Lake in the Moor

By BelieveAndBeHappy

5.7K 670 4.6K

1852 İngiltere'de küçük bir kasabanın hikayesi. More

bir
iki
üç
dört
beş
altı
yedi
sekiz
dokuz
on
on bir
on iki
on üç
on dört
on beş
on altı
on yedi
on sekiz
on dokuz
yirmi
yirmi bir
yirmi üç
yirmi dört
yirmi beş
yirmi altı
yirmi yedi

yirmi iki

139 24 123
By BelieveAndBeHappy

Söylene söylene eteğimi, bluzumun üstüne giydim. Korsemin bağcıklarını sıkıp, hızlıca bağladım. Aynamın önünde saçlarımı taramaya çalıştım ama tel tel olup ayrıldıklarında üstünde kokusu odama yayılsın diye bırakılmış gül yapraklı suya elimi batırıp saçlarıma sürdüm. Belimden aşağıya uzanan dalgaları kontrol etmesi zorlaşırken ne diye kestirmemekte inatçı olduğumu anlayamıyordum. Belki eskiden anlayabilirdim ama şimdi? Artık ne Oliver'ın bende neyi sevdiği ya da ne düşündüğü umurumda olmalıydı ne de onun beni güzel bulup bulmayacağı.

Elimdeki tarağı bıraktım. Elim annemin makaslarından birine uzandı. Uzun bir süre makasa baktım. Sonra da aynadaki kendime. Kahverengi saçlarımı elimde dolayıp bir kenara çektim. Oliver saçlarımı beğendiğini söylediğinde sadece on dört yaşındaydım. O zamandan beri saçıma birinin dokunmasına izin verdiğimi hatırlamıyordum.

"Connie!"

Luni elindeki çamaşırları bırakıp hızlıca yanıma geldi ve makası elimden aldı. Bana sanki bir insanın saçını kesmesi yapabileceği en korkutucu şeymiş gibi bakıyordu.

"Ne yapıyorsun!"

"Saçlarımı kesecektim."

"Neden!"

Omuz silktim. Luni saçlarımı arkama alıp bıraktığım tarağı da aldı. Aynı saçlar aynı tarak olmasına rağmen o taradığında her şey daha kolay görünüyordu. Kokulu yağlardan birini aldı. Ayrılan tellerin üstüne yedirince saçlarım daha çok parlamaya başladılar. Hepsini arkaya alıp kulaklarımın arkasına soktu saçlarımı da. Yüzümün açılmasını sağladı.

"Gördün mü? Bütün bu güzelliği bozacak kadar da taş kalpli olamazsın, çöreğim. Bu saatte hazırlanmış nereye gidiyorsun?"

"Jamie'yi görmem gerek." Onu öldürecektim. Gerçekten Daphne'ye söylediklerine inanamıyordum. Sanırım Daphne'yi de öldürmek istiyordum. Dünden beri tek düşünebildiğim, bana uykuya dalmakta bile zorluk çektiren düşünce buydu.

Luni yüzünü astı. Hiçbir şey söylemeden arkasında bıraktığı eşyaları toplamaya başladı. Ben de şaşırıp yerimden kalktığım gibi yanına geldim. Eşyaları alıp ona yardım etmeye çalıştım ama izin vermedi.

"Neyin var, Luni?"

"Annen. Dün olanları anlattı. Jamie mi? Beraber vakit geçirdiğinizi biliyordum ama bu karar?"

"Kimseyle evlendiğim yok," dedim ayakkabılarımı yatağımın altında atarken bir tanesini Tipper'ın ağzına gördüm. Tüm karlar erimiş, bugün şaşırtıcı bir şekilde Misty Moor kör edici sisinden arınmıştı. Mart ayına yaklaşıyor olmamızla, soğuk kırılır oluyordu bazen. "Annem büyütüyor her şeyi."

"Bay Thompson ile evlenmeyeceksin o halde?"

Sessiz kaldım. Bunu benim dışımda herkes biliyor görünüyordu. Benim de Thompsonlar da öğrenmek istediğim buydu. Benim evet ya da hayır cevaplarını bilmeden verilmiş olduklarını düşünüyordu herkes.

"Luni..."

