LAHZA

By edatila

2.8K 640 640

Bileğindeki henüz kızarıklığı geçmeyen dövmeye baktı; kolundan eline doğru uzanan ve damarlarının tam üzerind... More

GİRİŞ
|1|
|2|
|3|
|4|
|5|
|6|
|7|
|8|
|9|
|10|
|11|
|12|
|14|
|15|
|16|

|13|

57 11 15
By edatila

Uzun bir aradan sonra bölüm 13 sizlerle... Gerçekten bölüm atmayalı epey bir zaman oldu. Hikayem kimlerin hesabına bildirim düşecek merak ediyorum... İyi okumalar.

NOT: Medyadaki müziği size belirteceğim yerde açıp okumaya devam ederseniz çok daha etkileyici bir bölüm olacağını düşünüyorum.
~

Hayır, dedim nefes nefese koşarken. Hayır. Bunun olmasına izin veremem. Kalbim olduğu yerden fırlayıp çıkacak ve benim önümde koşmaya devam edecekmişcesine  hızlı atıyor, cehennem kadar sıcak bir hava tüm tenimi kavuruyordu. Tabanlarımın ayakkabılarıma rağmen acı içinde sızladıklarını biliyordum. Ama duramazdım. Bu benim ilk ve son şansımdı. Ona ulaşmam için tek şansım, ona ulaşabileceğim tek bir an'ım vardı. Ve bu küçük lahzaya sahip olabilmek adına koskoca bir ömrü hiçe sayacaktım...

~

Kan ter içinde uyandığımda, en az rüyamdaki kadar sıcak bir yatakta rahatsız bir pozisyonda buldum kendimi. Bacaklarım uzun zamandır hareket etmediklerinden olsa gerek bana feci şekilde ağrı veriyor, boynum kıpırdatmaya cesaret edemeyeceğim kadar çok sızlıyordu.

Üzerimdeki yorgandan biraz kurtularak etrafıma baktım.

Beni ilk karşılayan şey odanın tam ortasında, eski bir kuzineli soba olmuştu.
Odunların yanarken çıkardığı sesleri rahatlıkla duyabiliyordum ki odanın içindeki tek ses benim nefes alışverişlerimin ve bu sobanın sesiydi. Duvarların basit bir işçilikle yapıldığı belliydi, koyu renk sıra sıra taştan yapılmıştı. Bakışlarımı yere indirdim, yine inşasında emek verilmemiş beton bir zemin karşıladı beni. Sobayla yatağın arasında eski fakat temiz bir kilim seriliydi.

Ananem yahut babannemin köylerinde bulunan herhangi bir köy evini anımsatan bir odadaydım demek ki.

Odanın tek ışık kaynağı yatağın solundaki pencereydi. İçeriye soluk mavi loş bir atmosfer hakimdi. Akşamüzerinde olmalıydık.

Buraya nasıl, kim tarafından getirilmiştim? Zihnim uzun zamanlı uykudan mı yoksa içinde barındırdığı kalabalıktan ötürü mü bu kadar yavaş işliyordu?

Kuru dudaklarımı hafifçe ıslatıp yataktan çıktım ve birkaç adımdan sonra pencerenin önünde buldum kendimi. Perdesi olmayan bu küçük pencereden görebildiğim daha doğrusu gözlerimin seçebildiği eksik manzara bana düşüncelerimi kontrol etmemde pek de yardımcı olamamıştı. Daha önce hiç görmediğim-hoş görmüş olsam da türünü anımsayamayacaktım; ağaçlarla aram pek de iyi değildi-upuzun ve sık yapraklı ağaçlar birbiri ardına göğe kadar yükseliyordu. Evden ormana doğru uzanan geniş bir patika vardı ve patikanın belirli kısımlarında sokak lambaları yolu aydınlatıyordu. Kesinlikle yolumun düşmesini istemeyeceğim bir patikaydı bu.

Tamamen belirsizliğe doğru uzanıyor gibiydi.

