RUBY'NİN GÜNLÜĞÜ 3: GÜNLÜĞÜN...

By korkuhikayeIeri

4.8K 509 378

Ruby Greene ve onun garip günlüğünün gizemi, 1970'lerin başına dek dayanıyor. Küçük kızın cansız bedeni bulun... More

Giriş
1. Angel
2. Lisa Montgomery
3. Janice Greene
4. Sırlar?
5. DNA
6. Ruby'nin Günlüğü
7. Komplo
8. Deli Olduğumu Düşünüyorsun
9. Kötü, Yalan Bir Masal
10. Cam Kavanozlar
11. Şeytan Çocuk
12. Kabuslar
14. Saklambaç
15. Konuşmalıyız
16. Manipülasyon
17. Hipnotize Etmek
18. Hak Yerini Buldu

13. Hayatın İçin Kaç

179 18 6
By korkuhikayeIeri

Merdivenin son basamağına ulaşır ulaşmaz yere atladım ve etrafıma bakındım. Çitlerin arkasında yarısı gecenin karanlığına gömülmüş ağaçlar vardı. Bana yakın çite doğru adımladım, üzerinden tırmanmadan önce elimi üzerine bastırmıştım. Arkamı dönerek binaya son kez bir bakış attım. Karnımda korkunç bir düğüm hissi oluşmuştu. Çiti tırmanıp diğer tarafa geçtim. El fenerimi açarak ormana yönelttim ve koşabildiğim kadar hızlı koşmaya başladım. Karanlıkta kaybolabileceğim ihtimali bile umurumda değildi. Bu bina ve az önce orada gördüklerim, her türlü ormandan daha korkutucuydu. Ve buradan gidebildiğim kadar uzağa gitmeliydim.

Saatler geçmişti, umudumu yitirmeme ramak kalmıştı ki ileride bir yol olduğunu gördüm. Rahatlayarak nefesimi verdim. Saatlerdir koştuğum için nefes nefese kalmıştım. Kesik nefeslerle yola koştum. Ve tabi ki gördüğüm araba benden epey ileri park edilmişti.

Sonra kalbimin bir anlığına atmayı kestiğini hissettim. Bu Tiffany'nin arabasıydı. Anahtarlar ondaydı.

"Cidden mi?" diye söylendim kendi kendime sinirle.

İşler buraya gelene kadar bariz şekilde ortada olan sinyalleri nasıl görememiştim, anlamıyordum. Arabayı kullanmayı Tiffany seçmişti ve ben şimdi ölümden kıl payı kurtulmuş olmama rağmen gidebileceğim hiçbir yer yoktu. Arabasının anahtarları bile bende değildi. Saat gece yarısına gelmiş olmalıydı, emin değildim. Lanet bir kabusun içine sıkışıp kalmıştım.

Sokağın diğer ucuna baktım. Tamamen karanlıkla kaplı uzun bir yol uzanıyordu önümde. Birilerini bulabilmek için saatlerce bu karanlıkta yürümem gerekecekti. Geçen her saniyeyle durumum daha kötüye gidiyordu sanki. Gerçekten de hiçliğin ortasında bir başımaydım.

Haydi Angel, düşün. Bir yolu olmalı.

İçten içe kendimi cesaretlendirirken elimdeki fenerle etrafımı incelemeye devam ediyordum. Keskin sessizlik tüylerimi ürpertiyordu.

Aklıma çeşitli çeşitli fikirler gelmeye başlamıştı. En azından bir telefon kulübesi bulana kadar yürüyebilirdim, telefon bulunca da polisi arayıp yardım isteyebilirdim. Ya da sabah olana kadar bekleyebilirdim, böylelikle bu yoldan hiç araba geçip geçmediğini görebilirdim ve onlardan yardım alabilirdim.

Fikirlerim bunlarla sınırlı kalmıştı çünkü düşündükçe kafam acımaya başlamıştı.

Sonra aklıma başka bir fikir geldi. Arabanın yanına gittim. İçimden bir ses Tiffany'nin yedek anahtarının da olduğunu söylemişti, ama nerede olabilirdi? Yedek anahtarı olmayabilirdi de bu arada, ama ben de beni buradan çıkarabilme ihtimali olan en ufak bir umut için bile çaresizdim.

Elimdeki feneri arabaya doğrulttum. Aşağı eğilip arabanın altını elimle yoklamaya başladım. Sadece plakayı görebiliyordum, feneri plakanın altına tuttum ve anahtar var mı diye baktım. Ancak o kadar şanssızdım ki hiçbir şey bulamamıştım. Umutsuzca arabanın arka lastiklerinin üst kısımlarına bakındım. Burada da bir şey yoktu. Ellerimi alnıma götürüp can sıkıntısıyla şakaklarımı ovuşturdum. Sinirden gözlerim dolmuştu.

