Literati // Ravenclaw

By BelieveAndBeHappy

6.4K 599 2.1K

Literati: edebiyatı seven, okuyan ve yorumlayan aydın kişiler. More

B İ R
İ K İ
Ü Ç
D Ö R T
B E Ş
A L T I
Y E D İ
D O K U Z
O N
O N B İ R
O N İ K İ
O N Ü Ç
O N D Ö R T
O N B E Ş

S E K İ Z

331 42 273
By BelieveAndBeHappy

Pietro'nun masasına evrakları atınca başını kaldırıp bana dik dik baktı.

"İmzan gerekiyor."

Pietro önüne attığım belgeleri okurken gözlerinin hareketini takip etmeyi anlamsız bulacağım kadar hızlanınca masasını izlemeye başladım. Kulaklarına geçirdiği, müzik çıkan ve epey rahatsız görünen Muggle aracı en köşede birbirine dolanmıştı. Daha yakından bakınca içinde yumuşak, sünger gibi kısımları olduğunu fark ettim.

Pietro'dan bahsediyorduk.

İçinde dikenler olsa bile bunları takmak günlük aktivitesi olabilirdi.

Kalın, epey eskimiş bir kitabın üstünde lastik tokalar vardı. Ulu ve Korkunç Kral yazısını gördüm. Acımasız kral I. Edward'ın biografisini okuduğuna her gün adımı gördüğüm büyücü kimlik kartımda yazılı bulduğumda şaşırdığım kadar şaşırmıştım.

"Ne?"

Sanki yanlış bir şey yapmışım gibi bir anda savunmaya geçmişken buldum kendimi. Pietro'nun işi imzalarla bitmiş, beni inceliyordu.

"Farklı görünüyorsun," dedi.

Hah. Fark edeceğini düşünmemiştim. Farklı görünmekten kastı sanırım daha özenli gözüktüğümdü. Bugün James ile Noel yemeği yiyeceğim için daha derli toplu giyinmiş, biraz makyaj yapmıştım. Çok da anlaşılır bir farkı onun gibi bir mekanizmanın anlayacağını düşünmemiştim.

"Bugün yılbaşı."

"Saçların... çok... parlıyorlar."

"Bu genelde insanların istediği bir şey, Petrov."

Omuz silkti. "Dikkatimi dağıtıyor. Benden uzak dur."

"I. Edward değildi."

Pietro yüzünü buruşturdu. Sol gözündeki ince beyaz yara izi de dalgalandı böylece. "Ne?"

Kitabını gösterdim. Benim canımı istediği gibi sıkıp, bundan zarara uğramadan kaçabileceğini düşünüyorduysa düşündüğü kadar akıllı değildi. Sonunda başını sallayınca katlı kesimli ense hizasında saçlarının, yalnızca uzun katlarını başının arkasında toplayabildiği saçlarından çıkan birçok kumral tutam şakaklarına düştü.

"Teknik olarak dördüncü."

"Evet. Biliyoruz. Tek okumayı bilen sen değilsin."

"İlham aldığın tarihi kişiliklerden biri, değil mi? Epey benziyorsunuz aslında."

Derince nefes aldı. Kendi göğsünün şişip inmesini izledi. "Fayette."

"Madem geçmişini—"

"Fay!" Oturduğum sandalyeyi döndürüp, kendi masama doğru sürükledi. "Beni rahatsız etme. Ciddiyim."

Tüm kaburgalarım masaya yapışacak kadar çok yaslayınca sandalyeyi, nefes almakta zorlandım ve geriye ittim kendimi. O da masasına dönüp tekrar şablonlarını karıştırmaya başladı. Böylece sıkıcı, sonu gelmeyen, sessizlik içindeki iş saatine geri döndük.

* * *

Ceketimi giyerken aynada kendime baktım. Bunca saatten sonra yüzümün bile aynı yerde kaldığına şükretmeliydim aslında. Sonuçta kaçıncı olduğunu sayamadığım asama alışmamışken yüzümle ilgili bir büyüye girişmek pek akıllıca olmazdı.

"Randevu?"

Pietro çalışma sandalyesinde dönüp, her bir uzuvunu genişçe yaydığı masasından bana seslendi.

"Sayılır," dedim sadece.

"James'le?"

Cevap vermedim. James buraya sık sık gelip gittiği için onu tanıyordu. James kadar neşeli ve cana yakın doğası olan bir çocuktan dahi hazzetmezken bana söylediklerine şaşırmamam gerekirdi sanıyorum ki. 

"Neden hala çıkmıyorsun? Yeni yıla sadece birkaç saat kaldı."

Pietro'nun dümdiz hep o tanıdık taştan ifadesi yüzünde kalmaya devam ederken bana cevap vermeyeceğini düşündüm. Mini eteğimin üstündeki tozları aynada almaya çalıştım. Kırmızı ruju sürerken sonunda mırıldanır gibi konuştuğunu duydum.

"DuBauer bu gece çalışırsam İsveç'teki konferansında ona katılabileceğimi söyledi."

Sürmekte olduğum ruj elimde kaldı. Hah. Buna kızmaya hakkım var mıydı? Neden bana da söylememişti? Belki her sene planım olduğunu bildiğimdendi. Pietro ise... geçen sene de buradaydı sanıyordum ki yeni yılda. Öncesinde? Belki. Emin değildim. Değil yeni yılı, kendi doğum gününü dahi unutacak birine benziyordu. Eğlenmeyi de sevmiyordu sanırım. Randevulara gitmiyor, içtiğinde sarhoş olmuyor, içinde beşten fazla insanın olduğu bir çatının altında olmaya da hevesli görünmüyordu.

