masuku, hyomoz | BL

xenosrequiem tarafından

79 16 1

Yoluna devam etmeye çalıştı, oturduğu apartman hemen köşedeydi ama çöp bidonlarının arasında onu fark edince... Daha Fazla

one: snowy night, soul in love
three: first intimacy, confessions

two: secrets, lies

23 6 0
xenosrequiem tarafından

Moz, getirdiği temiz kıyafetleri kendini Hyoga olarak tanıtan gence uzatırken "Daha iyi hissediyor musun?" diye sordu.

İkili, neredeyse aynı fiziksel özelliklere sahipti ve bu da kıyafet işini kolaylaştırıyordu. Hyoga'nın ıslanmamış hiçbir yeri kalmamıştı - ki bu, oturduğu tekli koltuğun da sırılsıklam olmasına sebep olmuştu - ve kıyafetlerinin her yerinde yırtıklar vardı. Yorgun gözüküyordu, uzun süredir yemek yemediği ve bitkin olduğu belli oluyordu. Moz, biraz endişeli hissediyordu çünkü Hyoga, neredeyse hiç iletişim kurmuyor ve geldiğinden beri hareket etmeden aynı koltukta oturuyordu.

Albino, başını yavaşça kaldırdı ve uzatılan kıyafetlere baktı. Ardından, bakışlarını biraz daha yukarıya çıkardı ve Moz'un yüzünü inceledi. Kısa bir teşekkür mırıldandı, ayağa kalktı ve kıyafetleri eline alırken "Üzerimi nerede değiştirebilirim?" diye sordu.

Moz, birkaç saniye düşündü ve "Gel." dedikten sonra az önce kıyafet getirdiği odaya yöneldi. Hyoga, içeri girdikten sonra buranın yatak odası olduğunu fark etti. Biraz dağınıktı, akşam olmasına rağmen çift kişilik yatak toplamamıştı ve yerde birkaç kıyafet vardı. Ev, pek büyük değildi ve amerikan mutfak bulunuyordu. Eve ilk geldiklerinde, salondaki orta sehpanın üzerinde önceden kalma cips paketleri ve bitmiş bira şişeleri vardı ve Moz, bunları özür dileyerek birkaç dakika içerisinde toplamıştı. Salondaki ufak dağınıklığa yatak odasındaki karmaşa, evin küçüklüğü gibi şeyler de eklendiğinde, Hyoga, Moz'un yalnız yaşadığından emin olmuştu.

Yatak odasına girdikten sonra başka bir kapıdan daha geçtiler ve sonunda banyoya ulaştılar. Evin tasarımı Hyoga'ya biraz tuhaf gelmiş olsa da albino, o an bunu düşünmemeyi seçti.

Moz, "Duş alabilirsin." dedikten sonra lavabo dolabına yöneldi, sargı bezi ve yara bandı gibi şeyler çıkardı, onları lavabo tezgahına bıraktı ve tekrardan dolaba döndü. Temiz, henüz hiç kullanılmamış sabun kalıplarından birisini çıkardı ve beyaz saçlıya uzattı.

"İkimize akşam yemeği ayarlayacağım. Normalde ihtiyacım olmadığı için evde ilk yardım çantası bulundurmuyorum ama sabaha kadar idare etsen yetiyor zaten, yarın hastaneye gidersin."

Cümlesini bitirdikten sonra yanaklarını şişirdi, alt dudağını ısırdı ve birkaç saniye boş gözlerle küvete baktı. Ardından, kapıya yöneldi ve "Yardıma ihtiyacın olursa seslenirsin." dedikten sonra banyodan çıkıp kapıyı kapattı.

"Pekâlâ." diye düşündü, Hyoga. Bu sırada üstündekilerin bir kısmından da kurtulmuştu."Keşke daha tanımadığım birine tam ismimi söylemeseydim, sorun yaratabilir."

Tamamen soyunduktan sonra yapmayı unuttuğunu fark ederek kapıyı kilitledi ve suyun sıcaklığını ayarladıktan sonra küvete girdi.

