Balerin ve Şahin

By S-Mare

851K 10.4K 12.3K

(Yetişkin içerik!!!) _______________ Eğer iki farklı hayat yaşıyorsanız hayat gerçekten zordu. Eğer o iki hay... More

1. Benimle Dans Etmeye Cesaret Edebilir misin?
2. Ondan Nefret Ediyorum
3. Selam Oğlan Çocuğu
4. Benden Kurtuluşun Yok
5. Yıldızsız Bir Gökyüzüm Var...
6. Bazı Sevgiler Sadece Yaralar
7. En Sevdiğim Şarkı
8. Hatırladıklarım Bana Yeter!
9. En Son Ne Zaman Ağladın?
10. Sadece Bir Makas
11. Geçmişin Kapısına Kilit Vurdum
13. İzler Silinir Ama Acısı Kalır!
14. Acımı Paylaşır, Acını Benimle Paylaşır Mısın?
15. Sırlarla Dolu Bir Geçmiş...
16. Şaşkın, Güzel ve Tehlikeli Dansçım
17. Hatırladığım Son Şey
18. Unutmak Hem Ödülüm, Hem Lanetim
19. Bölüm Alıntısı (VE GERİ DÖNÜŞ)
19. Karabasan Avlar Şahini
20. Bir Ölüm, Bir İntikam Yemini
21. İhanetin Çamuruyla Örtülü Mezar
22. Geçmişinle Yüzleşecek Kadar Cesur Musun?

12. Ben Seni Vuramam!

4K 510 956
By S-Mare

Merhaba Balerin ve Şahinlerim...

Keyifli okumalar...

Instagram: e.s.mare , esmare_den
TikTok: smare_hikayeleri

〰️
"Biz birbirimizi aynı sebepten vuramıyoruz Alina.
Ne kadar öfkeli olursak olalım birbirimizden de kopamıyoruz."

Bostancı Dayı - Nokta
________________

12. Bölüm🩰
Ben Seni Vuramam

________________

Arabaya yaslanmış ıssız sokakta Afşin ve Yağmur'dan bir haber beklerken yağmur hafif hafif çiselemeye başlamıştı ama birazdan hızlanacağı belliydi. Hava da biraz soğumuştu, üşümeye başlamıştım. Yine de arabaya girmek gibi bir niyetim yoktu. Asil ile aynı havayı olabildiğinde az solursam ruh sağlığım açısından o kadar iyi olacaktı.

Sesini açtığım telefondan bir bildirim geldi. Cebimden çıkarıp ekranı açtım. Bu gizli hatlı telefonumdu ve mesaj bilgi alışverişinin sağladığımız aplikasyondan gelmişti.

Yağmur bir grup kurmuştu. Grup Afşin, Ferman, Merih, ben ve Asil'den oluşuyordu. İlk mesaj Yağmur'dandı ve şu şekildeydi.

"Güneş bugün çalıştığı şirkete hiç gelmemiş."

Ona cevap Merih'den geldi. "Ana merkeze de uğramamış."

"Evine bakmak için gidiyoruz." Mesajı Asil yazmıştı. Zaten hemen ardından camı açtı ve "Hadi!" diye seslendi.

Kapıyı açıp içeri girdim ve bu kez yine bana yaklaşmak için fırsat yakalamasın diye kemerimi bağladım. Arabanın içinin sıcaklığı daha şimdiden iyi gelmeye başlamıştı. Bana iyi gelmeyen tek şey arabanın içini dolduran onun parfüm kokusuydu. Onunla ilgili hiçbir şeyi sevmiyordum belki ama bu koku... Koku anı demekti. Kokular anıları hafızana geri çağırırdı. Onun mistik ve ferah kokusu da beni, anıların evinde, huzur akan odalara götürmeye çalışıyordu.

Huzur kokan odalar...

O odanın zemininde kanlı ayak izlerim vardı artık. Huzur kokan her oda artık kan kokuyordu. İşte onun kokusunu solumak buydu, kan kokusu solumak gibiydi.

Asil arabayı çalıştırmadan önce bana kısa bir an baktı. Titreyişim gözünden kaçmamıştı. Keşke o gün yok saydığı gibi şimdi de bunu yok saysaydı ama o beni her saniye delirtmek için bahane arıyormuş gibi, "Arka koltukta küçük bir battaniye var," dedi.

"İyi böyle," dedim, şükür ki ses çıkarmadı. Gaza yüklenirken ben tekrar öten telefonumu çıkardım.

"Afşin ve ben ne yapalım?" yazmıştı Yağmur.

"Yakın bir mekâna gidip bizden haber bekleyin. Eve ne kadar az kişi girerse o kadar az dikkat çeker," diye yazdım.

"İyi madem," yazdı Yağmur. "Dar ve basık bir mekân bulmalıyız o zaman."

"O niye?" yazdı Ferman.

"Oğlum öpüşeceğiz ya," dedi yağmur. "Ferah bir mekânda dikkat çekeriz."

"Teyzeler var ya kokumuzu alır yeminle."

"Dedikodu malzemesi oluruz."

"Sana hafif adam dedirtmem ben!"

"O yüzden dar ve basık bir mekan buluruz inşallah!"

Afşin, "Kızım bir de inşallah diyorsun," dedi.

"Haram lan haram."

"Gören de Cuma namazlarını sen kıldırıyorsun sanır," dedi Yağmur da. Bir kapalı parantez, bir iki nokta, bir kesme işareti ve büyük D harfi... Uygulama emoji denen şeylerin kullanımını sağlamıyordu, sağlaması zaten katil bir birliğe uymazdı. O yüzden bu işaretlerin bir araya gelmesi sanırım Yağmur'un dilinde şeytani sırıtış demekti.

"Subhanekeyi biliyorsan ben de en adi şerefsizim!" diye bir mesaj daha attı.

"Sus!" yazdı Afşin. "Dinden çıkartma beni!"

"Çıksana!" yazdı Yağmur. "Gel hadi! Günaha girelim seninle yiğidim!"

Afşin'in yazısı hızla ekranda belirdi. "Tövbe estağfurullah! Tövbe haşa!"

"Şeytanın Türkiye ayağı bu kız!"

"Bismillah! Bismillah! Kışt!"

Yağmur, "Naz yapma! Naz yapma!" dedi hemen.

"Koynuma gireceksin sonunda."

"Sen de istiyorsun bunu güzelim!"

"Kabul et!"

"Benimsin! Helalimsin!"

Yüzümdeki sırıtmayla yazıları okurken, "Önemli bir şey var mı?" dedi Asil.

"Yok," dedim hala sırıtarak. "Yağmur Afşin'e yürüyor sadece. Her zamanki şeyler." Sonra kaşlarım çatıldı. Yok desem yeterdi, ne diye açıklama yapıyordum ki ona? "Sen önüne bak!" dedim bu kez ters bir sesle. "Önemli bir şey olursa zaten haber veririm."

"GÖRÜYORSUNUZ YA GÖRÜYORSUNUZ!" yazdı Afşin ve yazılar yine art arda yağmaya başladı.

"Neler diyor bana."

"Bir de bununla beni aynı göreve gönderiyorsunuz."

"Öperse beni ne olacak ha!"

"Ne olacak!"

Ferman, "Lan kesin goygoyu!" diye sonunda araya girdi. Bu kadar dayanması bile mucizeydi zaten ama ondan önce Merih'in tepki vermemesi şaşılasıydı. O bu konularda hep daha tahammülsüz olmuştu. Belki de Ferman'ın bu denli geç müdahale etmesi bunun yine Merih'ten geleceğini ummasındandı. Ondan umudu kesince yazmıştı. "Örgüt size bu uygulamayı oynaşın diye mi yaptı?"

"OYNAŞMIYORUZ BİZ!" yazdı Afşin hemen büyük harflerle. "Edepsizlik yapma, edepsiz!"

"Bu Ferman var ya, bu Ferman," yazdı Yağmur. "Mürüvvet düşmanı!"