"Oh," kırmızı ruju beğenmediğime karar verip sildim. "Bu yüzden kalıyorsun demek." James'in onun için fazladan iyi görünmeye çalıştığımı düşünmesini istemiyordum. Belki dalgalı kahverengi saçlarımla, kahverengi gözlerimle, ortalama boyumla sıkıcı bir tiptim ama her nedense James bunun aksini düşündüğünü sık sık dile getirirdi.

Gerçi hayatını abartılı haber başlıklarıyla kazanan birinden bunu duymak çok da göğüs kabartıcı olmamalıydı.

Pietro bana yanıt vermedi. Dönüp ona bakınca hala aynadaki yansımama onun da baktığını yakaladım. İkimiz de şaşkınca bu tuhaf ana karşı bakakaldık birbirimize. Karışan kafam ve afallayan bedenimin refleksle verdiği çarpıntıdan bir süre sadece gözlerimi kırpıştırabildim. Neyse ki Pietro hiçbir şey olmamış gibi sandalyesinin tekerlerinde dönüp masasına baktı.

"James kapıda," dedi sadece.

"Ne? Nasıl bi—"

Kapının takmağına bağlı çirkin suratlı çığırtakanlardan biri bağırdı. "JAMES WATTLE KAPIDA! JAMES WATTLE KAPIDA! JAMES WATTLE—"

"Hey," dedim kapıyı hızlıca açtım. Açmamla da kar fırtınasının bir kısmı içeriye girdi. Önce uçuşan kağıtlar için suçlu hissedip kapatacaktım ancak sonra üstünde beyaz, kısa kollu tişörtünden başka bir şey olmamasına rağmen tek bir hareket göstermeyen Pietro'dan başka kimsenin olmadığını hatırlayıp hiç tenezzül etmedim böyle bir kibarlığa. "Buraya geleceğini bilmiyordum."

James mahçup bir ifadeyle gülümserken içeri girdi. Ben paltosunu çıkarmasını bekledim ama hala öylecek duruyordu.

"Bana çok kızacaksın."

"Hayır. Sırf o tuhaf içkilerini seviyorsun diye Yağmur Kumu'na gitmeyeceğiz. O restoranttan nefret ettiğimi biliyorsun. O resto—"

"Hayır," dedi gülüp omuzlarımı tutup yukarı aşağı oynattı. Dışarıdan gelen o olmasına rağmen beni ısıtmaya çalışmasından gergin olduğunu anladım. James kolay kolay gerilmezdi. Genelde onu hep kendine güvenen, rahat ve konuşkan doğasında görmek mümkündü.

İçeriye göz gezdirdi. Pietro'yu görünce ondan pek hoşlanmasa da, onun da ona baktığını yakalayınca elini kaldırdı. "Merhaba Pietro," dedi sadece.

Pietro yüzüne dik dik baktıktan sonra hiçbir şey demeden önündeki kağıtlara döndü.

James de aldırmadı.

"Ne? Beni endişelendirmeye başlıyorsun."

Başlamaktan fazlasını yapıyordu aslında. Bugün yeni yıl olmasaydı bundan bu kadar endişelenmezdim. James'in başını belaya sokmasına alışıktım çünkü. Ama yeni yılda hep beraber olup, sakince kutlamamıza alışık olduğumdan özellikle bugün beladan uzak duracağını bilirdim. Bir şey olmasından endişe etmek şu anda daha da alarm verici bir hale gelmişti bunu hatırlarken.

"Fay... ben... ben çok üzgünüm. Seni son dakika da haberdar etmek istemiyordum aslında. Çünkü, Merkür adına," yanağının içini ısırdı. Gözleri üstümde bir süre gezdikten sonra daha da üzgün bir hal aldı. "Çok güzelsin. Çok güzel görünüyorsun. Ve bunu mahvettiğim için de kendimden nefret ediyorum. Tüm gün tek aklımda olan seninle bu geceyi beraber geçirmekti, yemin ederim. Ama..."

Oh.

Planı iptal etmek için gelmişti.

Eh, bu elbette hoş değildi. Ve tercih ettiğim bir seçenek de değildi. Ama mantıklı bir açıklaması olmalıydı. Sonuçta yılların geleneğini isteye isteye mahvetmezdi.

Değil mi?

"Kanaldan çağırılıyorsun."

"Evet. Yani kısmen. Bu çok büyük bir fırsat. İrlanda'ya gitmem gerekiyor. Eğer bu haber yerinde olan ilk kişi olursam, sonunda programımı genişletebilirler."

"Bekle. Ne?" Gözlerimi kırpıştırıp, belime sarılan elini çektim. "Yani zorunda değilsin? Sırf programını bir ihtimal genişletirler diye mi gidiyorsun? Hem de zaten bahardan önce yapacaklarını bilmene rağmen?"

James tekrar ellerini belime koyup, ceketimin altından beni kendine yaklaştırdı. Ancak ne yapmaya çalıştığını anlamayacak kadar aptal değildim. Kızgındım. Fazlasıyla. Yılın her günü için bana bunu yapabilirdi. Her. Günü. Ama bu gece? Hem de benim için ne kadar önemli olduğunu bilmesine rağmen?

"Fayette... bu gece bu yaparsam baharı beklemem gerekmeyecek."

"Birkaç ayı yani?"

"Güzelim... bunu anlayacağını sanıyordum. Aramızdaki mantııklı kişi sensin. Neden şimdi duygusal davranıyorsun?"

