Zümra 15 Mayıs'ta kaldırılacak

By thezelalo

872K 44.4K 28.6K

İntikam ateşiyle yanan bir adam... Umuduna sarılan güçlü bir kadın... Zümra Korhan, babasının yaptıklarının b... More

Duyuru
Zümra
1. Ölüm Meleği
2. Canavar
4. İntikam
5. Cehennem
6. Karar
7. Oyun
8. "Gelinim"
9. 17 Aralık
10. Yardım Çığlıkları
11. Yakın Temas
12. Ah be Kadın
13. Dans
14. Hayal kırıklığı
15. Uyanan çocuk
16. Biriken Acılar
17. Kıvılcım
18. Nefret
19. Arzu
20. Buse
21. Geçmişin acı izleri
22. Çaresizlik
23. Yeni başlangıçlar
24. İtiraf
25. Acı gerçekler
26. Kalp sesi
27. İlk adım
28. Huzur
29. Yıldızlar şahidim
30. Sarıl bana
31. Son Vedam
32. Gerçekler Ve Yüzleşme
33. Son Defa...
34. Silinik Hatıralar
35. 17 Haziran
36. Sarmaşık
37. Hasretinle Yandı Gönlüm
38. "Beyaz Kelebeğim"
39. Canavarın İni
40. Herkes öldürür sevdiğini
41. Acı, Aşk, Vazgeçiş
42. Son Sahne

3. Anlaşma

27.4K 1.2K 297
By thezelalo

Keyifli okumalar

Ormana girdiğimden beri defalarca aynı yerde dolanıp durmuştum. Ormandan çıkış yolu yoktu sanki. Yorulmuş ve aynı zamanda acıkmıştım, bileğimin ağrısı da yürüdükçe katlanmış ve ayağımdaki botlar da bileğimi sıkıyordu.

Daha fazla dayanamayıp yere oturdum. Ayaklarımı uzatırken sırtımı kalın gövdeli ağaca yaslayıp kafamı gökyüzüne kaldırdım. Ağaçların arasından zar zor görebildiğim kara bulutlara bakıp ofladım.

Umutla etrafıma bakınırken, hangi tarafa gitmem gerektiğini düşünmeye başladım. Sık ağaçlara umutsuzlukla bakarken, uzaktan duyduğum sesle korkuyla irkilip etrafıma bakındım. İnsan sesleri değildi, sanki, sanki kurt uluyordu. Dikkatlice sese odaklandığımda arkamda duyduğum tıkırtılarla yerimden sıçrayarak ayağa kalktım. Endişe ve korkuyla etrafıma bakınırken arkamda duyduğum sesle donup kaldım.

"Sobe!" Dedi canavar.

*

Umut ve Zümra, her zaman birbirine zıttı. Annem çekip gittiğinde umutla geri dönüşünü beklemek, babamın hastalığının geçmesini umutla beklemek hayatım boyunca beni hep yormuş ve hırpalamıştı ama garip bir şekilde bana zıt geldiğini bile bile hala içimde kocaman bir umut taşıyordum. Bir umutla o evden kaçmayı başarmıştım ama o umut, karşımdaki karadan da kara gözlü canavarın bakışlarında hapsoldu.

"Yazık, sevincini kursağında mı bıraktım?" Sesindeki alay tınısı beni öfkelendirmek yerine korkutmaya başlamıştı. Gözlerindeki sinir beni buracıkta öldüreceğini söylerken korkuyla bir adım geriledim. "Biraz daha oynamak ister misin?" Sinirin sardığı ses telleriyle beni tehdit ederken bileğimin ağrısıyla dudaklarımdan küçük bir inleme firar etti. Yüzümü buruşturup derin bir nefes aldım ve gözlerine bakmadan etrafı incelemeye başladım. Sık ağaçların sardığı yerden hiçbir kaçış yolum yoktu. Tekrar canavara bakıp, "Bırak beni gideyim. Lütfen bırak. Benim hayallerim var, yapmak istediklerim, yaşamak istediğim bir hayat var, bırak, bırak beni hiçbir şey olmamış gibi gideyim. Söz... Söz kimseye beni kaçırdığını söylemem." Dedim, yalvararak.

Tabi ki söyleyecektim. Şimdi sadece duygu sömürüsü yapıp canavarın beni azat etmesini sağlıyordum.

Bakışlarını bir süre gözlerimden ayırmayıp düşündü. Sesli bir nefes verdiğinde küçük adımlarla bana doğru yaklaşmaya başladı. "Tamam." Dedi ve aramızda birkaç adım bırakarak durdu. Gözlerime bakarken içimdeki korku çığlıklarını susturup yine umutla dolgun biçimli dudaklarının arasından çıkacak kelimeye odaklandım. "Madem hayallerin ve amaçların var seni azat ediyorum küçük kız..." Kafasını kaldırıp arkama baktı. "Yola oradan çıkacaksın." Sonra kafasını kaldırıp gökyüzüne baktı. "Birazdan hava kararacak ama, hava kararmadan bu ormandan çıkarsan özgürsün." Sert ve ürkütücü bakışlarını gözlerime iliştirdiğinde sinirle, "Ama çıkamazsan o zaman şansına küs." Dedi ve arkasına bakmadan geldiği yöne doğru yürümeye başladı.

Şaşkınlıkla arkasından ona bakarken beni bu kadar çabuk bırakmasını anlamamıştım. Arkasına bakmadan yürümeye devam ederken bakışlarımı ondan çekip arkama baktım. Sonra ise gökyüzüne baktım. Yolun arkamda olduğunu söylemişti ve akşam olmadan buradan kaçmamı da ama ona güvenmiyordum.

Madem yol arkamdaydı neden o karşımda yürüyordu?

Beni kandırıp kendisi ormandan çıkacaktı ve bana yanlış yönü vermişti ki akşama kadar burada oyalanayım diye. Düşüncelerime hak verip onun arkasından yürümeye başladım. Şişen bileğim canımı inanılmaz derecede yakmasına rağmen pes etmeden arkasından yürümeye deva ettim. Gizlice arkasından yürürken beni fark etmemesi için aramızda mesafe bırakmış ve oldukça sessiz adım atıyordum. Varlığımı hissederse yolunu değiştirebilme ihtimali vardı ve bunu göze alamazdım.

