broken moon

By desttisia

161K 10.1K 10.1K

Roseanne, ilk kızışma döneminde alfasına ihtiyaç duyan bir omegaydı. ⁰omegaverse uygunsuz bölümler barındırı... More

•bilgilendirme
𝐨𝐧𝐞
𝐓𝐰𝐨
𝐓𝐡𝐫𝐞𝐞
𝐅𝐨𝐮𝐫
𝐅𝐢𝐯𝐞
𝐒𝐢𝐱
𝐒𝐞𝐯𝐞𝐧
𝐄𝐢𝐠𝐡𝐭
𝐍𝐢𝐧𝐞
𝐓𝐞𝐧
𝐄𝐥𝐞𝐯𝐞𝐧
𝐓𝐰𝐞𝐥𝐯𝐞
𝐓𝐡𝐢𝐫𝐭𝐞𝐞𝐧
𝐅𝐨𝐮𝐫𝐭𝐞𝐞𝐧
𝐅𝐢𝐯𝐞𝐭𝐞𝐞𝐧
𝐒𝐞𝐯𝐞𝐧𝐭𝐞𝐞𝐧
𝐄𝐢𝐠𝐡𝐭𝐞𝐞𝐧
𝐍𝐢𝐧𝐞𝐭𝐞𝐞𝐧
𝐓𝐰𝐞𝐧𝐭𝐲 | final1/2
Final 2/2

𝐒𝐢𝐱𝐭𝐞𝐞𝐧

7K 471 350
By desttisia

Bu bölüm saygıdeğer kovidli arkıdışımız pinkhotchilipeppers dostumuz karfeşimize gelsin. Daha nice kovitli günlere inş🧚

Başıma saplanan ağrı ile ne halde olduğumu anlamadan yattığım yataktan doğruldum. Elim anında şakaklarıma gittiğinde kısaca ovalayıp uyuşuk zihnimi toparlamaya başladım. Başım çatlamak üzereydi.

Ağrıyan kirpik diplerim hiç açılmak istemesede göz kapaklarımı zorlayarak araladım gözlerimi. Baş ağrım o kadar şiddetliydi ki, resmen saç uçlarıma kadar sıçrıyordu sızı. Etrafıma bakmayı akıl edebilecek kadar ayıldığımda ise şaşırmak istemiş ama son zamanlarda tek durağım haline gelmiş şu malikane yüzünden malasef ki şaşırmamıştım.

Tilki gibi yine dönüp kürkçü dükkanıma gelmiştim.

Aynı pozisyonda kalmaktan uyuşan bacaklarımı hareket etmeye zorlayıp, büyük yataktan aşağıya sarkıttım. Hala dağınık zihnim dolayısıyla şimdi farkettiğim bir gerçek vardı ki, üstümde bana ait olmayan çuval büyüklüğünde siyah tişört ve bir bacağına, iki bacağımın kolaylıkla sığacağı gri eşofman ile duruyordum. Bunu sorun etmedim, beni ilk giydirişi değildi.

Ayağa kalktığımda, kararan gözüm ve birbirine dolanan ayaklarım ile sendelemiş, düşmekten son anda kurtulmuştum. Dağılan saçlarımı parmaklarım ile geriye tarayıp, boş odada gözlerimi gezdirdim. Çantam ve kıyafetlerim cam kenarının yanındaki krem renkli koltuğun üstündeydi.

Aniden bastıran esneme isteğine karşı koyamadan esnemiş ve ilerleyerek telefonumu aldım. Kızlar kendilerine geldiği gibi beni merak etmiş olacaklardı. Onları haberdar etme amacı ile mesajlar kısmına girsemde, bunu benden önce düşünen Jungkook ortak grubumuza mesaj atmıştı benim adıma.

İçim rahat bir şekilde telefonu bu kez dağınık yatağın üstüne atıp, çıplak ayaklarımın önüne gelen eşofman paçalarını yere sürüyerek odadan çıktım. Bu eve dair bildiğim yerler yatak odası ve alt kattaki mutfak-salon ikilisiyle sınırlıydı. Birgün her tarafını gezmeliydim bu göz kamaştırıcı evin. Temizliği falan da zor oluyordur şimdi?

