killing butterflies ☰ cherik...

By flyffindoor

2.5K 308 1.6K

❝ Charles Xavier, küçüklüğünden beri sahip olduğu telepati güçlerinin eski dostu ve yeni düşmanı Erik Lehnshe... More

▸ bölüm #00: açılış, karakterler ve çalma listesi
▸ bölüm #01: eski anılar ne işe yararlar?
▸ bölüm #03: boşluklar dolmak ister
▸ bölüm #04: tavandaki çirkin, sarı leke
▸ bölüm #05: değişen ilişki dinamikleri

▸ bölüm #02: gerçek bir tilkinin sırıtışı

388 52 247
By flyffindoor

KILLING BUTTERFLIES
BÖLÜM İKİ.

ਏਓ

Baş ağrısı bilincinden bile daha önce vurmuştu Charles'ı ve bunun başlıca kanıtı, ışığı görebilecek kadar uyanmasının ardından dakikalarca nerede olduğunu hatırlayamamasına rağmen birisi beyninin içini kazıyormuş gibi hissetmesiydi.

Gözlerini açtığı an yanı başında oturmakta olan Hank, hızla ayaklandı. Neredeyse oturduğu sandalyeyi deviriyordu ama son anda yakalamayı başarmıştı. "Profesör!" dedi telaşla.

"Hey, Hank." Charles sesinin daha neşeli çıkmasını planlamıştı ama uzun süredir kullanılmıyormuşçasına çatallıydı. Boğazını temizleyerek bir daha denedi konuşmayı. "Vay canına, bu heyecanını tam olarak neye borçluyum?"

"Ben- Ben öleceksiniz sandım." Daha genç olan mutant itiraf etti. Charles doğru düzgün tek bir kelime bile edemeden kollarının arasında bilinçsizce yığıldığında üzerindeki moloz parçaları yüzünden hayati bir organının falan ezildiğini düşünmüştü. Üstelik, uzun zamandır da farkında olduğu gibi, profesörün güçleri kendini kaptırdığı uyuşturucular ve ilaçlar yüzünden pek yerinde değildi. Mental sağlığı da her şeyin tuzu biberi olunca gerçekten de adamın öleceğini düşünmemek elinde olmamıştı. Elinden geldiğince hızlı bir şekilde profesörün okulun rağmen kusursuz bir hastaneden farkı olmayan revirine kaldırılmasını sağladığında adamdaki fiziksel hasarın öldürücü seviyede olmadığını anlamıştı ama bir telepatın aldığı zihinsel hasarı ölçebilmesi mümkün değildi.

Elinden gelen tek şey profesörün ölmemesini ummaktı.

Charles Xavier hayatına girmeden önce Hank bir mutant değildi. En azından, etrafındaki herkesi normalin sözlükteki karşılığı olduğuna inandırmayı başarmıştı ama bir nevi kendi suçu yüzünden gelişmeye başlayan yeni mutasyonu ve tüm dünyanın önünde kimliğini göstermesinin ardından bunu devam ettirebileceğinden şüpheliydi.

Bir daha mutant olduğunu saklamamayı umuyordu. Kendisi ile bir türlü barışamasa da profesörün ona sağladığı özgürlüğü her zaman sevmişti.

Sevmediği şey ise kendisine pek çok şey kazandıran bu adamın devamlı acı içinde olmasıydı. Profesörün tüm yöntemlerini elbette onaylamıyordu, özellikle konu Raven olduğunda... Bazen sadece çenesini kapamasını isterdi ama Charles için çenesinin kapalı durması bir susma ölçütü değildi maalesef ki. Yine de, en azından sadece iyi bir şeyler yapmaya çalıştığını biliyordu ve bu, profesöre sadık olması için gayet yeterli bir öncüldü.

"Ölmediğim için ben de sevindim, sevgili çocuğum." dedi Charles, sanki yüz yaşındaymışçasına. Profesör sıfatının hakkını verircesine konuşmayı - ve giyinmeyi - başarabiliyordu en azından. "Bana ne olduğunu anlatabilir misin, lütfen? Her şey belli belirsiz."

"Kendiniz bakabilirsiniz?" diye önerdi Hank rahatsızlıkla kıpırdanarak.

"Zihnine girmemden hoşlanmıyorsun sanıyordum."

