İkinci Yaşam 1-2

By amendoeira_

1.1M 115K 55.5K

| WATTYS 2021 KAZANANI | Melis Aksoy, her yerde görebileceğiniz türde sıradanlığa sahip bir genç kızdı. Onu d... More

İkinci Yaşam -1-
İkinci Yaşam -2-
İkinci Yaşam -3-
İkinci Yaşam -4-
İkinci Yaşam -5-
İkinci Yaşam -6-
İkinci Yaşam -7-
İkinci Yaşam -8-
İkinci Yaşam -9-
İkinci Yaşam -10-
İkinci Yaşam -11-
İkinci Yaşam -12-
İkinci Yaşam -13-
İkinci Yaşam -14-
İkinci Yaşam -15-
İkinci Yaşam -16-
İkinci Yaşam -17-
İkinci Yaşam -18-
İkinci Yaşam -19-
İkinci Yaşam -20-
İkinci Yaşam -21-
İkinci Yaşam -22-
İkinci Yaşam -23-
İkinci Yaşam -24-
İkinci Yaşam -25-
İkinci Yaşam -26-
İkinci Yaşam -27-
İkinci Yaşam -28-
İkinci Yaşam -29-
İkinci Yaşam -30-
İkinci Yaşam -31-
İkinci Yaşam -32-
İkinci Yaşam -33-
İkinci Yaşam -34-
İkinci Yaşam -35-
İkinci Yaşam -36-
İkinci Yaşam -37-
İkinci Yaşam -38-
İkinci Yaşam -39-
İkinci Yaşam -40-
İkinci Yaşam -41-
İkinci Yaşam -42-
İkinci Yaşam -43-
İkinci Yaşam -44-
İkinci Yaşam -45-
İkinci Yaşam -46-
İkinci Yaşam -47-
İkinci Yaşam -48-
İkinci Yaşam -49-
İkinci Yaşam -50-
Julian'ın Kararı - Ara Bölüm
İkinci Yaşam -51-
İkinci Yaşam -52-
İkinci Yaşam -53-
Final
İkinci Kitap, Merak Ettikleriniz
Karakterler
İkinci Şans - Kim Bu Cassandra?
İkinci Şans -1 -
İkinci Şans -2-
İkinci Şans -3-
İkinci Şans -4-
Ölmedim Yaşıyorum
Özet
İkinci Şans -5-
İkinci Şans -6-
İkinci Şans -7-

Özel Bölüm

15.3K 1K 584
By amendoeira_


Eveeet yüz yıl sonra yeni bir bölüm paylaşıyorum...Umarım severek okursunuz ve kitabı unutmamışsınızdır 🙂🙌

İkinci kitap ne zaman diye soranlar için en sonda açıklama yaptım. Bölümü okuduktan sonra bakarsanız sevinirim^^

•••

12 yıl önce, Lamensis Krallığı sınırları

Çimenlere vuran, doğanın içine işleyen güneş ışınları sanki içinde kopan fırtınayı dindirmek istercesine yüzünü aydınlatıyordu. Hafifçe esen rüzgarda kıpırdayan yapraklar hışırdıyor, etrafa tatlı bir melodi sunuyordu. Günlerdir doğru dürüst uyuyamamıştı. Şimdiyse uzun süre sonra bulunduğu bu güven verici orman ona huzur veriyor, bir ağacın kenarına kıvrılıp uyuması için sanki ona sesleniyordu.

Bir anlığına da olsa yüzünü minik, neredeyse belli olmayacak tatlı bir gülümseme kapladı. Sadece bir an, çok küçük bir an yaşadığı zamanı unuttu. Ancak bu küçücük mutluluk uzun sürememişti. Yaşadığı acı verici travmalar gözünden bir film şeridi gibi geçince ne anlık mutluluğu kaldı ne de geleceğe dair umudu. Acıyla yüzünü buruşturdu.

"Bundan sonra ne yapacağım?" diye yüzünce kez geçirdi içinden. Buraya gelmeden önce kafasında her şey çok netti. Tek amacı kaçmaktı. Ülkesi için, kendi canı için, ailesinden geriye kalan tek değerli kişi olan kardeşi için yapmalıydı bunu. Kendi benliğini oluşturan tüm bağları koparmalı, gerekirse eski yaşamını tamamiyle unutmalıydı.

"Sadece bir süreliğine," diye mırıldandı uzayan yemyeşil çimlerin rüzgarda sallanışını izlerken. Kimsenin olmadığı bu ıssız ormanda kendisini avutmaya çalışıyordu. "Ülkem için yapıyorum bunu," dedi bu sefer daha net bir sesle. İnce kaşları ciddiyetle çatılmış, yüzü gerilmişti.

Kafasında dönüp dolaşan planlara göre belki birkaç ay, belki de birkaç yıl katlanması gerekiyordu. Amcası öldüğünü düşünene, onu tamamen unutana kadar bu bilmediği topraklarda ne şartlarda olursa olsun yaşamaya katlanacaktı. Sonra, düzelecekti her şey. Tekrar geri dönecekti kendi evine. Tekrar eski haline sokacaktı her şeyi. Ve en önemlisi, hakkı olan taht tekrar onun olacaktı.

Aklında dönüp dolaşan düşüncelere ve intikam planlarına öylesine dalmıştı ki uzaktan ona doğru yaklaşan insan seslerini ilk başta fark edememişti. Olduğu bölgeye yaklaşan at nallarının sesi kulağına iliştiği anda çok çevik bir şekilde üzerindeki pelerinle yüzünü tamamen kapattı, alnına düşen kızıl tutamlarını geriye atarak saçlarının gözükmemesine büyük bir çaba gösterdi.

Charles, bu ülkede neredeyse beş gün geçirmişti. Mladenovski'den kraliyet ailesinin tarafında olan birkaç güvenilir aile dostunun yardımıyla gizlice kaçmış, Lamensis'e doğru yol alan ticaret arabalarının içine karışmıştı. Amcası onu her yerde arayabilirdi fakat o bile düşman krallığın topraklarına girecek kadar delirmiş olduğunu düşünemezdi.

Lamensis'e kaçmak onun için belki de intihar etmekle eş değerdi. Kimliğini öğrenen biri hiç acımadan onu öldürebilir, her türlü işkenceyi yapabilir veyahut tüm krallığa duyuru yaparak anında amcasına yerini açık edebilirdi. Üstelik kimliğini kolayca belli eden kraliyet ailesine özgü kan kırmızısı saçları da hiç yardımcı olmuyordu.

