Zalim Ruhların Dansı (Kanın Ş...

By Onemacikgoz

20.3K 2.7K 4.2K

"Sırların zinciri koptu Bedel kanla yazıldı Yükselmek için yeniden doğdu Yıkımın kıvılcımları dört bir yan... More

TANITIM✨
GİRİŞ
1.Bölüm: KATRAN KARASI AYAK İZLERİ
2.Bölüm: VEDA
3.Bölüm: DİKENLİ DOST ELİ
*4.Bölüm: VİCDAN VE ZEHİR MAHKEMESİ
*5.Bölüm: KAFESİNDE ÇIRPINAN EJDERHA
6.Bölüm: KRAL VE MELEZ
7.Bölüm: MAMBA
8.Bölüm: YERALTINA DÜŞEN KAYIKÇIYA SARILIR
9.Bölüm: KALBİN GÖLGESİNDE YETİŞEN GADDARLIK
10.Bölüm: AŞIKLARIN NEFRETİ
*11.Bölüm: AYNA AYNA
*12.Bölüm: YALNIZ BEYAZ SIRTLAN
13.Bölüm: ÇÖL YILANI
14.Bölüm: YAKICI İTİRAFLAR
15.Bölüm: KANAYAN DÜŞLER
16.Bölüm: KADER İPLİKLERİ
*17.Bölüm: ÖLÜMDEN DOĞANLAR
*18.Bölüm: YANIK İNTİKAM KOKUSU
19.Bölüm: IŞIK VE KARANLIK ARASINDA BİR İBLİS
20.Bölüm: ADI YIKIM OLACAK
21.Bölüm: MEİMORA
*22.Bölüm: KUĞULAR VE DÜŞLER
23.Bölüm: TUTKU VE NEFRETİN DANSI
24.Bölüm: OKYANUSUN SONU, UÇURUMUN ZİRVESİ
25.Bölüm: ÖRÜMCEK AĞI
26.Bölüm: ÖLÜMÜ ALDATMAK
27.Bölüm: ZİNDAN
29.Bölüm: BABA, OĞUL VE TANRIÇANIN SOYU
30. Bölüm:YARIM KALAN BİR SAVAŞ
31.Bölüm: GECENİN YEMİNİ ZİFİRİEŞLERE AİT
32.Bölüm: KANIN ŞARKISI ASLA SUSMAZ
33. Bölüm: KANIMIN KANI
34. Bölüm: ÖLÜM YOKTUR FEDAKARLARA
35.Bölüm: CADININ HALEFİ
36.Bölüm: ÇÖKÜŞ VE YÜKSELİŞ
37. Bölüm: EŞ YAZGILAR
38.Bölüm: YILDIZLARDAN BİLE ESKİ BİR KEHANET
39. Bölüm: GECE, KAN VE RUH
40. Bölüm: SAVAŞ ÇIĞLIKLARI
SON SÖZ🩸

28. Bölüm: YARALAR VE YEMİNLER

400 56 65
By Onemacikgoz


"Yaralar ve Yeminler"

Hearing your voice, Iʼm calling your name
Lost in the dark, caught in the fray
Iʼm still here under the weight

O, dövüşmeyi Zifir Ustası'ndan öğrenmişti. İradesi kırılmaz bir Kara Savaşçı olmayı, doğuştan çelik gibi bir deriye ve zihne sahip olsa da öğretilerinin yolundan giderek her seferinde kendine belirlediği sınırları tekrar tekrar aşmayı. Zatafne'nin kendisi gibi damarlarında, ruhunda ve derisinin altında diğer yarısını, iblisini taşıyordu ama ona hiçbir zaman boyun eğmemişti. Sokaklarda geçen çocukluğunda itiraf etmeli, epey dayak yemişti. İblisi, ruhundan taşmak için kükrese bile hanesinin belki de birçok ferdinden çok daha dirayetli davranmıştı. İblisine izin vermek, tek bir göz kırpışına bakardı. Karşısında dikilenleri kendi kanlarında boğmak, bir Kara Savaşçı'nın gerçekte ne olduğunu hatırlatmak tek bir nefes kadar kolaydı. Elbette yapmamıştı. Yüzündeki yarayı kazandığı, Zifir Ustası'nı kaybettiği ve neredeyse öleceği gecede bile kurmak için çabaladığı gelecek adına metanetli davranmıştı.

Ama daha önce hiç işkence görmemişti. Daha önce hiç, bedeni gibi içindeki gücünde prangalara vurulduğu olmamıştı. Eğer bir şansı olsaydı, bu sefer hiç kimseye merhamet etmezdi. İblisine yıllarca karın tokluğu yaşatacak bir vahşetin ziyafetini çektirirdi.

  Açlıktan ölmemek için yedikleri kuru ekmeğe bile yatıştırıcı zehir koyuyorlardı. Uykusuzluğa ve bitkinliğe yenik düştükleri anlarda zindanlara girip, uykularında karışımlar yutturuyorlardı. Öyle ki uyuşukluktan, yarılan etinin, darmadağın edilen yüzünün acısını bile hissedemiyordu artık. Rhyvar, Zehircilerden insanlardan ettiğinden daha fazla nefret ediyordu. Tanrıları Dayenx'in bile Zanosrit'teki Zehircileri kendi zehirlerinde boğmak istediğine emindi.

Zindana atıldıklarından bu yana üç ya da dört gün geçmişti, ayı ya da güneşi yalnızca şu an zincirlendiği kendi tabiriyle işkence odasına geldiğinde görebiliyordu. Hücresinden pek de uzak sayılmazdı, Katrileah'nın mesafeyi bilinçli bir şekilde açmadığını biliyordu. Sırayla, usanmadan, işkence odasına her getirildiklerinde Annarithel'ın herkesin çığlıklarını duymasını istiyordu. Bazılarında başarılı olmuştu. İsimleri Roenya ve Kaphreim olan Göçebe Zanosritler sırtlarına inen kırbaçlara uzun süre dayanamamıştı. Koyu tenli diğer kadının ağzı en az Annarithel kadar bozuktu ve yalnızca kükreyip küfürler ediyordu. Bir diğer Zehirci olan Göçebe-onun adını bir türlü aklında tutamıyordu- tıslamıyordu bile. Rhyvar Zehirci'nin yüzünü işkence sırasını değiştiklerinde görüyordu sadece ve yüzünden damlayan kanlara rağmen, sanki hiçbir şey olmamış gibi ifadesiz bakıyordu. Diğer Zanosritlere ne olduğunu bilmiyordu Rhyvar, Annarithel her defasında onları soruyor ama kaltak Katrileah'dan kısa bir gülücükle cevap alıyordu.

