İlyada

By ClassicsTR

3.4K 105 25

Homeros (y. MÖ IX. yüzyıl): Hayatı hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte MÖ IX. yüzyılda Sakız Adası'nd... More

Şan: 1
Şan: 2
Şan: 3
Şan: 4
Şan: 5
Şan: 6
Şan 7
Şan: 8
Şan: 9
Şan: 10
Şan: 12
Şan: 13
Şan: 14
Şan: 15
Şan: 16
Şan: 17
Şan: 18
Şan: 19
Şan: 20
Şan: 21
Şan: 22
Şan: 23
Şan: 24
Küçük Mitolojik Sözlük

Şan: 11

37 1 0
By ClassicsTR

IKI ORDU YENİDEN KAVGAYA HAZIRLANIYOR

Şafak, yatağından, şanlı Tithon'un yanından, ışığı ölümsüzlere ve insanlara götürmek üzere kalkıyordu. Zeus, o ara, Ahaylıların gemilerine doğru korkunç Savaş'ı gönderdi: ellerinde kavganın bir alâmetini tutuyordu. Odysseus'un koca karınlı, kara gemisinde durdu; hat boyunca ortalarında, sesin hem Telamonoğlu Ayas'ın hem Ahilleus'un gemilerine gitmesine elverişli yerdeydi; iki kahraman yiğitlerine ve kollarının kuvvetine güvenerek gemilerini iki uca çekmişlerdi. Tanrıça (Savaş) orada durup yüksek ve korkunç bir nâra attı; Ahaylıların göğüslerinde yürekleri ayrı ayrı savaşıp dövüşmek hevesi ile doldu; şimdi hepsine kavga, denk yapılı gemilerle sevgili vatan toprağına dönmekten daha tatlı görünüyordu.

O ara, Atreoğlu haykırarak Argoslulara silâhlarını kuşanmak emrini verdi. Kendi de kamaştırıcı tunç silâhlarını takındı. En önce baldırlarına topukluğu gümüşten dolaklarını giydi. Ondan sonra, vaktiyle Kinyras'ın —konukluk hediyesi olarak— kendisine vermiş olduğu zırh ile göğsünü sardı. Kıbrıs'ta, Ahaylıların donanma ile Troyaya sefer açtıkları, büyük haberini almış. Hana yaranmak için bu hediyeyi sunmuştu. Bu zırhın on sırası koyu mavi yılan derisiyle kaplı, on ikisi altından, yirmisi kalaydandı. Boynun iki yanından üçer yılan sarmışıyordu ki, Kronoslu'nun ölümlere bir alâmet olmak üzere— bulutlarda gösterdiği renk renk gök kuşaklarını andırıyordu. Omuzlarına kılıcını attı: Altın çivileri pırıl pırıl ışıldıyordu; kını ise gümüştendi ve sırma kayışla bağlanıyordu. Ondan sonra kalkanını, kendisini boyunca koruyan, sanatla işlenmiş kalkanını aldı: On tunç çenberle çevrelenmiş, ortası kalaydan yirmi beyaz bezekle süslenmişti, en ortadaki koyu mavi idi. Onda, Gorgon, tüyleri ürperten yüzü, alev saçan bakışları ile bir taç şeklini alıyor, Bozgun ve Korku ile çevriliyordu. Gümüş sırma kayışında halka halka kıvranan ve bir boyundan üç başı sarmaşıp uzanan koyu mavi bir yılan görülüyordu. —Alnına iki tepeli bir tulga koydu: At kılından sorgucu, korkunç, havada sallanıyordu. En son, eline, cesareti arttıran, tepeleri parlak tunçtan, sivri temrenleri gayet keskin çelikten iki kargı aldı. Tuncun pırıltısı göklere doğru yayılıyordu. Çok kuvvetli bir gürleyişle Here ile Athene Mykenes Hanını selâmladılar. Her biri kendi sürücüsüne arabayı gereğince hazırlayıp hendeğin ilerisinde tutmasını emretti. Kendileri de baştan ayağa silâhlı ve yayan olarak canlı canlı geçtiler. Şafağa doğru sonu gelmiyen bir uğultu başladı. Araba sürücülerinden önce hendeğe gelip saf bağlamışlardı, küçük bir aralıkla arabacılar arkadan geliyorlardı. O ara Kronosoğlu kötü bir gürleyişle beraber, Etherin yukarısından kanlı bir çiğ yağdırdı. Bu alâmetler az sonra nice şanlı başları Hades'e atmak niyetinde olduğunu gösteriyordu.

Troyalılar da, ovanın göbeğinde, büyük Hektor'un, kusursuz Polydamas'ın, halk içinde bir tanrı gibi saygı gören Eneas'ın üç Antenor oğlunun: Polybe'nin, tanrısal Agenor'un, ölümsüzlere benzer, genç ve kuvvetli Akamos'un kumandanları altında grup grup toplanıyorlardı. İlk safta yusyuvarlak kalkanıyla Hektor vardı. Meymenetsiz bir yıldız bulutlar arasından nasıl pırıltılı olarak görünür, biraz sonra da gene karanlık bulutlar arasına girerse, onun gibi, Hektor, şimdi ilk, biraz sonra da son safta görünüyor, her yerde emirler veriyordu; bütün vücudu tunç kıvılcımlar saçıyor, egid kalkanını tutan Zeus Babanın şimşeğini andırıyordu.

AGAMEMNON'UN KAHRAMANLIKLARI

Orakçılar, mutlu bir adamın buğday veya arpa tarlasında, nasıl birbirinin karşısına geçip sararmış ekini biçerler, toprağa düşürürlerse, onun gibi Troyalılarla Ahaylılar, karşılıklı, birbirlerinin canına kıymak yolunu arıyorlar ve iki ordudan hiç biri çirkin suratlı Bozgunu aklına getirmiyor; Savaş iki başı denk tutuyordu; Kurtlar gibi birbirine saldırıyorlar, hıçkırık kaynağı Nifak onları seyrederek sevniyordu. Tanrılardan yalnız o (Nifak) kavgaya devam edenler arasında bulunuyordu; başka tanrılar orada görünmüyordu; onlar, rahat rahat, Olympos'un kıvrımlarında yapılmış konaklarında oturuyor, hepsi kara bulutlu Kronosoğlunu suçlu tutuyorlardı: Zafer şerefini Troyalılara vermek istediği görülüyordu. Fakat Zeus onlara aldırış etmiyordu: bir kenara çekilmiş, hepsinden uzak oturmuş, yüksek çam içinde, aynı zamanda Troyalıların sitesine, Ahaylıların gemilerine ve tunçtan yayılan şimşeğe: öldürenlere ve öldürülenlere bakıyordu.

