İsmin Burada Kazılı

By 4offgun

6.7K 480 103

Di Fer'in, Patrick Kuang-Hui Liu tarafından yönetilen 2020 yapımı Your Name Engraved Herein romanının çeviris... More

Profiter du moment
初始 | Başlangıçlar
謁陵 | Cenaze
慾念 | Arzu
暑假 | Yaz
圍牆 | Duvarlar
告解 | İtiraf
車禍 | Çarpışma
大過 | İhtar
孤島 | Ada
bl

重逢 | Kavuşma -SON-

632 45 15
By 4offgun


Göz açıp kapayıncaya kadar otuz yıl geçmişti

A-han elindeki numarayı çevirmeyi düşünüyordu.

Hiç bilmediği bir numaraydı.

Çok uzun yıllar geçmişti. A-han'ı hatırlayacak mıydı?

Duyguları otuz yıl boyunca solmuş olsa da A-han o kişinin nasıl olduğunu duymak istiyordu.

A-han, restoranın özel odasının kapısında, içerideki buluşmanın sarhoş gürültülerini dinledi. Biraz düşündükten sonra numarayı çevirdi.

Telefon sanki hiç durmadan çalacaktı. Kalbi göğsünde atıyordu. Arama sonunda bağlandığında, cevap veren bir kadın sesiydi.

"Merhaba, Birdy'yi - Üzgünüm, Wang Po-te'yi aramıştım. Onun evi mi?" A-han, kadının sesiyle şaşkınlığını gizlemeye çalışıyordu.

Birdy'nin karısı mıydı?

Evlendiğini biliyordu.

Kadın cevap vermeden önce diğer uçta bir duraklama oldu. "Kimin aradığını öğrenebilir miyim?"

"Liseden sınıf arkadaşıyım, adım Chang Jia-han."

Çağrı sessizleşti. Birkaç saniye sonra yanıt geldi- Banban'dı.

...

..

.

Banban telefonda, A-han'dan onunla buluşmasını istemişti ancak Birdy'den bahsetmedi. Bu noksanlık, A-han'ı rahatsız etse de buluşmayı kabul etti.

Bir ilkokulun yakınındaki parkta buluştular.

"Neden burada buluştuk?" A-han sordu.

"Birazdan kızımı alacağım." Banban cevapladı.

"Kaç yaşında?" Birdy'nin kısa bir biyografisi olan bir gazetenin -yoksa dergi miydi?- köşe yazısını hatırlıyordu. Asla unutamayacağı satır tekrardan aklına düştü.

Evli, bir kızı var.

"Seneye ortaokula başlayacak." Banban hâlâ lisedeki aynı çekiciliğe ve aynı kısa saça sahipti ama gülümserken göz kenarları kırışıyordu.

İkisi parktaki bir banka oturmuşlardı. Banban, A-han'a baktı, "Fazla değişmemişsin" dedi.

"Eh, yaşım değişti." A-han gülerek söyledi. Banban da güldü.

Banban ne sormak istediğini biliyordu. Daha ağzını açmaya fırsat bulamadan söyledi, "Uzun zaman önce boşandık. Bu telefon numarasını neden bıraktı bilmiyorum."

"Daha öncesinde ayrılmamış mıydınız? Bir serserinin ayaklarını yerden kestiğini söylemişti."

Banban kıkırdadı. "Serseri mi? Kim ondan daha serseri olabilir? Ayrılan da oydu. Ama çok geçmeden onu özledim. Bu yüzden ona ulaştım ve tekrar çıkmaya başladık. Evlendikten sonra bile çok romantikti. Her gün bana kur yapmak için binbir türlü sürprizle gelirdi."

A-han tek kelime etmeden dinledi.

"Sonunda bu şekilde kaçtığını anladım. Gerçekten ne istediğimi umursamadan, kendi yöntemlerini kullanırdı. Tüm romantizm onu bir film gibi gösteriyordu. Gerçekçi değildi."

Banban iç çekti.

"Beni sevmedi. Beni sevmesi onun için şarttı. Ya da... Bunu nasıl söylemeliyim? Bir kadını sevmesi gerekiyordu ve ben oradaydım."

A-han sessiz kaldı. Banban'ı teselli etmek istiyordu ama nereden başlayacağını bilemedi.