"Herkes mutsuz olsun istiyor!"

"Herkes evde kalsın istiyor onun gibi ama biz evleneceğiz Ferman."

"Bir sürü de çocuk yapacağız!"

"Aman sabahlar olmasın!"

"Sen de kudur!"

Öyle bir kahkaha patlattım ki sesim arabanın içine yayıldı. "Sikeyim şu müziği," dedi Asil birden radyoyu kapatarak. "Kaçırdım."

Başımı önce yola sonra ona çevirdim. "Ne?" Dikiz aynasından baktım ve takip edilip edilmediğimizi anlamaya çalıştım. Yağmur hızını artırmıştı ama takip edilmiyorduk. O halde bu adam neyden bahsediyordu?

"Boş ver!" dedi Asil. "Sen her ne yazıyorlarsa okumaya devam et."

Dişlerim dudağımı sıyırırken ona gözlerimi kısarak baktım. Sessiz olmasını garipsemiştim aslında, böyle anlarda beni deli etmeden durmazdı ama şimdi sessizce arabayı sürüyordu. Dikkati tamamen yolda gibiydi, belki de yağmurun artışı onu tedbirli olmaya itmişti. Saçmalık! Onun en kötü havalarda bile arabayı nasıl ustalıkla kullandığını görmüştüm. Bu adamın başka bir derdi vardı ama neydi?

Sana ne Alina? Keyfini çıkar işte.

Balerin uyarısını yaptığında bakışlarımı hızla ondan çektim ve tekrar telefona döndüm. En azından grubun mesajları beni bulunduğum durumdan biraz soyutluyordu. Kokusunun getirdiği o kanlı odanın kapısını açmamı engelliyordu.

"Ağzının ayarı olsun Yağmur!" yazmıştı Ferman.

Yağmur cevap olarak, "Aşkım ayarlayacak onu birazdan," dedi. Hiçbir şey umurunda değilmiş gibi Afşin'e yürümeye devam etti. Belki de bu hiçbir şeyin umurunda olmamasındandı. Afşin haricinde elbette...

"Değil mi evimin direği?"

"Çocuklarımın babası!"

"Herif ya!"

Afşin, "İçinde bir kamyoncu bir de kro var bu kızın ya!" diye yazdı hemen. "Benim namusum çok tehlikede."

"Ciddiye de alınmıyorum ya!"

"Şu işe bak!"

Merih sonunda konuşmaya dahil olarak, "Bu mesajları örgüt yöneticileri görebiliyor," yazdı. "Biliyorsunuz değil mi? O yüzden şuna artık bir son verin! Bu durum can sıkıcı olmaya başladı."

"Oha!" dedi Afşin. "Harbiden mi?"

"Anne selam!" yazdı Yağmur.

"Damadın şu an naz yapıyor ama kızın halledecek!"

Yine gülmeye başladım. Kuşçu'nun mesajları okuduğunu hayal edince daha fazla güldüm. Yağmur, Yağmur'du işte.

"Öyle bir şey yok!" dedi Afşin hemen.

Yağmur, "Kaynanana selam ver bebeğim!" yazdı.

"El öpme emojisi de koy. Tüh ya! O bizde yoktu. Mecbur gidip elini bizzat öpeceksin."

"Kesin şunu artık!" yazdı Merih.

"Kessin ya!" yazdı Afşin.

"Ne olur kessin!"

"Öldürtecek bu beni!"

"Vallahi ben kızını kardeşim gibi görüyorum Kuşçu!"

Yağmur, "Kardeş deme lazım olur!" diye cevapladı onu hemen. Ve yine aynı şeytani gülüşü andıran işaretler...

"Siz aynı arabada değil misiniz?" yazdım hala gülerken. "Hatta siz en son motorlaydınız."

"Ha, o mesele," yazdı Yağmur.

"Bu benim salak aşkım var ya, anahtarı motorun üzerinde bırakmış!"

"Motoru çaldılar."

"Motoru arıyor şu an ya şapşal."

Afşin, "Kızım popomu mıncıklayınca neye uğradığımı şaşırdım," diye cevapladığında o an kafamda canlandı. Artık kendimi durdurmam mümkün değildi. Gülüşüm arabanın içine yayıldı.

"Namusum için kaçtım ben de!"

"Eyle yumuşak popişi var ki," yazdı Yağmur. Yine şeytani surat ifadesi oluşturan işaretler grubu peşinden geldi.

"Ben hep ellerim ya bunu bundan sonra."

"Alışmış kudurmuştan beterdir."

"Ben ikisiyim bir de artık."

"YIRTICI!" yazdı Ferman. "BALERİN!"

"Emredin şunlara sussunlar!"

"Ya da beni atın bu gruptan!"

"Ay lider izin vermeden gruptan çıkamıyor da bu garibim," diye yazdı Yağmur. Göremesem de yüzünde şu an pis bir sırıtış olduğuna emindim. "Yazık!"

"Mecburen öpüşürken attığım videoyu da izlemek zorunda kalacaksın!"

"Oha! Lan bu çok iyi!"

"Ne atsam izlemek zorundasın artık Ferman!"

Ferman, "Lan ne atacaksın!" dedi hemen. "Korkutma beni kızım!"

"Allah'ın manyağı seni!"

"Sakın salak salak şeyler atma!"

"Sana diyorum Yağmur! Sakın!"

"Psikolojini sağlamlaştır oğlum," diye yazdı Yağmur. "Gördüklerine kalbin dayanmayacak."

"Şu andan sonra buradaki hiçbir şeye bakmayacağım!" diye hızla cevap verdi Ferman.

"Yasak ki!" yazdı Yağmur hemen. "Neticede acil bir şey olabilir."

"Lider bir şey de artık şuna!" yazdı Ferman. Yüzü gözümün önünde belirdi, dinmeyen gülüşlerim artık kahkahalara dönüştü.

"Devam et Yağmur."

Mesajları gülerek okurken birden sustum çünkü mesaj Asil'den gelmişti. Ve bir mesaj daha geldi.

"Müzik çok güzel!"

Üzerimdeki bakışların yoğun ağırlığını o an fark ettim. Bakışlarım hemen Asil'in alaca gözlerini buldu. Elindeki telefonla dalgın dalgın bana bakıyordu ve araba... Durmuştu. Bakışlarımı hemen karşıya çevirdim. Etrafa bakmak istedim ama yağmur öylesine şiddetlenmişti ki hiçbir şey görünmüyordu.

"Neden durdun?" dedim çatık kaşlarla.

Gözlerini benden çekmeden başıyla ön camı işaret etti. "Yağmur görüşü sıfırlıyor. Araba da çok kayıyor. Biraz durmak zorundayız."

Yüzümü ekşittim. Şaka yapıyor olmalıydı. "Senin daha kötü havalarda araba sürüşünü biliyorum ben."

Omuz silkti. "Artık daha tedbirliyim demek ki."

Ona çıkışmak için yine yoğun bir arzuyla doldum ama bu bizi tekrar aynı çıkmaza sokacaktı. O yüzden kemerimi açtım ve "Gerek yok. Ben kullanırım," dedim.

Kapı koluna uzandığımda kapı kilitlendi. Bakışlarım yine onu buldu. "Görüş yok," dedi. "Hem arabamı hem de canımı senin ellerine bırakamam."

"Öldür beni diyordun daha bir saat kadar önce," dedim dişlerimin arasından.

Dudak büktü ve arkasına iyice yaslandı ama kahrolası gözleri hala bendeydi. "Zaten yaşatmıyorsun merak etme!"

İşte o buydu. Beni öfkelendirmeyi hep başaran Asil Alaca Şahin tam olarak yine ortaya çıkmıştı ve bunu hep başarıyordu da. Öfkeden yine alev almaya başlamıştım. "Senin derdin ne?" diye çıkıştım. "Söylesene! Ne derdin senin?"