"Çünkü, sırf 1-2 ay önce daha fazla ekranda görüneceksin diye yeni yılda beni yalnız bırakıyorsun. Hem de son dakikada. Başkalarıyla plan yapabilmem için zaman bile yokken."

Onun için ne zaman bu kadar değersizleştiğimi merak ediyordum. İşini önemsemesini seviyordum. İşini sevmesini de. Beni anlayabiliyordu. Ancak bu? Hem de beni fazla işkolik ve hırslı olmakla suçladıktan sonra DuBauer'i umursamadan onunla olmayı istemem sadece? James'in ne kadar büyük bir hayal kırıklığı olacağını bilerek, onunla beklentisiz bir ilişki yaşamak dahi beni pişmanlıktan uzak tutamıyordu. Ona güvendiğim yılın tek bir zamanında puf kayboluyordu.

"Biliyorum. Haklısın. Çok özür dilerim. Bak ne diyeceğim," sinirle ovuşturduğum kafamdan elimi çekip avucuna aldı. "Neden benimle gelmiyorsun? Yalnızca bir süre çekimin bitmesini beklersin ve—"

"Ve ne James? Yeni yılımı donmak üzere, yabancı bir ülkede, yabancı bir yerde, bulunmak bile istemediğim bir yerde çalışanlara dağıtılan iğrenç kahveyi içerek mi geçiririm? Ve işinin ne zaman biteceğini bilmeden aptal gibi bekleyerek?"

James'in kaşları çatıldı. Elini boynuma koydu ama ittirdim. Bilmeliydim. Ona hiçbir zaman güvenemeyeceğimi bilmeliydim. Nasıl benden kız arkadaşı olmamı isteyebilirdi ama önemsediğini hiçbir zaman göstermezdi? Onun için her şey gerçekten bu kadar anlık ve fevri gelişmek zorunda mıydı? Her şeyle sıcak olabilirken, bana sıcak görünüp buz kesmek zorunda mıydı? Ama elbette, tüm bunları yaparken araya çizgi koyan ben olduğumda kalpsiz de ben oluyordum. Sırf kendimi korumaya çalıştığım için.

Hayatımda vermiş olduğum en iyi kararlardan biri belki de James ile yetişkinıen bir ilişkiye başlamamaktı.

"Desteğini istiyordum sadece. Senin için eziyet olduğundan haberim yoktu."

"Eziyet—" bağırdığımı Pietro'nun dönmesiyle fark ettim. Kontrol altında hissedemediğim için utandım. Genzimi temizleyip, dedimi alçalttım. Sonuçta yapabileceğim bir şey yoktu. O çoktan tercihini yapmışken, bana düşündüğüm kadar önde tutmadığı için ona kızamazdım. O da ben de kendi seçimlerimizi yapmakta özgürdük. "Eziyet değil. Elbette değil. Sadece bugünün farklı bir planda ilerleyeceğini düşünmüştüm. Sorun değil."

Genzimi bir kez daha temizledim. Ama yine de o aşınma hissi geçmedi.

"Gerçekten üzgünüm, Fayette."

Evet, tabii.

"Sorun değil dedim, James."

James ikna olmamıştı ama onu ikna etmeye de niyetim yoktu. Başını yana eğip yanağıma dokundu ama elinden kaçtım. Alınmış göründü.

"Bunu bana yapma. Eğer böyle bir şey çıkmamış olsaydı—"

"Tamam. James. Anlıyorum. Evet. Doğru. Ben de aynısını yapardım. Sonra görüşürüz."

"Yine yapıyorsun," dedi kahverengi gözleri yüzümde dikkatle gezinirken bakışlarından kaçmaya çalıştım. Benimle yılbaşını geçirmeyi dilemeyen biri için fazla oyalanıyordu yanımda. "Yine benimle konuşmak, ne hissettiğini söylemek yerine duvar örüyorsun."

"Duvar örmüyorum."

James bıkkın bıkkın nefes aldı ve pes etmiş gibi geriye yaslandı. "Peki. İyi yıllar o halde."

Ayakkarıma bakarken başımı salladım. Kaldırmadım da. Kapıdan çıkıp gitmesinden sonra bile kaldıramadım. Bir süre o rutubetli, karanlık yerde dikildim.

Sıktığım yumruklarımı serbest bırakınca acıtan bir kaşıntı avucumun içinde karıncalandı. Sinirle masama bıraktım ceketimi. Her nedense şimdi bu kadar umursamış olmaktan, hazırlanmış, özenmiş görünmekten de utanıyordum. Ayakkabılarımı çıkarıp attım. Saçımı topladım ve yüzüme asayı tuttum. "Tergeo," işe yaradığını birkaç kez görmüştüm. Birkaç kez de makyajı çıkarmaktan daha kötüsüyle sonuçlandığını. Şu an burnumu yerde bulsam da umursayacağımdan şüpheliydim.

"Fay eğer burada kal—"

"Tek kelime daha edersen tüm parçalarını gövdenden ayırırım."

Pietro normalde bu tehditi ciddiye almazdı ama ne kadar öfkeli olduğumu görünce uğraşmaktan vazgeçti. Uzanıp kazağını üstüne geçirdi sadece ve tekrar sessizce çalışmaya döndü.

Ben de dakikalar önce kapatmış olduğum kitabı yeniden açtım. Sandalyeye oturdum. Eve gidecek gücü şu anda kendimde bulamıyordum. Belki biraz sonra. Öfkeden alev alev yanmak yerine akıllıca davranabildiğim bir anımda.