Banban, eski kocasının tüm bu yıllar boyunca derinden sevdiği adama bakmak için, A-han'a döndü.

Anlamadığından değil. Sadece kendine her zaman onu değiştirebileceğini tekrarlamıştı. Ancak çocukları olduktan sonra nihayet farkına varmıştı, erkeklerden hoşlanması değiştirilemeyecek bir şeydi.

Birçok kişi ona boşanma nedenini sormuştu. Tek söyleyebildiği, kişiliklerinin uyumsuz olduğuydu.

Banban, "Bazen ondan gerçekten nefret ediyorum," dedi. "Eğer erkeklerden gerçekten hoşlanıyorduysa, neden en başından bu konuda dürüst değildi? Onu çok seviyordum ama o beni sadece kullandı."

Uzun süredir bastırılmış öfkesi taşıyordu. Narin yüzü derin bir kırmızı tona bürünürken gözleri yaşlarla dolmuştu. Uzun yıllar boyunca pek çok gece, uykusuz kalacak kadar üzülmüştü. Bu adamın hayatını mahvettiğini düşünürdü.

Ama neyse ki, yanında kalan kızı vardı. Bekar bir anne olarak zor günler geçirmişti ama anne ve kızı arasındaki tatlı bağ ona dünyanın rengi olduğunu hatırlatıyordu.

A-han, Banban'ın acılarını sayıp dökmesini dinlerken, vicdan azabı hissetmişti.

O zamanlar suç ortağı mıydı?

O sırada zil çaldı. Yakındaki okulda dersler bitmişti. Banban kendini toparlamak için birkaç derin nefes aldı.

Açıkça gösterdiği üzüntü yerini, bir annenin sevgi dolu ifadesine, sevdiklerinin hatalarını bağışlayan birinin ifadesine bıraktı.

"Biliyor musun?" dedi, A-han'a gülümseyerek bakarak. "Senin hakkında konuşmayı gerçekten seviyordu. Balonu çaldığınızdan, posterleri çaldığınızdan, Peder Oliver'ın sigaralarını çaldığınızdan bahsetmişti. Hatta sınıf arkadaşlarının onu neden dövdüğünü bile söyledi."

A-han'ın zihninde onu korkutan bir anı canlanıverdi. Birdy ikinci katın korkuluğunda durmuş, kollarını bir kuş gibi uzatıyor ve oradan atlıyordu.

"Horn ve tayfasının, onu dövmelerinden mi bahsediyorsun?

Banban başıyla onayladı. "Senin için olduğunu söyledi."

A-han'ın kafası karışmıştı. "Benim için mi? Neden?"

Banban gülerek karşılık verdi.

Ona söylemek istemiyordu.

Anlamsız olsa da, bir tür intikam almasının tek yolu bu bilgiyi saklamaktı.

Ayağa kalkarken, "Kızımı almalıyım," dedi. Uzaklaşırken de arkasına bakmadı. Banban için bunların hepsi artık geçmişte kalmıştı. Üzerinde daha fazla durmaya gerek yoktu.

A-han, ne yapacağını bilmez bir hâlde, okul kapısına doğru yürüyen Banban'ın küçük ama güçlü duruşunu izledi.

...

..

.

A-han, Peder Oliver'ı ziyaret etmek için Kanada'ya gitmeye karar vermişti.

Vefat etmiş olmasına rağmen, A-han ona teşekkür etmek için mezarını ziyaret etmek istiyordu.

En çaresiz zamanlarında ondan asla vazgeçmediği için Peder Oliver'a teşekkür etmeliydi.

Peder Oliver emekli olup Kanada'ya döndükten sonra, Alex adında bir arkadaşıyla yaşamıştı. Yaşları birbirine yakındı. A-han, Alex'in gözlerinin beyaz insanlar arasında bile nadir görülen koyu yeşil olduğunu fark etmişti.

A-han, Peder Oliver'ın mezarına geldiğinde mezar taşındaki fotoğrafı inceledi. Peder Oliver trompet çalıyordu. Saçları beyazdı ama cazibesi hiç azalmamıştı. Hâlâ tasasız bir özgürlük havası yayıyordu.

A-han kutularca ananaslı kek ve fıstıklı şeker getirmişti. Bunları mezar taşının önüne yerleştirdi.

