Stjernestøv | Yizhan

By Sibylvanea

48.4K 4.9K 16.1K

Norveç'e okumak için giden Wang Yibo, Stavanger Üniversitesinde hayatını tamamen değiştirecek kişi olan Xiao... More

Stavanger
En kinesisk gutt i Norge
Lukten av rødt skjerf
Noen som venter foran huset
Å være en lagkamerat
Hva skjedde i går kveld?
Jeg blir vel vant til deg
Du sa at det var viktig
Hvorfor gjorde du noe slikt?
Oslo
På en betingelse
Stjernestøv
Vinterens Gåte
Jeg har en som jeg liker
Du unngår meg, ikke stikk av
Hvis du er personen jeg liker, hva vil du gjøre?
Jeg er forelsket i et eventyr
En uventet snøstorm
Å være noens stjernestøv
Jeg kommer ikke til hybelen i kveld
Jeg Elsker Deg
Vi blir fulgt
Hvilken by skal vi til?
Bergen
Vil du se hvor dyktig jeg er?
FİNAL - Hele himmelen, alle stjernene vitner
🎂 Özel bölüm son: Wang Yibos drøm gikk i oppfyllelse

🎄 Yılbaşı Özel Bölüm: Bjørns hemmelige mappe 🎄

1.3K 122 494
By Sibylvanea

🎄 Yılbaşı özel bölüm 🎄

|Bjørns hemmelige mappe:Bjørn'un gizli klasörü|

-

Genç adam, gökyüzüne doğru açtığı avucunun üstüne konan beyaz kar tanelerine ışıltılı gözlerle baktı. Gökten düşen kar taneleri, kendi avucunun ısısıyla eriyip kaybolurken, soğuktan dolayı kızaran dudakları hafifçe kıvrılmıştı.

Norveç'e dün gece ilk kar yağmıştı. Her yer bembeyaz olmuş, kampüsü çevreleyen büyük ormandaki her bir ağaç, bembeyaz örtünün altına gizlenmişti. Stavanger'in tek katlı evlerinin kahverengi çatılarını beyaza boyayan kar, Yılbaşı için evlerin önüne asılan süsler ve ışıklar yüzünden parıl parıl parlıyordu.

Norveç'e hem kar yağmıştı, Hem de Noel haftasına girmişlerdi.

Genç adam dudaklarındaki gülümsemeyi bozmadan parmak uçları kırmızılaşan eline eldivenini geçirip, dizine kadar gelen karlı yolu yavaş adımlarla geçti. Sokaklar rengarenk toplar, ışıklar ve farklı süslerle süslendiği için kendisini çizgi filmlerdeki Noel bölümlerindeymiş gibi heyecanlı hissediyordu. Sabahtan beri, sokağın ilerisindeki kiliseden gelen çocukların sesiyle gözlerini kapattı. Kilise korosundaki çocukların sesi ve provasını yaptıkları şarkı yavaşça yankılanırken, genç adam sırtındaki çantanın tutacak kısmını sıkıp ilerlemeye devam etti.

Normalde hiçbir kilise ayinine katılmamıştı. Bu sene de katılmayacaklardı fakat çocukların sesleri güzeldi. Duymak güzel hissettirmişti.

Girdiği sokağa baktığında derince bir iç geçirdi. Bu sokaktan binlerce kez geçmişti. Fakat sanki ilk günkü gibi yine kalbine söz geçiremiyor, heyecanlanıyordu.

Genç adam heyecanla yutkunarak az önce yürüğü kar tabakasının içinde her zamanki gibi koşmaya çalıştı. Her adımında, beyaz kara inat boynundan sarkan kırmızı püsküllü atkısı sağa sola doğru sallanmış, başındaki beresi, rüzgar yüzünden hafifçe geriye doğru kaymıştı. Bu halde, sanki saçlarının üstünde tavşan kulakları var da bereyle o kulakları saklamış gibi duruyordu.

Sean Xiao, çok sevdiği eve doğru adımlarını atarken tek elinde duran poşetleri sıkmıştı.

Aralığın son günü gelip çatmıştı. Yeni yıla gireceklerdi. Bu Norveç'te gireceği 3. yılbaşıydı. Bir yıl çoktan geçip gitmişti bile. Zhan üçüncü sınıf olmuştu. Aslında sayılar dışında pek bir şeyler değişmemişti. Norveç her zamanki gibi kar altındaydı, Xiao Zhan ise bu karların arasında koşturan yaramaz gençti hâlâ.

Tabii, üçüncü sınıf olduğu için gelecek kaygısı yavaştan kapısını çalıyor, kendisini yokluyordu. Seneye mezun olacaktı ve ne yapacağına tam olarak karar vermemişti henüz. Bu ülke kendisinin ana vatanı kadar olmasa da kalbinde yeri büyüktü. Her şeyden önce onu burada tutan annesi vardı. Onun mezarlığı buradaydı. Kendi ülkesine dönse bile benliğinin yarısı burada kalacaktı. Bunu göze alamazdı. Ancak diğer yandan da...

"Neden yolun ortasında öylece dikiliyorsun? Soğuk mu çarptı seni?"

Yakından duyduğu alaylı sesle düşüncelere dalan badem gözlerini oraya çevirdi. Zhan sokağın ortasında elindeki poşetlerle durmuş, kafasındaki düşüncelerle yağan karı izliyordu. Onun sokaktaki siluetini pencereden gören Finn, camı açıp birkaç kez seslense de arkadaşı kendisini duymamıştı.

Zhan şu anda kendisine bayık gözlerle bakarken, Finn pencere pervazında birikmiş karı top haline getirip buz gibi havada, sokakta dikilen çocuğa fırlattı.

"Akşama kadar orada mı duracaksın? gelsene içeri."

Zhan, kafasını kurcalayan düşüncelerini göndermek için kafasını sağa sola sallayıp kapının önüne geldi. Şu sıralar, bu evde kendisinden çok arkadaşları yaşıyor gibiydi. Elindeki kırmızı atkılı küçük prens figürlü anahtarla kapıyı açıp içeri girdiğinde, içeridekiler onun bu haline göz devirmişti.

Kapıyı açmaya gelseler bile Zhan'ın inatla anahtarını kullanmak istediğini biliyorlardı ve bu diğerlerini pek bir güldürüp onunla alay ettikleri için âşık çocuk kızıyordu. İçeri girdikten sonra mutfakta her yılbaşında Norveç geyiği kızartmak gibi bir adetleri olan Finn ve Bjørn boyunlarına taktıkları önlük ile komik bir şekilde tezgahın önünde duruyorlardı. Zhan poşetin içindeki meyvelerden birini kulağına kulaklık takmış, yüksek sesle müzik dinleyen Bjørn'a fırlattı.

Sarı saçlı çocuk, kesmeye daldığı et parçalarından, bir anda kafasında hissettiği acıyla çıkarken, bağırarak arkasını döndü, Sean Xiao kendisine pis bir sırıtışla bakıyor, dilini gıcık bir şekilde dudaklarında gezdiriyordu.

"Oğlum sen manyak mısın? kafam yarıldı kesin, başım dönüyor Finn. Kesin beyin kanaması geçiriyorum!"