Hava kararmaya başlamış ve önümdeki canavar hala yorulmadan yürümeye devam ediyordu. Bileğimdeki ağrı yürümeme engel olurken ara ara afallayıp düşmek üzereyken zorla ayakta durabilmiştim. Yağmaya başlayan yağmur bedenimi üşütürken, bana büyük gelen şişme monta sıkıca sarılıp yürümeye devam ettim. Sık ağaçların ilerisinde gördüğüm ışıkla heyecanla soluklanıp yolu bulmamın umuduyla tüm gücümle yürümeye devam ettim. Yürürken ara ara yağan yağmurun ıslattığı saçımı arkaya itekleyip sağ bileğime fazla basmadan yavaşça duraksayıp dinleniyor ardından canavarı takip etmeye devam ediyordum.

Hava sonunda kararmıştı ve sonunda ormanın sık ağaçlarını gerimizde bırakmıştık. Kurtulmanın heyecanıyla arkama dönüp geride bıraktığım ormana bakıp derin bir nefes verdim. "Kurtuldum." Diye mırıldandım heyecanla.

"Önüne bak küçük kız... Bak bakalım kurtulmuş musun?" Arkamdaki sese irkilerek döndüğümde bu sabah kaçtığım ev karşımda bütün ışıkları yanar vaziyette duruyordu. Bakışlarımı evden çekip karşımdaki canavara baktığımda dudaklarının kenarını alayla yukarı kıvrıldı. "Se-Sen!" dedim ve sinirle yüzüne baktım. "Beni kandırdın!" Diye eklediğimde kafasını iki yana sallayıp, "Cık" ladı. "Seni kandırmadım, sen kendini kandırdın. Sana doğru yolu tarif etmiştim." Omuzlarını kaldırıp indirdiğinde bedenimi süzerek bakışlarını gözlerimde durdurdu. "Kaybettin ve şimdi önüme düş!" dedi sinirle.

"Tabi ki de önüne düşmeyeceğim." Deyip ormana doğru topallayarak koşmaya başladım. Gücümün yettiği yere kadar koşacaktım, gerekirse geceyi o korkunç ormanda geçirir o yaratığın evine gitmeyecektim.

Ormanın içine girdiğimde yağan yağmur yüzünden ıslanan elbiselerim bedenimi üşütmüştü. Sanırım buradan çıkmadan ölecektim. Koşmaktan hızlanan kalp atışlarım göğüs kafesimi delmek isterken, ne olduğunu anlamadan kendimi bir boşlukta bulmamla dudaklarından koca bir çığlık kaçtı. Karanlıkta gözüm hiçbir şey görmüyor ve bir şey yapamıyordum. Düştüğüm yerde acılar içinde kıvranırken yolun sonuna geldiğimi hissettim.

Sabaha sağ çıkmam kesinlikle mucize olurdu. Kollarımı titreyen bedenime sıkıca sararken gökten bardaktan boşalırcasına yağan yağmurun huzurunda biriken gözyaşlarımı serbest bıraktım. Ölüm bu kadar kolay olmamalı. Henüz değil, annemi bulmadan, babamı iyileştirmeden ölmek istemiyordum.

Göz kapaklarım yanaklarımı ıslatan sıcak gözyaşlarımla birlikte kapanırken, bana kucak açan ölüme sarıldım ve gücümün tükenmesiyle daha fazla dayanamayıp gözlerimi yumdum. İçimden son dileğim ise, "Sabah sıcak yatağımda uyanmam ve bunların kötü bir kâbus olmasını" dilemem olmuştu.

🖤

Ne zamandır bu kapanda olduğumu bilmiyordum, gözlerim kapalıydı ama zihnim dışarıdan gelen sesleri algılıyordu. Bedenimi neredeyse hissetmiyordum. Tenimi bıçak gibi kesen soğuk hava yüzünden dişlerim birbirine sürtünüp kontrolsüzce titriyordu.

"Zümra!" Adımı duymamla bağırıp yardım istemek istiyordum ama maalesef göz kapaklarım kilitlenmiş gibi aralanmıyor ve uyuşan bedenimden dolayı kolumu bile kaldıramıyordum. "Yardım," dedim fısıltıyla çıkan sesimle.

"Demir! Kızı buldum ayı tuzağına düşmüş." Ayak sesleri kesildiğinde tanımakta güçlülük çektiğim sesin sahibi yüzümü avuçlarının arasına alıp telaşla, "Yanıyor." Diye mırıldandı.

"Ölmüş mü?" Bu ses celladımın sesiydi her ne kadar derinlerden ve boğuk çıkmış olsa bile onu tanımıştım. "Yaşıyor." Bacaklarımdan ve sırtımdan geçirdiği koluyla bedenimi havaya kaldırmasıyla düşmemek için kollarımı tanımadığım adamın göğsünden kazağını sıkıca tuttum. "Dayan küçük kız, iyileşeceksin." Diye fısıldadı kulağıma.

"Mert vicdan yapmayı bırak da kızı bana uzat." Dedi canavar. Kucağında olduğum kişi Mert'miş. Onunla ilk karşılaşmamızda sıradan şirket çalışanları gibiydi. Psikoloji okumama rağmen o gece ikisinin de bu kadar cani olduklarını anlamamıştım. Demir'de soğukluk hissetmiştim ama fazla takılmamıştım.

Mert bedenimi Demir'in kollarına bırakırken kollarımı sıkıca boynuna doladım. Titreyen soğuk bedenim kucağında yavaşça ısınırken burnuma dolan odunsu kokusu ölümün en güzel kokusunu çağrıştırıyordu. Celladımın sıcak göğsüne daha fazla sokulup bedenimi tekrar uykuya teslim ettim.