Uzun bir süre konsantre olmaya çalışsam da sonuçsuz kaldım. Bu daha çok öfkeyle sonuçlandı. Şimdi hem James'e, hem kendime, hem de aptallığıma kızgındım. Basit bir tabloyu bile çıkartamıyordum her iki satırda bir çevirmekte olduğum eski kaynağa bakmadan.

Tekrar üstümü giymek üzereydim ki şömineden içeriye bir kağıt parçası uçtu. Pietro son anda havadayken yakaladı. Her ne yazıyorduysa çok sevinmemiş gibi göğüs geçirdi.

"Acele etme," dedi bana. Çantamı ve ceketimi gösterdi.

"Neden?"

"DuBauer. Bu gece çalışmanı istiyor. Bakanlık'tan çağırıldığı için pazartesiye yetişmesi gereken sunumu senden istiyor."

"Yapmayacağım," dedim hiç ara vermeden giyinmeye devam ederken. "Yarın gelip erkenden bitirebilirim. Bugünü daha da berbat hale getirmeyeceğim."

Pietro'nun lacivert gözlerinde şaşkınlık gördüm. Bir işe balıklama atlamadığımı görmek onun içinde alışıldık değildi. "Aklını mı kaçırdın? Kovulmak mı istiyorsun?"

"Neden umurunda?"

"Değil," dedi sanki refleksmiş kadar hızla. Gözlerini sağımdaki kapıya dikti. "Sadece sırf bir erkek seni ekti diye işinden olacak kadar aptal olmana sabredemiyorum."

"DuBauer'in beni bunun için kovmayacağını ikimiz de biliyoruz. Senin için önemli olmayabilir belki ama ben en azından yılın bir gününü hiçbir şey yapmadan sadece köpeğimle geçirmek istiyorum. Bunun aptallık olduğunu düşünmeni de siklemiyorum."

Pietro ile birbirimize bakmaya devam ederken gür kaşlarının biraz çatıldığını gördüm. Bana ne diye kızıyorduysa artık, sanki gün içinde hiç aptallık görmüyordu. Ya da bana sabretmeyi sevmiyordu. Şimdi ona da bensiz geçireceği bir gece sunuyordum. Tam aksine teşekkür etmesi gerekmez miydi?

Bir şey demek yerine omuz silkti. İşine döndü. Ben de sonunda ofisten çıkabildim ve evime gitmek için yol aldım.

* * *

"Neden döndün?"

Neredeyse gece yarısına yaklaşmış saate baktım. Dışarıdan insanların kutlama yaptıklarını duyuyordum. Camdan bakınca kar da hızlanmış, kırmızılı ve yeşilli ışıklar her yerde döner olmuşlardı.

"Çünkü eteğim rahatsızdı ve buradaki lanet şömine yeterince sıcak tutmuyor. Eğer yılbaşı gecesi DuBauer için çalışacaksam daha sıcak kıyafetlere ihtiyacım var. Üstelik sırf benim günü kötü diye, Anderson'ın da öyle geçirmesine gerek yok. Hindiyi ona verdim."

"Hayır," dedi Pietro karşıdaki masasına döndüm yüzünü görebilmek için. Loş ışığın altında sadece lacivert gözleri görünüyordu. "Neden buraya döndün? DuBauer'in işini yarın yapacağını sanıyordum."

Oturduğum yerde gerindim. Kırmızı etnik desenli halının üstündeki bez ayakkabılarımla tabana bastım ki, saatlerdir bağdaş kurduğum bacaklarım kalktığımda tekrar beni ayakta tutabilsinler. Pietro'nun iki yanındaki yüzünü ve masasını aydınlatan mumlar ve şöminedeki ateşin ışığı dışında hiçbir şey görünmüyordu çok net. Zaten koyu kahverengi, siyah, gri renkli kitap ciltleri ise tozlu devasa kütüphanenin içinde kaybolmuşlardı. Merdivenleri görmek bile karın beyaz yansıması olmasa imkansızdı.

"Mantıklı davranmak istedim. Üstelik evde yapabileceğim bir şey yoktu. Tek başıma şarap içip, annemin neden eve dönmek yerine yılbaşımı tek başıma geçirdiğime dair olan vaazını dinlemektense en azından kafamı meşgul edeceğini düşündüm. Tek bir şey daha düşünmek istemiyorum kendime dair. Sürekli meşgul tutmak zorunda kaldığımda, her şey daha kolay. Kontrolü bulmak daha kolay."

Pietro başını ağır ağır salladı. Gece yarısına yaklaşıyorduk. Sunumunu yarılamış olmama rağmen beni tatmin etmemişti. Bu gidişle birkaç saate buradaki işim de bitecek ve gitmekten kaçtığım evin yolcusu olacaktım.

"Ne yapıyorsun?"

"Benimle konuşma," dedi Pietro dikkatini bozduğum için söylenirken.

"Ama sen benimle konuşuyordun?"

"Cevap verme o zaman bir dahakine."

Yanaklarımı şişirip ofladım. Ayağımla sandalyeyi itince tekerlekler halının üstünde kayıp uzaklaştılar. Tekrar parmaklarımla çekmecelerin kolunu tutup yaklaştım. Tekrar kendimi ittirdim. Daha önce ofiste kendimi oyalamak için başvurduğum yöntemler bu karanlıkta ve soğukta ve yalnızlıkta pek mümkün görünmüyordu.

Üçünce kez kendimi ittiğimde Pietro kalemini masaya attı. "Eve git, Barnes."

"Hayır."

"O halde bir yetişkin gibi davranmayı öğren."

"Hayır."