Pelte aklımla düşündüğüm şeyleri görmezden gelip merdivenleri sakinlikle inmiş ve etrafa göz atmıştım. Jungkook, ufaktan gelen seslere bakılırsa mutfakta olmalıydı. Önüme gelen saçlarımı yeniden geriye atıp mutfağa girdim. Karşılaştığım manzaranın; çıplak göğsüne kırmızı mutfak önlüğü giymiş Jungkook olması, zar zor topladığım dengemi ayaklarımın altından çekip almıştı. Bu adamın sırt kasları neden bunca zaman sonra şimdi dikkatimi çekiyordu? Kızgınlığımı atlatalı birkaç gün olmuştu halbuki.

"Günaydın." seslenişim ile beni fark eden adam, elindeki tabağı önümdeki mutfak adasına bırakıp genişçe gülümsedi. "Sanada günaydın." üstümü süzüp gülmemek adına dişlerini alt dudağına geçirdiğinde ona aldırmadan bar taburelerini andıran tabureye oturdum.

"Ağrı kesici var mı? Başım çatlıyor."

"Var, yemeğini yedikten sonra veririm sana." Tok karnına ilaç almaya dikkat eden biri olarak dediğine itiraz etmeden önümdeki yemeklere baktım. Kore usulü baharatlı kahvaltılıklar vardı. Kızarmış ekmekler ve marmelatlar ile büyümüş biri olarak hâlâ alışamamıştım bu kahvaltı türüne.

Elime aldığım çubukları pirinç kabına daldırırken karşıma oturan adama kaydı gözlerim. Üstündeki önlüğü çıkardığında, göğüs dövmelerini görünür kılmıştı. Çoğu kez yanyanaydık, sürekli genel olarak baksam bile hiçbir dövmesini teker teker incelemiş sayılmazdım. Yalnızca mührünü incelemiştim.

"Dün fazla kaçırmıştın." Sessizliği bölmesi ile sol göğsü üzerindeki mühüre bakmayı kesip yüzüne baktım.

"Evet, uzun süre sonra fazla alınca çarptı birden." Hâlâ ağrısını sürdüren başımı görmezden gelip kahvaltıma döndüm.

"Sana çocuk yapmam için yol boyunca ağlayıp durdun." bundan keyif alıyor olduğunu sesine yansıtmaktan kaçınmazken, dediği şeyler sayesinde dün gece aklımda bölük bölük canlandı. Ve evet, bana bebek yap diye yol boyunca başında ağladığım o utanç verici anlarıda, ne yazık ki anımsadım.

"Yapmamışımdır." başımı olumsuzca sallayıp bir umut inkar ettiğimde gülerek başını geriye atmış ve bana bilmeden adem elması ile görsel şölen sunmuştu.

"Yaptın Roseanne."  Huysuzca söylenip önüme döndüm. Bir daha ne içerdim ne de aklım kayıkken bu adama mesaj atardım. Gerçi yapmam etmem dediğim her şeyi tekrarlamak gibi büyük lokma yemişliğim çoktur.

"Demek dünden bahsedecez. O halde bana söz verdiğin gibi sorularımı cevaplamaya ne dersin?" Gülüşü yavaşça solduğunda, elindeki çubukları bir kenara koyup dirseklerini mermer adaya yasladı.

Tatminlik hissi ile gözlerim yerini bilirmişcesine yeniden mührüne kaydı. Ve ardından belli olan az buçuk pençe izleri.

"Bana hiçbir şey anlatamadığın için sormak istediğim o kadar fazla soru var ki? Hangisinden başlasam bilemiyorum." Yanımdaki su bardağından bir yudum su alıp gözlerine baktım. Ne hissettiğini anlamak zordu.

"Sana karşı dürüst olacağım Roseanne, başkalarında cevap aramana gerek kalmayacak." Yaptığı ima az çok belliydi. Kalbimi huzursuzluk kapladı nedensizce. Bu adamla olduğum her süre boyunca ona yaptığım ihanet asılsız geliyordu. Buna dur demek istiyordum. Aklımın karmaşıklığı büyük bir sancıyla bana geri döndüğünde gözlerimi sıkıca yumdum. Şimdi bunları düşünmenin sırası değildi. Bana karşı gerçekten dürüst olacağını varsayarak cevaplarını bulacaktım aklımda cirit atan soruların.

