killing butterflies ☰ cherik...

By flyffindoor

2.5K 308 1.6K

❝ Charles Xavier, küçüklüğünden beri sahip olduğu telepati güçlerinin eski dostu ve yeni düşmanı Erik Lehnshe... More

▸ bölüm #00: açılış, karakterler ve çalma listesi
▸ bölüm #01: eski anılar ne işe yararlar?
▸ bölüm #02: gerçek bir tilkinin sırıtışı
▸ bölüm #03: boşluklar dolmak ister
▸ bölüm #04: tavandaki çirkin, sarı leke

▸ bölüm #05: değişen ilişki dinamikleri

410 44 294
By flyffindoor

KILLING BUTTERFLIES
BÖLÜM BEŞ.

ਏਓ

there must be a good reason that you're gone
every now and then i think you
might want me to come show up at your door
but i'm just too afraid that i'll be wrong

WE DON'T TALK ANYMORE, selena gomez & charlie puth

ਏਓ

''Hank!'' diye bağırdı Charles, genç mutantın çalıştığı laboratuvarın kapılarını patlatırcasına açmadan önce. ''Hank! Tanrı aşkına neredesin?''

''Buradayım?'' Genç mutant, daha kapıyı açmadan söylenmeye başlayan adama oturduğu yerde kocaman açtığı gözleri ile baktı. Profesörün yıkılmış görünmesine alışmıştı ama şu an az sonra delirecekmiş gibi görünüyordu ki bu nispeten yeni bir durumdu.

''Tanrıya şükür!'' Charles'ın yüzü mutlulukla ışıldar gibi oldu ama kısa süreliydi. Ardından delirdiği şey her ne ise aklına gelmiş olacaktı ki dudakları yine aşağı doğru kıvrıldı ve odanın ortasında gelişigüzel turladı.

''Bence asıl sorulması gereken şey sizin nerede olduğunuz olmalı." dedi Hank gerilerek. Yaklaşık bir buçuk gündür Magneto hakkında ne yapacaklarını kararlaştırmak adına onu arıyordu ama yaptıkları küçük görüşmenin ardından ne konuştuklarını bile söylemeden - ki onu oraya Magneto'nun ne kadarını hatırladığını öğrenmesi için Hank yönlendirmişti. - kelimenin tam anlamıyla kaybolmuştu. Öyle ki birkaç saatin ardından genç mutant, hasta yatağında her şeyden habersiz uzanan adamın Charles'ı atomlarına ayırıp sırf suçlanmamak için hafızasını kaybetmiş taklidi yaptığını falan düşünmüştü.

Maalesef ki elinde hiçbir kanıt yoktu ve Erik fazlasıyla normal davranıyordu. Kendisinden beklenmeyecek kadar normal. Hank'in onu taburcu etmekten başka çaresi kalmamıştı.

Yaşamayı o kadar da seviyor sayılmazdı üstelik, Erik hafızasını kaybetmiş taklidi yapıp gizli gizli dünyayı yok etmeyi planlıyor olsa da boşvermeye karar vermişti artık.

''Ne öğrendiğime inanamayacaksın!" dedi Charles hararetle, Hank'in sorusunu duymazdan gelerek. ''İyi bir haber verecekmişim gibi oldu ama sadece yanlış ses tonu kullandım. Aslında korkunç. korkunç bir şey! Her şeyi mahvettim.'' Küçük konuşmasının ardından histerik bir şekilde güldü.

Hank, profesörü sakinleştiricek bir hap veya daha güçlüsü, sakinleştirici bir iğne aramak için oturduğu laboratuvar sandalyesinden kalktı ve dolaplara ilerledi. Daha önce de defalarca kez kullandıkları sakinleştiricinin ampülünü çıkarıp yeni dezenfekte ettiği şırıngalardan birini aldı. Profesöre bir adım attığı anda telepat, elinin birini havada sallayarak durdurmuştu onu.

''Kontrolü kaybetmiyorum, Hank. Ona ihtiyacım yok.''

