Zalim Ruhların Dansı (Kanın Ş...

Onemacikgoz tarafından

20.3K 2.7K 4.2K

"Sırların zinciri koptu Bedel kanla yazıldı Yükselmek için yeniden doğdu Yıkımın kıvılcımları dört bir yan... Daha Fazla

TANITIM✨
GİRİŞ
1.Bölüm: KATRAN KARASI AYAK İZLERİ
2.Bölüm: VEDA
3.Bölüm: DİKENLİ DOST ELİ
*4.Bölüm: VİCDAN VE ZEHİR MAHKEMESİ
*5.Bölüm: KAFESİNDE ÇIRPINAN EJDERHA
6.Bölüm: KRAL VE MELEZ
7.Bölüm: MAMBA
8.Bölüm: YERALTINA DÜŞEN KAYIKÇIYA SARILIR
9.Bölüm: KALBİN GÖLGESİNDE YETİŞEN GADDARLIK
10.Bölüm: AŞIKLARIN NEFRETİ
*11.Bölüm: AYNA AYNA
*12.Bölüm: YALNIZ BEYAZ SIRTLAN
13.Bölüm: ÇÖL YILANI
14.Bölüm: YAKICI İTİRAFLAR
15.Bölüm: KANAYAN DÜŞLER
16.Bölüm: KADER İPLİKLERİ
*17.Bölüm: ÖLÜMDEN DOĞANLAR
*18.Bölüm: YANIK İNTİKAM KOKUSU
19.Bölüm: IŞIK VE KARANLIK ARASINDA BİR İBLİS
20.Bölüm: ADI YIKIM OLACAK
21.Bölüm: MEİMORA
*22.Bölüm: KUĞULAR VE DÜŞLER
23.Bölüm: TUTKU VE NEFRETİN DANSI
24.Bölüm: OKYANUSUN SONU, UÇURUMUN ZİRVESİ
25.Bölüm: ÖRÜMCEK AĞI
26.Bölüm: ÖLÜMÜ ALDATMAK
28. Bölüm: YARALAR VE YEMİNLER
29.Bölüm: BABA, OĞUL VE TANRIÇANIN SOYU
30. Bölüm:YARIM KALAN BİR SAVAŞ
31.Bölüm: GECENİN YEMİNİ ZİFİRİEŞLERE AİT
32.Bölüm: KANIN ŞARKISI ASLA SUSMAZ
33. Bölüm: KANIMIN KANI
34. Bölüm: ÖLÜM YOKTUR FEDAKARLARA
35.Bölüm: CADININ HALEFİ
36.Bölüm: ÇÖKÜŞ VE YÜKSELİŞ
37. Bölüm: EŞ YAZGILAR
38.Bölüm: YILDIZLARDAN BİLE ESKİ BİR KEHANET
39. Bölüm: GECE, KAN VE RUH
40. Bölüm: SAVAŞ ÇIĞLIKLARI
SON SÖZ🩸

27.Bölüm: ZİNDAN

361 54 86
Onemacikgoz tarafından


"Zindan"

Reaching you is my destiny, time is my only enemy
I will never give up, fighting until the end of me

Birkaç saniye önce ıstırap dolu bir hiçliğin içindeydi. Ne rüya ne kâbus ne de gerçeklik. Hiçbir şey görmüyor yalnızca derisinin altında binlere örümcek dolaşıyormuş gibi hissediyordu.

Zaman kavramını yitirdiği boşluktan, ansızın bir suyun içine düşmüş gibi çıktığında kulaklarındaki uğultunun arasından mırıltılar da eşlik etmeye başlamıştı.

Sonsuz alevler arzuna boyun eğer,

Rüzgâr parmaklarına dolanır, şimşekler çakar, yağmurlar yağdırır,

Nefes almayı, ciğerleri yandığında hatırladı. Biri saçlarını kavradı. Başındaki keskin acıyı hissetti. Sudan çıktı ve damlalar ağzına dolarken öksürüklerle nefes aldı.

Mırıltı, sözlere döndü.

Yıpranmaz, eğilmez, bükülmez ruhunu su yansıtır,

Toprak ayaklarının altında, kalp atışınla kıvrılır...

Annarithel her bir kirpiğine ağırlıklar asılmış gibi gözlerini güç bela aralarken bu histen nefret etti. Sırılsıklam olmuş beyaz saçlarından bedenine şarıl şarıl sular akıyor başının önünde duran su teknesine damlıyordu. Ağzı zımpara gibi kuru, boğazından iç organlarına kadar yakıcı bir serinlik vardı. Odunla doldurulmuş, saatlerce yanmış daha sonra geriye yalnızca külleri kalmış bir ocak gibi.

Bir el çenesini mengene gibi kavrayıp, başını kaldırdığında iliklerine kadar sızmış bitkinliğe rağmen o lanet parmakları dişlerinin arasında parçalamayı denedi.

Önündeki biçimsiz gölge küfrederek hızla uzaklaştığında Annarithel gülümsedi. Ağzındaki metalik tadı da o zaman aldı. Kanı tükürmeyi denedi ama onu da beceremedi. Çenesinden süzülürken yüzünü ekşitti.