Dua etmek için başını eğmeden önce bir süre portreye özlemle baktı.

Alex, mezarda saygılarını sunduktan sonra, A-han'ı Peder Oliver'la birlikte yaşadığı eve götürdü.

A-han içeri girdiğinde, otuz yıl önce Witt Lisesi'ndeki küçük müzik odasına geri dönmüş gibiydi. Duvarlarda trompet ve diğer enstrümanlar sergilenmişti. Kitap rafları vinil plaklarla doluydu. Ahşap bir bar masasında, kahve kokusunu havaya yayan, dumanı tüten bir kahve sifonu bulunuyordu. Güneş ışığı pencereden içeri, trompet caz melodisi çalan plak çalara vuruyordu.

Tıpkı o zamanki küçük müzik odası gibiydi.

Peder Oliver'ın hayatından izler kalmıştı; ev terlikleri, koltuğun arkasındaki ceketi, masanın üzerinde duran gözlükleri. A-han, nerdeyse Peder Oliver'ın bir odadan çıkmasını, oturup bir fincan kahve koymasını ve ona bir sigara sarmasını bekleyecekti.

Alex, A-han'a bir fincan kahve uzattı.

A-han oturdu. Bir şey söyleyemeden, Mandarince konuşamayan Alex İngilizce konuşmaya başlamıştı. "Trompet çalmayı severdi. O yüzden o fotoğrafı seçtim."

"Çok güzel," A-han da İngilizce yanıtladı.

A-han'ın İngilizcesi pek akıcı değildi ama Alex yavaş konuşuyor ve basit kelimeler kullanıyordu. Basit iletişim hâlâ mümkündü.

"Başın sağolsun," dedi A-han.

"Son birkaç yıldır onunla vakit geçirebildiğim için minnettarım," Alex cevap verdi. Ardından başını eğdi, gözleri kızarmıştı.

A-han kahvesinden bir yudum aldı. Tadı tanıdıktı.

"Tatlılar için teşekkürler," dedi Alex. "Bunları gerçekten severdi. Tayvan'dan biri onu ne zaman ziyarete gelecek olsa, getirmelerini isterdim. Hâlâ onları sevdiğini hayal edebiliyorum."

Alex biraz tütün alıp sigara sarmaya başladı.

A-han, Alex'in odaklanmış yüzünü izledi. Arka planda çalan caz trompetiyle A-han, önündeki bu kişinin -davranış şeklinin ve hatta sevdiği şeylerin- Peder Oliver'ı çok anımsattığını fark etti.

Gözleri sarılmış sigaraya takıldı. "Bu gül kokulu mu?"

Alex güldü. "Evet, bu kokuyu severdi. O gittikten sonra ben de içmeye başladım."

Çünkü kokusunu yanında tutup hiç bırakmak istemiyordu.

Sanki hiç gitmemiş, sanki hâlâ orada, sessiz bir odada, heran uyanacakmış gibi huzur içinde uyuyordu.

Alex sigarasını yaktı, gözlerini kapatıp uzun bir nefes çekti.

A-han ayağa kalktı, plak çalara doğru yürüdü ve incelemek için eline bir albüm kapağı aldı.

Alex devam etti. "Kiliseden ayrılalı yıllar oldu. Yine de çok mutluydu. Witt Lisesi öğrencileri ne zaman ziyarete gelse günlerce mutlu olurdu. Çok eğlenceli hikayeler duydum. Bir öğrenci, okulun kızları kaydetmeye başladığı yıldan olduğunu söyledi. Çılgın bir çiftleşme mevsiminin başlangıcıymış."

A-han kolu indirdi. Etrafına baktı - iki adamın gülümseyip birbirlerine yaslandığı fotoğraf, banyo kapısının aralığından görünen çift diş fırçaları... A-han'ın sormasına gerek yoktu, Alex ve Peder Oliver sevgiliydi.

Elbette.

Otuz yıl önce Peder Oliver'la yaptığı konuşmaların parçaları zihninde yeniden canlandı.

Şimdi anlıyordu.

"Nasıl oldu da kiliseyi bıraktı?" A-han sordu.

Alex bir an durakladı. "Hep cennete gidemeyeceğini söylerdi. Günahkar olduğunu."

A-han, "O iyi bir adam," diye karşı çıktı. "Cennette olacak."