Burnuma gelen taze kokuyla midemin guruldanması utançtan yanaklarımı kızartırken, sakin adım sesleriyle sobanın arkasında kalan kapıya döndüm.

Yaşlılıktan dolayı kamburlaşmış vücuduyla, seyrek beyaz saçlarını özenle taramış adamı görmek bir an için gözlerimin kuşkuyla kısılmasına sebep oldu.

Seni nereden tanıyordum ben?

Bana gülen gözlerle bakarak daha önce fark etmediğim bir sehpayı beraberinde getirdi ve elindeki, karnımı guruldatan kokunun kaynağı olan, yeni pişmiş ekmekleri üzerine bıraktı.

"Uyanabildin demek, nasıl hissediyorsun hanım kız?"

Anılarımda aradığım yaşlı yüzün saklı olduğu sandık, adamın sesini duymamla kendiliğinden açılıverdi. Bunun benim için bir rahatlama değil, büyük bir merak doğurduğunu söylemeliyim.

Nasıl?

*
"Çok güzel ve özel bir parçadır, ne yazık ki uzun zamandır sahibini bulamamıştı."

Hemen arkamdan gelen sesle hafifçe irkilip döndüğümde yaşlı bir amcayla karşılaştım. "Evet güzelmiş." dedim parmağımı şeritlerde gezdirirken. "Umarım param yeter." Gülümseyerek elini uzattı. "Hediye mi?" Çakmağı uzatırken kafamı salladım. Birkaç adım gerisindeki tezgahın arkasına geçti. Çakmağı, çıkardığı siyah kadifeden küçük bir kutuya koyup altın rengi kısa bir kurdelayla tutturdu. Kutuyu da küçük bir poşete koyarken bana uzattı.

"Borcum?" dedim poşete uzanırken. Yaşlı adam gülümsedi. "Aslında sanırım fiyatını duyunca almak istemeyeceksin, " dedi sakince. "Ama dükkanı kapatıyorum ve o çakmağın değer göreceği bir yere gitmesini istiyorum. Eğer bana bu sözü verebilirsen sana hediyem olacak." *

"Nasıl burada olabilirsiniz?" Sorum beklediğim netlikte değildi. Şaşkınlığım bir pelerin gibi sarmıştı sorumu ve onu belli belirsiz bir karanlığa gömüvermişti.

"Beni hatırlıyorsun demek?" Sesi sevecen ve altında gülümseyen bir tınıya bürünmüştü. "İlk önce kahvaltı yapalım, ardından senin sorularını cevaplamaya başlayabilirim."

Uzattığı ekmeği utansam da hızlıca kabul ettim ve büyük bir ısırık aldım. Gözlerim ara sıra karşımdaki yaşlı adamın üzerinde dolansa da sessiz sedasız ekmeklerimizi bitirmiştik.

"Meraktan çatladığının farkındayım," sesi sevecendi. "Haydi senin merağını giderelim."

"Nasıl burada olabilirsiniz? Evrenlerden haberiniz var mıydı? Burayı nasıl buldunuz? Benim peşimden mi geldiniz? Anlamıyorum... Sizi kendi evrenimde gördüğümden o kadar eminim ki." Sorularım peş peşe ağzımdan dökülürken bu sadece bir başlangıçtı. Zihnimde dallanan yüzlerce yeni soru acımasızca beynimi kemiriyor, cevaplarını arıyordu. O cevaplara ulaşmadan bana merhamet etmeyeceklerdi, bunu biliyordum.

"Arsen, sakin ol kızım. Elimden geldiğince sorularına cevap vereceğim. Öncelikle benim adım Davut. Bana burada Davut Dede derler. Tabii, sen başka şekilde seslenmek istersen buna hayır demem."

Kabul ediyorum şirin, tonton bir yaşlıydı bu Davut dede. Ama şu an onun bu sevimliliği beni sakinleştirmek yerine geriyordu.
Gerginliğimi fark etmiş olacak ki yüzündeki gülümsemeye hayalkırıklığının gölgesi düştü. Yine de kendini toparlayarak devam etti.

