Zalim Ruhların Dansı (Kanın Ş...

By Onemacikgoz

20.3K 2.7K 4.2K

"Sırların zinciri koptu Bedel kanla yazıldı Yükselmek için yeniden doğdu Yıkımın kıvılcımları dört bir yan... More

TANITIM✨
GİRİŞ
1.Bölüm: KATRAN KARASI AYAK İZLERİ
2.Bölüm: VEDA
3.Bölüm: DİKENLİ DOST ELİ
*4.Bölüm: VİCDAN VE ZEHİR MAHKEMESİ
*5.Bölüm: KAFESİNDE ÇIRPINAN EJDERHA
6.Bölüm: KRAL VE MELEZ
7.Bölüm: MAMBA
8.Bölüm: YERALTINA DÜŞEN KAYIKÇIYA SARILIR
9.Bölüm: KALBİN GÖLGESİNDE YETİŞEN GADDARLIK
10.Bölüm: AŞIKLARIN NEFRETİ
*11.Bölüm: AYNA AYNA
*12.Bölüm: YALNIZ BEYAZ SIRTLAN
13.Bölüm: ÇÖL YILANI
14.Bölüm: YAKICI İTİRAFLAR
15.Bölüm: KANAYAN DÜŞLER
16.Bölüm: KADER İPLİKLERİ
*17.Bölüm: ÖLÜMDEN DOĞANLAR
*18.Bölüm: YANIK İNTİKAM KOKUSU
19.Bölüm: IŞIK VE KARANLIK ARASINDA BİR İBLİS
21.Bölüm: MEİMORA
*22.Bölüm: KUĞULAR VE DÜŞLER
23.Bölüm: TUTKU VE NEFRETİN DANSI
24.Bölüm: OKYANUSUN SONU, UÇURUMUN ZİRVESİ
25.Bölüm: ÖRÜMCEK AĞI
26.Bölüm: ÖLÜMÜ ALDATMAK
27.Bölüm: ZİNDAN
28. Bölüm: YARALAR VE YEMİNLER
29.Bölüm: BABA, OĞUL VE TANRIÇANIN SOYU
30. Bölüm:YARIM KALAN BİR SAVAŞ
31.Bölüm: GECENİN YEMİNİ ZİFİRİEŞLERE AİT
32.Bölüm: KANIN ŞARKISI ASLA SUSMAZ
33. Bölüm: KANIMIN KANI
34. Bölüm: ÖLÜM YOKTUR FEDAKARLARA
35.Bölüm: CADININ HALEFİ
36.Bölüm: ÇÖKÜŞ VE YÜKSELİŞ
37. Bölüm: EŞ YAZGILAR
38.Bölüm: YILDIZLARDAN BİLE ESKİ BİR KEHANET
39. Bölüm: GECE, KAN VE RUH
40. Bölüm: SAVAŞ ÇIĞLIKLARI
SON SÖZ🩸

20.Bölüm: ADI YIKIM OLACAK

361 55 26
By Onemacikgoz

"Adı Yıkım Olacak"

We're not stopping
Until the rivers run red

⚔️


Kızıl çöl onu ufacık bir karıncaymış gibi yuttu. Artık çığlık atmıyordu, nefes almaya çalışmıyor, kum taneciklerinin boğazına dolmasına ve neredeyse boğmasına izin vermiyordu. Gölgeler, onun yerine çığlık atıyor. Sanki adına şarkılar yazıyor, ağıtları kükrüyordu.

Kızıl Topraklar'ın bir parçasıymış gibi içine hapsolan bileklerini çekiştirmek bir yana usulca kâbusun bitmesini bekliyordu. Kızıl taneler, parlak toz parçaları gibi kirpiklerine karışıyor, sıcak rüzgâr kana bulanmış gibi duran ağaç dallarının arasından esiyor, yaprakları şahlandırıyordu.

Yer, derinliklerden gelen art arda gümlemelerle sarsılmaya, toprak acı çekiyor gibi titremeye başladığında yalnızca bir kâbus mahkûmu olarak iç çekebilmişti.

Zamanlamaya alışmıştı. Çektiği nefesinin yarısını vermemişken, kalbini ikiye bölüp sonra da paramparça eden bir ağrıyla uyanıyordu.

Kaldı ki, Kızıl Topraklar'da gerçek Rubueres ile tanıştığında kâbuslarındaki korku yavan gelmeye başlamıştı.

Ciğerlerindeki havayı üflerken gözlerini kapattı. Acıya göğüs germedi. Onu almak için bekledi.

Yarı nefes geçti ama kalbinde tek bir sızı bile hissetmedi. Durdu, gözlerini açmadan kaşlarını çattı. Nefesini tuttu.

Rüzgâr durmuştu. Sıcaklık yok olmuş, kulaklarında yankılanan gümleme kesilmişti. Parmaklarını hissedebilmenin verdiği şokla gözlerini açtı ve hapsettiği kalan nefesini de aynı anda verdi.