Bjørn bir anda kendisini geriye doğru bırakıp, oyuncu bir ifadeyle mutfaktakilere bakarken, yere düşse kimsenin kendisini tutmaya yeltenmeyeceğini fark ederek suratını buruşturup yeniden dik bir şekilde durmuştu.

"Abartma, altı üstü kafana küçük bir nar attım. Et kesmekten kaçınmak için ürettiği bahaneye bak."

Zhan kendisine öfkeyle bakan mavi gözleri kızdırmak için attığı çatlamış büyük narı küçücükmüş gibi elinde tutarken, Bjørn kendisini kızdıran Çinli gencin üstüne atlamak için yeltenmişti. Ancak yanında duran Finn, onun omuzlarından tutup vücudunu sosladıkları etlerin başına, yani tezgaha sürükledi.

"Tamam, küçük çocuklar gibi birbirinizle dalaşmayı bırakın da yemek geceye yetişsin."

Zhan amacına ulaşmıştı; Bjørn'u sinir etmişti. Bunun mutluluğuyla omuzlarını silkip kendisine geçen yıl hediye edilen kullanmaya kıyamadığı kahve makinesine yaklaşıp kahve hazırlamak için birkaç tuşa bastı.

Kahvesini beklerken, içeri odanın köşesinde kocaman duran yılbaşı ağacına baktı. Süslenmediği için yalın duruyordu. İçeride kardan adam ve çorap kalıplarıyla gülüşerek kurabiye yapan Anette ve Kjersti, Zhan ve Bjørn'un sesiyle onlara doğru dönebilmişlerdi.

"Sonunda dönebildin Sean. Niye bu kadar geciktin?"

Kjersti, yumuşak hamura bastırdığı kalıbı memnun olmuş bir ifadeyle çekerken, arkadaşının beresine bakış atıp gülümsedi. Kesinlikle Sean'ın tavşan kulakları vardı.

"Birkaç işim vardı."

Zhan omuzlarını silkip koltuğa kuruldu. Geçen yıl işlerden bir şekilde kaytarmış iken bu sene alışveriş işinin tamamını Zhan'ın üstüne yüklemişlerdi. Çünkü...

Çünkü Yibo yoktu.

Zhan oturduğu koltukta geriye doğru yaslanıp, gözlerini kısarak tavanı inceledi. Onun durgunluğu odadaki herkesi derin bir sessizliğe boğmuştu. Sadece mutfaktan gelen bıçak sesleri ve Finn'in kendi yaptığı korkunç şakalarına gülüşünden başka ses gelmiyordu. Zhan'ın bu sessizliğine alışamamış olan kızlar, dudaklarını dişleyerek Zhan'a bakarken iki kızın da çehresinde hüzünlü bir ifade belirmişti.

"Sen çikolata seviyorsun diye Anette çorapların neredeyse hepsini çikolatayla doldurdu."

Zhan, Kjersti'nin sesiyle, tavanda gezinen bakışlarını kızların önündeki tepside duran kurabiyelere çevirdi. Çorap şeklindeki şişmiş kurabiyelerin içerisindeki çikolata, akışkan bir halde duruyordu. Zhan kendisine özel yaptıkları kurabiyeler için minnettar bir ifadeyle Anette'ye ardından da Kjersti'ye bakmıştı.

"Teşekkür ederim."

Yibo gittiğinden beri, arkadaşlarının kendisini mutlu etmek için ellerinden geleni yaptıklarını biliyordu. Hatta Zhan'ın kafası meşgul olsun diye onu sabahtan akşama kadar alışveriş merkezlerinde gezdirip durmuşlardı.

Fakat bir yere kadardı.

Şu anda yemeği hazırlayan erkekler ve kurabiyelerle uğraşan kızları izlerken, hayatında en önemli yeri kaplayan o eksikliğin sızısını derinden hissediyordu. Kendisini, yanında duran yalnız yılbaşı ağacı gibi hissetti; Bomboştu, süslenmediği sürece kimse ikinci kez bakmıyordu. Kendisi de böyleydi. Onu tam yapan birine ihtiyacı vardı; Yibo'ya ihtiyacı vardı.

Onu görmeye, onunla zaman geçirmeye ihtiyacı vardı.

Zhan oflayarak bakışlarını dışarıda yağmaya devam eden kara çevirdi. Kar gökyüzünden o kadar güzel düşüyordu ki, sanki televizyondan kısık da olsa gelen piyano sesiyle senkronize olmuştu. Işıklarla aydınlatılmış sokağa sessizce düşüyorlar, beyazlıklar arasında kayboluyorlardı.

"Biz burada etle, yemekle uğraşalım paşamız da koltuğa yayılsın. Oh be, bu hayat sana güzel Sean."

Bjørn çatık kaşlarıyla elindeki bıçağı kaldırıp koltuğa yayılmış Zhan'ı izlerken, Zhan dil çıkarıp ellerini cebine koymuştu.

"Kafana attığım nardan sonra, kalan son beyin hücrelerin de ölmüş anlaşılan."

Zhan altta kalmayıp karşısındaki çocuğu sinirlendirirken Kjersti gözlerini devirerek Zhan'a döndü.

"Yılbaşı ağacını her yıl sen hazırlıyorsun, bu yıl da sana bıraktık. Kalk hadi."

Zhan, Bjørn'un aksine kendisine kibarca ricada bulunan kıza gülümseyip göz kırparak ayaklandı. Aslında hiçbir şey yapmak istemiyordu. Yılbaşını da kutlamak istemiyordu, arkadaşlarıyla da takılmak istemiyordu. Hatta bu evde Yibo olmadan da durmak istemiyordu. Kendisine kalsa yurttaki yatağına yatıp sabaha kadar yorganı kafasına çeker, dünyadan bir günlüğüne silinirdi.

Fakat arkadaşları buna izin vermemişti.

Boş gözlerle, önündeki yılbaşı ağacına baktı. Geçen yıl bu görevi Yibo üstlenip ciddi bir şekilde süsleri teker teker ağacın dallarına takmıştı. Hep öyleydi; İşini ciddiyetle yapar, mükemmel bir şekilde yaptığı işe odaklanırdı. Bu esnada güzel kaşlarını çattığını, alnının kırıştığını fark etmezdi bile.

Zhan gözünün önünde beliren çehre yüzünden tuhaf bir şekilde önündeki çam ağacına burukça gülümsedi. Onun erkeksi kokusunu, uyurken çıkardığı homurdanmalarını, kendisi uyurken beline sarılan kocaman ellerini ve kendisine bakan keskin gözlerini; her bir zerresini özlemişti.

Bir an bunları düşünürken aklına, Yibo ağacı süslerken kendisinin onun karnını sarıp irkilmesine sebep oluşu geldi. Yibo'nun tikiyle uğraşmayı sevdiği için genç çocuk ne kadar çok sabırlı olsa da kendisinin yaramaz hareketlerine kayıtsız kalamıyordu. Zhan ne yapıp edip bir yolunu bularak Yibo'yu sinir ediyordu ve onun sinirden dolayı kızaran kulaklarına kahkaha atmayı seviyordu.