"Biliyordum," dedi Luni başını iki yana sallarken. Jamie'den hoşlanmadığını bilmiyordum. Jamie'de hoşlanılmayacak neyin olduğundan da emin değildim. Belki kendine olan fazla güvenli görüntüsüydü.

"Sonunda evleneceğim için mutlu değil misin?"

"Elbette mutluyum," dedi ama çok açıktı mutsuzluğu. Bana bakana kadar önüne oturup bekledim. Jamie Thompson'ın hayatını gözlerinden çekene kadar ona eziyet çektirmeyi dört gözle bekliyordum ama Luni'mi üzmek her şeyi arkaya itiyordu. Çoktan her şeyi mahvetmiş, herkesi üzmüştüm. Luni'yi, beni karşılıksız sevgisiyle yormayan tek kişiyi üzemezdim. Onu bile bile üzdüğüm an anlardım artık cehennemin en altında yanmaya layık bir iblis olduğumu. Dostluğu, anaçlığı ve varlığı sadece saf bir sevgiden oluşuyordu.

"Jamie'yi sevmediğini bilmiyordum."

"Elbette seviyorum. Ama sen sevmiyorsun, çöreğim."

Saçında gri teller oluşmaya başlasa da hala ay renkli saçlarını topladığı topuzu fazla ışık saçıyordu. Geniş alnı, yanakları ve yuvarlak düğme gözleri bile sıcaklık, güven saçıyordu.

"Elbette seviyorum. Jamie... iyi biri."

"İyi. Efendi biri. Bir soylu. Üstelik zengin. Seni de sevdiğine şüphem yok. Ama sen onu bir eş olarak sevmiyorsun. Ben anlarım. Seni tanıyorum."

"Yapma, Luni. Evlenmek için aşkı beklemek çok aptalca değil mi? Annemin söylediği gibi, iyi bir fırsatı geriye itemem. Aşk ile evlenmek bir lüks." Luni'ye neden Jamie ile evlenmeyi dilediğimi söyleyemezdim. Anneme söyleyeceği ihtimali bir yana, sırf bu yüzden sevmediğim bir adamla hayatımı birleştirmemi fazla barbarca bulurdu kendime karşı.

"Ama sen zaten aşıksın çöreğim. Ve adın kadar iyi biliyorsun ki o da sana."

Şimdi her şey daha mantıklı görünüyordu. Jamie ile hiçbir derdi yoktu Luni'nin. Oliver'ı sevdiğimi, Jamie'ye karşı ona duyduğum hislerin binde birini dahi hissetmediğimi biliyordu. Beni iyi tanıyordu çünkü.

  Ama ona neden Oliver'ı seçemeyeceğimi anlatmamın imkanı yoktu. Anlamayacaktı. Annemin askine, aşkı anlıyordu. Evliliğin bir müessese olmasından çok daha ötede, kutsallığını yalnızca karşılıklı bağ ve sevgiyle koruyabileceğini anlıyordu. Bana sadece para ve toplumda bir yer vermesinden de ötede görüyordu. Ancak bir kadın aşkla ya da aşksız evlenmesinin yine de onu bir eş olarak tutacağı konumu görmüyordu. Benim Oliver'a karşı hayır dememin ardında aslında ne kadar güçsüz olduğumu herkesin görmesinden nasıl korktuğumu, Oliver benden ne isterse- hayır istemese bile sadece benim dileğim dışında bir şeyi arzu etse dahi- kendimi onun sevgisinde kaybedip onun için yaşayacağımı ve bunun nasıl benim için yaşayabileceğim en keyiflendirici eziyet olduğunu anlayamazdı.

Tek başımayken, kendi isteklerimle ilerlemek kolaydı. Bir erkeğin eşi olarak ilerlemekse hepsini daha da kolaylaştırırdı. Ancak sevdiğim bir erkekle evlenmek ve onun eşi olmaktan mutluluk duymak kendi kimliğimi değiştirir, beni bambaşka biri yapardı. O halde yapma, o olma, ipleri eline al. Bunları düşünmesi kolaydı. Fakat Oliver'ın karşısındaki gücüme ve kontrolüme güvenmiyordum. Ondan bu denli uzakken bile bu haldeyken tüm hayatım olduğunda Connie'nin silinip yok olup sadece Oliver'ın eşi olarak hayatıma devam ederdim.