Yine de bunların hiçbiri onu korkutamazdı. Ne olursa olsun hayatta kalacağına ve ülkesini kurtaracağına yemin etmişti. Bu yüzden de Lamensis'in merkez şehrine kadar gelmiş, tehlikenin göbeğinde saklanarak asıl tehlike olan amcasından kurtulmayı ummuştu. Şu ana kadar planı başarıyla ilerlemişti de. Gizlice Lamensis'e girmeyi başarmıştı. Ancak yolun ortasında olan teftiş onu paniğe sürüklemiş, yakalanmamak için ormana kaçmasına sebep olmuştu.

Hiç ses çıkarmadan hayalet adımlarla ormanın ortasındaki yola doğru yaklaştı. At arabalarının nereye gittiğini anlamaya ve fark ettirmeden araya nasıl karışabileceğini planlamaya çalışıyordu. Zira yanında getirdiği azıcık yemek de bitmiş, kaçmanın verdiği yorgunluk üzerine çökmeye başlamıştı.

İyice yaklaşan arabaları inceleyebilecek konuma geldiğinde yavaşça gözlerini kısarak nereye veya kime gittiklerini düşündü. Oldukça zarif işlenmiş altın işlemelere dikkatlice göz gezdirdi. Sıradan birinin böyle bir arabaya binemeyeceğinin farkında olacak kadar akıllıydı. Üstelik etrafta bulunan askerler de bu düşüncesini maalesef ki doğruluyordu.

Aklından geçenin doğru olmaması için yalvarıyordu. Fakat at arabasının tepesinde bulunan asil simgeyi görünce yakarışları son buldu, vücudu yay gibi gerildi. Bu simgeyi tabii ki de biliyordu. Daha küçücük bir çocukken ilk öğretilen bilgilerdendi bu. Bu simge, hafızasına kazınmıştı. En büyük düşmanı diye öğretilen kişilerden başkasının değildi bu araba, olamazdı.

"Kraliyet ailesinden biri olmalı," diye içinden geçirmeye bile fırsat tanımadan hızlıca geriye adımladı. Şimdiden yakalanmak kesinlikle planları arasında değildi. Hele ki en çok ölmesini isteyecek, gelecekte düşmanı olacak düşman krallığın başındakilerden biri hiç değildi.

Kendisi ormanın derinliklerine hızla ilerlerken nal sesleri de nedenini anlayamadığı şekilde kesilmişti. "Bir şey duydum!" diye bağıran bir adamın kalın ve net sesini duyduğunda içinden ağır bir küfür etti. Şansına kaçtığı orman krallığa yakın bir yer çıkmıştı, olacak iş değildi.

Bir yandan olmayan şansına saydırırken öbür yandan etrafa dağılan koşan adım seslerini analiz ederek saklanacak bir yer arıyordu.

İstese buradaki askerlerin hepsini alt edebilirdi. Mladenovski, dövüş sanatları ve eğitiminde en ileri gelen ülkeydi. Varis olduğundan da zorlu bir eğitim sürecinden geçmişti. Bu yüzden bir avuç asker onun için hiçbir şeydi. Yalnızca, şimdiden kargaşa çıkarıp amcasının kulağına bir şeyler gitmesi riskini göze alacak kadar salak değildi. Bu yüzden en nefret ettiği şeyi yapıyordu, kavgadan kaçıyordu.

Bir hayli uzaklaştığını düşününce sık sık aldığı nefesleri düzene sokarak karşısına çıkan son bir ağaç kökünün de üzerinden ustalıkla atladı, yakınında bulunduğu dala tutunarak kolayca ağaca çıktı. İzini kaybettirmenin getirdiği gevşemeyle rahatlamıştı. Öyle ki, derin bir nefes alarak kafasını geriye yasladığında başından düşen pelerini hemen fark edememişti.

Charles, savunmayı asla bırakmaması ve tehlike anında gevşememesi gerektiğini biliyordu. Bu hatasını birkaç saniye sonra da hemen fark etmişti zaten. Ancak o birkaç saniye bazen büyük sonuçlar doğurabiliyordu.

"Sen!" diye şaşkınlıkla konuşan bir çocuğun sesini duyunca bu hatasının daha da bir farkına vararak koca bir pişmanlığa bulanmıştı.

Kafasını öyle sert aşağı çevirdi ki acı bir ağrının boynuna saplanması kaçınılmaz oldu. Fakat şu an onun bile farkına varamayacak kadar gergindi. Tam aşağısında duran, güneş gibi parlayan altın saçlı çocuğun görüntüsü olduğu yerde kaskatı kesilmesine yol açmıştı.

Adını bilmediği ama soylu olduğu belli olan çocuğun kim olduğuna dair şüpheleri kafasından kovalayarak bir saniye bile kaybetmeden aşağı atladı, sol eliyle sertçe çocuğun ağzını kapattı ve yerlerini açık edecek herhangi bir ses çıkarmasını engelledi.

"Tek bir kelime edersen seni öldürürüm. Yerimizi belli edecek bir hareket yapmaya kalkışırsan da seni öldürürüm," dedi sıktığı dişlerinin arasından. Çocuğun merakla ve biraz da kurnazlıkla dolu yeşil tonlarındaki gözlerini görünce bedenini saran sinire hakim olamayarak "Küçücük bir harekete dahi kalkışmaya çalışırsan yaşadığın son anlar bu olur. Anladın mı beni?" diye ekledi.

Kendisinden birkaç yaş küçük olduğunu tahmin ettiği çocuğun gözlerindeki hınzır parıltılar biraz daha büyüdü, buna rağmen yine de kafasını anladığını belirten şekilde salladı. Hareketiyle sallanan altın saç tutamları sağa kaymıştı. Charles, karşısındaki sarışın çocuğun suratını temkinlice inceledikten sonra elini çekmeye kara verdi.

"Burada ne arıyorsun?"

Charles'in iki saniye önce yaptığı uyarıyı sanki hiç duymamış gibi bir umursamazlıkla kafasını yana eğerek cevap beklemeye başladı. Charles, karşısındaki çocuğun bu tavrına içten içe gıcık olmuştu ama tepki vermemeye çalışarak "Seni ilgilendirmez," diye homurdandı.

Verdiği cevap sarışın çocuk için hiç de önemli değil gibiydi. Altın sarısı saçlarını zarifçe karıştırdı.