Pietro söylene söylene etrafına bakındı. Sonunda masasının altındaki çöpü alıp karşıma koydu. Masasında buruşturduğu parşömenleri de getirip kucağıma bıraktı.

"Eğer ses yapmadan hepsini çöpe geçirmeyi başarırsan ofise atıştırmalık getirmene ve yemene izin vereceğim."

Gözlerim irileşti. Pietro ve DuBauer'in kurallarına karşı gelmek hah? Onun gerçekten sinirlerini bozuyor olmalıydım.

"Ya şarap?"

"Abartmayalım."

"Bugün yılbaşı."

Yüzümü incelerken göz bebekleri her bir kısımda gezinirken karıncalandı bedenim. Bakışı bile ürkütücü diye miydi yoksa aksine yorgun gözlerinin daha insani durmasından mı anlamadım.

"Bugünün senin için bu kadar önemli olduğunu bilmiyordum."

Omuz silktim. Elbette önemliydi. Yılın en sevdiğim zamanıydı. Ve tek izin alabildiğim gündü. Tek Fayette günüydü. Eh, tabii artık öyle olmaktan çıkmıştı gerçi.

Kim bilir, Pietro kadar korkunç biri bile belki de James ile aramızdaki geçen konuşmayı duyduğundan benim için kötü hissediyor olabilirdi. Bana acımasından dolayı boğazına Yeşil Şövalye Hançeri dayayabilirdim ancak çoktan drama kraliçesi kartımı kullanmışım gibi hissediyordum.

Küçücük bir sitem diğerleri için en olağan an gibi görünebilirdi. Ama benim için mücadeleydi. Fay olduğumu hissettiğim bir an değildi.

"Hem de Vampir Kanı?"

Pietro etkilenmiş gibi başını salladı. "Hırsızlık yaptığını bilmiyordum, Barnes."

"DuBauer'e hediye edilmişti. İki tane. Başını ağrıtana kadar nerede ve hangi aromalardan hangi toplanan meyve ağaçların yetiştirilmesine kadar ayrıntılı bir konuşma yapınca bana diğerini vermişti. Susmam için sanırım."

"Tamam. Sessizlik içinde çöpe kağıtları geçir. O zaman içmene izin veriyorum. Yalnızca bugüne özel."

"Patronummuşsun gibi davranmaya bayılıyorsun. Ama olmadığını biliyorsun değil mi? Sadece DuBauer'e şikayet etme diye—"

"Şansını zorlama."

* * *

Elimdeki kağıdı buruşup duvara attım. Pietro kağıda bakıp güldü. Şeytan Kanı Şarabı'ndan bir yudum alıp bana uzattı. Kendisi kullanılmış bir parşömeni alıp çöp tenekesine isabet ettirmeye çalıştı. Yanına düşüp sekti. Beni oyalamak için verdiği oyunda bile iyi olmama dayanamayıp, erkenden bitirdiğim için kendisi de yanıma gelip işi yarışmaya çevirmişti. Birkaç yudum da alınca konuşması daha kolay birine dönmüştü.

"Hah," dedim alayla şişeyi ondan aldım. "Iskaladın."

Başını yaslandığı duvara attı. Sanırım sonunda başı dönemeye başlamıştı.

"Ee," diye mırıldandı. "Hala James konusunda üzgünsün ha?"

Kafamı iki yana salladım. Ama gerçekten bunu yapmak istemediğimden yapmamıştım. Ne zaman biri bana duygularımla ilgili bir şey sorsa, onu savuşturmaya alışık olduğumdan refleksle yapmıştım. James konusunda hala üzgündüm. Fazlasıyla. Eğer kendimi yere çakılı hissedecek kadar içmemiş olsaydım belki ağlayabilecek kadar hem de.

Yılbaşı, yılın tek günü, ona yanımda ihtiyacım vardı. Ama her zaman arka plana atılacak bir yedek parçaydım.

"Meh."

"Ondan hoşlanıyorsun."

Hıçkırıkla sarsıldım. Ayaklarımı halının üstünde gezdirirken bacaklarımı kendime çektim. Pietro'nun kocaman ayakları birbirine ters yönde bakıyorlardı. Kazağının içindeki tişört biraz sarsıldığından yamuktu.

"Bu bir soru değil."

"Değil," dedi. "Aranızdakini anlamıyorum. Berabersiniz. Ama değil misiniz?"

"Karmaşık."

"Neden?"

"Onun kız arkadaşı olamam."

Pietro ona uzattığım şişeyi aldı. Sessizce kar fırtınasının uğultusunu dinledik. Kar öylesine artmıştı ki artık kapının küçük camından dışarısı görünmüyordu. Muhtemelen metrelere ulaşan kar tüm kapıyı kaplamıştı. Mumların ve gazlambalarının arasında oturuyorken, sıcağı hissediyordum. Yine de soğuğu izlemek içimi ürpertiyordu.

"Bağlanma problemleri?"

"Hayır," daha da çok güldüm. Pietro ile sohbet etmek... bir miktar işin içine likör girince çok daha kolay oluyordu. Onunla daha önce hiç öylesine konuştuğumu hatırlamıyordum. Burada benimle kapana kısılmamış olsaydı belki de hiçbir zaman yaşamayacaktım bu anı. Şimdiyse her şey bir anda basitleşmişti. Yalnızca o vardı. Ben vardım. Ve birer arkadaş gibi sohbet ediyorduk. "James ile mutlu olabilecek biri değilim."

Pietro bir tane daha parşömeni çöpe isabet ettirmeye çalıştı. "James'i mutlu edebilecek biri olduğunu söylemen gerekmiyor mu bu durumda?"