Duvardaki derin nişe yerleştirilmiş tek bir mum sayesinde aydınlanan küf, demir ve buram buram zehir kokan bir hücrenin içindeydi. Hiç zorlamasına gerek kalmadan acı, tatlı zehir karışımlarının kokusunu alabiliyordu. Gözü yanında duran, etrafa saçılmış yulaf lapasına kaydı. Ne zaman yedirildiğini bile hatırlamıyordu.

Eğik boynunun görüş açısında olmasa bacaklarının artık ona ait olmadığını hissetmesi işten bile değildi. Çıplak ve ayak bileklerinden duvardaki gevşek kancalara zincirliydi. Kollarını hafifçe oynattı, şıngırtı kulaklarında yankılandı.

"Sikik prensini diriltmemi istiyorsun, sonra beni iç organlarımı çürütecek kadar zehre boğuyor ve bir hücreye atıyorsun. Ölmemi engellemek için de boktan bir ninni mırıldanıyorsun," diye fısıldamaya çalıştı Annarithel. Sözlerinin bir kısmını boğazındaki acı yutmuştu ama yutkunarak devam etti. "Peri masalında yaşadığımızı bilmiyordum. Sırada ne var? Tutkulu bir öpücük?"

Önündeki Zanosrit kenara çekildiğinde azıcık ışık bile uzun süre ateşin dibinde durmuş gibi yanan gözlerini rahatsız etti Annarithel'ın. Katrileah, siyah uzun ve korseli bir elbiseyle karşısında dudaklarında tiksintiyle ona bakıyordu. "Çocukken bu ninniyi severdin."

Annarithel burnundan gülüp, sırtını arkasındaki duvara yasladı.

Katrileah, Annarithel'ın yalnızca kısa bir tunikle örtülü bedenini ametist gözlerinde küçümsemeyle süzdü. "Seni bu halde görmek midemi bulandırıyor. Seni bu halde görmek kalbimi parçalıyor."

"Şunları çöz de bir kalbin gerçekten nasıl parçalanacağına şahit olalım," dedi Annarithel.

Katrileah acı acı güldü. "Ona da geleceğiz sevgili kızım, ona da geleceğiz. Kaderini kabullenene kadar elimde bir ruh ve bir kalple geleceğim karşına. Hatta..." Gölgelerde dikilen adama başıyla hücrenin yarıya kadar açık bırakılmış dar parmaklıklı kapısını işaret etti. "Çoktan başladım bile."

Katrileah birkaç adım gerilerken, adam kapıyı tamamen açıp Annarithel'a baktı. Kız ikisini bir süre izledikten sonra ellerinden destek alarak, kemikleri paslanmış bir menteşe gibi gıcırdarken dişlerini sıkarak ayağa kalktı. El ve ayak bileklerindeki zincirlerin izin verdiği kadar yürüdü.

Zanosrit şatosunun en karanlık kulesinde, zindanların içindelerdi. Sarmal merdivenlerle yükselen kulede onlarca kişiyi hapsedecek hücre vardı. Annarithel tam karşısındaki hücreye bakarken dişlerini sıktı. Eradaie Göçebeleri tıpkı onun gibi hücrenin çatlak taş duvarlarına zincirlenmişti. Leoraan, Kaphreim, Roenya, Zaashira ve Daminarco yarı baygın ve yara bere içindelerdi.

"Hepsi senin adını haykırırken, o hücrelere tıkıldılar. İtiraf etmeliyim, kurduğun zümre epey sadıkmış. Alt katlar, sana ihanet etmeyi reddedip hayatlarının en büyük hatasını yapan Zanosritlerle dolu," dedi Katrileah iç çekerek. "Yazık. Mamba bildikleri kadın için ölümü göze alıyorlar ama sen, sırf koca bir korkak olduğun için bu eziyeti çekmelerine göz yumuyorsun."

Annarithel bir hançerden daha keskin bakışlarla başını Katrileah'ya çevirdiğinde, bileklerine geçirilmiş prangaların zincirleri gerildi. Geriye doğru sendeledi ve yere düştü. Zanosrit, yuvarlak zincirleri kancalarını kısaltıp yeniden bağladı. Annarithel saldırmak için çabaladı ama hareketleri hücreyi yarılamasını bile engelleyecek şekilde kısıtlanmıştı.

"Direnecek misin?" diye sordu Katrileah kapıya doğru yavaşça ilerlerken.

Annarithel'ın dudakları titredi. Kadını, ona bu diyardaki en büyük ihaneti etmiş, elinde büyüdüğü Mamba'yı katıksız bir nefretle süzdü. Yere tükürüp, başını çevirdi.

Katrileah'dan alaycı bir tıslama koptu. "Pekâlâ," dedi kapının metal parmaklıklarında elini dolaştırıp. "Ne olursa olsun, ben senin annen sayılırım. Bu yüzden, koridorlarda yankılanan çığlıkları işitip merak içinde kalma diye seni hücrende bir başına bırakmaya gönlüm razı gelmez." Dudaklarına beceriksiz, masumane bir tebessüm yerleştirdi. Sahteliğiyle bile gurur duyduğu bir gülümsemeydi. Katrileah hafifçe duvara yaslandığında, birkaç Zanosrit aynı anda hücreye doluştu. Zincirler şıngırdadı. "Eserini incele kızım, yüzlerine iyi bak, onları aklına kazı. Çünkü bana karşı koyduğun her seferde, bu kapıdan çıkıp her geri dönüşlerinde hatıralarına bile gölge düşürecek vaziyette olacaklar."