Callidus hâlâ kırılmamıştı, Annarithel'ın ayakta kalabilmesinin en büyük sebeplerinden biri buydu. Dostunun inlemesini duyarsa, kafayı sıyıracağını biliyordu Rhyvar. Ve Kael... Kael'i yalnızca bir defa görebilmişti. Kaşında koca bir yarıkla koridorlarda sürükleniyordu.

Rhyvar da onun hâlâ hayatta oluşuna tutunuyordu ama bir yanı, ön göremediği bu tuzağa dostunu da sürüklediği için kendisinden nefret ediyordu. En azından Violet ve diğerleri yanında değildi. Rhyvar ayakta duracak gücü işte o zaman bulamayabilirdi.

Bir de aynı kazığa zincirlendiği yeşil saçlı Zehirci vardı. Leoraan. Hücrelerinden aynı anda çıkarılıyor, aynı anda kollarından zincirlenip kazıktan sallandırılıyor ve aynı anda kırbaç yiyip, bir yerlerinde kesiklerle ödüllendiriliyorlardı. Sebebini henüz bilmiyordu ama Annarithel'ı daha kolay yoldan dize getirmek için yapılmış olduğunun farkındaydı.

Rhyvar hırıltılı bir nefes alarak çember şeklindeki odanın çift kanatlı kapısının önünde dikilen Zanosritlere baktı. Sağındaki ve solundaki küçük pencerelerden tam üzerlerine ay ışığı düşüyordu ama morarmış, şişmiş ve kan toplamış sağ gözü yüzünden hiçbir şeyi net göremiyordu. 

"Bir plan yapmalıyız," diye fısıldadı Zehirci ansızın. Günlerdir ikisinin arasında edilen ilk kelimelerdi. "Bir fırsat yaratmalıyız ve kaçmalıyız. En azından Annarithel'ın kaçması için imkân sağlamalıyız."

Rhyvar gözlerini heykel gibi duran muhafızlardan ayırmadı. "Üzerinde çalışıyoruz."

Leoraan, hırladı ama yeterince etkileyici bir hırlama değildi. Öksürüğüyle bölünmüştü. "Anlatmaya düşünüyor muydun Kara Savaşçı?"

"Fırsat olmadı diyelim," dedi Rhyvar başını Zehirci'ye çevirip gözlerini kısarak.

Annarithel bu Zanosrit'e güveniyorsa bile Rhyvar güvenmiyordu. Kaldı ki, hücrelerinde ayık kalabildikleri sürede ellerinden gelen en az aptalca olan planı ulu orta anlatacak değildi. Gerçi, plan acınası derecede zayıftı. Şekillenen sadece iki adımı vardı. Rhyvar, işkencenin işe yaramış gibi durması için-ki çok zor dayanıyordu- bağırtılar koparacak ve Annarithel da pes etmiş gibi yapacaktı. Canlar karşılığında anlaşmaya yanaştığını, kahrolası ölü bir adamı diriltmeyi kabul ettiğini söyleyecek ve bir şekilde taşı eline geçirip burayı hepsinin başına yıkacaktı.

Zehirci iç çekerek başını iki yana salladı. "Anlamıyorsun. Anna'nın günleri sınırlı. Gözlerinin önünde hepimizin boğazını bile kesseler, buna dayanabilirdi. İstediklerini onlara vermemek için yıllarca sürecek bir işkenceye bile katlanabilirdi. Eğer lanet büyüsü yüzünden kafayı sıyırmaya çok yakın olmasaydı."

Rhyvar endişeyle kaşlarını çattı. "Bu da ne demek?"

Leoraan bilmiş ve neredeyse kin dolu sahte bir gülümseme verdi. "Sana anlatmadı mı? Ne kadar şaşırtıcı..."

Rhyvar'ın yüzüne gölge düşüren saçları arasından çenesi kasıldı. Adam dalga geçercesine hıhladı.

"Ne kadar zayıfladığını, yüzünün ne kadar solgun olduğunu, gözündeki şeytani parıltının bile söndüğünü, kolundaki kahrolası yaraları fark etmedin mi? Büyüsüyle öldürdüklerinin ruhları Annarithel'ın içinde yaşıyor. Güçten düştüğünde ortaya çıkıyorlar. Ve kim bilir, neler yapıyorlar... Aylardır öfke nöbetleri, acıyla karışık krizler geçiriyor ve şu anda hiç olmadığı kadar zayıf düşmüş durumda."

Rhyvar yutkunamadı. Zehirci'nin küstah tavrını ağzına tıkamadı. Çünkü bilmiyordu. Gözlerini kırpıştırıp başını yere eğdi. Harold, acı çektiğini söylediğinde bundan bahsediyor olmalıydı. Fiziksel bir acı. Dişlerini sıkıp, ona bu güçleri verenlere lanetler okudu. Zayıflığını ve solgunluğunu yediği zehre yormuştu. Uykusunda fısıldıyor, çığlıklarla uyanıyordu. Bazen duvarlara boş boş bakıp gözlerini sıkıca yumuyordu. Ama o her zaman biraz çılgındı. Belki de fazla çılgın. Bu yüzden Rhyvar içindeki nefretin, almak istediği yeni intikamın ruhunda yarattığı fırtınanın bir etkisi olduğunu düşünmüş, yanına sokulup parmakları yettiği kadar saçını okşamaktan başka bir şey yapmamıştı. Ki onu ilk uykusundan uyandırışında, Rhyvar  parmaklarını dişlerinin arasından zor kurtarmıştı. Kolundaki yaraları sormaya ise cesaret edememişti. Alacağı cevap onu delicesine korkutmuştu.

Acıdan güç alan Meimora'sı, onun vahşi güzeli kontrol edemediği bir acının içindeydi. Ve Rhyvar bu konuda hiçbir şey yapamıyordu. Bazen yaptıklarına öyle hak veriyordu ki... Tüm diyar ve diyarın ötesindekiler Annarithel'a karşı gibiydi. Tüm diyar ve ötesindekiler ellerindeki her şeyle onun üzerine oynuyordu. Ona bir su damlası kadar bile huzur vereceğini bilse, tanrıçasının karşısına dikilip hesap sorardı.

"Annarithel güçlüdür, her ne yaşıyorsa biz buradan kurtulana kadar buna dayanabilir," diye fısıldadı Rhyvar kendisinden ve Annarithel'dan sonuna kadar emin bir keskinlikle.