Pek kontrolü kaybetmiyor gibi görünmüyordu ama yine de başını sallayarak onayladı ve ampülü tezgahın üzerine bıraktı. Üstelik adamın telepatisinin stabil durumda olması durum bu kadar kritikken işlerine yarardı. ''Ne öğrendiğinizi söyleyecek misiniz, profesör?''

''Söyleyeceğim, sevgili çocuğum ama açıkçası yeniden sinirlenmenden korkmuyor değilim.'' diye cevapladı Charles, Hank'e Erik'e yaptıklarını anlattığı andan bahsederek.

''Sanırım kontrollü bir şekilde sinirlenmeyi başarabilirim.''

''Bu adil bir anlaşma gibi görünüyor.'' Charles iç geçirdi. Hank'e kontrolü kaybetmediğini söylemişti ama biraz sonra duyuracağı bilgiyi düşünmek bile bacaklarının ağırlığını taşıyamayacak kadar titremesine sebep olmuştu. Odanın ortasında volta atmayı kesip kendisi gibi ortayı işgal etmiş sedyenin üzerine oturdu. ''Erik,'' diye başlamıştı ki genç mutant sözünü kesti.

''Her şeyi hatırladı mı?''

''Aksine, Hank. Her şeyi unutmuş.'' Boğazından engel olamadığı bir hıçkırık yükseldi. Belki de gerçekten sakinleştiriciye ihtiyacı vardı. ''Sadece son on yılı değil, sadece Shaw da değil... Her şeyi, Hank. Erik mutant olduğunu bile bilmiyor.''

Odaya anında bir sessizlik hakim oldu. Arada boğucu havayı bozan tek şey Charles'ın tüm vücudunu sarsan hıçkırıklarıydı.

Hank kontrollü bir şekilde sinirleneceğini söylemişti ama bu haber verebileceği hiçbir tepkiye uygun değildi sanki. Boğazı kurumuş, başına şokun sebep olduğu ani bir ağrı girmişti. Kendini Magneto konusunda en kötüsüne hazırlamıştı. Dünyanın sonuna, ölmeye, tüm insanların veyahut tüm mutantların ölmesini bir seçenek olarak değerlendirmişti ama hiçkimsenin ölmediği bir senaryo yoktu kafasında.

Dahası profesörün bu kadar ileri gidebileceğinden haberi yoktu.

Telepat yeteneği hep ilgi çekici gelmişti Hank'e. Özellikle Cerebro'yu kullanarak sınırlarını genişlettikten sonra profesörün en fazla ne kadar ileri gidebileceğini merak etmişti. Zihne imgeler yerleştirebildiğini veya bazı imgeleri unutturabildiğini görmüştü ama bu... Bir insana benliği ile iç içe olan bir kavramı unutturabilmek... Bu bambaşkaydı.

''N-Nasıl?'' dedi kekeleyerek, biraz olsun şoku atlattığında. ''Kendini insan mı sanıyor?''

''Aynen öyle, dostum. Mutant üstünlüğü için attığı tüm o nutuklardan sonra kendini insan sanıyor.'' Charles histerik bir kahkaha daha attı. Hank onun eğlendiğini mi yoksa ağladığını mı anlayamıyordu, üstelemedi.

''Nasıl?'' diye tekrarladı sorusunu.

''Erik mutant olduğunu Naziler annesi ile kendisini ayırdığında keşfetmiş.'' Sorunun cevabını kendine de defalarca kez sorduğundan cevaplarken hiç tökezlememişti. Hank'in gözlerinde anladığını belli eden bir ışıltı geçse de - her zaman çabuk kavrayan bir öğrenci omuştu - açıklamaya devam etti. ''Annesi ile Nazileri bağdaştırdığı tüm anıları sildiğim için güçleri hiçbir zaman açığa çıkmamış olmalı.''