"Tamam en basitinden başlıyorum. Bu mühür neden ensemde değil? Çok araştırdım öğrenemedim, doktorlar bile görünce bunun ne olduğunu anlayamadı. Göğsümde bir mühür olması imkansız olmalıydı?" Birazdan alacağım cevaba hazırlamıştım kendimi. Ne kadar düşünürsem düşüneyim aklettiğim tek şey bunun gerçek bir mühür olmadığı yönündeydi. Bir işaret olmalıydı ama mühür değildi işte.

"Bilmeleri imkansız zaten." histerik bir sırıtış ile başını iki yana salladı.
"Bu mühür çeşidini bilen birkaç insan var yalnızca. Büyük büyükbabam sürüsünün başına geçerken yaşadığı güvensizlik problemleri yüzünden, atalarının yaptığı gibi ruh eşini kendine ihanet etmesin diye bu şekilde mühürlemiş."

Eline aldığı bardaktan bir yudum su alıp, benim  onun mührüne baktığım gibi tişört üzerinden mühür yerime bakmıştı. "Neden böyle bir şey yapmış? Bunun farkı ne ki?"

"Çünkü ruh eşinin kendisine ihanet edeceğine inanıyordu." Kalbimde yayılmaya başlayan huzursuzluk yerini sisli bir hüzne boğmuştu. Gözlerime bakışında canım yanmıştı. O an öyle bir bakıyordu ki gözlerime, sanki onun ardından çevirdiğim tüm dolaplardan haberdarmış gibi. Kalbimi ellerimin arasına alıp sıkmak istedim. Neden her ihanet meselesinde bu duruma geliyordum. Sanki suçsuzmuş gibi. Sanki bunlar bir oyun gibiydi.

Suçluluk ile eğdim başımı. Göğüs kafesimin ardında bir yer sızlıyordu.

"Biz sürüsünün başına geçecek olan alfalar bilir sadece bu mührü, geriye kalanlar bilse bile yapmaya yetkileri yoktur."

"Sana ihanet edeceğimi düşündün?" alacağım cevabın beni az çok ne denli etkileyeceğini biliyordum. Deli olduğum düşünülebilirdi ama ona ihanet etmiş olmama rağmen, ona ihanet edebileceğimi düşünmemesini istiyordum. Zihnim yorgundu.

"Başka sorun var mı?" Dediğim şeyi görmezden gelerek konuyu kapatmaya çalıştığında, ben zaten cevabımı almıştım. O da en başından beri bana güvenmiyordu anlaşılan. Alınganlık yapmaya hakkımın olmayışı, onun bir taraftan zaten doğru şeyleri düşünüyor olması biraz canımı sıkmıştı.

"Sana ihanet edeceğimi düşünmüşsün." Sessiz kaldı ve sükunet başımı yeniden önüme eğdirdi.

"Birbirimizi tanımıyorduk, ruh eşini bulmuş bir alfa olarak başkası ile mühürlenmem imkansızdı ve beni istemiyordun. Bu yüzden benden asla kopmayacağına emin olmak zorundaydım." Ona kızamıyordum bile. Öyle ki haklıydı.

"Bunun için sana kızamam." Söylemesine gerek yoktu. Diğer mühürlerin, kopmuş ruh eşlilikler karşısında zamanla kayboluyor olduğunu biliyordum. Bizimkisi ise muhtemelen asla kopmayacaktı. Ona ihanet etmiş olmama rağmen...

"Üzgünüm." Hızla iki yana salladım başımı. Üzgün hissetmesi gereken ve hatta şu an hissediyor olan bendim. Aptallığıma yakınıyordum şu dakika. Nasıl olurda ruh eşimden önce başkalarının kulağımı doldurmasına izin verirdim.

"Peki ya şu delta olay-" ucunu yakalamışken birçok gerçeğin de peş peşe gelmesini istemiştim, sözüm art arda çalan zille kesilmeden önce.
Başımı kaldırıp karşımdaki adama döndüm.

"Birini mi bekliyordun?" Başını salladı. Sürpriz misafirimiz beni endişelendirmişti.

"Bekle burada, bakıp geleceğim." Onaylamamı beklemeden kapıya doğru gitmiş ve ben kim olduğuna dair düşünüp dururken geri gelmişti.

"Arkadaşlarım ile tanışmak istersen kal ama öğrenmelerini istemiyorsan hemen yatak odasına çık." Beklemeden çıktım mutfaktan.

"Burada kalma, üst kata çık." Gerginlikle üst katı gösterdiğinde, bu gerginliğinin arkadaşları yüzünden değilde, daha çok buraya geliş nedenleri olduğunu anlamam uzun sürmemişti.