"Geçmiş yirmi sekiz saati açıklamaktan daha kolay olacağı kesin en azından." Zihninin işgal edilmesi düşüncesinden hoşlanmıyordu gerçekten ama Charles'ın bunu kötüye kullanacak biri olmadığını da biliyordu.

Nitekim o da daha fazla israr etmemiş, mavi gözlerini Hank'e kilitleyerek yavaşça kendine düşüncelerine sızmaya izin vermişti. İlk başta başı zonklarcasına ağrıyarak Charles'ı durdurmaya çalıştı. Büyük ihtimalle öncesinde Erik'e yaptığı şey yeteneğini ve zihnini çok fazla zorlamasına sebep olmuştu ama Hank'in zihnine sızmak hem tanıdık hem de batma hissini yok saydığında çok kolaydı.

Erik'in zihnine yaptığı gibi Hank'inkini de darp etmesine gerek yoktu.

Anılar, bir şimşeğin saniyelik çakışı gibi bir hızla üşüştüler zihnine. Hank'in zihninde gördükleri ile kendine ait olanlar birbirlerine karışırlarken baş ağrısı katlanabileceği en yüksek seviyeye ulaştı.

Ne yaptığını yeni yeni fark ediyordu.

Kendine ettiği tüm yeminleri çiğnemişti ve iyi bir amacı olmasının bile önemli olmadığı bir noktaya ulaşmıştı. Asla yapmam dediği şeyi yaparken bir saniye olsun tereddüt etmemişti, Erik'ten hiçbir farkı kalmamıştı. Kendi çıkarları için hareket etmişti.

İntikam almıştı.

Erik'in çığlıklar atan ve çırpınan zihninin yarattığı hasardı büyük ihtimalle baş ağrısının sebebi bu yüzden pişmanlığı ile boğuşurken çektiği acıya bile şikayet edemezdi. Üstelik görmesi gereken şeyler bu kadarla da sınırlı değildi, Hank'in gözünden son yirmi sekiz saatin anısı bardaktan boşanırcasına Charles'ın üstüne yağdı.

"Onu buraya mı getirdin?" dedi şokla, hasta yatağından apar topar kalkmaya çalışırken. Vücudunun çeşitli yerlerine bağlı kablolara dolanmıştı bunu yaparken.

Hank, profesörü kablolardan kurtarmak için eğilirken "Başka çarem yoktu, onu tekrar yer altındaki şu odaya kapatacaklardı."

"Orada olmayı hak ediyor!"

Hank kaşlarını çattı. Magneto'yu tanıyordu, hakkındaki düşünceleri de pek iyi sayılmazdı ama tutulduğu hücreyi görmüştü ve hiç kimse öyle bir yere hapis edilmeyi hak etmezdi ona göre. "Bu sefer... Onu öldürebileceklerini düşündüm, profesör."

Bu sefer hak ediyor diyemedi Charles. Kelimeler dilinin ucuna kadar gelmişti gerçi ama eski dostunu her şekilde hayal edebilmesine rağmen bir türlü ölü olarak hayal edemiyordu. Başını sallayarak onayladı ama gözleri uzağa dalmıştı. Hank profesörün ne düşündüğünü bilmiyordu, elbette Erik hakkında olduğunu tahmin edebiliyordu ama bilmiyordu işte, ama mutlu bir şeyler düşünmediği ortadaydı. Kendine gelmesi için "Sizi görmek istiyor." dedi.

"Afedersin?" Gerçekten de işe yaramıştı. Charles'ın kaşları yaşadığı şoku yansıtırcasına çatıldı.

"Tuhaf davranıyor." diye homurdandı Hank. Charles'ın neyden bahsettiğini görebilmesi için Erik'in uyandığı ilk ana ait anıları zihninde su yüzüne çıkardı. ''Sizi soruşu bile tuhaftı, tanrı şahidim olsun.''

Charles'ın görmeyi veya duymayı beklediği şey kesinlikle bu değildi.