Alex yere baktı. Usulca söyledi, "Hepsi benim suçum. Ben olmasam cennete gidebilirdi..."

A-han, Alex'in kendini suçlu hissetmesini istemiyordu. Konuyu değiştirmek için Peder Oliver'ın son yıllarında nasıl olduğunu sordu.

Peder Oliver'ın hayatı basit ve rutindi. Uyandıktan sonra İncil'i okurdu. Öğlen biraz meyve yerdi. Öğleden sonra balık tutar ve pazara giderdi. Akşamları yemek yapardı.

Alex hâlâ işteyse, okurken içmek için bir demlik kahve yapar ve Alex'in dönmesini beklerdi.

Zaman zaman biraz içki içip dans etmek için kasabanın barına giderlerdi. A-han anılarını karıştırdı. "Bir dans partisinde tanıştığınızı söylemişti."

Tabii ki Peder Oliver hiç ayrıntı vermemişti ama dansta tanıştığı kişi bu adam yani Alex olmalıydı.

Alex'in koyu yeşil, hasret bulutlu gözleri şaşkınlıkla parladı. Ardından gülümsedi. İlk aşkının tatlı hatırası onu sıcacık gülümsetmişti.

"Evet," dedi yumuşak bir sesle. "Dans partisinde tanıştık." Çok uzun zaman önceki, ilk tanıştıkları ana geri dönmüştü.

Ona baktığında, o da ona bakıyordu, gözleri buluştuğu anda havada sadece ikisinin tadabileceği bir tatlılık vardı. A-han, Alex'in gülümsemesini izlerken kalbini bir sıcaklık kapladı.

Bir zamanlar onlara acımasız olan bu dünyada, gerçek benliklerini saklamaya ve sahte hayatlar yaşamaya zorlanmışlardı. Ama nihayet, bu dünya onlara gerçek benliklerini geri vererek merhamet etmişti.

Profiter du moment.

A-han bu sözü hatırlıyordu.

"Profiter du moment!" Bu kez sesli söyledi.

"Bunu sık sık söylerdi." Alex haykırdı. "Ama bence sadece son yıllarında gerçekten anı yaşayabildi."

A-han, Alex'e baktı. "Eminim son yıllarında senin yoldaşlığına değer vermiştir."

Alex'in gözleri bir kez daha kızardı. Hemen cevap vermedi. Verdiğindeyse, sesi çatallaşmıştı. "Ben de onunkine değer verdim."

...

..

.

O gece, A-han kasabanın tek barına gitti.

Koltuğa oturup barmeni bekledi. Çevresini incelerken gözü köşedeki tanıdık bir figüre takıldı.

Dondu, gözlerine inanamadı.

Gençliğindeki anılar zihninde canlanırken kalbi göğsünde gümbürdüyordu.

Bu nasıl olabilir?

Gerçekten tesadüf diye bir şey var mıydı?

Kendi kendine sakinleşmesini tekrarladı. Başka bir koltuk buldu ve gizlice izlemeye başladı. Bu kişi önündeki dizüstü bilgisayara bakarken sigarasını içiyordu. İşiyle meşgul gibi görünüyordu.

Yanındaki koltuk boştu. A-han ayağa kalktı, birkaç adım attı ama tereddüte düştü. Arkasını dönüp koltuğuna geri oturdu.

Bütün gece orada, birkaç masa ötede oturup sessizce o kişiyi gözetledi. Sessizce, atan kalbinin sakinleşmesini bekledi.

Zaman zaman o kişi, başını kaldırıp barın büyük penceresinden uzaklara bakıyordu.

Bar kapandığında, dizüstü bilgisayarını kapattı, ayağa kalkıp oradan ayrıldı. A-han bir hamle yapmadı.

O olamazdı.

A-han içinden tekrarlayarak buna kendini ikna etmeye çalıştı.

O olsa bile, birbirlerini tanısalar bile A-han ne diyeceğini bilemezdi. Yaşlandıkça cesaretinin azaldığının farkına vardı.

...

..

.

Ertesi gün, A-han rehberli bir Niagara Şelalesi turuna katıldı. Hep bu şelaleyi ziyaret etmek istemişti.

Olağanüstü şeyin önünde dururken, püsküren suları yüzünde hissediyordu. Etrafındaki turistlerin heyecanlı konuşmalarını dinlerken, dumanın içinde tek başına sessizce durdu.