Şafak yükselip kutsal gün ilerledikçe iki tarafın okları hedeflerine ulaşıyor, insanlar düşüyordu. Fakat nasıl oduncu dağ yamaçlarında yüksek ağaç gövdelerini kesmekten kolları yorulur, bitkinlik içinde övününü hazırlamak saati gelir, gönlünü tatlı bir karın doyurmak iştihası kaplarsa, işte onun gibi, bu saatte Danaoslular, safları arasında arkadaş arkadaşı cesaretlendirerek yüksek bir iç ateşiyle Troya taburlarını bozguna uğrattılar. İlkin Agamemnon ileri atıldı. Budunlar çobanı Bienor'u ondan sonra, arkadaşı at sürücüsü Oile'yi yakaladı. Oile, karşısına atılmak üzere arabasından atlayıp doğru üstüne saldırırken, Agamemnon sivri mızrağı ile alnından sançtı. Ağır takke mızrağı durduramadı: Tulgayı da, kemiği de deşip geçti; kafanın içinden bütün beyin fışkırdı: savaşçının işi bitmişti.

Budunlar Hanı Agamemnon onları, orada, kaftanlarını soyduktan sonra, çırılçıplak göğüsleri parıl parıl bıraktı. Sonra Priam'ın —biri nikâhlıdan öbürü halayıktan— iki oğlunun: İsos ile Antifin üstüne canlarını almak üzere atıldı. İkisi bir arabaya binmişti: İsos dizginleri tutuyor, şanlı Antil arabayı kavgaya sürüyordu. Vaktiyle Ahilleus onları İda dağının yamaçlarında davarlarını otlatırken yakalayıp ince sazlarla bağlamış, sonra kurtulmalık karşılığında azat etmişti. Şimdi, büyük Han Atreoğlu Agamemnon uzun kargısı ile, birini göğsünden memenin üstünden vurdu, Antifi de, kılıçla kulağına bir vuruş indirerek arabasından dışarı attı. Sonra tezlikle güzel silâhlarını soymağa girişti. Bir arslan, nasıl birden bir dişi geyiğin inine girerek, kolayca, bir saldırışla, yavrularını parçalar, yumuşak yüreklerini koparırsa ve nasıl yanlarında bulunan anaları hiçbir yardımda bulunamayıp yüreği yana yana, ecellerini döke döke, ormanın en sık yerleri arasında çırpınır durursa, onun gibi, Troyalılar arasında artık iki savaşçının ölümden kurtarılmasına koşabilecek kimse yoktu: hepsi Argosluların hücumu altında korkuya tutularak kaçışıyorlardı.

Agamemnon onları orada bırakıp birliklerin en çok kakıştığı tarafa seğirtti; dolakları güzel Ahaylılar da arkasından gidiyorlardı. Piyadeler kaçış zorunda kalan piyadeleri, araba sürenler araba sürenleri yok ediyordu; hepsinin altında, atların yankılı ayaklarıyla, ovadan toz bulutu yükseliyordu. Tunç silâhlar canlara kıyıyordu. Agamemnon Han Argosluları cesaretlendiriyor ve onlarla birlikte, hepsi beraber, durmadan öldürüyorlardı.

Nasıl çok sık bir ormanın içine her şeyi yok eden ateş girer burgaçlı rüzgârla her yanı sarar, alevlerin saldırışıyla yüksek ağaç gövdeleri yukardan aşağı paldır küldür düşerse, onun gibi Atreoğlu Agamemnon Hanın hücumları ile bozguna uğrıyan Troyalıların kelleleri düşüyordu. Başlarını yüksek tutan sayısız atlar ürkerek kaçıyor, boş arabaları kavga meydanında yerlere çarptırıyor, kusursuz araba sürücülerinin matemini de beraber taşıyorlardı: Serpilip yerlere yatan bu adamlar, karılarından çok artık akbabaların sevgilisi olmuşlardı.

Zeus bu ara Hektor'u mızraklardan, tozdan, boğuşmadan, kandan, kargaşadan koruyordu. Atreoğlu, kana susamış, arkasını bırakmıyor, Danaosluların iç ateşini alevlendiriyordu. Troyalılar ise, eski Dardanoğlu İlos'un mezarından öteye, ova ortasında, yabani incir ağacından öteye, :şehre ulaşmak çabalayışıyla kaçıyorlardı. Atreoğlu, kesiksiz, naralar atarak kovalıyor, güçlü kuvvetli elleri kanlı tozla bulanıyordu.

Fakat Skees kapılarına ve meşe ağacına erişince, orada durup biribirlerini beklediler. Ovanın içinde kaçışları, gece ortasında birden, çıkagelen arslanın baskınına uğramış ineklerin kaçışına benziyordu. Önlerinde ölüm uçurumu açılmıştı. Bir tanesini arslan yakalar, önce korkunç dişleriyle boynunu kırar; az sonra kanını ve bütün içiriklerini sömürecektir. Bunun gibi Atreoğlu Agamemnon Han sıkıştırarak kovalıyor, sonuncusunu yakalayıp öldürüyor, öbürleri kaçıp kurtuluyordu.

(Atreoğlu) şehre ve yüksek hisarına ulaşmak üzereydi ki, tanrıların ve insanların Babası, çok pınarlı İda dağının tepesine gelip oturdu. Elinde şimşek, gökten inmişti; altın kanatlı İris'e seslenerek şöyle dedi:

— Yel ayaklı İris, hemen yola çık, emrimi Hektor'a götür: Budunlar çobanı Agamemnon'u hatlar dışındaki erlerle savaşır, canlara kıyar, safları bozar gördüğü müddetçe, kendi gerilesin, ordusuna ise düşmanla savaşıp canlar yakan kavgaya devam etmek emrini versin, fakat Agamemnon bir mızrak veya bir okla yaralanır da arabasına sıçrarsa, işte o zaman eline öldürmek kuvvetini vereceğim: Denk yapılı gemilere ulaşacağı, güneş batacağı, kutsal karanlık basacağı saate kadar.