Zehirci beline binen ağırlığının yükünü hafifletmek istercesine zincirlerini kavrayıp kendisini yukarıya çekerken dudaklarından fırlayan homurtu, zincirlerin şıngırtısına karıştı. "Anna'nın ne kadar güçlü olduğunu biliyorum Kara Savaşçı. Ama onu uyarmıştım, aldığı Dayenx'in zehrinden beter her kararda arkasında durdum ama onu uyardım. Zihni paramparça olduğu, kontrol edemeyeceği işlere kalkıştığı halde seçimleri tamamen bilinçliydi. Burnunun dikine gitmeyi, canıyla... Hepimizin hayatıyla kumar oynamayı o seçti."

Rhyvar bir süre Zehirci'yi izledi. Söyledikleri ağzından çıktığı an, suratındaki pişmanlığı ve kelimeleri yakalayabilecekmiş gibi dişlerini sıkışını izledi. İblisi, ayaklarına sürtünüp dolanan bir kedi gibi karnında ve omurgasında turlar atıyordu. Bu adamı sevmemişti. Ama sebebi sözleri, bir Zanosrit ya da Zehirci oluşu değildi. Annarithel'ın boynunda asılı kalan ve onca zaman oradan izleyen parçasının şahit oldukları, hissettikleriydi. Rhyvar'ın hisleri kadar olmasa da güçlü hisler...

"Ama yine de onun tarafını seçtin," dedi Rhyvar. "Yine de, canın pahasına ona sadık kaldın."

Leoraan'in sarı gözleri zemine yansıyan ay ışığı ve gölgede kalan noktalar arasında dolaştı. "Ona bir kere ihanet ettim Kara Savaşçı. Ve bir bedel bile ödememe izin vermedi."

"Dost muydunuz?" diye sordu Rhyvar. Merakı, sahiciydi. Çünkü bir dostun ihanetini, Rhyvar çok iyi bilirdi.

Zehirci, hıhladı. Morarmış yeşil yüzü kederli bir gülümsemeyle karardı. "Ben çok farklı bir zamanın hikâyesiyim, çok farklı bir genç kızın hikâyesi. Ben onun, görünen o ki ortaya çıkan ilk ihanetiyim. Elinde avucunda nefretinden ve öfkesinden geriye ufacık bir sevgi varken, onu da yok eden kişiyim."

Rhyvar yalnızca Zehirci'ye ters bir bakış attı. Kanunlarına, iblisine ve inancına rağmen sevginin kaçınılmaz bir gerçek olduğunu bilerek yetişmişti. Ama her zaman liderliği, sorumlulukları sevgisinden öteydi; elinde onlarca canı taşıyanların hata yapma lüksleri yoktu. Annarithel'a kadar. Onun Meimora'sı olduğunu kabullenişine kadar. Ona olan o uçsuz bucaksız, kelimelerin kifayetsiz kaldığı sevgisinin karşılığını Annarithel'ın da gözlerinde görebiliyordu. Eğer bu beladan kurtulabilirlerse, ona sevmeyi öğretecekti. Ne kadar ihanete uğramış olursa olsun, günü ve geceyi kurtaranın sevgi olduğunu gösterecekti. Annarithel'a rağmen, iblisine ve doğasına rağmen yapacaktı bunu.

Çift kanatlı kapılar dışarıya doğru açıldığında Katrileah kuzguni saçlarını yüzündeki şeytani neşeye eşlik ederek savura savura içeriye girdi. Rhyvar kadını gördüğü an tüm tüyleri diken diken oldu. İblisi damar yollarını izler gibi tüm bedenine saçıldı. Öfke ve nefretle. Zincirlerini çekiştirdi ama takati yoktu.

Muhafızlar koridorda gözden kaybolduğunda arkasından ak saçlarını ensesinde toplamış yaşlı bir adam içeriye girdi. Kahve gözlerinde can sıkıcı bir canlılık ve parıltı vardı.

Leoraan homurdanarak bir küfür savurdu.

"Kim bu herif?" diye sordu Rhyvar kadın ve adam onlara doğru yaklaşırken.

"Elime bir fırsat geçerse Katrileah'dan bile önce öldürmek istediğim şerefsiz."

Rhyvar adama bir daha baktı. Bastonuna yüklenerek yürürken, Zehirci'yi zevk dolu bir ifadeyle süzüyordu.

Katrileah tam karşılarında durdu ve boynunu yılansı bir tavırla büktü. "İtiraf etmeliyim Ghaolen, kızımın şahane bir damak zevki var."

Kara Savaşçı'nın artık bronzdan çok her renkten bir parça barındıran derisi gerildi. Kadının başını, baltalarıyla gövdesinden ayırmak; kalan parçaları da iblis pençelerine yem etmek istiyordu. Elbette, Katrileah'nın ametist gözleri Rhyvar'ın zümrüt yeşili gözleriyle buluştuğunda arzularının hepsini okuyabildi. Dudağı kıvrıldı.

Yaşlı adamın omuzlarında parmaklarıyla daireler çizerek etrafında dönmeye başladı. "Tanıştırayım Kara Savaşçı. Ghaolen, Zanosrit Kardeşliği'nin dövüş ustasıdır. Bütün hanelerin dövüş sanatlarının inceliklerini bilir." Dilini dudaklarındaki kırmızı boyanın üzerinde dolaştırdı. "Darecyran sanatını senden bile iyi biliyor olabilir... Ve bugün, kas gücünün bir iradeyi nasıl yerle bir edileceğini hepimize gösterecek."

Ghaolen eğik bastonunun başıyla oynadı. İçinde gizli parlak kılıcı ikisinin de gözüne sokarcasına çıkarırken arkalarına geçti. Leoraan sanki bir yere gidebilecekmiş gibi bacaklarını oynatıp, kollarındaki zincirleri çekiştirdi.

Rhyvar bakışlarını odayı terk etmek üzere olan Katrileah'nın sırtından ayırmadı. Ölüm yeminini, sırtına çizdiği bir işaret gibi aklına kazıdı.

"Kapılar açık kalsın," dedi Ghaolen acımasız bir ses tonuyla. "Sevgili Annarithel, kendi sırtındaki yaranın aynısı bu ikisine de açılırken her bir çığlığı işitebilsin."

Rhyvar'ın soğuk kanı fokurdadı. Demek oydu. Omzunda baş vermiş kim bilir nereye kadar uzanan yarayı açan kişi. Rhyvar, omzunun üstünden adama baktı. Zümrüt yeşili gözlerinde iblisinin yankıları dolaştı. Bir ölüm yemini daha. "Elinden geleni yap yaşlı piç. Ama unutmayacağımı bilmelisin."

🩸

Annarithel, sırtına yapışmış; yemekten çok zehirle dolu midesinde ne kaldıysa önüne çektiği, ihtiyaçları için kullandıkları kovaya boşalttı.