Bu adam birileri tarafından sanki keyfimin içine etmek için gönderilmişti. Ne zaman mutlu bir an yaşasam o mutluluğu sanki bozmaya ant içmiş gibi ortaya çıkardı. Belki eskiden mutlu da ederdi ama o zaman da yine kapanışı o yapıp mutsuzluğuma mutsuzluk eklerdi. Öyle ki bazen keşke hiç mutlu etmese derdim.

"Bir derdim yok," dedi ve dudakları yukarı kıvrıldı. Başıyla yine camı işaret etti. "Baksana dışarıdaki yağmurdan hiçbir şey görünmüyor. Hiçbir şey. Sen sadece beni görüyorsun, ben de seni. Sen söyle Lina! Acaba benim derdim ne olabilir?"

Lina...

Kaburgalarım sanki birden ciğerlerime batacak kadar sıkıştı. Hayali kırılma sesini bile duydum. Tıpkı kalbimin ezilmek üzereyken çıkardığı o acı sese benziyordu...

Titremeye başlayan elimi hızla havaya kaldırdım ve işaret parmağımı ona doğrulttum. "Bu iki oluyor!" dedim dolu dolu bir öfkeyle. "Sakın! Anladın mı, sakın üç olmasın!"

Nefesim daha da ağırlaştı. Son sözleri bile içimdeki son nefesle söylemiş gibiydim. Kalbim ezilmeden bu arabadan çıkmalıydım. Onu feraha kavuşturmalı ve ciğerlerimi onun kokusundan soyutlamalıydım. Hızla onun üzerinden eğilip kapıyı açan düğmeye bastım. Geri çekilmek için hareket etmiştim ki kolumu kavradı. Nefessizlikten ölecektim sanki ama yine de öfkeden kızardığına emin olduğum yüzümü ona çevirdim. "Sen burada kal, ben çıkarım," dedi. Beni çılgına çevirip onun böylesine sakin kalması akıl alabilir gibi değildi.

Kolumu hızla çekip geri çekildim ve kapı koluna uzandım. Midem de bu anı bekliyormuş gibi bulanmaya başlamıştı. Hepsi birden üzerime gelmek zorunda mıydı? "Senin araban," dedim konuşurken zorlandığımı zar zor belli etmeyerek. "Kal ve sefasını sür."

Kapıyı açıp aşağı indiğim an bardaktan boşanırcasına yağan yağmurla yüzleştim. Sırtımı sertçe arabaya yasladım ve başımı gökyüzüne kaldırdım. Göğsüm bir balon gibi şişmişti sanki, kaburgalarımı parçalamak istercesine hareket eden ise kalbimdi. Ezilmeye başlamıştı... Boğulmak üzereydim artık, dayanamıyordum ona. Bana geçmişi hatırlatmasına dayamıyordum.

Lina, Güneş Işığım...

Kulaklarımda çınlıyordu sesi... Delirecektim.

Lina...

Elimi kulaklarıma kapattım. Önce derin bir nefes aldım ve ciğerlerimi rahatlattım ama bunun kalbime hiçbir faydası olmadığı acı bir gerçekle fark ettim. "Kahretsin!" dedim tıslarcasına.

Güneş Işığım...

Göz kapaklarım da sıkıca birbirine yapıştı. Bir isim, iki kelime... Bana işkence ediyordu adeta. Kalp atışlarımın hızlandığını hissedince ellerimi kulaklarımdan çektim ve kalbimin üzerine şiddetli bir darbe indirdim. "Sakın! Sakın! Sakın!" derken bile darbeleri esirgemedim. Art arda... Defalarca...

Ona olan öfkemde bile hızlansın istemiyordum. Ritmi her ne sebeple olursa olsun onun için artmayacaktı. Eğer atarsa o ritmin de eceli olurdum.

Tekrar vurdum. "Sakın!"

Bir darbe daha indirecektim ki bileğimi sıcak parmaklar sardı. Gözlerimi açtım, yağmur damlaları göz bebeklerimi yıkadı. Keşke karşımda olan adamı da yıkayıp temizleyebilseydi ama o temizlenmezdi. Onun ellerinde de kanım vardı benim.

"Yapma!" dedi sessizce. "Bir daha söylemem! Yeter ki yapma! Kendini suçlama, kendini acıtma! Beni suçla, beni acıt!"

Acı çekiyor gibi görünüyordu, ne büyük bir aldatmacaydı halbuki görüntüsü...

"Seni acıtmak..." dedim ve başımı aşağı eğip güldüm. "Seni acıtabilecek kişi ben değilim Alaca. Bir insanı ancak değer verdikleri acıtabilir. Seni acıtacak kişi çoktan gitti."

Bir insanı ancak değer verdikleri acıtabilir...

Kendi sözlerim bana ihanet etti adeta. Acı bir çığlığın keskin tırnakları dışarı çıkmak istercesine boğazıma yırttı.

Gözlerini başka yöne çevirdi ve küfretti. Kime ve neye bilmiyordum ama bana olmadığı kesindi. Nitekim o da kim olduğunu ardından belli ettik. "Kahrolası kızı ima edip durma!"

Bu beni şaşırtan bir şeydi işte. "Ne o?" dedim. "Gözde aşıklar olanlardan sonra hiç buluşmadı mı? Yoksa bazı şeyler sizin için iyi mi gitmedi?"

Arkasını döndü ve çatılan kaşlarımla başını gökyüzüne kaldırdı. Yağmur damları yüzünü yıkamaya devam ederken öylesine derin bir nefes aldığı göğsü yavaşça yükselip yavaşça alçaldı. Başını aşağı indirdi ve gözlerini bana çevirdi. Bana fazlasıyla uzun gelen bir süre boyunca sadece yüzüme baktı. Şimdi de susuyordu. Neden susuyordu kahrolası?

Konuşuyorum, sadece kimse beni duymuyor oğlan çocuğu...

Her ne kadar karşı koymaya çalışsam da geçmişin sesi, onun sesi, yine zihnimi ele geçirdi. Direnemedim. "Şu an..." dedim ve dilimle dudağımdaki yağmur sularını temizledim. "Konuşuyor musun?"

Yavaşça gülümsedi. "Duyuyor musun?"

Yardım dilenen bir gülüş gibiydi bu. Belki de ona aldandım. Anıların unuttuğum bir odasının kapısı o an aralandı.

"Bak bücür!" dedi küçük ışıkları göstererek.

Gözlerim iri iri oldu. "Küçük ışıklar!" Hızla topraktan kalkıp onlara doğru koştum, yakalamaya çalıştım ama hiçbirini yakalayamadım. Suratım asıldı. "Kaçtılar!"

Güldü. Sinirlenerek yanına yürüdüm ve aynı yere oturdum. "Neden onları yakalamak istiyorsun?" diye sordu.

Düşündüm ve sonunda en basit yanıtı bularak ona baktım. "Çünkü güzeller!"

Kaşları çatıldı. Yanaklarına değen dalgalı saçlarını geriye itti. "Güzel olmaları onları hapsedeceğin anlamına gelmez bücür. Onların evi burası..."

"Onlar börek!" diye çıkıştım. "Evleri yok!"

"Onlara göre de sen böceksindir belki ama bak, kimse seni hapsetmiyor."

Bu hiç hoşuma gitmedi. Keşke söylemeseydi. Unutmuştum ben hem, niye söylemişti ki? Başımı çevirip çıplak ve yer yer çamurlanmış ayaklarıma baktım. Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Bücür," dedi yine ama ona bakmadım. Ona bakayım diye çenemi tuttu ama elini ittim. "Böcek dememe mi alındın?"

Alındın demek küsmek gibi bir şeydi, yeni öğrenmiştim. Omuz silktim. Tekrar çenemi tuttu ama bu kez itmeme izin vermedi ve başımı kendisine çevirdi. Yüzüme baktı ve kaşlarını çattı. "Sen de başka bir şey var."

Kafam karıştı. Dikkatim de dağıldı. Anlamasına şaşırdım. Elimi pantolonumun cebine soktum ve cebimdekileri dışarı çıkarıp ona da gösterdim. "Jelibom," dedim biraz utanarak. "Nasıl anladın?"