Hank başını iki yana sallayarak itiraz etti. ''Ne olursa olsun X geni taşıyor, profesör. Bunu silip atamazsınız, bir şekilde ortaya çıkması gerekirdi.'' Profesörün anlattıklarını anlamış, bir yerde mantıklı da bulmuştu ama savunması mantıklıydı. Tanıdığı her X geni taşıyıcısının mutasyonu bir şekilde ortaya çıkıyordu. Yaşlar değişirdi ama sonuç sabitti ve birçoğu herhangi bir travmatik deneyim veya sıradışı bir olay yaşamadan eninde sonunda yeteneklerine kavuşuyordu. Erik'e de öyle olması gerekirdi, kontrolünü tek bir travmatik olaya bırakması pek olası görünmemişti Hank'e.

''Haklısın ama unuttuğun bir kısım var.'' dedi Charles ders anlatma sesini takınarak. ''Erik güçleri üzerindeki kontrolünü yakıcı öfke ile sağlıyordu. Ardından maximum potansiyelinin yakıcı öfke ile dinginlik arasında bir yerlerde olduğunu keşfetti. Hiçbir zaman sadece dingin bir ruh hali ile kontrolü sağlamadı ve bu Erik'in o öfke halini tattığı konusunda şüphelerim var.'' Kendinden çok emin konuşuyordu çünkü arkadaşını tanıyordu.

Güçlerini nasıl tam anlamıyla kontrol edeceğini ona Charles öğretmişti.

O sıralarda Erik'e yardımcı olmaktan pişmanlık duyacağını hiç düşünmüyordu.

Daha fazla açıklama yapamayacak kadar yorulduğunda - Yorgundu değildi aslında, hiçbir iş yaptığı yoktu ama bacakları o kadar titriyordu ki! - Erik'e güçlerini kontrol etmeyi öğrettiği günün anısını Hank'in zihnine yansıttı. Genç mutantın, teorisine itiraz etmek için geliştirdiği tüm argümanları tükettiğine emin olunca uyandığından beri Erik ile yaptığı tüm konuşmaları da teker teker yansıttı.

"Siktir." dedi Hank, Profesör aralarındaki bağlantıyı kesip sedyeye cenin pozisyonunda kıvrılırken.

Kendini tamamen dış dünyaya kapatmış gibi görünse de göz ucuyla Hank'in tepkisini izliyordu Charles. Onaylayan bir mırıltı eşliğinde "Ben de hemen hemen bu tepkiyi verdim. İçimden tabii." dedi.

"Profesör, bu çok ciddi." Profesör için ayırdığı sakinleştiricilerden birini kendi almayı düşünmeye başlamıştı.

"Sanırım bunun farkındayım Hank ama teşekkürler."

''Farkında olduğunuza emin misiniz? Bir buçuk gündür nerede olduğunuzu açıklamaya ne dersiniz o zaman? Hatırladığından tamamen farklı bir gerçeklikte yaşayan bir adam ile ne yapacağımız hakkında mı düşünüyordunuz?'' Hank öfkeyle kıvrılınca Charles sanki mümkünmüş gibi biraz daha kıvrıldı.

Hank'in dediği yönde olmasa da düşünmüştü. Maalesef ki düşünüyor olmak her zaman beraberinde çözümü getirmiyordu ve şu ana kadar bulabildiği çözüme en yakın plan Erik'i yerin yedi kat altındaki bir kafese hapsettirmekti. ''Cerebro'yla deneyebilirim.'' diye rastgele bir fikir attı. Genç mutantın Erik'in zihnine dokunduğunda bile acı çektiğini bilmesine gerek yoktu. ''Koyduğum bariyerleri kaldırırım ya da yenilerini inşa ederim, bilmiyorum. Gerçekliğini günümüze daha yakın bir şeyle değiştiririm? Anılarını veririm ama intikam hissini alırım.''

Hank sanki kendisine vurmuş gibi bir şokla baktı karşısındaki adama. ''Zihninin her seferinde bu saldırıyı kaldıracağını düşünüyor olamazsınız.''

''Teknik olarak düşünmüyordum.'' Rastgele bir öneriydi sadece. Üstünde durulmamıştı bile ama Hank'in tepkisi öne attığına bile pişman olmasına sebep olmuştu.