Bakmadığım bir yer kalmıştı ve ben şansımı tekrar denemek istedim. Benzin deposunu bulup kapağı açtım. Yedek anahtarı görünce şok içinde onu içeriden aldım ve kapağı kapattım. Yedek anahtarı orada bulduğuma gerçekten çok şaşırmıştım, neredeyse gerçek olamayacak kadar iyi gidiyordu artık her şey. Dualarım kabul görmüş gibiydi.

Vakit kaybetmeden sürücü koltuğuna oturdum. Kamera ve ses kaydediciyi yanımdaki koltuğa bıraktım, kemerimi bağladım ve arabayı çalıştırdım. Arabanın yönünü değiştirdikten sonra hızla sürmeye başladım. Yolun her iki yanını da kaplayan karanlık ağaçlar, ortamı olduğundan daha korkunç gösteriyordu.

Birden karşımda bir beden belirdi, yolun ortasında yavaşça yürüyordu. Yanına iyice yaklaşana kadar arabayı durdurmadım. Gecenin bu vaktinde burada bir başına kim yürüyor olabilirdi ki? Benim dışımda?

Arabanın önünde duran kişiye yaklaşınca yavaşça fren yaptım. Yüzünü bana çevirmesiyle ağzımdan korkunç bir çığlık kaçtı. Gördüğüm yüz Tiffany'den başkasına ait değildi. Kızarmış gözleriyle dik dik bana bakıyordu ve yüzünde şırınganın oluşturduğu yaradan kanlar akıyordu.

Hızla geriledim. Ben arabanın yönünü değiştirirken Tiffany ağır adımlarla bana yaklaşıyordu. Etrafından dolaşmayı başardım ve gaza bastım, oradan elimden geldiğince hızla uzaklaşmaya başladım.

Dikiz aynasından baktığımda arkamda benden belli bir mesafede dikilen 3 kişi görüyordum. Tiffany'nin yanı sıra laboratuvar önlüklü iki adam daha vardı. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Bu korkutucu kabusun içinden bir an önce çıkmadığım her an bayılmaya hazır hissediyordum.

Bitmek bilmeyen yol boyunca sürdüm. Benzinim de neyse ki bitmemişti. Güneş ışıkları ön cama vurmaya başlayana kadar hiç durmadım. Kaç saattir sürücü koltuğundaydım?

Yorgun falan da değildim. Yani belki de öyleydim ama o kadar tetikte ve endişe içindeydim ki yorgunluğumu fark bile edemiyordum.

Bir şehre varmıştım. Gün yeni başladığı için yoğun olmayan bir trafik vardı. O üç... kişiyi gördüğümden beri arkama bakmıyordum. Bakmaya korkuyordum. Bana öyle hızlı yetişmişlerdi ki gerçekliğin artık nasıl bir şey olduğunu hatırlamıyordum. Artık ne gerçek ne değil bilmiyordum.

Bir restoranın boş otoparkına aracı park ettim. Başımı direksiyona yasladım. Acilen bir telefon bulmalıydım, James'i ve polisleri aramam gerekiyordu. Bana inanıp inanmayacaklarından da emin değildim; şahit olduğum o korkunç şeylere ve bana az kalsın neler yapacaklarına...

Yaşadıklarımın tekrar gözümün önüne gelmesini istemiyordum, çünkü buna tekrar katlanabileceğimi düşünmüyordum.

Başımı eğip bacağımdaki yaraya baktım. Enfeksiyon kapmıştı galiba. Nazikçe yaraya dokunmamla ağzımdan acı dolu bir ses kaçtı. Birden irileşen gözlerimi yan koltuktaki kameraya çevirdim.

Somut kanıtlarım vardı. Gördüğüm her şey kamerayla kaydedilmişti. Bana inanmak zorundaydılar.

Kendimi huzursuz hissetmemin üzerine otoparktan çıktım ve gözüme bir telefon kulübesi takılana kadar sürdüm. Arabayı kenara park edip dışarı çıktım ve kulübeye ulaştım. Doğruca James'in numarasını tuşladım. Birkaç kez çaldı. Saatin bayağı erken olduğunu hatırlayınca açmayacağını düşündüm. Zil sesinin onu uyandırmaya yetecek kadar yüksek sesli olması için dualar etmeye başladım.

Ahizeyi bırakmak üzereyken James aramama cevap verdi. "Alo? Kiminle görüşüyorum?" Yorgun, biraz da sinirli bir sesle konuşmuştu ve ben, sesini duyduğum için daha önce hiç bu kadar rahatlamamıştım.

"James... benim, Angel. Sesini duyduğum için o kadar mutluyum ki..." Gözlerimin dolmasına engel olamadım.

