Stjernestøv | Yizhan

By Sibylvanea

47.9K 4.9K 16.1K

Norveç'e okumak için giden Wang Yibo, Stavanger Üniversitesinde hayatını tamamen değiştirecek kişi olan Xiao... More

Stavanger
En kinesisk gutt i Norge
Lukten av rødt skjerf
Noen som venter foran huset
Å være en lagkamerat
Hva skjedde i går kveld?
Jeg blir vel vant til deg
Du sa at det var viktig
Hvorfor gjorde du noe slikt?
Oslo
På en betingelse
Stjernestøv
Vinterens Gåte
Jeg har en som jeg liker
Du unngår meg, ikke stikk av
Hvis du er personen jeg liker, hva vil du gjøre?
Jeg er forelsket i et eventyr
Å være noens stjernestøv
Jeg kommer ikke til hybelen i kveld
Jeg Elsker Deg
Vi blir fulgt
Hvilken by skal vi til?
Bergen
Vil du se hvor dyktig jeg er?
FİNAL - Hele himmelen, alle stjernene vitner
🎄 Yılbaşı Özel Bölüm: Bjørns hemmelige mappe 🎄
🎂 Özel bölüm son: Wang Yibos drøm gikk i oppfyllelse

En uventet snøstorm

1.8K 180 805
By Sibylvanea

|En uventet snøstorm : Beklenmeyen bir kar fırtınası|

-

"Ben neden bu kadar şanssızım?"

Soğuktan dolayı burnu kıpkırmızı olan beden, atkısını boynuna birkaç kez geçirip önünde düğüm attı ve iç geçirerek eldivenlerini takmasına rağmen sızlayan ellerini montunun cebine koydu. Gözleri havanın eksi derecelerde olduğu için mi, yoksa ağlamak üzere olduğu için mi kızardığını orada duran arkadaşları anlayamamıştı. Hüsranla dizlerine kadar gelen karları botlarıyla tekmeleyerek paramparça edip havada sağa sola saçılmasına sebep olurken kırmızı bir orkide kadar naif duran allanmış burnunu çekti ve yüzünü atkısına gizledi.

Sean Xiao üzgündü.

Çünkü çok beklediği kış konseri, Norveç'in beklenmeyen bir kar fırtınası yüzünden yarıda kesilmişti ve üstüne fırtına o kadar şiddetliydi ki göz gözü görmemiş; Her taraf korkunç bir beyazlığa bürünmüştü. Noel öncesi gelen bu fırtına tüm şehri tamamen beyaza boyayıp, havayı buz gibi yapmıştı.

Noel öncesi alışveriş yapmak amacıyla Yibo'nun annesi ve babası Stavanger'in merkezine indikleri için şehirde mahsur kalmışlardı. Bu yüzden Haikuan arabasıyla konserden alelacele Yibo'yu alıp şehir merkezine inmişti.

Böylelikle Zhan'ın konser boyunca yapacağı mükemmel itirafı şehri kasıp kavuran bu kar fırtınasında yok olup gitmişti.

Çünkü konserde çıkacak en son şarkıcı Aurora'ydı. Güzel şarkıcı kapanıştan önce 'Stjernestøv' adlı parçasını söyleyecekti. Alandaki çoğu kişi Aurora'yı beklerken gece yarısı olmuştu bile. Ancak tam da gece vakti Kuzeyden esmekte olan rüzgarın taşıdığı soğuk kar kütleleri şiddetli bir şekilde şehre saçılmıştı. Yollar beyaz kristaller yüzünden gece karanlığına parlaklığıyla eşlik ederken ağaçların, evlerin çatılarında biriken karlar fırtına yüzünden sağa sola uçuşuyordu. Konser alanında biriken kalabalık düşmemeye çalışarak sıkı sıkı giyindikleri kalın montlarına sarılıp gelen otobüsleri tıkış tıkış doldurmuşlardı, ardından hızlı bir şekilde konser alanını terk etmişlerdi.

İşte tam da bu sebepten dolayı kar fırtınasına yakalanıp otobüs bulamayan azınlık kesimden birisi Zhan ve arkadaşlarıydı. Beş kişi birbirine yapışarak evlerin olduğu, fırtınanın ulaşamadığı bir çatının altında durup titreyen bacaklarıyla birbirine bakarken Zhan bir kez daha karanlık, soğuk geceye sinirle bağırdı.

"Ben neden bu kadar şanssızım?"

Rüzgarın uğultusu kulaklarını delip geçerken Kjersti gözlerinin önüne düşen saç tutamlarını beresiyle kapatıp dolu gözleriyle fırtınayı izleyen Zhan'a yaklaştı. Yibo gittiğinden beri Zhan üzüntüyle iç geçirip bakışlarını yerlerde gezdiriyordu. Bunu fark etmemek imkansızdı.

"Şanssız değilsin Sean. Biletleri almadan önce en az beş kez hava durumunu kontrol ettim. Bu ülkenin beklenmedik fırtınalarını sen de biliyorsun."

Kjersti, karanlıkta inci gibi parlayan Zhan'ın dolu gözleri yüzünden endişelendiği için arkadaşının omzunu hafifçe patpatladı. Zhan'ın bugün için ne kadar hevesli olduğunu bütün arkadaşları biliyordu. Bundan dolayı Finn, Bjørn ve Anette de Zhan'ın yanında durup hüzün ve hayal kırıklığı barındıran gözlerini yerden kaldırmak için ellerinden geleni yaptılar.

Ancak Zhan o an arkadaşlarının yanında kendisini o kadar yalnız hissetmişti ki gözlerini karla kaplanmış ormanda gezdirmekten başka hiçbir şey düşünemedi.

Yibo yanında değildi, Yibo'nun yanında değildi.

