önce barmene dönüp ağır bir içecek istedim. Acilen bu geceyi unutmam gerekiyordu! Diğerleri de masaya geldiklerinde kimseyle göz teması kurmamaya çalıştım. Çalıştım diyorum çünkü pek de başarılı olduğum söylenemezdi. Ege yanıma gelip oturduğunda gözlerimiz kısa bir anlığına kesişti. Gözlerimi kaçırıp etrafı inceliyormuş gibi yaptım.
İçeceğim geldiğinde barmenin gitmesini beklemeden kafama diktim ve aynısından bir tane daha istedim. Viskinin keskin tadı boğazımı yaktığında gözlerimi kapattım.
"Yavaş iç. Aklı başında biri olmalı." Toprak'ın sesiyle gözlerimi açtığımda ne ara geldiğini anlamamıştım.
"Ona bir şey olmaz. Bünyesi sağlamdır." Ege'nin sert sesine tek şaşıran ben değildim. Ege'yi ilk defa böyle görüyordum. Bugün onu tanıyamıyordum. Beraber büyüdüğüm kişinin beni öpmesini beklemezdim. Üstelik Ege gibi biri ve ben. Ege'nin bir yanı fazla çocuksuyken diğer yanı çocuksu yanına inat fazlasıyla olgundu. Bense, bendim işte.
Toprak, Ege'ye cevap vermek yerine ters ters baktı. Ortamda fazlasıyla gergin bir hava vardı. Gecenin ilerleyen saatlerinde kafam hafif güzelleşmeye başlamıştı. Asel koltuğun bir köşesinde uyuya kalmıştı. Burak ise bir kız bulmuş dans ediyordu onunla. Ege hiç bir şey yapmadan gözlerini tavana dikmiş duruyordu öylece. Bende onun gibi kafamı koltuğa yasladım.
"Ne düşünüyorsun?" Ege'nin sesiyle gözlerimi ona çevirdim. Bana dönmüş yüzümü inceliyordu.
"Hiçbir şey. Sen?" Hafifçe tebessüm edip cevap verdi.
"Hiçbir şey." Bir süre daha sustuk, sonra ben ayağa kalkıp onuda kaldırdım. Tıpkı onun bana yaptığı gibi sürüklemeye başladım onu.
"Nereye gidiyoruz?" Arkamı dönmeden cevapladım.
"Yıldızlara." Gülüşünü işittim. Usulca hareket uydurdu bana. Beni öptüğü yere geldiğimizde bıraktım elini. Homurdandığını duydum ama umursamadan kenar korkulukların oraya geçip bir sigara çıkardım. Bir tane de ona uzattım. Normalde içmeyi pek sevmemesine rağmen itiraz etmeden aldı elimden. Benim çakmak çıkarmamı beklemeden kendi çakmağıyla önce benim sigaramı sonra kendisininkini yaktı. Sessizce yıldızları izledik bir süre. Sonra cevabını çok merak ettiğim o soruyu sordum.
"Neden öptün beni?" Sanki bu soruyu beklermişçesine güldü.
"Çünkü yeni yıla yapmayı isteyip bir türlü yapamadığım şeyi yaparak girmek istedim."
"Ne?" Sigarasından derin bir nefes çekip bana döndü.
"Körsün Dila. Senin için yanıp bittiğimi göremeyecek kadar körsün. Yıllardır gözlerine bakarken bile içimin titrediğini göremeyecek kadar, yanında kalbimin sesi sana ulaşmasın diye nefesimi tuttuğumu bilemeyecek kadar, en sevdiğim kurabiyeyi bir tek seninle paylaştığımı anlamayacak kadar körsün. Ulan aşkından ölüyorum lan! Herkesi anladın da bir beni anlamadın ya, ne diyeyim sana." Söyledikleri karşısında ne diyeceğimi bilememiştim.
"Ege biz beraber büyüdük. Sen, yani bunca zaman ben anlamıyorum nasıl olabiliyor?"
" Çocukluğumsun sen benim. Bende anlamadım ki ilk. Sana hissettiklerimi Asel'e hissetmiyordum. İlk dedim saçmalama olum olur mu öyle şey? Oldu... Engel olmaya çok çalıştım. Hatta senden uzaklaşmayı bile denedim. Yapamadım ama. Başaramadım." Gözleri dolu dolu bakıyordu. Şok üstüne şok yaşamıştım.
