new romantics' yoonmin+taekook

By adorekimh

487K 52.9K 13.7K

aile gruplarına ev arkadaşlarını dahil etmek zorunda kalan jungkook ve jimin, aşkı da beraberinde getirecekle... More

we need love but all we want is danger
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25; Part 1.
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
the end

25; Part 2.

9.9K 946 81
By adorekimh

Min Yoongi;

Hiçbir zaman kendim için çok fazla şey isteyen biri olmamıştım.

Hayatıma bir şekilde devam ediyordum Jungkook oda arkadaşım olana kadar. Pek arkadaşı olmayan, insanlar iletişim kurmaktan uzak bir insandım ama bu küçük çocuk hayatıma girmiş ve beni olduğum kişiden farklı biri haline getirmişti. Sorumluluk almaktan nefret eder yanımın aksine Jungkook'un tüm sorumluluğunu almam gerekiyor hissi bırakıyordu üzerimde. Ona kahvaltı hazırlamak, yemek yediğinden emin olmak, gece uyumadan önce sütünü ısıtmak derken kendimi hazır olmadığım bir dünyanın içinde bulmuştum ama şikayetçi değildim. Birileri ile iletişim kurmanın o kadar da kötü olmadığını göstermişti bana. Bam'i de getirmiş ve tamamen sorumluluk duygusu ile dolmama sebep olmuştu.

Jungkook'un hayatıma getirdikleri bununla sınırla değildi, Jimin'i getirmişti bana. Gülümsediğinde kısılan gözleri, tombul yanakları, her an kahkaha atmaya hazır hali ile hayatıma dalmış, beni olduğumdan daha iyi biri haline getirmişti. Tanrı'm, ona nasıl kapıldığım tam bir muamma olmasına rağmen hayatımı onun için verecek kadar çok sever duruma gelmiştim. Gözlerine bakabilmek için yaşamam için bir sebep haline gelmişti. Birini bu kadar çok seviyor olmak korkutucuydu, bakıldığında her şey normal görünüyordu ama duygular çok fazlaydı.

Pansiyonun küçük lobisinde oturmuş, dekorasyon dergilerinden birini karıştırırken onu bekliyordum. Jimin ile sevgili olmamız ani itiraflar, görüntülü konuşmanın ışığında olsa da onu randevuya çıkarmak istiyordum. İlişkimiz zor olacaktı, mesafeler araya girecek ve çok özleyecektik birbirimizi. Nasıl devam edeceğimizi ve bu özleme rağmen ilişkimizi ayakta tutacağımızı bilemiyordum ama düşünmek de istemiyordum. Jimin yanımdaydı ve birazdan onun çıkacağım güzel randevuyu düşünmek istiyordum.

Asansör kapısı aralanarak Jimin üzerine giydiği beyaz gömleği ve siyah pantolonu, omzuna astığı uzun çantasının üzerine koyduğu deri ceketi ile çıktı. Ayağa kalkarak ona ilerkerken kocaman gülümsedi, kolları boynuma dolanırken ben de ellerimi onun ince beline sardım. "Gidelim mi?" diye sordum geri çekilerek, Jimin'in çiçek kokulu parfümü çok hoşuma gitmişti. Jimin hemen yanımda yürürken istasyondan çıkarken yaptığım gibi onun elini tutmak istiyordum ama bunu yapmaz çok zordu, dirseklerimiz birbirine değer hâlde çıktık pansiyondan. Sokaklar Seoul ya da Daegu'nun aksine sakindi, geneli orta yaşlı insanlar ve okula giden çocuklardan oluşmaktaydı. Seoul'ün içindeki o genç kesimin telaşlı ve eğlenceli halleri yoktu. "Hyung..." Jimin konuştuğunda ona baktım, gözlerini üzerime dikerek yolun ortasında durmuştu ve ben de durmak zorunda kaldım. Bakışlarımız buluştuğunda onun gülümsemekte olduğunu gördüm.

"Elimi neden tutmuyorsun?"