Daha yüksek bir yere çıkmak vaktini almıştı. Aşağıdaki suya bakarken yavaşça yaklaşan bir tekne gördü. Çoğunluğu yabancı yüzlerden oluşan bir başka tur grubuydu. Ancak bir yüz dikkatini çekti.

Kalabalığın arasından sıyrılan Asyalı bir yüzdü. Tekne çok uzakta olduğu için, A-han net olarak göremiyordu.

Teknedeki tur rehberi megafonla anons yaptı. "Karadaki arkadaşlarımıza selam verelim!"

Teknedeki turistler el sallayıp coşkuyla selam verdiler.

A-han el sallamadı. Dikkatini çeken kişinin yüzüne bakıyordu.

O kişi de ona bakıyordu.

Ama tekne gerçekten çok uzaktaydı. A-han o kişinin gerçekten ona baktığından emin olamamıştı. Uzaklaşırken bile gözlerini tekneden hiç ayırmadı.

Gerçekten oysa, bu Tanrı'nın isteği miydi?

...

..

.

A-han o akşam aceleyle bara döndü. Güneş batmamış, bar henüz açılmamıştı. Kapıda beklerken belirli aralıklarla etrafı inceliyordu.

Gerçekten karşılaşırlarsa, son zamanlarda nasıl oldukları hakkında sohbet edebilirlerdi.

A-han kendi kendine artık yaşlandığını, korkmaması gerektiğini söyledi.

Profiter du moment!

Daha kaç otuz yıl bekleyebilirdi?

Gökyüzü kararırken, barın vitrin ışıkları açıldı. A-han ilk müşteriydi.

Önceki gece oturduğu koltuğa oturdu. Beklemeye başladı.

Müşteriler içeri giriyordu. Rahatlatıcı müzik çalmaya başlamış, bazı kimseler ritme ayak uydurarak dans ediyordu.

Gece böyle devam etti, müzik bitti ve yorgun müşterilerin hepsi evlerine gitti. Ama o kişi görünmemişti.

A-han ancak bar kapandığında çıkmak için kalktı. Belki de yanılıyordur diye kendini teselli etti.

Sonuçta bu çok tesadüfi olurdu.

Ama yine de umutsuzluk sancısı çekiyordu.

A-han dışarı çıkıp soğukta tek başına dolaşmaya başladı. Arkasında telaşlı ayak sesleri duydu ama umursamadı. Omzuna hafif bir dokunuş onu şaşırttı.

Kafasını çevirdi. Arkasındaki kişi ona genişçe gülümsüyordu. Şu lanet gülümseme hiç değişmemişti.

A-han kendine geldiğinde, gülümsemesine karşılık verdi.

"Gerçekten sensin!" dedi A-han.

"Gerçekten sensin!" dedi Birdy.

Çok uzun yıllar geçmişti. Her ikisi de yeniden bir araya gelmekten çok mutlu olsalar da artık samimi değillerdi. A-han tokalaşmak için elini kaldırdı ama Birdy sarılmak için kollarını kaldırmıştı. Uzuvlarını geri çekerlerken, eşzamanlı ve uyumsuz hareketlerine güldüler.

"Neden bar kapandıktan sonra geldin?" A-han sordu.

"Burada olacağımı nereden biliyordun?" Birdy yanıtladı.

"Şansımı denemeye geldim. Şey, aslında, seni dün gece burada gördüm."

"Neden selam vermedin?"

"Seni burada gördüğüme inanamadım. Gözlerimin bana oyun oynadığını düşündüm." A-han güldü.

"Bilseydim seni burada beklerdim. Bütün gün seni aradım!"

A-han'ın gözleri büyüdü. "Gerçekten mi?"

"Niagara Şelalesi'nde gördüğüm sen değil miydin? Biliyor musun, bunun Nikaragua* değil, Niagara olduğunu daha yeni öğrendim."

Ç/N: Nikaragua, Orta Amerika'da bir ülke.

"Buralara kadar çılgınca seks yapmak için mi geldin?" A-han gülerek sordu. Yıllar öncesinden gelen o hüzün şimdi mizahla konuşulabiliyordu.

Birdy omuz silkti. "Partnerim olmadan bunu nasıl yapabilirim?"