Böyle dedi ve yel ayaklı İris itaat etti. İda'nın tepelerinden kutsal İlion'a doğru indi. Cesur Priam'ın oğlu Tanrısal Hektor'u, iyi yapılmış arabasının üzerinde, atlarında, ayakta buldu; yanına yaklaşarak şöyle dedi:

— Priamoğlu, düşünceden yana Zeus eşi Hektor, Zeus Baba beni şu emrini sana getirmeğe gönderdi: Budunlar çobanı Agamemnon'u hatlar dışındaki erlerle savaştır, canlara kıyar, safları bozar gördüğün müddetçe kendin geriliyesin, ordunda ise düşmanla savaşıp canlar yakan kavgaya devam etmesine emir veresin; fakat Agamemnon bir mızrak veya bir okla yaralanır da arabasına sıçrarsa, işte o zaman senin eline öldürmek kuvvetini verecek: Denk yapılı gemilere ulaşacağınız, güneş batıp kutsal karanlık basacağı saate kadar.

Böyle dedi, sonra yel ayaklı İris havalanıp gitti.

Hektor, silâhlarıyla, arabasından yere atladı; sivri kargılarını sallayarak her tarafa koştu, herkesi kavgaya cesaretlendirerek korkunç dövüşü uyandırdı. Troyalılar yarı dönüp Ahaylılarla dövüşmeğe giriştiler. Argoslular da saflarını berkittiler. İki ordu karşı karşıya durup kavga canlandı. İlkin Agamemnon atıldı, en önce dövüşmek arzusunu gösterdi.

Şimdi, söyleyiniz bana; Müzler, Olympos'ta konakları olan tanrıçalar, Troyalılardan veya ünlü müttefiklerinden en önce Agamemnon'a kim saldırdı: Antenoroğlu İfidamas, koya yutağı bereketli Thrakia'da büyümüş ulu gönüllü kahraman. Annesi güzel Theano'nun babası Kisses, onu, sarayında büyütmüştü; tam yiğitlik çağına gelince, yanında alıkoymak için ona kızını (teyzesini) vermişti. Fakat, henüz pek genç evli iken, Ahaylıların patırtılı davetleri üzerine, evlilik odasından ayrılmış, on koca karınlı gemiyle sefere çıkmıştı. Fakat güzel gemilerini Perkote de bırakarak kendi karadan İlion'a gelmişti; şimdi işte Atreoğluna karşı atılan budur. İkisi birbirlerine karşı yürüyerek temas haline geldiler. Atreoğlundan gelen ilk vuruş hedefe ulaşmadı, silâhın yolu kaydı. İfidamas kemerden, zırhın altında mızrağını sançtı ve ağır koluna güvenerek silâhı bastırdı. Fakat kıvılcım saçan iç kemeri deşemedi; temren iç kemerin gümüşüne dayanınca kurşundan imiş gibi kıvrıldı. O zaman güçlü kudretli Agamemnon Han, bir arslan gibi kızgın, silâhı kendine doğru çekerek ellerinden koparıp aldı. Ondan sonra kılıçla ensesinden vurarak bütün üyelerinin gücünü kırıp bitirdi. Adam oracığa düşerek tunç gibi ağır (uyanılmaz) uykuya vardı. Atreoğlu Agamemnon onu soydu, güzel silâhlarını alıp Ahaylıların yığınları arasına götürdü.

Antenor'un büyük oğlu, şanlı savaşçı Koon kardeşinin düştüğünü gördü, can yakıcı bir yasla gözleri bulutlandı. Mızrağı avucunda, tanrısal Agamemnon farkına varmadan, bir yana çekilip yerleşti; oradan Atreoğlunun kolunu parlak mızrağının temreni ile deşti geçirdi. Budunlar çobanı Agamemnon ürperdi, fakat bununla dövüşten çekilmedi, elinde yel besili mızrakla, Koon'a doğru sıçradı. Kederli kederli kardeşi İfidamas'ı ayağından çekerek savaşçı arkadaşlarını yardıma çağırırken Koon'u Agamemnon tunç silâhıyla vurdu, bütün üyelerinin gücünü kırdı. Ondan sonra İfidamas'ın cesedi üzerinde başını kesti. Böylece Antenor'un her iki oğlu Hades'e atıldı.

YARALANAN AGAMEMNON CEPHEDEN AYRILIYOR

Agamemnon, yarasından sıcak kan sıza sıza, saflar arasında başka savaşçıları kargı ile, kılıçla, büyük taşlarla sınamadan ayrılmadı; fakat kan durup yara kurumağa yüz tutunca iç ateşine rağmen, dayanılmaz acılar içinde kaldı: Here'nin kızları İlithiaların okları ile, kadının çektiği doğum sancıları gibi sızlardı. Arabasına atladı ve arabacısına koca karınlı gemilere sürmesini emretti: yüreği bu derece şiddetli acılar duyuyordu. Aynı zamanda bütün Danaosluların işitebileceği bir sesle haykırdı:

— Dostlar, Argosluların başları ve kılavuzları! Şimdi deniz teknelerimizden acı felâketi uzaklaştırmak size düşer, çok tedbirli Zeus benim bütün bir gün Troyalılara karşı savaşmamı istemiyor!

Böyle dedi, ve arabacısı güzel yeleli atları kamçılıyarak koca karınlı gemilere doğru sürdü. Atlar iç ateşiyle uçar gibi koşuyorlardı; göğüsleri köpüklerle ıslandı; aşağıdan tozlar içine dalmışlardı; böylece büyük Hanı bitkin bir halde kavgadan uzaklaştırıyorlardı.

HEKTOR TROYALILARI KAVGAYA SÜRÜYOR

Hektor, Agamemnon'un uzaklaştığını görerek yüksek sesle Troyalılar ve Lykialılara haykırdı:

— Troyalılar, Lykialılar, tutuşarak dövüşmede usta Dardanlılar! Erkek olun a dostlar! Yüksek iç ateşinizi hatırlayın! Düşmanların en büyüğü aradan çıktı: şimdi Kronosoğlu bana büyük bir şan verdi.

Haydin, doğru mağrur Danaosluların üstüne! Daha yüksek bir şan kazanmak istiyorsanız, sürün duynakları kalın atlarınızı!

Böyle dedi, ve hepsinin iç ateşini alevlendirdi. Bir avcı beyaz dişli köpeğini bir yaban domuzuna veya bir arslana karşı nasıl sürerse, onun gibi Priamoğlu Hektor, insanlar musibeti Ares'in benzeri Hektor Ahaylılara karşı ulu gönüllü Troyalıları sürüyordu. Ve kendi üstünlük duygusu içinde, ilk safta yer aldı; ondan sonra, canlar yakan boğuşmaya da atıldı; azgın rüzgârın birden esip mor denizi kabarttığı gibi.