Biliyordum ki Oliver istediklerimi yerine getirmekten keyif duyardı. Fakat yapmakta olduğum küçücük bir heveste, onun gülümsemesinin dalgalandığını görürsem bir daha yapmakta olduğum işi hayal bile etmek bana karın ağrısı yaratırdı. Oliver'dan ne kadar uzak olursam o kadar Connie, o kadar ben olur ve değiştirmek istediğim prensipler için ilerliyor olurdum. Yalnızca kendim için değildi bu. Küçük kızların artık kitapçılardan, okullardan ve sınıflardan azarlanarak çevrilmediği bir yerde yaşamayı diliyordum. Kimsenin farklı olduğu için dışlanıp yaşadıkları yerden ayrılmalarına sebep olunmayacak, babam gibi insanların takdir edildiği bir yer istiyordum. Yanlış elimle eteğimi kaldırdım diye ayıplanıp, azarlanmadığım özgür bir yer hayal ediyordum. Hem de kendimi tanıdığım günden beri. Çocuklarımın olmasını elbette istiyordum ama burada değil. Benim yalnızca anne olarak anılacağım, çocuklarımın kendilerinin ya da benim ellimde olmadan doğdukları cinsiyetlerinin kadın olmasıyla kendilerine yapabilecekleri en büyük kötülüğü yapmış olsunlar istemiyordum.

Böyle bir yer gerçekten var mıydı, yoksa dünyada nereye gitsem bu yer için savaşmak zorunda kalır mıydım bilmiyordum. Ama gözlerimi yumup, sadece Oliver'a duyduğum sevginin beni silip yok etmesine izin vermek istemiyordum.

Bunları kimsenin anlamayacağını düşünmek beni korkutuyordu. Benim akılsız, güçsüz ve hiçbir şeyi beceremeyecek olduğumu düşünmelerinin fikri gücendiriyordu. Bir şey başaramayacak olsam da, bunun için çabaladığımı bilerek ölmek istiyordum. Kendimdeki en büyük hata, kusur Oliver'a olan hislerimdi. Kurtulamıyordum bunlardan. Bu yüzden ondan uzak durmak daha kolay geliyordu.

Oysa Jamie yalnızca bir biletti. Ben ona, o bana istediğimi verecek ve yollarımıza devam edecektik.

"Bu... düşündüğünden daha karışık, Luni."

"Neden? Onu sevmiyor musun yoksa?"

"Onu seviyorum Luni," dedim hayatım boyunca ilk kez kendimle bu konuda savaşmadım. "Sanırım onu, onun beni sevdiğinden bile daha uzun süredir seviyorum. Biliyorsun, babam etrafta çok yoktu. Annemse işleriyle meşguldu. Kızlar benimle oynamazlardı. Pis ve yaramaz olduğumu düşünürlerdi. Oliver'sa akıllıydı. Akıllı, güçlü ve farklıydı. Onun gibi olmak istedim, onu örnek aldım."

"Bunda yanlış hiçbir şey yok, çöreğim. O senin için çok önemli biri. Bunu o da biliyor."

"Hayır. Bilmiyor. Ben..." gözlerim buğulanınca sildim. "Ben hep onu reddettim. Durmadan. Sürekli. Dinlemedim bile. Yakın olmasını isteyip, dokunmasına izin vermedim. Beni sevmesini isteyip, sevmeyi reddettim. Onu kendime isteyip, asla almadım."

"Hala geç değil, Connie. Oliver hala gitmedi. Hala evlenmedi." Doğru. Ama hala Amerika'ya gitmem gerekiyordu. Ve artık onun da hislerinden emin değildim.

"Bıktı. Onu bile bıktırmayı başardım, Luni. Oysa onu sevdiğimi fark ettiğim ilk gün dürüst olsaydım kendime ve ona, şimdi her şey farklı olurdu."

Luni göz yaşlarımdan dolayı yüzüme yapışmış saçları çekip, başımı okşadı. "Ne zamandı?"

"On iki yaşımdayken. Annem bana yemek yapmayı öğrenmek zorunda olduğumu söylemişti. Bana bir yemek yapmamı söylemişti ama inatla yapmamıştım. Sonra çok kızmıştı. Bir kadın olduğun sürece yaptığım yemekle mutluluğumun ölçüleceğini söylemişti. Beceriksizliğimden o kadar korkmuştum ki. Mutsuz olmaktan öyle ürkmüştüm ki. Ah, Luni... tüm evi nasıl kıyamet almıştı hatırlıyor musun? O kadar ağlamıştım ki, hiç durmayacak sanmıştım göz yaşlarım. Hayatım boyunca hiç durmayacak ve bir gün artık gözlerim düşüp öleceğim sanmıştım.