Ancak bir anda yüzüne konan gülümseme silindi. Gerçek dünyaya döndü, önünde süslenmesi gereken yalnız çam ağacına baktı.

İsteksizce poşetteki süsleri çıkarırken arkasında, becerikli elleriyle kekleri süsleyen Anette göz ucuyla Zhan'a bakıp ardından Kjersti'ye başını olumsuz bir şekilde sallamıştı. Onun yaramaz olmayan, enerjisi olmayan haline alışamamışlardı bile. Hepsi sebebini bildiği için bir şey diyemeseler de, aralarında en az Zhan kadar yaramaz biri vardı.

"Tarlası yanmış köylüler gibi ağaca bakınıp iç çekinmeyi kes! Çocuk ailesinin yanına gitti."

Bjørn sonunda dayanamayarak başını mutfaktan uzatıp ağacın önünde hüzünle dikilen Zhan'a bağırdı. Bu durum bir haftadan fazladır sürüyordu.

Daha doğrusu Yibo'nun ailesi, onu yeni yıl için Çin'e çağırınca, Zhan sevgilisinin ailesine destek çıkarak Yibo'nun yeni yılı orada kutlaması gerektiğini söyleyip onu ne yapıp edip ikna edebilmişti. Bu süreçte Yibo, Zhan'ın da kendisiyle gelmesini ona teklif etmişti. Ancak Zhan burayı bırakamamıştı.

Burada ailesi vardı; Annesi vardı. Annesinden başka kimsesi olmadığı için bir anda Çin'e gitme fikri kendisini zorlamıştı. Annesinin mezarını bir başına bırakmak istemiyordu. Çünkü biliyordu ki annesinin de kendisinden başka kimsesi yoktu. Ancak Yibo ile yan yana olmayı istemesine rağmen kendi ülkesinden de biraz çekiniyordu. Yıllardır Çin'de bulunmamıştı.

Yibo, Zhan'ın endişesini olgunlukla karşılamasına rağmen gitmeden önce bir kez daha gelebileceğini söylemişti.

Fakat Zhan reddedip burada kalacağını söyleyerek Yibo'yu göndermişti. O günden beridir de suratı asık, gözleri daima düşünceliydi. Bazen Yibo ile gitmediği için pişman oluyor, bazen de burada kaldığı için iyi yaptığını düşünerek kendisini telkin ediyordu.

Ama en çok da yeşil atkısını boynundan eksik etmeyen, rüzgarda kahve saçları uçuşup duran sevgilisini özlüyordu; Öfkeli keşişini çok özlemişti.

Yibo olmadan Norveç gerçekten de soğuktu. Çok sevdiği karda bile oynayası gelmiyordu. Çünkü biliyordu ki, Finn ve Bjørn kendisini kara gömerken arkasında koşulsuz şartsız durup yardım edecek biri yoktu.

Zhan mutfaktan kendisine çemkiren Bjørn'a dil çıkarıp, poşetlerdeki süslerin hepsini boşaltmıştı. Yibo yanında olsaydı, bütün ağacı ona süsletip kendisi de onu izlerdi. Fakat şu anda Yibo kendisinden kilometrelerce uzaktaydı. Bir an kaşlarını çatarak kolundaki saate baktı. Baktığı an gözlerini tavana dikerek, yaptığı kısa bir hesaplama sonucunda Çin'in yeni yıla girdiğini fark ederek cebinden telefonu çıkardı. Ardından sevdiği yüzü görmek için görüntülü arama butonuna eli gitmişti.

İşaret parmağı butonda gidip gelirken, sevgilisinin ailesiyle kutladığı yılbaşında onu rahatsız edip etmeyeceğini kafasında tarttı ve kararsız bir ifade ile dudaklarını dişleyerek ekrana baktı.

Sonrasında bu fikri erteleyerek mesaj kısmını açtı. İlk önce Çince klavyede oynayan parmakları bir an duraksadı. Yibo ile Norveççe konuşmayı seviyordu ve yeni yılı mesajını Çince göndermek yerine Norveç'ten, o dilde göndermenin daha mantıklı olacağını düşünerek klavyesini Norveççe'ye çevirdi.

"Godt nytt år min kjære." (Mutlu yıllar sevgilim.)

Yazdığı kısa mesaja, bir tane kırmızı atkı emojisiyle beraber yeşil bir kalp koyup Yibo'ya attı. Heyecanla onun cevabını beklerken, Yibo'yu ne kadar da özlediği gerçeği bir kez daha yüzüne çarptı. Yibo ile uyumaya, onun kokusunda soluklanmaya ve onun kullandığı kalemlerle çizim yapmaya o kadar çok alışmıştı ki, bu evde arkadaşlarıyla olsa bile kendisini yalnız hissediyordu.

Biliyordu; Yibo gitmeden önce arkadaşlarının hepsini kendisi için tembihlemişti. Fakat yine de yalnız hissediyordu.

Bundan dolayı Yibo ile Çin'e gitmediği için arada kendisini suçlayıp dursa da eni sonunda bulunduğu yerdeydi. Geçmiş geçmişti çoktan.

Yibo şu anda ailesi ile beraberdi ve bu tatilin tadını çıkarıyordu. Bu yüzden, Zhan yüzüne yerleştirdiği gülümseme ile küçük hediye paketi süslerini önündeki çam ağacının dallarına asarken, sevdiği erkeğin gülümseyen yüzünü gözlerinin önüne getirdi.

"Bu sefer Haikuan ile bölümden birkaç kişi daha gelecek. Gece kartopu savaşı yapalım!"

Finn heyecanla gelecek kuzenlerini de ayarlarken, Zhan heyecanla konuşan Bjørn'a gözlerini devirmişti.

"Ben yokum, baştan söyleyeyim."

Zhan'ın cümlesiyle evdeki herkes yaptığı işi bırakıp Zhan'a şaşkınlıkla döndüler. Bu gelenek için her yıl herkesi kar topu savaşına davet eden, rekabet için canını ortaya koyan hırslı Sean Xiao gitmiş, yerine başka biri gelmişti sanki. İlk kez onu böyle bir halde görüyorlardı.

Anette kaşlarını çatarak elindeki zencefilli kurabiye adamları tepsiye yerleştirirken Zhan'a baktı. "Sen ciddi misin?"

Zhan omuzlarını silkip, parlak kırmızı toplardan birini ağacın alt kısmındaki dala sabitlemişti.

"Çok ciddiyim. Hiçbir şey yapmak istemiyorum. Zaten her yıl karşı takımı yeniyorum, hevesim yok."

Zhan'ın cümlesiyle Bjørn ve Finn kahkaha atarak mutfaktan çıkıp içeri odaya gelmişlerdi.

"Yalancıya bak sen. Geçen yıl Yibo'yu vurmamak için ağacın üstünde kırk takla atan da ebemdi zaten."

"Aşkından kendini karlara gömmüştü." Finn de Bjørn'a katıldığında, Zhan çatık kaşlarıyla kendisine kahkaha atan gençleri izleyip dudaklarını hırsla büzdü. Aklına geçen yıl ki anları geldikçe bu yıldaki sönük yılbaşını yaşamayı istemiyordu bile. Arkadaşları da böyle yaparak kendisini daha fazla üzüyordu.