Siktir.

Bu daha önce hiç olmamıştı.

Hâlâ kızıl toprağın üzerinde dizlerinin üzerine çökük bir halde duruyordu. Serbest kalan ellerine, küçük kırmızı taş parçaları batıyordu.

"Bu iyi değil," diye kendi kendine mırıldandı Annarithel. "Bu hiç iyi değil."

Hâlâ tek bir parmağını bile oynatamayacak kadar bitkindi. Ama başını kaldırıp, karşısındaki korkunç bir açıyla duran ağaçlara bakabildi. Bunu hiç yapamamıştı. Göğsü titredi, midesi buz kesti. Sanki... Sanki bir kraterin içindeydi. Başını bulunduğu derinlikten yukarıya doğru kaldırdığında gözleri büyüdü. Kraterin ağzından, dibine kadar sanki toprak içe doğru gevşeyip bükülmüş ve orman bu gevşemeye uyum sağlamıştı. Kızılla kaplı ağaçlar, otlar ve garip çiçekler toprakla birlikte kraterin ağzına doğru yana yatmıştı. Boynunu iyice geriye doğru yatırdı ve kraterin büyük bir dalga gibi, ağzını hafifçe aralamış dev bir yaratık gibi küçülen ucuna baktı. Ağaçlar en tepede resmen baş aşağı duruyordu.

Kâbusları kesinlikle kendi hayal gücünün bir ürünü değildi. Böyle dehşet verici bir şeyi o bile hayal edemezdi.

Uzaklarda kıvrılmanın başladığı noktada ağaçların arasında kızıl siluetler belirmeye başladı. Birbirine sık bir şekilde duran gövdelerin ardında gizleniyorlardı sanki. Toza dönüşmeye başlayan bedenlere benziyorlardı.

Ama bir tanesi ağaç gövdesinden sıyrıldı. Gökyüzünden kanatlarını karnına yapıştırıp, yeryüzüne dalışa geçen bir kuş gibi kızıl toprağa doğru kaydı. Toprağın üzerinde, kabuslarının tanıdık misafirleri gibi kara bir leke halinde kaydıkça kaydı, hızla Annarithel'a doğru hücum etti.

Kaç, kaç... diye bağırıyordu içgüdüleri ama yerinden kıpırdayamıyordu.

Gölge aktı, Annarithel'ın birkaç metre ilerisinde bir yere toslamış gibi ansızın durdu. Ve sonra, kızıl sis dalgaları püskürterek tıpkı yere yaklaşınca kanatlarını açan o kuşlar gibi yerden havaya fırladı. Şüphesiz bir erkekti. İriydi, bacakları kalındı, gövdesi genişti, yüzünün hatları seçilemiyordu, surat denilebilecek bir şeye sahip değildi.

Annarithel'ın önünde tek dizinin üzerine çöktü ya da kız öyle yaptığını düşündü. Kirpiklerini iki kere kırpıştırdı Annarithel. Siluet yüzüne sokuldu. Bedenine çektiği, ruhunun yanına hapsettiği ruhlar arasından bundan nefret etse de en tanıdık olanıydı. Bunu biliyordu.

Rigel...

Konuştuğunda, kızın tüm tüyleri diken diken oldu. Tüm bedeninde, boğuk ve puslu sesi hissedebiliyordu. Kız konuşamadı ama öyle bir nefes verdi ki, sanki ateş püskürtüyordu.

"Beni dinlemelisin Orvira, çok geç olmadan..."

Annarithel, kulaklarını kapatıp başını iki yana salladı. Rigel konuştu, ağız olmayan yüzünden sanki her kelimeyle dumanlar süzülüyordu.

"Kes sesini," diye mırıldandı Annarithel. Rigel'ın siluet bedeni kıpırdanmaya hararetli hareketler sergilemeye başladı ama sesi çıkmıyordu. Kız onu susturmuştu, kâbusu kontrolu altındaydı.

Uyanmak için dişlerini sıkıyor gözlerini kapatıyor, sayıyordu ama uyanamıyordu. Bağırdığında Rigel'ın silueti bir rüzgâr onu kamçılamış gibi geriye savruldu. "Defol!"

Ama yok olmadı. Asla olmayacaktı. Kâbusunu terk etse bile, Annarithel'ın bedeninde ruhunun yanında hapisti. Gücüne akıl sır erdiremiyordu ama bir yanı, Rigel'ın Ötediyar'ın hiçbir katına ulaşamadığını kapana kısılıp ıstırap çektiğini düşündüğü bir yanı bundan zevk alıyordu.

Rigel rüzgâra direnir gibi Annarithel'a yürümeye başladı, diğer siluetler de kâbusunun kara gölgeleri gibi toprağın altından süzülüp dışarı fırladılar ve ona yaklaşmaya başladılar. Annarithel ayaklarını yere sağlam basarak ayağa kalktı. Büyüsü, kullanılmak kızıl dalgalı siluetleri püskürtmek için içini tırmaladı.