Ama Oliver eve gelip beni neşelendirmek için her şeyi yapmıştı. Her şeyi. Sonunda kendisi tarif kitabını baştan sona okuyup, çok güzel kurabiyeler yapmıştı. Hatırlıyor musun? Sonra bana, hayatım boyunca eğer istersem yemek yapmama gerek olmadığını kendisinin bunu bir erkek olarak da yapabileceğini söylemişti. İşte o gün, Luni, o gün onu gerçekten sevdiğimi anlamıştım. Hayatımı ilk kez kendim dışında biriyle geçirmek gözüme bu kadar güzel gelmişti o gün."

Luni sırtımı okşayıp, başımın üstünü öptü. "Geçir o halde kuzucuğum. Daphne de Jamie de önemli değil. Onları bir yalandan kurtararak da iyilik etmiş olursunuz. İkinizin de acı çektiğini, eziyetini gördükçe perişan oluyorum."

"Yapamam, Luni. Oliver'ın eşi olamam. Lütfen daha fazla soru sorma. Sadece bunun benim için doğru karar olduğuna inan."

Luni sonunda kabullendi. Daha fazla ağlamamı istemiyordu sanırım. Beni kendine çekip sırtımı okşarken başımı öpmeye devam etti. Neşelendirmek için de fırıncının hırsızları tavernaya kadar donuyla kovaladığı hikayeyi anlattı. Kasabada tekrar korkunç bir hikaye yerine, daha olağan ve komik bir şey yaşanmış olmasına hiç değilse sevinmiştim.

***

"Nereye?" Tam kapıdan çıkacakken annem beni yakaladı. Kaşlarını kaldırmış kızmaya hazırlanıyordu. Evden kaçma konusunda amatörleşmeye ve paslanmaya başlamıştım. Geçen yazdan beri söz dinler olmuştum. Şimdiyse bahara yaklaşıyorduk.

"Jamie'yi görmem gerekiyor."

"Aklını mı kaçırdın? Tüm hayatını, onsuz evden adımını bile atmadığın bir çocukla geçirip bir anda ondan vazgeçiyor sonra da önce saygısızlık edip nefret ettiğin çocukla da aniden evlenmeye karar veriyorsun? Ya ben? Annen olarak bana bir şey söyleme hakkı düşüyor mu, küçük hanım?"

"Anne Jamie ile evlenmeye gitmiyorum. Onunla konuşmam gerek. Kimsenin kimsenin evlendiği yok! Bu muhabbetten sıkılmaya başlıyorum."

İki gece önce her şey o kadar bir anda olmuştu ki, aklımı toplamam için Luni'nin ısrarlarıyla evde kalmıştım. Ancak sabrım tükeniyordu. Jamie'ye gidip haddini sormadan tek saniye dahi geçiremezdim evde.

"Haberlerin benim için yeni olduğundan dolayı özür dilerim, majesteleri. Başına buyruk iş yapıp, karar almasan belki ben de bu muhabbetlerden sıkılabilirdim. Ama tek gecede on beş karar alınca yetişmesi zor oluyor."

Yanaklarıma hava doldurdum. Burnumdan verirken sakinleşmeye çalıştıkça annemin haklı olduğunu istemeye istemeye görmeye başladım. Şu anda haklı olmasını istemiyordum ama. Şu anda sadece bana, Thompson Malikanesi'ne gitmeme izin vermesini istiyordum.

"Üzgünüm. Jamie'yi sevdiğini sanıyordum."

"Seviyorum. Ama bu kadar, tek gecede verebileceğin bir karar değil bu. Hem de tüm kasaba bu haldeyken."

"Cevapların hayır ya da evet olduğu bir soru hakkında ne kadar düşünmem gerekiyor?"

"Ben artık gerçekten senin ukalalığınla uğraşamıyorum, Connie. Londra'ya babanın yanına mı gitmek istersin? Yatılı okula? Ya da manastıra?"