"Sean iyi misin?"

Zhan, yanına yaklaşıp endişeyle kolundan tutan Kjersti ile gözlerinin dolduğunu yeni yeni idrak edebilmişti. Bir an boğazını temizleyip dolan gözlerinden firar eden küçük damlayı elinin tersiyle sildikten sonra gülümsedi.

"İyiyim."

Onun bu halini gören Bjørn, kaşlarını çatarak Finn'i durdurdu. Aslında Zhan'ı onlarla kar topu oynayıp moralini bozmasın diye hırslandırmaya çalışırken genci üzmüşlerdi. Zhan az önce gözleri dolan kendisi değilmiş gibi, tavşan dişleri ortaya çıkana kadar gülümseyip hepsine baktı.

"Anlaşılan siz bir kez daha yenilmek istiyorsunuz."

Sesini kalınlaştırıp konuşurken onun bu şapşal haline gülerek başlarını sağa sola sallamışlardı. Bjørn özenle hazırladığı yemeğe baharat atıp omuzlarını silkti. Yakışıklı yüzündeki alay dolu ifade silinmeden Zhan'a dönmüştü.

"Bu sene de ben kazanacağım için şimdiden iddia ücretini alırım."

Zhan dudaklarından çıkan 'pfft' sesine engel olamayarak yüksek sesle kahkaha atarak elini karnının üstüne koydu. "Göreceğiz."

Ortamın yeniden yumuşayışıyla, kızlar yaptıkları kekleri fırına atıp çıkanları da soğumaya bırakmışlardı. Erkekler yaptıkları Norveç usulü geyik etini kısık ateşte pişirirken, evde birçok koku birbirine karıştığı için bir süre camları açıp, evi dona dona havalandırmışlardı.

Zhan, bu esnada hazırladığı ağacın en tepesine parlak sarı yıldızı sabitledikten sonra, gururla süslediği ağacın fotoğrafını çekip Yibo'ya attı.

Ancak mesajları Yibo'ya iletilmemişti bile. Güzel yüzünü asarak kafasına taktığı aslan tacıyla bir selfie daha çekip sevgilisine attı. Gün boyu kısa mesajlaşmalar dışında pek fazla konuşamamışlardı ve Zhan için Yibo'dan bu kadar fazla ayrı kalmak ilkti ve oldukça zordu.

"Çok sıkıldım."

Zhan, telefonuna bakış attıktan sonra oflayarak az önce yayıldığı koltuğa yeniden oturdu. Tatilin tadını çıkarmak için kendisini zorlayıp durmasına rağmen bazı şeyleri çok fazla belli ediyordu. Bunun arkadaşlarını etkileyip onların da moralini bozduğunu düşünerek hızla mutfağa doğru döndü.

"Kuzenlerin ne zaman gelecek Finn? Haikuan Ge gelecekse benim takımımda olmazsa oynamam."

Zhan mızıkçı çocuklar gibi şartlarını sıralarken, mutfakta işi biten gençler kızlarla beraber içeri geçip ayakta durdukları için ağrıyan bellerini kütleterek Zhan gibi koltuğa yayıldılar.

Finn, telefonundaki mesajları kontrol ederken, "Yoldalar, gelirler birazdan." demişti.

Neredeyse bir saate yakın hazırlık ve bekleyişin ardından ilk önce Finn'in kuzenleri Alex ve Peter gürültülü bir Viking selamlaşmasıyla içeri dalıp ortamı coşturduktan sonra Tyra, Inga ve Laura gelmişti. Geçen yılda da kar topu savaşına katılan kızlar, tanıdık ortamda kendilerini rahat hissederken yılbaşı sofrasını görkemli bir şekilde kurmaya yardım etmişlerdi.

Gençlerin ardından kapının çalışıyla Finn Zhan'ın karnını dürterek kapıyı göstermişti. Ancak Zhan kaşlarını çatarak mis gibi yemeklerle dolu sofranın başına oturup omuzlarını silkti.

"Sabahtan beri bütün kapıları hep ben açtım. Git bunu da sen aç."

Finn sabır dilercesine derin bir iç çekip Zhan'ı kapıya doğru iteledi. "İşimiz gücümüz var, bugün kapı açma görevi senin Sean."

Zhan sabahtan beri yorulan arkadaşlarına daha fazla itiraz edemeden çoraplarını sürüye sürüye kapıya kadar ulaştı. İçeri odada oturan dokuz kişinin kahkahaları ve konuşması yüzünden sanki evde koca bir ordu var gibiydi. Zhan kapıdaki kişiyi daha fazla bekletmeden açtığında, kendisine yumuşak bir şekilde gülümseyen genç adamı görünce kendisi de gülümseyerek onu içeri davet etti.

"Hoş geldin, Haikuan Ge."

Haikuan her zamanki gibi buz mavisi kabanı ve sarındığı yumuşacık beyaz atkısıyla içeri girdiğinde, içeridekiler bu adamın güçlü aurası yüzünden hafifçe iç çekip, hülyalı gözlerle onun üstündekileri çıkarmasını izlemişlerdi. Yüksek sesle iç çekenlerin hepsi elbette ki Finn'in kız kuzenleri ve Haikuan'ın büyük fanı Anette idi.

Zhan, kızların bu şapşal haline gülerek Haikuan'ı içeriye geçirdikten sonra, kızlar arasında yaşanan kısa kavganın ardından Haikuan, Zhan'ın yanındaki boş koltuğa oturmuştu.

Yeni yıl için masa tamamlanmış gibi görünüyordu.

Gece yarısını beklerken yılbaşı için hazırladıkları sofrayı kurduktan sonra, Zhan ellerini belinin iki yanına yerleştirip masaya gururla baktı. Finn ve Bjørn'un saatlerce uğraştığı ana yemekler sofranın ortasını süslerken, yanına yapılan çeşitli mezeler ve tatlılarla masanın üstü tıklım tıklım dolmuştu. Masanın arkasında duran koca yılbaşı ağacı ve üstündeki süslerle ortam oldukça loş gözüküyordu. Tabii ki Zhan'ın sonradan alışveriş sepetine attığı birçok kokulu mumun da bu loşluğa etkisi vardı.

Şimdi ise kalabalık sofrada yapılan koyu sohbetin, yüksek sesli kahkahaların ardından geceleyin yapacakları kar topu savaşını konuşan gençlerin gür sesi evde yankılanıyordu. Bu seferki takım belliydi ancak beklenilmeyen bir şey ortaya çıkmıştı.

Haikuan Zhan'ın rakibi olarak karşı takımın kaptanı olmak istemişti!

Zhan, genç adamın isteğine hayır demeyecekti elbette ancak kendisiyle beraber masadaki herkes bu duruma şaşırmıştı.

Yine de kısa günün karlısı Bjørn'du; Haikuan ile aynı takımda olmayı istiyordu ve bunu da başarmıştı.