Bir sonraki otobüs için on dakika vardı ve hava eksi derecelerde olduğu için titriyorlardı. Bjørn otobüsün daha erken gelebilmesi için ulaşım merkezini ararken Zhan, Yibo'ya mesaj attı. Yibo bir anda apar topar gitmek zorunda kaldığı için Zhan onun ve ailesinin iyi olup olmadığı hakkında endişeleniyordu. İçi içini yerken tüm umutlarını elinde tuttuğu telefona bağlamıştı.

Gergince soğuk havaya sıcacık nefesini üfleyip soğuktan dolayı kızarmış olan burnunu çekti ve yeniden elindeki telefona baktı.

Kendisi bir şekilde başının çaresine bakabilirdi ancak şehir merkezi fırtınadan daha fazla etkilenmişti ve Yibo'nun ailesi bu ülkenin yerlisi değildi. Norveç'in kışı bazen bu kadar kasvetli olabiliyordu.

Ya da Zhan, Yibo yanında olmadığı için Norveç'in karlı fırtınalarını suçlayarak kendisine bir günah keçisi arıyordu.

Bir kez daha telefonunu kontrol etti. Yibo mesajlarına geri dönmemişti.

Gerginlikle dudaklarını dişlerken Haikuan'ı aramak için rehbere girdi. Parmakları arama tuşunun üstünde oyalanırken gelen otobüsle yanında titreyen arkadaşları kolundan sürükleyip ana yola doğru koşmaya başlamışlardı. Zhan da onlara ayak uydurmaya çalışıp kendisini sıcak otobüse attığında sıcak havayla temas ettiği için sızlayan burnu yüzünden yüzünü buruşturarak bulduğu boş koltuğa oturdu.

Gökyüzü koyu bir griye bürünmüş, fırtına yüzünden esip gürleyen rüzgar cama çarpıp duruyordu. Zhan gözlerini camdan ayırmadan yeniden Yibo'ya mesaj attığında yüreğinde büyüyen endişe yüzünden cebinde duran elini yumruk hâline getirmişti.

Bir türlü cevap gelmiyordu.

Zhan'ın yanında oturan Bjørn, onun gergin hâlini anında fark etmişti, korkuyla camdan dışarıya bakmakta olan arkadaşının omzunu tutarak fısıldadı.

"İyi misin?"

Bjørn'un sorusu Zhan'ın ışığı sönmüş bir yıldız gibi duran kahve gözlerini yeniden doldurduğunda, siyah saçlı çocuk derince bir iç çekip başını sağa sola salladı.

"Yibo mesajlarıma dönmüyor. Az önce aradım, ulaşamıyorum."

Zhan'ın sesi bir yaprak gibi titrerken arka koltukta oturan Anette öne doğru eğildi, Zhan ve Bjørn'un oturduğu koltukların arasındaki boşluktan kafasını uzattı.

"Fırtınadan dolayı santrallerde problem çıkmış olabilir, bazı operatörlerin çalışmama durumu da var. Ulaşamaman doğal."

Anettenin sunduğu mantıklı seçenekler bile Zhan'ı rahatlatmıyor, aksine dakikalar geçtikçe, otobüs kampüse yaklaştıkça gerginliği artıyordu. Saat gece yarısını çoktan geçmişti ve oldukça ürkütücü bir geceyi yaşıyorlardı.

Bir an camdan dışarıyı izlerken Stavanger gözüne çok korkunç geldi. Norveç hakkında ilk kez böyle düşünmüş, ilk kez bu sonuca varmıştı.

Fırtınanın şiddetinden dolayı camdan dışarıyı göremedikçe Haikuan'ı ve Yibo'yu üst üste aramaya başladı. Bir yandan da şehir merkezine giden otobüsün olup olmadığına bakıyordu.

Ancak bu havada merkeze gidebilecek hiçbir otobüs yoktu.

Otobüs yurdun önünde durduğunda diğerleriyle vedalaşıp Bjørnla beraber içeri girdiler. İkisinden de ses çıkmıyor, fırtınaya karşı yüzlerini sıkı sıkı kapatıp başlarını eğerek onlara doğru şiddetle gelen kar tanelerinden kaçınmaya çalışıyorlardı.

Zhan bloğunun önüne gelene kadar şiddetli bir şekilde titrediğini fark etmemişti. Üstündeki kalın kabana sıkı sıkı sarılıp odasına çıktığında Bjørn yanına gelmesi için ısrar etmesine rağmen ona yalnız kalmak istediğini söyleyip odasına girdi, kapıyı kapattıktan sonra yere çöktü. Bacaklarında yürüyecek enerji kalmamış, kapının önünde duran bedenini sürüyerek yatağına taşımıştı. Üstündekileri çıkarırken bir kez daha Yibo'yu aradı. 

Ulaşılamıyordu.

Üstündeki yaş kazağı çıkarıp yeşil tavşan baskılı geceliklerini giydiğinde vücudu zangır zangır titriyordu. Kalın yorganını üstüne örtüp bacaklarını karnına çektiğinde, yatakta küçük bir tavşan yavrusu yatıyor gibiydi; Çünkü dışarıdan bakıldığında yatakta küçük bir tümsek vardı, yani Zhan'ın küçülen vücudu...

Saat gece bir sıralarıydı. Fırtına hâlâ devam ederken, cama yapışan kar tanelerinin tık tık sesi ve odada uyuyan beden titrediği için dişlerinin takırdayış sesi odayı dolduruyordu. Zhan telefonunun boş pil uyarılarından sonra kapandığını biliyordu. Fakat kalkıp şarja takacak kadar kendisinde o gücü bulamamıştı. Vücudu titrerken, bir yandan da ateşler içerinde terliyordu. Yorganı biraz daha üstüne çekti. Bjørn çoktan uyumuş olmalıydı. Onu uyandırmaya gidebilirdi ancak göz kapaklarını bile zorla açıp kapatıyordu. Kendisini kaybettikçe iniltisi de artmaya başlamıştı.