Zanosritler geldikleri gibi gider, Katrileah tüm zehrini içeriye salıp hücreyi kilitlerken Annarithel bir an bile gözünü kırpmamıştı.

Tüm kanı çekilmiş bir halde hücrenin köşesine sinmişti. Parmakları titriyor, kulaklarında ruhunun çığlıkları yankılanıyordu.

Callidus kalbini bin bir parçaya bölecek kadar sığ nefeslerle hücrenin ortasında yatıyordu. Beyaz tüyleri kurumuş kan yüzünden keçeleşmiş, bir kulağında diş izleri vardı. Gözleri kapalıydı. Ama sağ gözünün boydan boya yarmış pençe izini görebiliyordu.

Rhyvar, hücrenin diğer köşesindeydi. Çıplak gövdesindeki morluklar ve kesikler bronz tenini karartmıştı. Altındaki pantolon yırtılmış ve bacağındaki kanla dolu kesiklere yapışmıştı. Kestane saçlarının örttüğü yüzünü göremiyordu.

Ciğerleri isyan edip, mecburen cılız bir nefes çektiğinde onunkiler gibi duvara kancalanmış zincirlerine baktı.

Callidus güçsüz bir inleme çıkardığında başı hızla yoldaşına döndü. Tilki sağlam kalan gözünü açmış, sürünerek Annarithel'a yaklaşıyordu. Can yoldaşı, en yakın arkadaşı, kardeşi... Annarithel'ın dudaklarından bir hıçkırık fırladığında sanki gözyaşlarını da durdurabilecekmiş gibi ellerini ağzına bastırdı.

Callidus biraz daha emekledi. Zorlandığını, çenesindeki kasılmadan anlayabiliyordu. Ama ulaştı. Yoldaşının dizlerine kadar gelmeyi başardı.

Annarithel, tilkiyi sıkıca kavrayıp kendine çekti. Başını kollarının arasına alıp, kucağına yerleştirdi. Sarıldı, tüylerini sıktı. Gözyaşları usul usul beyaz tüylerindeki kurumuş kanın üzerine yağdı.

"Özür dilerim, özür dilerim, özür dilerim..."

Sayıkladıkça daha sıkı sarıldı. Başını tüylerinin arasına gömdü. Onu bu halde görmek kalbini yakıyordu.

Callidus Annarithel'ın neredeyse gövdesi kadar olan başını karnına dayadı, tek patisini kolunun üstüne koydu ve gözlerinin içine baktı.

İkimizin de kanının son damlası akana kadar seni koruyacağıma, seveceğime ve bağımıza sadık kalacağıma yemin ederim.

Ondan nasıl vazgeçebilmişti? Ellyro'yu kaybetmişken, diğer kardeşinin sevgisini nasıl bir zayıflık olarak görebilmişti? Callidus'ın sadakatinin ve yoldaşına olan bağlılığının ikisinin de sonu olacağını nasıl düşünebilmişti?

Tilkinin uzun suratını avuçlarının içine aldı. "Sizi hiçbir zaman hak etmedim," diye fısıldadı. "Ellyro'yu da koruyamadım, seni de. Ellerim ne kadar kana bulanırsa bulansın size bir gelecek vermek için savaşabileceğimi düşündüm. Bana ne olacağını umursamıyorum ama söz veriyorum, seni buradan çıkaracağım."

Callidus, tek gözüyle Annarithel'ın yüzüne bakmayı sürdürdü. "Beni affetmeyeceğini biliyorum ama buna ihtiyacım var Callidus."

Alnını tilkinin alnına yasladı, yüzüyle beyaz tüylerini okşadı. Yavaşça dört kez, tereddütle titreyen ıslıklar çalmaya başladı. Callidus ıslıklarla kurdukları iletişime alışkındı, saldırması gerektiğini, durması gerektiğini ya da beklemesi gerektiğini ıslıklardan anlayabiliyordu. Ama bunu Callidus'a hiçbir zaman öğretememişti. Çocukluğundan beri o dört ıslığı deniyordu. Tilki en az Annarithel kadar huysuz ve gururluydu. Sevgiyi çok daha iyi biliyordu şüphesiz ama dört ıslığın ardından gelecek kucaklaşmayı hiç yapmamıştı.

Islıklar tükendiğinde Annarithel gözleri kapalı bir halde tilkinin üzerine kapandı. Callidus kulaklarını dikleştirdi boynunu hafifçe kıvırdı. Sağlam kalan gözünü de kapatırken dişlerini sıkarak bedenini kıza iyice bastırdı. İri çenesini Annarithel'ın omzuna yasladı.

Annarithel'ın dudaklarından hıçkırıkla karışık bir gülücük fırladı. Kollarıyla sımsıkı sardı yoldaşını. Yüzünü sıcacık tüylerinin arasına gömdü.

Callidus önce bir öksürük kopardı sonra da kusarmış gibi sesler çıkardığında Annarithel korkuyla geri çekildi. Tilki tüy kusan bir kedi gibi kucağına tükürdü. Sonra yeniden kızın dizine yattı. Annarithel Callidus'ın kucağına çıkardığı şeyi tiksinerek eline aldı ne olduğunu anladığında ise tilkiye hınzır bir bakış atarak gülümsedi. "Göze göze demek. Aferin oğlum, aferin."