Yenilen yemeklerin ve tatlıların ardından bir yılbaşı klasiği olarak mum ışığında, kavga gürültüyle oynanan tombala ve tabunun ardından saat gece yarısına yaklaştığı için gençlerin hepsi teker teker dışarı çıkıp kar topu savaşı için hazırlanmaya başlamışlardı.

Zhan, karşısında kendisini sakince izleyen Haikuan'a iç geçirerek baktı. "Bu adam bana böyle baktığı sürece hiçbir şey yapamam ki."

Kırmızı atkılı genç, homurdanarak yerden aldığı kar parçasını yuvarlak bir hale getirirken Peter ve Alex yine evlerin çatısına çıkmış, gözlerine birkaç kişiyi kestirmişti. Zhan her yıl olduğu gibi bu sefer de kendisinden emindi, kazanacaktı. Fakat zihnini meşgul eden kişi yüzünden bir türlü odaklanamıyordu. Zhan'ın liderliğine alışmış olan takım arkadaşları da onun bocalamasından nasiplerini almışlardı çünkü Zhan'ın takımı kaybediyordu!

Oyun başladığı anlardan beri Zhan'ın grubundan 3 kişi vurulmuştu bile. Öfkeyle ne tür hilelere başvuracağını düşünürken, Haikuan'ın bu kadar yetenekli olduğu yeni yeni yüzüne çarpıyordu. Adamı hafife almıştı. Gerçi hâlâ alıyordu. Bu mesafeden Haikuan, geceleri elindeki flütüyle acıklı besteler çalacak gibi melankolik havası vardı. Fakat şu anda Bjørn ile beraber Zhan'ın ekibini haklıyorlardı.

Zhan öfkeyle dudaklarından çıkan soluğu havaya bir buhar halinde bırakıp saklandığı çatıdan etrafına bakındı. Evet, çatıya çıkmıştı çünkü başka çaresi kalmamıştı. Kendi ekibinden bir tek Finn kalmıştı ve çocuk ortalarda yoktu bile.

Homurdanarak elleriyle yüzünü sıvazlayıp, "Yeni yıla bu şanssızlıkla girersem yıl sonuna sağ çıkamam." dedi ve karla kaplı boş sokağa baktı.

Ancak bir anda karşı çatıdan gelen kar topunun bir yere çarpış sesiyle badem gözleri oraya döndü. Birkaç saniye geçmemişti ki Alex üstündeki karı gösterip "Ben elendim!" diye bağırmıştı.

Zhan içinden 'Yuh' diyerek şaşkın bakışlarla kendisini görmeyen çocuğa baktı. Alex kadar çevik bir erkeği vuracak kişi doğmuştu demek.

Zhan, Finn'in onu vurduğuna şaşırarak bakarken çalıların arkasından bir kez daha kar topunun dağılış sesi ve hışırtı yankılanmıştı ve Peter da aynı şekilde çıkıp elendiğini bağırırken Zhan kaşlarını çattı. Kendi takımından bir tek Finn kalmıştı ve bir anda herkesi nasıl vurmaya başlamıştı, anlayamıyordu.

Finn'den bahsediyorduk; O kadar üşengeçti ki oyun boyu kenarlarda otlanan çocuk bir anda aslan kesilmiş, herkesi patır patır sokağa döküyordu.

Zhan, Haikuan'ın da sırtından vurulduğunu gördüğünde gözlerini kocaman açtı. Birisi onu arkadan vurmuştu. Lakin Zhan'ın şaşırdığı şey bu değildi. Her ne kadar gözleri uzağı iyi göremese de Haikuan vurulduktan sonra arkasını döndüğünde gülümsediği görmüştü ve çalılıkların arkasına üzülmeden yürüyüşü oldukça tuhaftı.

Genç adam daha fazla bekleyemeyeceğini fark ederek çatıdan çevik adımlarla inip sokağa doğru adımladı. Bir tek Bjørn kalmıştı. Eğer onu da vurabilirse kendisinin takımı kazanacaktı.

Bunun heyecanıyla kalbi gümbür gümbür atarken titrek bir nefes aldı. Sokak o kadar sessizdi ki kendi kalbinin atış sesini duyuyordu. Elinde sıkıp durduğu kar topunu atmaya hazırlanır bir halde önünde durduğu tek katlı evin duvarına yaslanıp boş sokağa baktı. Ya avını vuracaktı ya da yem olacaktı.

Bir bombalı saat gibi tıkır tıkır çalışan zihniyle etrafına bir kez daha bakındı. Bjørn yukarılarda bir yerlerde saklanıyordu ve kendisini gördüğü anda heyecanına yenik düşüp yerini belli edecekti.

Zhan bunun bilinci ile cebine sakladığı kar toplarıyla bir anda kendisini sokağın tam ortasına attı. Elenenler eve geçtiği için sokak çok sessizdi. Herkes içeride oturmuş, hangi grubun kazanacağını deli gibi merak ettikleri için camdan dışarıyı izliyorlardı.

Neden bu kadar heyecanlanmıştı bilmiyordu fakat etrafta gözükmeyen Finn'e okkalı bir küfür savurarak boş sokağa çıktı. Tam da şu an oldukça savunmasız bir halde bembeyaz karla kaplı sokağın ortasında dikiliyor, en ufak bir hareketi hissedebilmek için etrafına bakınıyordu.

Tahmin ettiği gibi beklediği hareket tam da ağaçların olduğu yerden geldiğince, cebindeki kar topunu sıktı. Bjørn'un vücudunu gördüğü an elindeki toplarla onu sert bir şekilde vuracaktı.

Fakat uzaktan kendisine doğru atılan kar ile kenara kaymaya çalıştı. Adi herif! demek kendisini uzaktan vurmaya çalışıyordu.

Kaşlarını çatarak sabırsızca oraya doğru koştu. Bjørn'un bedenini görebiliyordu. Gövdesi geniş ağaca yaslanmış kendisini izlerken Zhan onun yanında duran en az elli tane topa şaşkınlıkla baktı.

Bjørn kendisini çiğ çiğ yiyecekti.

Cebinde taşıdığı toplara bakıp küfrederken onun hareketlenmesi yüzünden endişeyle ellerindeki topların hepsini bir çırpıda attı.

"Hay ben böyle işi!"

Zhan dudaklarını dişleyerek ıskaladığı toplara acıyla baktığında, Bjørn ellerine aldığı topları Zhan'a atmaya başladı. Ancak Zhan en azından çevikliğinden ödün vermeyerek kaçarken bir anda Bjørn'un atışları durmuştu.

"Ne oldu? Niye durdun?"

Zhan, Bjørn'a döndüğünde onun tam da montunun üzerindeki kar topu lekesine baktığını gördü. Bjørn vurulmuştu.

Zhan, arkadaşına baktı. Lakin bir anda onun gözlerinin kendisinin arkasına sabitlendiğini gördü. O da vurulmasına rağmen Haikuan gibi sırıtıyordu.

"Bugün niye hepiniz vurulduktan sonra sırıtıyorsunuz? Salak mısınız si-"

Zhan gözlerini devirerek arkasını döndüğünde gördüğü tanıdık beden ile bir an nefesi kesildi. Ancak arkasına dönmesiyle o kişinin kendisine doğru hızla koşup kollarının birini başının arkasına diğerini de beline sardığı an, Zhan dengesini kaybederek üstündeki bedenle beraber geriye doğru düştü.