"Anne..."

Dolan gözlerini yeniden kapatıp burnunu çekti. Saatler geçtikçe boğazındaki ağrı daha da artıyor; yutkunamıyordu. Ne zaman soğuğa yakalansa yataktan çıkamayacak kadar şiddetli bir hastalık geçirip iyileşene kadar yurtta kalıyordu. Normalde ateşler içerisindeyken sadece annesini sayıklarken bu sefer haber alamadığı ilk önce Çinli çocuk sonra keşiş en sonunda kimsenin duymadığı bir şekilde içinden seslendiği gencin ismini sayıkladı. 

"Yibo... Yibo..."

Birkaç dakika sonra yorgun gözleri yavaşça kapandı, ardından oldukça rahatsız bir şekilde sancılı bir uykuya daldı.

---

Sokak ışıkları ve Noel yaklaştığı için sarı ledlerle evlerin ve ağaçların gövdelerinin süslendiği karlı sokaklara adım atan bir çift botun sesi geceye karışırken, soğuk rüzgar hafif hafif yüzüne çarpıp açıkta bıraktığı kahverengi saçlarını hafifçe uçuşturuyordu. Sokak bu saatte bomboştu. Stavanger sakinleri derin bir uykuya dalmış, fırtına herkesi yormuştu. 

Neyse ki şu anda fırtına durmuştu ancak kar yağışı devam ediyor; iri kar taneleri gökyüzünden yavaşça düşüyordu. Montuna düşen karları eliyle silkeleyip yaklaşmakta olduğu binaları görünce yüzünü yünlü atkısıyla kapattı.

Gecenin üçünde, hızlı adımlarla sokakları geçip Stavanger Üniversitesinin erkek yurdunun önünde duran gencin atkısı yeşil renkteydi.

Wang Yibo, apar topar konserden ayrılmak zorunda kaldıktan sonra Haikuan ile beraber Stavanger'in merkezine gidip annesiyle babasını aramıştı. Fakat çıkan şiddetli fırtına yüzünden merkezde olmalarına rağmen çalışmayan operatörlerden dolayı annesiyle babasını gece yarısına kadar sokaklarda arayıp durmuş, en sonunda meydanda fırtınadan kaçınmak için toplanılan sığınma alanlarının birinde ikisini birbirine sarılı bir hâlde bulmuştu. Onları bulduktan sonra fırtınanın dinmesi için bir süre orada beklediler.

Bu esnada saat o kadar ilerlemişti ki operatörler yeniden çalıştığında Zhan'ın aramaları ve birçok mesajı telefonuna bir bomba gibi düşmüştü. Yibo zaman kaybetmeden yeniden Zhan'ı aradığında ise ona bir türlü ulaşamamıştı. 

Ve tam da şu an, kendisinde yarını bekleyecek kadar sabır bulamadan annesiyle babasını eve getirdiği gibi kendisini erkek yurdunun önünde bulmuştu. Yurdun bu saatte dışarıdan öğrenci almadığını bilmesine rağmen yine de buradaydı.

Çünkü içeri kaçak bir şekilde girecekti.

Gözleri haricinde yüzünün geri kalanını atkısıyla kapatıp yurdun arka bahçesine doğru yürümeye başladı. Bir yandan da etrafına bakıyor, onu izleyen herhangi bir kamera ya da güvenliğin olup olmadığını kontrol ediyordu.

Etrafta kimsenin olmadığına kanaat getirdiğinde önündeki büyük duvara çevik bir şekilde tırmanmaya başladı. Ne kadar iyi olursa olsun duvarı sarmış olan bembeyaz kar kütleleri yüzünden eli hafiften kaymış küçük de olsa ses çıkarmıştı. 

O an dişlerini alt dudağına bastırdı. Yakalanacak olmanın getirdiği korku ve adrenalin yüzünden kalbi göğüs kafesinden çıkmak istercesine atıyor, soğuk havada nefesi kesiliyordu.

Kimse onu duymamış gibi görünüyordu.

Sol eliyle duvarın üzerindeki demirliklerden birini tutarken sağ bacağını duvara doğru atıp hızlıca duvara tırmandı. Neyse ki fırtınadan dolayı güvenlikler etrafı kulübede gözetliyordu. Demirliğin üstünden geçip kendisini aşağı bıraktığında tüm vücudu karın içine gömüldü.

Buz gibiydi.

Gömüldüğü yerden çıkıp üstünü silkeledi. Şu anda yurdun bahçesindeydi. Bahçeyi gözetleyen kameraların yönü kendisine doğru dönmeden adımlarını hızlandırıp Zhan'ın odasına doğru uzanan ağacın önüne geldi. Burası kör noktaydı.

O an Yibo, Zhan'ın neden bu kadar kolay yurttan kaçtığını net bir şekilde anlayabilmişti. Hatta birkaç tane kamera bilinçli bir şekilde başka bir yöne çevrilmişti bile. Yibo başını onaylamaz bir şekilde sağa sola salladı. Kaçan öğrencileri kınarken kendisin de yurda gizliden giriş yaptığını unutmuş gibiydi o an.

Seri bir şekilde ağacı tırmandıktan sonra hesaba katmadığı kısım Yibo'nun yüzüne bir tokat gibi çarptı.

Perdeler kapalıydı ve cama birkaç kez tıklatmasına rağmen ses gelmiyordu. Zhan'ın odada olup olmadığını hesaba bile katmamıştı. Belki de geceyi Finn'de ya da diğer arkadaşlarında geçiriyor olabilirdi. 