Erik'in kendine delicesine kızgın olduğunu görmeyi bekliyordu. Eğer biri şu an içinde bulundukları durumu dışarıdan bakan bir gözle anlatsa Charles, Erik'in uyanır uyanmaz çırpınıp ölüm tehditleri savuracağını söylerdi. Büyük ihtimalle kendisini hayatta tutan ekipmanlar olup olmadıklarını bile umursamadan hastane odasını dümdüz eder ve kendini orada zorla tutan kişi Hank veya Charles olsa dahi onları dümdüz ederdi. Eski dostunun hali hazırda sabırlı bir insan olduğu söylenemezdi ama konu özgürlüğünün kısıtlanması olunca daha da beter olduğunu defalarca kez kanıtlamıştı. Hank'in zihninde gördüğü görüntülerde ise Erik... Huzurlu görünüyordu. Zihninin uğradığı tahrip göz önüne alınırsa Charles körü körüne bir tahminle bir şeyleri kalıcı olarak değiştirdiğini biliyordu ve bu tahrip, hiçbir şekilde peşinde uysal bir tepki getirmezdi. En azından Erik'in gözlerinde daha boş bir bakış görmeyi bekliyordu ama bulduğu şeyin tamamen huzur ifadesi olduğundan emindi.

Ki eski dostu her şey yolundayken bile asla huzurlu görünmezdi, Charles sıçıp batırdığından emindi.

''Hank, sana anlatmam gereken bir şey var.'' dedi şakaklarını ovuşturarak. Baş ağrısı için morfin almayı düşünmeye başlamıştı bile ama şu an daha temiz bir zihine ihtiyacı vardı. Uyuşturucular, ilaçlar ve ağrı kesiciler kriz halledilene kadar beklemek zorundaydı. ''Lütfen otur ve rica edeceğim, sakin kalmaya çalış.''

''Bu cümlenin ardından iyi bir şey çıkması gibi bir olasılık yok değil mi?'' Hank bıkkınlıkla iç geçirdi. Erik ve Charles hayatına girip başka mutantların var olduğunu söylediği o andan beri ne iyi gitmişti ki zaten?

Yine de Charles'in oturmasını sabırla beklediğini görünce kapının yanındaki sandalyeyi sedyeden bozma yatağın kenarına çekip oturdu. Ellerini kucağında kovuşturup gerginlikle ovuşturması bile Charles'ın Hank'e anlatıp anlatmamayı bir saniyeliğine sorgulamasına sebep olmuştu.

Gerçekten yardıma ihtiyacı olmasa Hank'i buna dahil etmezdi.

''Güçlerimi kimseye istemediği bir şey yaptırmak için kullanmadım.'' dedi derin bir nefesin ardından. Hank başını sallayarak onayladı profesörü, bu zaten bildiği ve deneyimlediği bir bilgiydi. ''Bazen insanların haberi olmadan zihinlerine girdim elbette, bir telepatım sonuçta ve her seferinde izin almak yorucu olabiliyor.''

''Profesör, bunu bana neden anlatıyorsunuz?'' Hikaye basitleştikçe Hank'in gerginliği artıyordu bu yüzden dayanamayıp sordu.

''Sabır, sevgili dostum.'' Charles rahatlatıcı bir gülümseme sunup hikayesine devam etti. ''Shaw hariç ama Erik'in onu öldüreceğini bilmiyordum. Kendimi bunu yaptığım için hiçbir zaman affedemedim ama bırakmam halinde Shaw'ın Erik'i orada öldüreceğinden emindim. Zihninde gördüğüm tüm o şeyler... O adam bir canavardı ve Erik o zamanlar henüz bir canavar değildi. Onu korursam, intikamını alırsam daha iyi biri olabilir diye düşündüm ama olmadı.''

Hank bir kez daha başını salladı. Profesörün anlattığı her şeyi hala biliyordu, o da oradaydı. Charles'ın Shaw'ın beyninde açılan delikle kelimenin tam anlamıyla işkence görüşüne şahit olmuştu.

''Daha kötü biri oldu- Ah, bekle. Moira'nın hafızasını silişim de var değil mi? Ama sanırım bunun onun iyiliği için olduğu konusunda hepimiz hemfikiriz. İşini geri aldı ve mutant yandaşı ilan edilmekten kurtuldu. Mutlu ve güvende.''