"Ege ben yapamam, yani olmaz anlıyor musun? Sen ve ben ne bileyim garip geliyor. Diyecek bir şey bulamıyorum çıkmaza soktun resmen beni."
"Sen ve ben ne?"
"Biz birlikte büyüdük Ege. Ne bileyim aklımdan bu düşünce geçmedi, geçemezdi de."
"Ya nolmuş beraber büyüdüysek bundan sonra da beraber büyürüz. Ya bak Dila ben bu anın gelmesini çok bekledim. Annemden sonra ilk kez bi kadını istedim ben anlıyor musun?" Sesi titreyince dayanamayıp sarıldım. Sarılmamla bedeni kaskatı kesildi. Ellerini ilk başta nereye koyacağını şaşırmış bir halde kaldı öylece. Sonra belime yerleştirip sıkıca sarılışıma karşılık verdi. Biraz uzaklaşıp alnımı alnına yasladım.
"Bana biraz zaman ver, kafamı toparlayayım. Olur mu?" Cevap vermek yerine kafasını salladı. Garip hissediyordum. Hemde çok garip.
"Çişim geldi." Birden söylediğim şeyle bir iki saniye boş boş baktı önce, sonra kahkasını salıverdi.
"Tamam önce seni çişe götürelim sonra eve geçeriz olur mu?" Kafamı sallayıp tebessüm ettim. Gülünce gamzem ortaya çıkmış olmalı ki gamzemin olduğu tarafa doğru baktı. Bir şey diyecek gibi oldu ama vazgeçti sonra.
"Ne diyecektin?"
"Boşver, önemli değildi."
"Söyler misin? Rica ediyorum."
"Şey diyecektim, ııı gamzen yani gamzenden öpebilir m-mi-miyim?" Bunun için mi kıvranıyordu deminden beri.
"Bilmem öpebilir misin?"
"Öpmeyeyim mi?"
"Bilmem öpmesen mi?"
"Öpmeyeyim yani?"
"Bilmem öpsen mi?"
"Dila bilerek mi yapıyorsun? Zevk alıyorsun değil mi kıvranmamdan?" Kafamı sallayıp güldüm.
"Demek öyle ha?" Burnu burnuma değecek kadar yaklaştı. Bu hareketiyle donup kalmıştım. Elimi bile hareket ettiremiyordum. Nefesi nefesime çarpıyordu. Dudaklarıma doğru fısıldadı.
"Demek bu halimden keyif alıyorsun. Birazdan yapacağım şeyden de ben çok keyif alacağım." Gözleri dudaklarıma kaydığında gözlerimi kapattım. Bu gece için ikinci bir kalp krizi tehlikesi geçiriyordum. Dudaklarımın üzerine minik bir buse bırakıp yanağıma yani gamzemin tam üstüne dudaklarını bastırdı. Geri çekildiğinde gözlerimi açacak ne cesaretim vardı ne de halim.
"Özür dilerim tutamadım kendimi. Hadi gel çişe götürelim seni." Elimden tutup sürüklemeye başladığında düşmemek için gözlerimi açtım. Kadınlar tuvaletinin önüne geldiğimizde elimi bıraktı.
"Hadi güzelim sen güzel güzel yap ben bekliyorum burada."
"O ne biçim bir cümleydi Ege? Çocuğuna yeni tuvalet eğitimi vermiş anne gibi." Dediğime güldü.
"Hadi Dila, sonra 'karnım ağrıyor' diye geziniyorsun." Ona cevap vermeden arkamı döndüm. Tuvalete girip işimi hallettim. Elimi yıkarken gözüm aynaya takıldı. Yanaklarım kıpkırmızı olmuştu. Yüzümü makyajımı bozmayacak şekilde yıkayıp ensemi ıslattım. Biraz olsun kendime geldiğimde elimi kurulayıp çıktım. Ciddi ciddi kapının önünde bekliyordu beni.
"Ege manyak mısın? Niye bekledin kapının önünde?"
"Kaçırmasınlar seni diye." Dediği şeye yüzümü buruşturup masaya doğru yürümeye başladım. Ege'de peşimden gelip bir elini belime koydu. Onunla birden böyle yakınlaşmak mideme kramplar girmesine sebep oluyordu. Burak yanındaki kızla konuşurken gözü bize kaydı. Daha doğrusu Ege'nin belimde ki eline. Hafifçe sırıtıp önüne döndü. Asel'in yanına gidip üzerine Burak'ın montunu örttüm. Burak'a dönüp bizim eve geçtiğimizi Asel'e göz kulak olmasını söyledim. İmalı bir şekilde gülüp tamam dedi. Onuda anlamıyordum bugün.