Mamba'nın tilkisi Beyazgöz'ün gözünden geriye kalanlardı, şüphesiz. Gözü, parçalanmış damarları ve sinirleri parmaklarının ucuyla tutup bir kenara fırlattı.

🩸

Tekrar Callidus'a sarıldığında ne kadar sürede uyuyakaldığını bilmiyordu.

Gözlerini yavaşça araladığında, vücudunda çok daha fazla ağırlık vardı. Başı zonkluyor, boğazı ve göğsü yanıyordu. Dilini dudaklarında gezdirdiğinde ansızın yüzünü buruşturarak yere tükürdü. Hem kan hem de zehir tadı vardı ağzında. Uykusunda onu yeniden zehre boğmuşlardı. Gözünün ucuyla hücreye baktığında Callidus'ın da boynundan çelikten bir tasmayla zincirlendiğini fark etti. Muhtemelen onu da uyuması için karışımlara boğmuşlardı.

Kulaklarında, çok uzaklardan gelen su şırıltısı gibi fısıltılar vardı. Midesinde bir karıncalanma hissediyordu. Elbette, zayıftı ve ruhlar böyle bir fırsatı asla kaçırmazdı. Eliyle karnını yokladığında tuniğinin ardındaki içi çelikten dışı deriden korsesinin de çıkarıldığını fark etti.

"Kaltak," diye tısladı dişlerinin arasından.

"Hepimize iğrenç karışımlar içiriyorlar, güçten düşelim ve kaçmak için büyümüzü kullanamayalım diye. Ama en ağırını sana veriyorlar. Hücrenden bile korku salıyorsun Orvira."

Annarithel başını hızla sesin geldiği yöne çevirdi. Tarazlı ama bir şekilde hâlâ güçlü çıkan sesini duyduğunda teni ürperdi. Ensesinde ve yanaklarında bir yanma hissediyordu.

Rhyvar bir ya da iki metre uzağında sırtını duvara, dirseğini de kendine doğru çektiği dizine yaslamış soğuk taşlardan ayırmadığı başını ona doğru çevirmişti.

Annarithel da gözlerini adamdan ayırmadan arkasına yaslandı, başını duvara dayarken sertçe vurmayı da düşündü. Başındaki ağrıyı alması, toparlayamadığı düşüncelerinin çözülmesi ve uzun zamandır kullandığını sandığı beynini çalıştırsın diye.

Bir süre sadece birbirlerini izlediler. Çatlamış, kısa bir süre önce öptüğü kalın dudaklarına baktı Kara Savaşçı'nın, karanlıkta bile parlayan zümrüt yeşili gözlerine, şakağından yanağına kadar uzanan yanına daha az derini açılmış yaraya. Göğsü terden ıslanmış, şekilli karnındaki çukurlar kanla dolmuştu. Ve bir de kendi açtığı küçük yara vardı. Bakışlarını kaçırdı Annarithel, boğazını temizlerken.

Başını iki yana sallarken tekrar Rhyvar'a döndü. "Gerçekten ne düşünüyordun?"

Adam bacaklarını uzatırken dudaklarını büzdü. "Şatoya girecek, seni bayıltacak-muhtemelen bunu yaparken bir hançer darbesi daha yiyecek- sonra karşıma çıkan olursa Mamba'larını öldürmekle tehdit edip buradan tüyecektim."

"Duyduğum en aptalca plan," dedi Annarithel gözlerini devirerek.

"İkimiz de planlar konusunda pek başarılı değiliz sanırım."

Annarithel bir an durdu. Başını tekrar Rhyvar'a çevirdi, gözünün önüne düşen saç tutamlarını umursamadı. Lanet olası tanrısı Zatafne'nin diyarda yürüyen hali gibi duran adama baktı. Gece kadar güzeldi, tanrıların esas kisveleri hayali tasvirlerin ötesinde pek bilinmezdi ama bu adam bir tanrı kadar görkemliydi. Ve gerçekten buradaydı. Aylar sonra, danslarından da sonra gerçekten yanındaydı.

Sözde Mamba'sı olduğu Zanosrit'in zindanlarında yan yanalardı. Ellyro'nun ölümünden sonra ondan nefret etmişti. Herkese kinlenmişti, kendisinden iğrenmişti. Diyarı yakmak istemişti. Onu da içine atmak. Ardından kendisi atlamak.

Seni seviyorum.

Gerçek olabilir miydi?

Birisi gerçekten, ölümü göze alabilecek kadar; karşısındaki ruhun kirini, parmaklarındaki kanı, zihnindeki karanlığı umursamadan sevebilir miydi?

Annarithel'ın kafasından geçen her düşünceyle kaşlarını çatıldı. Ama tek kelime etmedi. Sadece Rhyvar'ı izledi. Rhyvar'ın dudağı kıvrıldığında kalp atışları hızlandı.

"Bu çok garip," diye fısıldadı Rhyvar.

"Neymiş garip olan?"