Elimdeki renkli renkli şekerlere baktı ve güldü. "Nereden buldun bunları?"

"Mutfaktaki çekmelikten çaldım," dedim. Dudaklarımı birbirine bastırdım ve işaret parmağımı da onların üzerine. Sessizce konuşurken etrafa bakındım. "Söyleme ama sakın kimseye, tamam mı? Bu ikimizin arasında bir..." Bir an kelimeyi unuttum.

"Sır mı?" dedi bunu anlayarak.

"Sırcık," dedim hemen.

"Sırcık?"

"Böyle daha küçük saklanması gereken şeylere deniyor. Yağmur buldu."

"Sırcık," dedi yine ama hemen ardından güldü. "Tamam sırcığımızı kimseye söylemem," dedi gülerek.

"Komik değil bu," diye çıkıştım. "Niye gülüyorsun?"

Gülüşü yavaşça yok oldu. "Komik olmasına değil... Sadece.... Sen beni mutlu ediyorsun..." Bir şey daha söyledi ama o kadar sessiz söylemişti ki anlamamıştı. Sonra önüne döndü ve küçük ışıkları izlemeye başladı. Üzgün gibi göründü bir an.

"Ne dedin?" diye sordum merakla. Cevap vermedi. Jelibonları tekrar cebime attım ve küçük elimle kazağının kolunu çekiştirdim. Bana bakmadı. Elimi kolundan çektim ve bana yaptığı gibi yüzünü kendime çevirdim. "Konuşsana! Dilini mi yedin?"

Gülümser gibi oldu. "Konuşuyorum," dedi sessizce. "Sadece..." Bir şey içermiş gibi boğazı hareket etti. Upuzun bir nefes verdi, nefesinin sıcaklığı soğuyan ellerimi ısıttı. "Kimse beni duymuyor oğlan çocuğu."

Neden birden bu kadar üzüldüğünü anlamadım ama o üzülünce ben de üzülmüştüm. Çenesindeki elimi yanağına koydum. Gülümsedim. "Ben seni duyarım."

"Duyar mısın?" dedi sessizce.

"Duyarım, söz!"

Söz vermiştim ama o sözü tutmayacaktım. Artık tutmayacaktım.

Geçmiş geçmişti işte. Çocukça sözlerdi çoğu, bu anı da öyleydi. Ben onu dinlemiş, çok duymuştum. O da onu dinleyen kızı acı söyleriyle mükafatlandırmıştı. Ondandı ki artık o kızdan eser yoktu içimde. Ona çekinmeden gerçeği söyledim. "Hayır. Sesine kapalıyım, sessiz konuşmalarına da. Artık seni duymuyorum."

Sessiz ama derin bir nefes aldı. "Sen zaten beni hiç duymadın ki."

Söylediklerinde haksızdı ama o zaten nankör biriydi. O yüzden ne yadırgadım ne de cevap verdim. Arkamı döndüm ve arabanın kapısını açtım. İçeri girmeden önce, "Yağmur yeterince dindi, gidelim," dedim.

________________

Güneş'in kaldığı apartmanın önünde durduğumuzda arabanın sıcaklığına rağmen hala üşüyordum. Kıyafetlerim çok da kurumuş sayılmazdı ama Asil birkaç kez teklif etmesine rağmen arkadaki battaniyesini almaya da yeltenmemiştim.

Arabanın kapısını titreyen ellerimle açtım ve daha dışarıya adım atar atmaz daha da üşüdüm. Kış gelişini sonbaharın son yağmurlarıyla haber veriyordu. Ne kışı severdim, ne sonbaharı. Soğuk olan hiçbir şeyi sevmezdim.

Asil etrafa bakındı, şüpheli bir durum olmadığını anlayınca bana işaret verdi. Apartmana o önce girdi, bense etrafı tekrar kontrol edip peşinden ilerledim. Asansör çalışmayınca merdivenleri herhangi bir duruma karşı tetikte ilerledik. Güneş'in dairesi üçünce kattaydı. İkinci kata geldiğimizde belimdeki silaha uzandım ama kattaki sağ kapı aynı anda açıldı. Asil hızla yukarı çıkan merdivenlere dönerken beni de kolumdan çekti. Şimdi bir üst basamakta o duruyordu ve ikimizin de sırtı duvara yaslıydı. Pusuya düşürülme ihtimalimize karşı sessizce bekledik. Ta ki yaşlı bir amcanın sesini duyana kadar...

"Gelin buraya keratalar!"

Asil ile gözlerimiz birleşti. Ben yüzümü ekşitirken onun kaşları çatıldı.

Sessizliğimize karşılık, "Size diyorum," dedi adam. "Orada olduğunuzu biliyorum. Çıkmazsanız polisi arayacağım."

Hayda...

Ne yapacağız dercesine ona baktım. "Çıkalım bakalım," diye mırıldandı. "Yine nasıl bir boka bulaştık acaba?"

Aramızdaki tek basamağı inip önce o çıktı. Peşinden de ben. Herhangi bir tehlikeye karşılık elbette ona öncelik tanıyacaktım. Ölürse de işime gelirdi, yaşarsa da... O işte şaibeliydi.

Yaşlı bir adam dairenin kapısında dikiliyordu. Yüzü kırış kırıştı. Yere dayadığı bastonu tutan elleri titriyordu. Doksanlarına merdiven dayamış gibiydi. Gözlüklerinin ardından çatık bembeyaz kaşlarıyla da bizi inceliyordu. Derdinin ne olduğunu hala anlamadığımız için biz de onu...

"Buraya gelin!" dedi dede. Bayağı dedeydi bu adam çünkü. Kıpırdamayınca destek aldığı bastonun kaldırdı ve onunla gelmemizi işaret etti. "Hadi çocuğum, hadi!"

Bir hayda daha...

Acaba dede de bir piyon olabilir miydi? Gerçi bu adamın bir ayağı da çukurdaydı, bizi pusuya düşürüp ne yarar sağlayabilirdi ki?

Aslında o işler hiç belli de olmazdı. Üç kuruşa neler neler yapan insanlar görmüştüm ben. 7'sinden 70'ine hem de...

"Dedem biz bir arkadaşa..." demişti ki Asil, "Hele yine aynı yalan pe," dedi dede. Pe neydi bilmiyorum ama o sondaki e fizana doğru uzanmıştı. "Geçin içeri çabuk! Sabahtan beri sizi bekliyorum zaten."

"Dede her kimi bekliyorsan biz onlar değiliz," dedi Asil bu kez.

"Siz kimsiniz?" dedi dede de. Şimdi de kapıyı açıp da ilk kez bizimle karşılaşmış gibi davranıyordu. Demans ya da Alzheimer hastası olabilirdi. Belki de başka bir şey ama elbette bu yaşta kim bilir daha kaç hastalığı bir arada yaşıyordu.

"İşte sen kimi bekliyorsan o değiliz," dedi Asil.

Dedenin kaşları daha da çatıldı. Bir bana bir Asil'e baktı. "Siz hala dikiliyor musunuz? Getirtmeyin beni oraya!"

Şimdi de aklı yerine gelmişti.

Asil ofladı. Daha çok dikkat çekmemek için, "Uzatma!" dedim. "Adam hasta belli ki? Bir girelim içeri de, bir fırsatını bulup çıkarız."

Başını salladı ve ilerleyip dedenin yanından geçmeye çalıştı. Dede bastonunu ileri uzatınca durdu. "Siz kimsiniz?"

"Hayda!" dedi Asil içimdeki sesi duymuş gibi ama beni bir gülme tuttu o an. Dede bana bakınca dudaklarımı birbirine bastırıp gülüşlerimi içime hapsettim. Onun da gözleri Asil'e döndü yine.

"Ayakkabılarını çıkar, Latife'ye bulaştırma beni."

Dedeyle işimiz vardı bizim.