"Askerlerden kaçıyordun galiba. Ama merak etme, senin peşinde değiller. Peşinde oldukları kişi, benim."

Bu cevap karşısında Charles'ın ilgisi ilk defa sohbete çevrildi. Fakat ağzını açmasına bile fırsat tanımadan konuşmaya devam eden çocuk yerinde hafifçe sallandı.

"Antrenmandan kaçtım. Bu yüzden beni arıyorlar. Her zaman yaşanılan bir şey, merak etme." Umursamadan kurduğu cümle sonrası sallanmayı kesti ve yüzündeki hafif, bilmiş gülümsemeyle karşısındaki çocuğun kızıl saçlarını inceledi.

Saçlarına baktığını fark eden Charles, adrenalinden dolayı başlığını örtmeyi unuttuğunu yeni hatırlamıştı. Kendi aptallığına kahrolurken aceleyle saçlarını gizledi. "Şu anda senin peşinde değiller, evet. Ancak bu görünüşle yakalanman uzun sürmez. Fazla dikkat çekiyorsun," dedi üzerine basarak.

Dediklerini duymamış gibi davranma sırası Charles'a geçmişti. "Kraliyet ailesiyle ne gibi bir alakan var?" diye sordu kafasındaki başlığın ucunu sıkıca tutarak. Alacağı cevabı az çok tahmin ediyordu ama yine de kesinleştirmek istemişti. Çocuğun yanıtına da sorgusuz sualsiz güvenemezdi aslında. Ama yine de sormadan duramamıştı.

"Adım Ethan. Ethan Lamensis."

Charles, doğruyu söylediğini biliyordu. Bunun için elinde hiçbir kanıt yoktu ama karşısındaki çocuğun asil duruşundan, kıyafetlerinden ve en küçük prensle örtüşen yaşından dolayı çoktan inanmıştı bile. Üstelik kraliyet askerlerinin onun peşinde olmasının da en mantıklı açıklaması buydu.

Charles kendi içinde bir tartışmaya girerken Ethan ise onu meraklı bakışlarla inceliyordu. Kafasında dönüp dolaşan birçok düşünce vardı. Mladenovski'nin varisinin burada ne işi vardı? Neden düşman ülkenin kraliyet yakınlarındaki ormanda saklanıyordu? Başından neler geçmişti? Bu sorularının hepsinin cevabını merak ediyor, onunla bir anlaşma yapıp yapamayacağını kafasında tartıyordu.

Nasıl bir yol izlemesi gerektiğini düşünürken gözü Charles'ın saklamaya çalışsa da alnına birkaç tutam dökülen kızıl saçlarına çevrildi. İlgiyle büyüyen gözleriyle derin bir nefes çekti içine. Her şeyden önce ilk halletmesi gereken iş buydu.

"Yakalanmamak istiyorsun değil mi? Öyleyse benimle gelmelisin."

Charles, Ethan'ın kesin bir tavırla kurduğu cümle karşısında kaşlarını çattı. "Sana güvenecek kadar kafayı yemedim." dedi homurdanarak. Bu çocuk kendisini aptal mı sanıyordu? Hangi aklı yerinde insan gelecekteki en büyük düşmanı olabilecek kişiye güvenirdi?

"Eğer sana zarar vermek isteseydim çoktan askerleri çağırırdım. Bunu sen de biliyorsun." Sevimlice dudaklarını yalayan Ethan, Charles'ı baştan ayağa inceledi ve kendisinden yaklaşık bir karış uzun olan boyuna bakarak, "Tek başıma seni haklayabileceğimden korkuyorsan ve o yüzden benimle gelmiyorsan başka tabii." dedi.

Sanki Charles'ı hiç aşağılamamış gibi bir tatlı gülümseme kapladı yüzünü. Gülümseyince kısılan yeşil gözleri onu daha da sevimli kılmıştı.

Charles aşağılanmanın verdiği sinirle dişlerini sıktı. Onu gaza getirmek için böyle söylediğini biliyordu ama yine de kendine engel olamamıştı. Cevap vermemek için başını yukarı kaldırdı, yağmur bulutlarının dolduğu gökyüzüne bakarak pelerinini tuttu.

Ethan'ın bir bakıma haklı olduğunu biliyordu. Üstelik çoktan prenslerden biriyle karşılaşmıştı ve onu öldürmediği sürece de herkese her şeyi anlatabileceğini biliyordu. Yine de kararsızdı, onu takip ederek büyük bir aptallık yapmaktan korkuyordu.

"Gitmem gerekiyor. Hemen karar vermelisin. Eğer benimle gelirsen güvenliğini sağlayabilirim."

Ethan bir süre cevap bekledi. Fakat istediği cevabı duyamamış, kendisini koca bir sessizlik karşılamıştı. Seslice iç çekerek geri adımladı. Çiselemeye başlayan yağmurun altında biraz ilerlemişti ki arkasından gelen adım seslerini duydu. Engel olamadığı bir gülümseme yüzünü kaplayınca yürümeyi durdurdu, onu takip eden Charles'ın yanına gelmesini bekledi.

Onunla aynı hizaya gelen Charles, gururundan hiç ödün vermeyerek omuzlarını dikleştirdi. Ethan'ın yüzüne bile bakmadan gittiği yolda ilerlemeye başladı.

"Kaç yaşındasın?" diye sordu Ethan sanki iki yakın dostlarmış gibi. Onun sorusunu Charles fazlasıyla garip bulmuştu. Fakat bunu belli etmeden "On," diye cevapladı.

"Benden iki yaş büyüksün demek."

Charles,Ethan'ın cevabına aldırmadan "Nereye gidiyoruz?" diye sordu. Bir yandan da pelerinini sıkı sıkı tutmaya devam ediyordu.

Ethan omzunu silkti. Yürüdükleri patikada ağaçlar azalmaya başlamış, asıl yola oldukça yaklaşmışlardı.

"Ormanın çıkışında güvendiğim birisi var. O bizi sarayın arka tarafından içeri sokacak. Sonra da seni ağabeyimle görüştüreceğim."

Charles'ın adımları dondu. Sertleşen yüz kaslarıyla Ethan'a sert bir bakış attı.

"Ağabeyin mi?"

Ethan, Charles'ın kraliyet ailesinden başka birine sırrını açık etmek istemediğini anlamıştı. Fakat hiçbir şeyin farkında değilmiş gibi ince sarı kaşlarını kaldırdı.

"Evet, ağabeyim Julian. Saçın için bir çare bulacağına eminim."