Ama güçlülerdi, bir ayin yapar gibi, yüksek ritimli şarkılar şakır gibi fısıldamaya başladılar. Kız dişlerini sıktı.

Annarithel, bedeni terden sırılsıklam olmuş çarşafları arasında bir oraya bir buraya döner gözlerinden büyüsünün açığa çıkmak üzere olduğunu belli eden kızıl huzmeler süzülürken Callidus hâlâ yoldaşını uyandırmaya çalışıyordu. Bir tehlike olduğunu seziyordu, dostunun başının belada olduğunu biliyordu. Burnuyla, beyaz pençeli patileriyle dürtmüş, itmiş hatta dişlerini batırmaktan sakınarak uyandırmak için koluna bacaklarına küçük ısırıklar kondurmuştu.

Ama inlemeleri kesilmeyip, hafif haykırışlara döndüğünde Dev Beyaz Tilki'nin içgüdüleri yardım çağırması gerektiğini telkin etmişti ona. Ve kendini Leoraan'in odasının kapısını iri cüssesiyle sarsarken bulmuştu.

Leoraan kapıda mavi gözleri titrer halde Callidus'ı bulduğunda, korkuyla Annarithel'ın odasına koştu.

Etrafındaki örtüleri tek hamlede itip yatağa çıktı ve kan ter içinde kalmış kızın omuzlarını uzun tırnaklı elleriyle elinden geldiğince narin bir şekilde kavradı. "Annarithel uyan."

Uyanmadı. Debelendi, çarşafları üzerinden attı gözlerini açtı ama hâlâ kâbusunun içindeydi. Gözlerine kırmızı bir perde inmişti. Leoraan, kızın ölüm gibi kokan büyüsünün notalarını almaya başladı. Daha sert bir şekilde sarstı. "Uyan Annarithel, uyan."

Terden ıslanmış beyaz saçlarını geriye doğru taradı, omuzlarından kavrayıp göğsüne yasladı ve sakinleştirmeye çalıştı. "Uyanmak zorundasın bu yalnızca bir kâbus. Yanındayım Ann, yanındayım..."

Baskıyı algılaması için kızı kollarının arasında sıktı. Saçlarının yeşil örgüleri yüzüne ve ince askılı geceliğinin üzerine döküldü. Tanrı aşkına, Annarithel yanıyordu. Çenesini başının tepesine yasladı ve sesini işitmesi için durmaksızın fısıldadı. "Hadi uyan. Hadi..."

Kızın çırpınması ansızın kesildi. Düzenli nefesler almaya başladı, kollarının arasında kıpırdandı. Leoraan başını eğip, yüzüne bakmaya çalıştı. Gözlerindeki perde kalkmıştı, uyanmıştı ama öylece odanın karanlık boşluğuna bakıyor tek kelime etmiyordu. "Bu..." diye fısıldadı tarazlı, güçsüz sesiyle. "Berbattı."

Gözlerini birbirine bastırarak kapattığında titreyen kirpiklerini görebiliyordu Leoraan. Elini Zehirci'nin çıplak beyaz dövmelerle kaplı göğsüne yaslayıp, tar top halini alıp iyice sokulduğunda Leoraan şaşkınlıktan yutkunamadı. Muhtemelen, çok boktan bir kâbusun içinden fırladığı ve uyku mahmuru olduğu içindi ama adam elinde olmadan kollarıyla daha sıkı sardı kızı. Sıcaklıkları öyle birbirlerine dolanmıştı ki, zehirle dolup taşan kanı bile ısınmıştı.

"Anlatmak ister misin?" diye fısıldadı Leoraan. Yumuşak sesi ikisinin arasında hapsolurken, çekimserlikle titreyen parmakları yüzüne düşen beyaz saçlara uzandı.

Annarithel göğsüne yaslı halde başını iki yana salladı. "Yapamam... Bu benim için çok fazla."

Leoraan dudaklarını ısırdı. O her zaman böyleydi. Güçlü, sert ve kendine karşı bile çok acımasız. Hatta özellikle kendine. Kimseye güvenmiyor ve yalnız bir hayatın en güvenilir olduğunu düşünüyordu. Ah, ne kadar da yanlıştı. Kendisine ihtiyacı olduğunu düşündüğünden değildi, Dayenx biliyor ya Leoraan Annarithel'ın ona ihtiyaç duymasını çok isterdi ama yükünü paylaşabileceği, omzuna yaslanabileceği birileri olmalıydı yanında. Belki bir kız arkadaş. En çok onun ihtiyacı vardı buna. Özellikle Zanosrit'in Mamba'sı olduktan sonra.