🖤

Bedenim okyanusun derinliklerinde kaybolurken bileğimi sıkıca tutan ele direnmeyip beni karanlık dibe çekmesine izin verdim. Bakışlarım hala yüzünü tam olarak göremediğim mavi gözlü adamdayken gözlerindeki şefkat ve çaresizlik, bedenim dibe battıkça yok oluyor ve silüeti tamamen gözümün önünden siliniyordu. Dibi olmayan okyanusta sürüklenirken bileğimdeki el gevşedi ve bedenimi serbest bıraktı.

İçime derin bir nefes aldığımda ciğerlerim nefesle buluştu ve kuru öksürükler ile gözlerimi yavaşça araladım. Öksürmeye devam ederken sussuzluğun kuruttuğu boğazım acımaya başlamış her öksürdüğümde suzsuzluktan çatlayan toprak gibi bir damla suya muhtaç hissediyordum.

Görüş açıma giren Zehra'nın tedirgin ve korkak bakışlarıyla göz göze geldiğimde, "Su." Dedim güçlükle. Zehra hızla, "Su mu istiyorsun?" Diye sorunca kafamla onayladım. "Tamam kızım." Başucumdaki sürahiden bardağa su boşalttığında yavaşça uzandığım yerden doğrulup sırtımı yatak başlığına dayadım ama hareket ettiğimde sağ ayak bileğim ağrımış ve bu yüzden dudaklarımdan küçük bir "Ah." Kaçmıştı.

Zehra elindeki bardağı bana uzatırken, "Şükürler olsun Allah'ım." Diye mırıldanıp tebessüm ederek gözlerime baktı. Elindeki bardağı alıp suyu kana kana içmeye başladığımda içimdeki ateşi söndürmeye yetmemiş birkaç bardak daha içmiştim. Üçüncü bardağı da içtiğimde İçimdeki yangın nihayet sönmüştü. Boğazım ve bileğim dışında gayet iyi hissediyordum.

Zehra şefkatle, "Kızım iyi misin? Bileğin ağrıyor mu?" Diye sordu.

"İyiyim desem inanır mısın?" Sertçe söyleyip gözlerine kızgınklıkla bakarken bütün siniri ondan çıkartmamak için derin bir nefes aldım. "Özür dilerim." Dedim sakin bir tonda. Zehra'nın gözlerinde bir anlık parıldama olurken, "İyiyim desen bile inanmam. Bu yaşadıkların çok korkunç ve zor. Demir bunu neden yapıyor bilmiyorum ama sana yardım etmek için elimden hiçbir şey gelmiyor ve gelmediği için kendime çok öfkeliyim." Zehra yanıma yaklaştığında elini alnıma koyup kısa bir süre bekleyip geri çekildi. "Ateşin düşmüş. Bir yerin ağrıyor mu? Demir seni buraya getirdiğinde ateşler içinde yanıyordun, iki gündür ateşin düşmek nedir bilmiyordu." Dedi endişeyle.

Kapının açılmasıyla içeri giren mavi gözlü Mert ile göz göze geldiğimizde odanın kapısını kapatıp yatağa yaklaştı. Zehra bana yemek getireceğini söyleyip odadan çıktığında Mert ile yalnız kaldık. "Nasılsın?" diye sorup yanı başımda durdu.

Gülümseyip, "Ah çok iyiyim, sorduğun için sağ ol ya," diye dalga geçtim. Karşımdaki adama anında kaşlarımı çatarken, "Aptal mısın? Oradan bakınca çok mu iyi görünüyorum?! Aklınızı kaybetmişsiniz! Bu yaptığınız çok büyük bir suç! İnsan alıkoymaktan ömür boyu hapis yatarsınız!" Sinirimi kustukça tahriş olan boğazım canımı yakıyordu.

"Tamam küçük kız sinirlisin." Karşımda ukalaca gülümsediğinde gözlerimi devirip camdan dışarıya baktım. Hava yine kasvetli ve yağmurluydu ama odam değişmişti sanki. Hızla bakışlarımı odada gezdirdim. Diğer odaya göre bu daha büyük ve giyinme odası yoktu Yatağın karşısında siyah kocaman bir dolap, yatağın sağında yere kadar inen camlar ve solunda ise kapısı açık banyo bulunuyordu. Camın kenarına yerleştirilmiş iki tane tek kişilik siyah deri koltuk ile aralarına bırakılan siyah küçük bir masa canavarın siyah aşkını tekrar hatırlatmıştı.

"Demir'in odası." Bakışlarımı Mert'in sırıtan yüzüne çevirdiğimde kaşlarımı çattım. "Evin dördüncü katındayız ve sana kötü haberim var, bu sefer balkondan atlamaman için balkonun kapısını kapattık," deyip, ellerini göğsünde birleştirirken, "Yalnız ikinci kata atlamana hayran kaldım." Dedi, hayretle.

Gözlerimi ondan ayırıp, "Neden beni tekrar buraya getirdiniz? Neden orada bir başıma ölmeme izin vermediniz?" diye sordum. Yeşil irislerimi, mavi irislerine iliştirdiğimde usulca, "Neden beni öldürecek? Ben hiçbir şey yapmadım ki." Dedim, masumca. Dudaklarından çıkacak cümleleri beklerken konuşmak için dudaklarını aralayıp, tekrar kapattı.

"Kafayı yiyeceğim!" Diye çıkıştığımda yüzüme düşen kahverengi saçımı geriye doğru itekledim. Birkaç saniye bana anlamsızca baktıktan sonra, nihayet duudaklarını araladı. "Demir birazdan gelir bunları onunla konuşursan iyi olur." Deyip, yanıma yavaşça yaklaştı. Üstümdeki yorganı kaldırıp bileğime baktığında ayaklarımı hızla karnıma çektim. Bileğimin ağrımasıyla tekrar dudaklarımdan bir inleme kaçmıştı.

"Uzak dur benden!" Diye tısladım ama Mert uzak durmak yerine gülümseyip ayaklarımı yavaşça uzattı. "Şimdi öfkenin sırası değil küçük kız. Bırak da bileğine bakayım." Konuşmak için dudaklarımı tam aralayacakken, "İtiraz etsen bile bileğine bakmadan buradan çıkmayacağım." Deyip, doğrularak kapısı açık olan banyoya girdiğinde, açılıp kapanan dolap kapağı sesleri işittim. "İşte buradasınız." Deyip, banyodan çıktı.