Charles şiddetli bir karşı çıkmaya hazırlanıyordu ki ilerlerinde duran at arabasını fark etmesiyle diyeceklerini yuttu. Ethan'ın bahsettiği güvenilir kişi bu olmalıydı. Tam da tahmin ettiği gibi Ethan onu beklemeden at arabasına doğru yürümeye başlayınca yağmurda sırılsıklam olan pelerinine iyice sarılıp tereddütlü adımlarla arabaya doğru ilerledi.

Yanlarına varana kadar Ethan ve yanındaki asker konuşmalarını tamamlamış gibi görünüyordu. Atın eğerini daha sıkı tutan asker ona çok kısa bir an için bakıp önüne döndü. Bu sırada Ethan'ın adama ne dediğini çıkarmaya çalışan Charles, Ethan'ın sevecenlikle parlayan gözleriyle karşı karşıya gelince yutkundu. Hala doğru bir karar verip vermediğinden emin değildi ama biraz daha ormanda kalırsa açlıktan ya da bitkinlikten ölebileceğini biliyordu.

"Başka şansım yok. Ormanda Ethan'a yakalandıktan sonra seçim hakkım kalmadı zaten. Ya onu öldürecektim ya da boyun eğecektim," diye geçirdi içinden. Küçücük bir çocuğu öldürecek kadar vicdansız değildi. Hem, her ne kadar en küçük prens de olsa kendini savunacak yeteneğe sahip olduğunu biliyordu. Ona saldırdığı an tutuklanması an meselesiydi.

Onunla gitmemeyi seçip ormanda da kalabilir, daha sonra şehre inip kendine bir hayat kurabilirdi. Fakat bunu da seçememişti çünkü Ethan'dan uzaklaştığı an, Ethan'ın herkese her şeyi anlatacağını düşünüyordu. Tüm ülkede kendisi için arama emri çıkmasındansa Ethan ile gitme tehlikesine girmeyi tercih ederdi. En azından gözü onda olduğundan yapacağı hamleleri engelleyebilirdi.

Kafasında dönüp dolaşan şüpheler ve düşünceler arasında Ethan çoktan arabaya binmişti bile. Onu çok bekletmeden peşinden arabaya atladı.

"Abim hariç kimseye bir şey söylemeyeceğim. Bana güvenebilirsin."

Charles, Ethan'ın güven verici sesi karşısında gözlerini devirmemek için zor tuttu kendini. Daha sekiz yaşındaki bir çocuğun böyle olgunmuş gibi davranması sinir bozucuydu. Tamam, kendisi de çok büyük sayılmazdı, hatta Ethan ile arasında sadece iki yaş vardı ama bu gıcık olmasını engellemiyordu.

Kısa bir yolculuk sonucunda saraya vardıklarında Charles hiç vakit kaybetmeden etrafı incelemeye başladı. Ethan'ın da dediği gibi arka girişe benzeyen bir kapıdan içeri girdiklerinde düşman krallığın sarayı tam karşısındaydı.

Sarayın bahçesinde bir düzen içerisinde dizilmiş, şık bir biçimde budanmış ağaçların ilerisinde fıskiyeler yer alıyor, altın kaplamalarıyla parlayan sarayı en iyi biçimde süslüyordu. Bir şehir büyüklüğündeki arazinin etrafını çevreleyen taştan surların ucu zar zor görünüyordu. Bölümlere ayrılmış gibi görünen sarayın her binası ayrı bir havaya sahipti. Tek başına ülke denebilecek kadar şatafata sahipti burası, ilk bakışta insanı büyülüyordu adeta.

At arabasının her ilerleyişinde üzerinden geçtiği çakıl taşları ses çıkartıyor, ıslananan yemyeşil çimenlerin ve görkemli ağaçların rüzgarda ahenkle sallanmasıyla Charles'ı büyülüyordu. Sarayı böylesine inceledikten sonra elinde olmadan kendi eviyle burayı karşılaştırmadan edemedi.

Mladenovski sarayının böyle abartı bir gösterişi yoktu. Daha sade fakat çok daha korunaklı upuzun duvarlara sahipti. Her an olabilecek savaşlara karşı dayanıklı yapılmıştı. Öbür ülkelerle çok fazla çatışmaya girdiklerinden olması gereken buydu.

Lamensis ise daha şık ve insanın içini ısıtan, hayranlıkla bakmasını sağlayan büyüleyici bir mimariye sahipti. Yine de Charles'ın gözünde bunların hepsi bir çöp kadar değersiz, beş para etmez şeylerdi. Kendi evini, kendi krallığını anımsayınca bile kalbi acımıştı. Ayrılmak zorunda kaldığı küçük kız kardeşi aklına geldiğinde de bu acı gittikçe büyüyerek bir bıçak gibi yarasını deşti.

"Geldik!"

Neşeyle cıvıyan Ethan'ın sesi kulaklarına dolduğunda sanki bir kabustan uyanmış gibi derin derin nefesler aldı. Yaşadığı gerçekliğe sert bir dönüş yaptığını fark edince sersem sersem gözlerini kırpıştırdı.

Ethan onun toparlanmasını bekleyemeden heyecanla sol koluna yapışmış, alelacele at arabasından inmesini sağlamıştı. Charles yeni yeni uyandığından bir tepki veremeden Ethan'ın onu sürüklediği yere doğru ilerledi.

İlk bakışta gördüğü görkemli saraydan biraz uzaktaki bu bina, saray kadar olmasa da yine de şık görünüyordu. Önlerindeki taştan yapılmış orta büyüklükteki kapı ne binası olduğunu anlayamadığı bu yapının arka girişlerinden birine benziyordu.

Charles, buradan içeri gireceklerini düşünüp Ethan'ın kapıyı açmasını bekledi. Ancak Ethan ne kapıyı açmaya yeltenmiş ne de o yöne doğru ufak bir adım atmıştı. Yağmurun hiçbir şekilde engellenmediği bahçenin orta yerinde öylece dikilmişler, sırılsıklam bir şekilde duruyorlardı.

"Neyi bekliyoruz, kapının büyülü bir şekilde açılmasını falan mı?"

Charles'ın sorusu karşısında Ethan gülmeye benzer bir ses çıkardı. Ağzını açıp bir cevap vermeye yeltenecekti, neyi beklediklerini ya da ne yapmaya çalıştığını biraz da olsa Charles'a açıklamayı düşünüyordu. Fakat buna gerek kalmadı, zira arkalarından gelen donuk ses ikisinin de ilgisini oraya çekmişti.