"Ben, konseyin kurucusuyum."

Sen, ne? Yüzlerce uğultu kafamda dönmeye başlayan bir hortum gibi uğuldamaya başladı.

"Konseyin kurucusu?" Kuruyan dudaklarımdan zorla çıkmayı başaran iki kelime, düşmeye başladığım boşlukta attığım bir çığlık gibi çaresizdi.

Kafasını salladı. "Evet, evrenlerin düzeninden sorumlu olan o  on iki kişilik konseyin kurucusu benim. Çoklu evrenler arasında bir düzen kurulmalıydı ve cesaret edip fikrimi söylediğim günden beri bu şekilde devam ediyor."

Kulaklarım uğulduyordu, karşımdaki adama anında güçlü bir nefret duygusuyla bakmaya başlamıştım. Olan biten onca şeyden sonra nasıl yaptığıyla gururlanıyor, bana sesinde tek bir pişmanlık bulundurmadan yanıt veriyordu?

"Peki ya yaşananlar? Kurucusu olduğunuza göre elinizden bir şey gelebilirdi? Neden müdahele etmediniz?" Sorularım masumluktan sıyrılıp, suçlayıcılığın rengine bürünmüştü. Daha az önceye kadar sevimli gelen ihtiyar, sanki yüzündeki maskeyi indirmiş ve sakladığı canavarı gözümün önüne sermişti.

Davut Dede olduğunu öğrendiğim yaşlı adam gözlerini pencereye çevirdi. Sessizliği boyunca akıp giden saniyeler, yelkovandan yere düşen balyoz darbeleri kadar sertti. Nihayet konuşmaya başladığında, düşüncelerimin arasına dalmak üzereydim.

"Ben tüm iyi niyetimle bir düzen kurdum evet ama bunu bir silaha çevirmeleri benim suçum mu sence?"

Onun suçu değildi, bunu başından beri biliyordum. Ama tüm bu yaşananlar o kadar akıl almaz ve can yakıcıydı ki karşıma çıkan ilk insandan bunun acısını çıkarmak, bir suçlu bulup tüm günahı üzerine kazımak, kendi üzerimdeki sorumluluktan kurtulmak istemiştim. Davut Dede içinde kaldığım ikilemi görmüş gibiydi, sıcak eli elimin üzerine kapandı.

"Özür dilerim," dedim tekrar kuruyan boğazımla.

"Özür dilemene gerek yok Arsen'ciğim, neler yaşadığını biliyorum. Kolay şeyler gelmedi başına. Neden bir bardak sıcak papatya çayı içmiyoruz?"

Utancımı fark etmiş ve konuyu çabucak değiştirmişti. Davut Dedenin peşinden baktım, gürül gürül yanan sobanın üzerinde daha önce fark etmediğim bir çaydanlık belirmişti. Az sonra ise Davut Dede elime bir kupa dumanı tüten bitki çayını tutuşturmuştu bile. Tanıdık baharatlı koku içimi ısıttı.

"Tamay kim bilir ne haldedir şimdi. Seni bulmamdan bu yana üç gece geçti."

Tamay'ın ismini duymak bana, beni ter içinde bırakan; uyanmamam için bir balçık gibi uzuvlarımı saran kabusumu hatırlattı. O kavurucu sıcağı bir kez daha hisseder gibi olduğumda telaşla irkildim.

"Ona haber vermeliyim." dedim cansız sesimle. Zihnim uyandığımdan beri beni kötü anılarla kamçılıyordu. "Merak etmiştir beni, ya Öniz? Onlara ulaşmam lazım."

"Gücünü yeterince topladığında bunun için fırsatın olacak şimdi sakin olmalısın." Eliyle elimdeki kupayı işaret etti.