Leoraan ailesini ve ardından kardeşini de, ihbar üzerine gerçekleştirilen baskında kaybettikten sonra tıpkı Annarithel gibi yalnızlığa sığınmıştı. Zanosrit'i bulduğunda, Annarithel'ı bulduğunda kızın ona kimseye atmadığı adımlar atmasının sebebi buydu. Aynılardı ve kız bunu hissetmişti. Güçlülerdi, acımasızlardı ve yalnızlıklarını birbirlerine açabilecek kadar tanıdıklardı. Zaman içinde yetenekleriyle Zanosrit'te yükseldikçe ve Annarithel ile olan bağları kırılmaz bir hal aldıkça Leoraan, kayıp ruhunu da bulmuştu. Derinliklerden çıkarken, esas benliğine direnmemişti. Ama bunu Annarithel'a hiç belli etmemişti. Çünkü, o Katrileah'nın elinin altında bir ölüm tanrıçası gibi yetiştirilirken esas benliğini daha da derinlere itmiş sonunda kaybetmişti. O Leoraan'i Ölümün Kılıcı olarak görmek istiyordu, kendisi gibi. Birlikte ama yalnız olmak istiyordu.

Callidus yatağa çıktı. Heybetli cüssesini büktü ve başını önüne eğdi. Yoldaşının yüzüne bakmadan iri patisini Annarithel'ın bacağına yasladı. Leoraan'in içi burkuldu. Onların ne kadar yakın olduklarını ve hatta birbirlerine nasıl taptıklarını biliyordu. Ne zaman bu hale gelmişlerdi?

Leoraan, karnındaki ıslaklığı hissettiğinde kıza belli etmemeye çalışarak başını eğip yüzüne bakmaya çalıştı. Gözyaşları, birer birer ağır ağır yanaklarından süzülüp karnına ve göğsüne damlıyordu. Callidus'a bakıyordu. Leoraan'in yüreği sıkıştı. O kehribar gözlerden damlayan acıları görmek istemiyordu. Callidus'a başını salladı Leoraan. Tilki bakışlarını kaçırınca dudaklarını oynatıp onu yaklaşmaya teşvik etti.

Callidus neredeyse emekleyerek ilerledi ve Annarithel'ın gövdesini kaplayan başını kucağına yatırdı. Boynu kıvrıldı tilkinin, gözlerini bir rahatlamayla kapattı. Dev Beyaz Tilki, adeta bir kedi yavrusu haline geldi ansızın. Sevgiye açtı. Yoldaşının sevgisine. Callidus diğer tilkiler gibi değildi hatta Leoraan'in can yoldaşı Bepthis bile Callidus'a benzemiyordu. Callidus kandan, etten, şiddetten ve zehirden almıyordu gücünü. Sevgiden, dostluk bağından ve güvenden alıyordu.

Acaba Annarithel bunun ne zaman farkında varacaktı? Ellyro ve Callidus'u o büyütmüş sayılırdı ve her zaman küçük ailelerinin haşarı, gaddar ve neredeyse kötü olan üyesinin kendisi olduğunu düşünüyordu ama bu doğru değildi. Eğer Annarithel'dan sevgiyi, bağlılığı, sadakati ve şefkati görmemiş olsalardı, Annarithel bunlara sahip olmamış olsaydı Ellyro ve Callidus böylesine saf ruhlara sahip olamazlardı. Bu çukurda değil. Zanosrit'te değil.

Annarithel, elini tüylerinin arasında ve dik kulaklarının etrafında dolaştırdı. Eğilip, tilkinin iki gözüne de birer öpücük kondururken, diğer elini Leoraan'in göğsünden ayırmayışı adamı afallattı.

"Bunun hakkında Göçebe dostlarına tek kelime edersen, dilini koparırım," diye mırıldandı Annarithel hâlâ Callidus'ın tüylerini okşamakla meşgulken.

⚔️

Zehirci dansçıların, dans meşalelerinin ucundaki kafesin içinde çarpa çarpa turlar atan alev toplarını izlerken karanlığın ortasında karanlığın kendisi haline gelmiş kızın yüzündeki bitkinliğin izleri aydınlanıyordu. Son birkaç gün kâbuslarla, zihnine saldırılarla, krizlerden sağ kalmaya çalışarak geçmişti. Leoraan'in her gece onu uyandırmasına ve bir süre yanında kalmasına izin vermişti. Büyüsü dengesizdi, uyku halinde ruhundan taşabiliyordu ve bu felaketle sonuçlanabilirdi.

Dansçılar yeşil kıyafetleriyle, minderlerin, maltızların ve alçak masaların arasında zıplayıp, süzülürken şatoyu inleten çalgıların sesi ona çok uzak geliyordu. Zanosrit hiç olmadığı kadar kalabalıktı, hiç olmadığı kadar zengindi ve hiç olmadığı kadar mükemmeldi. Günün her saati yaptıkları eğitimler, en küçüklerin bile kaslarını kuvvetlendirmiş, gözlerine hazzın parıltısı yerleşmişti. Her bir üyenin mührü ve büyük bir çoğunluğun abrus kırbacı vardı. Sanki Dev Beyaz Tilkiler ve engerekler de yaklaşan zaferin coşkusuna kapılmış, etrafı yeni doğanlarla doldurmaya başlamıştı. Yavru tilkiler aylak aylak şen topluluğun arasında dolaşırken, yılanlar gölgelerde kaynaşıyordu.