"Hayır. James'i mutlu edebilirim. Sanırım. Belki. En azından bir süre. Ama ona beklenti yüklemek, onun hayatında olabilmek, ona güvenmek... hepsi çok zahmetli görünüyor. Üstelik aptalca. James parlak hayatını çok seviyor. Ortadan kaybolmayı da. Fevri olmayı ama hesap vermeyeceği kadar da özgür olmayı."

"Ama sen..."

"Fazla pragmatik olmaya ayarlıyım. Ayarlara sadık kalamadığımdaysa kontrolü kaybediyorum. Kendimden nefret ediyorum. O kişi ben değilim. Obsesif, kıskanç, aklını kaçırmış..."

Cümlemi devam ettirmedim ama sanırım ne denli nefret ettiğimi anlatabilmiştim bu kontrolsüz kısmımdan. Pietro tekrar sessizliğine döndü. Ne düşündüğünü çözemiyordum. O hiçbir zaman kontrolünü kaybetmiyordu elbette. Hep sakindi, hep sertti, hep nötrdü. Duygular ne yüzüne ne aklına ne kalbine uğruyordu.

Sert kasırgayı dinledik. James'den ve yeni yıldan başka düşündüğüm bir şey varsa, o da Anderson'dı. Zavallı çocuk, eminim o da Yılbaşı'nı tek başına geçirmeyi dilemiyordu.

"Ya James?" Dedi sonsuzluk gibi geçen sessizliğin sonunda Pietro.

"Birkaç kez denemek istediğini söyledi. Tüm bunlar zaten böyle başladı. Ama onun hayatı... hayır."

"Kaçan kişi James değil," dedi bacaklarını kendine toplarken. "James'den kaçan kişi aslında sensin. Onu reddediyorsun, istemiyorsun ve güvenmediğin için hep cam fanusla yaklaşıyorsun. James ise sorumsuz herifin teki. Onun kaçtığı sen değilsin. Sen ondan kaçarken, o hayatından kaçıyor. Ama anlamadığım nokta... zaten ondan hoşlanıyorsun. Zaten onunla vakit geçiriyorsun. Hala neden korkuyorsun da buna bir resmiyet katmak istemiyorsun? Aldatılmaktan mı korkuyorsun?"

Derin derin nefes aldım. Sorularına net bir cevap vermek ne onun ne de benim için mümkündü. Ne kadar doğru ya da yanlış olursa olsun kendimi hem James'in yannda olurken hem de uzaktayken bulabiliyordum. Ona en yakın ama en zararsız bulunabileceğim konum da buydu.

"İlk kez bu kadar çok konuştuğunu duyuyorum, Petrov. Kapalı kutu olan sensin. Senin sıran."

"Anlatılcak bir şey yok."

"Hadi... Bu doğru olamaz. Çok ketumsun. Hakkında hiçbir şeyi bilmiyorum."

Pieto önüne gelip, çenesine vuran uzunluktaki saçlarını yüzünden çekti. Camı izlerken bir şeyler daha soğumuştu. Pietro'nun suratında da.

"Neyi merak ediyorsun?"

"Bilmiyorum." Yüzüne bakmak için başını bana çevirmesini bekledim. Neredeyse dakikaları alacak kadar uzun sürdü. Sonunda lacivert gözlerine direkt bakabildim. "Nasıl oldu?"

Kafası karışınca her zaman yaptığı o kaş çatma hareketini yaptı. "Ne nasıl oldu?"

Kalçamı kaldırıp biraz daha yakınına geldim. Karşısına oturunca omuzlarını ve bedenini daha çok dikleştirdi. Bir insandan daha çok yabani bir canlı gibi tepki veriyordu. Yakınlığa alışık değildi, hep temkinliydi.

Alkolün etki ettiği gözleri zorla açık görünürken, benim dibine girmemle büyük ve tamamen açık haline döndüler. Sanki etrafındaki her şeyi gördüğünden emin olmak için gözlerini kırpmak zorunda olmasından bile hoşlanmıyor gibiydi.

Elimi kaldırıp uzatınca irkilmedi ama gözlerini bir an için bile parmaklarımdan ayırmadı. Gözünün altına elimi koyunca nefesini tuttu. Hiç hareket etmedi. Yüzü biraz daha soluk bile gözüktü.

"Bu," dedim elimi çektim hızlıca.

Elimi çekmemle Pietro nefes aldı tekrar. Parmağımı az önce koyduğum yere elini koydu. Kendi bile ona dokunmama izin verdiği için şaşkındı belki de. Teni soğuk yemekten sertleşmişti. Ama sıcaktı. Yarasının olduğunu göremeyen biri hissedemezdi. Teninin tamamen bir parçası olmuştu. Beyaz, ince, soluk bir iz...

"Neden bu kadar meraklısın?"

Omuzlarımı kaldırdım. Anlatacağını da düşünmemiştim. Pietro hakkında bildiğim çok az şey vardı. Ki düşününce bir yandan da komikti. Onu öğrencilik zamanından beri tanıyordum.

"Basit bir soru sadece."

Pietro bu sefer de gözlerini yanan şömineye çevirdi. Ben yavaşça uzaklaşırken de yumruğunu boğazına dayamıştı. "On yedi yaşındaydım."

"Ve okulda olmadı."

"Hayır. Rusya'daydım."

Hala anlatmaya çok yanaşmadığını anlayınca onu zorlamak istemedim. Her ne kadar birbirimizden hoşlanmasak da damarına basmaya hevesli değildim şu anda. Yeni yıla rakibimle kavga ederken girmek ikimizin için de aşırı olurdu.