"Hayır, beni bekliyorsunuz."

Charles, arkasına döndüğü anda yüz yüze geldiği çocuğun kim olduğunu sanki hissetmiş, içine doğmuş gibi bir çırpıda anlamıştı. Onun da bakışları kendisinin üzerindeydi. En ince ayrıntısına kadar Charles'ı inceliyor, bir an için Ethan'a bakıyor, sonra tekrardan Charles'a dönüyordu.

"Julian sen misin?" diye burnu havada, kibirle konuştu Charles. Onun bu tavrına kaşlarını çatarak karşılık veren Julian, kelimelerinin üzerinde basa basa, "Benimle böyle konuşma cüretini sana kim verdi?" dedi. Soru sormuş gibi bir hava takınmıştı ama cümlelerinin altında onu açık açık tehdit ediyor, sanki görünmeyen karanlık bir aura yayıyordu.

Charles sırıttı. Pelerini sayesinde Julian onu ne kadar istese de çıkaramazdı. Kim olduğunu bilmemesinin verdiği kibirle dudakları kıvrıldı. Karşısında tahta geçme ihtimali en yüksek olan prens, vâris duruyordu. Kendisi de vâris olduğundan bu, ikisini en büyük rakip yapıyordu. Charles içinde vahşice büyüyen Julian ile savaşma isteğine karşı koyamıyordu.

Ethan bir ağabeyine bakıyor, bir de düşman krallığın prensini inceliyordu. İkisinin de böylesine savunma pozisyonlarına geçip pençelerini çıkartmaları bir yere kadar eğlenceli olabilirdi ama sonuçta hala vakit kaybıydı. Hem biraz daha bahçede kalırlarsa hasta da olabilirdi. Bu yüzden eğlenceyi bir kenara bırakarak boğazını temizledi, ağabeyine hitaben konuşmaya başladı.

"Julian, seni buraya çağırdım çünkü yardımın gerek," diyerek gözlerini Julian'a dikti. Onun da aynı dikkatle kendisine baktığını fark edince Charles'ı işaret ederek, "Onun yardımımıza ihtiyacı var. Ve sen olmadan ben bir şey yapamam." dedi bir çırpıda.

"Yardım mı?" Julian yalandan bir gülüş sundu. "Hayır kurumu mu sandınız beni? Evet, en küçüğümüz olduğundan sana fazla sorumluluk verilmediğini biliyorum ama bu demek değil ki dışarıda bulduğun işsiz güçsüz insanları saraya getirebilirsin. Üstelik bu yetmezmiş gibi beni çağırması için asker yolluyorsun. Ne yapmamı bekliyorsun?"

Kardeşi Ethan'ın ne yapmaya çalıştığı hakkında en ufak bir fikri yoktu. Kendisine itiraf etmek istemiyordu ama yanına gelen asker, Ethan'ın ondan yardım istediğini söyleyince konunun ne olduğunu bilmemesine rağmen içi bir heyecanla dolmuştu. Çünkü annesinin ölümünden sonra Ethan'ın kendisiyle ilk muhattap oluşuydu bu.

Annesi öleli iki yıl olmuştu. Ethan, önceden de çok konuşkan biri değildi ama annesinin ölümünden sonra daha da içine kapanmış, kendisine gelip çekingen bir tavırla da olsa bir şeyler sormayı komple bırakmıştı. Eskiden Adrius ve Adrien ile oynardı, kendini insanlara kanıtlamaya çalışırdı. 'Buradayım, benim de farkıma varın' diyormuş gibi bir anlam olurdu gözlerinde. Fakat tek dayanağı annesini de kaybedince hepten her şeyden soyutlanmış, iyicene ortalıkta görünmez olmuştu.

Julian umursamamış gibi davranmaya çalışıyordu ama Ethan'ın bu halini fena halde takıyordu. Bu yüzden asla sesli söylemeyecek de olsa Ethan'ın ondan yardım istemesinden mutluydu. Tabii ne için yardım isteyeceğini hala bilmiyordu, orası apayrı bir konuydu.

Karşısındaki iki çocuğun kendisine dik dik baktığını fark edince konudan iyice uzaklaşmış olduğunu anladı, kendini odaklanmaya zorlayarak Charles'a bir bakış attı. Karşısındaki çocuğa fena halde uyuz olmuştu. Fakat bunu gram çaktırmadan dümdüz bir bakışla, küçümseme dolu gözleriyle ona bakmayı sürdürdü. Ağzını araladı, onu en çok sinir edecek cümleleri itinayla seçti.

"Onun gibi birinin sarayda işi yok."

Charles gülmekle homurdanmak arası bir ses çıkardı. Elinde olsa Julian'ı bir an bile durmadan parçalar, hiçbir şekilde vicdanı sızlamazdı. Gel gör ki şimdi onun ülkesinde saklanmak zorundaydı ve en kötüsü ise, kaderi ve hayatı şimdiden uyuz olduğu bu çocuğun ellerindeydi.

"İçeri girebilir miyiz artık? Yoksa sağanak yağışın ortasında sabaha kadar durmayı mı bekliyoruz?" diye bağırdı Ethan. Yağmur gürültüsü yüzünden sesini yükseltmek zorunda kalmış, altın saç tutamları alnına yapışmıştı. Alnından yanağına doğru bir yol çizen su damlasını elinin tersiyle sildi, iki düşman ülkenin prenslerine çattığı ince kaşlarının arasından ciddi bir bakış atmaya çalıştı. Tombul yanakları ve sevimli çehresiyle pek de ciddi durmuyordu ama kendisi bunun farkında bile değildi.

Ethan'a asır gibi gelen bir bakışma sonrası sonunda önünde durdukları kapıdan içeri geçtiler ve Julian'ın gizli eşyalarını sakladıkları kullanılmayan binadaki geçitten küçük, karanlık ve biraz rutubet bulunan odaya giriş yaptılar.

Julian, Ethan'ın bu odayı bildiğinden şüpheleniyordu ama şu ana dek gerçekten bilip bilmediğinden emin olmamıştı. Şimdiyse hem küçük kardeşini hem de daha tanımadığı, kimin nesi olduğunu bile bilmediği bir çocuğu buraya getirmişti: Gizli kütüphanesine.