Elini bana uzatarak yüzüme bakarken ona doğru ilerledim ve parmaklarımızı birbirine geçirdim, gülerek benimle yürürken şimdi omuzlarımız birbirine değiyordu. Minik parmakları elimin içinde kayboluyor, bedenini bana yaslarken onu kucağımda saklamak istememe sebep oluyordu. "Nereye gidiyoruz?" diye sordu Jimin, güzel bir randevu yapacağımızı söylediğimde gözlerinin içi parıldadı. Ana caddeye ulaşarak taksi için beklerken başını omzuma yasladı, "Bütün gece uyumadın, yorgun musun?" diye sordum, minik mırıltılar ile beni onaylarken kediye benziyordu. Dün pansiyona giriş yaptıktan sonra birkaç saat uyumuş, akşam yemeğini pansiyonun küçük restoranında yemiş ve gezmeye çıkmıştık. İlsan küçük bir yerdi, uzun bir ana caddesi dışında küçük mahallelerden oluşuyordu. Jimin ilk başlarda tanıdık biri görmenin telaşında olsa da zamanla rahatlamış, Jungkook ile şakalaşmış, birbirimizin fotoğraflarını çekmiştik. Jungkook o kadar fotoğraf içinde sosyal medyada sadece Taehyung ile olan fotoğrafını atınca on dakika boyunca sevgilimin söylenmesini dinlemek zorunda kalmıştı.

Pansiyona döndüğümüzde Taehyung ve Jimin'in kaldığı odada sabaha kadar konuşmuş, saçma çocuk oyunları oynamış, uyumak hiçbirimizin aklına dahi gelmemişti. Hayatımda geçirdiğim en güzel gecelerden biriydi, Jimin'in kucağıma uzanarak Jungkook ile çocukluk anılarından bahsetmesinden çok hoşlanmıştım. Kollarım onun beline dolanmış, saçlarından yayılan şampuan kokusu beni mest etmiş, parmakları arada karnıbda olan parmaklarıma dokunmuş ve sevmişti. Jimin'e ait her detayı çok sevdiğimi bir kez daha fark etmiştim.

Boş taksilerden birini çevirerek içine girerken Jimin esnedi, minik eli dudaklarının üzerine kapandı. Uykusuz olduğunu görebiliyordum. Üç saat bile sürmeyen uykularımızdan uyanarak su parkına gitmiş, Jungkook'un listesine uyarak sayısız alışveriş merkezi tarzında mekanlar gezmiş, pansiyona dönmüştük. Jimin de ben de yorgunduk. "Beni uykumdan alıkoyabilecek tek kişi sensin, hyung." dedi Jimin ve yeniden esnedi, onu kollarımın arasına saklarken başını göğsüme yasladı. "Ben de senin için aynı cümleyi kurmak isterdim sevgilim ama Jungkook zorla da olsa beni uykularımdan alıkoyduğu için doğru olmaz." Jimin söylediğime kıkırdarken taksi sakin caddede ilerliyordu, İlsan küçük olduğu ve rezervasyonumuza bir saat olduğu için şikayetçi değildim. "Ben hâlâ senin sevgilim olduğuna inanamıyorum." diye mırıldandı Jimin, sesi o kadar tatlı geliyordu ki kulağa, pansiyona dönmek ve onunla yatakta uzanarak uykulu sesinden bir şeyler dinlemek istiyordum. "İnanaması gereken benim, Jimin. Sen mükemmelsin ve ben sana layık biri miyim, onu bile bilmiyorum." Dili dudaklarında gezinerek başını yukarı doğru kaldırdı, dudaklarımı alnına değdirdim, saçlarını parmaklarımın arasına alarak severken bana gülümsedi.