Mamba, Ghaolen'ın yüzünü Annarithel'a gösterip hücrenin önünden geçip gittikten bir saat sonra ilk kırılan Leoraan olmuştu. Zehirci'nin feryadını duyduğu an, yerinden sıçramış; karşı hücresindekilerle birlikte sanki yapabileceklermiş gibi zincirlerini koparmaya çalışmışlardı. Küfürleri ve bağırışları bastıkça, boğazı yanmış; el ve ayak bilekleri prangaları yüzünden parçalanmıştı.

Sonra fısıltılar doluşmuştu. Zaten günlerdir pusuda bekliyorlardı. Denizin, karadan çekilişiyle ortaya çıkanlar gibilerdi. Gücü yerine gelmeden yeniden sular altında kalmadan gitmeyeceklerdi.

Ama Rhyvar'ın kükreyişini duyduğu an... Bedeni öfkeden zangırdamaya başlamış en sonunda da dayanamayıp kusmuştu. Eğer Rhyvar, bağırıyorsa... Ah, Annarithel nasıl bir işkence gördüğünü düşünemiyordu. Ghaolen'ı öldürecekti. Katrileah'yı gebertecekti. Nasıl olacağını bilmiyordu ama bunu yapacaktı.

Başını kovadan kaldırdığında, çenesini hissiz elleriyle silip kan tükürdü. Vücudunda kandan çok zehir dolaşıyordu. Er ya da geç onu öldürürdü. Ama Zehirciler dozu ayarlamayı biliyordu, Annarithel'ı on yıllar boyunca bile bu şekilde süründürebilirlerdi.

Haykırışlar kesildiğinde, gözlerini sımsıkı kapatıp duvar köşesine sindi. Alnını soğuk taş duvara yasladı.

Ansızın teninde örümcekler geziniyormuş gibi karıncalanmalar hissetmeye başladı. Aslında orada olmayan birileri, etrafında koşturuyormuş yanı başında oturuyormuş gibi.

"Siktirin gidin," diye fısıldadı Annarithel gözlerini açmadan.

Bu sefer gerçekten büyük sıçtın, velet.

Annarithel hırladı, sonra da boğazındaki yanmayla öksürdü.

Yüceler yücesi, Beyaz Sırtlan.

Kulak tırmalayan bir kahkaha patladı dibinde.

Annarithel kendisini tutamadan gülmeye başladı, aynı anda gözyaşları dolup taştı. Bitikti, kafayı yemek üzereydi. Onları engelleyemiyordu. Hiçbir şeyi engelleyemiyordu.

Callidus, boğazındaki tasmanın zincirini sallayarak kıza yaklaştı. Bedenini Annarithel'ın etrafında doladı ve boşluğa doğru, sağlam kalan gözüyle hırçın bakışlar atarak hırlamaya başladı. Göremiyordu ama hissedebiliyordu.

Kahkahalar ve fısıltılar birbirini bastırdı, üst üste bindi zihninde bir kargaşaya döndü.

Kar beyazı saçlarını geriye yatırarak hışımla döndü. Yerden kaptığı lapayla dolu kâseyi duvara çarparken avazı çıktığı kadar bağırdı.

Sırtını tekrar duvara yasladığında hücrenin dört bir yanını kızıl sisler sarmıştı ama kıpırtısızlardı. Ses çıkarmıyorlardı. Callidus başını kucağına yaslayıp, bedenini bir kalkan gibi yanında tutmayı sürdürdü. Annarithel ağlamak istedi. Yoldaşının çaresiz koruma çabaları içini yakıyordu.

Kızıl, bulanık sisler bir perde gibi hücrenin duvarlarına çekildiğinde tam ortada bu sefer neredeyse kırmızı bir beden belirdi. Hatları daha belirgindi. Biçimsizdi ama sanki gerçekten oradaydı.

Annarithel burnundan soluyup gözlerini kapattı.

Annarithel...

O ses. O sesi şu anda duyuyor olmak, Annarithel'ı kahrediyordu. Hepsi kalabilirdi ama keşke bir yolunu bulsa ve lanet Rigel'ı tamamen yok edebilseydi. Elleriyle kulaklarını kapattı, zihnindeki bir sesi engelleyebilecekmiş gibi.

Dinle beni...

"Kes sesini lanet piç kurusu," diye hırladı Annarithel.

Rigel'ın kızıl ruhu Annarithel'ın bedeninden dışarıya fırlayan hayalet sicimlerin saldırısına uğrarken titredi.

Güvenme-

Sesi bir gelip bir gitti. Bir vardı sonra yoktu.

Hatırla-

Koridorlardan zincirlerin yerlere sürtünüşü ve adım sesleri yankılandığında Annarithel hızla gözlerini açtı. Kızıl sisler yok oldu.

Prangalarını unutup kapıya koşmaya yeltendi ve gerisin geri duvara çarptı.

Eziyet dolu, birkaç saniye süren bekleyişin ardından hücresinin kapısı açıldı.

Dört Zanosrit yüzleri kıpkırmızı olmuş, boyunlarındaki damarlarından zorlandıkları belli olarak Rhyvar'ı taşıyorlardı. İkisi bir kolundan diğerleri diğer kolundan kavramıştı. Baygındı, başı önüne eğik kestane saçları terden ıslanmış bir halde yüzüne dökülmüştü. Gözleri hızla kaslı karnını, göğsünü, pantolonu yırtılmış bacaklarını ve morluklar içindeki bronz kollarını taradı. Yeni bir yara yoktu. Öyleyse niye bağırmıştı?

Bariz bir çabayla Annarithel'dan kaçarak, hücrenin sağ duvarına Rhyvar'ı taşıdılar. Yüz üstü yere bırakıldığında, Annarithel hırladı.

Ve neden baygın olduğunu da o zaman anladı.

Vahşi bir hayvan gibi zincirlerini çekiştirerek Zanosritlere saldırmaya çalıştı. Tırnakları bir şeye saplanmak için havada kavisler çizdi. "Hepinizi öldüreceğim! Hepinizi!"

Bir Zanosrit irkilip sanki her an zincirleri kırabilecekmiş gibi kenara kaçsa da diğerleri Rhyvar'ı duvardaki kancalara zincirlemeyi sürdürdü.

Burada değillerdi ama haykırışını duyabileceklerini biliyordu Annarithel. Boğazındaki zehirle dolu şişlikleri umursamadan bağırdı. "Hepinizi öldüreceğim! Kanınızda yıkanacağım ve boğazınızı keserken, gözlerinizin içine bakacağım!"

Başına giren ağrıyla, dizlerinin bağı çözüldü ve yere düştü. Hücrenin kapısı kilitlendi.