''Profesör, oradaydım. Hatırlıyorum.'' Hank sabırlı olması söylenmesine rağmen bir kez daha araya girdi. ''Sizi tanıyorum, kimseye zarar vermek istemediğinizi ve şiddet yanlısı olmadığınızı biliyorum. Bana kendinizi açıklamak zorunda değilsiniz.''

Charles hep sevilmediğini düşünürdü.

Telepat olmanın en sinir bozucu kısmının bu olduğuna iddiaya girebilirdi. Kendisini seven insanların bile kendisi hakkındaki olumsuz düşüncelerini net biçimde görebilmişti hayatı boyunca. Raven manipülatif olduğunu düşünürdü, Hank'in bazen kendisini katlanılmaz bulduğundan haberdardı, Alex zihnine girilmesi fikrinden o kadar nefret ediyordu ki Charles'ın etrafında huzursuz olmamak elinde değildi. Merkezdeki küçük mutantlar bile her ne kadar Charles'ı sevseler de onun yanında temkinli davranmak zorunda hissediyorlardı. Onlar hissettiği için Charles da çok net biçimde hissedebiliyordu. Zaman içinde sadece olumlu düşüncelere odaklanmayı öğrenmişti elbette ama yine de sevilmediğinin kanıtlarını görmek kolay olmayabiliyordu.

Hank'in gözlerinde gördüğü bakış ise, ilk defa zihnine bile bakmadan çocuğun kendine güvendiğini görebilmesini sağlamıştı.

O güveni kalıcı olarak yıkmadan önce son bir kez tadına bakıp tam yirmi sekiz gün önce ne yaptığını tüm detayları ile anlattı. Anlattığı her detayda Hank'in hissettiği korkuda boğuldu. Gözlerindeki güven dolu ışıltının sönmesini izledi, Hank'in kafasındaki Charles Xavier algısının her bir tuğlasının yıkılışına şahit oldu.

''Tanrım,'' dedi telaşla, neredeyse bağırarak, Charles hikayeyi bitirdiğinde. ''Aman tanrım, profesör.''

''Biliyorum.'' Charles gözlerini sıkıca kapatıp avuç içlerini gözlerine bastırdı. Hank'in bu kadar fazla ve hızlı düşünmemesini isterdi, adeta biri yanıbaşında çığlık atıyormuş gibi hissediyordu ve pek iyi hissettirdiği de söylenemezdi.

''Biliyor musunuz?'' Hank ayağa fırladı. Bu sefer sandalye devrilirken kurtarmaya çalışmamıştı. ''Biliyorsanız neden sadece üstünüzdeki molozları kaldırtıp onu durdurmakla yetinmediniz? Siz- siz- onun zihnine tecavüz etmişsiniz!''

''Biliyorum.''

''Onu öldürebilirdiniz. Değiştirdiğiniz anılardaki eksiklikler daha büyük bir travmaya veya kalıcı beyin felcine sebep olabilirdi! Tanrım, ah tanrım- Kendinizi bile öldürebilirdiniz!''

''Biliyorum, Hank.'' Charles daha sert bir ses tonuyla çocuğu susturdu. ''Ama hali hazırda ölmek üzereyken çok mantıklı düşünebildiğimi söyleyemem.''

Hank bağırmaya devam etmek istiyor gibi görünüyordu ama profesöre bağırıp durabileceğinden emin değildi. Her şeyden önce kendisinden büyük birine bağırmak yanlış hissettiriyordu. Onun yerine aklına üşüşen yeni düşünceyle duraksadı. ''Bunu daha önce yapmış mıydınız?''

''Hayır.'' dedi Charles hemen. Elleri hala gözlerindeydi ama sesinden bile evet cevabını aldığı takdirde Hank'in gerçekten sinirleneceğini - Şu an daha çok telaşlıydı. - anlaşılıyordu. ''Moira'nın hafızasını silmekten çok da farklı değildi.'' Erik'in zihnindeki bariyerleri nasıl katman katman sertleştirdiğini hatırlayınca hemen ekledi. ''Sadece daha güçlü bariyerler kullandım, herhangi bir tetiklenmeyle kaldırabileceğimi sanmıyorum.''

''İsterseniz kaldırabilir misiniz peki?''