Bir kez daha camı yavaşça tıklattı. Ağacın sert dallarına tutunduğu için acıdan dolayı elleri yanıyordu ve soğuk havadan dolayı rüzgar ellerine çarptıkça yanmakta olan elleri uyuşuyor, tutuşu zayıflıyordu.

İnatla bir kez daha tıklattı. Ses yoktu.

Yibo hayal kırıklığıyla kaşlarını çatıp geri çekileceği sırada sonunda perde açılmıştı. Fakat gördüğü bu yüzü tanımıyordu.

Yoksa uzun bir süredir çaldığı pencere başkasının odasına mı aitti?

Ağaca yapışmış bedenin gözleri utançla karışık bir şaşkınlıkla kocaman açıldı ancak perdeyi açan kişi onu tanımıştı. Hızlıca pencereyi açtığında sesini hafifçe kıstı.

"Sean'ı arıyorsun değil mi?"

Yibo başını olumlu anlamda sallayıp ona uzatılan eli tutarak kendisini yurt odasına attı. Yanında duran çocuğun montu ve kabanı üstünde duruyordu. Her an dışarıya çıkacakmış gibi görünüyordu.

"Ah, ben Sean'ın oda arkadaşıyım. Ben de yeni geldim. İznim olduğu için ön kapıdan girdim."

Yibo, yerin dibine girmek istercesine gözlerini onu izleyen gözden kaçırdı. Karşısındaki kişi kendisinin kaçak girişine şaşırmış gibi görünmüyordu. Bakışlarını etrafta gezdirdiği an yatağın altında büzülmüş bedeni fark etmekte gecikmedi. Onun bakışlarını yakalayan Zhan'ın oda arkadaşı ise yeniden çıkacağını söyleyip elindeki küçük çantasıyla odadan ayrılıp Yibo'yu yalnız bıraktı. Fakat bunun iyi bir fikir olmadığını Yibo, Zhan'ın üzerinden yorganı kaldırdığı an anlayacaktı. 

Çünkü yorganı kaldırdığı an Zhan'ın ağrıdan dolayı kasılan yüzünü görmüştü. Genç ateşler içinde yanıyordu. Güzel yüzü ter içinde kalmış; Çatık kaşlarıyla bir şeyler sayıklayıp duruyordu. Titreyen bedeni yatakta kaybolmuştu. Elleri ise yumruk hâline getiremediği için dizlerinin üstünde öylece kalmıştı. 

Yibo gördüğü manzara ile dehşete düşerek yakalanıp yakalanmayacağı umurunda olmadan ışığı yaktı ve Zhan'ın yatağına yaklaşıp hasta bedeni kolları arasına aldı.

"Zhan."

Yibo'nun seslenişi o kadar yumuşaktı ki, başka birisi duysa sesindeki endişeyi anlayamazdı. Sanki Zhan'ı uyandırmaktan korkar gibi şefkatle tutmuştu. Yibo, onu ilk kez bu kadar solgun gördüğü için içinde filizlenen korkuyu sesine yansıtmaktan korktu. Kendisine nazaran daha küçük olan eli elleriyle kavradıktan sonra kolları arasında kaybolmuş, göğsüne yaslanmış olan bedene yeniden seslendi.

"Xiao Zhan."

Zhan, Yibo'nun yumuşacık sesiyle vücudunu hafifçe hareket ettirdi, Lakin hâlâ kendisinde değildi. Yibo bu sefer de Zhan'ın omzundan tutup bedenini hafifçe sarstı. Zhan'ın uyanması gerekiyordu. 

"Yibo..."

Zhan'ın dudaklarından kendi ismi çıktığında Yibo'nun dudakları hafifçe kıvrıldı, tuttuğu eli kavrayıp sıkmıştı.

"Benim, Uyan."

Zhan minik bir kedi yavrusu gibi mırıldanırken gözleri kapalı bir şekilde arkasını dönüp onu tutan Yibo'nun boynuna sokuldu. Vücudu o kadar sıcaktı ki Yibo, Zhan'ın tenini boynunda hissettiği an endişesi ikiye katlanmıştı. Zhan'ın ateşi yüksek iken aynı zamanda bedeni de titriyordu. Yibo boynuna dolanmış kollarla etrafına bakındı. Dış kapı haricinde tuvalet ve banyonun olduğunu tahmin ettiği bir kapı daha vardı. Bir eliyle Zhan'ın ince belini sarıp diğer eliyle bacaklarından tutup kollarını boynuna sarmış olan bedeni yavaşça kucağına aldı ve adımlarını kapıya doğru yönlendirdi.

Zhan ise kafasını çoktan Yibo'nun omzuna yaslamış, ayakları yerden hafifçe kesilmiş bir şekilde kucağında duruyordu. Yibo kollarında tuttuğu bedenle banyonun kapısını açtıktan sonra Zhan'ı klozetin üstüne oturtup düşecek olan kafasını tuttu.

"Zhan, uyan."

Bu sefer bedeninde banyonun soğukluğunu hisseden Zhan, yorgun gözlerini yavaşça kırpıştırıp karşısında duran bedenin bulanık yüzünü çatık kaşlarıyla ayırt etmeye çalıştı. Uyuduğu için yastığın izi, güzel yüzünde yer edinmiş, soluk dudaklarını büzmüştü. 

"Zhan benim Yibo."

Zhan uğuldayan kulaklarının arasında ayırt edebildiği sesle gözleri kısılana kadar gülümserken hâlâ Yibo'nun omzunda olan ellerinden birini genç olanın boynuna doğru getirip okşamıştı. Yibo adem elmasını okşayan parmakları görmezden gelmeye çalışarak yanında duran musluğu açıp soğuk suyla elini ıslattı, ardından ellerini Zhan'ın yüzünde gezdirerek uyanması için uğraştı. 