Nişteki mumun cılız alevlerinin gölgesi Rhyvar'ın önünde yattığı duvara düştü. Kırbaçlar, Kara Savaşçı derisine fazla zarar verememişti ama şu an gördüğü manzara Annarithel'ın kanını donduruyordu. Omzundan, beline kadar iki derin yarık. Belli ki, Ghaolen'ın eseri. Belli ki, tek hamlede ve hızlı açılmamıştı. Yaralardan fışkıran kan tüm sırtını kaplamış, pantolonunu sırıl sıklam etmişti. Annarithel'ın dudakları titredi. Kalbi öyle sıkıştı ki, atmayı bırakacağını düşündü. Ve bir an bunu hiç umursamadı.

Rhyvar onun yüzünden tarifsiz bir acıya katlanmak zorunda kaldıysa, lanet olası organı patlayabilirdi de.

Midesi yeniden bulandı ama kusmayı reddetti. Dudaklarının titreyişini ve gözyaşlarını durdurmak için ellerini yüzünde dolaştırdı. Koridorlarda kimsenin kalmadığından emin olduktan sonra kendi köşesine emekledi. Çatlamış zeminin bir parçasını kaldırdı ve içine gizlediği merhemleri çıkardı.

Annarithel'a sadık ve hâlâ şatoda dolaşan birileri vardı. Ve o kişilerden biri zeki Malissa'ydı. Rhyvar'ı bir önceki götürüşlerinde zindanlara sızmış ve Zehircilerin işlerinden hiç anlamasa da bulabildiği tüm şifalı merhemleri-çoğu elbette yine, deriyi iyileştiren ama felaket acı veren zehirli otlardandı- getirmişti. Annarithel en kötüsü için saklamayı düşünüyordu ama Callidus'ın göbeğindeki ısırık için birazını kullanmıştı.

Hepsinin canı cehenneme, bu riski göze alabilirdi. Rhyvar orada acı içinde yatacaksa, merhemlerin hepsini kullanıp anlamaları riskine girebilirdi.

"Rhyvar," diye seslendi zayıf bir fısıltıyla.

Kara Savaşçı'dan ses gelmeyince, gözleri büyüdü. Nefes alışlarını görebilmek için sırtını izledi. İnip kalktığını gördüğünde, boğazını sıvazlayarak derin bir iç çekti.

"Rhyvar, sana küfrediyormuşum gibi gelebilir ama bana doğru yaklaşmanı istiyorum. Yaralarına bakmalıyım."

Kenardaki su teknesini çekti ve üzerindeki yırtık tuniği dişlerinin arasına alıp uzun bir parça daha kopardı.

Çaresiz sesini acı bir neşeyle doldurmaya çalışarak tekrar seslendi. "İblisine söyle bir işe yarasın. Ortaya çıkabiliyorsa, çıksın ve seni yanıma taşısın."

Bez parçasını ve küçük cam kavanozdaki merhemi alıp yerde emekleyerek, zincirlerinin izin verdiği kadar ilerledi. Yan durup duvara yaslandığında, Rhyvar'ın sırtı çok küçük bir kıkırtıyla sallandı. Annarithel'ın kehribar gözleri o minicik hareketi gördüğünde ve zayıf sesi işittiğinde aydınlandı.

Rhyvar elleriyle zeminden destek alarak kalkarken ne kadar zorlandığını görebiliyordu. Genizden gelen homurtusunu işitmişti. Kollarındaki damarlar sanki sırtında tonlarca ağırlık taşıyormuş gibi şişmiş ve titremişti. Biraz doğrulup tek elini duvara yasladığında saçlarının arasından dişlerini kırarcasına sıkışını görebiliyordu Annarithel.

Derin bir nefes almaya bile çekinerek, alnını duvara yasladığı koluna yerleştirdi ve kolunun altından Annarithel'a baktı. Kahrolası herifin, gözlerindeki o yabani parıltıyı hiçbir şey söndüremeyecekti. Buna emindi.

"Onunla böyle konuşmaya devam edersen, cehennemde hesaplaşacağınızı söylüyor. Sadece pis ağzın yüzünden bile oraya gideceğine eminmiş," dedi Rhyvar neredeyse karnından yükselen bir hırıltıyla.

Annarithel başını iki yana sallayarak gülümsedi. "Konuşabildiğini bilmiyordum."

Rhyvar dizlerinin üstünde yükseldi, duvara tutuna tutuna Annarithel'a yaklaştı. Her hareketinde, bedenindeki ve yüzündeki tüm kaslar seğiriyor; gözlerinde nne kadar canı yandığını kanıtlar nitelikte titremeler geçiyordu. Sesi o kadar güçsüzdü ki, kızın midesi düğüm düğüm oluyordu. "Elbette konuşamıyor Orvira. Ama öyle düşündüğüne eminim."

Annarithel da dizlerine yüklendi, ellerini açıp yaklaşmasını bekledi. Rhyvar zar zor yaklaşıp, kolunu duvara sürterek oturduğunda kaşlarını çattı ve dudaklarından fırlamak üzere olan inlemeyi yuttu.

Callidus su teknesini burnuyla iterek yanlarına taşıdı ve tam Annarithel'ın arkasına yatıp, gözlerini yumdu. Kız, tilkinin başını okşayıp ahşap tekneyi önüne çekti.

Bakışlarını Rhyvar'a kaldırdığında, Kara Savaşçı hali hazırda alnının sol tarafını duvara yaslamış bir halde onu izliyordu. Yüzündeki her bir detayı, gözlerindeki sarı hareleri, dudaklarındaki çatlakları.

Annarithel, adamın sürmeli gözlerine bakmayı sürdürdü. Altları çökmüş, morarmış ve kızarmıştı. Muhtemelen acıdan gözyaşı bile dökmüştü. Ama hâlâ ilk gördüğü günkü kadar güzellerdi ve kendisini bakmaktan alamıyordu. Dudaklarını ısırıp, kaşlarını çattığında daha kelimeleri dökülmeye fırsatı bulamadan Rhyvar dirseğine uzandı nasırlı parmaklarıyla okşadı.

"Yapma," dedi kaşlarını çatıp. "Özür dilemek sana hiç yakışmıyor Orvira."

Annarithel'ın dudağında hüzünlü bir kıvrım belirdi. Omuz silkti. Bu adam, onun yüzünü her zaman çok iyi okuyordu. "Özür dilemeyecektim zaten. Sadece affedersin, diyecektim.

"İkisi aynı kapıya çıkmıyor mu? Siktir git, yerine defol git demek gibi bir şey."

"Kes sesini ve sırtını bana dön," dedi Annarithel gülümseyerek.