O bariyerleri oluştururken çektiği acıyı hala hissedebiliyordu. Hank kendini öldürebileceği konusunda haklıydı, neredeyse öldürüyordu. Erik'in zihnindeki duvarları kendi zihninden bir parçayla örmüştü, ruhunu katmıştı, tüm gücünü kullanmıştı ve bir daha o şekilde bir bilinçsizlik seviyesine çıkamayacağından emindi. Ellerini yüzünden çekip başını iki yana salladı. ''Deneyebilirim tabii ama...''

Hank'ın omuzları hayal kırıklığı ile çöktü. ''Etrafta yanlış olan bir şeyler olduğunu anlayacaktır. Kendini haberlerde falan görüp hafızasındaki boşluğu fark ettiğinde en iyi ihtimalle akıl sağlığını kaybeder, en kötü ihtimalle ise-''

''Cinnet geçirip insan nüfusunun tamamını öldürmeyi bir daha dener.'' diye ekledi Charles. ''Yapmadığı şey mi sanki?''

''Profesör!''

''Özür dilerim, sevgili dostum.'' Espri yapmayı denese de Erik'in başına gelebilecekleri daha detaylı düşünmediği için acı çekiyordu. Hank öne sürdüğü tüm hipotezlerde haklıydı ve bu öylece riske atıp ne olacağına bakacakları bir durum değildi. ''Öğrenmemesini sağlayamaz mıyız?''

Hank kaşlarını çattı. ''Sizden daha önce uyandı ve odasında yalnız, hali hazırda ne kadar öğrendiğini bilemem. Ki bilsem bile bu kesin bir plan değil, profesör.

''Kesin bir plan yapana kadar saklayabildiğimiz kadarını saklamaya çalışırız. Ne yapacağımıza karar verdiğimizde Cerebro ile bariyerleri kaldırmayı veya ne bileyim, daha fazlasını eklemeyi deneriz. Bilmiyorum Hank. Ne düşündüğümü bilmiyordum, düşünmüyordum bile. Ondan... O kadar...'' Cümlelerini toplayamayınca kendi haline güldü. Her zaman, her koşulda doğru şeyleri söyleyebilmeyi başarırdı ama tıkanmıştı. İşaret parmağını şakağına bastırdı. ''Gücüm buradan geliyor.'' Ardından parmağını kalbinin üzerine indirdi. ''Buradan geliyor ve o kadar kırık ki... Ne yaptığımı bilmiyorum.''

Hank kızgındı, hayal kırıklığına uğramıştı, telaştan yanıp tutuşuyordu, güveni kırılmıştı ama hiçbiri, karşısındaki adam kendine o kadar bitkin bakarken onu azarlamaya devam edebilmesi için bir sebep değildi. Raven'ın ve Erik'in kendisini terk etmesinin ne büyük bir yara açtığını biliyordu.

Başını yavaşça salladı, sakinleşmeye çalıştı. ''Sizin için ağrı kesici getireyim.'' diye önerdi. Yapabilecekleri arasında en işe yarar olan bu gibi görünüyordu, Magneto ile ne yapacaklarını sonradan düşünmeye başlayabilirdi. ''Ardından bir şeyler öğrenip öğrenmediğini sorgulamak için Erik'in yanına inebilirsiniz. Sizinle konuşmak istiyordu.''

Çoktan profesöre gösterdiği üzere sadece konuşmak da istememişti. Dünyayı dize getiren katilin, gözlerini açar açmaz istediği ilk şey Charles olmuştu. Charles, Erik'in bakışlarındaki değişimi fark etmişti ama Hank'in fark ettikleri daha somut şeylerdi. Erik'in sarkastik ve sinir bozucu kişiliğinin varlığını neredeyse hissedemiyordu. Kendisine karşı bile neredeyse dost canlısıydı. Hiçbir Beast iğnelemesi yapmamış, sorgu yağmuruna tutmamış, tehdit savurmamıştı. Hank ona yirmi sekiz saattir baygın olduğunu söylediğinde bile Charles'ın yerini sormuş, onunla konuşmayı talep etmişti.

Charles onunla konuşmaktan başka çaresi olmadığını biliyordu.

