The Dark House

By Jimincimcimmy

386 220 71

Gözlerini kapatıp başını yastığa koyduğu anda başka bir dünyada uyanan Kim Soo Ah. Gizemli bir mafya babasını... More

2.BÖLÜM "Değişim"
3.BÖLÜM "Gölge"
4.BÖLÜM "Ukala"
5.BÖLÜM "Unutmak"

1.BÖLÜM "Terslik"

141 64 28
By Jimincimcimmy

17 yaşında muhteşem merhametli -sadece ironi - annesi tarafından Güney Kore tatili sırasında peydahlanarak bir deniz kenarında terk edilen Kim Soo Ah' tan başkası değilim. Cılız, uzun, saçlı, beyaz tenli ve babası Koreli olupta babasını hiç tanımayan biriydim işte. Kimse sevmezdi beni. Niye sevsinler ki hatta? Daha bir günlük değilken bile terk edilmiştim. Annem ve babam bile sevmemişti beni. Bu koca evrende beni seven tek şey terkedildiğim şu deniz kenarıydı galiba. Beni sorgulamadan, karşılıksız bir şekilde usul usul dinliyordu sanki her gelişimde. Yalnızdım ama yalnız olmadığımı hissettiriyordu bana sakin ve gizli bir ruha sahipmiş gibi. Ama bildiğiniz üzere her güzelliğin bir sonu vardır bu güzelliğin sonu da saate baktığım gibi bitti. Saat 16.30 ve benim yarım saat içinde yetimhaneye yetişmiş olmam gerekiyordu. Yoksa çek o budala yaşlı bunak müdürün kahrını. Çantamı aldığım gibi yetimhaneye doğru koşmaya başladım. Saatime bakmaktan kendimi alıkoyamıyordum. Zamanım azalıyordu ve ben hala koşuyordum.

Koşarken daha önce hiç farketmediğim bir şey görmüştüm yetimhane yakınlarında kuytu köşede ormanlık araziye yakın bir kulübe vardı ama yemin edebilirim ki bu kulübeyi daha önce hiç görmedim. Kulübenin içinden sarımtırak bir ışık sızıyordu bu nedenle kimsesiz olmadığını burada insanların yaşadığını anlayarak koşmaya devam ettim.

Ah sonunda yetimhane önündeydim. Benim muhteşem yıkık dökük, rutubetli, boyası kalkık evimdi bu (!). Kapının önünde müthiş kel müdürümüz beni bekliyormuşçasına duruyor gibiydi.

"Yine az farkla yetimhaneden atılmaktan kurtuldun Soo Ah."

Bu sözleriyle ne demek istiyordu. Beni zaten sevmiyordu biliyorum hatta hiç bir melezi sevmiyordu -pislik ırkçı- ama sanki beni göndermek için tek bir açığımı arıyor gibiydi. Belki de öyleydi.

Yüzüne bile bakmadan sert adımlarla içeriye doğru ilerledim ve beni bir sorunun beklediğini sezmiştim ki odadan içeri girmemle kafama ayakkabı fırlatılması bir oldu. Yine odayı paylaştığım iki arkadaşım -arkadaş demek bile istemiyorum- benim dolabımdaki her şeyi alt üst etmiş bana bakıp sırıtıyorlardı.

Ah tanrım neden kaçmıyorumdum bu kahrolası yerden diye sormadan edemiyordum. Sabretmek zorundayım sadece küçük çok küçük bir 365 gün 6 saatçik kalmıştı. Istesemde nereye gidebilirim ki deniz kenarından başka. Her neyse gelelim şu oda meselesine. Yatağımın altından çıkardığım sopayla onlara doğru yöneldim. İkisinin de gözleri fal taşı gibi açılmış onlara tepki vermeden susacağımı ummuş gözlerle bana bakıyorlardı. Elimdeki sopayı büyük bir ustalıkla sallarken

"Siz iki beyinden yoksun varlıklar çabuk bu dağınıklığı düzeltin yoksa ben sizin o kullanamadığınız beyninizi dağıtacam"

Dediğimi algılamamış gibi davranan -gerçi onuda anlayabiliyorum her insan beynini kullanamıyor- Min Ji arkadaşına bakıp ben yokmuşum gibi elini kolunu sallayıp

"bu pis melez bizi mi tehtit ediyor"

diyip sinsice bir gülüş ve bakış attıktan sonra elimdeki sopayı çevirip Min Ji'nin kafasını duvar ve sopa arasına sıkıştırmam bir oldu.