Merdivenlere yöneldiğim sırada o da daha fazla beklememiş ve koşar adımlar ile kapıya ilerlemişti. Gözden kaybolduğu gibi çıktığım merdivenleri geri inmiş ve ses çıkarmadan kendimi salonu iyi duyabileceğim bir odaya attım kendimi. Ardımdan sessizce kapıyı kapattığımda, içeriden sesler gelmeye başlamıştı.

Önce içeriye göz atıp buranın ufak bir kütüphaneyi andırdığını ve köşedeki masaya bakılırsa da çalışma odası olduğu kanaatine varmıştım.

Bunları boşverip gözümü kapının anahtar deliğine yasladım. Merdiven dibindeki oda sayesinde gördüğüm şeyler demir trabzanlar ve oturma alanında seçebildiğim birkaç erkekti.

Jungkook görüş açımda değil derken aniden kadrajıma girmiş ve buradan saçlarının açık kahve olduğunu gördüğüm erkeğin yanına oturmuştu. Gelen arkadaşları dört kişiydiler. İçlerinden birini tanıyordum sadece, o da aynı okulda olmasakta ününü duyduğum asabi alfa olan Min Yoongi'ydi. Jungkook ve Min Yoongi'nin arkadaş olduğunu bilmiyordum. Gerçi hiçbir arkadaşını tanımıyordum. Sadece okuldayken takıldığı arkadaşlarını tanıyordum, sima ve isim bakımından.

"Hoşgeldiniz beyler." Jungkook kollarını çıplak göğsünde birleştirmiş ve kaçamak bir şekilde tarafımda ki merdivenlere göz atmıştı.

Yanındaki kumral oğlan Jungkook'a yaklaşıp tuhaf surat ifadelerine bürünmüş ve onu koklamıştı. "Evde yalnız değilsin galiba, omega feromonu kokuyorsun." Alnıma bir fiske vurmamak için zor tuttum kendimi. Aptaldık cidden. Açık açık burdayım diye bağırıyorduk.

"Evet burada, o yüzden be diyecekseniz hızlı olsanız iyi olur." Göz kırpıp oyuncu bir tavırla sırıttığında, kim olduğumu bilmemelerine rağmen utanmıştım.

"Fazla tutmayız zaten, endişe etme." Min Yoongi kolunu kaldırıp Jungkook'un yanındaki çocuğu yanına çağırdığında, kumral çocuk ikiletmeden ayağa kalkmış ve Min Yoongi'nin kucağına oturmuştu. Tavırlarından ve aurasından zaten omega olduğunu anlamıştım.

"Hyung bir şey mi öğrendiniz?" Tekli koltukta oturan karizmatik adama hitaben konuşan Jungkook gerçekten gergin gibiydi. Öğrenmiş olduğu şeyin konusu neydi ki?

"Birkaç şey var ama anlamlandıramadık hiçbir şeyi." Tam yüzüne trabzan demiri denk geldiği için göremediğim erkek dikkatleri üstüne çekecek şekilde öksürdüğünde ona dönmüştü Jungkook.

"Bayan Mindeu'nun dediği gibi tuhaf şeyler var Jungkook." Jungkook kaşlarını çattı.

"Ne gibi şeyler Jimin?" Adı Jimin'di. Ve tuhaf şeyler vardan kastı neydi meraktan çatlıyordum.

"Taehyung ilk zamanların aksine şimdi daha sık dışarı çıkar oldu, gittiği yer ise bir apartmanın önü. Gözetliyor gibi ama emin değiliz." Taehyung mu? Konu oydu ve bu dikkat çekiciydi.

Taehyung son günlerimin tek konusuydu zaten.

"Buna imkan vermemiştik ilk başta ama Bayan Mindeu'nun bahsettiği gibi gerçekten iki göz rengine sahip. Bu şüphelerimizi bir miktar doğrular." Bayan Mindeu kimdi bilmiyordum? Neden bahsediyorlardı bilmiyordum? Çıldıracaktım.

"Ölmüş olmalıydı." Şaşkınlıkla mırıldandı Jungkook. Ve yeniden merdivenleri kontrol edip karizmatik gamzeli adama döndü.