Morfin için yalvaran vücudundan bir kez daha özür dileyerek Hank'in getirdiklerinin arasındaki en hafif ağrı kesiciyi aldı. Parçalanırcasına ağrıyan başının ağrısını kesmeyeceği kesindi ama en azından biraz yatıştırabilirdi. Hank'in kendisini bir kez daha kontrol etmesine izin verdi. Sadece kontrolün peşini kan testi, ultrason ve adını bile bilmediği şeyler izlese de - Hank bitmek bilmeyen baş ağrısının da sebebini bulmaları gerektiğini düşünüyordu. - kobay faresine dönüştüğü bir saatin ardından hastane kanadından çıkmayı başarıp giyinebilmişti.

Pijama altları, eski tişörtler ve giymeye bayıldığı ekoseli depresyon hırkası yatağının üstünde giyilmek için yalvarıyorlardı ama yapamazdı. Son yılların anılarını Erik'ten tamamen çalmıştı yani kendisini büyük ihtimalle en iyi haliyle hatırlıyor olacaktı.

Erik hayatını sikmeden önceki mutlu haliyle hatırlanıyor olacaktı.

Füme, yün bir kazakla Erik için tahsil edilen hastane odasının hemen dışında duruyordu şimdi. Birkaç dakikalık bir kendine çeki düzen verme seansının ardından tekrar hastaneye dönmekten hoşlanmamıştı ama hoşlanmadığı o kadar çok şey vardı ki kendine acımakla bile uğraşmıyordu artık. Yumruğunu kapıyı tıklatmak için kaldırdı ama havada kalakaldı. Tıklatmaması daha mı doğal görünürdü? Erik aralarındaki dostluğun ne kadarını hatırlıyordu? Mahvettiklerinin farkında mıydı yoksa bir şekilde sadece rastgele tanıştığı bir adama mı dönüşmüştü Charles?

Nefesini tutup kapıyı iki tıkla çaldı. ''İçeri gel.'' cevabını aldığında ise tuttuğu nefesi verdi. Erik'in sesini duymak bile bütün vücudunu titretmişti. Ne yapacağını bilmiyordu. Kaçıp gitmek, bir daha da geri dönmemek istiyordu. Yaptıklarının sonuçlarına katlanmak istemiyordu; Erik, Charles'ın kalbini dümdüz ettiğinde sonuçlara katlanmak için orada olmamıştı ve işin aslı, zihnine yaptığı şeyler olmasaydı Charles'ın kapının ardındaki adama hiçbir borcu olmazdı.

Kendi etmişti ve şimdi kendi buluyordu. Erik ile ne yapacaklarına karar verene kadar en azından hafızasına ne yaptığını ve ne kadarını öğrendiğini öğrenmek zorundaydı.

Kapıyı sadece kendinin geçebileceği kadar aralayıp aralıktan süzüldü. Yüzüne ufak da olsa bir gülümseme kondurmaya çalışsa da yüzündeki hiçbir kas kıpırdamadı. Yetmemiş gibi kaşları da çatılmıştı hafifçe.

Erik ise sırıtıyordu. Beklediği şey çatık kaşlar ve sıkılı bir çene olmasına ve açık ara bunlardan daha ılımlı bir tepki almasına rağmen adamın kendine has, tıpkı bir tilkiyi andıran sırıtmasını görünce Charles kapıyı çarpıp çıkmak istedi. Odanın ortasına bir adım atacak gücü bile olmamasına rağmen yumruğu, tekrar Erik'in kızıl-sarı sakalların uzamaya başladığı yüzünü bulmak için kaşınmaya başlamıştı.

Belki yumruklardı da, son zamanlarda çok sorumluluk sahibiymiş gibi davrandığı söylenemezdi.

Ama yumruklayamadı.

''Ben içler acısı haldeyken bu kadar güzel görünmen haksızlık, schatz.'' demişti çünkü Erik, sırıtması bir an bile olsun kaymazken. ''Söylesene, kilo mu verdin?''

ਏਓ

bölüm çok uzun kontrol etmeye üşendim. umarım hank'in tepkileri falan yerli yerindedir. bölüm hakkındaki düşüncelerinizi lütfenn dürüstçe bırakın buraya.

schatz, almanca sevgili demek bu arada. teşekkürler google çeviri.

Continue Reading

You'll Also Like

33.8K 8.7K 21
"ben seninle sarsılmak istiyorum."
2.4M 214K 33
okumayın for vanilla baby
372K 34.2K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
12.1M 587K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...