''Sorunumuz da bu zaten.'' diye homurdandı Hank. ''Düşünmüyorsunuz.''

Charles cevap vermedi.

Hank cevap alamayacağını, alsa da işe yarar bir şey olmayacağını fark edince iç geçirdi. Profesör tuhaf bir histeri halinde içeriye dalmadan önce üzerinde çalıştığı serumun üzerine düşerken sedyede öylece uzanan adamın aksine zihni hala asıl sorunları ile meşguldü. Çok geçmeden Magneto'nun yukarıda yalnız olduğunu hatırlamış, aynı anda iki soruna kafa yormaya başlamıştı. Çok da uzun olmayan bir zaman önce, Profesör akıl hocası gibiydi. Şimdi ise Hank her şeyin kendi omuzlarında kaldığını hissetmeye başlamıştı. Laboratuvarda çalışmayı veyahut okulu yönetmeyi aynı anda yürütmeyi başarabilirdi belki ama hem Profesörün akıl sağlığını toplamaya çalışıp hem de yukarıdaki adamla uğraşamazdı. Yapmak istese bile yapamazdı zira nasıl yapılacağını bilmiyordu. İletişim ile hiçbir zaman arası iyi olmamıştı.

Üzerinde çalıştığı serumun ilk test sonuçlarını yazıcıdan çıktı alırken hala bir santimetre bile kıpırdamayan beden çekti dikkatini. Göğsü inip kalkmasa öldüğünü bile düşünebilirdi. ''Profesör?'' diye seslendi usulca. Charles dinlediğini belli eden bir homurtu çıkardı. ''Bence bir içkiye ihtiyacınız var.''

Charles yattığı yerden doğrulup bacaklarını sedyeden sallandırdı. ''Sanırım haklısın.'' dedi kullanılmamaktan çatallaşmış sesiyle.

''Yukarı çıkıp elinizi yüzünüzü yıkamaya ne dersiniz? Ben de içkileri hazırlarım.'' Elinden gelen en iyi şey buydu, nitekim Charles'ın usulca başını sallamasından anlaşıldığı kadarıyla o kadar da kötü bir öneri değildi. ''Viski?''

''Dubble olsun.''

''Tek bardakla yetinecekmişsiniz gibi konuşmanız çok hoş.'' Ellerini yıkayıp kimyasallardan kurtulmak için laboratuvarın köşesindeki lavaboya ilerlerken güldü Hank. Charles da gülümseyerek karşılık vermişti ama koyu renk halkalarla çevrili gözlerinde ve uzun süredir tıraş olmamış yüzünde eğreti durmuştu ifadesi. Yine de baygın olduğu üç gün ile kayıp olduğu bir buçuk gün boyunca karşılaştığı en iyi ifade olduğu için bunun yeterli bir ilerleme olduğuna karar vermişti genç mutant. Yine de şansını biraz zorlamasa olmazdı. ''Profesör?'' diye seslendi adam kapıdan çıkmadan hemen önce. ''Belki de üstünüzü değiştirmek istersiniz?'' Eskiden giyinişine ve görünüşüne dikkat eden bir adamı her gün aynı depresyon hırkası ve pijama altıyla görmek üzücü olmayı asla kesmiyordu.

''Şaka mı yapıyorsun?'' dedi Charles hırkasının önünü kapatarak kollarını kendine dolarken. ''Bu hırkayı bir aydan uzun süredir giyiyorum.  Vintage sayılır.''

Kendi esprisine sırıtıp üst kattaki odasına çıkarken hafifçe yalpalıyordu Charles. Daha içmemişti ama düşüncesiyle bile sarhoş olmak üzere olduğunu hissedebiliyordu sanki ki bu iyiydi, uzun süredir sakinleştirici almadığı için vücudu uyuşmak istiyordu ve şu an en son istediği şey bir çeşit yoksunluk krizine girmekti.