Siyah saçlı genç yüzünde hissettiği soğuk suyla biraz da olsun kendisine gelmiş, sonunda gözlerini tamamen açabilmişti. Karşısında Yibo'yu gördüğü an gözlerinden büyük bir şok dalgası geçti. Yurdunun tuvaletindeydi ve yanında Yibo vardı. Hava ise...hava ise karanlıktı. 

"Yibo...sen misin?"

Yibo, Zhan'ın gözlerindeki şirin ifadeye gülümsedi. Hâlâ kendisinin yanında olmadığına inanıyor, bu yüzden ise bilinçsizce ellerini Yibo'nun omuzlarından kollarına kadar dolaştırıp duruyordu. Yibo vücudunda gezen eli yakalayıp boynunda sabitledi.

"Buradayım."

Genç olanın güven veren sesi Zhan'ı rahatlatmış ola ki başı zonklasa bile ateşler içinde yanmasına rağmen uzanıp Yibo'nun yanağına minik bir öpücük kondurdu. Bu öpücükler Yibo duşa kabinin suyunu ayarlamaya çalışırken bile sürmüştü. Bu öpücükler bazen Yibo'nun koluna, bazen kaşının tam üstüne bazen burnu ile göz kapağı arasındaki benine rastlamıştı. 

Yibo, Zhan'ın bilinçsizce verdiği öpücüklere gülümserken Zhan'ın gözlerinden akan minik damlaları fark etmemişti. Tam suyu hazırladığı için arkasını döndüğü sırada onu izleyen ıslak gözleri görünce Yibo'nun yüzündeki gülümseme paramparça oldu. Bakışlarındaki endişe kırıntıları artık tamamen gün yüzündeydi. Zhan iyi değildi. Onu izleyen kahverengi gözlere daha da yaklaşmak için yere çöküp Zhan'ın ellerini hafifçe tuttuğunda Zhan'ın ıslak kirpikleri gözlerinin önüne gölge gibi düşmüş, bakışlarındaki hüznü gizlemeye çalışmıştı.

"Ne oldu?"

Bu çok tehlikeli bir soruydu. Ağlamaya hazır olan birinin yumuşak bir şekilde duyduğu an patlamaya hazır bir bomba gibi olacağı bir soruydu bu. Zhan'ın ise sinirli keşişinden duyduğu an sayıklayarak gözlerini kapatmasına yeterdi. Çünkü Zhan'ın söylediği cümle ile Yibo'nun da gözleri dolduğu için hafifçe parlaklaşmıştı.

"Annemi.. özlüyorum Yibo. Ben..."

Zhan'ın gözlerinden düşen damlalar bir yağmur gibi Yibo'nun göğsünü ıslatırken genç olan, Zhan'ın sarılışına karşılık verip elini destek vermek istercesine ağlayan gencin sırtında gezdirdi. Yibo, Zhan'ın annesinin yerini dolduramayacağını çok iyi biliyordu. Zhan'ın her daim neşe saçtığı bu sokaklarda elbet yalnız kalınca ağladığı, özlediği saatlerin olduğunu da biliyordu. Ancak onun gecenin üçünde göğsünde hıçkıra hıçkıra ağlamasını hiçbir zaman unutmayacaktı. Çünkü bu an, boğazında durup nefes aldırmayacak bir yumru gibiydi. Yutkunsa da gitmiyordu.

Zhan'ın ağlayışları hafiflerken yeniden gözleri kapanmıştı. Yine ateşler içindeydi ve yine bir şeyler sayıklayıp duruyordu. Yibo böyle gitmeyeceğini anlayarak cebindeki telefonu çıkarıp Bjørn 'u aradı. Onun hangi katta olduğunu bilmiyordu ve Zhan'ı yalnız bırakamazdı.

Birkaç çalıştan sonra uykulu bir ses telefona yanıt verirken duyduğu sözcüklerle uykusu kaçmış, birkaç dakika sonra ise odaya gelmişti. Bjørn,  Zhan'ı klozetin üstünde otururken yanında duran Yibo'ya bir koala gibi yapışmış bir hâlde görünce o an hiçbir şeyi sorgulamadı.

Gecenin üçünde Yibo'nun erkek yurdunda oluşuna bir dakika içerisinde herkes alışmış gibi görünüyordu. Bjørn hızlıca Yibo'ya yardım edip Zhan'ı duşa kabinin içine koyduktan sonra soğuk suyu açıp kendilerinin ıslanmalarını sorun etmeden Zhan'ı suyun altında tuttu. Zhan'ın uyuşuk bedeni suyun altında, hissettiği su yüzünden kendisine gelirken Yibo suyu ılıklaştırdı. 

Bu esnada Bjørn odaya girip Zhan için dolabından bulduğu geceliklerle banyoya geçti. Yibo, Zhan'ın üstünde yaşarmış gecelikleri çıkarırken bir yandan da havluyla yavaşça Zhan'ın bedenini siliyordu. Bjørn elindeki geceliğin üst kısmını Zhan'ın üstüne geçirdikten sonra alt kısmı Yibo'ya bırakarak banyodan çıktı. 

Yibo ise gözlerini tamamen açmış etrafına bakan Zhan'ın gözlerinin tam da içine baktı. Gözlerinde kararsızlık vardı.

"Zhan?"

Zhan gözlerini Yibo'ya çevirdiğinde az öncekine göre daha iyi bir hâlde ona gülümsemişti. En azından Yibo'yu rahatça duyup tepkiler verebiliyordu.