Asil ayakkabılarını çıkarmak için eğilirken ofladı. Dede bastonunu kafasına indirdi. İçimi yağları eridi deyimi var ya hani o an tam olarak onu yaşadım. Asil başını tutarken, "Ne yaptım şimdi?" dedi şaşkınlıkla.

"Oflayıp puflama!" dedi dede. "Kızı duvara sıkıştırıp öperken iyiydi. Edepsiz seni!"

Asil hala eğilmiş haliyle başını bana çevirdi. Kaşlarım havalandı, gözlerim irileşti. "Hay şansımı!" dedi. "Bari gerçekten öpseydim de baston yememe değseydi."

Havalanan kaşlarım çatıldı. Dede yine çıkıştı. "Oyalanma hayta! Çıkar ayakkabıları!"

Bastonu tekrar kaldırmasıyla Asil de ellerini kaldırdı. Onun nasıl bir soğukkanlılıkla kimleri kimleri öldürdüğünü görmeseydim bu hali belki de bu kadar komik gelmezdi. "Tamam dede, tamam!" dedi hızla. Ayakkabılarını hızla çıkardı ve içeri girerken yine söylendi. "Ülkemin dedesi bile psikopat ya!"

Dede bana baktı onun ardından. Tehlike sinyalleri alan beynim bastonu yememek için hızla harekete geçti. Ayakkabılarımı aceleyle çıkarıp içeri neredeyse koştum. Asil koridorun ortasından dikiliyordu. Nereye gideceğimi bilmesek de dede o sorundan da bizi kurtardı. "Salona geçin, ben de geliyorum şimdi."

Salon neresiydi onu da bilmiyordum ama Asil kapısı açık tek odaya yönelirken onu takip ettim. Dede de ardımızdan başka bir odaya girdi. Şimdi de salonun ortasında dikiliyorduk. Ev tipik yaşlı eviydi. İki çekyat ve bir tüplü eski televizyon vardı odada. Televizyon ünitesinin üzerinde de birkaç tane resim. Birinin arkası dönüktü. Tuzak olma ihtimalini hala canlı tutarak elimle belimdeki silahı kavradım. "Adam yokken çıkalım hemen," dedim hemen.

Kapıya doğru dönmüştüm ki kolumu tuttu. "Koridorda yakalanırız. Bir baston daha yemeye niyetim yok. Yaşlı zaten, birazdan uyuklamaya başlar, biz de kaçarız."

Bu kez oflayan ben oldum. Sürekli titreyen telefonumu çıkardım. Upuzun yazışmaları okumak için vakit kaybetmedim. Sadece son mesaja baktım. "Afşin ve Yağmur yakınlarda bir mekan bulamamışlar," dedim. Son söylediğime ise neredeyse gülecektim. "Ama motoru bulmuşlar."

"Her ihtimale karşılık binanın yakınlarında beklemelerini söyle," dedi Asil. "Ya da söyle, eve onlar baksınlar," diye düzeltti. "Daha fazla vakit kaybetmeyelim."

Başımı salladım ve mesajı hızla yazıp gönderdim. Başımı kaldırıp yine odaya göz attım. "Kim sandı ki bizi acaba?"

Asil omuz silkti ve televizyon ünitesine doğru yürüdü. "Beni torunu sandı galiba. Seni de..." Bir resmi eline alırken başını bana çevirdi. Uzun uzun baktı. "Uğruna ölecek kadar sevdiğim kadın falan."

Öyle bir söyleyişi vardı ki... Sanki bir tahmin yapmıyordu da olanı söylüyordu ya da kendi istediği şekilde çarpıtıyordu.

Gözlerimi kaçırdım. Çünkü onun sesi gibi gözleri bile yalancıydı. "Yaşlılıktandır," dedim umursamazca. "Nereye gitti şimdi peki? Hem karısı nerede?"

"Ölmüş," dedi Asil resimlere bakarken.

Kaşlarım çatıldı. "Bunu nereden çıkardın?"

Elindeki resmi kaldırdı ve arkasını çevirdi. Ufacık bir yazı vardı ama aramızdaki uzaklıktan okuyamamıştım. Asil anlamış gibi sesli okudu. "Annemsiz ilk yaz..."

İçime bir ağırlık çöktü. Sessiz bir nefes verdim. Asil resmi yerine bırakıp işaret parmağını televizyon ünitesine sürdü. Parmağındaki tozlara bakıp, "Muhtemelen son yazı da babasız geçirmişler," dedi.

"Niye yalı kazığı gibi dikiliyorsunuz!" diyen dedenin sert sesiyle kapıya döndük. Başında şimdi beyaz örgülü bir bere vardı. O şeyin bir adı olduğu biliyordum ama ne olduğunu hatırlamıyordum. Bir elinde hala bastonu dururken diğer elinde galiba bir kitap vardı. Bir de tül bir kumaş... "Oturun hadi!"

Dedenin amacını anlayamasam da arkamdaki koltuğa oturdum ama adam oturmamla, "Koltuğa değil!" diye bağırdı. Yerimden sıçradım. "Yere oturun, yan yana!"

"Niye?" dedi Asil yüzünü buruşturarak.

"Bir de niye diye soruyor!" diye çıkıştı dede. "Konuşma da otur zırtapoz!"

Asil yine bir baston yiyeceği endişesinden olsa gerek hemen dedenin söylediğini yaparak yere çöktü. Bana da gözleriyle yanını işaret etti. Bir dedeye bir bastonuna bakınca ben de hızla yanına adımlayıp yere oturdum. Dede önce televizyon ünitesinin yanına ilerledi. Kitabı tuttuğu eliyle bir de cilalı bir tahta kavradı. Ne yaptığını anlamayarak Asil'e baktım ama o bana değil dedeye bakıyordu. Çatık kaşlarıyla adamı izliyordu.

Dede bize doğru yürüdü ve Asil'e tahtayı uzattı. "Aç şunu!"

Asil'in gözleri sağa doğru kaydı ve dudaklarını düşünceli bir şekilde büzdü. "Yok canım ya," dedi kendi kendine. Güldü. "Yok artık!"

Neler oluyordu?

"Bıdılanma!" dedi dede. "Hade!"

Asil yine düşünceli bir şekilde bu kez sola baktı. Dedenin bastonu kaldırdığını fark edince hızla atılıp tahtayı aldım. Baston kazara bana da gelebilirdi. Bakınca bunun açılan bir şey olduğunu anladım. Hatta ne olduğunu da... Camide görmüştüm bunu. Kuran koymak için kullanılıyordu. Dedenin elindeki kitap da Kuran olmalıydı.

Dede bize Kuran okuyacaktı herhalde. Amcaların, teyzelerin dini söylemlerine birkaç kez rast gelmiştim ama ilk defa birinin koridorda öpüşürken yakaladığı, yani yakaladığını sandığı, çifte kuran okuduğuna şahit oluyordum.

Tahtayı açtım. Dede kuranı üzerine bıraktı ve oturmadan önce elindeki kumaşı bana uzattı. "Nazife'nin sandığından aldım, ört başını!"

Kumaş naftalin kokuyordu. Bu kokuyu dede bana onu uzatırken bile almıştım. Elinden aldım ve başıma üstünkörü sardım. Bunu yaparken bile elim ayağım birbirine dolanmıştı. Kahrolası Asil ise gülerek başımdaki kumaşı düzeltti. Yüzüme dokununca dişlerimi istemsizce alt dudağıma geçirdim.

"Şimdi bize iki şahit lazım!" dedi dede.

"Ne..." dedim anlamayarak. Dikkatim o an yine dağılmıştı. "Ne için dede?"

Bana baktı ve kaşlarını çattı. "Ne için olacak kızım?" dedi kızgın bir sesle. Tanrım, ben mi aptaldım? Hiçbir şey anlamıyordum.

"Ne için dede?" dedim çekine çekine. Mafyalara, çetelere, her türlü pisliğe kafa tutan Balerin gitmiş yerine bir kedi gelmişti sanki. Az önce Asil'in haline komik demiştim bir de ben değil mi?

Dede öfkeli bir nefes verdi. "Kızım ne için olacak?"