Hank'in dediği gibi odasındaki lavaboda yüzünü yıkadı ama aynaya göz ucuyla bile bakmamaya çalışmıştı. Berbat göründüğünün bilincindeydi, neyseki gördüğü doğru düzgün kimse yoktu. Yine de yakınlarda bir tıraş olması gerektiğini zihnine not etti.

Aynaya bakmasa da berbat görünüyor olma psikolojisi ile en azından hırkasını bırakmayı düşünmüştü ama malikanenin resmen soğuk olduğunu fark ettiğinde geri dönüp hırkasını tekrar üstüne geçirdi. Xavier mirası rahatça yaşamasına yetebilecek olsa da psikolojisi faturaları ödemeyi kaldırmamaya başladığı için bazı şeyleri yok sayıyordu. Kablolu yayın ve doğalgaz bunların başlıcalarıydı ama ikisi de acil değildi sonuçta. Hank yeni mavi mutasyonu sağ olsun soğuğu çok hissediyor gibi görünmüyordu, Charles ise kalın kazaklar ve hırkaların içinden çıkmamıştı henüz. Kablolu yayına gelince... En azından Erik'in rastgele televizyonu açıp kendini on milyondan fazla insanın katili olarak bulmasını engellemişti.

Tam Erik'in öldürdüğü oncan insanı düşünürken girdiği salonda Hank'le viski içen adamı görmesi evrenin Charles'tan nefret etme şekli olmalıydı.

Geri dönüp tüm hızıyla kaçmak istedi. İstediği son şey Erik ile bir konuşma daha yapmaktı ama sarışın olanın gözleri çoktan Charles'ı bulmuştu. Kendini zorlayarak kaskatı adımlarla boştaki ikili koltuğa doğru ilerledi, teklileri Hank ve Erik kapmıştı.

''Buz?'' diye sordu Hank gergince, Profesör için de bir bardak doldururken.

Charles başını sallayarak onayladı ama kendisine uzatılan bardaktan en sevdiği viski ve buz olsa da memnun değildi. ''Siktir et formaliteleri, Hank.'' dedi bardağın dibine birkaç parmak olacak şekilde dökülmüş viskiye şöyle bir bakıp. ''Hepsini doldur.''

Hank ikiletmedi. Şimdi koymazsa birkaç saniye içinde ikinci bardağı dolduracağını biliyordu. Ağzına kadar dolu bardağı Charles'a uzatırken birkaç damlayı ahşap orta sehpasına dökmüştü ama üç adam da umursamadı. Sessizlik odada büyüdükçe büyüdü, Hank ve Erik, Charles'ın ortalama bir üniversite öğrencisini akşamın başında sarhoş edecek kadar içkiyi nefes almadan dikişini izlediler. 

Hank ikinciyi doldurmak için uzanırken ''Hank'le kapıda karşılaştık.'' diye rastgele konuştu Erik.

''Kapı mı?'' Charles umursamazca sordu.

Erik tam cevaplamak - daha doğrusu başka bir bomba patlatmak - için ağzını açmıştı ki konuyu daha önce öğrenen Hank'in zihni, Charles'ta kulaklarını tıkama isteği uyandırarak bağırdı. BUNA ŞAHİT OLAMAM. GİTMEM LAZIM.

''Hayır, Hank.'' dedi Charles kesin bir sesle.

''Ne?'' Erik ağzını açmadığına emin olduğu genç mutanta gözlerini kısarak baktı. Kendini bir telepatla nişanlı olarak hatırlayan bir adama göre bile fazla hızlı kavramıştı ne olduğunu. ''Charles, yeteneğinde bir sorun olduğunu sanıyordum.''

''Var zaten.'' Charles yalanının ortaya çıkmaması için diretti. ''Hank fazla bağırıyordu.''

''Acilen gitmem gerektiğini düşünüyordum.'' Hank de uyum sağlayarak onayladı Charles'ı. En azından nispeten de olsa dürüsttü. ''Laboratuvarda bir şeyi kontrolsüz bıraktığımı hatırladım.''

''Eminim ki her şey yolundadır, Hank.'' dedi Charles uyarırcasına.