Taksi gölün yakınındaki restoranın önünde durduğunda parayı ödedim, beraber inerek Jimin yeniden elimi tuttu. Restoranın ikinci katındaki masamıza ilerlemeden önce ceketlerimizi vestiyerde bıraktık. Üst kat sakindi, ahşap masa ve sandalyeler sıcak bir havanın aksine lüks bir hava veriyordu. Hafif tutulan ışıklandırmalar göl manzarasını gözler önüne seriyordu. Cam kenarındaki masamıza yönlendiren kız yanımızdan ayrılmadan önce menüleri önümüze bıraktı. Jimin dil balığından yapılmış bir Fransız yemeği olan Sole Meuniére söylerken, onun listede olması bile oldukça şaşırmasına sebep olmuştu, ben de teriyaki soslu somon balığı söylemiştim. Balığın yanına uyduğunu düşünerek bizim için bir şişe beyaz şarap açmalarını istedim. Jimin ellerini masanın üzerine koyarak bana bakmaya devam ederken bakışlarımı daha fazla dayanamayarak masaya indirdim, gözlerindeki girdabın içinde kaybolup gidiyordum.

"Annem seni seviyor."

Jimin'in aniden konuyu annesinden açması bakışlarımı yeniden onun gözlerine çıkarmama sebep oldu. "Seni sevmiş. İyi ve terbiyeli biri olduğunu düşünüyor. Her zaman babam gibi biriyle birlikte olmamdan korkuyor ve bilmiyorum, senin davranışların, Jungkook'a yaklaşımın hoşuna gidiyor." Ona bunları bildiğimden bahsetmeli miydim, emin değildim. Jungkook mesajlaştığımız dönemde bana bunlardan bahsetmişti. "Annenin benim hakkımdaki düşüncelerini duymak iyi hissettirdi, annem de seninle tanıştığında sana bayılacak." Yanaklarındaki sıcak restoran yüzünden oluşan pembelikler, nasıl oluyordu da güzelliğine daha fazla güzellik katabiliyordu? "Ailen bir erkekle sevgili olman konusunda ne düşünür?" Jimin'in sorusunu yanıtlayamadan yemeklerimiz geldi, balıklardan yayılan güzel kokular acıktığımı bir kez daha bana hatırlatırken garson şarap şişesini açarak kadehlerimize doldurdu. "Ailem kararlarım konusunda saygı duyar. Tam bir aile kavramımız olduğunu söyleyemem, babam katı ve ailenin liderinin sevgisini gizli gizli belli etmesi gerektiğine inanan biri. Annem aile imajını koruması gerektiğini düşünür. Balolara, toplantılara, dernek yemeklerine katılır. Abim işimizi yurt dışında geliştirmeye yöneldi. Ben de okuyorum. Seni seviyor olmamı dert edecek insanlar değiller ama onlardan da sürekli sarılmalar, sevgi sözcükleri bekleme." diyerek uyardım onu, abimin kız arkadaşının bir kez ailemin onu sevmediğini düşünerek ağladığını biliyordum.

Beni onaylarken balığından küçük bir parça keseeeo ağzına attı, parmakları şarap kadehini kavrayarak dudaklarına götürdü. Jimin tam bir asilzadeye benziyordu karşımda. Bir prens, soylu bir ailenin ikinci, aykırı fakat toplum içinde tamamen soylu davranışlar sergileyen oğluydu. "Baban..." dedim, bakışları kısa bir an tabağa inerken yeniden benim yüzüme çıktı. "Babam pek bizimle ilgilenen biri değildi. Çocukluğumda bile onu çok hatırlamıyorum, hyung. Annem ile ayrılmalardan sonra onu doğum günlerim dışında pek görmedim. Lisede Jungkook ile adım çıkması da aramızdaki bağı koparan olay oldu. Kendisini görmedim hiç, yüzünü bile hatırlamıyor olmam tuhaf geliyor bazen. İçinde sevgi ve bağlılık duygusu olmayan bir insan evlenmemeli, çocuk sahibi olmamalı bana kalırsa." Başımı sallayarak onu onayladım, gözlerindeki hüzünü görebiliyordum. Konuyu değiştirerek onun dikkatini dağıtmak istesem de keşke bu konuyu açmasaydım demekten kendimi alıkoyamadım. 