Yüzüm acı çeken bir ifade kazandı ve yardım dilenir gibi Asil'e baktım. "Ne için ya?"

Kaşları havalandı ve dudaklarını birbirine bastırdı. "Ne için?" dedi o da.

NE İÇİN YA? NE İÇİN?

Ondan medet ummanın aptallığını fark ederek tekrar dedeye baktım. "Dede ne olursun soruya soruyla karşılık verme! Ne için şahit lazım?"

Dede bana baktı, baktı, baktı. Sonunda dudakları aralandı. "Sen kimsin?"

"Hayda!" dedi Asil gülmeye başlayarak.

"Sen neye gülüyorsun?" diye çıkıştı dede öfkelenerek.

"Dede!" dedi Asil bağırır gibi. "Sen bize nikah mı kıyacaksın?"

Gözlerim iri iri oldu. Neye uğradığımı şaşırdım adeta. Hızla ayağa kalktım. "Ne... Ne nikahı?"

"Sen gavur musun?" dedi dede.

"Ne?" dedim yine.

"Yarı Rus o dede," dedi Asil. "Ama bu bize engel değil. Nikaha devam et sen."

"Ne nikahı?" diye gürledim sonunda.

"Dini nikah," dedi dede. "Otur da kıyalım kızım hemen."

Asil yine gülmeye başladı.

"Saçmalama dede!" dedim aniden bağırarak.

Kapıdan aniden bir gürültü yükseldi. Asil şükür ki gülmeyi kesti, yine kaşları çatıldı. Eli beline giderken ben de hemen silahımı kavradım ve Yağmur ve Afşin içeri daldı. İkisi de nefes nefeselerdi. Yağmur'un yanakları kızarmıştı. Afşin'in de burnu. İkisinin de başında birer şapka olsa da saçları dağılmıştı. Biraz da ıslanmışlardı.

Afşin elindeki silahla ela gözlerini bana çevirdi. "Alina!"

"Afşin!" dedim şaşkınlıkla.

Yağmur elindeki silahla Asil'e baktı. "Yırtıcı!"

Asil kaşlarını kaldırdı. "Yağmur!"

Afşin bu kez öylece onlara bakan dedeyle göz göze geldi. "Yaşlı dede!"

"Aha benim polis torun da geldi," dedi dede.

Yağmur Afşin'e baktı. "Sen polis misin?"

Afşin yüzünü buruşturdu. "Ben polis miyim?"

Asil uyarıcı bir biçimde başını salladı ve tek kaşıyla dedeyi işaret etti. "Polissin ya tabii, yoksa elinde neden bir silah olsun değil mi?"

"He," dedi anlamış gibi Afşin. Başını salladı. "Doğru polisim?" Kaşlarını çattı. Düşünceli bir ifade takındı. "Peki, torun muyum?"

"Torun olmasan niye eve alacaklı gibi dalasın değil mi?" dedim dişlerimin arasından.

"Ee sen bağırdın ya!" dedi Yağmur. "Biz de bir şey oldu sandık!"

"Kesin gevezeliği!" dedi dede. Yanında duran bastonunu kavradı, yanını işaret ederken Asil ona vuracağını sanmış olmalı ki hızla geri çekildi. Buna neredeyse gülecektim. Tabii şu nikah mevzusu hala zihnimde tazeliğini korumasaydı. Gülmeyecektim. Ben onu öldürecektim.

"Geçin siz de şöyle!" dedi dede.

Yağmur sonunda silahını indirip beline yerleştirirken, "O niye ki?" diye sordu.

"Şahit olacaksınız!" dedi dede. "Niye olacak?"

"Ne için?" dedi Afşin.

"Ne için olacak oğlum?" dedi dede.

Afşin bir bana bir Asil'e, bir de dedeye baktı. "Ne için olacak?" dedi anlamayarak.

"Yahu ne için olacak?" dedi adam sinirle.

Yine o kısır döngüye girdik iyi mi?

Afşin kafası yanmış gibi bize baktı. Sonra dedeye döndü yine. "Dede sen ne diyorsun Allah aşkına?"

Dede ona baktı, baktı, baktı. Gözleri yine kısıldı. Beyazlamış kaşları çatıldı. Gözlüklerini geriye itti. "Sen kimsin?"

"Hayda!" dedi Yağmur.

Ellerimi yüzüme kapattım. Delirecektim artık. Dedeye sezdirmeden kaçmak fikri önemini çoktan yitirmişti. "Çıkıp gidebilir miyiz artık şuradan?"

"Siz niye buradasınız ki zaten?" dedi Yağmur.

"Niye olacak kızım?" dedi dede. Bu adam da, görüntüsü gidip gelen televizyon gibiydi. İşin acı tarafı ise gelen görüntü de karıncalıydı.

"Dede!" diye neredeyse bağırdım. "Yine aynı döngüye sokma bizi!" Asil'e baktım ve başımla kapıyı işaret ettim. "Kalk hadi, defolup gidelim artık!"

"Nikah ne olacak?" dedi Asil. Bu adam kafayı yemişti. Söylediğinin başka bir açıklaması olamazdı.

"Ne nikahı?" dedi Yağmur ve Afşin aynı anda.

"İmam nikahı," dedi dede. "Hadi geçin de kıyalım!"

Yağmur'un gözleri irileşti. Afşin'in ağzı şaşkınlıkla açık kaldı. Bense göz devirdim. "Gidelim!" dedim yanlarından geçerken ama ikisi de geri dönmek yerine hızla Asil'in sağ tarafına koştu ve aynı anda yere çöktü. Bu kez ağzı açık kalan ben oldum. "Ne yapıyorsunuz siz?"

"Şahit oluyoruz!" dedi Yağmur sırıtarak. Dedeye döndü heyecanla. "Bunlardan sonra da bizim nikahımızı kıy emi dedem? Ay benim nur yüzlü dedem. Canım dedem."

Afşin şoka uğramış gibi kalakaldı. Dede ise beni hiç şaşırtmayan bir cevap verdi. "Ne nikahı?"

"Gidelim, gidelim! Hadi!" dedi Afşin ve hızla ayağa fırladı. Dede bastonuyla sertçe dizine vurunca eliyle bacağını kavradı ve tek ayağının üzerinde zıplamaya başladı.

"Otur şuraya kerata seni! Bu kızın koynuna alırken iyiydi de, nikaha gelince mi kötü oldu?"

"Hiç," dedi Yağmur. Aniden kaşları çatıldı ve o da hızla ayaklandı. Afşin'in yakalarını sertçe kavradı. "Lan beni koynuna alıyorsun da niye bana haber vermiyorsun köpek seni?"

"Yağmur!" dedi Afşin acı çeker gibi. "Bunu sana nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum ama öyle bir şey hiç yaşanmadı."

Yağmur kaşlarını kaldırdı. Yükselen ses tonu aniden düştü. "Hiç mi?"

"Hiç," dedi Afşin.

Yağmur'un dudakları yapmacıktan titredi. Yavaşça ellerini geri çekti ve "Olsun," dedi içli içli. "Hayali bile güzeldi."

"Kızım ne ara hayal ettin, yuh!" dedi Afşin. Gözleri birden irileşti. "Sen... Sen neler hayal ediyorsun ya? Utandım be ben!"

İnler gibi bir ses çıkardım. Dedeye baktım, halının püskülleriyle oynuyordu şimdi de ama her an görüntü tekrar gelip bastonu birimize sallayabilirdi. En azından kafası gidip geliyordu da olanların da bizim kim olduğumuz da farkında değildi.

Yağmur, Afşin'e şeytan şeytan sırıtırken, "Şu an görevdeyiz, farkında mısınız?" diye çıkıştım. Keyfinden zerre ödün vermeden, hala oturduğu yerden Afşin ve Yağmur'u izleyen Asil'e baktım. Gerçi onları izliyordu ama gözlerinin onları gördüğünü sanmıyordum. Düşüncelere dalmış gibiydi. "Alaca!" dediğimde başı mekanik bir şekilde bana döndü. "Su güzel mi?"