''Yine de baksam iyi olacak. Binanın üstümüze çökmesini falan istemeyiz.'' Hank hızlıca kanepeden fırlayıp koşar adımlarla kapıdan çıkarken Profesörün arkasından bağırmasını umursamamıştı bile.

Charles içinden normalde asla dillendirmeyeceği biçimde küfür ederken sanki çığlık çığlığa genç mutantın gitmesini engellemeye çalışan o değilmişçesine kanepeye geri çöktü. Uzanıp kendi içkisini tazelerken Erik'in bakışlarının üzerinde olduğunun farkındaydı. Sarışın olanın gözlerinin kısıklığı, bir şeylerden şüphelendiğini açıkça belli ediyordu ama kendinin bir numaları devlet düşmanı olduğundan şüphelenmediği sürece neyden şüphelendiği umrunda bile değildi.

''Charles,'' dedi Erik sonunda pes ederek. Charles'ın en son ne hakkında konuştuğu üzerine soru sormasını veya herhangi bir konu açmasını bekliyordu ama umudunu kaybetmeye başlamıştı. ''Hank'le kapıda karşılaştık çünkü gidiyordum.''

Şimdi arkadaşının, en iyi zamanlarda bile aynı odada kalmaya katlanamadığı birini yanlarına çağırması mantıklıydı işte. ''Gitmene gerek olmadığını söylemiştim.'' dedi eski dostunu kalmaya ikna etme görevini üstlenerek.

''Bana bakmaya bile dayanamadığının farkındasın öyle değil mi?''

Charles elini havada şöyle bir salladı. ''Sana bakmaya dayanamıyor falan değilim.'' demişti gözlerini masadaki viski şişesinden ayırmadan.

''Şu an bile bakmıyorsun.''

''Bakıyorum.'' Koltukta kayıp Erik'e doğru döndü. Adamın mavi gözlerindeki yoğun ifade bile başını ağrıtsa da bir kez daha, yalanı belli olmasın diye zorladı kendini ama ne olursa olsun, ne kadar değişirse değişsin Erik'ti karşısındaki adam. Birbirlerini tanıyorlardı, Erik'i tanıdığı kadar Erik de onu tanıyordu ve bu bakışlara aşinaydı. Daima gergin, güçlü görünen omuzları düşmüştü gördüğü nefretle.

Nefret olduğuna emindi bu görüntünün. Öfke de vardı biraz, hayal kırıklığı da. Tanıdığı Charles hiçbir zaman böyle bakmazdı.

''Bana ne yaptığımı söylemek zorundasın.'' dedi içi ezilirken, yalvarırcasına. ''Hiçbir şey hatırlayamıyor olabilirim Charles ama seni çok sevdiğimi hatırlayabiliyorum. Seni seviyorum ve her ne yaptıysam çok üzgünüm. Telafi etmeme izin ver, bana bir şans daha ver.''

''Sana söyledim, yanlış bir şey yapmadın. Farklı şeyler istiyorduk.'' Charles sesini stabil tutmaya çalıştı ama elleri çoktan titremeye başlamıştı bile.

''Saçmalık.'' Charles'ı sırf farklı şeyler istiyorlar diye asla bırakmazdı. Bırakabileceği bir evre olmuştu belki ama adamın parmağına o yüzüğü geçirmeye hazır olduğundan emin olduğu o andan itibaren Charles'ı bırakacağına ne istiyorsa onu istemeye de hazır olduğunu biliyordu. Elindeki bardağı orta sehpaya bıraktı, ardından oturduğu yerden kalkıp Charles'ın oturduğu kanepe ile aralarındaki boşluğu bir adımda kapatmış, eski nişanlısının da bardağını kendisininkinin yanına bırakınca önünde dizlerinin üstüne çökmüştü.

Charles'ın gözleri yuvalarından fırlayacak kadar açılırken ''Erik sen ne saçm-'' diye girmeye çalıştı ama sözü, ellerine uzanan ellerle kesildi.