Gözlerimin önünde Tamay'ın uykusuzluktan kızarmış bal damlası gözleri, eliyle karıştırmaktan darmadağın olmuş ama ona yakışan kumral saçları varken dumanı tüten kupadan bir yudum aldım. İçimi anında tatlı bir rahatlık sarmıştı. Sonraki yudumlar peş peşe mideme inerken kendimi bulutların üzerinde gibi hissetmeye başlamıştım.

"Çok cesur bir kızsın Arsen." dedi ihtiyarın uzaklardan gelen sesi. Kafamı ona doğru çevirmek sanki günlerimi almıştı, bakışlarımı yüzüne sabitledim. Dudaklarım kıpırdandı fakat ne söylediğimi ya da ne söyleyeceğimi bilmiyordum.

Yaşlı adamın elinin yüzüme uzandığını gördüm, hemen ardından göz kapaklarımda bir sıcaklık hissettim. Sırtım yumuşak yatakla buluştu ve ben uykuya dalmadan önce gözlerimin üzerine örtülen ellerin sahibi berrak kahve rengi gözlerin tanıdıklığında kayboldum.

~

Kızın sarıya çalan kumral saçlarında dans ediyordu güneş... Yüzü terden sırılsıklam, mutluluktan ağzı kulaklarında...

Karşısındaki manzaraya büyülenmişçesine bakıyordu orta yaşlı bir kadın.

Küçük bir erkek çocuğunun peşinden koşan küçük bir kız çocuğu...

Dudakları titredi kadının, elleri sıcak yaz gününe rağmen teninin beyazlığı kadar soğuktu. Titreyen parmaklarını yavaşça kaldırıp sımsıkı toplanmış sarı saçlarını gereksiz bir hamleyle düzeltti.

Yapacağı şey yüzünden kendisini asla affetmeyecekti.

"Her şeyden habersiz küçücük bir kızın hayatını kağıttan bir uçak gibi katlayıp bir umudun peşinden mi fırlatacağım? Ne biçim bir anneyim ben?"

Ağlamamak için dişlerini sıktı ve gözlerini sertçe yumdu. Kendi kendine söylediği o son bir sözcük, kendisind ördüğü o güçlü duvarlarının en kilit yerindeki tuğlasını oluşturuyordu.

" Anneyim." dedi titreyen sesini kontrol altına alarak. Sağ avucunda küçük bir el hissetti, sıcaklığı yüreğini ısıtan. Aynı anda tanıdık bir koku burnuna doldu uzun yıllar sonra. Güçlü bir kol omzuna dolandı ve kadının başını göğsüne çekti.

"Canım ailem." 

Talia gözyaşlarını zor tutarak içinde olmak istediği anı kendisine hediye etmişti. O an bunun bir yanılsama olması umrunda değildi. Avucunda oğlunun eli, sevdiği adamın göğsündeydi.
İkisini de sıkıca kucakladıktan sonra yanılsamanın kaybolmasına izin verdi.

Koşmayı kısa süreliğine bırakan kız çocuğu birden bakışlarını kadının üzerine dikmişti.

Kadın bu sefer tereddüt etmedi.

Kızın tedirgin halini rahatlatacak bir gülümseme takındı yüzüne. Attığı her adım, onu kaybettiği ailesine daha çok yaklaştırıyor gibi hissediyordu. Ve his bu kadar güçlüyken karşısındaki bir kız çocuğu değil, bir anahtardı onun için.

"Merhaba Arsen." dedi kendisine yaklaşan çocuğa.

Küçük kızın şaşkın, yarı korkmuş hali onu bir an olsun etkilemedi.

"Sen annemin arkadaşı mısın?"

Onaylayarak başını salladı Talia. Gözleri kızın tişörtünün açıkta bıraktığı omuzlarına yöneldi.

"Sana bir hediyem var güzel kızım."

Bir kız çocuğunun hayatını baştan sona değiştirecekti,

Bir genç kızın tüm seçimlerini elinden alacaktı,

Bir ömrü, bir deniz dalgasının kıyıya vurduğu an kadar ömrü olan bir umuda bağlayacak ve başarılı olamazsa ondan kumdan yapılmış bir kaleden kurtulur gibi kolaylıkla kurtulacaktı.