Gözlerini dalgınca kıstı. "Suyu bilmem ama..." dedi donuk bir sesle. Bu adama arada bir şeyler oluyordu. "Manzara güzel."

Bıkkınca iç çektim. Yağmur'la göz göze geldim. Bakışlarında yine o sorgulayıcı ifade belirmişti. Canım sıkıldı, bu kız kolay kolay içini kemiren şeyi öğrenmeden bırakmazdı ve biz şu an onun içini kemiren şeydik.

"Tahir dede!" Koridordan gelen tanıdık sesle Yağmur ve Afşin dikleşti. Asil yerinden kalktı. Dede halının püskülleriyle oynamaya devam etti. "Tahir dede neredesin?"

Silahımı yavaşça belimden çıkardım ve sesin sahibi kapıda göründü. Güneş...

Göz göze geldik. Kısa bir an dondu, sonra içeridekilere baktı. Arkasını dönüp koşmaya başlaması aynı anda oldu. Peşinden koşmam da aynı saniye...

"Neyine kaçıyor bu şimdi?" dedi Yağmur ardımdan.

Evden çıktığımızda Güneş merdivenleri inmeye çoktan başlamıştı. Hızımı kesmeden ardından koşmaya başladım. Aynı zamanda ceketin kapüşonunu kafama geçirdim. "Güneş!" diye bağırdım. "Kahretsin! Nereye kaçacaksın?"

Cevap vermedi, hızını da kesmedi. Afşin arkamdan bir küfür savurdu. "Sokakta öylece onu kovalayamayız!" dedi nefes nefese.

Kesinlikle!

Apartmanın çıkış kapısına ulaşmadan onu durdurmamız gerekiyordu ama apartmanın içinde ateş de edemezdik.

Son katı inerken ben de küfrettim. Maskeleri almamıştık, belki maskeler yanımızda olsaydı... Artık bunları düşünmek boştu çünkü son merdivenleri inerken Güneş çoktan dışarı çıkmış olmalıydı.

Merdivenler bittiğinde nefes nefese kalmıştım ama yine de durmadım. Camdan ara kapıyı itip çıkış kapısının olduğu sağ tarafa döndüm. Döndüğüm an da durdum çünkü Güneş kapının bir adım önünde dikiliyordu. Elindeki ona doğrulttuğu silahıyla duran ise Asil'di.

Afşin bir şaşkınlık nidası çıkardı ve zeminde kayarak yanımda durdu. Yağmur ise ona çarparak...

"Yok artık!" dedi. "Işınlanıyor mu bu adam?"

Asil'in Güneş'e bakan gözleri bedeninde hiçbir kıpırda olmaksızın bize doğru döndü. O da kapüşonu kapatmıştı ama dalgalı saçları yine de asice dışarı taşmıştı. "Yangın merdivenini kullandım!"

"Ben..." dedi Güneş kekeleyerek.

Asil'in gözleri tekrar ona döndü. Yüz ifadesi hızla değişti. Uzun süre sonra Yırtıcı yüzünü tekrar göstermişti işte. "Korku kokuyorsun," dedi ürkütücü gibi bir sesle.

"Lütfen," dedi bu kez. Titremeye başlamıştı.

Yağmur'un yutkunuşu kulaklarımı doldurdu. Göz ucuyla Afşin'in kolunu sıktığını gördüm. Ve Afşin'in elini onun elinin üzerine koyuşunu...

Onu tekrarlayarak, "Lütfen..." diye mırıldandı Asil. Gözleri öylesine etrafta dolaştı ve başını hafifçe sallarken dudaklarını büktü. "Sana acımamızı bekliyorsun değil mi?" Gözlerine sinen karanlıkla ona baktı yine. Güneş neredeyse yerinden sıçradı. "Acıma yok!" dedi sertçe Asil. "Kısasa kısas Güneş! Ölen her Şahin ve Güvercine karşı kısasa kısas!"

Adımlarım sonunda yönünü buldu ve onlara doğru ilerledim. Güneş'in yanına geldiğimde bana bakan ıslak gözlerine karşı içim bir an titredi ama bu yüzüme hiç yansımadı. "Bize zorluk çıkarmadan dışarıdaki araca ilerle Güneş!"

"Kendi ayaklarımla ölümüme yürümemi istiyorsunuz," dedi ağlayarak.

"Çünkü bizi de kendi ayaklarımızla ölüme yollamıştın."

"Ama," dedi Yağmur kısık sesle. "Bizi ifşalamadı. Yani bu... Bu hafifletici bir neden sayılır değil mi?"

Yağmur çok iyiydi, Yağmur haddinden fazla iyiydi. Ferman onun kardeşi gibiydi ama yine de Güneş için içindeki sızıyı kesemiyordu. Ferman ölseydi eğer Güneş için yine de böyle düşünür müydü acaba? Bunu hiç bilemeyecektik.

Ben iki türlü de düşünemezdim. Sadece Ferman için de değil, ölen her üyemiz için...

Güneş umutla bize baktı. Aniden Asil'in elindeki silahı aldım ve ona doğrulttum. Asil'in kaşları çatılırken kendi silahımı Güneş'e uzattım. "Al," dediğimde şaşkınlıkla bana baktı. "Al!" dedim daha sert bir sesle.

Silahı titreyen elleriyle aldı.

"Balerin!" dedi Afşin tereddütlü bir sesle ardımdan.

"Karışmayın!" Hala Asil'e bakarken Güneş'e, "Silahı Alaca'ya doğrult!" dedim. Tereddüt içinde kaldı. "Yap şunu!" diye direttim. "Plan basit! Her şeyi ona yıkacağız! Sırf lider olmak için tüm planı onun kurduğunu söyleyeceğiz! Henüz senden yönetimin haberi yok zaten."

Asil kıpırdamadı. Sadece bana baktı. Söylediklerime de kendisine doğrultulan ikinci silaha da tepkisiz kaldı. "Tetiğe bas!" dedim Güneş'e. "Seni kurtarmanın tek yolu bu, görmüyor musun? Ferman'ın tekrar lider olmasının da."

"Alina, ne yapıyorsun?" dedi Yağmur panik içeren sesiyle.

"Tetiğe bas!" dedim yine, sertçe.

Ve Güneş tetiğe bastı.

Boş silahın hafif sesi duyuldu.

Güneş şaşkınlıkla bana döndü. Cebimden silahın şarjörünü çıkardım ve havaya kaldırdım. Göz ucuyla Yağmur'a baktım. "Masum birini daha sırf kendi hayatı için tereddütsüz harcayacak birinin hafifletici hiçbir nedeni olamaz!"

Asil hızla cebinden çıkardığı enjektörü Güneş'in boynuna sapladı. Güneş'in şok içindeki bakışları saniyeler içinde kayboldu ve gözleri kapandı. Asil onu baygın bedenini tutarken Afşin ve Yağmur'a, "Dışarıyı kontrol edin!" diye emretti.

İkisi de ikiletmedi ve hızla yanımızdan geçip dışarı çıktılar. Ancak o an Asil bana tekrar baktı. Hayır, Asil olarak değil tam olarak Yırtıcı olarak baktı. Serbest olan eli beline gitti ve bir silah daha çıkardı. Hep yedek silahı olurdu. Silaha baktı ve başını omzuna eğip alaca gözlerini bana çevirdi. "İkinizi de vurabilirdim."

Sesi buz gibiydi. Gülümsedim, içinde zerre samimiyet yoktu. Tıpkı onun sesi gibiydi benim de gülümsemem. Buz gibi... "Ona oyun oynadığımı anladığın için olabilir mi?"

"Anlamadım," dediğinde kaşlarım çatıldı. Bu imkansızdı. Çok da mantıksızdı. Orada örgütün habersiz olduğunu söylemiştim, sadece o kısım bile her şeyi açıklıyordu. Bunu söylememiş olsam dahi Asil bu kadar basit bir şeyi anlamayacak biri değildi. O hep zeki bir piç kurusu olmuştu.