"Bunları giyebilir misin?"

Yibo elinde duran boxer ve pijamayı gösterirken Zhan önüne baktı. Yibo ıslak bacaklarını havluyla örtmüştü. altında hissettiği ıslak boxeri soğuk bir his veriyordu. Fakat bu görüntüler kendisine gelmiş bir Xiao Zhan için oldukça gülünçtü. Bu yüzden birkaç saniye içerisinde banyoyu yüksek sesli bir kahkaha doldurmuştu.

"Keşiş Yibo, çıkarmaktan utandın mı yoksa? Ne o bakarsan gözlerini mi oyarlar?"

Zhan'ın sataşmaya hazır hâli Yibo'nun kaşlarını çatmasına sebep olurken Yibo, Zhan'ın bacaklarında duran havluyu bir çırpıda almıştı. Zhan ise Yibo'nun ani hareketiyle gülmesini tutmak için kendi burnunu tutup sıkmıştı.

"Çok haşin ahahahah."

Ancak...

Ancak Yibo'nun soğuk parmakları Zhan'ın kalçalarının yan tarafında durup boxerının lastiklerini kavramak için tuttuğunda Zhan'ın yüzündeki yaramaz sırıtış anında dondu. Gözleri kocaman açıldı.

Yibo çok değişmişti. Geri durmuyordu ve Zhan'ın şakalarını gerçeğe her an dönüştürebilir gibi gözüküyordu. O an Zhan'ın elleri refleksle Yibo'nun ellerini kavradı. Yibo'nun gözleri kendisine döndüğünde ise derince yutkunmak zorunda kalmıştı.

Bu gözleri gördüğü sayılı anları hatırlamamak imkansızdı; Yibo'nun bakışları kararmış, gözleri sertleşmişti. Zhan bu erkeksi bakışları ayağını incittiği gün karanlıkta Yibo ona merhem sürerken, Finn'in evinde uyudukları gün kendisini öperken ve Yibo'nun ailesine yakalandıkları gecede de görmüştü.

Zhan'ın ateşi bir kez daha yükseldi. Fakat bu sefer sebebi Norveç'in soğuk havası değildi.

Yibo ellerinin üstünde duran elleri bırakarak sessizce dışarı çıktığında Zhan ölçüsüz olan kendisine sinirlendi. Yibo ne zaman 'keşiş' kelimesini duysa sinirden kafayı yiyordu. Bunu her an kullanmamalıydı, tehlikeliydi.

Her şeyin yeri ve zamanı vardı.

Bu düşünceyle banyoda pijamasını giyen bedenin yüzünde yaramaz bir sırıtış belirdi. Yibo'yu köşeye sıkıştırmak için uygun anı kollayacaktı, o uygun an ise kendisinin hasta olduğu ve küçük yurt odasında olduğu an değildi, fakat yakındı.

Zhan saçlarını kuruttuktan sonra  odaya geçtiğinde Yibo yatağının yorganını kaldırmış onun uzanmasını bekliyordu. Zhan ona ilgiyle bakan genç yüzünden keyfinden dört köşe olmuş bir şekilde yatağının içine girip kenara kaydı. Dışarıda kar yağmaya devam ediyordu. Bir saate hava aydınlanmaya başlayacaktı.

Yibo camdan giren hafif huzmenin odayı loş bir hâle getirişine bakarken sabaha kadar uyuyamadığını yeni fark etti. Zhan yatağın içinde, parlak gözleriyle kendisine bakarken yanındaki boş kısmına iki kez eliyle hafifçe vurup sırıttı.

"Gelmeyecek misin?"

Yibo, Zhan'ı ikiletmeden yatağa girip üstlerini örttükten sonra ona sıkı sıkı sarılıp başını boynuna gömen beden yüzünden irkilse de Zhan'a ayak uydurup neredeyse üstüne uzanmış olan bedenin belinden tuttu. Yurt yatakları Yibo'nun kendi yatağından oldukça küçüktü. Tek kişilik olduğu için Zhan'ın vücudunun yarısı Yibo'nun üstündeydi. Bu ikisine de aynı anıyı hatırlatırken ikisi de aynı anda birbirine bakıp gülmeye başlamıştı.

"Odaları karıştırdığımıza hâlâ inanamıyorum, Haikuan Ge'nın suratı çok komikti. Düşünsene annesiyle babasının yatağının altında böcek gibi yapışmışız ve ondan yardım istedik ahahahah."

Zhan sesini kısık tutmaya çalışıp gülerken başını kaldırıp Yibo ile göz göze gelmişti. Yibo'nun bir eli belindeyken diğer eliyle Zhan'ın ensesindeki saç tutamlarını okşuyordu. Zhan, Yibo'nun her zaman kendisine dünyadaki tek insanmış gibi bakışını fark ettikçe gözleri kısılıp yok olana kadar gülümsemek istiyor, aldığı ilgi yüzünden altında onu izleyen genci öpücüklere boğmak istiyordu. 

"Peki, benim tam da o an kafamı çarpmam... korkunçtu." 

Zhan başını yeniden Yibo'nun boynuna koyup fısıldadığında ikisi de odaya giren Bjørn'u fark etmemişti.

"Geldiğimden beri evli çiftler gibi fısır fısır birbirinize bir şeyler söyleyip gülüyorsunuz, tadım kaçtı."

Bjørn'un isyanı bir kez daha yatakta birbirine yapışmış olan ikiliyi güldürürken, elindeki tepsiyi Zhan'ın masasının üstüne bıraktı. 

"Şimdi birbirinizden ayrılın, bitki çayı getirdim. Sabah olduğunda doktora gideriz. Ya da artık bana gerek yok, Yibo ile gidersin."