Soğuk elini kız çocuğunun omzuna değdirdi.

"İçimdeki umudun,
İçimdeki nefretin,
İçimdeki yaşanmamış ömrün,
Nesillerdir aktarılmayı bekleyen gücün,
Anahtarı artık sensin...
Kurtuluşumuzu buraya bu küçük vücuda saklayacak,
Ve zamanı geldiğinde onu herkesten gizlediğim bu ruhtan geri alacağım...
Oğlum için,
Eymen'im için,
Hiç yaşayamadığımız hayatımız için,
Küçücük bir kız çocuğunu kurban edecek kadar kaybettiğim ruhum için..."

Enerji akışı durduğunda çocuğun dayanacak gücü kalmamıştı. Talia nazikçe dokunuşuyla soğuyan bedeni yumuşak otların üzerine yatırdı.

"Beni asla affetme." dedi sabit tutmaya çalıştığı sesiyle. " Ben kendimi asla affetmeyeceğim."

Zehir gibi acı yeşil  elbisesini düzelterek doğruldu. Ve batmaya başlayan güneşe son kez bakarak gözden kayboldu.

~

YAZAR NOTU: MEDYADAKİ ŞARKIYLA OKUMANIZ TAVSİYE OLUNUR. (DRACULA LOVE STORY BLUE EYES)

Yoğun kar yağışı birkaç saatliğine hafiflemiş, kalın kar tabakası gecenin karanlığında neon bir mavi renkte parlıyordu.

Evin içinde çıt yoktu. Eğer birisi şu an bu eve girse, evde birinin olduğuna dair hiçbir şey hissetmezdi.

İçerisi, dışarısı kadar soğuk ve karanlıktı. Bunun dışında havasındaki çok ağır duygular insanın yüzüne görünmez bir cam gibi çarpıp afallatıyordu.

Bu sessizlikte ruhuyla aynı renge bürünen, geceden daha karanlık bir köşeye çekilmiş bir genç adam, gözlerini düz ve kararlı bir şekilde gökyüzündeki aya çevirmişti.
Aniden kulakları uzun süren sessizliğe bir çığ gibi giderek yaklaşan adım sesleriyle dikkat kesildi. Birisi dış kapıya doğru yaklaşırken karda adım seslerini bırakıyordu. Oturduğu yerden bir ok misali kapıya fırladı. Kapıyı açtığındaysa birkaç saniye nefes alamadığını hissetti.

Kırmızı bir battaniyeye sarılmış narin bir vücut kapısının önüne bırakılmıştı. Koyu kumral saçlar karların üzerine dağılmıştı, yeşil gözler sımsıkı kapalıydı, derin bir uykudaydı genç kız.

Kendisini nihayet toparlayabildiğinde uzanıp zarar vermekten korkarcasına zayıf bedeni kucağına aldı, üşümesinden korkarcasına göğsüne sımsıkı bastırdı ve üst kata, kendi odasına taşıdı. Kızı nazikçe yatağa bıraktı. Bir anda evin ne kadar soğuk olduğunu hissetti ve kendisine bir ağız dolusu küfrederek zarif bir el hareketiyle içerisinin ısınmasını sağladı.

Şaşkındı. Günlerdir aradığı, geöen onca dakika umudunun iyice tükendiği ve o umudun yerini sayısız kötü sonun aldığı tüm günlerin ardından Arsen şu an onun yatağında uyuyordu.

Ne kadar süre öylece ayakta, kıza yaklaşmaktan çekinerek durdu, muamma. Ama sonunda aralarına ördüğü sayısız tuğladan ilkini, kendi eliyle sökmeye başladı. Ruhu, her bir kırılan tuğlanın altında paramparça oluyordu. Ellerine geçmişte yaptığı sayısız hata birer kıymık gibi batıyordu.

Tüm bunlar onun içinde yaşanıyordu, dışarıdan gören birisi için sevgilisinin yanına adım adım yaklaşan bitkin ve hasret dolu bir aşıktı sadece...