Annarithel oturağının sol kolçağına bedenini yaslamış elinden sarkan şarap kadehine bakıyordu. Gözlerinin etrafı çökmüş, neredeyse şatonun oniks duvarlarının rengine bürünmüştü. Üzerinde parlayan tek şey, yakasında yakut işlemeli kırmızı gömleğiydi. Böyle hissetmemeliydi, ziyafetin ve şölenin tadını doyasıya çıkarmalı, kutlama yapmalıydı ama yorgundu.

Gereken kuvvetti bulabilmek için kalabalığı taradığında, kendisi bile şaşkındı. Mamba'ya olan inanç ve güven ona yenilenmiş hissettiriyor bedenine ve ruhuna gereken gücü veriyordu. Yalnız, artık eskisi gibi yalnız takılmıyordu. Yanında yaşıtı Zanosritler vardı. Gözlerini hiçbir zaman Annarithel'dan ayırmıyordu ama. Sanki, bir çeşit koruma içgüdüsü vardı. Göz göze geldiklerinde, kızın dudakları kıvrıldı. Mamba'nın bakışları, taze üyelere, çağrılarına kulak verenlere kaydı aralarında Malissa da vardı. Zanosrit'in yolunu ve öğretilerini hemen kavramışlardı. Ellerini kalplerindeki mühürlerine götürüp, başlarını eğdiler sessizce.

Annarithel şarabını yudumladı, tahriş olmuş boğazından akıp giderken çenesini kaldırdı. Sonunda bakışları onunla göz göze gelip, eğlencelerinin arasında saygıyla selamlayanları geçtikten sonra etrafındaki meclis çemberinin daha da içine yerleşmiş Göçeberle buluştu. Kaphreim, Roenya ve Zaashira kadehlerini kaldırdılar, Daminarco ile uzun süre bakıştılar. Ve birbirlerini anladılar. Başını eğip selamlayan Annarithel oldu, Daminarco gözlerini kapatıp karşılık verdi. Yalnızca Leoraan ona bakmıyordu. Bakışlarını hissediyor ama kupasının içindeki sıvıyı izliyordu. Annarithel'ın nefreti solmuştu, hatta bazen yanında olmasından memnundu ama Leoraan yakınlaştıkça, kızdan uzaklaşıyordu. Bu gece savaşalım dese, bir an tereddüt etmeden savaşırdı ama çizdikleri yola sonsuz bir bağlılık beslemiyordu.

Annarithel biliyordu, Zehirci ona baktığında Mamba'yı görmek istemiyordu yüzünde. Ama bunun için çok geçti. Annarithel için birçok şey çok geçti. Muhtemelen bir gün ölüp gittiğinde, kardeşinin ölümünde büyük bir rol oynayan Enhrecha yaptıkları için ona kan kusturacaktı. Bu Kan Avcıları için Ötediyar'da bile gerçek anlamda bir lanetleme olurdu. Annarithel tanrıçaya o kadar öfkeliydi ki, o günü neredeyse iple çekiyordu. İlahi suretine bakacak ve ona, "Bunu sen istedin," diyecekti. Bana adı yalnızca ölüm olabilecek bir güç verdin ve göklerdeki kandan küvetin, sonsuzluğun boyunca sana yetecek kadar dolup taştı...

Katrileah ve Luna, dimdik bir şekilde otururken durmaksızın gülümsüyordu. Mamba Annarithel olsa da bu iki kadın ondan çok daha fazla tehlikeliydi. Kız onlara güvenmiyordu, güveniyormuş gibi yapıyor sırtını tamamen yaslamış gibi davranıyor, arkasına hiç bakmadığını düşünmelerini sağlıyordu ama her hareketlerini izliyor, izletiyordu. Söz konusu bir tahtsa, kan bağı bile sadakatin zincirini kırabilirdi.

Kız, Katrileah'yı uzun süre süzdüğünü Zaashira yanında bittiğinde fark etti. Kadın, avcunu açarak hafifçe eğildi mavi gözleri hevesle parlıyordu. "Dans?"

Annarithel istemediğini belli edercesine yüzünü buruşturdu ama Roenya ellerini çırparak yerinden fırladı. "Bu hepimizi onurlandırır." Muzır sırıtışı bulaşıcıydı.

Kar beyazı saçlarını geriye doğru taradı ve göz devirirken ayağa kalktı.

Birazcık eğlenceden ölmem herhalde...