Rhyvar yüzünü buruşturarak döndü. Dizlerini ve ellerini duvara yasladı.

Sırtının halini gördüğünde bir kere daha içi titredi Annarithel'ın. Dudaklarını dişlerken, kan oturduğuna emindi. Ellyro'nun ölümü için onu suçlarken, sözde umut ve erdem dolu yollarını döşediği için onu suçlarken ve bu yüzden onu öldürmek isterken ne kadar aptal olduğunu fark ediyordu. Sırtındaki koparıp atmak istediği ellerden çıkan yarıklar bile kalbini paramparça ediyorsa, Rhyvar'a bir hançer darbesinden daha fazlasını verseydi ne yapardı?

Bezi suya batırıp sıktı ve elleri titreyerek sırtına yaklaştırdı. Daha ilk temasla Rhyvar tıslayıp, dürtüsel bir hareketle yerinden sıçradı. Annarithel çekinerek boşta kalan parmaklarını kestane uzun saçlarının arasına gömdü. Bezi sıkıp, sırtındaki yaranın etrafındaki kanı silip süpürürken saçlarını okşadı. Rhyvar'ın biraz da olsa sakinleştiğini görebiliyordu, omuzları ilk anki kadar kaskatı değildi. Bedeni gevşemişti.

Sular aktıkça, kan bezi doldurdukça ve yerlere damladıkça sırtındaki eski yaralar ve kaslarının girintileri meydana çıkmaya başladı. Bronz teni, kıskançlık yaratacak kadar güzeldi.

Saçmalıyorsun Orvira, yine.

Annarithel iç sesini bir küfürle susturdu.

"Bunu Ghaolen mı yaptı?" diye sordu Annarithel.

Rhyvar'ın cevabı, çelik kadar sert buz sarkıtları kadar keskindi. "Sana yaptığının aynısını yapmak istedi." Omzunun üstünden kıza baktı. "Gördüğüm yara, o izdi değil mi?"

Annarithel başıyla onayladığında adam yüzünü duvara çevirdi. Teni yeniden gerilmişti. Her zaman aralarında garip bir çekim, bir sıcaklık, anlam veremediği bir bağ hissediyordu Annarithel ama tenine dokunurken ve bu kadar yakınındayken iblisinin soğukluğunu ilk defa seziyordu. "Onu parçalarına ayırırken epey zevk alacağım," dedi Rhyvar.

Annarithel bir kurt gibi gülümsedi. "Sıranı bekle Kara Savaşçı."

Neredeyse kemiğine varan derin yarıklar açığa çıktığında, derin bir nefes aldı Annarithel. "Şimdi yarayı, elimdeki imkanlarla temizleyeceğim. İstediğin kadar küfretmek serbest." Dudaklarını büküp biraz daha inceledi. "Dikiş gerekiyor Rhyvar, bu şekilde uzun süre açık kalırsa iltihap kapabilir."

Rhyvar kendisini hazırlarcasına sırtını dikleşirdi. "Soyumu hafife alma Orvira. Birkaç çiziği atlatabilirim."

Annarithel gözlerini devirdi. "Başlıyorum."

Kara Savaşçı nefesini tuttu. Kız, bezi yıkayıp yaralarına yaklaştırdığında suyu üzerlerine sıkmadan önce bekledi. Saçlarının arasında dolaşan parmaklarını ensesine indirdi, dizlerinin üstüne kalkıp yanına geçti. Rhyvar yaşlarla ıslanmış gözlerini Annarithel'a kaydırdığında, bu hareketi neden yaptığı hakkında hiçbir fikri yoktu kızın. Ama acıyı azaltmak için her şeyi yapabilirdi. Bir şekilde, bedenlerinin birbirine karışan sıcaklığının, aynı ritimle atmaya başlayan kalplerinin, fiziksel bir acının ötesine geçeceğini biliyordu. Suyu yaraların üzerine sıkarken, karnını ve kalçasını Rhyvar'ın yanına dayadı. Nefesi adamın yüzüne çarpıyor, ensesini ve saç diplerini okşuyordu. Parmak uçlarındaki sıcaklığı sanki tüm bedeninde hissediyordu Annarithel.

Rhyvar dişlerinin arasından inledi. Boğazı ve dudakları titrerken, tüm bedeni sarsıldı. Ama gözlerini bir an olsun Annarithel'dan ayırmadı. Bezi kana bulanmış suya bir kere daha batırıp çıkardı. Tekrar sıkarken, Rhyvar Annarithel'ın ensesindeki elini hızla kavrayıp çekti. Duvara dayadığı yumruğunun arasına elini hapsetti. Su yarasının içine işleyip akıp giderken, dudaklarını ikisinin kanlı ellerinin üzerine bastırıp, boğazından yükselen feryatları yuttu.

"Ellerin hançer sallamadığı zamanlarda çok şefkatli olabiliyor," diye fısıldamaya çalıştı Rhyvar düzensiz nefesleri arasından.

Annarithel üzerindeki tuniğe uzanırken, tek kaşını kaldırıp muzır bir tavırla gülümsedi. "Yaralı erkekleri gördüğümde dayanamıyorum."

"Senin dayanamadığın tek yaralı erkek benim, bunu ikimiz de biliyoruz," dedi Rhyvar kolunun altından Annarithel'a manidar bir bakış atıp.

"Ah, ben de kibirli yaratık nerelere saklandı diyordum. Buradaymış."

Kız, tuniğini dişlerinin arasına sıkıştırdığında tunik göbeğine kadar sıyrılmıştı. Büyük parçayı kopardığında Rhyvar'a bakmıyordu ama adamın bakışlarını, öğle güneşinin tenini öpüşü gibi üzerinde hissedebiliyordu. Kalbi hızlandı, ensesi yanmaya başladı ama adamın gözlerine bakmaktan çekindi. Tunik kalçalarının yarısını açıkta bırakacak kadar yırtıkken ve o yabani bakışlar bedeninde dolaşıyorken kendisini garip hissediyordu. Diyarı bir uçtan bir uca çıplak koşabilir ve hiçbir bakıştan çekinmezdi. Ama ağzının içinde tadını alabileceği, kokusunu içine çekebileceği kadar yoğun bakışların altında, işi hiç kolay değildi.

"En azından sırtındaki derin kesikleri sarabiliriz bir süre idare eder."

Kanlı ıslak bez parçasını da kopardığı parçaya bağladığında Rhyvar, Annarithel'ın eline uzandı. Kız kehribar bakışları sıvı altınlar gibi parlarken adama baktı. Kan aşkına... İblisinin gözlerinde dolaştığını neredeyse görebiliyordu. Tuniğindeki yırtıktan göbeğindeki yaraya gözlerini kırpmadan baktı. Bacağındakileri dümdüz öfkeli dudaklarla izledi.