Bjørn'un her bir sözü Zhan'ın gözlerini kısmasına sebep oldu, kuşkuyla arkadaşını süzdü. Bu esnada Yibo masada duran çayı alıp Zhan'a uzatmıştı.

"Sen bizi mi kıskandın?"

Zhan'ın yüzündeki yaramaz sırıtış büyürken dudaklarını imayla birbirine bastırıp kaşlarını kaldırmıştı. Bjørn ise tam tersine keyifli bir şekilde kapının önünde durup kulpunu tuttu.

"İstersen güvenliği çağırayım Sean Xiao. Yurt müdürlüğüne odaya erkek attığını söyleyeyim."

 O an Zhan'ın yüzündeki sırıtış anında soldu ve tatsızca gülümseyerek çayını şişmiş olan boğazından geçirerek acıyla yutkunmaya çalıştı. Soğuğu fena kapmıştı. Bjørn, Zhan'ın biraz daha iyi olduğuna karar verdikten sonra odasına geçip Yibo ile Zhan'ı odada tek bıraktı. 

Zhan'ın solgun yüzü eskisine nazaran daha iyi görünüyordu. Ancak ateşi biraz da olsa vardı ve şiddetli bir şekilde öksürüyordu. Siyah saçlı çocuk yeniden yatağında onu izleyen bedenin üstüne uzanıp başını Yibo'nun göğsüne yasladığında boğazını hafifçe temizledi.

"Beni kampüste kırmızı atkımı aradığım geceyi hatırlıyor musun?"

Yibo, Zhan'ın yumuşacık siyah saçlarını okşarken onu yanıtladı. "Mn."

Zhan hasta olmasına rağmen, boğazı konuştukça sivri uçlu bir bıçakla deliniyormuş gibi acımasına rağmen hevesle uzandığı göğüsten başını kaldırıp çenesini tam da genç olanın göğsüne yaslayarak Yibo'nun koyu gözlerine baktı.

"Sonraki günler yoktum. Hatta öğrencinin biri akşama kadar koyun gibi yurdun etrafında dolanıp beni aramıştı."

Zhan'ın kıkırtısı odayı doldurduğunda saçında gezinen eller bir anlığına donmuş, ardından Zhan'ın ipek saçlarında gezinmeye devam etmişti. O öğrencinin biri tam da şu an yurt odasında altında uzanıyordu. 

"Ben...yine soğuğa yakalanmıştım. Atlatmam uzun sürüyor. Bundan dolayı seni görsem bile bahçeye çıkamadım."

Gün ağarıyordu. Yibo, Zhan'ın saçlarını okşamaya devam ederken diğer eliyle üstünde olan bedenin belini varlığını belli edercesine sıktı.

"Ne zaman hasta olursan...iyi hissetmezsen buradayım."

Yibo'nun sesi Zhan'ın kulaklarında uğuldarken kapanan gözlerine söz geçiremeden onu kollarıyla sıkı sıkı sarmış olan bedenle uzun bir uykuya daldı. İkisi de uykusuz ve oldukça yorgun düşmüştü.

Zhan önlerindeki birkaç günü de böyle birbirlerine sarılarak geçireceklerini düşünürken dersler araya girmiş, gelmekte olan finallerin çanları şimdinden çalmaya başlamıştı. Stavanger Üniversitesi hiç olmadığı kadar hareketliydi. Öğrenciler gelecek Noel tatili ve ardından Yılbaşı tatillerinden önce son derslerine katılıyordu. Tatilden sonra ise finallere gireceklerdi. Böyle yoğun bir programda soğuk algınlığı yeni yeni iyileşmiş olan Zhan için okula gitmek işkenceydi.

Hele ki yine Yibo ile dersleri çakışırken kırgın bedeni oldukça yorgun düşmüş, zihni ise huysuzlanmaya başlamıştı. Fakültede veya dışarıda ne zaman Yibo'yu görse tüm okulun onları izlediğini bilse bile mutlaka elindeki kar topunu Yibo'ya yapıştırıp somurtkan suratıyla ona dil çıkarıyordu.

Yibo ise Zhan'ın derslerinin hıncını kendisinden çıkarmasına izin veriyor, beraber kara batsalar bile sesini çıkarmıyordu.

Ancak bugün işler farklı yöne sapmıştı. 

Zhan şüphesiz kışın yapılan sıcacık kahvaltıları daha çok seviyordu. Norveç'e has reçelli çörekler ve fırından taze çıkmış turtalar masalarına sıcacık geliyor, bazen bu kahvaltılar yüzünden dersi bile ekmek istiyordu.

Fakat arkadaşlarının zoruyla yine güzel bir kahvaltıdan sonra derse sürüklenirken İngiliz edebiyatı okuyanların dersi bitmiş, ara vermişlerdi. Zhan'ın gözleri kahverengi saçlı, yeşil atkılı genci ararken onu fakültede oldukça anılan genç bir kızla koyu bir sohbette, gülüşür bir hâlde bulmayı beklememişti. 

Tabii ki Yibo'nun arkadaşları olabilirdi. Bu çok doğaldı. 

Ancak Zhan yanından geçen öğrenciden dersin erken bittiğini duyduğunda, kanında kaynamakta olan kıskançlık su gibi gün yüzüne çıkmıştı; Gözleri kızarmış, suratı düz bir ifade almıştı. Yibo tam da şu an dışarıda olsaydı koca bir kar kütlesini kafasına atıp onu bayılttıktan sonra Norveç'in dağlarına kaçırabilirdi. 