Rhyvar dişlerini sıkarak Annarithel'a yaklaştı. İkisinin de başları duvara yaslı, bakışları birbirilerine kenetliydi. "Yüzüne baktığımda karanlık bir duvar görüyorum. Soğuk, hissiz, ölüm yeminleriyle dolu dümdüz bir ifade. Ama gözlerine baktığımda..." Dudaklarını dişleyip yutkundu. Biraz daha yaklaştı. "Diyarda başka kimsenin göremediğine emin olduğum, bambaşka bir kadın görüyorum. Ne kadar direnirsen diren. Beni istediğin kadar lanetle. O gözlerin yalnızca bana öyle baktığını biliyorum. Ve beni hançerlediğinde bile, hâlâ orada olduğunu biliyordum."

Annarithel yutkundu. Kaçabilirdi. Ona yine lanetler okuyabilirdi. Nefretini kusabilirdi. Ama şu dakika kalbini açsa, karşılaşacağı nefret olmayacaktı buna emindi. Gelecekleri belirsiz, Rhyvar'ın, Callidus'ın ve diğerlerinin işkence döngülerine sokuldukları bir zindandaydılar.

Zihninin çözmeye çalışırken parçalara ayrıldığı bir oyunun içindeydiler. Zanosrit'in kurduğu, tanrı ve tanrıçaların hayalet kisvelerle yıllar öncesinden ziyafet çekmeye başladığı, kehanetlerin şarap yerine bardakları doldurduğu bir masadaydılar.

Ve bir de şu an vardı. Yaptıklarından sonra, kendi intikamı için döşediğini sandığı yolun aslında çoktan çizildiğini fark etmişti. Aynı olan tek şey, Annarithel'ın gömüldüğü karanlıktı. Hak etmediği sevgiler yüzünden, asla istemediği bağlılıklar yüzünden etrafındakiler soktuğu keşmekeşler vardı. İntikam arzusunun en az bastırmaya çalıştığı sevgisi kadar habis bir hastalık olduğunun farkındaydı. Ve açıkça ortadaydı ki, ikisini de yok edemiyordu. Yerine, onlar Annarithel yavaş yavaş boğuyordu.

"Gözlerime baktığında, benim bile orada olmadığına emin olduğum bir kadını nasıl görebilirsin Rhyvar?" diye sordu Annarithel kendinden emin bir ifadeyle.

Kara Savaşçı zincirlerini zorlayarak yaklaştı. Annarithel kan ve terin arasından, teninin yosun ve vanilya kokusunu içine çekti. Yüzlerinin arasında birkaç santim vardı, alınları neredeyse birbirine değecekti. Ilık nefesleri ikisinin arasında sıkışmıştı.

Rhyvar konuştuğunda Annarithel dudaklarına baktı. Bunun gözlerine bakmaktan daha kolay olduğunu düşünmüştü. Ama yanıldığını anlaması da geç olmadı.

"Çünkü tıpkı benim sana baktığım gibi bakıyorlar Annarithel. İddia ettiğin onca karanlığa ve nefrete rağmen senin gözlerinde savaş meydanı görmüyorum ben. Uzun bir mücadeleden sonra huzurla çekilen derin bir nefes görüyorum, bir savaşın bitimini görüyorum ve geleceği." İri elleri titrerken Annarithel'ın parmaklarına dolandı. Avuçlarının arasına aldı ve gözlerine yansıyan bir rahatlamayla sıktı. "Bir gün inanıyorum ki her şey bittiğinde ellerini avuçlarıma almış yine o gözlere bakıyor olacağım. Aynı ifadeyle, aynı ifademle. Sonu ne olursa olsun."

Annarithel başını kaldırdığında kehribar gözlerine bulutlar çöktü. Umutsuzluk sislerinin ardında kalan bir parıltı vardı. Zayıftı ama oradaydı. "Bir zindanda kelepçelenmiş haldeyiz Rhyvar. O deli kaltak, benim..." Dudaklarını kanatacak kadar sert ısırdı. "Benim sözde manevi annem olan kadın, Molzeun'u diriltmemi istiyor ve bunu yapana kadar durmayacak. Ne kadar yaratıcı olduğu hakkında hiçbir fikrin yok."

"Ama yapmayacaksın Annarithel. Hiçbirimiz tamamen iyi değiliz, hiç kimse değil. Kötüyüz ama en kötü olanlar değiliz. Biz sadece elimizdeki fırsatlarla, hayatta kalmaya çalışanlarız. Bir saniye önceki geçmişinin bile aldığın kararlardan sonra bir önemi yok. Bunu biliyorsun. Ellyro'nun, ailenin ve yaşadıklarının intikamını almak için bir yola çıktın. Hiç kimsenin yapamadığı başkaldırılara cüret ettin. Ama o tiranı geri getirmeyi reddettin..."

Gözlerini kapatıp, kalbinin çarpıntısından, aralarında o her zaman hissettiği garip sıcaklıktan güç alarak Rhyvar'ın ellerini sıktı. Parmaklarını avuç içlerindeki nasırlarda dolaştırdı. "Yanılıyorsun Rhyvar," dedi. "Reddettim evet. Bana istedikleri kadar işkence edebilirler, yolun sonuna geldiğimde fırsatını bulduğumda mührümdeki zehri bile tetikler, o lanet tiranı geri getirmek isteyen herkesin suratına tükürürüm. Ama sorun bu değil."