Basamakları inerken, Kaphreim iddialı ve küstah adımlar atarak önlerine geçti. Sahneyi bana bırakın dercesine... Annarithel Daminarco ve Leoraan'in yanında durdu. Bir an kararsız kaldı ama günlerce onu kâbuslarından koruyuşunu ve kendisinden daha fazla uykusuz kalışını unutmamıştı. Minnet duyduğundan değildi, sadece yapılanları unutmazdı ve karşılığını verirdi. Kana kan, acıya acı, hakarete alay ya da Leoraan'in durumunda destek çıkmaya, teşekkür. Elini yerde kamburunu çıkartmış oturan Leoraan'e uzattı. Zehirci omzunun üzerinde beliren ele baktı, bakışları kaşları çatılırken kızın yüzüne doğru tırmandı.

Annarithel omuz silkti. Adamın yeşil teni gözden kaçmayacak bir şekilde canlanmıştı. Sarı kısık gözleri şaşkınlıkla aralandı. Bu kısmen bir barış teklifiydi. Ve bir teşekkür.

Kızın elini kavrayıp ayağa kalktığında, Annarithel boyunun uzayışını takip etti. Başını kaldırdı, dudakları belli belirsiz seğirmeyle kıvrıldı. Leoraan elini hâlâ bırakmamıştı. Bırakmak istemiyordu. Roenya Leoraan'i gömleğinden çekiştirmese muhtemelen bir süre daha bırakamayacaktı.

Annarithel ve Göçebeler dansçıların ortasına geçtiklerinde, Zanosritler uludu, bağırdı ve ıslıklar kopardı. Çalgılar gıcırdayarak tekrar yükseldi. Davullar şatonun tüm koridorlarında gümbürdedi.

Dakikalarca, birbirlerinin etrafında dövüşürcesine dans ettiler. Zariftiler aynı zamanda saldırgan. Zanosritlerin çoğu onlara katıldı. Kahkahalar bulaşıcıydı. Alevler yükseldikçe, nabızlar arttıkça, tatlı bir yorgunluk bedenlerini kuşattıkça Zanosrit'in asla eksik olmayan karanlık fısıltıları azaldı. Annarithel hepsinin merkezindeydi. Etrafında dönüp duran, sıçrayan, eğilip, bükülen bir kalabalık vardı.

Zaashira ve Roenya ansızın Annarithel'ın koluna girdi. Kıkırdayarak etrafında dönmeye ve kızı da kendileriyle birlikte çekiştirmeye başladılar. Annarithel'ın takdir ettiği, hayranlıkla baktığı Drazhul hasatçıları kadar sarhoşlardı. -Drazhul Kanyonu'nun zengin çingeneleri ile aralarında yıllardır süregelen ticari anlaşmalar vardı. Hasatçılar, panethranın ve ondan daha sert birçok içkinin hammaddelerini toplar akıl almaz karışımlar yaparlardı. Her zaman sarhoşlardı ama aynı zamanda kimsenin olamayacağı kadar ayıklardı da- Ama elbette, onlar kadar dayanıklı değildiler.

Yüzlerindeki samimiyet sahte değildi. Ardında bıçaklar yoktu. Saf bir saygı, sadakat ve belki de sevgi vardı. Ama hepsinin, onlar da dahil tüm Zanosritlerin saygısı ve bağlılığı korkudan doğmuştu.

Annarithel tüm danslara eşlik etti ama hep ağırdan aldı. Hareketleri kusursuz ama heyecansızdı. Ortamdaki neşe, onun kalbine erişemiyordu. Hiçbir zaman da erişebileceğini düşünmüyordu. Yükselirken aynı zamanda soluyordu Annarithel. Ama umursamıyordu.

Bedeni toprağın altına girmeden ya da toz olup sonsuzluğa karışmadan, ruhunu boşluğa bağışlamıştı. Kalbini, çok da fazla olmayan hayallerini ve neşesini çoktan mezara gömmüştü. Kardeşinin yanında artık ona çok yabancı gelen bir Kan Avcısı yatıyordu.

Sadece uçurumun ucunda olan, kazanmak için çok yaklaştığı bir zaferi vardı. Onu almak için uçurumdan çoktan atlamıştı. Düşüyordu ve sonu kayalıklara çakılmak bile olsa bundan kaçamazdı.

Kalabalıkta birbirine karışan yüzlerin arasında Leoraan ona doğru yaklaştı. Yeşil saçları terli boynuna yapışmıştı. Dudaklarını yalnızca gözleri konuşsun diye birbirine bastırdı. Kızın etrafında yavaş daireler çizerken her bir turda biraz daha yaklaşıyordu. Arkalarından kopan alaycı öksürüğün sahibinin Kaphreim olduğunu biliyordu Annarithel. Leoraan onunla apaçık flört ediyordu ve tüm Zanosritler bunun farkındaydı.

"Bunu da mı Kaphreim'den öğrendin?" dedi Annarithel sessizce.

Leoraan yeşil saçlarını savurup önünde durdu. "Aslında bu bir süredir kendi çabalarımla pratiğini yaptığım bir şeydi Mamba."

"Hım..." derken kaşlarını kaldırdı Annarithel. Şaşırmış taklidi Leoraan'in hoşuna gitmedi.

