MIH

Par _Mehsa_

7.3M 325K 182K

İntikamın kıyafetini hiç merak ettiniz mi? Peki ya bedenini? İntikam,nefretle kararmış lacivert gözlerdi. İn... Plus

TANITIM VE PROLOG
1-*Canavar(Canver)*
2-*Ceylan*
3-*Kuyunun Hikayesi*
4-*Azrail'in Evi*
5-*Gazap*
6-*Ezinç*
7-*Cefa-Pişe*
8-*Gönülçelen*
9-*Kaçak*
10-*Nikah*
11-*Lahza*
12-*Charlie*
13-*Kale*
14-*Şiraze*
15-*Müge*
16-*Zar*
17-*Tutulma*
18-*Figan*
19-*Hükümdar*
20- *Mecruh*
21-*Kral Payı*
22-*Billur*
23-*Hançer*
24-*Sanrı*
25 -* Raks*
26-*Dildâde*
28-*Sevda*
29-*İhtilal*
30-*Bahar*
31-*Meftun*
32-*Ateşpare*
* SİRAÇ VUSLAT 19.04*
33-*Fedakar*
34-*İrade*
35-*Oda*
36-*Cambaz*
37-*Vurgun*
38-*Asil*
39-*Kırmızı*
40-*Azap*
41-*Uçurum
42-Veda
43-*Güz*
44-*Acı*
45-*Katran*
46-*Safderun*
47-*Devran*
*19.04 & Doğum Günü Özel*
48-*Anne*
49-*Baba*
50- *Bedel*
51-*Kader*
52-*Masal*
53-*Şakayık*
*Özel Bölüm*
*54- Toprak*
*21.21*- DUYURU

27-*Kor*

121K 6.1K 3.6K
Par _Mehsa_

SOHBET KÖŞESİ

Selamümaleyküm Mehsa'nın fedaileri.💞 Şu buruk,içimiz yandığı günlerde bir nebze moral olsun diye ben geldim.🥺🌸

İzmir depremi maalesef hepimizi çok etkiledi. Rabbim orada olanlara yardım etsin, kaybı olanlara sabır versin! 😔

Çok,çok zor bir durum cidden...

Sizler nasılsınız,haliniz hatrınız nasıl?🌸 Umarım çok çok iyisinizdir.

Sizi çok seviyorum ve çok özledim hadi konuşalım. Sonra da bölüme geçelim.
🌸😍

Bu arada bir açıklama yapacağım;

SINIR: +3.58 K OY!

( Geçen bölüm maalesef bunun sıkıntısını çektim ve sınır koyduktan sonra da umurunda olmadı çoğu kişinin. Ben Kpss'ye hazırlanması gereken Üniversite son sınıf öğrencisiyim birisiyim. Yıllardır burada yazıyorum,beni bilenler bilir hiç böyle taleplerim olmaz normalde ama bu aralar sürekli bölüme oy bile vermediği halde yeni bölüm isteyen attıktan yarım saat sonra "yb" yazan insanlarla karşı karşıyayım.

Zaten her şeye yetişemiyorum ve bölümüm çok ağır.

Hal böyleyken emeğe karşılık görmek istiyor insan,bende mecbur kaldım bu yüzden.

Lütfen sevginizi esirgemeyin. Sizi göreyim,sizinle konuşayım. Olur mu? Bu konuda çok üzüldüm maalesef...🌸)

Heyecanınız bölümde bomba etkisi yapacak.💥💥 Bölüm bitince aşağıdaki duyuruyu okumayı unutmayın!💥🌸💙

İyi okumalar dilerim! 💞💋

MÜZİK KUTUSU🍃

Mark Eliyahu- Open Sky🥺

Evgeny Grinko -Ekran 💥

Pınar Süer- Sana Bir Şey Olmasın😭

Yiğit Mahzuni - Gelmen Gerek 🤧

🥀🌙Instagram Sayfamız: Mehsa Hikayeleri

🥀🌙 Kişisel Instagram Sayfam: _mehsaa_
🥀🌙 Twitter: mehsahikayeleri

🥀🌙Takip edebilirsiniz. Özellikle duyurular ve alıntılarımız için çiçeklerim.🌺


🌌☀️🌌☀️🌌☀️

Zaman dolmak üzereydi. Anayasa mahkemesine taşınan davanın duruşması yaklaşıyordu. Vaktin en gece, sehere en yakın olduğu andalardı.