Priamoğlu Hektor, Zeus'un kendisine şanı verdiği saatten başlıyarak, ilkin kimi ve en son kimi tutup canına kıymıştır? En önce Asea'yı, Autonoos'u ve Opites'i, sonra Klyte oğlu Dolops'u, Ofeltios'u ve Agelas'i; ondan sonra Esymne'yi, Horos'u ve çok değerli Hipponeos'u, Hektor'un yığınlara karşı kavgaya girişmeden önce Danaosluların kılavuzları ve başları arasından yakaladıkları bunlardır. Beyaz köpükler rüzgârı Notos'un yığdığı bulutları Zefyt'in hızlı bir sağanakla çarptığı zaman nasıl sayısız dalgaların köpükleri deniz yüzünde saçılırsa, onun gibi Hektor'un saldırışları altında, yığınla savaşçının başı vurulup dağılıyordu.

ODYSSEUS İLE DİOMEDES TROYALILARI GERİ ATIYORLAR

O zaman yıkkınlık ve çaresi bulunmaz işler olurdu, kaçan Ahaylılar gemilerine kadar sürülürdü, eğer Odysseus Tydeoğlu Diomedes'e şöyle hitap etmeseydi:

— Tydeoğlu, bize ne oluyor da yiğitliğimizi unutuyor, iç ateşimizi söndürüyoruz öyle? Haydi, gözümün bebeği, buraya gel: yanımda dur. Ne büyük utanç olur, gemilerimiz tulgası kıvılcımlar saçan Hektor'un eline düşerse!

Güçlü kuvvetli Diomedes cevap verdi:

— Ben kalıyorum, sebat ediyorum; fakat sevincimiz çok kısa olur, çünkü bulut devşiren Zeus şanı şerefi bizden çok Troyalılara vermek arzusundadır.

Böyle dedi ve Thybreos'u arabasından yere düşürdü: attığı kargı ile onu sol memesinden vurmuştu. Odysseus da Hanın seyisliğinde olan tanrılar benzeri Molion'un işini bitirdi. Onları orada bıraktılar, yığına doğru giderek ortalığa kargaşalık getirdiler. İki yaban domuzu, avcılığa alıştırılmış bütün bir köpek alayına yüksekten bakarak nasıl saldırırsa, onun gibi, ikisi Troyalıların canlarına kıymak üzere cepheye döndüler; ve tanrısal Hektor'un önünde kaçmakta olan Ahaylılar sevinerek nefes aldılar.

Onlar sonra, bir araba ile —demoslarının en cesurlarından— iki savaşçı: Merops'un iki oğlunu yakaladılar. Merops gaipten haber vermek sanatında herkesten üstündü; oğullarının canlar yakan kavgaya gitmelerini istemiyordu, fakat onlar dinlemediler: kara ölüm tanrıçaları sürüklemişti. Şimdi, ün salmış Diomedes Tydeoğlu yüreklerini koparıp hayatlarına son verdi, ve çok güzel silâhlarını soyup aldı. Odysseus da bu ara Hippodam ile Hyperohos'un işini bitirdi.

O zaman, İda'nın üstünden bakmakta olan Kronosoğlu kavgayı denk şartlar altında tutmak isterdi: artık birbirlerini kırıp geçireceklerdi, keskin gözlü Hektor saflar arasından sıçrayıp haykırıyor, arkasından Troya taburları yürüyordu. Bu hali görünce narası gür Diomedes ürperdi; yanında duran Odysseus'a şöyle dedi:

— Güçlü kuvvetli Hektor, yuvarlanıp gelen musibet gibi üstümüze yetişiyor. Haydi, duralım, karşı koyup geri atmağa çalışalım.

Böyle dedi, ve uzun mızrağını sallayıp fırlattı; tam hedefe değdi: başa nişan almıştı, silâhın temreni kalkanın, tepeliğini deşti. Tunç tuncu geri atmış, güzel cilt korunmuştu. Üç kat kalınlığı ve uzun tepeliği olan bu kalkanı ona Foebos Apollon vermişti. Hektor, hemen, tabana kuvvet, mümkün olduğu kadar geriye çekilerek yığına karıştı. Dizleri üstüne çökmüş, kuvvetli eliyle toprağa dayanıyordu; karanlık bir gece gözlerini bürümüştü. Bu ara Tydeoğlu, uzaklara uçmuş olan mızrağının nereye düştüğünü aramağa girişmişti; Hektor da bir nefes aldı. Tydeoğlu onu görünce, silâh avuçta, ileri sıçrayıp şöyle dedi:

— Bir kere daha köpek, ölümden sıyrılabildin! Felâket çok yaklaşmıştı ama Foebos Apollon bu sefer de seni korudu. Ne zaman mızraklar kargaşalığına karışmak üzere yola çıksan bu tanrıya dua etmelisin. Fakat merak etme, çok uzun bir zaman geçse de bir gün elbet hesabını göreceğim; yalnız ben de koruyucu bir tanrı bulayım! Şimdilik üstlerine yürüyecek, işlerini bitirecek başkalarına bakmağa gidiyorum.

DİOMEDES YARALI, ODYSSEUS TEHLİKEDE

Böyle dedi, ve kargı ile şanlı Peonoğlu'nun canına: kıydı. Bu ara güzel saçlı Helene'nin erkeği Aleksandros budunlar çobanı Tydeoğluna yayını çevirmişti. Eski zamanın demos İhtiyarlarından, Dardanoğlu İlos'a dikilmiş olan mezarın bir sütununa dayanmıştı. Diomedes, bir ara, şanlı Agastrof'un göğsünden kıvılcımlı zırhını, omuzlarından kalkanını, başından ağır tulgasını soyup almak üzereydi. İşte bu anda, Aleksandros yayını gererek oku attı; boşuna atılmış bir ok olmadı: sağ ayağın tabanına değdi, ayağı deşip geçerek toprağa saplandı; Aleksandros gizlendiği yerden sıçrayıp sevinçli bir gülüşle övündü:

— Okum boşuna atılmış değildir, yaralandın; fakat karnına gelmeliydi de canını alaydı! O zaman, bunca felâketlerden sonra, Troyalılar, arslan karşısında meleyen koyunlar gibi senin karşında titremekten kurtulurlardı.