Kollarını duvardan ayırırken biraz daha Annarithel'dan tarafa yaklaştı. Yüzünden acı belirtisi esip geçti ama dişlerini sıkıp acıyı yok saydı. Annarithel gibi dizlerinin üzerinde doğrulduğunda, kız iri cüssesini ve uzun boyunu takip edebilmek için çenesini kaldırdı. Büyük elleri bileğini sardı ve kızı kolundaki zincirlerin arasından geçirip önüne çekti.

Nazik, zarif ve merhametli değildi. Yumuşak tavırlar zaten hiç onlara göre olmamıştı. Sert, istediğini almaya yeminli ve onca duygunun arasında hep biraz öfkeleri vardı.

Sırtı soğuk duvara çarptığında ve Rhyvar tek kolunu başının yanına yerleştirdiğinde, Annarihel yanaklarının içini dişleyerek yutkundu. Ruhlarındaki sarsıntıyı ikisi de hissedebiliyordu. Vahşi bir açlık vardı. Yaşanmamış her şeye hasret. Tenlerinde ve ruhlarında daha önce hiç tatmadıkları deneyimlere dizginsiz bir istek.

Rhyvar, burnunu Annarithel'ın yanağına sürtüp koca bir nefesle kokusunu içine çekti. Annarithel'ın dudakları, şeytani bir tavırla kıvrıldı. Ama Rhyvar, çektiği nefesini dudaklarına üflerken gözlerine baktığında gülümseyişi hemen soldu. Göz bebekleri titriyordu, manalar doluydu ama anlayamıyordu.

Adamın göremediği parmakları ansızın göbeğindeki yaranın üzerinde dolaştığında, omurgasında ılık alevler dolaştı. Parmakları ısrarcı ve utanmaz bir tavırla karın kaslarının girintileri ve çıkıntılarında dolaşırken kalın dudaklarını ısırdı Rhyvar. Ellerini açıp, belinin arkasına yerleştirdi. Annarithel'ı kendisine çektiğinde kız zar zor konuşabildi. "Nerede ve ne konumda olduğumuzu sık sık unutuyormuşsun gibi geliyor Zaolyen."

Göğüsleri Rhyvar'ın göğsüne değiyor, nefesleri bedenlerinin arasında sıkışıyordu. Lanet olası eli durmadı ve tuniğinin içinden yukarıya kaydı, uzun yara izini takip etti. "Umurumda değil Annarithel. Şu an bizim, ne şartlar altında olursa olsun. Geleceği istiyorum ama şimdiyi doyasıya yaşamaktan başka şansım yok."

Annarithel'ın içinde bir şeyler koptu. Uzun süredir sıkı sıkı tuttuğu zincirlerin parçalanışı gibiydi. Dizginleri, kahrolası arzularının eline vermiş gibiydi. İki elini de Rhyvar'ın boynuna yerleştirdi. O her zaman hesaplardı; hareketlerini, duygularını ve düşüncelerini önceden tartar ve ona göre davranırdı. Karşısındakini merakla inceler, açıklarını yakalar ve kontrolün her zaman onda olduğu bir dans sergilerdi. Ama kanı ve kaltak tanrıçası şahidiydi ya, Rhyvar onun tüm hesaplarını ve kontrolünü yıkıyor, paramparça ediyordu.

Yeniydi, korkutucuydu ve beklenmedikti ama zevk veriyordu. İlk defa içine düştüğü bilinmezlik hoşuna gidiyordu.

Dudaklarından dökülen itirafı düşünememişti bile öylece çıkmıştı ağzından. "Korkuyorum," dedi. "Kendimden, duygularımdan ve sana alışmaktan. Vaat ettiğin o geleceğe yaklaşmaktan korkuyorum. Gelecekten korkuyorum Rhyvar. Bu zindandan, elimde olmadan yapabileceklerimden ve yeniden zarar vermekten. Benliğimden korkuyorum, karanlığımdan..."

Rhyvar parmaklarını Annarithel'ın dudaklarına bastırdı. Sırtındaki acı ara ara yokluyor ve suratındaki seğirmeleri inatla bastırıyordu. "O kapıdan girme Annarithel. Şimdi değil. Zamanı değil. Vakti geldiğinde her şeyi konuşarak, birbirimize bakarak, yaralarımızı sararak ve sana; seninle yapmak istediğim her şeyi göstererek halledeceğiz."

Kaşlarını çatarak kollarındaki kapanmış kesiklere baktı. Kızıl kahve sakalları Annarithel'ın yüzüne sürttü. "Canını yakabiliyorlar mı?" diye sordu. Annarithel kimlerden bahsettiğini hemen anladı. "Sürekli yanındalar mı, seninle mi yaşıyorlar yoksa bir yerlerde saklanıyorlar mı?"

Annarithel dişlerini sıktı. "Biriyle yaşamak gibi değil. Aslında yoklar ama aynı zamanda varlar. Bir anda belirene kadar, varlıklarına dair hiçbir şey sezmiyorum. Ama ortaya çıkabilmek için zayıf anlarımdan güç alıyorlar ve geldiklerinde benimle aynı anda nefes alıyorlar. Fısıldıyor, konuşuyor, gülüyor, boktan esprilerle alay ediyorlar."

Rhyvar, kızın saçlarını parmaklarının arasına alıp okşadı. Her bir beyaz teli, ayın huzmelerine dokunmaya çalışır gibi istekle avcuna aldı. "Bizim zamanımız geldiğinde, önce teninde açılmış tüm yaraları sana çektirilen her acıyı unutmanı sağlayana kadar öpeceğim. Yaraların, yalnızca gücünün birer kanıtından ibaret kalana kadar tanrıma hiç tapınmadığım gibi onlara tapınacağım. Benim vahşi güzelim-"

Rhyvar'ın Annarithel'ın gözlerinin içine ve ruhuna bakarak söylediği son sözcükler, istekli ama bir o kadar da çekimser çıkmıştı ağzından. Hâlâ Annarithel'ın verebileceği tepkileri tarttığı belliydi. İçinde daha fazlası için yanıp tutuştuğu ama Annarithel'ın vahşi ve bir o kadar da duygulara karşı deneyimsiz doğasını ürkütmekten korktuğu belliydi.

Aslında ikisi de korkuyordu. İkisi içinde yeniydi. Henüz ilk sayfası okunan bir kitap gibiydi, yürümeyi öğrenmek gibiydi. Kontrol edemedikleri arsız duyguları ve nasıl davranmaları gerektiğini bilemeyecek kadar deneyimsizlerdi. Birlikte keşfedecekleri, çok şey vardı.