Korkuyordu.

Hyoga, dışarıdan bakıldığında gereksiz derecede sakin ve tepkisiz gözükebilirdi ama oldukça gergindi. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Bu gece burada kalabilirdi ama eninde sonunda gitmesi gerekecekti, nereye gideceğini bilmiyordu. Dışarıda kar yağıyordu ve hava bir süre daha ısınmayacak gibi duruyordu. Aslında, biraz cesaretini toplasa rahatlıkla eve dönebilirdi ama o özgüveni kendisinde bulamıyordu. Babasıyla yaşayacağı tartışmaları düşünmek, nefes almasını aşırı derecede zorlaştırıyordu ve eve dönecek olsa bile dışarıda İbara'nın çevresinden birisiyle karşılaşması ihtimali onu korkutuyordu.

Hyoga tüm bunları düşünürken Moz'un aklı çok daha farklı yerlerdeydi.

Buzluğu açtı, yarısını daha önce yediği dondurulmuş soğan halkalarını aldı ve tezgaha bıraktı. Eve geldikten sonra direkt ramen yemeyi, birkaç dakika içerisinde karnını doyurmayı ve sonrasında kendisine vakit ayırmayı planlıyordu ama beyaz saçlı o kadar aklını karıştırmıştı ki Moz, karnının guruldadığını duyana kadar aç olduğunu bile hatırlamıyordu.

"Hmm.."

Kendi kendine mırıldandı ve prize taktığı kettlea su doldurdu. Bir yandan "Bu kadarla doyar mıyız acaba?" diye düşünüyor, bir diğer yandan ise "Zaten yeterince yardım ettin, annesi değilsin ya." gibi cümleleri ard arda tekrarlayarak kendisini bastırıyordu.

Yine de, o an kendini tutmak istemediğine karar verdi. Hyoga'ya karşı anlamlandıramadığı bir sempati duyuyordu ve bunu bastırmasına gerek de olmadığını yavaş yavaş fark etmeye başlamıştı.

Buzdolabından birkaç patates çıkardı, hepsini sırayla yıkadı ve dikkatlice doğradı. Mutfak işlerinde pek iyi sayılmazdı ve doğradığı patatesler eşit olduğu için mutluydu, bu işi parmağını kesmeden bitirebilmesi bile şanslı olduğuna işaretti.

Suyun kaynadığını gördüğünde kettleın fişini çekti ve "Umarım biraz daha ramen vardır." diye düşünerek lavabonun üzerindeki mutfak dolabına uzandı.

Yoktu. Şaşırmamıştı, eve dönmeden önce markete uğramasının sebebi de dolapların tamamen boş olduğunu bilmesiydi zaten ama yine de şansını denemek istemişti.

Yaklaşık yirmi dakika içerisinde patatesleri ve soğan halkalarını kızartmış, iki tabağa eşit şekilde dağıtmış, dolapta bulduğu ketçap, mayonez ve ranch sosu üç ayrı sos tabağına sıkmış - normalde bununla uğraşmazdı ama bugün normalinden de özenliydi - ve tabakları yanında iki kutu birayla birlikte salondaki geniş sayılabilecek orta sehpaya koymuştu.

Bu sırada Hyoga da yıkanmış, kurulanmış, yaralarıyla ilgilenmiş ve Moz'un kendisine verdiği temiz kıyafetleri üzerine geçirdikten sonra salona dönmüştü.

"Akşam yemeğinde bira mı içiyorsun cidden?"

Moz, karşılık olarak omuz silkti ve arkasına yaslanıp koltukta iyice yayıldı. "Alkol almıyor musun?"

Hyoga da aynı şekilde omuz silkti ve Moz'un biraz uzağına oturduktan sonra dokunulmamış tabaktaki patates dilimlerinden birini ağzına attı. "Benlik problem yok, sana şaşırdım sadece."