Hayır. Hayır, kesinlikle manastıra ya da nasıl iyi bir kadın olunur dersleriyle dolu bir yatılı okula gitmek istemiyordum. Babamla kalmak şu anda bana bir cezadan çok ödül olurdu. Ancak onunla kalamazdım. Fazla meşguldu ve onu sadece yavaşlatırdım.

Oysa babamı çok özlemiştim. Onu yalnızca bir günlüğüne bile olsa görmeyi isterdim. Ancak annem beni daha çok paketlemekten bahsediyordu.

"Üzgünüm."

"Tek başına gidemezsin. Güvenli değil."

"Ama ormanın girişinde artık bekçiler bekliyor. Ve sabah vakti."

"Hayır dedim. Bana yardım etmen gerek. 10'dan fazla siparişimiz var. Bodrum katından kumaş toplarını getirmen gerek."

Omuzlarım düştüler. Mecburen istediği işi birkaç saat boyunca yaptım. Bodrum katından kumaşları toz içinde taşırken hapşırmaktan burnum hissizleşmeye başlayana kadar hem de. Sonra da annem üstümde ölçü alırken birkaç tane iğne yedim. Ama sonuncu iğnede gerçekten canım acıyarak yana kaçınca üzülüp, işimin bittiğini söyledi.

Ve o an evden kaçmak için boşluğu buldum.

* * *

Her ne kadar Thompson malikanesi çok yakın olmasa da atlardan birini, annem ya da Luni fark etmeden arka bahçeden çıkarabildim. Böylece hem öfkemin gücü hem de atımın hızıyla sessiz bozkırlardan geçerken bile pek endişelenicek vaktim olmadı. Her şey yerinde, sorunsuz görünüyordu.

Atım neredeyse tamamem duramadan aşağı atlayınca az daha kayıp düşecektim ama onu meşe ağacına bağlamayı başardım. Rüzgar saçlarımı kamçı gibi yanaklarıma çarpıyor, canımı yakıyordu ama hızlı adımlarla ilerlemeye devam ettim. Bir açıklama, özür ya da teselli bekliyordum fakat beni yine de durduracaklarından şüpheliydim.

Thompson kızlarını bahçenin çok daha uzağında, çeşmenin başında oyun oynarken gördüm. Burası tepede olduğundan ve kasabadan daha uzakta kaldığından hep daha güneşli ve sıcak oluyordu. Kızlar da bunun tadını çıkarıyorlardı. Daphne de aralarındaydı. O da neşeli görünüyordu.

Kimse beni görmeden içeriye süzüldüm. Uşaklardan biri beni karşıladı.

"Bay Thompson'ı görmeye geldim."

"Şu an bir görüşmedeler, efendim. Misafiri var."

"Kim?"

"Bay Oakley. Eğer isterseniz size hab— Bayan Griffithis, Bayan— Lütfen, bekler misiniz?"

Uşağı dinlemedim. Koridoru geçip, salona doğru ilerledim. Onun girmesinin yasak olduğu yere kadar yaklaşınca yavaşladım. Oliver'ın sesini duyunca da kapının hemen yanına geçip, aralıktan içeri baktım. Gerçekten de oradaydı. Oliver'ın sonbahara kadar burada kalacağını duymuştum ancak zamanını da Jamie ile geçireceğini düşünmemiştim. Önce dinleyeceğim için kendimi suçladım. Bana söylendiği gibi beklemeli ve saygısızlık etmemeliydim.

Ancak sonra adımın geçtiğini duydum.

"Kardeş gibi büyüdüğünüzü duydum," dedi Jamie aynada yeleğinin düğmelerini düzeltirken, Oliver kenarda onu izliyordu. Bir Jamie'ye, bir de aynada kendi yansımasına bakıp duruyordu. Neyi karşılaştırdığını anlayamadım. Karşılaştırılamayacak kadar farklılardı bence. Siyah ve beyazı karşılaştırmaktan farklıydı. İki türün iki zıttı değillerdi. Bambaşka konulardı.

"Hayır," dedi Oliver yüzünü söylediği buruşturmuştu. Omzunu yasladığı duvardan kendini ittirip doğruldu. Beni göreceğinden çekinerek kapının ardına daha çok sindim. "Pek sayılmaz."

"Epey yakınsınız ama. Beraber büyümediniz mi?"