Montlarımızı alıp çıktık mekandan. Mekandan çıkar çıkmaz kulaklarımın rahatladığını hissettim. Mekanın gürültüsü içime işlemişti resmen.
"Ee eve mi geçiyoruz direkt." Ege sorduğum soruya kafa salladı.
"Evet, bir an önce kendimi yatağa atmak istiyorum." Arabayı diğerlerine bırakıp taksiye bindik. Taksi kapının önünde durduğunda ücreti ödeyip indik. Anahtarı çıkaracak halim bile yoktu. Ege'de bunu farketmiş olacak ki cebimden anahtarı alıp kapıyı açtı. İçeri girer girmez direkt ilk önüme gelen koltuğa kendimi atıverdim. Yanımda bir hareketlilik olduğunda yanıma oturduğunu anladım. Ne o konuştu ne ben. Sustuk sadece. Ta ki sessizliğimizi o bozana kadar.
"Ne düşünüyorsun?"
Omuz silktim sanki karanlıkta görebilecekmiş gibi.
"Bugünü, yarını, geleceği kısacası her şeyi."
"Hadi ama sen geleceği düşünmezsin ki. Hep anlık yaşarsın. Sonrası umurunda olmaz."
"Belki de düşünmenin vakti gelmiştir. Bıktım böyle olmaktan. Hayallerim olsun istiyorum artık. Yarın ne yapsam diye düşünmek istiyorum. Seneye nereye gitsem diye plan yapmak istiyorum. Herkes gibi olmak istiyorum."
"Sen herkes değilsin."
"Ama diğerleri öyle yaparak mutlu olmuyor mu?"
"Hayır, sadece mutluymuş gibi yapıyorlar."
"Mutlu değiller mi yani?"
"Hayır, sanmam."
"Peki sen, sen mutlu musun?"
Sanki çok zor bir soru sormuşum gibi sustu bir süre.
"Şuan mutluyum."
"Peki ya sonra? Sonra da mutlu olacak mısın?"
Bana doğru dönerek ellerimi tuttu. Buz gibi olan ellerim sıcacık ellerinin arasında kaybolmuştu.
"Mutlu olup olmayacağımızı kendimiz belirleriz delibalım. İnsan neyle mutlu olacağını kendisi bilir."
"Ben niye mutlu olamıyorum o zaman? Mutlu olmayı istiyorum ama olamıyorum. Ben mi bozuğum?"
"Hayır sen bozuk felan değilsin. Sadece mutlu olmak için kendine izin vermiyorsun. Hep kısıtlıyorsun kendini. Bu da mutsuz olmanı sağlıyor."
"Ama ne zaman mutlu olur gibi olsam hep bir sorun çıkıyor. Hem nasıl mutlu olunur bilmiyorum ki ben."
"Her şeyle mutlu olabilir insan. Sevmek, sevilmek de mutlu eder."
"Sevmekten de sevilmekten de korkuyorsam ne olacak? Hem sevmek ne demek onuda bilmiyorum ki ben."
"O zaman korkularının üzerine gitmelisin. Korkularını yenmezsen ne sen mutlu olursun ne de birini mutlu edebilirsin."
"Peki sen, sen biliyor musun sevmenin sevilmenin ne demek olduğunu?"
"Sevmeyi seninle öğrendim. Sevilmeyi de sen öğret bana. Olmaz mı?"
O an ilk defa gerçekten birini sevmek istedim.
"Ama ya canımız yanarsa?"
"Mmmmhhh o zaman zehirimiz de biz oluruz panzehirimiz de."
Söylediği şey gülümsememi sağladı.
"Olur mu gerçekten?"
"Sen iste yeter ki."
Ona doğru dönüp heyecanla ellerimi çırptım.
"İstiyorum!"
Karanlıkta olmamıza rağmen gözlerinin ışıldadığını görebiliyordum. Büyük gülümsemesi tüm yüzüne yayıldı gamzeleri ortaya çıkıp 'biz buradayız' diye bağırıyorlardı.
"Çok mutlu olucaz söz veriyorum."