"Çocukluğun nasıldı?"

Jimin'in bebekliğine ait fotoğrafı gördüğüm andan beri onu anaokulu yaşlarındayken tanımanın nasıl bir şey olacağını merak edip duruyordum. "Çalışkandım, sınıfta en yüksek notları alırdım. Haylazdım, Jungkook ile arkadaş olmanın getirdiği o aşırılık ile deli ederdik ailelerimizi. Fiziksel olarak sorun çıkarmadım, kimseyle kavga etmedim. Herkesle aram iyi olurdu. Jungkook hoşlanmazdı bu durumdan, onun için hayatında ben olduğum sürece kimseye ihtiyacı yoktu." Jimin gülümseyerek konuşuyor olsa da Jungkook ile arasındaki bağı görmemek imkânsızdı, içimde arkadaşlıklarına dair en ufak bir kıskançlık kırıntısı olmaması şaşırtıcıydı. "Annem tüm bu sorumluluk sahibi ve iyi bir çocuk olmamın sebebini babamın bizi erken yaşlarımda yalnız bırakmasına ve kendisinin hep çalışmak zorunda olmasına yoruyor. Ona göre önümde iki seçenek varmış; ya yaşadıklarımı bahane ederek sorun çıkaran bir çocuk ya da şu an olduğum kişi olacaktım." Jimin kadehine biraz daha şarap doldururken onun içmeyi ne kadar sevdiğini fark ettim. Ben de içmekten hoşlanırdım ama bunu tamamen keyif alarak yapıyordu. "Kötü insan hikâyelerinin arkasında her zaman travmalar vardır." dediğimde beni onayladı, şişenin tıpasını takarak buzun içine koydu. "O travmaları yönetmek senin elinde. Her travması olan kötü insan olacak diye bir kaide yok. Kötü olmak kolayı, bahaneler sunmak kaçış yolu. O yaşanılanları ders görerek iyi biri olmak zor olan." Benim sevgilim zor olanı başarmış, hayatımda tanıdığım en güçlü insan haline gelmişti.

Geçmişe ait tüm konuşmalar geçip gittiğinde Jimin ile kahkaha attığımız lise anılarına, birbirimizi görüntülü konuşmada gördüğümüz o ilk ana, hislerimize dair düşüncelerimize kadar konuştuk. Jimin beni ilk gördüğünde çok fazla beyaz olduğum için hasta olduğum hakkında endişelenmesinden bahsederken kahkahamı tutamadım. Başını geriye atarak küçük bir çocuk gibi gülerken güzeldi, aklımı başımdan alıyordu. Jimin insanı delirtebilirdi, bakışlarında dizlerimin üzerine çökmek istememe sebep olacak kadar karanlık duygular da vardı. Ellerini masanın üzerinden tutarak ondan bir kez daha yüz yüze sevgilim olmasını isterken parmakları avucumu sıkı bir şekilde kavrayarak dudaklarını oraya bastırdı. Avuç içlerimde onun dokunuşuyla çiçekler açtı.

"Senin sevgilin olmaktan şeref duyarım, Min Yoongi."

-

merhaba,
ne kadar uzun oldu be..
sizi seviyorum ♡
50K olmuşuz, hepinize teşekkürler..

Continue Reading

You'll Also Like

9.2K 1.2K 56
Benim kalbim kırılmıştı,Taehyung tarafından...
1.1M 102K 38
✓tαekook | texting jeonggᥙk: kantinde arkadaşlarının sana afrodit dediğini duydum jeongguk: sağır olsaydım da duymasaydım ▪️mizah¡ küfür içerir...
284K 21.3K 23
Jeon jungkook kendini öldürmesi için bir kiralık katil tutar ... |08.03.2020 | de tamamlandı
100K 8.8K 15
Ölümün ellerimden olduğu için özür dilerim, sevgilim. -boyxboy [14.08.16] @vkookizm | tüm hakları saklıdır.