Bir koltuk ve geniş bir masanın girebileceği kadar geniş olan oda, üç kişinin içeride bulunmasıyla daha da küçük görünmüştü. Duvarın bir köşesine koyduğu büyü kitapları tek tüktü. Büyücü loncasıyla daha yeni yeni anlaşmaya varmaya başlamıştı. İleride yapacağı büyük yeniliklerin ilk adımıydı bu. Daha kimse neler olacağından haberdar değildi, kendisi bile.

Julian, kardeşine güveniyordu. Dört kardeşi arasında en güvenilir olarak Ethan'ı görüyordu. Bunun nedenlerinden biri en küçük kardeşi olması olabilirdi. Kimseye fark ettirmese de diğerlerine nazaran Ethan ile daha çok ilgilenmiş, dışlanmamasını sağlamaya çalışmıştı. Evet, nedenlerinden biri buydu ama asıl nedeni; Ethan'ın diğerlerinden daha olgun ve zeki olduğunu düşünmesiydi. Bu da kardeşleri içerisinde ona yönelmesini sağlıyordu. Bu yüzden de pek düşünmeden onu ve yanında getirdiği kişiyi odaya getirmişti.

Vakit kaybetmemek için Julian hemen arkasını döndü, Ethan ve Charles'a ciddi bir ifadeyle bakarak "Ne olduğunu anlatın," dedi. Bu emri karşısında Charles daha da somurtarak sinirle dişlerini sıktı, soru dolu gözleriyle Ethan'a döndü.

Charles bu ülkede kimseye güvenemeyeceğini biliyordu. Ancak Ethan'ın ona bakan güven dolu gözlerini ve yüzündeki minik, sevimli gülümsemesini görünce içi anlamsız, saçma bir güven hissiyle doldu. Ondan aldığı bu güvenle pek düşünmeden parmak uçları pelerininin başlığına gitmişti. Bir iki saniye için duraksadı, sonra başlığı ittirerek kan kırmızısı saçlarını açık etti.

Julian'ın tüm bedeni kaskatı kesildi. Charles'ın kızıl saçlarına donuk gözleriyle bakarken anlık bir şok getiriyordu adeta. "Sen..." dedi. Cümlenin devamını istese de kuramamıştı. Charles'ın ona karşı takındığı kibirli gülümsemeyi bile fark edememişti. Hayatının en büyük şoklarından birini şu an yaşıyor olabilirdi.

"Hâlâ saraya ait olmadığımı düşünecek kadar aptal mısın?"

Julian gözlerini kırpıştırdı. Mladenovski'nin veliaht prensinin burada ne işi olabileceğini anlamaya çalışıyordu ama aklına hiçbir şey gelmiyordu.

Ethan boğazını temizleyerek ağabeyini bu şoktan çıkarmaya çalıştı. Kısa bir an gözleri Charles'a kaydı, "Amcası tahtı ele geçirmiş, kendisi de canını kurtarmak için ülkesinden kaçmış," diyerek Charles'ın yolda ona anlattıklarını en kısa haliyle özet geçti.

"Şunu bana daha düzgün açıklayın." diyen Julian şokun büyük kısmını üzerinden atmıştı. "En ayrıntısına kadar," diye de ekledi. Gözlerini bir an bile Charles'ın üzerinden çekmemişti. Sanki değişik bir varlıkmış gibi onu incelemeye devam ediyordu.

Böylece  Charles her ne kadar istemese de yaşadıklarını anlatmaya koyuldu. Amcasının ne deli bir manyak olduğundan, kaçmak için düşman ülkede sığınacak kadar büyük bir tehditle karşı karşıya kaldığından bahsetti.

"Yani şimdi diyorsun ki, amcandansa seni öldürme potansiyeli en yüksek olan ülkenin prenslerine güvenmeyi seçtin. Doğru mu anladım?"

Charles olayların tam olarak istediği gibi gelişmediğini, prenslerle karşılaşmayı beklemediğini açıklamaya üşendiğinden kafasını sallamakla yetindi. Bu Julian'ın daha da şaşırmasına yol açmıştı.

"Ne biçim bir manyaksın sen?"

Julian'ın saygısız bir hitap şekliyle kendisine seslenmesine sihir olan Charles, hırlamaya benzer sesle, "Kiminle konuştuğunu sanıyorsun sen?" diye sıktığı dişlerinin arasından konuştu. Julian'ın kendisiyle aynı mertebede, hatta şu anda daha da üstte olduğunu unutmuşa benziyordu.

"İki saniye kavga etmeden durun lütfen. Julian, Charles'ın saçları hakkında bir şey yapabilir misin? Bunun için sana geldim, eğer burada kalacaksa saçlarının rengini gizlememiz şart."

Julian şaşırmıştı ama bunu belli etmeye hiç niyeti yoktu.

"Benim bunu nasıl yapacağımı düşünüyorsun? Yanlış kişiye geldin."

Ethan, sakin bir ifadeyle gözlerini büyüttü. Sanki hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi yerinde sallandı.

"Ama abi, o zaman neden büyücü loncasıyla iş yapıyorsun ki? Kendini mi kullandırttırıyorsun sadece?"

Julian bu sefer şaşırışını gizleyemedi. "Bunu nereden öğrendin?" diye sormaktan başka bir şey elinden gelmemişti. Her nasılsa kardeşi çoktan ne yaptığından haberdardı.

"Etrafta gezerken askerlerin olmamasına dikkat etmelisin. Bilirsin, dedikodular çabuk yayılır."

Ethan'ın annesinin ölümünden sonra depresyona girdiğini sanıyordu. Zira karşısında duran sekiz yaşındaki bu çocuğun artık depresyonda olmadığından kesinlikle emindi. Sadece diğerlerinden üzerindeki ilgiyi çekmek için öyle davranmış, bu sırada da sarayda kendisine askerleri bağlamayı başarmıştı.

"En güvendiğim adamları bile yanına çektin demek," dedi Julian kaşlarını kaldırarak. Morali bozulmamıştı, aksine uzun süre sonra ilk defa yüzüne bir sırıtış konmuştu. Ethan'ın güçsüz olmamasına, kolay kolay ezilmeyeceğine sevinmişti.

Charles sıkıldığını açık açık belli ederek esnedi. O sırada Julian; yanına kalın, üzeri hafiften tozlanmış olan deri ciltli bir kitapla geldi. "Bunu hayır işi olarak yapmıyorum. İleride en büyük tehlike teşkil eden kişiyi saklamam için bir sebep lazım."

Gözleri aniden Charles'ın suratına dikildi, kahverengileri vahşice parladı.

"Hayatını kurtarmam karşılığında bana ne verebilirsin?"