"Ne sözü?"
"Çilek sözü."
"Çilek sözü."
Aynı anda dediğimiz şeyle gülümsemem büyüdü. Yaklaşıp dudaklarına minik bir buse kondurdum. Gözüm duvardaki saate takıldığında gözlerim yuvalarından çıkacak gibi hissettim bir an.
"Ege!" Birden bağırmamla yavrucak korkmuştu.
"Noldu? Bir şey mi oldu?"
"Saat 4 olmuş sabah dersim var hayatta kalkamam. Bay kahve beni maffedecek!"
"Sakin ol delibalım. Hocaya rahatsızdım dersin."
"Ay Ege saçmalama, özellikle tembihlemişti beni. Yarın gitmezsem vurur kesin."
Ayağa kalkıp konuştu.
"O zaman seni uyutmamız lazım. Sabah da ben kaldırırım seni."
"Ama ya sende uyuya kalırsan?"
"Ne zaman uyuya kaldım ben?" Doğru, uyumayı benim aksime hiç sevmezdi. Kollarımdan nazikçe tutup ayağa kaldırdı beni. Daha sonra aniden kucağına almasıyla tiz bir çığlık kaçıverdi dudaklarımın arasından. Kollarımı refleksle boynuna dolayıp konuştum.
"Ege! Birden yapılır mı bu?" Boynuma minik bir öpücük kondurup güldü.
"Senin kalkasın yoktu ne yapayım?"
Üst kattaki odama doğru çıkıp, kapıyı açtı. Ayağıyla kapıyı kapatıp beni yavaşça yatağa bıraktı ardından dolabıma yöneldi. Dolabımın çoğunluğu Ege'nin kıyafetlerinden oluşuyordu. Onun kıyafetlerini giymeyi sevdiğim için ne zaman kendine bir şeyler alsa bir iki kere giyip bana veriyordu. Bana bir tişört çıkartıp kendine de bir şeyler aldı.
"Sen mi giyersin, ben mi giydireyim?" Pis pis konuşmasına sırıtarak karşılık verdim.
"İstersen sen giydir."
"Ben giydirirsem işin sonunda ikimizde çıplak oluruz o yüzden senin giymen daha iyi sanki." Üzülmüş gibi konuştum.
"Olurdu aslında ama neysee." Kahkası tüm odayı doldurmuştu. Uzattığı tişörtü alıp banyoya geçtim. Aynada kendime bakınca saçlarımın kanatlandığını düşündüm bir an. O kadar çok kabarmıştı ki kocaman bir ağaca benziyordum. Saçlarımı tepeden saçma sapan bir topuz yapıp elbiseyi çıkarttım. Ardından tişörtü giydim. Saçlarımı dışarı çıkarken bağlamak istesem böyle olmazdı. Kendi kendime söylene söylene yüzümü yıkayıp makyajımı temizledim. Nemlendirici sürüp banyodan çıktım. Ege çoktan yatağa atmıştı kendini. Işığı kapatıp hemen onun yanında yerimi aldım. Başımı göğsüne yaslayıp gözlerimi pencereme çevirdim. Odamın en sevdiğim özelliği boydan boya cam ile kaplı olmasıydı. Gökyüzünü izlemeyi çok severdim. İyi gelirdi yıldızlarla konuşmak. Yıldızlara bakarak konuştum.
"Yıldızlar çok güzel değil mi bugün?"
"Onlar hep güzel."
"Biliyorum ama, bugün sanki ayrı bir güzeller."
"Bizim içindir belki."
"Ege?"
"Efendim cam parçam?"
"Beni ne kadar seviyorsun?"
"Yıldızlar kadar." Söylediği şeye yalnızca tebessüm ettim. Sustuğumu görünce konuştu.
"Peki sen beni ne kadar seveceksin?"
"Yıldızlar kadar."
"Söz mü?"
"Söz."
"Ne sözü?"
"Çilek sözü."
"Çilek sözü."
...
Tatatataaaammmmm. Nasıldıı? Şimdi diyebilirsiniz, daha düne kadar arkadaşlardı bunlar ne çabuk felan diye. Dila sevilmenin ne demek olduğunu bilmeyen bir kız. Bu yüzden Ege'ye inanıp sevilmek ve sevmek istiyor. İlerleyen bölümlerde de anlayacaksınız zaten. İyi okumalar diliyorum çileklerim...
🍓🎶