Partnerim olmadan?

Yani Birdy'nin o zamandan beri hiç partneri olmamış mıydı?

A-han, Banban'ı hatırladı.

"Sen de mi Peder Oliver'ı görmeye geldin?"

Birdy başını salladı. "Vakit buldukça ziyaret ediyorum. Ona şükran borcum var. O zamanlar onunla konuşmaya çok giderdim."

"Bilmiyordum," A-han şaşkınlıkla itiraf etti.

"Sana söylememesini söyledim, o da gerçekten sırrımı sakladı." Birdy güldü ve devam etti. "Tek konuştuğum şey sendin!"

A-han, Peder Oliver'la kendi konuşmalarını hatırladı. O küçük müzik odasında Peder Oliver'ın soğukkanlılığını kaybettiği zaman geldi aklına. Peder Oliver kendi sıkıntılı geçmişini mi düşünüyordu, sevmesine izin verilmeyen birine âşık olduğunu, böyle bir acıyla evden ayrılışını mı düşünüyordu?

Ancak A-han, Peder Oliver'ın Tanrı ile uzlaşıp sonunda mutluluğa ulaşabildiğine inanıyordu.

A-han ve Birdy, otuz yıllık mesafeden gelen garipliğin üstesinden gelmişti. Arayı kapatacak çok fazla şey olduğu için konuşmaları yavaş yavaş doğal hâle geldi.

Banban'dan bahsettiler. Birdy onun için üzüldüğünü itiraf etti, bu yüzden boşandıktan sonra yalnız kalmaya karar vermişti.

A-han da özür diledi, okula sadece balonu değil, Birdy'le Banban'ın ceza almasına neden olan ilişkilerini anlatanın da kendisi olduğunu itiraf etti.

Ama Birdy zaten o kadarını anladığını söylemişti.

"Hepsi benim hatamdı. Kalbini kırmak için çok uğraştım, sırf benden vazgeçmeni sağlamak içindi." Birdy derin bir nefes aldı. "Özür dilerim."

A-han başını salladı. "O kadar kolay vazgeçeceğimi mi sandın?"

Birdy iç çekti. "O zamanlar seni gerçekten seviyordum, biliyor musun?"

A-han olduğu yerde dondukaldı.

Evet, bir noktada bunu düşünmüştü ama sonrasında olan her şey onu giderek daha da belirsiz kılıyordu.

Birdy devam etti. "Açıkçası çok korktum. Takılmaya devam ettikçe, sonunun kötü biteceğini daha çok anladım. Hatta Banban'dan yardım etmesini, seninle takılacak bir kız bulmasını istedim. Düzeltilebilir misin görmek için."

A-han boş bir kahkaha attı. "Düzeltmek mi? Düzeltilmesi gereken bir skolyozum* veya çarpık dişlerim olduğunu falan mı sandın?"

Ç/N: Skolyoz, omurga eğriliği.

A-han, Birdy'ye Banban'ın kendisini baştan çıkarmaya çalıştığını bilip bilmediğini sormak istedi.

Ama daha ağzını açmadan Birdy bunu kendisi açıkladı. "Banban'ın seni baştan çıkarmaya çalıştığını biliyorum. Bana kendisi söyledi." A-han cevap vermeyince Birdy kıkırdadı. "Dürüst olmak gerekirse, çok güldüm. Hiç kızmadım, oldukça duygulandım."

A-han'a içtenlikle bakıyordu.

"Sana ne kadar kötü davransam da, sen her zaman beni korumak ve incinmeme engel olmak istiyordun."

A-han şakayla yüzünü ekşitti. "Kendini bir şey sanıyorsun. Sadece Banban'ın pek de güzel olmadığını düşünmüştüm."

Birdy güldü, hiç gücenmemişti.

Hiçbir şeyi saklamaya gerek duymadan, gerçekten hissettiklerini söylemek için çağın verdiği özgürlüğün tadını çıkarıyorlardı.

Birdy bir sigara çıkarıp yaktı.

Lisede içtiğinin aynısıydı.

Birini A-han'a uzattı, o da alıp dudaklarının arasında tuttu. Birdy eğilip kendininkiyle yaktı.

"Daha sonra biriyle çıktın mı?" Birdy sordu.