Tek elini Rhyvar'ın sıcak göğsüne yaslarken derin bir nefes aldı. Bunu yapmayı hiç istemiş miydi? Hayalini kurmuş muydu? Düşünürken kendisini kaç defa engellemişti? "Sen buradasın, Callidus burada, Kael burada diğerleri zindanlarda. Eğer bunu yapmaya devam ederse, ne kadar direnebilirim bilmiyorum. Birilerini tehdit etmek, canlarını avuçlarımın arasına almak benim her koşulda çözümüm oldu. Ama Ellyro'dan sonra ilk defa avuçlarımda... Zaaflarımın canı var. Ben istemesem de bana güvenenlerin, bana inananların ve koşulsuz şartsız peşimden gelenlerin. Sen gözlerimde geleceği gördüğünü söylüyorsun bense senin gözlerindeki yansımamda yalnızca ölüm görüyorum."

Rhyvar, Annarithel'ın çenesini nazikçe kavrayıp yüzlerini hizaya getirdi. Kehribar gözlerine baktı ve soluk yüzüne çarpıcı bir gülümseme yerleştirdi. "Hadi ama Orvira. Tanrıların ve tanrıçaların bile göklerden izlerken kudurduğu bir inatçılığın var senin. Tahtını öyle kolayca sürtüğün tekine bırakıp, senin yeniden dirilttiğin bir inancı yaşatmasına izin mi vereceksin? Dudaklarındaki kıvrım bile hançerken, tırnaklarını geri mi çekeceksin?"

Annarithel derin bir nefes aldı. Rhyvar'ın gözlerine baktı sonra da iblisiyle sarmalanmış ruhuna. Ona en tanıdık olan, en sıcak ve yanında dengi olarak durabilecek tek ruha. Dudağının kenarı Rhyvar'ın imasını ettiği ifadeyle kıvrılırken, o da adamın çenesini kavradı. "Sen diren, ben de direneyim Zaolyen. Sen ölme, ben de bu şatoyu yıkmak zorunda kalmayayım."

"Lütfen eğer bunu yapabiliyorsan, ölümümü bekleme Orvira. Onca afili lafıma rağmen hâlâ ölmemi mi istiyorsun yoksa?" diye kıkırdadı Rhyvar.

Kanı aşkına... Kahrolası bir zindanda olmalarına rağmen içini eriten bir sıcaklık kapladı Annarithel'ı.

Zihnine zehirli bir engerek gibi sokulan düşüncelerle yüzü aniden soldu. Şatoyu yıkmaktan bahsediyordu. Ama bunu nasıl yapacaktı? Kaltağın elinde Elysthram vardı. Diyarın en kudretli varlığı. Annarithel hançerlerini bulamadan, kendisini yeniden hücrede bulurdu. Damarlarındaki zehrin etkisi geçse bile büyüsüne uzanamadan, o taş sayesinde Annarithel tek bir el hareketiyle ölebilirdi.

Peki ya o kehanet gerçekten varsa, bir kehanetten kaçmanın yolu ne olabilirdi ki? Bir kehanet, susturabilir miydi?

"Ne düşünüyorsun?" diye sordu Rhyvar eğilip, Annarithel'ın fark etmeden uzaklara dalmış bakışlarını üzerine çekerken.

Annarithel gözlerini kırpıştırdı. "Ben sadece..." Dudaklarını ıslattı. Nefeslerini toparladı ve ciddiyetle Kara Savaşçı'yı süzdü. Bunu ona söylemeyecekse başka kime söyleyecekti? Kafasında dolaşan tilkileri ondan başka kim takip edebilirdi?

"Ben oradayken. Seninle ettiğimiz duadan sonra gittiğim yerdeyken. Bana yaşlı bir adam eşlik ediyordu. Bir Kan Avcısı'ydı. Enhrecha'nın elçisiydi. Ve, benim hangi nesilden kalma olduğunu bilmediğim bir akrabamdı. Darreck Pietro Orvira." Annarithel kararan kehribar gözlerini hücrenin çatlaklarla dolu taş duvarlarında dolaştırırken Rhyvar hâlâ elini tutuyordu ama bedenindeki gerilmeyi hissedebiliyordu. Rehber'in adını ağzına aldığında bir günah işlemiş gibi hissetmesine karşın bunağa duyduğu öfke sesine de yansımıştı. "Beni bedellerle dolu bir sırrın içine soktu. Yerine getirmem gereken sınavlardan sonra ancak geri dönebilecektim. Bunu yaptım. Ama bana her zaman, Zanosrit'ten uzak durmamla ilgili öğütlerde bulunuyordu. Ağzından kaderimin çok büyük olduğuyla ilgili alengirli laflar eksik olmuyordu. Geleceğimi gördüğünü biliyordum ama kaderimi dile getirmeyi her zaman reddetti. Bu, sözde onun en büyük günahıydı. Sınavlarımdan sonra Enhrecha'nın beni yükselmeye, ruhumu bedenime geri döndürmeye layık bulduğunu söyledi. Ve geri döndüm. Bedellerimin bilinciyle, kanımın yolundan ayrılmama yeminimle."

Bakışlarında Zanosrit'in bile en ücra köşelerinde rastlanmayacak karanlık gölgeler dolaştı. "Ellyro'nun öleceğini biliyorlardı. Kaderimi biliyorlardı. Yapacaklarımı, çekeceğim acıları biliyorlardı. Voddna'dan sonra onlara yalvardım Rhyvar. Bir şey yapmaları için, çünkü özel hissetmiştim. Enhrecha'nın ve Pietro'nun benim için her zaman gölgelerde olacağını düşünmüştüm. Cevap vermediler ve ben... Onlardan ölesiye nefret ettim. Hâlâ da ediyorum. Ah, onlardan gerçekten nefret ediyorum..."