Güçlü kuvvetli Diomedes, ürpermeden, karşılık verdi: |

— Hey koca okçu! Sefil! kâkülünü beğenmiş! kızlara göz süzen! Boy ölçüşmek için silâhlanıp karşıma bir geçseydin, ne yayın ne sadağındaki okların hiçbiri işine yaramazdı. Bir ayağımın tabanını tırmalamakla pek öyle üstten övünme. Bu tırmık ha bir karının, hatta aklı ermez bir çocuğun elinden çıkmış, ha senden: fazla önem vermiyorum. Bir korkağın, bir değersizin attığı okun kıymeti yoktur. Amma benim vuruşlarım başkadır. Okum, temrenim öyle bilenmiş, öyle keskindir ki, ne kadar az değse neticesi tırnaklarıyla yüzünü yırtmış bir dul ve yetim kalmış çocuklar olur; kendi de kanı ile kızaran toprak üzerinde çürür, etrafına kadınlardan çok yırtıcı kuşlar toplanır.

Böyle dedi, ve Odysseus, ün salmış savaşçı, yaklaşıp önünde durdu. Odysseus'un arkasında, Diomedes oturmuş, ayağından oku çekti. Yürek yakıcı ağrılar bütün vücuduna yayılmıştı. Arabasına sıçradı ve seyisine koca karınlı gemilere sürmesini emretti: gönlü o derece kaygılı idi!

Odysseus, ün salmış savaşçı, şimdi yalnız kalmıştır, yanlarında başka hiçbir Argoslu yoktur: Hepsi korkuya tutulmuşlardı. Öfkelenen Odysseus ulu gönlüne şöyle dedi;

— Vah bana! Ne olacağım? Fenalık büyük eğer, korkuya tutularak şu yığınların önünde kaçarsam; fakat fenalık daha büyük olur, eğer, yalnız kalır da öldürülürsem. Kronosoğlu bütün öbür Danaosluları kaçışa sürdü. —Fakat bu tartışmalara gönlümün ne ihtiyacı var? Biliyorum ki kavgadan korkaklar uzaklaşırlar. Gerçekten kahraman olan bütün kuvvetleriyle sebat etmelidir: ister başkalarını yaralasın, ister kendi yaralanmış olsun.

Aklıyla ve gönlüyle bu düşünceleri evirip çevirmekte iken Troyalıların safları yürüyüşe geçmişlerdi; gittikçe onu sararak felâketin ortasına atmış oluyorlardı. Derin ve sık ormanın içinden çıkan yaban domuzunu sarmak üzere giden genç ve kuvvetli köpekler beyaz dişlerini bükeyli çeneleri içinde bilerler, diş gıcırtıları duyulur; artık canavarı —çok korkunç da olsa— beklemeğe hazırlanmışlardır. Troyalılar da, bunun gibi, Zeus sevgilisi Odysseus'u sarmak üzere yürüyorlardı.

Fakat Odysseus daha önce mızrağı ile kusursuz Deiopit'i, omuzundan yaraladı; ondan sonra Thoon'u ve Ennom'u öldürdü; onlardan sonra arabasından atlıyan Hersidamas'ı göbeğinden kargı ile deşti: adam tozlara yuvarlanarak toprağı avuçladı. Sonra, bunları, orada bırakarak Hipps oğlu Harops'u, zengin Sokos'un kardeşini yaraladı. Tanrılar benzeri Sokos nâra atarak imdada koştu; önüne gelince şöyle dedi:

— Ün salmış hileden usanmaz, emekten bıkmaz Odysseus, bugün Hippas'ın işte karşısına çıkan iki savaşçı oğlunu, her ikimizi, vurmakla ve silâhlarımızı soyup almakla övünebileceksin, eğer benim mızrağımın vuruşu ile kendin can vermezsen.

Böyle dedi, ve yusyuvarlak kalkanına, mızrağını değdirdi. Çok kuvvetli silâh parlak kalkanı deşerek, işlenmiş zırhın altına geçti; derinden yanların cildini kesti. Fakat Pallas Athene yetişerek temrenin bağırsaklara erişmesine meydan vermedi. Odysseus yaranın öldürücü olmadığını sezdi, az geri çekilerek şunları söyledi:

— Hey bahtı kara, bugün senin önünde helak uçurumu açılmıştır. Şüphesiz beni şimdi Troyalılara karşı savaşmaktan alıkoyuyorsun. Fakat ben, açık açık söylüyorum, seni bu aynı gün, ölüm, kara ecel bekliyor, ve mızrağımla yenilerek bana şan, ünlü küheylan sahibi Hades'e canını vereceksin.

Böyle dedi, öbürü ise dizgin çevirerek uzaklaşıyordu ki Odysseus, mızrağını arkasına sançarak göğsünü deşti geçirdi. Adam takırdı ile düştü; tanrısal Odysseus zaferini ilân etti:

— Hey Hippas oğlu Sokos, cesur at kısrak terbiyecisi? her şeyi yok eden ölüm benden önce sana erişti: ecelden sıvışamadın. Hey bahtı kara ne baban ne hanım annen ölü gözlerini kapamıyacaklar: yırtıcı kuşlar seni parçalıyacaklar, ama ben ölürsem tanrısal Ahaylılar cenaze töreni ile bana son şerefi vereceklerdir.

Böyle dedi, sonra etinden ve kabarık kalkandan cesur Sokos'un güçlü mızrağını çekti çıkardı. Silâh çıkınca yaradan kan fışkırdı, yüreğini kaygılandırdı. Ulu gönüllü Troyalılar Odysseus'un kanını görünce cesaretlenerek yığın halinde ona doğru yürüdüler. Odiysseus geri çekildi ve arkadaşları çağırmak üzere üç defa, bir adamın başında olabilecek sesin en yükseğiyle haykırdı; Ares sevgilisi Menelas ta üç defa çağırışını işiterek hemen yanında duran Ayas'a şöyle dedi:

— Zeus dölü, Telamonoğlu Ayas! Sabırlı Odysseus'un sesini iki kulağımla işittim. Öyle görülüyor ki, Troyalılar onu yalnız yakalayıp sıkıştırmışlar, canlara kıyan kavga, içinde bizden koparmak istiyorlar. Haydi yığınlar içine atılalım; onu korumağa koşmak en ileri işimizdir. Troyalılar arasında, yapayalnız kalmış olduğu için —cesareti çok yüksek ise de— başına bir felâket gelir diye korkuyorum, Danaoslular için çok büyük bir esef olurdu.