Elinde küçük ecza çantası ile bana yaklaşarak, çantayı yatağın boş kısmına bırakıp içinden sprey ile sargı bezi çıkarttı. "Bileğinin hızlı iyileşmesi için sürmem gerekiyor." Bana bakıp, "Sürebilir miyim?" Diye sordu.

"Mümkünse hızlı sür ve bir an önce odadan çık." Dedim kollarımı göğsünde birleştirirken. Kafasıyla onaylayıp önüne döndüğünde sırıtıp bileğimdeki sargı bezini çıkarttı. "Bileğin gayet iyi şişliği de geçmiş. Akşam da ilaç sürersem ağrısı tamamen geçer." Diye konuştu.

Hızla bileğime sprey sıkıp tekrar sardığında ayak ucumdan kalkıp yüzüme doğru gelmeye başladı. Bakışlarını bir an bile gözümden çekmeyince korkuyla Mert'e baktım. "Se-"

"Alnındaki bandı da değiştirmem gerekiyor." Diye sözümü kestiğinde elimi anında alnıma götürüp varlığını yeni hissettiğim yara bandına dokundum.

"Ayı tuzağına düşmüştün, seni bulduğumda ateşin vardı havale geçirmene az kalmıştı. Neyse ki şanslıymışsın bütün gece en azında yırtıcı hayvanlardan korunmuşsun," dedi, normal bir şey anlatıyormuş gibi konuşarak.

"Yırtıcı mı?" diye sordum, uysallıkla.

"Evet. Ormanda Ayı ve kurt var," dedi, kendini sohbete kaptırmış gibi.

"Asıl yırtıcı sizsiniz!" dedim sertçe. Mert kahkaha atıp yara bandını değiştirdiğinde hâlâ kıkırdıyordu. "Gülme! Ciddiyim!" dedim, sinirle. "Sen de o Demir olacak canavar da ormandaki yırtıcılardan daha zararlı ve yırtıcısınız!"

"Sen de pek uslu sayılmazsın ha küçük kız?" Doğrulup yatağa bıraktığı çantayı ile az önce değiştirdiği sargı bezini alıp banyoya girdi.

Birkaç saniye sonra banyodan çıkarken, "Açım ben." Dedim.

Mert bir anlık şaşırsa bile kısa sürede şaşkınlığın yerini kıkırdama aldı. "Zehra abla birazdan yeme-" Kapının açılmasıyla elinde tepsiyle odaya giren Zehra'ya bakıp, "Hah işte yemeğin geldi." Diyerek odadan çıktı. Çıkmadan önce afiyet olsun diyerek gülümsemeyi de ihmal etmemişti. Ne hoş ama değil mi? İkisi de kafayı yemişlerdi.

Zehra elindeki tepsiyi kucağıma bırakıp odadan çıktığında getirdiği ayran çorbasını üfleyip içerek, bütün kaseyi kısa sürede bitirdim. Tamamen doyduğumu hissetmemle tepsiyi başucumdaki komodine bırakıp bakışlarımı yağan yağmura çevirdim. Amcamı, yengemi ile Batuhan'ı merak ediyordum. Yengem'in ne kadar üzgün olduğunu tahmin edebiliyordum ve bunu bilmek canımı yakıyordu. Amcam muhtemelen bana arabayı aldı diye Batuhan ise arabayı hızlı sürmemi istediği için şu an kendilerini suçlu hissediyorlardır. Onlara gidip yaşadığımı ve üzülmemelerini söylemek istiyordum ama kahretsin ki bu canavar canımı almadan rahatlamayacaktı.

Kapının açılmasıyla bakışlarımı içeri giren Zehra'ya çektim. "Yemeğini bitirmişsin şimdi ilaç alman gerekiyor." Elindeki ilaçları bana uzatırken tepsinin üstündeki bardağı eline aldı. İtiraz etmeden ilaçları içtiğimde Zehra tepsiyi alıp odadan çıktı. Tekrar odada yalnız kalırken, yeni bir kaçış planı düşünmeye başladım. Bu sefer daha dikkatli olmam gerekiyordu.

🖤

Akşama kadar odada düşünüp durdum ama maalesef aklıma hiçbir kaçış planı gelmemişti. Kapının açılmasıyla düşüncelerimden çıkıp içeri giren Demir ile göz göze geldiğimizde sinirle burnumdan soluyup adımlarını izledim. Ağır ağır hareketlerle elindeki bilgisayarı ile sağ tarafımdaki koltuğa geçtiğinde, bilgisayarı küçük orta masaya bırakıp ekranını bana çevirdi. Ekranı kapalıydı ve ne yapmaya çalıştığını anlamamıştım.

"Beni çok yordun Zümra Korhan," bıkkınca bir nefesini dışarı verip arkasına yaslandığında bacaklarını açıp rahatça oturdu. "Canımı da fazlasıyla sıktın." Karadan da kara gözlerini bedenimde gezdirip bakışlarını gözlerimde durdurduğunda, "İyisin, iyisin..." diye mırıldanıp, derin bir nefes aldı.

"Hastasın sen!" dedim sinirle. "Kafayı yemişsin."

Dudağının kenarı hafifçe yukarıya kıvrılırken, dikleşip bilgisayarı açtı. "Şimdi seninle güzel bir anlaşma yapacağız, ve sen bu anlaşmayı her şartıyla kabul edeceksin." Bilgisayarın ekranı açılırken karşıma direkt dört tane farklı kameradan görüntüler açıldı. Anında gözlerim kocaman açılınca, heyecanla yataktan kıpırdanıp ekrandaki aileme baktım.

Gizli kameradan aktarılan görüntülerden; birinci kamerada amcam, evin salonunda önündeki kağıtları incelerken, ikinci kamerada yengem mutfakta bir şeyler ile uğraşıyordu. Üçüncü kamerada Batuhan dışarıdaki salıncağa oturmuş öylece düşünüyordu. Dördüncü ve son kamerada ise babamı görmemle heyecanla babama baktım. Yine her zamanki gibi camın kenarındaki sandalyesine oturmuş dışarıyı izliyordu. Onları böyle görmek canımı yakmıştı. Hepsi dalgın ve mutsuz görünüyorlardı. Babamın yüzünü görmesem bile üzüldüğünü hissediyordum. Bilgisayarın ekranını kapattığında sinirle Demir'e baktım.