Tüm avukatlar ve davayı yürüten hakim gizlilik anlaşması imzalamışlardı. Yurt içinde değersiz bilinen ama yurt dışında büyük bir değeri olan mekanın sırrı, devletin kilitli kapıları ardında bile konuşulmuyordu.

Konuşulsa duyulacaktı. Duyulursa yüz yıldır süren esaretin üstüne kilit vurulacaktı.

Bu kilidin anahtarı küçük bir kızla birlikte kaybolacaktı.

Bu yüzden sustu herkes, bir adam kendini kurban etti. Sessiz kaldı herkes.

Yalnızca iki kişi; biri sevdiği, diğeri ise bilmediği. Onun haksız ölümüne dur diyebilecekti bu iki kişi.

Birincisi onunla evlendi ve ona sevgisini verdi. Işık oldu, anahtar oldu, kırk kat kapalı kapıların ardındaki yüreğinin açılması için yüreğini önüne serdi.

İkincisi, yani adamın asla bilmediği ise onu kurtarmak için yine ona meydan okudu çünkü bu genç adamı tanıyordu.

Kendine yenik düşmeden, ölüme giden yolundan döndürülmeden, vazgeçmeyecekti davasından. Bunu en iyi genç adamın hiç tanımadığı kişi biliyordu.

Bu yüzden en büyük düşmanıydı genç adamın çünkü bazen düşmanlar en iyi doğru yol gösterici olurlardı. Dostların söyleyemediklerini düşmanlar yüzüne vururdu.

Ve en sevdikleriyle vurulunca yanardı insan. Yanmadıkça doğruyu bulmazdı. Yanmadıkça Allah'ı anmazdı.

Genç adam, bilmediği tarafından sevdiği kadınla imtihan edilecek, kendi kurduğu oyunda başka bir oyunun içine düşecekti. Bu yolda düşmanının eline düşse bile acıma yoktu.

Bu yoldan dönmedikçe merhamet yoktu.

Yanlış adımlar atılsa da tek bir amaç vardı; genç adamın öldürüldüğü çocukluğunun kurtarılması.

Bunun için kurban da verilecekti, kurban da edilecekti.

Elif'ten:

Kalabalığın içerisinde elim Ali'nin elinde savrulurken, bir yandan dehşetle yere yığılan adama bakıyordum. Ali ağlamamıştı ama yüzü o kadar solgundu ki, bana sığınışındaki korkuyu iliklerime kadar hissediyordum.

Korumalar önümüzde etten bir duvar ördüler ama tehlike içerideydi, biliyordum. Çocukların bazıları ağlıyordu. Ahmet, Sedef ve Ela yanımıza gelmişlerdi. Aşağı sığınağa doğru bizi yönlendiren, hizmetli Asım beydi.

"Herkes sığınaklara!" diyor, bir yandan da çocukları binanın içine yönlendiriyordu. Birine ulaşmak için çevreme bakınıyordum. Birine ulaşmalı ve ortada bir oyun döndüğünü söylemeliydim.

Ela, "Elif abla, korkuyorum!" dediğinde dışarı doluşan arabalardan Umut'un çıktığını gördüm. Göz göze gelmek için ısrarla ona baktım ama beni görmedi.

Sonra çok farklı bir şey oldu. Hiç beklemediğim biri, Asım bey önüme geçti ve buz gibi gözlerle bana baktı. İlk sorguladım bu bakışı, çocuklara birlikte yardım etmemiz gerekirken onun bu bakışını anlamadım.

Sonra dikkatle ona baktım ve dehşetle sarsıldım.

Bu adam Asım bey değildi.