"Bir ama geliyor," diye fısıldadı Rhyvar neredeyse korku dolu bir sesle. Yüz hatları gerilmiş, elini kavrayan elleri duyduklarıyla gevşemişti.

Annarithel boğazındaki acıdan zar zor yutkundu. "Geleceğimi biliyorlarsa, Enhrecha'nın Kan Avcıları'na yazılmış ve içinde Molzeun'un da olduğu bir kehaneti bilmeme ihtimali yok. O lanet bir tanrıça. Pietro belki de bu yüzden beni her zaman Zanosrit'ten uzaklaşmam için tembihledi belki de kehanet yüzünden kaderimin çok büyük olduğunu söyleyip durdu. Ama mantığımın almadığı şey, neden en başında benim sınavlardan geçmeme müsaade ettikleri. Madem Zanosrit'ten uzak olmamı ve bir şekilde kehanetin engellenmesini istiyorlardı. Öylece ölüp gitmeme izin verebilirlerdi."

Rhyvar burnundan derin bir nefes çekerek yan döndü ve şakaklarını ovarken başını duvara yasladı. "Bilmiyorum Annarithel, bu çok saçma gelebilir ama belki de..." Oflarken bir küfür savurdu. "Siktir, belki de kehanetin gerçekleşmesini istiyor ama yine de Zanosrit'e bağlı olmanı istemiyorlardı." Annarithel'ın itiraz etmesini beklercesine yüzüne baktı. Ama kız, sanki aklından geçenleri dile getirmiş gibi gözlerine kenetlendi. "İblisim aşkına, öyle olduğu mu düşünüyorsun gerçekten?"

Annarithel başını geriye atıp iç çekti. Ellerini yüzünde dolaştırıp, boğazını sıvazladığında zincirleri sessizlikte şıngırdadı. Avuçlarına baktığında, yüzünde çaresizlik vardı. "Bu güçlerin esas sahibi, Pietro'ydu Rhyvar. O bir Ruh Bekçisi'ydi. Ve benim bu güçleri alacağımla ilgili tek kelime etmedi bana. Hiçbir Yükselen Ruh bu güce kavuşmamıştı. En azından ağzından dökülen her kelime yalan değilse, ben öyle biliyorum."

"Enhrecha'nın soyu kapıyı aralayacak, yaşamları tüketen olacak, açlığı laneti bilinecek. Dört kandan geleni yükseltecek, dört kandan gelenin ışığı ve gölgesi olacak," diye fısıldadı Rhyvar zümrüt yeşili sürmeli gözleri büyürken.

Annarithel başını ağır ağır salladı. Kollarını dizlerine doladı. "Kehanet açıkça, Molzeun'un o taşın içindeki ruhunun geri getirileceğini söylüyor."

"Kehaneti yerine getirmeyi mi düşünüyorsun Annarithel?" diye sordu Rhyvar, Annarithel'ın bileğine uzanıp.

Kız, bileğine dolanan iri ele baktı. Hâlâ çok garip hissediyordu. Rhyvar'ın tenine aralarında bir hançer olmadan değmek, iradesini yerle bir ediyor; aylardır yaptığı planları, kalbindeki dipsiz karanlığı zindanların içindeki bir hücreye kapatmış gibi hissettiriyordu.

Tek kaşını kaldırıp, adamın tereddütlü yüzüne baktı. "Enhrecha diyara inip, saçımdan sürükleyip beni buna zorlasa o kehaneti kandan kıçına sokmasını söylerim."

Rhyvar sessiz kıkırtısı hücrenin içinde yankılandı. Ve yankı susmadan, nişin içindeki mum eriyip söndü.

Nefeslerinden başka hiçbir şey duymadılar. Koridorlardan zincirler şıngırdıyor, hücrenin zifiri karanlığına çok ince bir ışık değiyordu. Annarithel'a göğsünün ardındaki karanlığı çağrıştırıyordu. Yalanlarla, intikamla, sahte inançlarla, ettiği yeminlerle, tırnaklarını geçirdiği hayatlarla ve yalnızlıkla beslediği bir canavar. Zanosrit'in gaddar vârisi, diyarı azgın dalgaların altında kalmış gibi boğan Zanosrit'in acımasız Mamba'sı... Annarithel kendi kendisine, alay edercesine hıhladı. Bir canavar olmayı kabul edebilirdi, hatta bundan zevk aldığı zamanlarda olmuştu. Ama başkasının elleriyle yarattığı bir canavar olmak. Tek bir amaç için yetiştirilmek ve kandırılmak. Bunu asla kabul edemezdi.

Bileğindeki parmaklar, elinin üstünde ve kollarında daireler çizerek dolaştığında iç geçirdi. Karanlıkta, karanlığın bir uzvu gibi duran adama baktı. Parlayan zümrüt yeşili gözlerine. Hücrenin içine dolan silik ışık gibi karanlığına ışık olan adam.

Rhyvar yaklaşmayı denedi, zincirleri çekiştirdi başaramayınca kolunu öfkeyle geriye savurdu. Annarithel bileğindeki ele bir daha baktı. Ne kadar uzun süre baktığını bilmiyordu ve o sürede kalçasını yerde sürüyerek adama sokulduğunu da fark etmemişti.