"Seokjin hyung emin değil mi?"
Adam hızla başını salladı. Demek bir de Seokjin denen adam vardı. Teahyung'u takip mi ettiriyorlardı? Bunca şeyi bildiklerine göre muhtelen takip ettiriyorlardı ve eğer bu doğruysa beni de biliyorlardı. Beni de Taehyung ile görmüşlerdi.

"Evet emin, gözleri eskiden olduğu gibi şimdi de mavi ve aslında normal davranıyor." Taehyung'un gözleri mavi değildi ki? Ya da benim yanımda hiç mavi olmamıştı. Hep sarıydı ve o sarı gözler benim zihnimi yönetmeyi iyi bilirdi.

"Ve bu aralar gidip beklediği apartman içinde bilgi topladık. Apartman da üç daire yalnız yaşıyor. Birinde yaşlı bir çift var, onlardan bir şey çıkmaz." Hâlâ adını bilmediğim gamzeli adam sözü, kumral saçlı adamı kucağına alan Min Yoongi'ye verdi.

"Bir diğer dairesinde dul bi kadın oturuyor, araştırdık ama kadından da bir şey çıkmadı." Jungkook başını salladığında devam etmek için bu kez yeniden gamzeli adam sözü devraldı. Bu saydıkları apartman tanıdık geliyordu. Hatta o kadar tanıdık ki, bir sonraki araştırdakları ev sahibinin biz olduğumuzu duyacak kadar.

"Diğerleri ise iki kız arkadaş. Sanırım nedeni de bu. Sizin üniversitede okuyorlar. Kim Jennie ve Roseanne Park." İsmimi duymamla ses çıkarmamak için elimi dudaklarımın üstüne kapattım.

Bu çok korkunçtu. Kim Taehyung'un evimizi gözetliyor oluşu dehşet vericiydi.

"Onları biraz araştırdık, Kim Jenni'den de bir şey çıkmadı." Konuşan Jimin denen adamdı.
"Ama bundan bir ay önce çıkan dedikodulara bakılırsa Roseanne Park'ta bir şeyler var." Kalbim sıkışıyordu. Biliyorlardı beni. Jungkook ona ihanet ediyor olduğumu öğrenecekti. Başım yanacaktı. Bitecekti her şey.

"Ne dedikodusu?" Jungkook, göğsünde bağlamış kollarını çözerek merdivenlerden yukarıya sonkez göz gezdirip omega olduğunu anladığım Jimin'e döndü.

"Bazı öğrenciler Roseanne Park'ın üstünde, Kim Taehyung'un feromonlarının olduğunu farketmiş. Senin üniversiteye döndüğün gün yayılmış bu dedikodu." Hatırlıyordum o günü ve çıkan dedikoduları. Jungkook'da biliyordu. Kütüphanede üstüme üstüme gelen Kim Taehyung feromonlarını üstüme salıp orayı terk ettikten sonra çıkagelmişti Jungkook. Hatta farketmişti o feromonları, rahatsız olmuştu belliydi.

"Yani aslına bakarsan sevgilisi ya da tek taraflı sevdiği biri olabileceğini düşünüyoruz." Sesine yansıttığı hüznü buradan hissedebildiğim Jimin, imkansız bir varsayımı ortaya atmıştı.

"Bu gerçek değil." Jungkook gülerek sırtını yasladığında ufak bi endişe dalgası sarmıştı bedenimi. İfşa edecek gibi görünüyordu.

"Emin değiliz, ama Roseanne Park ve Taehyung'u beraber görenler olmuş, atölyesinde bile." İşte bu kötü olmuştu, onlar gerçekten çoğun şeyin farkındalardı.

"Namjoon hyung bu gerçek olamaz. Bahsettiğiniz kızı tanıyorum, bir ruh eşi var ve mühürlü zaten." Jungkook şu an ki durumumuzu belli etmemek için son çırpınışlarını verirken büyük bir pot kırdığının farkında değil gibiydi.

"Mühürlü mü? Ensesinde bir mühür olmadığına neredeyse eminim." Hâlâ Min Yoongi'nin kucağında oturan kumral adam, Jungkook'un kırdığı potu ortaya çıkarırken, Namjoon denen alfa ilk önce Jungkook'un göğsüne daha sonra da sürekli Jungkook'un baktığı gibi merdivene taraf bakmıştı. Zeki görüntüsünün arkasında yatan gerçeklik yüzüme tokat gibi çarptı. Çünkü aklı başında olan herkes bu muammayı gözü kapalı çözerdi.