"Saçmalamayı kes!"

"Anlamadım Alina," dedi üzerine basarak. "Çünkü gözlerindeki ifade onun beni gerçekten vurmasını diler gibiydi. O ifadenin sessiz sözleri vardı. Ben sadece onları duydum "

"Farz edelim ki öyle, bu seni neden şaşırttı ki? Seni öldürmek istediğim gerçeği sürpriz değil."

"Hayır, anlamadığım şey," dedi yavaşça. "Beni öldürmesini bu denli isterken ona neden boş bir silah verdiğin. Sende daha önce bu ifadeyi yalnızca bir kez gördüm. Sonra da beni vurdun zaten."

Dişlerimi sıktım. "Çünkü suçluydun ama şimdi... Çünkü masumdun. Bunu sen de biliyorsun, o halde bu saçma sorularının amacı ne?"

Elindeki silahı kaldırırken, "Hayır, cevap bu değil," dedi.

Ve silahı Güneş'in baygın bedeninde başına dayadı.

"Ne yapıyorsun?" dedim şaşkınlıkla.

"Vur beni!" dedi keskin bir sesle. "Yoksa ben onu vuracağım."

"Sen..." dedim şaşkınlığım daha da büyürken. "Ne saçmalıyorsun?"

"Vur!" dedi üzerine basarak. "Yoksa ben vururum. Yaparım, biliyorsun. Bu da ondan hiçbir şey öğrenemememize neden olur."

"Ve karabasanlara verilirsin," dedim dişlerimin arasından. Tanrı'm! Kafayı yemişti birden bire. Ona tonlarca laf söylemiştim ve de yapmıştım. Buna neden bu denli takılmıştı şimdi?

"Bana silah doğrulttuğunu söylerim, yalan da değil."

"Biz?" dedim üzerine basarak. "Bizi unutuyorsun. Her şeyi anlatacak olmamızı unutuyorsun. Hem... Tanrı aşkına! Ne yapıyorsun sen?"

Son söylediklerimi duymazdan geldi. "Emin ol, size değil bana inanırlar."

Sesinden yine kibir aktı. Kanımı öfkeyle kaynattı. Elbette ona inanırlardı, o Şahin'lerin varisiydi. Benim Güvencinlerin lideri olmam bile bir yerden sonra önemini yitiriyordu.

Silahımı ona doğrulttum. "İndir şunu!"

"Yapmayacağımı biliyorsun, vur beni! Beni durdurmanın tek yolu bu!"

"Alaca!" dedim sesimi zorlukla kısık tutarak.

"Üç..." dedi yavaşça. "Hadi!"

Kafayı yiyecektim. Bu iki manyak nereye kaybolmuştu?

Eğer hemen gelmezlerse Asil söylediğini yapardı çünkü. Sadece derdinin ne olduğunu anlamıyordum? Onu zaten hiç anlamıyordum ki.

"İki!"

"Saçmalama!" diye bağırdım sonunda. Apartmandan sesler geldi, sonra kesildi. Garip değildi. Muhtemelen kavga eden bir çift olduğumuzu düşünmüşlerdi, çoğu da buna duyarsız kalırdı. Başına bela almak istemezdi.

"Bir!"

Silahın tetiğindeki parmağı kıpırdadığında düşünmeden, plansızca elimdeki silahı çevirdim ve namlusunu göğsüme dayadım. Parmağı o an durdu. Kaşları çatıldı. "Ateş et! Hatta aynı anda edelim!" dedim. "Eminim kendimi vurmamı zevkle izlersin."

Göğsüme dayadığım silaha baktı. Yırtıcı bir anda gitti. Yerini Asil'e bıraktı. Silahı aşağıya indirdi. "Neden kendini öne sürüyorsun Alina?" dedi imalı bir sesle. "Beni vurmak varken neden kendini öne sürüyorsun? Üstelik bunu zevkle izlemek istediği söyleyerek kendinle çelişiyorsun."

"Sen de az önce ikinizi de vurabilirdim dedin," diye bir savunma yaptım.

"Seni vurmadım, vuramazdım da ama onu vururdum, sen bunu yapabileceğimi en iyi bilen kişiydin. Artık masum değildim, yapabileceğim şey masum değildi ama beni yine vurmadın. Aksine beni durdurabilmenin tek yolu olarak kendini gördün." Tek kaşı havalandı. "Çünkü?"

Sessiz kaldım. Öyle ki o sessizlikteki huzursuzluk dikenli teller gibi boğazımı sardı. Silahı istemsizce aşağı indirdiğimi bile çok sonradan fark ettim.

"Çünkü..." dedi yine cevap vermediğimi görerek. "Biz birbirimizi aynı sebepten vuramıyoruz Alina. Ne kadar öfkeli olursak olalım birbirimize..." Kısa bir an sustu ve "Birbirimizden de," diye düzeltti kendini. "Kopamıyoruz."

Nasıl... Tanrım nasıl bunu söyleyebiliyordu? Yaşadığımız onca şeyin ardından nasıl böyle bir şeyi pervasızca söyleyebiliyordu?

Kopamamakmış... Biz hiç bağlanmamıştık ki kopalım. Ben bağlanmıştım sadece. Ben de kopmamış parçalanmıştım adeta.

"Seni daha önce vurdum," dedim aptalca sözlerine karşılık. İçinden geçenleri dile dökememem öyle zordu ki... "Sen de beni vurdun. Gerçek bir silah olmasa da kalbimi durdurdun. Şimdi ne saçmalıyorsun?"

"Omzumdan," dedi hemen. "Beni omzumdan vurmuştun ama sen hedefi şaşırmazsın."

Lanet olsun!

"Beni vurdun!" diye bağırdım bu kez. Öfkem hem doğru söyleyişineydi hem de her şeyine. "Sen beni vurdun şerefsiz herif!"

Başını ağır ağır salladı. "Seni vurdum, öyle değil mi?" Sesinde anlamsız bir şeyler vardı. Kapıdan Afşin ve Yağmur girmeden önce ise fısıltıyla konuştu ama duymuştum.

Saçma sapan iki cümle daha...

"Ben seni vuramam Alina. Bunu içten içe sen de biliyorsun ama kabullenemiyorsun."

Merhabalar Güvercin ve Şahinlerim...

Keyifler nasıl?

Beni özlediniz mi? 🥰 Ben sizi çok özledim...

Bölüm yorumlarına geçelim hemen...

Balerin yeri...

Asil Alaca Şahin yeri...

Yağmur yeri...

Afşin yeri....

Ferman yeri...

Merih yeri...

Bölüme gelelim...

Afşin ve Yağmur bildiğimiz gibi...

Asıl imam nikahı bekliyor ama az kalsın güme de gidiyordu 😈

Son sözlerini siz nasıl yorumladınız?

Son olarak bölüm boyunca en beğendiğiniz yere şuraya beklerim...

Sizi seviyorum, siz kendinizi biliyorsunuz ❤️

Der ve S.Mare kaçar 💃🏻

Continue Reading

You'll Also Like

72.9K 2.2K 81
İşini ailesi gibi gören bi psikolog ve sinirlenince kimseyi tanımayan mafya aşka inanmayan adama aşkı öğreten kadın💖 Ateş ❤️ Ezgi
225K 19.9K 58
Eleanor için kurt adam, vampir ve büyücülere inanmak kolaydı. Sonuçta o, anne ve babasının kurt adamlar ve vampirler tarafında öldürüldüğünü savunan...
58.2K 12K 21
🏆WATTYS 2022 YARI FİNALİSTİ🏆 Psikoloji | Gizem / Gerilim Sekiz kişi, bir helikopter kazası. Denizin ortasında ıssız bir ada, adanın ortasında hafız...
1.1K 235 33
Duyguların yasak olduğu bir dünyada; kendini, duygularını ve hayatı anlamaya çalışan bir kadın. Savaşı kazanmak için insanlığını geride bırakmış bir...