"Özlüyor musun?"

"Neyi?"

"Rusya'yı."

Yine omuz silkti. Onu konuşturmaya çalışmaktan vazgeçmeliydim. Bu herif nasıl arkadaş ediniyordu, nasıl sosyal aktivite gösterebiliyordu inanamıyordum. Biri zorla ağzını açtırtıp kelimeleri içinden sökerek konuşturuyordu muhtemelen. Çalıştığı barda servis yaptığı müşterilere acıyordum. Zavallılar, kim bilir sırf bir Kaymakbirası alabilmek için ne tür bir işkenceden geçmişlerdi.

"Annemi özlüyorum," dedi. Ateşte yanan odunların çıkardığı sesten zorla duydum onu. Pietro'yu hiç annesine düşkün biri olarak resmetmemiştim. Gerçi onun insanlarla ilişkisindeki "düşkün" tarafın aldığı yön tartışmalı bir konu olurdu herhalde. Pietro'nun

"Muggle bir anneye sahip olmak... çok farklı mı?"

"Bilmem. Galiba. Anne işte. Yemeği yapan cinler ve büyüler yok sadece"

"Ya Rusya? Çok farklı mı?"

Bir anda gülümsemeye başlayınca şaşırdım. Gözleri kısılıp, daha fazla tutamayıp kendine yenilmiş gibi başını eğip dudakları kıvrıldığında daha genç göründü gözüme. Saçları da boşluğa döküldüler. Dişlerinin parlaklığını seçebiliyordum.

İlginç bir şekilde gülümsemesi çok nadir görülen birine karşılık düşündüğüm kadar yapay görünmüyordu bunu yapması. Aksine bulaşıcıydı. Hem de sırf güldüğü için utanmış, kendine mahçup olmuş gibi görünürken bile. Eliyle gözlerini kapattı. Tuhaf bir biçimde sanırım gülümsediğini gizlemeye çalışıyordu. İnsanlar genelde ağızlarını kapatırken, onun neden gözlerini gizlediğine anlam veremedim. Belki gerçekten mutlu olmadığında bile dudaklarını gülümsemeye zorlayabilecek, onları sahte bir göreve koyabilecekken gözleri için bunu yapamayacağındandı. Gözlerindeki neşeyi ne kadar isterse istesin taklit edemezdi.

"Ne?" Dedim onun kısık gülme seslerine ve hala beceriksizce karşı çıkmaya çalıştığı gülüşüne ben de istemeden gülerken.

"Soruların hiç bitmiyor."

"Cevaplamak zorunda değilsin."

Elini gözlerinden çekti. Bana bakarken hala gülümsüyordu. Bluzumun yakasını sertçe tuttuğumu hissettim. Pietro'nun bana bakarak gülümsediğini daha önce hiç görmemiştim. En azından alaycılık, zorundalık ya da yalnızca beni sinir etmek için sahte olanı olmadan. Gözlerinin altına, şakaklarına düşen perçemlerinin arasında lacivert ve hafifçe köşelerine doğru uzayan gözleri parlıyorlardı.

Şu anda kendimi kendim gibi hissetmezken, Pietro ile düşman olmanın ne kadar tuhaf olduğunu fark ettim. Onunla konuşmak neredeyde keyifli denebilirdi. Bana ailesinden bile bahsedebiliyordu ama geçen zamanlarda söylediği şeyler de... hala geçerli olabiliyordu.

"Bana karşı bile nazik olacak kadar hayat dolu olman beni şaşırtıyor yalnızca. İşimi zorlaştırıyor."

"Sırf rakibiz diye sana eziyet edemem ya? Hayata karşı meraklı ve heyecanlı olmak da suç değil. Üstelik düşmanız diye benden nefret etmek için bir neden aramana gerek yok." Gülümsemem biraz yüzümde dondu. Elimi yakamdan çektim. "Benden neden hoşlanmadığını epey net belli ettin."

Pietro da gülümsemesinden kurtuldu. Şişeden birkaç yudum daha aldı. "Ne söylersem söyleyeyim bana karşı istediğim kadar acımasız olmayacaksın, değil mi?"

"Bu da ne demek? Neden sana karşı acımasız olmamı isteyesin? Benden gönül rahatlığıyla nefret edebilmek için mi?"

"Hayır. Yani kısmen. Aramızdaki duvar, benden hazetmediğini daha sık hatırlatsan daha kalın olur."

"Böylece daha mı sıkı rekabet edersin?"

Pietro beni yine yanıtsız bıraktı. Ben de ateşi dinledim. Bacaklarını göğsüne çekmiş, etraflarına da kollarını bağlayıp kenetlemişti. Yan döndüğü için perçemleri yüzünün bir kısmını kapatsa da, zorla toplayabildiği saçının topuz kısmı da her an ayrılıp, ensesindeki dışarıya doğru kıvrılan saçlarına karışacak gibi görünüyordu.

Bir süre geçen haftalarda, DuBauer'in gönderdiği görevde beni yalnız bırakması ve ölmemi tercih edebileceğini söylemesini düşündüm. Beni orada bırakmamıştı ve bıraksaydı ölümcül bir mücadeleyle karşı karşıya kalmayacaktım. Bu kısmı doğru olabilirdi. Ama dedikleri? Aklım bir türlü almıyordu. Burada benimle bu sohbeti edebilen, beni o gün orada bırakmayan, DuBauer'in azarlamasından kaçmam için gelip kendisine verilmemiş olmasına rağmen işimi alan biri nasıl... bunu dileyebilirdi?