Elini omzuna doğru uzatıp havada asılı bıraktı. Bakışlarıyla izin istedi. Bu bir çeşit Zehirci çiftlerinin dansına davetti, Annarithel tam olarak çözebilmiş değildi dansı.

Elini kavrayıp omzuna bastırdı ve birlikte dönmeye başladılar. İkisinin de boştaki elleri bellerinde, avuçları dışarıya dönüktü. Zehirci uzun tırnaklı ellerini kızın beline yerleştirdi, Annarithel'da tek eliyle dokunduğu yere yöneldi. Çiçek yaprakları gibi açılıp kapandılar ve birbirleriyle teması koparmadan turlar attılar.

Annarithel Leoraan'in yüzünde sanki bir efsun suratına püskürtülmüş gibi zümrüt yeşili sürmeli iri gözleri, sakallı çeneyi ve yara izini gördü. Daha önce hiç hissetmediği bir dokunuşun hasretinin içine düştü. Kor Alev Bayramı'nda buluşmaları eğer işler yolunda giderse benzer şartlar altında gerçekleşecekti. Ama dans şimdiki gibi olmayacaktı, buna emindi. O yüzün gerçeğini görmemek için kör olmayı dileyecekti, midesini ve kalbini alt üst eden duyguları hissetmemek için o an yok olmayı dileyecekti belki de, ancak tek bir şekilde sonlanacaktı.

Leoraan aralarındaki mesafe kapanır eli sırtında dolaşırken fısıldadı. Uzun zaman önce kapanmış ve geriye hatırlatıcıları kalmış izleri hissediyormuş gibiydi. "Gittikten sonra ne olduğunu hiç konuşmadık. Yaranı hiç görmedim ama yerini biliyorum. Ve iyileştiği sürede yanında olamadığım her an için özür dilemek istiyorum. Milyonlarca özür gerekse bile."

Annarithel bir an düşünür gibi durdu. Kehribar gözlerinde bir ateş çaktı. Sonra Leoraan'in elini tutup, sırtının yukarısına yarasının başladığı yere doğru tırmandırdı. Dışarıdan bakıldığında hâlâ dans ediyor gibi duruyorlardı. "Madem bilmek istiyorsun... En zor iyileşeni burasıydı. Darbenin giriş yeri, öfkenin patlama noktası." Omzundan aşağıya doğru indirdi adamın elini. "Yarıp geçtikten sonra geriye çekilirken yerini derin çiziklere bıraktığı için buralar daha kolay iyileşti. Ama bir hafta birilerinin benimle ilgilenmesine katlanmak zorunda kaldım çünkü yerimden kımıldadığım an dikişler yırtılıyordu." Leoraan'in gözleri buğulanmıştı ama kızın çehresindeki donukluk ürkütücüydü. Zehirci'nin elini kaburgalarını doğru sürüdü. "Kırıklar yüzünden nefes almakta bile zorluk çekiyordum tabii ama beni bilirsin, kırık kemiklerime bile boyun eğmem. Düzeldiler, bir şekilde."

"Özür dilerim Annarithel. Dayenx aşkına, özür dilerim..."

Dudaklarında buruk bir tebessüm seğirdi Annarithel'ın. "Milyonlarca özründen birinin bile sahte olmayacağını bilsem de, asla affedemeyeceğim bir şey için harcadığın özürleri dinleyecek kadar gaddar değilim. Çünkü senin özrünü dileyeceğin yara sırtımda değil Leoraan, görünmeyen ama her zaman orada olacak bir boşlukta."

"Asla mı?" dedi Leoraan.

Kız, Zehirci'den uzaklaştı. "Bu meseleyi bir daha konuşmak istemiyorum ama senden nefret etmiyorum Leoraan. Seni sevdiğimi de söyleyemem, sadece nefreti aştım."

Leoraan'ın yüzü kireç gibi oldu. Uzak bir geçmişin anıları zihninde canlandı.

"Peki, seni kılıç sallamada ağır bir yenilgiye uğratmam karşılığında birçok yeni numara da öğrettim. Şimdi benden nefret mi ediyorsun yoksa beni seviyor musun Kan Güzeli? Ya da ikisinin arasında sıkışıp kaldın mı?"

"Hakkımda bilmen gereken şeylerden biri daha Zehirci çocuk. Ben ya nefret ederim ya da severim. İkisinin arası benim için hiçbir şey ifade etmez. Nefretim, seni bin bir çeşit yolla öldürmek için de olsa aklımda yer ettiğin anlamına gelir. Sevgim de inan bana çok nadir olur... Ama sanırım şu anda seni seviyorum."

Kız Leoraan'e sırtını döndüğünde kalabalıktan Annarithel için bir kadeh geldi. Leoraan öylece, bedenlerin arasında kalakaldı.