Arkasındaki buz gibi kara gömüldüğü an ise dudakları sevdiği gencin dudaklarıyla birleşmişti.

Yibo ile sarmaş dolaş bir halde kara gömüldüğüne inanamıyordu! Dudaklarının üzerinde özlemle hareket eden dolgun dudakların her bir çizgisini, her bir zerresini özlemişti. Düşerken kafasını incitmesin diye arkasına koyduğu büyük elin kendisini korumasını özlemişti; Zhan Yibo'yu deli gibi özlemişti.

Girdiği saniyelik şoktan sıyrılarak üstünde kendisini deli gibi öpen Yibo'nun yanaklarını hızla tutup dudaklarını birbirine daha fazla bastırarak onun üst dudağını dişlerinin arasına alıp asıldı. Oyunun aslanı ortaya çıkmıştı sonunda. Wang Yibo her zaman olduğu gibi, varlığıyla yine Zhan'ın hayatını kolaylaştırmış, sevgilisine vurmaya kalkışan herkesi teker teker elemişti.

Yibo başını yana doğru eğdi, Zhan'ın her iki dudağını da tiz bir hırçınlıkla kendi dudaklarına hapsedip sesli bir şekilde emdiğinde altına aldığı beden, Yibo'nun bu hareketiyle inleyerek ensesinde birleştirdiği ellerini saçlarına geçirip sertçe çekmişti.

Dilleri birbiriyle dans ederken sokağın tam ortasında karın içine battıklarını unutmuşlardı. O an onlar için zaman durmuş gibiydi. Eğer Zhan gözleri kapalı bir şekilde Yibo'yu tutkuyla öperken gökyüzünden yüzüne konan kar tanelerini hissetmeseydi, zamanın o an için durduğuna yemin bile ederdi.

Islak dudakları birbirinden ayrıldığında, birbirlerine karışan nefesleriyle tek bir beden halinde kar tabakasının içerisinde uzanıyorlardı. Zhan büyülenmişçesine üstünde duran Yibo'nun yüzünü izlerken bağırmak istese de sesi alçak bir mırıltıydı. "Çok âşığım."

İki kelimeyle Yibo'nun bedeninin kaskatı kesildiğini bilmeden devam etti. "O kadar âşığım ki... o kadar seviyorum ki sen yokken bile seni görürüm diye fakültede dolanıp durdum, katılamayacağını bilsem de bugün sofraya bir tabağı ve kaşığı fazla koydum ama Finn benim kişi sayısını bile doğru düzgün sayamadığımı söyleyip benimle alay etti."

Cümlesinin sonuna doğru Zhan kirpiklerini yumuşakça kırpıştırıp dudaklarını büzdü. Bu tatlı duruşuna rağmen sesi o kadar kısık, o kadar baştan çıkarıcıydı ki üstünde kendisini kollarıyla kafesleyen Yibo'yu titrettiğini bilmiyordu.

"Geceleyin yurttan kaçıp yastığını almaya geldim; kokuna alışmışım, uyuyamadım." Ne zaman dolduğunu bilmediği gözlerini kırpıştırıp Yibo'nun keskin çenesine sıkı bir öpücük kondurup dudaklarını sertçe sevdiği tene bastırdı.

"Sonra geldiğim gibi geri döndüm. Çünkü evde sen yoktun mitt komplement. "

(*Mitt komplement: Tamamlayıcım, beni tamamlayan; tanımlayan bir bütün haline getiren.)

Yibo bir süre ne diyeceğini düşünerek bekledi, sevdiği gencin kahve harelerine uzun uzun baktı. Ancak o kadar şaşkınlığın içerisinden dudakları tek bir kelime için aralanmış, Zhan'ı taklit etmişti.

"Mitt komplement."

Daha doğrusu Zhan'ın bu kelimeyi kendisi için kullandığının gerçek olduğunu tespit etmeye çalışır gibiydi.

Çünkü Yibo yanıyordu, kalbi öyle büyük bir şiddetle çarpıyordu ki kendisine dünyanın en mükemmel varlığıymış gibi hasretle bakan Zhan'ın gözlerinden gözlerini ayıramıyordu.

Kendisinden geçerek Zhan'ın dediklerini kısık sesle bir kez daha sayıkladı. "Çok âşığım...seviyorum..." Yibo'nun duraksayarak söylediği her cümleyi Zhan başını aşağı yukarı sallayarak onu onaylıyordu.

"Kokuna alıştım...uyuyamadım... özledim..."

Zhan, üstündeki gencin ne denli özleminden çıldırdığını bilmeden bir kez daha çenesine uzun bir öpücük kondurdu.

"Evet, min kjære.* Seni çok özledim." (sevgilim*)

Yibo transa geçmişti.

Zhan ışıldayan gözleriyle üstündeki bedeni izlerken Yibo altında uzanan Zhan'ın başının arkasında tutuğu elini kaldırdı, Zhan'ın kafasını kaldırıp yüzünü kendisine yaklaştırdı.

"Beni deli ediyorsun; Yakıyorsun, parçalıyorsun Zhan. Yapma, konuşma."

Yibo'nun dudaklarından çıkan kelimelerin yanında sesinin o benzersiz tonu, Zhan'ın içini titretmesine neden olmuştu.

"Konuşturma o zaman, sustur. Beraber yanalım." Burunları birbirine çarpıyor, Zhan konuştukça ikisinin dudakları birbirine sürtünüyordu.

Yibo, elleri arasında tuttuğu güzel yüzü daha fazla bekletmeyerek dudaklarını tekrar kiraz kırmızısı dudaklara bastırıp Zhan'ın eşsiz kokusunu içine çeke çeke öptü. Şeftali çiçeği kadar yumuşak dudakların üzerinde kendi hırçın dudaklarını oynatıp Zhan'ın alt dudağını dişlerken arkada geri sayım yapan arkadaşlarını duymuyorlardı bile.

"5...4...3...2...1... Lan yeni yıla girdik yeter be, bir yıldır yere yatmış, öpüşüyorsunuz!"

Bjørn sokağı inletircesine bağırıp, karın içinde tek bir beden haline gelen sevgililere bakarken yaptığı iğrenç şaka yüzünden camın önünde toplananlar öğürerek Bjørn'u yuhlamışlardı.

"Salak salak konuşma da içeri geç. Yibo'nun sürprizini bozma."

Kjersti, Bjørn'a camdan konuştuğunda Bjørn ona bakan kızın sözünü ikiletmeden içeri geçti. Aslında Yibo'nun yılbaşı gecesi Zhan'a sürpriz yapacağını arkadaşları biliyordu fakat yetişememe durumu olduğu için hepsi bu saati endişeyle beklemişlerdi.

Çünkü Yibo biraz daha gelmeseydi eğer, Zhan kafayı yiyecekti.