Aralarındaki son engel de kalktığında Tamay yüzleşmeye hazırdı.

Elini her an geri çekecek bir biçimde yavaşça genç kıza uzattı. Saçlarının birkaç milimetre üzerinde parmakları bir piyanoda dans edermişcesine gezmeye başladı. Yetmiyordu ama bu hayali dokunuş. Hissetmek istiyordu, acıyı, hayalkırıklığını, hasreti, karşısındaki kıza yaşattığı tüm kötü duyguları hissetmek ve onun ruhundan emip almak istiyordu.

Güneş henüz yeni doğarken, genç bir el yıpranmış saçlarda geziniyordu. Bayat bir is kokusu, adamın  yaptığı hataları parmak uçlarına bulaştırırcasına yavaşça dağılmıştı yatağa. Henüz iki üç hafta bile olmamışken dupduru bir yüz, acıyla, adamın hatalarıyla ne hale gelmişti böyle?

"Seni o alevlerin içinde bırakan bendim, öyle değil mi Arsen?" Kızın ismini, bir şiirin en güzel mısrası gibi telaffuz ediyordu.

"Yaptığım her yanlış ikimizin arasında bir yığın odun olarak birikiyor ve söylediğim her söz bir kibritten daha çabuk tutuşturuyor o yığını..."

Söylemek istediği o kadar çok şey vardı ki Tamay'ın. Kendisine kızmalıydı, yataktaki masum genç kıza kızmalıydı, ardından göğsüne sımsıkı bastırmalıydı onu. İçinde başka hiçbir şeye yer vermeden. Sadece Arsen ile doldurmak istiyordu tüm benliğini.

"Neden söylemedin?" dedi sonunda yarı kızgın yarı yıkıcı bir hüzünle. "Neden konseye çıktığında tüm bunları reddetmedin? Sana şimdiye kadar acıdan ve hayalkırıklığından başka ne verdim?"

Elini Arsen'in saçlarından yavaşça yanaklarına indirdi. Söylemek istediği her şey, yaptığı tüm aptallıklar birleşip, binlerce parçaya ayrılan bir ayna gibi keskinleşmiş, boğazını; ruhunu kan revan içinde bırakmıştı.

"Her lanet gece," dedi kısık bir sesle. "Uykuya daldığın her gece, yıllarca, benden nefret etmen, benden bıkman için yalvardım. Bana bağlanmaman için umutsuzca dua ettim. Belki bir şansın olur da aramızdaki bu lanet kalkar diye. Ben yaşamıyorum Arsen ama sen yaşa diye her gece vazgeçmeni bekledim."

Elini kızın yüzünden çekti. Güneş ışıkları yatakta derin bir uykuda olan genç kızın kirpiklerine vuruyor, dünyanın en değerli mücevheriymişçesine gözlerini kamaştırıyordu Tamay'ın.

"Canını yaktım, ruhunu alevler içinde bıraktım. Ve sen buna rağmen benden vazgeçmedin." 

Kafasını iki yana salladı, gözlerine dolan yaşları gülerek defetmeye çalıştı.

"Tüm bunları senin kendini kurtarman için yapıyorken neden bu kadar özgecisin? Neden bir kere olsun kendini düşünmüyorsun?"

Odanın içinde turlamaya başladı. Eli bir yüzüne bir saçlarına gidiyordu. Sanki ait olduğu beden onun ruhunun hapishanesiydi ve bundan kaçmaya çalışıyormuş gibi çaresizce saçlarını karıştırıyordu.

"Bana bunu yapma!" Sessiz acı dolu bir kükreyiş... İnsan nasıl fısıltıyla kükrerdi?

Yatağın ayak ucundaki tahtaya sırtını yasladı. Soğuk tahtayı hissederek yere doğru kayıp dizlerini göğsüne çekti.

"Beni kurtarabileceğini hissediyorum. Seni hissettiğim ilk geceden beri bunu kalbimin derininden hissediyorum."