Ve kanın tanrıçası biliyor ya-Annarithel'ın lanet kaderi hakkında her şeyi bildiği gibi- iki küstah, utanmaz, hoyrat ve sert savaşçının birlikte keşfedecekleri onu heyecanlandırıyordu.

Heyecanına ve bir an olsun yaşadıklarını unutmaya tutunarak, parmaklarını Rhyvar'ın dalgalı kestane saçları arasına geçirip kendisine çekti. Aynı hücreye kapatılmış, iki kaplan gibilerdi. Katrileah'nın bu hatayı yapıyor oluşuna hiç ses çıkarmayacak, yüzüne vurmayacaktı.

Dudaklarını dudaklarına bastırırken onu tadını ala ala öpüyor olmasına rağmen daha fazlasını istiyordu. Rhyvar'ın genizden yükselen hırıltısı ve kalçalarına uzanan arsız elleri kızın başını döndürüyordu. Zincirlerin uzunluğu yettiği kadar kollarını boynuna doladı. Kara Savaşçı'nın bedeninin ısısı gittikçe yükseliyor ve Annarthel'ın tenini ve iradesini eritmekle tehdit ediyordu.

Kalçalarının altından kavrayıp, çelik gibi bedenine bastırdığında Annarithel'ın dudaklarından küçük bir inilti koptu. Rhyvar o iniltiyi, gülümseyerek yuttu.

Kızın elleri, boynundan aşağıya indiğinde yaralarına dokunduğunu ve elinin kana bulandığını fark etmedi. Rhyvar'ın dilini geri çekişi ve tıslayışı olmasaydı uzun bir süre fark etmeyecekti.

Gözleri irileştiğinde hemen geri çekildi. "Sen koca aptal bir yaratıksın," diye homurdandı Rhyvar'ın yüzüne kızgınlıkla bakarak. "O yaraları tırnaklarımla tekrar deşmek için temizlemedim."

Rhyvar yüzünü buruştururken gülümsemeye çalıştı. Ama canı gerçekten çok yanmış olmalıydı. "Sen beni öyle öpüyorken durmamı nasıl beklersin?"

Annarithel, başını öfkeyle iki yana sallarken Rhyvar'ın önünden çekildi ve yerdeki merheme uzandı.  "Ellerini duvara daya İblis Soyu. Bırak da işimi bitireyim."

Adamın dudakları hin bir tavırla kıvrıldı, dediğini yapıp omzunun üstünden çarpıcı bir bakış atarken. "Bu sözleri unutma Orvira. Çok kısa bir zamanda ben senin kulağına fısıldayacağım."

Annarithel, "Erkekler," diye kendi kendine mırıldanıp elindeki merhemin kapağını açarken Rhyvar merheme kaşlarını çatarak baktı. Sonra da kuşku yüzüne yayılırken bakışları gözlerine yöneldi. "Bunu nereden buldun?"

Annarithel vücudunu yeniden Rhyvar'a yasladığında adamın kuşkusu, gözlerine yerleşen yabani parıltıyla neredeyse silinir gibi oldu. Nefesini tutuşunu hissetmişti. Ve içinde bir yerlerde, bir zindanda hapsolduklarını ve adamın dağlanmış tenini temizlediğini unutan bir yanı tatminle dolup taştı.

Merhemi sürecekken, uyarı için kaşlarını kaldırdı. Rhyvar derin bir nefes çekip, kızın elini yeniden kavrayıp duvardaki yumruğunun içine hapsetti.

Burun direğini kıracak kadar ağır bir nane ve seçemediği zehir kokuları yayan merhemi buladığı parmaklarını yaranın üzerinde dolaştırdığında Rhyvar yumruğunu sıkıp alnını duvara bastırdı.

"İnanması güç ama Zanosrit'te hâlâ bana sadık olan ve gizlenmeyi başarmış birkaç kişi var," dedi Annarithel fısıltısını ikisinin arasına hapsederek. Rhyvar hızla başını kıza çevirdiğinde devam etti. "Adı Malissa ve yalnızca merhemleri vermekle kalmadı Rhyvar. Riskli ama artık bir kaçış planımız var."

Rhyvar'ın gözleri şaşkınlıkla açıldı. "Nasıl?"

Annarithel kapıya kısa bir bakış attı. "Nedenini bilmiyorum ama Zanosrit şatosunun yavaş yavaş boşaltıldığını söylüyor. Herkesi Morlaniar'ın belirli noktalarında görevlendiriyor ve farklı bir sığınağa yolluyorlarmış. Kentin her giriş çıkışına karakollar kurmuşlar. Bir sonraki görevlendirmelerde, Malissa harekete geçecek. Zindanlarda bir kız var, Yalancı. Önce onu kurtaracak. Çünkü büyüsü bizim buradan çıkış biletimiz olacak. Gerçekmiş gibi görünen yanılgılar, yansımalar yaratabiliyor-"

"Üzerinde çalıştığımız bir plan vardı zaten Annarithel. Yenisine ve daha risklisine ihtiyacımız yok," dedi Rhyvar.

Kız, iç çekti. Merhemi iyice yarasına yedirirken, elini bu sefer kendisi Rhyvar'ın duvardaki yumruğunun içine yerleştirdi. Gülümseyişi, kurnaz bir iblisten farksızdı.

"İki planı da uygulayacağız. Seni almaya geldiklerinde, bu sefer çığlıklarınla şatoyu inletmen gerekiyor sadece."

Ve bölüm sonu!
Gerilimi tırmandırıp, aksiyonu kestiğim için küfür yediğimi biliyorum o yüzden istediğinizi söyleyebilirsniz ::''))
Ama sabır tatlı zalim ruhlar sabır. Büyük bir patlama yaşanacak...
Evet, neler düşünüyorsunuz? Planları iş görür mü yoksa, çaresizlikten umut mu ediyorlar sadece?
Hiçbir ipucu vermeden şunu da sormak istiyorum. Rigel ile ilgili bir şeyler fark eden var mı?

Kendinize iyi bakın
Sizi çok seviyorum

Continue Reading

You'll Also Like

5.6K 409 11
❝Çünkü yak dediler bana. Yakamıyorsan da yan. ❞
546 175 10
Kendini ülkesi için feda eden, yaşadıkları acıların cefasını çeken dokuz TAKTİB ajanı ve her birinin yetenekleri bir uzuvla özdeşleşen, parçalandıkla...
252K 4.5K 31
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı.Bir an kalbim duracak gibi oldu. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi ve odamın kapısını açt...
3.6M 301K 82
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...