"Şimdilik bu kadarı yeter," dedi sertçe.

"Benden ne istiyorsun ruh hastası?" diye sordum güçlükle.

"Senden babanın hatalarının bedelini ödemeni istiyorum." Ona anlamsızca bakarken boğazını temizleyip konuşmaya devam etti. "Altı ay Zümra Korhan, altı ay boyunca yanımda kalacaksın ve o altı ayın sonunda sağ kalırsan serbestsin... Ama altı ay sonunda ölürsen..." deyip sustuğunda, "Delisin sen! Kafayı yemişsin!" diye öfkeyle bağırıp, yataktan kalktım. "Canisin!"

"Ben mi caniyim?! Şimdiye kadar ailenizin kökünü bitirmedim diye şükret! O babanı, amcanı, yengeni, Kuzenini ve anneni gebertmediğime şükret!" Söylediklerini dehşetle dinlerken kanım dondu sanki.

"Annem..." Sağ bileğime fazla basmadan karşıdaki koltuğa oturdum. "Annenin neden kaçtığını biliyor musun? Peki babanın neden aklını kaybettiğini?" Kafamı iki yana sallarken gözümden akan bir damla yaşı hızla elimin tersiyle sildim. "Anlat dinliyorum," dedim usulca ama o anlatmak yerine rahatça arkasını yaslayıp beni izlemeye başladı.

"Anlat." Dedim tekrar ama o ağlamamdan haz almış gibi sessizce beni izlemeye devam etti.

"Ya anlat diyorum Demir Arslan! Madem beni alıkoydun bütün nedenlerini anlat!" Göz yaşımı son defa elimin tersiyle silip derin bir nefes alırken, Demir yerinden doğrulup dudaklarını araladı.

"Önce anlaşalım." Bilgisayar ekranını tekrar bana döndürdüğünde konuşmaya başladı, "Evin dört tarafında keskin nişancılar var, sevdiklerinin yaşaması senin elinde. Babanı öldürmemek için kendimi zor tutuyorum ama ne yazık ki onun da hayatı senin elinde." Ekrandaki görüntüler kapanırken birden keskin nişancıların görüntüleri belirdi. Gördüklerim karşısında nefesim kesilirken ne yapmam gerektiğini düşünmeye başladım. Bir şeyler yapmalıydım, bu adam hastaydı.

"Ya benimle sessizce gelirsin ya da bütün aileni aynı dakikada öldürürüm. Annen de dahil küçük Hanım." Dediğinde, buz gibi çıkan sesi, kalbimi keskin bir bıçak gibi keserken içime oluk oluk akan kan nefes almamı zorlaştırdı. Az önce söyledikleri zihnimde yankılanırken, "Annem?" Diye sordum ruhsuz çıkan sesimle.

"Evet annen. Şu an nerede ve ne yaptığını bildiğimi ve istersem onu bile öldürebileceğimi söylesem?" dedi acımasızca. Kafamı hızla iki yana sallarken, "Ona dokunma," dedim. "Anneme sakın dokunma." Çaresizce gözlerine bakarken bu durumdan gayet memnun bir şekilde sırıttı. "Yerini öğrenmek istiyorsan altı ay beklemelisin küçük Hanım. Altı ay sonunda ölmezsen annenin yerini sana söylerim ama ölürsen artık gerçek mezarına gelir." Dedi ciddiyetle.

"Blöf yapıyorsun!" diye çıkıştım.

"Yapmıyorum!" Sert çıkan sesiyle irkildiğimde, "Sana inanmıyorum." Dedim.

"İster inan ister inanma... Her neyse asıl konumuza gelelim haydi kararını ver." Dedi rahatlıkla.

Annemi hep kendi çabalarımla aramış ama her seferinde hüsrana uğramıştım. Tek bildiğim şey Türkiye'de olduğuydu. O gün, o arabaya binip gittikten sonra hava kararana kadar denizin karşısındaki banka oturmuş öylece babamın gelmesini beklemiştim hava kararmıştı ama babam gelmemiş yerine amcam gelmişti.

Birlikte eve gittiğimizde babam beni görür görmez küçük bedenimi sarsarak annemin nereye gittiğini sormuştu ben ise bilmediğimi söylemiştim. O günden sonra babamı neredeyse görmüyordum artık. Büyüyeceğimi sanarak o sırrı bir yıl boyunca saklamıştım ama annem ile babamın oyunundan sıkıldığım için bir gün yengeme her şeyi anlatmıştım.

"Bunu yapamazsın, masum insanları öldüremezsin." Dedim fısıltıyla çıkan sesimle.

"Yaparım," dedi kara gözlerini, gözlerime dikerek.

"İnan bana Zümra Korhan gözümü kırpmadan yaparım." Bakışlarımı tekrar ekrana çektiğimde keskin nişancılara baktım. "Ka-kabul Allah'ın belası. Kabul! Kahretsin kabul aşağılık herif!" diye, sesimi yükselterek konuştum.

"Aferin zeki kız." Deyip zafer kazanmış bir edayla sırıttığında yüzüne yumruğu geçirmemek için kendimi zor tuttum. Gerçi yumruğu geçirdiğim anda beni öldürürdü ama olsun en azından içim biraz soğurdu.

"Annemin yerini bildiğine dair kanıt istiyorum." Kapattığı bilgisayarı kucağına aldıktan sonra ayağa kalkıp kapıya doğru yürümeye başladı.

Arkasından hızla ayağa kalkıp bileğinden tuttum. "Bana annem ile ilgili kanıt göstermeyene kadar hiçbir yere gitmeyeceğim." Omzunun üstünden önce bana sonra bileğinden tuttuğum elime baktığında hızla bileğini bıraktım. "Eğer annemin yaşadığından emin olursam yemin ederim çıtımı çıkartmadan istediğini yaparım." Dedim, sakince.