Dizlerini birbirlerine yasladılar. Rhyvar Annarithel'ın kollarını ellerinin arasına aldı. Yüzüne yaklaşıp fısıldadığında, ılık nefesi beyaz saçlarını uçuştururken, tenini ürpertti. "Buradan çıkacağız. Şatoyu kana bulamam gerekse bile savaşacağız ve buradan çıkacağız Annarithel. İnsanların buraya akın etmesini sağlayacaksa öyle olsun, eğer beni zorlarlarsa eğer o zehirlerden kurtulursam, cehennem iblislerinin neye benzediğini öğrenecekler." Yanağını okşarken, Annarithel'ın kötücül bir gülümsemeyle dudaklarını dişleyişini zevkle izledi Rhyvar. "Yaptıkları en büyük hatayı er ya da geç fark edecekler."

"Ne hatası, İblis Soyu?"

Rhyvar parmaklarını Annarithel'ın dudaklarında dolaştırdı. "Düşman kaldığımızdan emin olmaları gerekiyordu. Sen ve ben, karşı karşıyayken neyse ama yan yanayken..." Huşu dolu bir ıslık çaldı. "Tanrı ve tanrıçaları onlara merhamet etsin."

Annarithel gözlerini kıstı ve parmaklarını Rhyvar'ın çıplak kolunda dolaştırdı. "İkimizin de bize gereken fırsatı sağlaması için dua edecek bir ilahı olmaması ne kötü. Enhrecha'ya dua etmeyi pek düşünmüyorum, Zatafne de dua için ölen bir tanrı değil."

"Zatafne ne düşünür bilmem ama..." dedi Rhyvar, Annarithel'a çeliği ve usul geceyi anımsatan bir sesle. "Sen benim tek duamsın Annarithel Orvira, sen benim tanrıma tek sesleniş sebebimsin. Otuz beş yıllık yaşamımda kaderime, geceme ve tanrıma ilk yakarışımsın."

Kar beyazı saçlı kız, duyduğu sözlere inanamayarak gözlerini kırpıştırdı. Rhyvar şaşkınlığını gördüğünde daha çok gülümsedi. Annarithel, şairane ölüm tehditleri yazıp savurabilirdi. Dudaklarından kalp durduran küfürler dökülebilirdi. Ama böylesini ne duymuş ne de ağzına almıştı daha önce. Hançerlerinden daha keskindi, ölüm yeminlerinden daha tutkuluydu, nefretten ve kinden daha gerçekti.

"İçinde bir iblisle yaşadığına emin misin? Bana daha çok bir ozan yutmuşsun gibi geliyor," diye fısıldadı Annarithel. Alayına kendisi bile gülememişti. Nutku tutulmuş öylece adama bakıyordu.

Rhyvar herhangi bir hane ferdinden daha keskin olan köpek dişlerini meydana çıkararak gülümsediğinde, bu gülümseme yarım kaldı.

Hücre kapısının ardından bir kahkaha patladı.

İkisi de aynı anda kapıya döndü. Annarithel ayağa kalkmaya yeltendi ama başı dönerek geriye düştü. Zehir avını bekleyen bir avcı gibi ilk ani hareketinde yeniden damarlarında dolaşmaya başladı.

Hücrenin kilidi açılıp içeriye ince bir çizgi halinde ışık dolduğunda Rhyvar Annarithel'ın önüne geçip ayağa kalktı. Zincirleri çekiştirdiğinde, kolundaki damarlar şişti ama onun da daha fazla zorlayacak gücü yoktu. Dik durmaya çalıştı ama başaramadı.

Katrileah, dudaklarında hançer atılası bir kıvrımla yavaş yavaş içeriye girdi. Annarithel dişlerini sıktı ve Rhyvar'ın kolundan destek alıp ayağa kalktı. Tam çaprazında durdu.

"Güzel," dedi Katrileah cıvıldayarak. "Hatıralarına sıkı sıkı sarılmanı söylemiştim ama sen daha iyisini yapmışsın kızım. Yenilerini yaratmışsın. Yıkması çok daha zevkli olacak."

Ve bölüm sonu!
Kalem sizde zalim ruhlar, merak ediyorum düşüncelerinizi.
Nefretle ve öfkeyle dolu bir mekanı aslında çoktan yeşermiş ama araya diyarlar kadar engel girmiş bir bağ dolduruyor.
Peki ne olacak? Savaşabilecekler mi? Kaçabilecekler mi?
Kehanet, gerçekleşmeli mi ve bunun ardında nasıl bir oyun var?
Kendinize iyi bakın
Sizi çok seviyorum

Okumaya devam et

Bunları da Beğeneceksin

755K 17.4K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
561 176 10
Kendini ülkesi için feda eden, yaşadıkları acıların cefasını çeken dokuz TAKTİB ajanı ve her birinin yetenekleri bir uzuvla özdeşleşen, parçalandıkla...
7.4M 335K 64
Fantastik #1 Siz hiç bir ruha aşık oldunuz mu? Gülüşünden bihaberken ya da öfkelendiginde nasıl baktığı bilemeden sonsuz bir melankoninin içine düştü...
23.6M 1.4M 78
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...