Sonunda karın içinde olduklarını fark eden ikili sarmaş dolaş bir halde ayaklanıp titreyerek içeri geçerken, yeni yıla nasıl girdikleri hakkında arkadaşlarının yaptıkları yanak kızartan şakaları görmezden gelerek salona geçtiler.

Yibo koltuğa oturduğu gibi Zhan'ı kucağına çekip battaniyeyi üstlerine örttü. Siyah saçlı genç, Yibo'nun kucağına yan bir şekilde oturmuş, küçük bir kedi gibi saçlarını okşayan sevgilisine mırlarken, kar topu savaşını kaybeden Haikuan'ın takımı karşılarına geçip oturmuşlardı.

"Her ne kadar Yibo'nun gelişi hile olarak sayılsa da Zhan'ın takımında bir kişi eksikti ve Yibo burada olsa bile kimin takımında olacağını bildiğimiz için kaybettiğimizi kabul ediyoruz."

Haikuan sakince kendisini izleyen bir oda dolusu gence bakıp nazikçe gülümsedi.

"İstediğiniz nedir?"

Zhan üstlerine örtülen battaniye yüzünden sadece gözleri gözüktüğü için Yibo'nun boynuna sokulup onun erkeksi kokusunu derince soludu ve fısıldadı. Yibo ise onun söylediğini, kelimesi kelimesine odadakilere söylerken Zhan'ın kendisi üzerindeki etkisini gören diğer arkadaşları bu duruma gülüyordu.

"Bjørn'un gizli klasörünü istiyoruz."

Genç adam, bir anda oturduğu koltukta diklenip gözlerini kocaman açtı. "Hayatta olmaz."

Zhan, Yibo'nun kucağına iyice sinerken Bjørn'a çemkirmişti. "Oyunu kaybettiniz, istediğimizi vermek zorundasın."

Sarı saçlı genç, Zhan'a kaş göz hareketi yaparken genç olan bunu anlamadı. Ancak Yibo bir şekilde Bjørn'u anlamıştı.

Odada hevesle Bjørn'un gizli klasörünü merak edenler varken Yibo kararlı bir şekilde Bjørn'a baktı. "Sadece biz bakacağız, ikimiz."

Bjørn, Yibo'nun ikna edici sesine rağmen çatık kaşlarıyla Zhan'a bakarken emin olamamıştı.

"Ne saklıyorsun o klasörün içinde? Devlet sırrı falan mı?" Anette elindeki birayı yarılarken gülerek teni solmuş Bjørn'a baktı.

"Hadi Bjørn. O kadar videomuzu çektin. Artık görme zamanı geldi."

Zhan, gözlerini kısarak kendisine doğru gelen arkadaşının elinden telefonu kapıp Yibo'nun kucağına biraz daha yerleşerek sevgilisinin dişlerini sıktığını fark etmeden arkadaşının açtığı klasöre girmişti.

Klasörde o kadar saçma videolar vardı ki Zhan bunların ne zaman çekildiğini anımsayamadı bile.

Tarihte en aşağıya indiğinde gördüğü fotoğraf ile şok oldu. Yibo ile fakültede tanıştıktan sonra onu yemekhaneye getirdiği güne ait bir fotoğraftı.

Yibo yemek yerken, Zhan gözlerini ona çevirmiş bir halde kameraya yakalanmıştı.

"İnanamıyorum bu fotoğrafın üzerinden çoktan bir buçuk yıl geçmiş bile."

Zhan dudaklarını ısırarak, yemeğini kibarca yiyen Yibo'nun yüzünü izlerken kulağına doğru fısıldayan sesle hafifçe irkildi.

"İlk zamandan beri gözlerin benim üzerimdeymiş."

"Öyle, hâlâ öyle."

Zhan, Yibo'nun sırıtan ifadesine bakıp gülüşünden öptükten sonra ekranı kaydırmaya devam etti. Sıradaki fotoğraflar ise Finn'in babasının teknesini çaldıktan sonra beraber Stavanger limanında denize açıldıkları güne aitti. O günde kızların verdiği tuhaf pozlar ve Finn'in kıllı bacaklarıyla övünüşünü kameraya alan Bjørn gülerek diğer fotoğrafı gösterdi.

Bu fotoğraf beraber gökyüzünü ve masmavi denizi izleyen iki erkeğin arkadan çekilen bir fotoğrafıydı; Zhan ve Yibo'nun birbirine alıştığını fark ettikleri ve konuştukları zamana aitti.

"Zaman ne kadar acımasız." Zhan derin bir iç çekip battaniyenin altında karnını okşayan elin üzerine, kendi elini koyarak fotoğraflara bakmaya devam etti.

Bir yandan gülüyor, diğer yandan söyleniyordu. "Ulan Bjørn, her halimizi çekmişsin. Bu klasör kimsenin eline cidden geçmemeli."

Zhan ilk kez yurttan kaçıp Yibo'nun evine gideceği gün, Bjørn bu anıyı hatırlamak için açık pencerede aşağı inmeye çalışan Zhan'ın fotoğrafını çekmişti. Fotoğraf o kadar komikti ki oradakilere de gösterip krize girmişlerdi.

Yibo ise sadece kucağında kahkaha atan sevgilisinin yüzünü izlemekle meşguldü o an.

"Bakın burada da ünlü videomuz var. Geçen sene kartopu savaşında aşkını vurmamak için kargalara yem olan Sean Xiao'yu görmekteyiz şu an!"

Bjørn kahkaha atarak açtığı videoyu millete izletirken Zhan utançla karışık kızgınlıkla gencin elindeki telefonu aldı. Yine aynı olayı yaşasa yine Yibo'yu vuramazdı. Buna emindi.

Kendisinin ağaçtan düşüşünü gülerek kaydeden arkadaşına, bir tane tekme atıp sıradaki fotoğrafları açtı.

Buradan sonraki fotoğraflar Yibo'nun hoşlandığı kişinin kim olduğunu öğrenmek için sarhoş ettikleri geceye aitti.

Finn ağlayarak Norveç ezgileri söylüyor, Bjørn titreyen elleriyle kamerayı tutmaya çalışıyordu. O kadar komik anlardan biriydi ki kimse masadaki sızmış bedenin, gece uyanıp Zhan'ın dudaklarını parçalayacağını tahmin etmiyordu bile.

Kjersti'nin ablasının düğünündeki gelinle çekilen tuhaf fotoğraflar ve Anette'nin burnundaki sümükle cebelleştiği anları kameraya alan Bjørn sinsice kahkahalar atarken kürsüde jilet gibi takımla Yibo'ya kur yapan Zhan ekrana çıkmıştı.

Zhan bu ana gülümsedi.

Çünkü Yibo ile ilk öpücüğünün ardından kapatıcı sürse bile çenesindeki izler belli ediyordu.

Bunu gören arkasındaki beden ise hafifçe hareketlendi. Bu fotoğrafları görmek Yibo'nun hoşuna gitmişti anlaşılan.

Zhan arkasında keyifle sırıtan Yibo'ya bakıp dudaklarına doğru fısıldadı. "Edepsiz."

Ancak... Zhan önüne döndüğünde gördüğü tek fotoğrafla gözleri kocaman açıldı.