AYAS DURUMU DÜZELTİYOR

Böyle diyerek başa geçti; tanrılar eşi Ayas arkasından yürüdü. Az sonra tanrı sevgilisi Odysseus'u buldular. Troyalılar sarmışlar, sıkıştırmışlardı. Dağda bir insanın yayından fışkırmış bir okla yaralanmış, boynuzları dallı budaklı bir geyik, yarasından sızan kan ılık durdukça ve bacaklarında kuvvet kaldıkça koşup kaçar, avcının elinden kurtulur; sonunda ise aldığı ok yarasından işi bitince, kızıl çakallar yetişip gölgeli ormanın derinlikleri içinde paralarlar. Fakat tanrı dilerse o anda korkunç bir arslan peyda olur, çakallar korkup kaçar, geyiği yiyen arslan olur. Bunun gibi. cesur ve çok hünerli Odysseus, sayıları çok ve yiğit Troyalılar arasında, mızrağı avucunda, saldırarak felâket gününü uzaklaştırmıştı.

Ayas yaklaştı, kuleye benzer kalkaniyle gelip yanında durdu. Troyalılar ürkerek dağılıştılar. Cesur Menelas o zaman Odysseus'u yığınlardan uzağa götürdü, seyisi arabayı getirinceye kadar elinden tutuyordu. Ayas ile Troyalılar üzerine yürüyerek Priam'ın halayıktan oğlu Dorykles'i yaraladı; sonra Pandahos'u yaralaladi; sıra ile Lysandros'u, Pyras'ı, Pylartes'i de yaraladı. Bir ırmak, Zeus'un yağmurlarıyla dağlardan inen sellerden kabarır, taşar ovaya yayılır; denize yığınla kurumuş meşe ağaçları, yığınla çam ağaçları, yığınla çamurlar sürükler. Bunun gibi ün salmış Ayas Troyalıları ova içinde sıkıştırıp tartaklar, adamları ve atları kırar geçirir ve henüz Hektor işin farkına varmamıştır. Cephenin sol kanadında, Skamandros'un sarp kıyıları boyunca dövüşmektedir. Savaşçıların başları burada düşmekte; Büyük Nestor'un ve cesur İdomene'nin etrafında arkası gekniyen uğultular, naralar yükselmekte, Hektor da orada yığınlara karışmış durmaktadır: mızrağı ile arabayı sürmedeki ustalığı ile kaygılar saçmakta, genç savaşçıların saflarını bozmaktadır. Tanrısal Ahaylılar, o kadar çabuk, Hektor'un ilerlemesine meydan vermiyeceklerdi, eğer, budunlar çobanı Mahaon'u sağ omuzundan üç köşeli bir okla yaralanıp kahramanlıkları durdurulmasaydı. Ahaylılar ateşli bir kavga havası içinde iseler de birden, Mahaon'u kaçırırlar korkusu ile telâşlandılar. İdomene hemen Nestor'a dönerek şöyle dedi:

— Nestor, Neleoğlu, Ahaylıların büyük şerefi! arabana bin, Mahaon'u da yanına bindir; sonra, çarçabuk duynakları kalın atlarını gemilere doğru sür. Bir hekim, yaralardan okları çekip çıkarmada veya yaraya acıları savuşturucu tozlar ekmede bütün diğer insanlardan daha elverişlidir.

Böyle dedi ve ihtiyar araba sürücüsü Nestor itiraz etmedi. Çarçabuk arabasına bindi, yanına da, kusursuz hekim Asklepios'un Mahaon'u bindirdi. Atlarını kamçıladı, hayvanlar da, içleri ateş dolu, uçar gibi gemilerin yolunu tuttular: gönülleri ayaklarını oraya götürüyordu.

HEKTOR'UN BAŞARILI SALDIRIŞI

Kebrion Troyalıları sarsılmış gördü. Arabada Hektor"un yanında duruyordu; ona seslenerek şöyle dedi:

— Hektor, kavganın son hatlarında Danaoslularla tutuşmamız kaygı verecek bir şekil alıyor. Troyalılar, o kısımlarda kendileri de atları da, çok sarsılmış görülüyor. Ayas Telamonoğlu onları tartaklıyor. Onu iyi tanıyorum: omuzlarında kocaman kalkanı vardır. İnan bana, atlarla arabayı, süvarilerin ve piyadelerin birbirleriyle merhametsiz bir kavgaya giriştikleri ve karşılıklı en ateşli bir boğuşma içinde göründükleri noktaya doğru sürelim; oradan arası kesilmiyen uğultular da yükselmektedir.

Bu sözler üzerine, çınlayışlı kamçısıyla yeleleri güzel atları okşadı. Vuruşa itaat eden hayvanlar en büyük çabuklukla arabayı Troyalılarla Ahaylıların karışmış oldukları tarafa, ölülerin ve silâhlarının üstünden atlıya atlıya uçurdular. Kasanın altında dingil, çepeçevre rampa atların duynaklarından ve tekerleklerin çemberlerinden sıçrayan kanla kirpikli olmuşlardı. Kahraman boğuşmanın ortasına atılıp bir sıçrayışta düşmanın saflarını bozmak iç ateşiyle yanıyordu. Danaoslularda bir felâket korkusu uyandırdı, karşısında kendisini geri tutacak mızrak yoktu. Kargısı ile, kılıcı ile, büyük taşlarla silâhlanmış saflar arasında dolaşıyor, sınayacak savaşçı arıyordu. Fakat Telamonoğlu Ayas ile dövüşmekten kaçınıyordu.

Yukarılarda oturan Zeus Baba Ayas'ı cisimlenmiş, ürküntü haline koymuştu. Hektor, şaşkınlık içinde, durdu; yedi deriden yapılmış kalkanını bıraktı, ürpererek düşman yığınlarına başını çevirdi; her yandan sıkıştırılmış bir hayvanın sersemleşmiş gözleriyle baktı; ancak dizlerini kımıldatabiliyordu.

Kızıl bir arslan kendini nihayet, bir ağılın avlusundan, semiz öküzlerini kaptırmamak için bütün gece uyanık duran köylülerin ve köpeklerin uzaklaştırıcı savaşı karşısında, taze et iştahı ile hücum eder, fakat boşuna: cesur ellerle atılmış kargılarla karşılanır; yakılan pek çok meşaleler de onu ürkütür ve şafakla, canı çok sıkılmış, uzaklaşır. Bunun gibi, Ayas ta yüreği sıkkın, esefler içinde, Troyalılardan uzaklaştı: Ahay gemileri için korkusu o derece büyüktü!

Çok kere, bir eşek, bir tarlanın kenarında çocukların verdiği rahatsızlığa uğrar. Küçükler, inatla, hayvanın sırtında değneklerini birbiri ardınca parçalarlar. Çocukça gayretler! eşek yine de ekine girer ve güzel güzel otlar; istediği gibi karnını doyurmadıkça onu tarladan çıkaramazlar. Büyük Ayas Telamonoğlu da Troyalılar ve ün salmış müttefikleri karşısında bunun gibidir. O da, şimdi, ateşli yiğitliğiyle Troyalıların taburlarını geri tutar; biraz sonra ise arkasını çevirerek uzaklaşır. Fakat böylelikle onları güzel yapılı gemilere yanaştırmaz. Yalnız başına çırpınıyor, Troyalılarla Ahaylılar arasında iyi tutunabiliyor.