"Angel...? Ne- Neden beni sabahın köründe arıyorsun? Her şey yolunda mı?"

Ağlamaya başladım. "James... dün gece oraya gittim."

"Nereye?"

"Sana söylediğim yere. Tiffany'nin... Ruby'nin ve annesinin tutulduğu yere. Tiffany beni tuzağa düşürdü. Az daha ölüyordum." dedim hıçkırıklarımın arasından.

"Kahretsin, neler oldu Angel?!" James'in sesi, duyduklarından sonra daha endişeli bir tona bürünmüştü.

Ona yaşadıklarımı bütün detaylarıyla anlattım. Tiffany'nin bana nasıl ihanet ettiğini, bana az daha enjekte edecekleri o korkutucu maddeyi, her şeyi. Ben konuşurken James hiçbir şey söyleyememişti.

"Sanırım evime bir buçuk saatlik bir mesafedeyim. Polise gidip onlara her şeyi göstermem gerek. Bu davanın kapatılmasının bir sebebi olduğunu biliyordum. Bu kasıtlı olarak yapılmış bir düzmece. Ama buna bir son vereceğim. O dosya bugün yeniden açılacak." dedim. "Seni seviyorum, James."

...

Eve varmama az kalmıştı. Tiffany'nin evinin önüne park edip Tiffany'nin arabasından indim. Kendi aracımı burada bırakmıştım.

Sadece evine bakmak bile midemi bulandırdı. Evin önünde park edilmiş arabama kaydırdım bakışlarımı. Eğer kaçamamış olsaydım aracım belki de sonsuza dek burada kalacaktı.

Bütün kanıtlarım şimdi polisin elindeydi. Notlarım, dosyam, kamera kayıtları... İki polis memuruyla birlikte bir odada oturuyorduk. İkisi de onlara sunduğum kanıtları inceliyordu.

"Sen... bütün bunları sen tek başına mı buldun?" diye sordu polis memurlarından biri. Elinde not defterim vardı.

"Evet." Hafifçe başımı salladım. "Ben bir dedektiftim. Yale Moonlight Soruşturmaları için çalışıyordum. Bu dosya üzerinde çalıştığım için kovuldum."

Diğer polis memuru, duyduklarından sonra bir kaşını kaldırdı. "Ne? Seni neden bunun için kovsunlar ki? Bunlar... bütün bunlar çok fazla, Bayan Grove. Bu karmaşadan canlı çıkabildiğiniz için siz bir kahramansınız. Bir de video kanıtlarıyla birlikte." diyerek beni övdü.

"Patronum bu dosyayı masama bıraktı ve ben de üzerinde çalışmaya başladım. Sonra patronum, dosyanın kapatıldığını söyledi ama ben biliyordum, bu dosyayla ilgili her parça tam olarak oturmuş değildi. Bu yüzden günlük işlerimin yanında bu dosyayla da ilgilenmeye devam ettim, ve nihayet patronum bunu öğrendi." diye durumu açıkladım. "Her şeyi öğrendi ve beni kovdu."

"Hanımefendi, bilmenizi isterim. Patronun her kimse çok talihsiz adammış. Çünkü siz, uzun bir süredir kafaları karıştıran devasa bir dosyayı çözdünüz." dedi karşımda oturan polislerden biri.

"Çektiğiniz videoların hepsini izleyeceğiz ve derinlemesine inceleyeceğiz. Ve çok yakında sen haberlere çıkacaksın, genç bayan. Adını bilmeyen kalmayacak. Dedektif Grove." dedi polislerden biri, elindeki kamerayı bir tür projeksiyon makinesine bağlarken.

Yansıyan ekranda Tiffany ve ben vardım. Sık ağaçların arasında yürüyorduk. Çitlerle çevrelenmiş binaya gelince duraksadık.

"Çiti tırmanmamız lazım. İçeri sadece bu şekilde girebiliriz." diye fısıldadı kameradan bana.

Kameranın kadrajı çitlere dönüktü, binanın dış cephesini tamamen gözler önüne seriyordu. Sonra Tiffany kamerayı bana çevirdi. Çitlerden yavaşça tırmanıp diğer tarafa geçerken kamerayı dikkatli bir şekilde kollarında tutuyordu. İniş yaptıktan sonra Tiffany binanın yan kısmını çekmeye başladı. Kolu olmayan bir kapı da görüş alanındaydı.

"Mutlaka bir yolu olmalı. Ben bir pencereden tırmanarak kaçmıştım ama görünüşe göre bütün pencereleri kapatmışlar." dedi Tiffany kısık bir sesle.

"Arka tarafa bakalım, haydi." Bu fısıltı bana aitti.

Tiffany her şeyi kayıt altına almıştı. Binanın her köşesini kamera kayıtlarında görebiliyorduk.