Fakat amfide hâlâ yanında oturan kızla gülümseyerek derin bir sohbetin içerisindeydi. Kendisi ders arası herhangi bir boşluk bulduğunda nefesi Yibo'nun yanında alıyordu. İlgiye aç ruhu ve huysuz hâli dudaklarını büzmesine sebep olurken kapıya doğru dönen bir çift kahve gözlerle buluştuktan sonra sınıftan çıktı. Yibo kendisini görmüştü.

Lakin Zhan'ın derse girmeye pek bir niyeti yoktu. Binadan hızlıca çıkıp bahçede durduğunda aniden neden böyle düşündüğünü sorguladı. Umursamaz tavrı Yibo haricinde her yerde çalışıyordu.

"Zhan!"

Arkasında duyduğu sesle bakışları oraya doğru dönerken ona doğru yaklaşan Yibo'yu görünce huysuz ve çatık kaşları yeniden yüzünde belirmişti.

"Derse girmeyecek misin? Sınıfta seni bekliyordum."

Zhan 'Sen onu benim külahıma anlat' dermiş gibi alayla gülümsediğinde az önce Yibo'nun yanında duran kızın fakülteden çıktığını gördü. 

"Yurda geçeceğim, yorgunum."

Zhan, yeniden arkasını döndüğünde ellerinin arasında hissettiği bir çift deri eldivenle bakışlarını eline indirdi. Sınıftan öylece çıktığı için eldivenlerini ve kırmızı püsküllü atkısını Bjørn'un yanında bırakmıştı. Şu anda elleri ve boynu ise yalın bir hâlde tüm soğuğu iliklerine kadar hissediyordu.

"İstemiyorum."

Zhan'ın gücenmiş sesi yeniden bahçenin ortasında yankılandığında Yibo gülmemek için dudaklarını dişleyerek kendisine sırtını dönmüş olan bedenin omuzlarından tutarak kendisine çevirdi.

Kıskanç bir Xiao Zhan oldukça korkunçtu. Ancak Yibo için oldukça sevilesi bir bebek gibiydi.

Zhan'ın yalın boynunu kapatması için boynundaki atkıyı çıkarıp onun boynundan geçirdi. Ancak düğüm atmamıştı; Yeşil atkının iki ucu Yibo'nun elinde duruyordu.

Zhan gözlerini Yibo'dan uzak tutmaya yemin etmiş gibi, her yeri beyaza boyayan karda ve fakültenin karşısındaki kafede gezdiriyordu. 

"Bana bak."

Zhan, Yibo'ya inat ederek bakışlarını bu sefer de gökyüzüne çevirdiğinde aynı sesi yeniden duymakta gecikmedi.

"Bana bak Zhan."

Uyarı verici bir tondaydı fakat Yibo'nun sesi hiçbir zaman Zhan'a karşı sert değildi. Zhan bunu bildiği için kırgın bakışlarını Yibo'ya çevirdiği an karşısındaki genç, Zhan'ın boynuna taktığı yeşil atkının uçlarından hızlıca çekip Zhan'ın dudaklarını dudaklarıyla birleştirdi. Zhan beklemediği hareketle şaşıp kalırken Yibo'nun soğuk dudakları kendi dudaklarında hakimiyetini almış; Gözlerini yavaşça kapatmıştı.

Her şey bir anda olmuştu. 

Bahçedeki tüm gözler onlara dönerken kimsede kınayan herhangi bir bakış yoktu. Aksine bahçede ıslıklar yükselmeye başlamış, atkının gözüktüğü kadar birbirini öpen iki beden için oradaki öğrenciler bu anı imrenerek izlemişti.

Bahçede bu ana aykırı üç kişi vardı; Biri anı sessiz çığlıklarla telefonuna kaydeden Bjørn,

Diğerleri ise oğullarının okuluna kısa bir bakış atmak için bahçede gezinen Yibo'nun babası ve annesi Wang çiftiydi.

Bu anı gören Wang çiftinin gözleri kocaman açılırken günü daha da komikleştiren bir gerçek ise oğullarını utandırmamak için hiçbir şeyi görmemiş gibi yapan bir anne ve babanın hızlı hızlı kampüsü terk eden adımlarıydı.

----
Merhabalar! Ben geldim ✨🧣🌠
Nasılsınız? Keyfiniz yoksa bile bu bölümle sizleri keyiflendirmeye geldim. Umarım işe yaramıştır. Kaos öncesi geçiş bölümü gibi oldu ve yazarken çok rahatladım eksik, kısımları tamamladık biraz.💖💞

Twitterda verdiğim atkılı öpücük sözünü umarım beğenmişsinizdir ve bölümü de, 😚

Bu arada stjernestøv sizin yorumlarınızla güzelleşiyor, yorumları okumayı ve cevaplamayı seviyorum umarım eksik etmezsiniz ❤️ görmeyince üzülüyormuşum. 🤧

Kendinize çok çok iyi bakın. Bir sonraki bölüme kadar hoşça kalın. ☃️❄️

-

Continue Reading

You'll Also Like

359 114 5
☘️ Yoldan geçerken önünden geçtiği bir çiçekçiye selam vermek, Canının çıktığı işten çıkış saatinden sonra eve dönerken kendisine gülümseyerek bakan...
126K 11K 19
Baekhyun ailesi tarafından cinsel yönelimi yüzünden bayıltılarak "homoseksüellik tedavisi" amaçlı sadece siyah ve beyazdan ibaret 'hastaneye' yolland...
1.7K 184 18
Park Chanyeol, halkının hayatını ve refahını korumak zorunda olan düşünceli bir prensti. Byun Baekhyun ise, insanların kanıyla beslenen ve hatta k...
15.4K 1.9K 38
Hayatını kendi elleriyle mahvetmiş, uyuşturucu bağımlısı bir genç adamdı Baekhyun. Bir gece evine geldiğinde salonunda oturmuş onu bekleyen adamla, h...