Kafasını dizlerine yasladı. Ruhunun yandığına emindi artık, göz yaşları dizlerini yakıyordu.

"Kurtulmak istemiyorum Arsen. Benim kurtuluşum olmanı istemiyorum. Bırak beni hapsettikleri cehennemimde sonsuz döngüde yanayım."

Fiziksel olarak birbirlerini gördükleri ilk geceyi düşündü. Aralarındaki mum ışığının nasıl yeşil gözlerine vurduğunu, hayatında böyle kalbine bakan gözler görmüş müydü?

Taptaze orman ferahlığındaki yeşil gözlerde tek bir kötülük yoktu.

Sevgiyi görmüştü Tamay.
Hiç görülmeyen birine duyulan sadakati görmüştü.

Aşkı görmüştü...

En çok onu görmekten korktuğu halde aşkı görmüştü.

Bir ayrık otunu ayıklar gibi çekip almak istedi o gözlerden gördüğü şeyleri. Fedakarlık, aşk, sadakat, hepsini bir arada görmek mahvediyordu onu.

Kararlılık.

Yapma, demişti içinden. Yapma bunu lütfen, bir boşluk bırak bana. Bir boşluk bırak ki tüm kötü niyetimle sızayım içine ve mahvedeyim kırayım, uzaklaştırayım seni kendimden. Beni değil seni kurtaralım.

Yatakta bir hareketlilik hissedince hızla gözyaşlarından kurtuldu ve kızın baş ucunda bitiverdi. Arsen'in kaşları gördüğü kabustan ötürü çatılmış, kuru dudakları hafif açık bir şeyler mırıldanıyordu.

"Rüyalarını bile elinden aldım." dedi Tamay karşısındaki ızdırap dolu kıza bakarken. "Nasıl olur da bu kadar bencil bir adama aşık olursun?"

Elini yavaşça kızın alnına bastırdı. Gördüğü kabusla birlikte aniden elini çekme ihtiyacı duysa da bu isteğinden vazgeçti. Eli hala kızın alnındayken bir tüy kadar hafif şekilde yanına uzandı.

"Bu gece güzel bir rüya görmeye ne dersin?" Rahatsız bir şekilde kıkırdadı. "Gerçek bir rüya olmayacak belki ama bizim gerçekliğimiz tüm dünyaya meydan okusa olmaz mı?"

Gözlerini kapatmadan önce hafifçe doğrularak yüzünü kızın yüz hizasına yaklaştırdı. Burunlarının arasında birkaç santimetre kalmıştı. Nefesi yüzüne vuruyordu. Birkaç dakika boyunca kızın kokusunu içine çekti, nefeslerinin ritmine uyum sağladı ve bir kar tanesi kadar hafif ve masum bir öpücüğü burnunun ucuna kondurdu.

Tekrar yatağa uzandığında parmaklarını kızın parmaklarına doladı ve gözlerini kapattı.

"Bizim gerçeğimize hoşgeldin Arsen."

Ve içindeki tüm güzel duyguları, tüm güzel hayalleri, sanki küçük bir kız çocuğunun  saçlarını örer gibi nazik; yanındaki kadının rüyasına ördü.





Continue Reading

You'll Also Like

1.7M 95K 45
Zengin, şımarık ve akıl almayacak derecede çılgın olan Pera verdiği büyük parti sonucu kendini dedesi ve babaannesinin yaşadığı köyde, çiftlik evinde...
22.7K 79 13
Tecavüz,şiddet,taciz ve sex içerir.Bu bir sexting eseridir.
100K 7.4K 61
Karanlık sokakların birinde, kenar köşede kalmış bir dövmeci, yıllardır saklanan bir sırrı korumaya çalışıyordu. Burası normal bir dövmeci gibi görün...
68.6K 5K 35
Altı elementin bulunduğu bir okul. Bu okula her şeyden habersiz, bir gece yarısı zorla kaçırılıp getirilen bir baş rol. Annesiyle aynı gece kaçırılıp...