"Jungkook omeganı burayı getir, tanışalım." Bir şeylerden şüphelendiğini belli eden bir tutumla gözlerini kısmış ve Jungkook'u şaşkınlık içinde bırakmıştı.

İşte şimdi her şey bitmişti. Bitmişti çünkü biz açığa çıkacaktık. Sakladığımız gerçek artık üç kişi arasında sır olmayacaktı.

"Şimdi ne alaka hyung?" Elini ensesine atıp sakince gülümseyen adam, gerektiğinde çok güzel oyunculuk yapıyordu.

"Bizi tanıştırma sebebin nedir? Saklaman için ne gibi bir nedenin olabilir?"

"Omegam tanınmak istemiyor şimdilik." Son çırpınışları işe yaramıyordu. Karşısında ki adam gerçekten göz ardı edilemeyecek kadar zeki bir kişiliğe sahipti. Karşısındaki Jungkook'un kusursuz bir oyunculuk yaptığını bile anlıyor olabilirdi şu an.

"Roseanne Park ensesinden mühürlü değil Jungkook. Mühürlü olduğundan o kadar emin bir şekilde cevap verdinki bize, düşündük ki bu omega mührünü göğsünde taşıyor." Konuşmak, belkide inkar etmek için ağzını açan Jungkook'u susturdu Namjoon.
"Ve sen ise bu mühre yakından şahitlik etmiş olmalısın? Ne şekilde?"

Başka bir detayı eklemek için Min Yoongi ortaya atıldı. "Mührü göğsündeyse eğer, bunu yapabilme yetkisi olan birkaç sürü lideri var. Hepsi zaten mühürlü olduğuna göre?" Köşeye sıkışmış olan Jungkook herşeyi ötecek diye ölesiye korkuyordum. "Geriye yalnızca sen kalıyorsun mühürlü olmayan?"

"Ne saklıyorsun Jungkook?" Min Yoongi'nin kucağında oturan omega sessizliği kabul görmeden Jungkook'u sıkıştırmaya devam etti.

"Hiçbir şey saklamıyorum Hoseok hyung."

Namjoon denen gamzeli adam kısıkça gülüp başını iki yana yavaşça salladığında, kuruyan boğazımı ıslatmak için yutkunmuştum. Bu adam, daha onu tanımadan zekası ile beni germeye başlamıştı.

"Omegan bir şeyler saklamakta senin kadar iyi değil Jungkook. Söyle kapının ardından bizi dinleyeceğine yanımıza gelsin."

Gerçekten.

Ah.

---


Ah ah, uzun bölüm yazmak için çırpındım ama beceremedim abilerim. Yazdım yazdım sildim ve yoruldum. Olağanca haliyle saldım gitti fici. Sonu boka dönüyor ama hadi bakalım.

Bu bölüm açık seçik oldu. Belki bazı şeyleri  anlarsınız tahmin edebilirsiniz. Üstünden kurtulduğu aptallığı sayesinde rosenne a artık küfür etmeyin bea.
Neyse neyse

Olmuşuz şunun şurasında neredeyse 40k, hadi nice başka k lara.

Bu haşmetli kapağı yapan arkadaşımız betuul_yeter karteşimize saygılarımızı sevgilerimizi sunarız çünkü edit özürlüsü ben edit yapmayı bilmem, bu bölüm sana da ithaf edilmiştir ağam, selametle 💓

-SİSDE KKAPAK EDİTİ YAPMAYI DENEYİP BİZİMLE BURADA PAYLAŞABİLİRNİSİZ🌴🌴

Yorum yapıp şevkimi getiren herkese kucağım kadar sevgiler saygılar falan filan.

Continue Reading

You'll Also Like

693 76 23
[+18] Kim Namjoon her kes tarafından sevilen örnek bir öğrenciydi. Lalisa ise kıdemlisine aşık olan genç bir kız. Ama kızın bilmediği bir şey vardı...
601K 66.7K 40
çapkın bir omega olan kim taehyung, kızgınlıklarını geçirmek için gözüne alfa jeon jungkook'u kestirir
YALNIZ By Derin

Teen Fiction

20.2K 582 30
Hep yalnız uyuyup, yalnız uyanınca Yalnız bitirip, yalnız başlayınca Yalnız boğulup, yalnız kurtulunca, içinde Hep yalnız kırılıp, yalnız onarınca...
45.8K 4.8K 22
"MİNHO EZ BENİ"