"Şovun bitti mi?"

Diye sorduktan sonra korku dolu gözlerle,

"be-beni tehtit mi ediyorsun zorba melez?!"

aslında haklıydı biraz zorbaydım.

"Hıh tehtit mi?
Sen beni anlamadım galiba tehtit etmiyorum canım emir veriyorum ve sende yapacaksın!"

Dedikten sonra sopayı biraz bastırıp korkuttuktan sonra kiminle dans ettigini anladı ve iki beyinsiz eşyaları toplamaya başladı bana da bu manzarayı izlemek düstü.

Çok sıkıcı bir günün de sonuna gelmiştim ama hala aklımda o kulübe vardı saatlerce tavana bakıp o kulübeyi düşündüğümü hatırlıyorum ve sonra çok yüksek ihtimalle bir türlü uyandığımda hatırlayamadığım rüyalara dalmışım.

...

Ah o tatlı uykunun ardından zebani gibi başımdan ayrılmayan alarm sesi -Rrrrrrrr Rrrrrrrrr- uyanmak istemiyorum lütfen 5 dk daha susmuyordu ne yaparsam yapayım uyanmak zorundayım. Çeketimi çantamı alıp kahvaltı yaptıktan sonra çok sevdiğim(!) okuluma doğru yola çıktım. Bu yol neden bitmek bilmiyordu tek düşündüğum buydu yol boyunca ama tüm yolu tekrar düşündükten sonra dün gördüğüm o kulübenin orda olmadığını hatırladım. Yüzümdeki soğuk ifade ve düşüncelerim...tanrım deliriyor muydum acaba? Cidden anlam veremiyordum "y-yok o e-ev ne-nerde?" Diye kekelerken buldum kendimi. Ve arkamdan bir fısıltının 'gel az kaldı çok az kaldı.' Deyişini duydum ve müthiş bir hareketle arkama döndüm ama kimsecikler yoktu. Tam uyanmadığımı düşünüp kendimi tokatlamaya başladım. Bunun üzerine kendimi toparlayarak okula vardım ve muhteşem sınıfıma giriş yapmış bulunuyorum.

Herkes niye ilk defa beni görmüş gibi bakıyordu bilmiyorum ama bu bakışlar normal değildi. Sırama oturdum ve her günkü rutinimi uygulamak üzere sıraya kafamı gömüp uyumaya çalışıyordum da arkamdaki kızların konuşmalarına takıldı kulağım

"Böyle bir olayın içinde olsam annemin babamın yüzüne bakamazdım."

(Sırıtma sesi ve küçük bir kahkaha)

"Onun ailesi yok ki ben olsam ben de kimseden korkmam."

Anlam veremedim. Kimden bahsediyorlardı? %99 benden, %1'lik ihtimalle sınıftaki ya da okuldaki diğer öğrencilerden biriydi dedikodusunu yaptıkları kişi. Onları düşünmeden uyumaya koyuluyordum ki...

kapı sesiyle yerimden fırladım ve elinde Thor adlı cetveliyle içeri giren matematik hocası belirdi karşımda. Bu Thor ne zaman bu sınıfa girse kesinlikle biri ağlayarak çıkardı. Acaba yine kim ne yapmış diye düşünecektim ki babane diyip uyumaya devam etmek üzere kafamı götürdüğümde hocanın bana baktığını farkettim. Bu g*t herif neden bana bakıyordu şimdi. O sabahki ögrencilerin ve matematikçinin bakışlarının nedenini okul müdürümüzün odasında öğrendim. -buraya ne zaman geldiğimi , nasıl geldiğimi bile unutmuştum heyecandan-

"Neden öğretmenler odasındaki notları çaldın Soo Ah?"