"Sakın bir daha beni durdurmaya kalkma!" Dişlerinin arasında tıslayıp kara irislerini yeşil irislerimle birleştirdi. Uzun uzun sinirle gözlerime bakarken bakışlarımı ondan çekmeyip cesurca vereceği cevabı bekledim. Nihayet bakışlarını gözlerimden çektiğinde tuttuğum nefesimi bıraktım. Cebinden çıkardığı telefonuyla birini görüntülü arayıp, baş parmağıyla ön kamerayı kapattı. İki çalıştan sonra telefonun açılmasıyla karşıdan görünen kadınla ile dudaklarım titremeye, gözlerimden tenimi yakacak kadar sıcak yaşlar düşmeye başladı.

Annem, hâlâ çok güzel ve genç görünüyordu. Siyah uzun saçları hâlâ kıskanılacak kadar güzeldi. Siyah gözlerinin kenarında küçük kırışıklar çıkmıştı ama ona çok yakışmıştu.

"Alo... Alo kimsiniz?" Annemin meraklı bakışlarına bakakaldım. Dudaklarımı aralayıp konuşacakken, Demir hızla telefonu kapattı. Telefonun kapanmasıyla bütün gücüm çekilmiş gibi yere düştüm. Annemi özlemiştim. Onun sesini, kokusunu, şefkatini, beni kucaklayıp sıkıca sarmasını özlemiştim. Annemi özlüyordum, beni bırakıp gitmesine rağmen kahretsin ki onu hâlâ çok seviyor ve özlüyordum.

Demir telefonu cebine koyup odadan çıktığında hıçkırıklarım şiddetlenmiş içimde fırtınalar kopmaya başlamıştı. Uzun bir süre yerde ağlarken hıçkırıklarım dinmiş yerini iş çekişlerim almıştı. Hayatım boyunca hiçbir zaman bu kadar ağlamamıştım. Annem beni bırakıp gittiğinde babam beni yok saydığında bile nadiren ağlamıştım. Ağlamak benim için her zaman zayıflık olmuştu ve şimdi o zayıflığın içine hapsolmuştum.

Ama buna izin vermeyecektim benim adım Zümra ve ben Zümra isem bunu Demir Arslan'ın yanına bırakmayacaktım. Ona boyun eğmeyecektim ve bu oyunu onun kurallarına göre oynamayacaktım. Omuzlarım iç çekişlerimle sarsılırken yanağını ıslatan göz yaşlarımı parmaklarımla silip derin bir nefes aldım. Şimdi yıkılmanın zamanı değildi, şimdi güçlü durmanın zamanıydı. Ayağa kalkıp odadan çıkmak için bir adım attığımda bir anlık unutkanlıkla acıyla inleyip sağ bacağımı kaldırdım.

Kapının açılmasıyla, "İlaç vakti geldi." Dedi içeri giren Mert, beni ayakta görünce anında kaşlarını çatıp yanıma yaklaştı.

"Sakat kalmak istiyorsan doğru şeyi yapıyorsun." Deyip bir kolunu bacaklarıma diğer kolunu sırtıma yerleştirip bedenimi kucağına aldı. Düşmemek için hızla kolumu boynuna dolarken sinirle, "Ne yaptığını sanıyorsun?! Bırak beni!" Deyip sağ alimi yumruk yapıp göğsüne birkaç defa vurdum. Mert'in kaşları çatılırken, "Ah! Kızım deli misin? Sadece yardım ediyorum." Deyip acıyla inledi. Bedenimi yavaşça yatağa bırakırken, "Elin de bedenin de baya ağırmış." Doğrulup elini beline götürdüğünde uzun süre sonra gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Mert mavi bakışlarını gözlerimle birleştirirken derin bir nefes alıp, "Ayağın nasıl oldu?" Sorduğu sorunun cevabını beklemeden banyoya ilerledi.

"İyileşir, iyileşmez tekrar kaçacağım." Dedim homurdanarak.

"Demir ile anlaştığınızı sanıyordum." Banyodan çıktığında ilk yardım çantasını getirip ayak ucumda oturmuş ve hızla sargıyı yenilemişti.

"Babamın... Günahlarının bedelini ödeyecekmişim," dedim sakince. Mert elindeki çantanın fermuarını kapatırken, "Babam ona ne yapmış?" Diye sordum ürkerek.

Oysa benim babam hiç de kötü birisi değildi. Sadece bazen çok içer ve eve sarhoş halde gelir o zaman bile anneme ya da bana hiçbir zararı olmazdı. Sadece annem ile evlendiği için pişman olduğunu söylediğini hatırlıyordum. Bazen günlerce hatta aylarca eve gelmezdi annem hiç merak etmez ve aramazdı da ama ben babamı özlerdim, hâlâ özlediğim gibi. Onu her şeye rağmen hâlâ özlüyordum.

Mert gözlerime baktı ve "Demir'in sana anlatması daha güzel olur, merak etme en yakın zamanda sana her şeyi anlatacaktır." Dedi.

"O... Katil mi? Yani gözünü kırpmadan can alacak kadar kalbi taşlaşmış mı?" diye sordum merakla.

"Bunu zamanla öğrenirsin," dediğinde yüzündeki gülümsemeyi silip ciddiyetle banyoya doğru yürüdü. "Açım ben," dedim banyodan çıkarken. Yüzüme bakıp kahkaha atarken bu sabah da aynısını yaptığım aklıma gelmesiyle bu sefer kendimi tutmayıp gülümsedim. "Ben de açım. Aşağıda beraber yiyebilir miyiz?" merakla bana bakarken Demir'in evde olduğu aklıma gelince kafamla red ettim. Sanki ne düşündüğümü tahmin etmiş gibi, "Demir evde değil. Zehra abla da evine gitti." Dediğinde kafamla onaylayıp, "Tamam." Dedim.