Başını sallayarak kadehi aldı Annarithel. Havaya kaldırdığında, çalgılar son bir ötüşle kesildi. Bir süre, kahkahalar ve gürültülü soluklar devam etti. Tüm Zanosritler yerlerine çekildiler. Salonun ortasında, vitraylı camlardan taşan ay ışığının altında ayakta bir tek Annarithel kaldı. Zanosrit'in Mamba'sı.

"Çok çabaladık, ruhumuzu kuruluşumuzdan beri süre gelen davaya bağışladık, kaslarımızı çeliğe, çeliklerimizi ateşe çevirdik," dedi Annarithel. "İnançlarını, yıllardır çektirdikleri zulümleri, bizden alınanlar adına bedenleriyle birlikte ezip geçtik. Korkularının ta kendisi haline geldik. Unutmadığımızı biliyorlar. Artık baş uçlarında, Salosdius'la değil bir bıçakla uyuyorlar. Bu ne demek biliyor musunuz?" Etrafında dönüp, cevap olarak başlarını sallayan yüzlere baktı. "Sonsuz Tanrı'nın ve sözde elçilerinin onları koruyamayacağını biliyorlar. " Kehribar gözleri donuklaştı, dudaklarında ürkütücü bir kıvrım belirdi. "Ve çok haklılar."

"Önümüzdeki günlerde, kayıplarımız olacak. Yas tutacak, yara alacak ve kendi ellerimizle yarattığımız yıkıma belki ruhlarımızı da bağışlayacağız. Ama savaşımız bitmeyecek. Bunu hepimiz biliyoruz. Yarından sonraki günlerde, şu anda aldığımız rahat nefeslere hiç yakın olmayacağız. Kesin bir zafer olacak ama artık gölgeleri tamamen terk edeceğiz." Kelimeleri boğazına takıldı, ağzının içinde yuvarlandı. Hepsinin gözüne bakarak haykıracak olduğu cümleler, içini yaktı. "Kayıp Elysthram'ı ele geçireceğiz, Morlaniar naibini ortadan kaldıracağız..." Yapacaktı, yapacaklardı. Kaçınılmaz olandı, planlarının son damlasıydı. Ama sonrası... Annarithel, kendi ağzından çıkacaklara inanmıyordu. Ve bu inançsızlığı görmemeleri için haykırdı. "Zanosrit Kardeşliği Morlaniar'ı ele geçirecek! Bu toprakları bir savaş cephesi haline getireceğiz! İntikamımızın resmi, kısa ölümlerle ve korku dolu gözlerle sonlanmayacak... Thallieos'u, sahte krallarını ve taçlarını zehre, kana, ateşe, karanlığa ve yalnızca bizim için parlayan bir ışığa boğacağız!"

Tüm salon ayağa kalktı, sessizlik içinde ellerini mühürlerine yasladılar. Ansızın, hep bir ağızdan haykırışlar patladığında Annarithel'ın omurgasından bir ürperti yükseldi.

Kulağından bir fısıltı geçti. Hayalet bir rüzgâr gibiydi.

Yalancı.

Bir fısıltı daha, yükselip kayboldu.

Adın yıkım olacak. O ateşte hepsini birden yakacaksın.

Diğer fısıltı tokat gibi indi.

Kör bir tiran gibi. Ölüm gibi. Molzeun'un yaptığı gibi cesaretle dolu kalpleri, son bir yenilgiyle parçalayan senin ellerin olacak.

Sen sadece eline kontrol edemeyeceği güçler verilmiş, öfkeli bir veletsin.

Son kimliksiz, cinsiyetsiz fısıltı zihninde patlayıp solup giderken Annarithel'ın tüm kanı çekilmiş gibiydi.

Kaderinin o günleri göremeden sonlanacağını düşünüyorsun... Ah ne kadar yanılıyorsun. Hiçbir zaman kardeşinle buluşamayacaksın. Ötediyar'da sana lanetler okurken gözyaşları hiç dinmeyecek.

Ve bölüm sonu!

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın!

Bölüm hakkında genel düşüncelerinizi de buraya yazabilirsiniz. Annarithel hakkında düşüncelerinizi merak ediyorum. Sizce çok mu ileri gidiyor yoksa Thallieos'un hak ettiği gerçekten bu mu?

Sizi seviyorum, öpücükler

Continue Reading

You'll Also Like

7.4M 327K 62
Fantastik #1 Siz hiç bir ruha aşık oldunuz mu? Gülüşünden bihaberken ya da öfkelendiginde nasıl baktığı bilemeden sonsuz bir melankoninin içine düştü...
164K 7.1K 15
"MARDİN'DE AŞK" Birbirlerine olan aşklarını ifade etmek için konuşmaya gerek yok . Belki de sessizlik, kalplerinin birbirine daha da yakınlaşmasına...
2.5M 104K 27
Psikiyatrist, karanlık kadar çekici ve zeki bir adam... Şizofren, öldürücü güzellikte bir kadın... Her şey çok normaldi ta ki kadının aslında şizofre...
23.6M 1.4M 78
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...