Charles, bunu bekliyordu. Kimsenin hayır için yardımda bulunmayacağını biliyordu. Hele ki Julian, bunu asla yapmazdı. Evet, bunu bilmesine biliyordu ama ona ne önerebileceği hakkında hiçbir fikri yoktu. Ülkesini satmazdı, onurunuysa asla ve asla satmazdı. Julian'ın istedikleri ise bunların ikisinden biriydi. Hiçbir şeyden olmadığı kadar emindi buna.

"Başa geçmek istiyorsun değil mi?"

Konuşan Charles değildi. Julian'ın anlamsız bir surat ifadesiyle yüzünü Charles'tan çekmesini sağlayan Ethan'dı. Ağabeyinin ona baktığını fark eden Ethan, sorusunu yineledi.

"Kral olmak istiyorsun. Ama Alexander da tahta çıkabilecek kadar güçlü. Seni bu durumda diğer üç kardeşinden öne çıkarabilecek en önemli şey, ülkelerle ilişkilerin."

Ethan'ın yeşil gözleri abisine donuk bakıyordu. "Charles'ı yanımıza çekersek büyük bir güç elde ederiz, ikimiz de. Tahtta şansını arttırmak adına her şeyi göze alabileceğini biliyorum. Bu yüzden..." Tam devam edecekken duraksadı, yeşillerinin arasındaki mavi parıltılar ışıltıyla kaplandı.

"Hadi, Charles ile arkadaş olalım!"

"Bu arkadaşlıktan çok bir tehdit gibi geldi bana." diye homurdandı Charles. Kendisine düştüğü durum yüzünden sövüyor ama öte yandan da ülkesini satmayacağından seviniyordu. İki ülkenin arasında bu gidişle barış sağlayacaklar gibi duruyordu. Barış olduğu sürece de Lamensis'in başına kimin geçtiğini önemsemezdi. Mladenovski'ye ve kendi tahtına göz dikmesinler yeterdi.

Ethan, Julian'ın düşündüğünden de zeki olabilirdi. Fakat dedikleri doğruydu ve Julian'ın aklına da fazlasıyla yatmıştı. Bu yüzden cevap yetiştirmeden elindeki kitabı Ethan'ın eline tutuşturdu. Onun meraklı bakışları arasında boğazın temizleyerek açıklamaya başladı.

"Daha yeni yeni büyüyle ilgilendiğimden pek bir bilgim yok. Fakat şimdilik geçici bir şeyler yapabiliriz, saç rengini farklı gösterebiliriz. Sonrasında boş olduğum bir vakitte büyücülerle irtibata geçer, daha güçlü bir büyü yapmalarını söylerim. Şimdi..." Ethan'ın elindeki kitabın sayfalarını karıştırdı. Gerekli sayfayı bulduğunda memnun kalarak kolların birbirine bağladı.

"Bu büyüyü senin Charles'a yapman gerekiyor. Yani, tam olarak bir büyü sayılmaz. Sadece yazan cümleleri okuyarak Charles ile aranda bir bağ kurman gerekiyor. Böylece büyücüyle anlaştığımızda yapılan büyü senin kontrolünde olacak. Yani sadece Charles'ın gerçek saçlarını sen göreceksin ve yine yalnızca sen istediğinde bu büyüyü bozacaksın. Burada yetkinin Charles'ta değil, bizde olması gerekiyor."

"Neden yetki bende olmamalıymış?"

"Çok açık değil mi? Sana güvenmiyorum."

"Madem güvenmiyorsun, o zaman korkaklık etmeyi bırak ve kardeşini kullanmak yerine bağı yapmaya kendin gönüllü ol."

"Sana güvenmiyorum dedim, seni kurtarmak için kendimi neden bile bile tehlikeye atayım?"

"Haa, anladım." Charles sırıttı. "Kardeşini tehlikeye sokacak kadar gözün dönmüş yani."

"Hayır," dedi Julian Charles'ın yorumuna biraz bozularak.  "Seni buraya getiren o. Sorumluluk almayı bilmesi lazım." Gözleri kardeşine döndü. Her çocuk gibi tombul olan yanakları hafif tebessümüyle daha da sevimli gözükmüştü.

"Ayrıca, bu bağ biraz daha güvene ve sakinliğe dayanıyor. Eğer bunu ben yaparsam muhtemelen seni öldürme isteğim ağır basar ve en başa döneriz."

"Bana olan sevgin gözlerimi yaşarttı."

Ethan sert bir sesle kalın kapaklı kitabı kapattı. Elini cildin pürüzlü yüzeyinde gezdirerek "Anladım!" diye şakıdı. İki çocuğun da bakışları birden ona dönünce heyecandan yerinde sallanarak "Nasıl yapılacağını yani. Hadi işe koyulalım." dedi.

İlk denemede Ethan'ın cümleleri unutmasıyla tekrar yapmak zorunda kaldılar. İkinci sefer ise Charles'ın orta yerde konuşmasıyla ve Julian'ın ona sinirle bağırmasıyla ikisinin arasında yine bir tartışma çıktı. Ethan'ın onları ayırmaya çalışmasının ardından bu sefer üçüncü ve son denemeye koyuldular.

Üçüncüde bir sıkıntı çıkmadı. Tam da denildiği gibi bağı kurmaya başladılar. Tabii bu bağ var mı yok mu anlayamıyorlardı ama başardıklarını umuyorlardı.

"Ee?" dedi Charles. "Ben hiçbir şey hissetmedim."

"Ethan, içinden ne geçirdin?" diye sordu Julian Charles'ı gram umursamadan.

"Saçlarının kahvrengi gözükmesini. İşe yaramadı mı yoksa?"

Julian cevap vermedi. Birkaç saniye duraksadıktan sonra, "Peki sen hangi renk görüyorsun?" diye sordu.

Ethan gözlerini kısarak Charles'ı ilginç bir varlıkmış gibi incelemeye koyuldu.

"Hmm..hala kızıl görüyorum. Bir değişiklik olmadı." dedi kafası karışmış bir şekilde. Bu cevap karşısında Julian gülümsedi.

"Harika. Ben kahverengi görüyorum."

"Başardık mı yani?" Bu sefer heyecanla konuşan kişi Charles'tı. Julian bir anlık ona olan sinirini unuttu, onaylar şekilde başını salladı.

"En önemli şeyi hallettik. Şimdi sana yeni bir isim bulup nerede kalacağını ayarlamalıyız."