Normal insanlar muhtemelen böyle bir durumda asla yemek yemez hatta konuşmazlar bile ama ne yazık ki ben yemek yemeyi her şeyden çok seviyordum, bu durum sanırım beni daha çok acıktırıyordu. Demir'in evde olmamasının rahatlığıyla Mert'in yardımıyla dördüncü kattan merdivenler sayesinde mutfağa nihayet gelebilmiştik. Kocaman evinde asansör vardı ama işe yaramak yerine süs gibi duruyordu. Mert'in dediğine göre uzun süredir bozukmuş. Demir Arslan bana baş kaldıracağına evindeki asansörü tamir etmeyi akıl edemeyecek kadar aptal biriydi işte!

Yemek masasına geçerken Mert dolaptan yemek çıkartıp ısıtmaya başladı. Kısa bir süre sonra ısıttığı yemekleri masaya bırakırken ben de bardak, çatal, kaşık ile bıçak bıraktım. Yemeğin harika kokusu iştahımı daha fazla kabartırken kaşığı elime alıp, "Kusura bakma ama daha fazla dayanamayacağım, ben başlıyorum." Dedim, sabırsızca. Mert ekmek doğrarken kıkırdayıp, "Sorun değil. Sen başla." Dediğinde kaşığımı sabırsızca önümdeki çorbaya daldırdım. Yemek ve ben kesinlikle ayrı kalamazdık. Ben yemek için çıldırırken onlar ise mideme girmek için çıldırmış gibiydi.

Mert ekmekleri masaya bıraktığında yüzünde hâlâ gülümsemesi ile karşıma oturdu. Yemek yemeye devam ederken, Mert'in yemeğini yemek yerine beni izlediğini hissediyordum. Kafamı gömdüğüm tabağımdan kaldırıp Mert'in okyanusu andıran irislerine baktım. "Neden yemiyorsun? Pilav harika olmuş, tabi ki yemeğin içindeki yumuşacık etler de harika." Deyip çatalımla yemeğin içindeki yumuşak et parçasını ağzıma atıp çiğnemeye başladım. Mert kıkırdayıp, "Değişiksin," deyip, yemek yemeye başladı.

Ağzımdakini yutup, "Neden değişiğim?" diye sordum merakla.

Omuzlarını kaldırıp indirdiğinde, "Daha önce kaçırılan bir kızın bu kadar iştahlı olduğuna hiç şahit olmamıştım." Dedi.

"Ne yani iki kaçık beni kaçırıp öldüreceğini söylerken, onlara boyun eğip beni öldürmelerini mi bekleyeyim? Ya da sonucu her ne olursa olsun direnip ellerinden kaçmak için güçlü mü durmalıyım?" diye sorup, çatalı masaya bırakırken hafifçe öne eğildim. "Ben ikinci seçeneği seçiyorum." Deyip arkama yaslandım. Tamamen doymuş ve dinç hissediyordum. Mert bir an yüzüme boş boş bakarken bir an ciddiyetle, "Demir'den kurtulamazsın... Amacına ulaşana kadar maalesef seni bırakmaz." Dedi tüm cidiyetiyle.

"Belki sen bırakırsın. Hah ne dersin? O taş kalpli canavarın aksine sende hâlâ taşlaşmamış veya buzlaşmamış kalbin olduğunu hissediyorum. Hislerim gayet kuvvetlidir." Dedim.

"O zaman hislerinin, sana yardım etmeyeceğimi de sezmiştir umarım. Seni ben değil Demir kaçırdı ve o ne zaman isterse seni bırakır." Mert aya kalktığında bitirdiği tabağını tezgaha bırakıp bana döndü. "Odana çıksan iyi olur. Demir her an gelebilir." Az önce gülen Mert kaybolmuş yerine ciddi ve sinirli duran Mert gelmişti. "Onunla konuşmam gerekiyor. Salonda onu bekleyeceğim." Dedim ve bileğime fazla basmadan yürümeye başladım. Mutfaktan çıktığımda kolumdan tutan el ile irkilip elin sahibine, Mert'e baktım. "Kendim yürüyebilirim." Dedim huysuzca.

"Çabuk iyileşmen gerekiyor... Ağırlığını bana ver." Dediğini yaparak, ağırlığımı Mert'e verip salona doğru beraber yürüdük. Beni kanepeye oturttuğunda bileğimin altına küçük bir kırlent yerleştirip bulaşıkları yıkamak için tekrar mutfağa girdiğinde bakışlarımı bomboş ve karanlık salonda gezdirmeye başladım.

Siyahı her zaman çok sevmişimdir ama maalesef şimdi bu siyahlarla doldurulmuş odada depresyona girebilirdim. Fazla iç karartıcıydı. Bakışlarım yere kadar inen cama kaydığında cama vurup yere düşen su damlalarını izlemeye başladım.

Yağmur yağdığında Batuhan ile birlikte salonda oturur gece yarısına kadar yağmuru izleyip birlikte hayal kurardık. Bunu neredeyse yılda on defa yaparken onun şimdi tek başına yağmuru izlediğini düşünmemle boğazımda koca bir yumru oluştu. Amcam ile yengem acaba nasıllar? Babamı da merak etmiştim. Gerçi şimdi o da benim gibi yağmuru izleyip düşünüyordur. Peki ya annem beni bırakıp gittiği hayatta mutlu mudur? Beni onsuz bıraktığına değmiş midir? Ya da evlenip benim yerime koyduğu çocuklar doğurmuş mudur? Annemi bir kere görsem bile bana yeterdi. Ona sadece beni neden bırakıp gittiğini sormak istiyordum. Neden beni de yanında götürmemişti?

"İçer misin?" Mert'in sesiyle bakışlarımı camdan çekip elindeki kahve kupasına baktım. Bana uzatırken, "Yağmur eşliğinde iyi gelir." Dedi. Elinden alıp, kupayı burnuma götürdüğümde kahvenin acı kokusu içime işlerken bir yudum içip, "Teşekkür ederim." Diyerek Mert'e baktım. "Televizyon izlemek ister misin?" Kafamla red edip bakışlarımı tekrar cama çevirdim.

"Bir gün buradan kaçacağım." Dedim kararla. "Ve o zaman beni asla bulamayacaksınız... Onu hapse tıkmadan durmayacağım, ben onu durdurmazsam o benim hayatımı sonlandırır. Bunu yapamam, onun yanında sessizce durup ona boyun eğemem," dedim, sakince.