Moz, hâlâ kapalı olan bira kutularından birini eline aldı ve açmadan önce Hyoga'ya döndü. Şaşırmış olduğu yüzündeki ifadeden belliydi. "Neden?" diye sordu, birayı açtı ve birkaç yudum aldıktan sonra geri sehpaya bıraktı.

Hyoga, son birkaç dakikaya kadar bunun farkında değildi ama midesi bomboştu ve hayatında ilk kez bu kadar uzun süre aç kalmıştı. Esmer olanın sorusunu yanıtlamadan önce birkaç patates daha yedi, sehpanın ortasında duran kahverengi peçetelikten aldığı iki parça peçeteyle yağlanan parmaklarını temizledi ve kendi birasını açarken konuşmaya hazırlandı.

"Dışarıdan verdiğin izlenim ve davranışların, uyuşmuyorlar." Hyoga, bunları söylediği sırada çekingen bir ifade takınmıştı. Çatlamış dudaklarını birbirine bastırdı ve koltukta arkasına yaslandı. Bacaklarını biraz daha aralamış, rahat bir pozisyon almıştı. Kelimeleri zihninde toparlar ve kuracağı cümleyi düşünürken birasının neredeyse yarısını bitirmişti. Hızlı içiyordu ve bu da sarhoş olma ihtimalini arttırıyordu.

Birkaç dakikalık sessizliğin ardından Hyoga, başını koltukta geriye attı ve aydınlık tavanı izlerken dilini kurumuş dudaklarının üzerinde gezdirdi.

"Bayağı düzgün birisi gibi görünüyordun dışarıdan, senin yerinde olsaydım eğer, benim gibilerin yakınından bile geçmezdim."

Beyaz saçlı, sol eliyle yüzünü ovdu ve başını yana çevirerek bakışlarını Moz'a sabitledi. Esmer olanın gözlerinin içine bakıyordu, içinde bulunduğu durumun saçmalığını düşünmek bile kendi kendine gülmesine yetmişti. Her zamanki yumuşak ses tonuyla "Anlarsın ya.." dedi ve birkaç kısa saniye içerisinde esmer olanın bütün yüz hatlarını inceleyip cümlesine devam etti. "Tahminimce aynı yaşlardayızdır. Evin biraz dağınık ama eşyalarının tamamı yeni ve pahallı gözüküyor, bu da iyi kazandığını ya da zengin aile çocuğu olduğunu gösterir." Hyoga, tekrardan duraksadı. Doğruldu ve oturuşunu düzelttikten sonra birasından biraz daha içti.

"Eğer genç yaşına rağmen iyi kazanıyorsan, sorumluluk sahibi ve mantıklı birisi olmalısın ki bence bu seçenek daha olası çünkü aileden zengin olsaydın, daha farklı bir bölgede yaşıyor olurdun."

Hyoga, yarı-yarıya haklı sayılırdı. Moz, çoğu yaşıtına göre daha sorumluluk sahibiydi. Ayrıca olayları en ince ayrıntısına kadar düşünür, her zaman en doğru olanı yapardı.

"Ama eğer bütün bu iyi yaşamın kaynağı ailense de," dedi ve birasından birkaç yudum daha aldı Hyoga. "benim gibi 'ucubelere' yaklaşmaman gerektiğini bilirsin. Zengin aile çocukları, yapıları gereği bizim gibilerle yakın olmazlar. Her iki ihtimalde de, benim gibi birini evine alman bile absürtken üstüne alkol ikram ediyorsun. Garipsemem normal değil mi, Moz?"

Moz, bir süre düşündü. Albino, baştan sona kadar haklıydı ve esmer olan, tüm bu şeyleri neden yaptığını kendisi de tam olarak anlamlandıramıyordu.

Evet, onu merak etmiş ve ona yardım etmek istemişti ama şimdi daha sakin bir kafayla düşündüğünde, bu kadar ilgi gereksizdi.