"Connie'yi tanıdığımda on üç yaşındaydım. Bir sene sonra babası banka yatırımı için kasabadan ayrılınca daha çok vakit geçirmeye başladık. Annelerimiz eski arkadaşlar ama bir süre kasabanın uzak kısmında yaşıyorlardı."

"Neden?"

Oliver kızların dışarıdaki çığlıklarını duyunca baktı. Kızlar oyun oynayıp, eğleniyorlardı. Camın kenarına oturdu bu sefer de. Ortadan ayırdığı saçlarının bir kısmındaki dalgalar daha gevşek oldukları için durmadan kirpiklerine takılıyordu. Işık vurdukça kahverengi, kırmızı ve kehribar tonları da yansıyordu soluk teninin üstünde.

"Bilmiyorum," dedi. Yalan söylüyordu. Niye taşındığımızı gayet iyi biliyordu. Annem benden önceki çocuklarını kaybettikten sonra o evde daha fazla kalmak istememişti. Gürültü, şamata ve çocuk çığlıklarının olması gereken yerdeki korkunç sessizliğe katlanamıyordu. Ben ikisini de göremeden ölmüşlerdi. Annemi nasıl etkilediğini hatırlamayacak kadar küçüktüm. Annem asla bundan bahsetmezdi.

Oliver bunun benim için özel olduğunu düşünerek mi yalan söylemişti yoksa yalnızca onun bilmesini mi istemiyordu? Söyleseydi bile Oliver'a kızmazdım. O da bunu biliyor olmalıydı. Jamie soruları konusunda da alacağı cevaplarda da ısrarcıydı.

"Biraz zor bir kız," dedi bu sefer de ceketini üstüne geçirip üstünde duruşunu izledi.

"Evet," Oliver'ın güldüğünü duydum şimdi de. "Çoğu kızdan biraz farklı."

"Ama ikna edilemez değil."

Merakla Oliver'ın cevabını bekledim. Kızgın mıydı? Ben niye kızgın olmasını bekliyordum? Hem de Jamie'nin kendi evinde. Oliver'la aramızdaki tuhaf ilişkiden haberi olmayan Jamie'nin, ya da haberi yokmuş gibi davranan, keyfi yerinde görünüyordu. Sanırım dış görünüşünü izlemek ona keyif veriyordu.

"Ne demek istiyorsun?"

"Connie'yi tanıdığımı düşünüyorum sadece."

"Ölmek istemiyorsan ona emir vermeyi denemezdim."

Jamie aynaya sonunda sırtını döndü. Oliver'a bakarken yeşil gözlerini kısmıştı. Altın sarısı saçlarına vuran ışık, fazla parlak yapıyordu onu. Sağlıklı hafifçe yanık, pembeli bronzlu teni ve yapılı vücudu Oliver'ın yanında dururken Oliver'ı daha da ölü gibi gösteriyordu sanki.

"Connie'yi kendin için mi istiyordun yoksa?"

Oliver, Jamie'nin yüzünü izlerken kaslarının gerildiğini buradan bile fark ettim. Cevabını en az Jamie kadar çok merak ediyordum şimdi.

"Bir zamanlar."

Sırtım duvara yapıştı. Bir zamanlar. Artık eskisi gibi olmadığını da biliyordum. Bunun bir gün geleceğini de. Şimdi şaşırmama inanamıyordum sadece. Ne kadar bencil, kendi aciz insanlığına güvencek kadar aptal bir canlı olmalıydım ki Oliver'ın karşılıksız sadakatinin ömür boyu süreceğini ummuştum. Yüreğim boğulur gibi dibe batıyordu. Tırnaklarım kapıya girmişken eklemlerim acıyordu.

"Ya şimdi?"

"Şimdi değil. Sonunda gerçeği kabullendim. Connie hiçbir zaman benimle olmayacak. Zamanımı harcamaktan vazgeçtim."

"Biliyorsun, Daphne seninle epey ilgili."

"Biliyorum."

"Ya sen? Daphne güzel bir kız. Bir Thompson. İyi bir eş olur sana."

Oliver'ın yine güldüğünü duyarken bacaklarımı hissedememek paniklememe neden oldu. Tek tutunabildiğim kapıya daha da sıkı sardım elimi.