''Bir şeyleri batırdığım zaman bir şeyleri batırdığımı bilirim, Charles ama söylemek istemiyorsan sorun değil.'' dedi bir saniye olsun Charles'ın safir mavisi gözlerinden uzaklaştırmazken bakışlarını. ''On yıl önce seninle evlenmek istediğim için önünde diz çökmüştüm, şimdi ise bana bir şans daha vermen için yalvarmak için. Her şeyi düzeltmeme izin ver, Charles. Lütfen bir şans daha ver, söz veriyorum her şeyi düzelteceğim."

Charles nefes almayı unuttu.

Ciğerleri nefessizliğin tanıdık ağrısıyla bükülene kadar nefes almadığının farkında değildi ama titreyen elleri, Erik'in sert ve nasırlı ellerinin arasında sıcacıkken nasıl nefes alabileceğini bilmiyordu. Gördüğü görüntünün gerçek olmadığına inanmaya çok hazırdı zira gerçek olamazdı. Eski dostunun kendisine aşık olabileceği bir gerçeklik olduğunu kabullense de dahi önünde diz çöküp af dileyeceğine inanamazdı. Bu adam kendisini öldürmeye çalışmıştı, terk etmişti, kız kardeşini koparmış ardından onu da öldürmeye çalışmıştı. Bir değil, iki değil milyonlarca kişinin kanı vardı ellerinde. Bu adam Charles'ın zihnindeki varlığına bile dayanamayıp başına özel bir kask geçirmişti, hayatındaki varlığına dayanmayı nasıl isteyebilirdi?

Her şey yetmezmiş gibi bir de cevap bekliyordu. Koyu, bir miktar da yeşille karışık gözleri umutla ve pişmanlıkla doluydu. Charles tüm gün boyunca stabil tutmaya çalıştığı mental sağlığının parçalarına ayrıldığını hissetti ve parçaları seyretmekten başka bir şey de yapamadı.

Hayır demek, bağırıp hesap sormak istiyordu. Kendi kırıldığı - hayır, parçalandığı - gibi hiçbir şeyden haberi olmayan bu adamı da parçalamak istiyordu ama bir zihne tecavüz etmenin getirdiği pişmanlık hissi hala çok tazeydi. Bir de onu güçleri bile olmadan sokağa salıp hükümetin elinde ölmeye terk edemezdi.

Charles Xavier, dizlerinin dibindeki adamın aksine bir katil değildi.

Bu yüzden af dilenmekte olan adama verebileceği en iyi cevabı verdi. ''Gitmeni istemiyorum, Erik.'' dedi sessizce. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın affedeceğini söyleyemezdi. Daha inandırıcı olması pahasına bile yapamazdı bunu.

Anlaşılan cevabı, istediği şey olmasa da o kadar da yetersiz değildi. Eski dostu ricasını geri çevirmeyip başını sallarken Charles, Erik'in kollarının belinin etrafına dolanmasına ve yüzünü dizlerine gömmesine izin verdi. Serbest kalan parmakları, dizlerine doğru soluyan adamın kısa kırpılmış sarı saçlarını istemsizce buldu ve hafifçe okşadı.

Bir dost kaybettiğinin bilincindeydi. On yıl boyunca ise bir düşman kazandığını sanmıştı.

Şu an neye sahip olduğuna dair hiçbir fikri yoktu.

ਏਓ

charles'a şiddetli depresyon, aşırı alkol kullanımı ve uyuşturucudan tw koymama çok az kaldı. kitabı yetişkin içeriğe almak zorunda kalacağım bu gidişle.

YORUM İSTİYORUM NOLUR, NASIL GİDİYORUZ? YAZDIĞIM HİCBİR BÖLÜM İÇİME SİNMİYOR DA.

Continue Reading

You'll Also Like

200K 21K 34
taehyung kırmızı defterini kaybeder 290423, tk ☁️
12.1M 588K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...
214K 21.4K 32
Ülkesine dönen delta ve kendi halinde takılan sessiz bir omega bir gece birlikte olur.
171K 14.9K 26
Taehyung ve nefret ettiği yeni üvey kardeşi Jeon. texting + düz yazı