Sessiz bir ses tonuyla sorulan bu cümleden sonraki anlamsız yüz ifademin ardından daha cevap vermeden kamera görüntülerini gösterdi müdürümüz.

H-hh... ne? ama bu bendim ve yüzüm de çok netti bu bendim! İnkar etmek istiyordum ama yüzüm, kıyafetim hatta boynumdaki yılan dövmesi bile aynıydı. Sadece düşünüyordum delirmek için bile düşünecek zamanım yokken birden bire okuldan atıldığımı bunun üzerine imza atmam gerektiğini duydum. Mecbur imza attım inkar edemiyorum çünkü kameradaki kişi benden başkası değildi! Bugün okula gelirken duyduğum fısıltı tekrar konuşuyordu.

'Imzala. Gel.. az kaldı. Uyan..' tanrım bu duyduğum fısıltı ne olur sadece bir rüya olsun diye geçirirken içimden
Müdürün odasından çıktım ve tüm okul kovulmamı kutluyormuşçasına sevinirken göz devirip okulu terk edip başlangıcım belkide sonum olacak mekanıma gittim. Tek evim deniz ve onun karşısında bulunan koca meşe ve bir tanecik bankım. Oturdum ve meşe ağacına baktım yüksekti kendimi assam mükemmel olurdu da ip yoktu yanımda. O an ağzımdan "hass*" demeden tutamadım kendimi. Orda ne kadar oturursam oturayım zamanın nasıl geçtiğine anlam veremiyorken birden havanın karardığını, esen rüzgarın kollarıma ve boynuma dokunuşunu hissettim. Yağmur çok fena bir şekilde bastırmaya başlamıştı ve saatime baktım. Bakmam ve tarifsiz bir yüz ifadesine sahip olmam aynı anda gerçekleşti çünkü saat tam 17.00 di. Yurt müdürü bu sefer kesin beni kovacaktı zaten okuldan atıldığımı duysa büyük bir azar yiyecektim.

Çeketimi kendimi yağmurdan korumak için başıma tuttum ve yetimhaneye koşmaya başladım. Ayaklarım titriyordu soğuktan sonbahar mevsimiydi -en sevdiğim mevsim - ama kış erken gelmiş gibi soğuktu hava Seul de.

Az kalmıştı hemen 100 adım sonra yetimhanedeydim ama dün gördüğüm ve bu sabah göremediğim kulübe tam karşımda yetimhanenin önünde ki boş arazide duruyordu. Karanlık bir bedenin içeri girdiğini gördüm ama insan olduğuna garanti veremem sadece bir silüetten ibaret karanlık bir şeydi. Hem soğuktan hem korkudan sadece kulübeyi izliyordum bir kaç dakika öylece kala kaldım. Bu evrenin bir oyunu muydu? Önce kulübe sonra hırsızlık olayı sonra tekrar bu kulübe ve bu karanlık süliet...ne olduğunu cidden anlayamıyordum. Dakikalar sonra kendimi yetimhaneye atmıştım ki tüm yetimhane müdürün karşısında toplanmıştı ve tüm gözler üzerime dikilmişti.

"Gell Buraya Soo Ah!"

Tek duyduğum yüksek ses tonundaki bu iki kelime ve adımdı. Korkar adımlarla korktuğumu da belli etmemeye çalışarak ilerledim. Müdürle aynı izada durup gözlerine baktım ve omuz silktim.

"Yetimhane hırsızı, okuldan sonra burayı da mı soymaya karar verdin pis melez!?"

B-bu sözleri bu g*t herif bana mı diyordu? Ama ben bu adamı varya... kendine gel Soo Ah tamam sakin ol, sakin ol işte bu şekilde kendimi avutuyordum ki Min Ji kolunu gösterip

"Bu vahşi beni dün darp etti canımı zor kurtardım."