"Demir canavar değil Zümra. O da en az senin kadar masum. Sadece gözü kararmı-"

Sözünü keserek, "Hayır!" dedim sertçe. "Onun kalbi de buz kesmiş. O tam bir canavar!" diye eklediğimde Mert sessizce önüne döndü. Ben de kahvemi tekrar yudumlamaya başladım.

Kapının açılma sesiyle Mert ayağa kalkarken elimdeki kupayı da alıp salondan sessizce çıktı. Salona doğru gelen tok adım sesleriyle birlikte arkamı dönüp çatık kaşlarıyla bana doğru gelen Demir'e baktım. Karadan da kara gözlerini yeşil irislerime çekerken, "Konuşmak istiyorum." Dedim.

Sert çehresi, yine aynı snire bürünmüşken, ondan ve bakışlarından tekrar korktum. Yavaş adımlarla yürüyüp çaprazımda olan tekli koltuğa rahatça oturduğunda giydiği beyaz gömleğinin kol düğmelerini açıp kollarını ağır ağır katlamaya başladı. "Babam sana ne yaptı Demir Arslan?" diye sordum. Soruma karşılık çatık kaşları daha çatılırken, "Sana yapacağım aynı şeyi," dediğinde tüylerim ürperdi. "Açık ol. Babam sana ne yaptı?" diye sordum ısrarla. Bu adamın kim olduğunu ve babamın ne yapmış olduğunu merak ediyordumç

Demir, sabır dilercesine kafasını geriye yatırıp bir süre öylece kaldı. "Ya! Sana soruyorum?! Dilini mi yuttun?! Madem babam bir şey yapmış söyle!" dedim sinirle.

Demir hışımla ayağa kalktığında kara gözlerinden saçan öfkeyle bağırdı. "Zümra!" dedi, öfkeli sesiyle.

"Ne var?!" diye aynı onun kadar sinirle bağırdım.

"Senden korkmuyorum Demir Arslan!" Ayağa kalktığımda yavaşça ona doğru adımladım. Burnundan hızla soluyor ve vir erkek aslan kadar öfkeli görünüyordu. "Ne senden, ne de beni öldürmenden." Dedim sakince. Gözlerime sinirle bakarken kafasını aşağı yukarı sallayıp, "Seni küçük aslan." Deyip dudaklarının kenarı hafifçe yukarı kıvrıldı.

Uzun boyundan dolayı yüzünü biraz aşağıya indirip kara gözlerinden çıkan alevleri yeşil irislerime tüm şiddetiyle çarptı. "Benden kork ya da korkma umurumda bile değil küçük aslan." Deyip yanımdan gittiğinde nefesimi dışarı verip, "Hah! Seni uyuz canavar! İnşallah sabaha kadar kaşınıp durursun!" Dedim sinirle. Demir, salondan çıkarken, içeri giren Mert gülmemek için kendini zor tutuyordu. "Ne bakıyorsun?! Çok mu komik?! Kafayı yiyeceğim ya!" Sinirle yürümeye yeltendiğimde tekrar unuttuğum bileğime basmıştım. Kahretsin!

Mert hızla yanıma ulaştığında kolumdan tutup yürümeme yardımcı oldu. Merdivenlerden yavaşça çıkarken, "Hayır anlamıyorum, neden benimle uğraşacağına şu bozuk asansörünü yaptırmıyor? Korkunç yaratık, canavar işte, vahşi şe-"

Sözümü bölen sesle, irkilerek bir an duraksadım. "Zümra, bu akşam ölmek istemiyorsan sessizce odana çık yoksa Mert bile seni elimden alamaz!" Üçüncü katın odalarından birinde duyduğum ürkütücü ses ile hızla dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Yapar." Dedi kolumdan tutan Mert fısıltıyla. Korkuyla gözlerine bakarken, "O gerçekten vahşi bir yaratık," dedim, fısıltıyla. "Tabi sen de öylesin ama şimdilik uysal bir yaratığa benziyorsun." Diye ekleyip yürümeye devam ettim.

Odama girdiğimde Mert yanımdan ayrılmış kendi odasına gitmişti. Ben de günlerdir banyo yapmadığım için banyoya girip sıcak suyla, uzun uzun duş aldım. Küvetten çıkarken dolaptan aldığım havluyu bedenime sardım. Islanan sargı bezini değiştirmek için ilk yardım çantasını da alıp banyodan çıktım.

Küçük ve temkinli adımlarla karşımdaki dolabın yanına gittim. Dolap kapısını açtığımda karşımda gördüğüm kadın elbiseleriyle şaşkınlıkla içinden içi yünlü saten pijama takımı ile yanında duran beyaz iç çamaşırlarını alıp yatağa doğru aynı yavaşlık ve temkinlikle yürüdüm. Burası Demir'in odasıydı ama dolapta muhtemelen, benim için alınmış elbiseler vardı. Zehra'nın aldığını tahmin ettiğim pijamaları giydikten sonra yatağa oturup bileğime sprey sıktım ve yorganın altına girip kaçış yolunu düşünmeye başladım.

Benim adım Zümra ve ben buradan mutlaka kaçacaktım.

🖤
Dreame: thezelalo

TikTok: thezelalo

Continue Reading

You'll Also Like

5.7K 51 3
Bana yaklaşıp ellerini belime sardı ve beni kendine çekti. Karnımda hissettiğim baskı ile ansızın vücudum utançla yandı. Dışarıdan üşüyen bu beden, o...
6.8M 8.1K 19
Karanlığın Hassas Noktası ~Tek Kalp Beş Kardeşlik Serisi -1 (FINAL) Mortena Yayınları farkıyla yakında raflarda olacağız! Tanıtım Hayat hep kurallar...
326K 15.1K 36
Bu kitap,İstanbul'dan mardin'e gelen Esila Avşin ve ona ilk görüşte aşık olan Mardin'in en güçlü ağası Aram Haznedar'ın aşkını anlatıyor. Bu ikili tö...
658K 40.8K 26
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...