"Tabii ki! Ama hiçbiri senin kadar etkileyici değildi," A-han şakayla karışık cevapladı.

"Öyleyse kendimle oldukça gurur duydum." Birdy neşeyle söyledi.

İkisi birlikte yürümeye devam ederken Birdy, film yapımcılığı kariyerinden bahsetti. Bazı düşük bütçeli bağımsız filmler yapmıştı. Para içinde yuvarlanmıyorsa da açlıktan da ölmüyordu. Ne de olsa birkaç iyi ödül kazanmıştı, onlar da ne çok büyük ne de çok küçüklerdi.

A-han dinlerken gülümsüyordu. Birdy'nin kariyeri hakkında her şeyi zaten bildiğinden bahsetmedi.

Bazı zamanlar, Birdy'nin haberlerdeki başarılarını duyunca duygulanmıştı.

Üniversiteden sonra, A-han bir muhasebe firmasında staj yapmıştı ve burada bütün gün sayılara gömülüydü. Bir türlü hayallerinin peşinden gidememişti.

Öte yandan Birdy, çocukluk hayallerinin peşinden özgürce koşmuştu. A-han hayranlıkla, "Gerçekten film yapımcısı oldun," dedi.

"Hâlâ filmime bir şarkı yazmanı bekliyorum."

A-han üzgün hissetti.

"Benim için söylediğin şarkıyı hâlâ hatırlıyorum. Kulağa gerçekten güzel geliyordu." Birdy'nin gülümsemesi artık sıcak bir gülümsemeydi. "Bunca yıldan sonra bile, sık sık şarkıyı söyleyişini düşünüyorum."

A-han ona baktı. Gençliğinin tüm bu hayalleri tek bir şarkıyla sona ermişti ama bu kişi her zaman hatırlıyordu.

A-han son bando toplantısından bahsetti. Bira göbekli orta yaşlarında bile Horn ve diğerlerinin her zamanki gibi azgın olduklarını söyledi. Mezun toplantısı, sonrasında genç kadınlarla kulüplere gidebilmeleri için bir bahaneydi. Hatta A-han'ı da katılmaya davet etmişlerdi. Başka bir deyişle, ailevi sorumluluklarından kaçmak için utanmaz bir yoldu.

A-han eski sınıf arkadaşlarından bahsetmişken Birdy sordu, "Beni dövdüklerini hatırlıyor musun?"

"Tabii ki hatırlıyorum. İkinci kattan kuş gibi atlamıştın."

"Evet, o zaman. Aslında senin için yapmıştım."

Bu, A-han'ın merakını uyandırdı. "Neden?"

"O gün beni koridorda durdurup banyoya sürüklediler, seni eşcinsel yapmak için nasıl baştan çıkardığımı görmek istediklerini söylediler. Nasıl samimi olduğumuzu, üstte mi altta mıyım, gibi şeyler sordular. Çok berbat şeyler söylediler."

Şimdi bile, o bağnaz zorbaları ve onların aşağılık tacizlerini düşününce, Birdy öfkeleniyordu.

"Ondan sonra, senin erkeklerden hoşlandığını onlara belli etmemeye daha da kararlıydım. Bu yüzden suçlamalarını reddetmeye devam ettim ve gerçekten yatmak istediğim kişinin Horn olduğunu söyledim. O yüzden de beni dövmek için peşimden koşmaya başladılar."

Birdy gülmek için durakladı.

"Sonrasında kasıtlı olarak aramıza mesafe koymaya çalıştım. Sonunun tüm okulun dışlayıp zorbalık ettiği o alt sınıf gibi olmasını istemedim. Sen üniversite için Taipei'ye gittikten sonra da, kendimi daha da değersiz hissettim ve sana ulaşmaya cesaret edemedim..."

Birdy sigarasından agresif bir şekilde çekti. Aradan bunca yıl geçmesine rağmen nasıl bırakmak zorunda kaldığını düşündüğünde yüreği özlem ve pişmanlıkla sızlıyordu.

Ya biraz daha cesur olsaydı ve A-han'ı bulmak için Taipei'ye gitseydi?

Her şey değişir miydi?

En azından, kendisi de dahil olmak üzere herkese bu kadar uzun süre yalan söylemek zorunda kalmazdı. Banban'a yük olmak zorunda kalmazdı.