Evemon'un şanlı oğlu Eurypyl, onu, bir yığın silâh ortasında sıkıştırılmış gördü. Yanına gelerek mızrağını attı ve Fausios oğlu, budunlar çobanı Apisaon'u yüreğin altından yaralayıp bağrını deşti, o saatte dizlerini çöktürdü. Sonra sıçrayıp omuzlarından silâhlarını aldı. Tanrılar benzeri Aleksandros ise Aposion'un silâhlarını soyarken görerek yayını ona karşı çevirdi ve bir okla sağ budundan yaraladı. Kemik kırıldı, but uyuştu; adam, ölümden sıyrılmak için, markadaşlarının grupuna çekildi; aynı zamanda, Danaosluların işitebileceği yüksek bir sesle şunları söyledi:

— Dostlar, Argosluların başları ve kılavuzlar! Durun, Ayas'tan felâketi uzaklaştırmak için düşmana dönün! Üstüne atılan silâhlarla öyle sıkıştırmış ki, kaygılar kaynağı kavgadan sıyrılabileceğini sanmıyorum. Haydi! Yüzünüz düşmana, büyük Ayas Telamonoğlu'nun etrafında toplanın!

Yaralı Eurypyl böyle dedi öbürleri de gelerek yanında yer aldılar. Ayas onları karşıladı, ve ancak arkadaşlarının grupuna karıştıktan sonra yüzünü düşmandan çevirdi.

AHİLLEUS PATROKLOS'U NESTOR'UN YANINA GÖNDERİYOR

Alevli ateş gibi savaşıyorlardı, o ara Nele'nin atları Nestor'u ve budunlar çobanı Mahaon'u kavganın dışına götürüyorlardı. Fakat ayakları yönümüz Ahillesus onu görünce işi anladı. Orada koca karınlı gemisinin pupasında idi. Bu derin ve acıklı bozgunu seyrediyordu. Hemen sevgili arkadaşı Patroklos'a seslendi. Gemiden gelen sesi üzerine Ares'e benzer Patroklos barakadan çıktı gelecek fenalığın başlangıcı bu olacaktı. Yiğit Menoetiosoğlu ilkönce sözü alıp sordu:

— Ahilleus, niçin çağırıyorsun? benden istediğin nedir? Ayağına çabuk Ahilleus cevap olarak şöyle dedi:

— Gönlümün sevgilisi, tanrısal Menoetiosoğlu, Ahaylıların dizlerime kapanıp yalvaracakları saat geldi, sanıyorum. Onları sıkıştıran ihtiyaç kuvvetlerinin üstüne çıkmaktadır. Şimdilik, Zeus sevgilisi Patroklos git de Nestor'dan, kavganın dışına getirdiği yaralının kim olduğunu sor. Arkadan, Asklepiosoğlu Mahaon'a çok benziyor; fakat gözlerini görmedim: atlar önümden çok acele geçtiler.

Böyle dedi, ve Patroklos arkadaşına itaat etti. Ahay gemileri ve barakaları boyunca koşmağa başladı.

Bu ara ötekiler Neleoğlu'nun barakasına gelmişlerdi, Seyis Eurymedon ihtiyarın arabasından çözdüğü atlara deniz kenarında hava aldırarak terlerini kurutuyordu. Barakada, saç örgüleri güzel Hekamede onlara içki hazırlıyordu. İhtiyar, bu kadını, vaktiyle Tenedos'ta Ahilleus bu şehri talan ettiği zaman, kazanmıştı: Dernekte herkesten üstün olduğu için Ahaylılar ona vermişlerdi. Kadın, içkiyi hazırladıktan sonra önlerine koydu. Patroklos, bu anda, kapıda göründü. İhtiyar onu görünce yerinden kalktı, elinden tutup oturmağa davet etti. Fakat Patroklos kabul etmiyerek şöyle dedi:

— Oturacak saat değil, Zeus dölü ihtiyar: seni fazla da dinlemiyeceğim. Beni buraya getirdiğin yaralının kim olduğunu sormağa gönderen çabuk kızar korkulu bir adamdır. Fakat ben de tanıdım: gözlerimin önünde duran budunlar çobanı Mahaon'dur. Gidip Ahilleus'a haberi vereyim. Zeus dölü ihtiyar, onun ne müthiş bir adam olduğunu kendin de biliyorsun: suçsuzu bile suçlu bulabilir.

NESTOR'UN SÖYLEDİKLERİ

İhtiyar araba sürücüsü Nestor şöyle cevap verdi:

— Ahilleus neden böyle Ahay oğullarına acımıyor, içlerinden yaralı düşenleri merak ediyor? Orduyu ezen büyük matemi bilmiyor mu? En iyileri gemilerimizde yatıyorlar, kimi uzaktan kimi yakından vurulmuş, yaralanmış. Tydeoğlu güçlü kuvvetli Diomedes yaralanmış. Ün salmış Odysseus gibi Agamemnon da yaralı. Eurypyl de bir okla budundan vurulmuş. İşte biri daha, benim şimdi kavga meydanından alıp getirdiğim de bir yaydan atılan okla vurulmuş. Ahilleus cesur bir kahramandır, fakat Danaosluları merak ettiği onlara acıdığı yoktur. Güzel gemilerimizin deniz kıyısında ateşe verilmesiyle Argosluların büyük felâketini, kendimizin de birer birer öldürülmemizi mi bekliyor? Ne çare! bende artık eskiden vücudumun esnek üyelerindeki kuvvet yok... Alfe suyunun kenarında, kumsal Pylos topraklarının bir ucunda Thryoesse isminde bir şehir vardır. Düşmanlar onu sarmak, alıp talan etmek arzusu ile ovanın ortasından geçmişlerdi. Olympos'tan, gece, Athene koşarak gelmiş, bize silâhlanmak gerektiğini bildirmişti. Pylos halkını topladı yüreklere isyan havası bırakmadı, kavgaya atılmak ateşini uyandırdı. Ben de silâhlanmak istemiştim, Nele razı olmadı, atlarımı sakladı: kavga işlerinde daha hiçbir şey bilmediğimi söylüyordu. Bununla beraber, iyi araba sürücülerimiz arasında, piyade kalarak bile, kendimi gösterebildim. Kavgaya sevkeden Athene idi. Minye isminde, Arene yakınında denize dökülen bir ırmak vardır. Tanrısal Şafağı ben orada Pylos'un arabalariyle beklemiştim; yayalar ise akın akın tezlikle geçiyorlardı. Gün iyice yükselmişti ki kutsal Alfe suyuna ulaştık. Orada en güçlü tanrı Zeus'a güzel kurbanlar sunduk. Alfe suyuna da bir boğa Poseidon'a bir boğa, çakır gözlü Athene'ye de henüz terbiye edilmemiş bir düve kurban kestik. Ondan sonra, akşam üstü, orda birlikleri içinde, akşam yemeğimizi hazırlayıp yedik, ve bütün silâhlarımızla ırmağın kıyılarında yattık. Ulu gönüllü Epeliler, şehri alıp talan etmek arzusu ile kuşatıyorlardı. Güneş pırıldıyarak ufkun üstüne yükselirken, Zeus'a ve Athene'ye dua ederek kavgaya giriştik; Epelilerle Pyloslular arasında kavga başladığı zaman, ilkin ben bir adam öldürerek duynakları kalın atlarını ele geçirdim; bu adam Augias'ın damadı savaşçı Mulios idi: karısı sarışın Agamede — Augias'ın büyük kızı— yeri besliyen zehirler işinde uzmandı. Epeliler, araba sürücülerinin başını ve en iyi savaşçılarını yere yuvarlanmış görmeleri üzerine, ürküntü içinde, her yana dağıldılar. Ben, kara bir burağan gibi atıldım, elli araba yakaladım; her birinden iki savaşçı mızrağımla vurularak dişleriyle toprağı ısırmıştı. O sırada iki Molionları —Aktor'un iki oğlunu— öldürecektim, eğer, yeri sarsan Poseidon onları kalın bir sis arkasında saklayıp kavgadan kurtarmasaydı. Zeus o gün Pyloslulara pek parlak bir zafer vermişti. Geniş ova içinde düşmanı, adamları öldürerek ve güzel silâhlarını soyup alarak, kovaladık, sonra buğdayı bol Buprasion memleketine geçtik. Oradan döndükleri zaman Ahaylılar tanrılar arasında Zeus'a tapınıyor, insanlar arasında Nestor'a saygı gösteriyordu. İşte ben vaktiyle böyle bir adamdım, eğer öyle bir zaman gerçekten geçmişse. Ahilleus ise kahramanlığından yalnız kendi faydalanacak. Milleti mahvolduktan sonra, öyle sanıyorum ki, oturup acı acı ağlıyacaktır. Sevgili çocuğum, Menoetios, Fthia'dan Agamemnon'un yanına yollarken sana ne öğütler veriyordu! İkimiz, tanrısal Odysseus'la ben, sarayda idik, sana söylediklerini bir kelimesini kaçırmadan, dinlemiştik. Bütün bereketli Ahay ilini, sefere asker bulmak için dolaşmakta iken Pele'nin güzel konağına gelmiştik. İşte orada, sizi, kahraman Menoetios ile seni bulmuştuk, yanınızda Ahilleus vardı. İhtiyar araba sürücüsü Pele en önde Gürler Zeus'a, avlusunda semiz öküz butları sunmuştu. Elinde bir altın sağrak tutuyor, alevler içindeki kurbanlara saçılar kılıyordu. İkiniz kurbanların etleri ile uğraşırken biz avluda görünmüştük. Ahilleus birden şaşırdı ve bir sıçrayışla ayağa kalktı. Elimizden tutarak yol ve oturacak yer gösterdi. Konukluk âdetince verilmesi gereken her şeyi verdi; ve istediğimiz gibi yiyip içtikten sonra, en ilki ben söz alarak sizleri bizimle beraber sefere davet ettik. Her ikiniz teklifi kabul ediyordunuz. Peleoğlu Ahilleus'a daima savaşçıların en iyisi olmasını, herkesten üstün gelmesini öğütlüyordu. Sana ise Aktoroğlu Menoetios şöyle diyordu: «Oğlum, Ahilleus doğuşça senden üstündür, fakat yaşça sen ondan büyüksün; kuvvetten yana ise o, seni kat kat geçer. Ona öğüt vermek, makul sözü dinletmek, gidilecek yolu göstermek sana düşer. İyiliği için söyliyeceğinden seni dinliyecektir.» İhtiyar baban bunları söylemişti, sen ise unutuyorsun. Haydi! Zamanı henüz geçmemiştir; git, bütün bunları şanlı Ahilleusa söyle bakalım seni dinleyecek mi? Kimbilir, belki tanrı sana yardım eder de öğütlerinle yüreğini sararsın. Bir arkadaştan gelen fikirler hoşa gider. Eğer gönlü ile, hanım annesinin Zeus adına haber vermiş olacağı bir kaderden sıvışmayı düşünüyorsa... seni ve seninle beraber bütün Myrmidonlar birliğini yollasın: Sen belki Danaosluların kurtuluş ışığı olursun. Yollarsa güzel silâhlarını da, kavgada giymek üzere, sana versin; kim bilir, Troyalılar, belki de, seni Ahilleus yerine alırlar da dövüşmekten vazgeçerler; şu saatte bitkin bir halde bulunan Ahaylılar bir nefes alırlar. Siz, taptaze bir kuvvet olarak, hiç güçlük çekmeden, yorgun düşmüş yığınları geri atar, gemilerden ve barakalardan uzak, şehirlerine doğru sürersiniz.

Continue Reading

You'll Also Like

12.5K 1.3K 15
Bedenim tir tir titremeye başlamıştı. Gözlerim dolmuş neredeyse ağlayacaktım. Etrafta yeni yeni fark ettiğim geçmişe ait şeyler vardı. Tabelalar, ara...
1.2K 115 8
Her sayfasında büyüleyici bir dünya sunan Yazarlar Antolojisi, edebiyatın zengin dokusunu keşfetmek isteyen okurlar için muazzam bir seyahat sunuyor...
21.6K 908 25
Zaman dilimi çok eski bir zaman değil ama çok gelişmiş bir zaman da değildir. 18+ İçerir. Ona göre okuyun. Cihan ve Sevda'nın sevgi hikayesini anlata...
VAZİFE By ALGON

Historical Fiction

12.3K 688 28
Osman bey Alaeddine vazife vermişdir. Ama bu vazife onların planladığı gibi olmaz ve başka kötü şeyler olur