Arkadaşı -beyinsiz f*hişeler- kafasını onaylarcasına salladı. Darp? Keşke etseymişim. Müdürün bakışları bana çevrildi.

" O f*hişe Annen ve babanın sevgisinden yoksun kalmışsın ama bu yüzden burdaki kimseye o nefreti kusamazsın!"

Dediği an dayanamayıp

"Kes sesini g*t herif"

demekten alıkoyamadım kendimi ve hayatımda yediğim ilk tokatın acısını hissetmem saniyeleri almadı. Ilk tokat... herkesin içinde... gururum yerle bir olmuştu. Bu yaşlı bunağı, kafasında sayılırca saç teli kalmış, yüzü çökmüş, ve boyu benden kısa bu bunağı haşlamayı bilirdim de göz yaşlarımı tutamayım sessizce akıttım istemsizce. Etrafıma baktım. Ve bir sessizlik senfonisi çökmüştü etrafa. Burda tek bir saniye bile duramazdım.

Koşarak uzaklaştım ama lanet olsun ki yağmur o kadar canice yağıyorduki sadece sokakta koşmaya başladım. Ağlıyordum sanki bu yağan yağmur benim kalbimden akan göz yaşlarını temsil ediyordu. Kendime engel olamayarak sokağın ortasında Çöküp anneme ve babama olan nefretimi bağırarak kusmaya başladım. Tanrıya bana yardım etmesi için yalvardım ama o bile beni unutmuş gibi hissediyordum. Sokağın ortasında gece çökene kadar dakikalarca cani yağmurun altında uzandım ve ağladım. Hava kararıyordu barınacak bir yer bulmak zorundaydım.

Gözlerimle bu yağmurda korunacak bir yer arıyordum ki yine o karanlık kulübeyi gördüm ve yine sarımtırak bir ışık vardı içerden dışarı sızan. Hemen oraya yöneldim kapının önünde durdum önce göz yaşlarımı sildim sonra kapıyı 3 kez çaldım. Kimse açmadı oysaki sabah bir sülietin buraya girdiğini görmüştüm de saniyeler sonra kapı kendiliğinden açıldı içeri baktım sadece salondan oluşan bir oda vardı karşımda. Içeri girdim hemen daha fazla üşümemek için kapıyı sıkıca kapattım. Etrafı izlemeye başladım tuhaf sesler duyuyordum. Sabah duyduğum fısıltılara benzer seslerdi bunlar. Gördüğüm şeyler bulanıklaşıyordu arada. Salonda pek bir şey yoktu 3 şey dışında: bembeyaz uzun bir elbise,mum ve odanın tam ortasında tek kişilik beyaz çarşafla sarılmış bir yatak...

Arkamdan Soo Ah diye birinin seslendiğini duyar gibi olup irkildim. Üşüyordum kıyafetlerim ıslaktı bu nedenle yatağın üzerinde ki kıyafeti giydim daha doğrusu sesler beni yönlendiriyordu sanki 'giy' diye. Bu kıyafet tam da bana yapılmış gibiydi. Yorgunluk üzerime çökmüştü ama hala ağlıyordum yatağa oturdum belimin üzerinden bir elin geçtiğini hissettim buna yemin edebilirim "uyan artık " gibi bi kadın sesi de duymuştum. Uyumamıştım ki uyanayım! Korkudan titremeye başlamıştım bile. Bu gecenin bitmesi için dua etmeye başladım ve her insanın yaptığı gibi üzerime yorganı çekip uzandım gözümü kapattığım anda...

Continue Reading

You'll Also Like

Atlas By m

Romance

48.3K 4K 19
Bir mantık evliliği hikayesi.
1.9M 85.7K 68
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...
1.3M 78.1K 48
Hale, sosyal medyada yazdığı bir yorumun hayatını bu denli değiştireceğini nereden bilebilirdi ki.
180K 9.9K 23
❝ Konserdeki Sevgilim: Mine, üç ay. Konserdeki Sevgilim: Sadece üç ay çıkıyormuş gibi davranacağız. Konserdeki Sevgilim: O kadar. Siz: Üç ayın sonun...