Yürürken ve konuşurken dünyanın gerçekten değiştiğinden bahsettiler. Eşcinsel evlilik artık yasaldı. Ama dünya gerçekten daha iyi miydi?

Birdy bu soruyu, A-han'a şarkı söyleyerek yanıtladı.

Bu dünyada
Bazen umut vardır
Bazense hayal kırıklığı
Böyle hissediyorum

A-han ona bakarken, bir süre konuşamadı.

Birdy her zaman, onları çok fazla hayal kırıklığına uğratsa da, dünyada umut olduğuna inanıyordu.

Zaman kavramını yitirdiler. Gökyüzünün köşesi aydınlanmaya başlayana kadar her adımı yavaşça attılar.

"Nerede kalıyorsun?" A-han sordu.

"Grand Hotel. Sen?"

A-han arkasını dönüp tabelası artık görünmeyen bir oteli işaret etti. "Orada."

"Demin geçerken neden söylemedin?" Birdy sordu.

A-han sadece gülümsedi.

Birdy veda ederek, "Gidip biraz dinlenmelisin," dedi.

A-han tereddüt etti. "Yukarı çıkıp bir şeyler içmek ister misin?"

Birdy başını salladı. "Başka zaman."

A-han sorun olmadığını söyledi.

A-han gitmek için dönerken, Birdy'nin sessizce arkasından söylediğini duydu, "Wan'an."

A-han'ın kalbi duracakmış gibi oldu. Adını unuttuğu kızın ona aynı şeyi söylediği yıllar öncesini düşündü.

Birdy'ye döndü. "Wan'an."

"Wan'an!" Birdy, bu kez daha yüksek sesle söyledi.

"Wan'an!" A-han, söylerken artık Birdy'nin gözlerinin içine bakabiliyordu.

Wan'an.

Sıcaklık, A-han'ın göğsünü yakıp kül etmiş ve duyularını ele geçirmişti.

Bir zamanlar gençliğinde hissettiği nabız gibi atan tutku hâlâ oradaydı.

Kalbi hâlâ orada, enerjiyle atıyordu.

Birdy her zaman hatırlıyordu.

A-han, Birdy'ye doğru yürüdü ve beceriksizce elini tuttu. "Seninle biraz daha yürüyeceğim."

Birdy yanıt vermedi ama içten gülümsedi.

Görünüşe göre, A-han bunca yıldır ciddi bir partneri olmadığını söylerken yalan söylemiyormuş, elini bile adam akıllı tutamamıştı.

Anılar ikisinin de gözlerinin önünden geçiyordu, sanki her şey daha dün olmuş gibiydi. A-han'ın gözleri yaşlarla dolmuştu.

Bir zamanlar dünyada hayal kırıklığına uğramış, onu acımasız bulmuştu. Fakat şimdi, onu Bird'yle yeniden bir araya getirdiği için dünyaya teşekkür etmek istiyordu.

Yurdun çatısında rasgele verdikleri sözü hatırladı.

İleride yurtdışında okumak ister misin?

Yurtdışına seyahat etmeyi gerçekten istiyorum ama orada okuyamaz mıyız?

Tabii ki okuyabiliriz.

A-han dönüp sessizce yürümeye başladı. Birdy ona yetişti.

O sabahın erken saatlerinde, yabancı bir ülkenin sokaklarında, bir çift silüet yavaş yavaş gözden kayboldu.

SON


Bu hikayeden sonra ne denir bilmiyorum... Sadece filmi tekrardan izlemenizi öneriyorum.

Okuyan herkese teşekkürler ♥️

Continue Reading

You'll Also Like

133K 9.5K 21
''Bunca zaman sorun değilmiş gibi davranmaya çalıştım. Derinlerde biliyorum, eğer gidersen bir gün için bile hangi yöne gideceğimi bilemem. Çünkü sen...
395K 33.3K 52
Texting ağırlıklıdır. (galiba) Dershanenin homof*bik serserisi Mete ve kalbi güzel sert oğlanımız Dorukhan arasında geçen pek de hoş olmayan mevzular.
533K 34.8K 28
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
109K 7.7K 28
Çivi gibi sert ateş kadar yakıcıydı Luhan. Babasının intikamını almaya kararlıydı Luhan. Öyle ki asla yapmaması gereken bir şey yaptı. Önce saçlarını...