Julian'ın sıra sıra yapılacakları söylemesiyle Charles kasıldı. Kendi benliğinden olan tek şey ismi kalmıştı. Ondan da kopması gerekiyordu ama yine de bunu yapması zordu.

"Kasabada yaşamak istiyorum. Belki de dışarıdaki gözünüz olurum, size kalmış." İsim konusunu sonraya bırakarak ikisine hitaben konuşan Charles, başını yere çevirdi.

"Kendinde en çok güvendiğin şey ne?"

Ethan'ın sorusuyla bakışlarını yerden çevirdi, altın saçlarına çevirdi. "İyi dövüşürüm. Hatta bu ülkedeki en iyisi olabilirim." dedi bir an bile düşünmeden. Kendine bu konuda koşulsuz güveniyordu.

"Öyleyse...sana ait bir grup ayarlayabilirim. Gözlerden uzakta ama yine de seninle kolayca irtibata geçebileceğim bir yerde yaşarsın."

Bu Charles'ın aklına yatmıştı ama hazır bir grup istemiyordu. "Adamlarımı kendim seçeceğim," dedi kararlı bir şekilde. Ethan bunu anlayışla karşılayarak kafasını salladı.

"Tamam, bu da halloldu o zaman. Ayrıntıları sonra ikiniz halledersiniz. Şimdi kendine bir isim bul."

Julian'ın bu umursamaz cümlesi sonrası Charles sessizliğe gömüldü. Bu, bir an önce bu işi halledip büyücü bulmak isteyen Julian'ı daha da sabırsız hale sokmuştu.

"Zack...Zack'e ne dersin?"

Ethan biraz kararsız, biraz heyecanlı şekilde mırıldandı. Charles'a bakan gözleri merakla bakıyordu.

Charles duraksadı. Ethan'ın heyecanlı yüzünü kalbinde büyük bir acıyla inceledikten sonra sanki hiç umrunda değilmiş gibi omzunu silkti. "Fark etmez, Zack olabilir," diye mırıldandı.

O an için Zack isminden nefret etmişti. Kendi adı kadar seveceğini asla düşünmüyordu. Ancak bilmiyordu ki, onu bekleyen gelecekte Zack ismini tüm hücreleriyle benimseyecek, gerçek ismi o olmalıymış gibi hissedecekti.

Ethan duraksadı. Kısa bir an için bakışları Julian'a döndü. Sanki Julian Ethan'ın kendisinden çekindiğini hissetmiş gibi birkaç şey zırvalayarak gitmesi gerektiğini söyledi. Zaten bulması gereken bir büyücü vardı, işi başından aşkındı.

Julian odadan çıktığı gibi Ethan bakışlarını Charles'a, daha doğrusu Zack'e çevirdi

"Öyleyse Zack, bundan sonra arkadaş olabilir miyiz?"

Ethan çoktan bu ismi benimsemişti. Alnına dökülen altın saçlarının altındaki gözleri heyecanla Zack'e dikilmiş, sorusunun cevabını bekliyordu.

"Benim arkadaşa ihtiyacım yok. Gerek de yok."

Bu cevap karşısında bir şey demeyen Ethan, yerinde sallandı. Sonraysa ince, bir fısıltıdan farksız sesiyle mırıldandı.

"Ama benim ihtiyacım var."

Nedendir bilinmez, Zack'in içinde Ethan'a karşı bir şeyler değişti. Bunun acıma olduğunu düşünüyordu. Bu yüzden farkına bile varamadan, gözlerini kaçırarak "Pekala, bundan böyle arkadaşız," dedi sıkıntıyla.

Ethan, aniden başını kaldırdı. Işıldayan gözleri kocaman gülümsemesiyle kısılmış, ince bir çizgi halini almıştı.

Zack için bu arkadaşlık sadece öylesine söylenmiş bir sözdü. Ethan'ı bırak arkadaş olarak görmeyi, bir düşmanmış gibi hissediyordu. Ona karşı hep tetike olacağına dair yemin etti içinden.

Ancak aralarında kurulmuş bağın buna izin vermeye niyeti yoktu. Yıllar sonra ikisi iki arkadaştan da ötesi olacaklar, birbirleri için her şeyi feda edebilecek konuma gelecekti.

Bu, Zack olarak hayatınının başlangıcıydı.

Bu, arkadaşlıklarının ilk adımıydı.

Bu, yepyeni bir sayfaydı.

Ve en önemlisi, hayatını değiştirmesi için bir şanstı.

İkinci Şans'ıydı.

------------------------------------------------------------------------

İkinci kitap ne zaman diye soranlar için;

Biliyoruum ikinci kitaba başlamamı çok istiyorsunuz ama okullar açıldığından beridir emin olum hiç vaktim olmuyor. Ödevleri bile anca yetiştiriyorum. Sonraki hafta yazılılar da başladığından kasımın sonlarına doğru ikinci kitap gelecek gibi görünüyor. Çok beklettiğim için özür dilerim fakat emin olun bu bekleminşze değecek 🌸💗

Gelelim bu bölümee! Uzun zamandır bölüm atmadığımdan bari uzun bir şeyler yazayım dedim. Beğendiniz mi?

Zack ve Ethan'ın nasıl tanıştığı hakkında bir fikriniz var mıydı? Bu bölüm sonrası en çok neye şaşırdınız?

Son bir soru, ikinci kitabın ismi ne olacak? Fikirleriniz var mı? (Bakalım doğru tahmin eden çıkacak mı 😋)

Kısa bir süre sonra görüşmek umuduylaa!!!

~

Continue Reading

You'll Also Like

Sahip By L.U.Tess

Historical Fiction

2.2M 88.6K 39
Aldığı kölelerle bir gece geçirip saraydan gönderen acımasız bir Şehzade... Ve Yıllardır eziyet çeken bahtsız bir köle.. Yolları bir gün kesişirse ne...
95.2K 7.5K 185
''Boşanmayı kabul ediyorum.'' Sovieshu yarı rahatlamış, yarı pişman bir ifadeyle bana baktı. Maskaralık mı yapıyordu, yoksa samimi miydi? Şu ana kada...
Algon Orhol By serro45

Historical Fiction

19K 717 53
arkadaşlar hikaye tamamen benim kurgum ve benim fikrimi
395K 24.2K 55
Madem başkasına aittin neden baktı ki gözlerin benim gözlerime? Neden izin verdin ki sana bağlanmama? Açil gözlerini kaçırdı karşısındaki adama bakam...