Aslında fotoğrafta kimse yoktu. Sadece Eventyr ormanındaki ahşap kulübelerin fotoğrafıydı. Şöminesi yanan ahşap ev...

Ama bu fotoğraf Zhan ve Yibo'ya çok fazla şey ifade ediyordu.

Zhan korkunç bakışlarını Bjørn'a yönelttiğinde genç olan dudaklarını 'ben nereden bileyim.' dercesine büzdü.

"Yanlış klasöre girmiş anlaşılan ehehehe."

Yibo, Bjørn'un sırıtan yüzüne imalı bir şekilde bakıp kucağındaki bedenle sıradaki fotoğraflara bakındı.

Odadakiler az önceki konuşmalardan hiçbir şey anlamamışlardı.

Finn'in tuhaf anları, Anette'nin korkunç anlarını geçerken geçen yıl beraber bara gittikleri geceden kalma fotoğraflara baktı.

Yibo ile bar taburesinin üzerinde sarmaş dolaş şarkı söyledikleri bir videoydu.

"Yememiş, içmemiş bizi izlemişsin."

Zhan yalancı bir sitemle konuşurken gülmemek için dudaklarını ısırıyordu.

Sonraki fotoğraflar ise geçen yıl Bergen'e gittiklerinde bir ateşin başında topladıkları güne aitti.

Gerçekten zaman çok hızlı geçmişti.

Bu klasör onlara hikayelerini bir daha izletmiş gibiydi.

Zhan burukça fotoğraflara bakınırken bir anda parmağı geri tuşuna bastı. Bir önceki klasör açılmıştı.

Zhan gördüğü klasör ile şokla ekrana bakındı. Yibo da onun gibi bakarken, Bjørn bir anda telefonu onların elinden çekip kızaran yanaklarını başka bir yöne çevirmişti. İşte tam da bu anda sarı saçlı çocuğun neden bu kadar fazla ısrar ettiğini adam akıllı idrak edebilmişlerdi.

"S-sen... İnanamıyorum Bjørn!"

Zhan tiz bir sesle bağırdığında odada olan gençler, onun neden böyle bir tepki verdiğini anlayamadan Kjersti araya girmişti.

"Porno falan mı gördünüz ne oldu?"

Zhan, Kjersti'ye bakarken Bjørn boğazını temizledi, Zhan'a baktı. "Sus."

Zhan ise yüzünde büyümeye başlayan kocaman sırıtışla, sinsice Bjørn'un omzuna vurdu.

Gördüğü klasörde tek bir kişinin binlerce fotoğrafı vardı ve bu kişiyi hepimiz çok iyi biliyorduk.

Kjersti'nin bir sürü fotoğrafı vardı ve çoğu Bjørn ile uğraşırken aldığı fotoğraflardı.

"Yere bakan yürek yakan seni!"

Zhan bir kuş gibi şakırken, Bjørn'un elinden çekilen telefon elden ele ulaşıp Kjersti'ye ulaşmıştı.

Genç kız gördüğü fotoğraflar yüzünden mavi gözlerini kocaman açıp Bjørn'a baktıktan sonra, onun gibi kızaran yanaklarıyla kapıyı işaret edip odadan çıkmıştı.

Bjørn da onu takip edip çıktığında Anette şaşkınlıkla odadakilere baktı.

"Hiç belli etmemişti. Bjørn'un Kjersti'yi sevdiğini söyleseler saatlerce gülerdim, üç bin tane fotoğrafı görene kadar..."

"Yibo ve Zhan'dan sonra ikinci çiftimiz mi geliyor?" Finn gevşekçe elindeki şişeyi mikrofon yapıp ağzına tuttuğunda onu susturmak için Peter elinin altındaki yastıkları fırlatmıştı.

Gerçekten oldukça olaylı bir gündü. Unutamayacakları bir yılbaşı gecesi yaşamışlardı.

Fakat, Zhan'ı düşüncelerinden koparan şey, kalçasına baskı yapan sertlikti.

Yibo'nun kucağında o kadar çok hareket edip gülmüştü ki onu ne denli tahrik ettiğini unutmuştu bile.

Karnını okşayan eller ve kulağına fısıldayan derin ses yüzünden Zhan derince yutkundu.

"Bana attığın aslan kulaklı tacını bu gece kullansak mı?"

Zhan, Yibo'nun ılık sesi yüzünden kasılan karnını görmezden gelmeye çalışıp yutkundu. Akşam ona attığı aslan taçlı fotoğrafını sevgilisi görmüştü anlaşılan.

"Seni özledim bebeğim."

Aynı ses bir kez daha kulağına fısıldadığında, battaniyenin altında bacaklarını okşayan Yibo'nun büyük elleri çoktan aklını çelmişti bile.

Kafasını yanına doğru çevirip Yibo'nun kulağına fısıldadı. "Odamıza gidelim o zaman."

Bu cümleden sonra içeridekilere oldukça komik bahanelerden birini uydurup her zamanki gibi koştura koştura odalarına kapanmışlardı.

Ne olmuştu yani, kısır kedileri Jianguo'nun hamile olduğunu, onu kontrol etmeleri gerektiğini söylemişlerse? Bizce harika bir bahaneydi.

Anlaşılan Yılbaşı gecesi henüz onlar için bitmemişti ve yavaştan salonun kapısını kapatan gençler de bunun çoktan farkındaydı.

---

🎄🎄🎄🎄🎄

Merhabaaaaaaa!!!! Ben geldimmm sizi çok özledimmmm 💕😭😭 siz de beni özlediniz miiii???

Öncelikle hepinize mutlu, huzurlu, bol aşk ve bol başarı dolu bir yıl diliyorum. Hepinize mutlu yıllar!🙏🏻🎉☃️💘💖

Bu bölüm umuyorum ki modunuzu yükseltmiştir. Finalden sonraki gelen ilk özel bölümümüz buydu kaldı 2 tane. Onları ne zaman atarım bilmiyorum ama bir tanesi 10 Martta gelecek (Stjernestøv 1. Yıldönümü)

Diğerinin tarihini size bırakıyorum. Ne zaman stjernestøv'u özleyip benimle iletişime geçerseniz ve ne kadar çok kişi olduğunu görürsem her an o tarihi belli olmayan özel bölümü atabilirim. 🧣

Neyse çok konuştum, hepinize mutlu yıllar bebeklerim 🙏🏻💕💖💘

🇧🇻 Godt nytt år!! 🎄✨

-


Continue Reading

You'll Also Like

223K 20.8K 27
010 ***: hamileyim jungkook: sen kimsin
292K 11.5K 76
Ailesinden kalma küçük ve güzel pastanesiyle ilgilendiği sırada rastgele bir mafyadan gelen mesaj ile dalga geçip uğraşan bir kızın hikayesi
10.5K 1.3K 17
"Yani yapman gereken şey Jiang Cheng'in, Zewu-Jun'dan Lan Zhan'a Bulut Kovuğu'nda üç aylığına sekreteri olmama izin vermesini sormasını istemek!" Bu...
968 124 17
"O beni seçti, Park Chanyeol. Seni değil." "Öyle mi, Byun Baekhyun?"