"Connie'den beni vazgeçirmeye çalışmana gerek yok, James. Eğer seni isterse zaten yolunda durmam."

Eğer onu istersem. Yani aksi bir durumda ne geçerliydi? Tamamen vazgeçmiş miydi gerçekten? Ama zamanını harcamaktan da vazgeçtiğini söylüyordu. O zaman ne önemi vardı onu istememin ya da istemememin?

"Akıllı çocuksun, Oliver." Jamie, Oliver'ın omzunu sıktı. "Sen yine de Daphne'yi düşün. Tamam mı? İyi bir eşi hakkediyorsun. Seni mutlu edecek, iyi bir eşi."

Oliver sessiz kaldı. Ayakkabılarını izliyordu. Ben de sonunda uzaklaştım. Jamie'nin iki yüzlü sözlerine ve Oliver'ın umursamazlığını daha fazla dinlemek istemedim. Jamie benim iyi bir eş adayı olmadığımı bilmesine rağmen öyle olacak birine çevirebileceğini mi düşünüyordu? Daha doğrusu Oliver'ın böyle düşünmesini istiyordu. Oliver'a iyi bir eşi hakkettiğini söylüyordu ama kendisi iyi bir eş olmayan beni istediğinden çok emin konuşuyordu sanki ortada bir anlaşma yokmuş gibi.

Bahçeye çıkarken kızların birbirini kovalayarak, otların arasında birbirlerini ebelemeye çalışmalarını izledim. Sonra da kenarda oturup, Edith ile konuşan Daphne'ye baktım. Oliver için iyi olan eş adayına. Yalnızca kardeşlerinin arasındayken bile nasıl o kadar dimdik duruyordu? Boğazına kadar ilikli gömleğinin inci düğmelerine başını çevirdikçe dolanan saçlarını geriye atışında bile zarafet vardı. Gülerken elini kapatmasından, ayakkabılarının baktığı yöne kadar. Hem güzeldi, hem eğitimliydi, hem de toplumdaki ideal eş adayına yakışan kişiydi.

Benim söylenmeye ya da şikayet etmeye hakkım yoktu. Her şeyin bu hale gelmesinin suçlusu benden başka kimse değildi. Hayır, suç değil. Kendi özgürlüğümü istemek diğerlerine göre bir suçtu. Benim için hiçbir zaman öyle olmamıştı. Öyle olmasına da şimdi sırf Oliver benden vazgeçti diye izin vermeyecektim.

"Connie?"

Oliver'ın sesiyle arkama döndüm. Beni burada gördüğü için şaşırmıştı. Jamie içeride kalmış olmalıydı. Thompson malikanesinin kilometrelerceye ulaşan arka bahçelerinin yalnızca birkaç ağaç sonrasında sise boğulan yoluna baktı. Çalılardan oluşturulmuş labirentin içi bile karanlık olmalıydı tepesinde güneş olması gerekirken gri bulutlar olduğundan.

"Oliver," dedim ama sesim istediğim kadar şaşırmış çıkmadı. "Selam."

"Kızları görmeye mi geldin?" Yemek gecesindeki her şeyi görmezden gelip, sıradan birer arkadaşmışız gibi davranmaya çalışıyordu o da tıpkı benim gibi. Kızgın, alınmış ya da üzgün görünmüyordu. Dümdüzdü ifadesi. Yalnızca gözlerine giren güneş yüzünden gözlerini kısıp yüzünü ekşitiyordu. Bu haliyle bile fazla rüyası görünü—

Hayır. Oliver ve onun hakkında düşünmemen gerekenleri düşünmeyeceksin artık.

Başımı sallayıp refleksle Daphne'ye baktım. Çoktan Oliver'ı fark etmiş bizi izliyordu. Ona dönünce uzakta olmasına rağmen gülümseyip el salladı. Hangimizi gördüğüne daha çok sevindiğini anlamak için dahi olmaya gerek yoktu.

Onun da Daphne'ye bakan gözleriyle karşılaşmayı beklerken bende olduklarıyla görünce biraz tekledim. Genzimi temizleyerek buradan yok olmak için bir çıkış yolu aradım.

"Jamie içeride mi?"

"Evet," dedi. Jamie'den bahsettiğim için onda bir rahatsızlık görmeyi bekledim ama ifadesi değişmemişti. Onunle neden görüşmüştü ne konuşmuştu hiçbir fikrim yoktu ve olmaması da beni geriyordu. "Ana salonda. Eğer onu görmek istiyorsan."