"Her şeyi kaydederek sana kanıtları kendi elleriyle verdiği için çok zeki biri sayılmaz. Sana ihanet etti, ama uzun vadeli baktığımızda aslında sana yardımcı olmuş." dedi sessizce gülen polis memuru.

"Oradan çıkabileceğimi düşünmüyordu çünkü. Sanırım her şeyi kaydetmesi beni kendine inandırmak ve güvenimi sağlamak için oynadığı bir oyundu. Bu hareketi zekiceydi." dedim.

"Baksana. Gel şuradan girmeyi deneyelim." Ben binanın yanındaki merdivene yürümeye başlayınca Tiffany kamerayı bana çevirmişti.

Kamera şimdi binanın çatısını ve binayı çevreleyen uçsuz bucaksız ağaç topluluğunu gösteriyordu.

"Şurada bir kapı mandalı var... içeri girmek için." dedi Tiffany ve kamerayı bana uzattı. Şimdi kamerada binanın içine uzanan merdivenden inen Tiffany görünüyordu.

Kamera kaydında her şey vardı. Belgeler, etrafa yayılmış kâğıtlar, cam kavanozlar, rafta gördüğümüz o kitap... Sadece görmekle bile o karanlık anları yeniden yaşar gibi olmuştum, istemsizce ürperdim. Kayıt şırıngaların göründüğü kısma gelince gözlerimi ekrandan uzaklaştırdım.

"Bir dakika... size orada yaptıklarının da mı videosunu çektiniz?" diyen polisin sesi beni ürküttü, çünkü hâlâ ekrana bakmıyordum.

Ekrana gözlerimi çevirdiğimde beni en çok korkutan anla karşılaştım. Ben deri kayışlarla yatağa bağlı hâlde yatırılmışken Tiffany beni kayda alıyordu. Beyaz önlüklü, korkunç adam da elinde iğneyle bana yaklaşıyordu.

"Evet. Bunlar olurken Tiffany'nin kamerayı bize tuttuğunu hatırlıyorum. Tanrım." Gözlerim kocaman açılmıştı. Yaşananlara hâlâ inanamıyordum.

Ve kayıt sona erdi. "Pekâlâ, Bayan Grove. Bu video kaydı öğleden sonra yayınlanacak. Yakında resmi bir röportaj için sizinle iletişime geçeceğiz." Polis memurlarının ikisi de benimle el sıkıştı ve omuzlarımdan dev bir yük kalkmış hissiyle polis merkezinden çıktım.

Yaşadığım yere varana kadar caddede arabamla ilerledim. Sessiz sakin bir ara yol fark edince oraya saptım. Gözlerimi açık tutmak o kadar zordu ki. Başım dönüyordu. Sonra, yolun kenarında bir şey dikkatimi çekti. Mavi elbiseli, kahverengi saçlı, soluk tenli bir kadın gördüm. Arabamla yanından geçerken bir saniyeliğine yüzünü görme fırsatı buldum ve korkuyla titredim. Sadece bir saniyemi almıştı ama o kadının gözlerinin kıpkırmızı olduğuna yemin edebilirdim.

Hayal görüyorum. Bunlar gerçek olamaz. Bu şeytani varlıklardan daha fazlası öylece etrafta dolanıyor olamaz. Sadece feci şekilde bitkinim ve biraz uyumaya ihtiyacım var. Ve korkunç bir gece geçirdim, o kadar.

Günün ilerleyen saatlerinde sonunda varmıştım. Rahatlıkla nefesimi verdim. Evimi gördüğüme hiç bu kadar mutlu olmamıştım. Arabadan indim. Uzun bir süredir posta kutumu kontrol etmediğimi fark ettim ve posta kutuma doğru ilerledim. Biriken zarfların tamamını alıp kutunun kapağını kapattım. Ön kapıya doğru adım atarken arkamı döndüm ve çevremi kontrol ettim.

Dün geceden sonra, kesinlikle güvende hissetmiyorum.

Continue Reading

You'll Also Like

593K 7.6K 17
Onunla bir antlaşma yapmıştık. Artık bedenim ve ruhum ona aitti. Ama o, antlaşmaya sadık kalmamıştı...
630K 46K 32
Linus serisinin ikinci kitabı Bir imparatorun sizden yardım istediğini düşünün. Ona yardım edebilir misiniz? İstediği kişiyi bulabilir misiniz?
256K 7.9K 44
Alaz birkaç adımda tam önümde durdu ve konuştu "ayağa kalk" dedi ayağa zorda olsa kalktım tekrar konuştu "SOYUN" diye sert bir sesle söyledi hayır h...
Gizemli Okul By _

Science Fiction

48.8K 2.2K 12
Normal bi hayatımız vardı, her insan gibi. Tâki o okula adım attığımız güne kadar...