Belki fazla duygusal düşünüyordum. Sadece yapılması gerekeni yapmıştı. Onun neyi düşündüğü ya da neyi arzuladığının bir önemi yoktu. Önemli olan, doğru olanı yapmaktı.

Belki.

"Gerçekten ölü olmamı istedin mi? Yoksa insanların sana karşı nazik olmalarına alışık olmadığından, duvarın incelmesinden korkup kendini çaresiz hissederken böyle bir şey mi uydurdun?"

Pietro elindeki gümüş yüzüğü dikkatle inceledi. "Psikanaliz ha? Hem de benim üstümde. Hiç etik değil, Barnes."

"Benim ölmemi gerçekten dileyecek kadar benden nefret etmiyor olman Eleanor'a karşı kendini suçlu hissetmeni gerektirmez."

Adını söylememle gözlerime baktı. Onu hazırlıksız yakalamışım gibi gözlerindeki şaşkınlığı yakaladım yarım saniyede. Belki daha bile azdı. Tüm bu karanlığın içinde de doğru olmayabilirdi. Ama ben öfke dışında bir şey görmüştüm işte.

"Üzgünüm," dedim o esip gürlemeden önce. "Bunu senin kızdıracağını düşünmemiştim. Sadece anlamaya çalışıyordum. Seni. Bir şeyleri mantık çerçevesine oturtmaya çalışırken subjektif yönüyle göremiyorum büyük resmi. O kadar pragmatik ilerliyorum ki ironik bir şekilde aptal oluyorum sanırım."

Onun tekrar kabuğuna çekilmesinden korkarken tekrar ve tekrar benim adımlar atmam gerektiğini hatırladım. Tahminlerim konusunda konuşurken emin olamasam da Pietro'nun sessizliğinden kesin bir sonuca varmak mümkün değildi. Hiç değilse öfkeli değildi. Yine dikkatini ateşe vermişti.

En azından itiraz etmemişti.

Belki onun için hayatta her şeyi kolayca elde eden, önündeki tabağa konan, şımarık bir araştırmacı olabilirdim. Ama hayatım boyunca hep duygusal açıdan mesafeli insanlarla büyümüştüm. Birinin ne düşündüğünü, ne hissettiğini, ne ile şekillendiğini deneme yanılma yöntemleri ile anlamaya çalışarak epey zaman geçirmiştim.

Anlayamadığım ve tahminde bulunamadığım tek kişi ise Pietro'ydu. Ne ifadesi, ne ses tonu, ne de hareketleri ona dair bir şey söylüyordu. Belki de bu kadar merakımı uyandırmasının bir diğer sebebi de buydu. En zor okunan kitap hep en akılda kalıcı olan olmaz mıydı zaten. İnsanın önünde Fantastik Bay Tilki ve Finneganın Vahı açık olunca hangisine elinin gideceği açıktı.

En azından benim için yani.

"Yaşadığım yer... Tolyatti romantize edildiği kadar ilginç bir yer değil. Hala Sovyetler döneminin etkisi var. Gri duvarlar, gri hava, gri insanlar... Pek alım gücü yüksek de değil. Oyun parkları hep terk edilmiş, ıslak ve pis olur. Çok ilgi çekici bir şey söylemek mümkün değil o yüzden."

Tamamen kendi hakkında olmasa da kendinin bir parçası olan bir yer hakkında şu ana kadar bana verdiği en uzun bilgi buydu.

"Ama orayı özlüyorsun."

"Yani. Sonuçta doğduğum ve büyüdüğüm yer." Cevabı elinden geldiğince kısa tuttuğu için bir anda kendimi rahatsız hissettim önce. Bu yüzden sustum ama yeni bir soru sormamı, tüm gece çalışıp ezberlediklerinin sorulmasını bekleyen küçük bir öğrenci gibi beklediğini görünce istemediği hiçbir soruyu cevaplamayacağını söylediğini hatırladım. Pietro gerçekten de sadece cevabı kısa olduğu için kısa cevap veriyordu, belki de yalnızca netti.

"Oraya geri dönmeyi düşünüyor musun?"

"Muhtemelen hayır. Kışları retinaların donup, kör olma korkusu yaşamadan karı seyredebilmek hoş oluyor burada. Üstelik 11 yaşımdan beri yılımın çoğunu burada geçiriyorum. İşim, evim, alışkanlıklarım buradalar."

"Zor olmuş olmalı."

"Ne?"

"Küçücük bir çocukken ailenden koparılıp buraya getirilmek. Büyücü olduğunu bile bilmiyordun muhtemelen. Üstelik İngilizce de bilmiyordun."

Olduğu yerde uzun süre gerindi. "Üstesinden gelemeyeceğim hiçbir şey yok, Barnes."

Continue Reading

You'll Also Like

92.3K 3.7K 31
Yabani evrenindeki çiftimiz Asi ve Alaz'ın hayatları farklı bir şekilde kesişeydi, mesela Asi, Soysalan Üniversitesi'ne bomba gibi düşseydi, nasıl ol...
54K 4K 29
jungkook kendisine takıntılı eski kız arkadaşından kurtulmanın tek yolunu eşcinsel olduğunu ileri sürmekte görüyordu ve bunun için taehyung'tan yardı...
164K 14.3K 26
Taehyung ve nefret ettiği yeni üvey kardeşi Jeon. texting + düz yazı
19K 1.1K 34
Jungkook; Dolabımın şifresini değiştirip üstüne bir de içini prezervatiflerle dolduran orospu çocuğu sendin değil mi? Jungkook hoşlandığı kıza çok ya...