"Hayır." Onu görmek istiyordum gerçi. Öldürmek için.

Başını yavaşça salladı. Daphne onun adını bağırınca da geriye doğru bir adım attı. "Görüşürüz, Connie. Annem eğer  Louise için so—"

"Ona evet demedim."

Oliver kalakaldı öyle ama çok kolay toparlandı. Rüzgar esince eteğimin içinden bacaklarımın açık kalan minik bir kısmında tüylerimi diken diken etti. "Neden? İstediğin birçok şeyi sana verebilir."

Şaşırtıcı.

Ama anlaşılır.

"Yapamam. Bir evde bir sürü bebeği doyurmaya çalışmak, kocama yemek yapmak, tüm gün— hayır, tüm hayatım boyunca camda onu beklemek? Hiçbir şeye ama en öncesinde de kendime yetişememek? Asla bir yardım görmemek? Bunları yapamam. Kimseyle."

Oysa Jamie ile zaten bunların hiçbirini yapmayacaktım. Açıklamaya çalıştığım şey, Jamie ile neden evleneceğimden ziyade ona neden hayır dediğimdi. Elbette anlamıştı da neyi ima ettiğimi. Gülümsemeye başladı ama hala güneş onu rahatsız ediyordu. Gömleği rüzgarla uçuştukça gümüş renkli kolyesinin ışığı gözlerimi kör ediyordu.

"Benimle böyle olmak zorunda değildi," dedi yine adını bağıran Daphne'ye geleceğini söylemeden önce. "Bir aşçıdan, bakıcıdan, temizlikçiden, erkeğinin tatmincisinden çok daha fazlası olduğunu en iyi bilen bendim. Asla sana bunlardan biri gibi davranmayacağımı da biliyordun. Ama istemedin. Şimdi karşıma geçip kendi pişmanlığını görmezden gelip, kendini kandırmak için seni teselli etmemi bekleme Connie. Yalnız olmak istedin. Yalnızsın."

Yüzüne bakakaldım. Haksız olduğunu hiçbir zaman söylememiştim. Onun beni sıraladığı niteliklerle bir yere koyacağını da düşünmemiştim. Ama ona evet dememiş olmamın sebepleri bunlar değildi yalnızca. O da biliyordu. Ama bunları anlamsız buluyordu. Anlamsız bulduğu için de geçerli bir sebep göremiyordu. Bu yüzden Amerika için bir anlaşma olduğunu anlatmaya çalışmak onu yalnızca öfkelendirecekti.

Üstelik şimdi böyle söylemesi onun için kolaydı. Ya on sene sonra? Yirmi sene sonra? Artık hayatımı bambaşka bir şekilde yaşamış olabileceğimin pişmanlığını kalan son anlarımda yaşadığımda? Yine tanıdığım Oliver olacak mıydı?

Artık bir şey ifade etmiyordu cevap. Oliver büyümüş, kendine yeni bir eş seçmişti. Ben de büyümüş, kendi hayatımı seçmiştim. Bir kadının ve bir erkeğin hayatı boyunca beraber olmasının tek yolu evlilikti demek ki. Karşılığında kabul edemeyeceğim tek şey.

Oliver merdivenlerden inip, Daphne ve Edith'in yanına oturdu. Kızların bir şey söylemesiyle gülerken bir kadın ona çay koydu. Yüzünde bir şeyler aradım ama hiçbir şey göremiyordum öğrenilmiş kibar gülümsemesi dışında.

Continue Reading

You'll Also Like

575K 64.6K 63
Bir cariyenin intikamı nelere yol açabilir? İHANET SEVDİĞİ ADAMDAN GELDİ Ayana, İmparatorluğa cariye olarak gelmesinin bir nedeni vardı. Sevdiği adam...
5.7K 412 6
Algon
7.5K 1.4K 6
Dediğiyle bir lahza beklemeden defterini alarak gitmişti bey oğlu. Ardında dolu dolu olmuş gök gözler bıraktığını bilmeden öylece gitmişti. Genç kız...
Algon By cicek8899

Historical Fiction

33.1K 1.5K 31
iki düşman ailenin arasında filizlenen bir sevda meselesi🌼