İkisi de sessizleşti, bir süre sadece önlerindeki yemeğe odaklandılar. Hyoga, "Yine mi aşırıya kaçtım?" diye düşünerek içten içe kendisini azarlıyordu. Zaten başına gelen şeylerin çoğunun temel sebebi ağzını kapalı tutamıyor oluşuydu ve şimdi Moz sinirlenir ve onu kovarsa, yine sebebi Hyoga'nın ağzını kapalı tutamamış olması olacaktı. Hyoga, aklına gelenlerle birlikte gerildi. Bu soğukta sokakta kalmayı kesinlikle istemiyordu. "Pekâlâ, bundan sonra daha az konuşacağım." dedi ve kendi kendine söz verdi.

"Haklısın, ben de yaptığım şeyin mantıklı olduğunu düşünmüyorum zaten."

Ortam gittikçe garipleşiyordu. Moz, kendi tabağını Hyoga'nın biten tabağının üzerine koydu ve sağ eline aldı. Ardından, sos tabaklarını ve kullanmadıkları çatalları sol eline alarak mutfağa gitti. Hepsini tezgaha bıraktı, elini yıkadı ve salona döndü.

"Bu arada cidden, kaç yaşındasın? Adını bile zar zor öğrendim." derken eski yerine geçti. Moz, koltukta biraz daha kaydı. Az önceye kıyasla çok daha yakın oturuyorlardı.

Hyoga, "On dokuz." diye yanıtladı ve hemen ardından "Sen kaçsın?" diyerek yanındaki gence döndü.

"Aynı, on dokuz." bunu derken parmakları istemsizce yumuşak koltuğun üzerinde hareket etmiş ve eli Hyoga'nınkiyle yan yana gelmişti. Hyoga, Moz'a kıyasla çok daha açık tenliydi, neredeyse bembeyazdı ve parmakları da daha inceydi. Esmer olanın dudakları istemsizce kıvrıldı, yüzünde belli belirsiz bir gülümseme vardı. Kendi kendine "Zarif." demeden edemedi, kendisiyle kıyasladığında, Hyoga oldukça zarifti.

"Sorularıma asla istediğim gibi yanıt vermeyeceksin, değil mi?"

Moz'un cümlesi, Hyoga'nın gerilmesine sebep oldu. Gözünün önüne gelen saçlarını düzeltti, başını olumlu anlamda salladı ve bakışlarını duvara sabitledi.

Yalan söylemeyi ve sahte senaryosuyla işin içinden sıyrılmayı düşündü ama sonrasında hemen vazgeçti. Moz'a karşı dürüst olmayı ve onunla konuşmayı istiyordu, birileriyle bir şeyleri paylaşmayalı uzun zaman olmuştu ve her şeyi içinde tutmak, Hyoga'nın daralmasına sebep oluyordu.

Biraz daha düşündü. Bir yabancıyla konuşmak ona iyi gelebilirdi ama ne zaman cesaretini toplayacak olsa, kovulma ihtimali aklına geliyor ve içindeki cesaret kırıntılarını anında süpürüyordu.

"Pekâlâ." dedi, Moz. İstediği yanıtları alamayacağını anlamıştı. "O hâlde, soru cevap şeklinde ilerleyelim mi?" dedi ve gözlerini Hyoga'nın yüzünde gezdirirken devam etti.

"İkimiz de sırayla sorular soralım, sen başla."

Okumaya devam et

Bunları da Beğeneceksin

97.8K 8.3K 28
Üniversitesinin serseri çocuğu jungkook, kız arkadaşını rahatlatmak için kayda aldığı inlemelerini yanlışlıkla yeni atanan rektörü Kim Taehyung'a ata...
20.6K 2.8K 18
O hep "kırılmadım sorun yok" diyordu, fakat ruhu yavaş yavaş ölüyordu. Texting&düzyazı
128K 8.2K 32
'Bilinmeyen numara. Diyorum ki, o güzel kalçalarını biraz daha camının önünde sallaya sallaya odada tur atarsan boxer denen bir şey kalmaz üstünde. ...
311K 28.9K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...