Her şey aynıydı aslında. Aynı boydaydık, sıradan, hafif seyrekleşmeye başlamış saçlarıyla dikkat çekmeyen bir adamdı zaten ama göz göze geldiğimiz andan itibaren yüzündeki katıksız sert ifade haricinde fark etmem için buz mavisi gözlerini açıkta bırakmıştı.

Asım beyin gözleri kahverengiydi. Defalarca konuşmuştum onunla. Karşımdaki adam o değildi. Kılık değiştirmiş biriydi. Yüzünde muhtemelen maske ya da boya vardı ama gözleri haricinde fark edilmeyecek kadar ustaca hazırlanmıştı.

Kalbim korkuyla sarsıldı bu gerçekle. "Tavsiye etmem, Elif hanım. Özellikle çocuklar tehlikedeyken." dedi taviz vermez bir ses tonuyla. Sesi de değişikti, tıpkı bakışları gibi. Eli beni ilerletmek istercesine ileri doğru uzandı. Gözleri ise Ali'nin üstündeydi. "Ali için."

Ali'nin de ona karşı bakışlarının dehşet doluydu. Kim bilir akşam neler olmuştu. Ali'yi kendime doğru çektim ve sakin olmasını umut ettiğim bir sesle, "Ne planlıyorsanız, vazgeçin. Onlar daha çocuk." dedim ilerlerken.

Hüsna ablayı gördüm. Çocukları telaşla sığınağa doğru yönlendiriyordu. Yüzündeki korku ifadesi canımı yaktı.

Silah sesleri duyuldu. Çocukların çığlıkları attı. Ela ve Sedef birbirine sarılmış, Ahmet korku dolu bir yüz ifadesine sahip olsa da arkalarında duruyordu. Hepsi önümdeydi ama bana engel olan Asım bey kılığına girmiş adamdı.

Söylediğimi umursamıyordu. Çocuklarla ilgileniyormuş gibi yapıyor ama yanımdan da ayrılmıyordu.

Onların böyle korku dolu olması o kadar canımı yaktı ki öfkeyle yanımdaki adama döndüm." Siraç sizi yaşatmaz, kurduğunuz oyunu oynamaya da izin vermez." Öfkem korkumun önüne geçiyordu. Çocukları kullanmaktan bir an bile çekinmeyeceklerdi.

Bir şeyler yapmak zorundaydım. Asım bey kılığına girmiş adam merdivenlerden inerken bana doğru eğildi. "Susarsanız çocuklar gülmeye devam edecek, Elif Hanım." dedi tehditkar bir sesle.

"Yoksa sebepleri siz olacaksınız. Biz sadece sizi istiyoruz. Onları kendiniz için kurban etmeyin. Bunun için sesinizi çıkarmayın. Yoksa," Merdivenler de boşluk oluşunca yanıma geldi. Ali'ye değdi yine kısa bir an bakışları. "Buraya girmemizin anahtarı yok olur."

Sözlerindeki tehdit değil, bu tehdittin olma ihtimaliydi beni korkunun uçurumuna sürükleyen. Bir şey yapmam gerekiyordu. Bu kadar kolay ellerine düşemezdim, kurban da olamazdım ama Ali'ye, çocuklara bir şey olma ihtimalini de göz ardı edemezdim.

"Peki." dedim sadece ama bunu hemen itaat edeceğimi düşünsün, korkuya boyun eğdiğimi sansın diye yaptım. Adamın şüpheli bakışları üstümde dolandı ama en azından yaptığım onu kandırabilmek için bir başlangıçtı.

Sığınak, zemin katta geniş bir konferans salonuydu. Zemin olduğu için soğuktu ve bir sahnesi, iki de zeminden çıkan dış kapısı vardı ama kapalılardı.

Hüsna abla çocukları sahnenin üstünde topladı bir yandan onları sıraya diziyor diğer yandan sayım yapıyordu görevlilerle birlikte.

Ben çocukları sakinleştirmeye çalışıyordum ama bu sırada Asım bey kılığına girmiş olan adam yanımdan bir an bile ayrılmıyordu. Nergis'i bekliyordum aslında. Şimdiye kadar çoktan yanımda olmalıydı ama onu da göremedikçe acaba bir şey mi yaptılar diye korkmaya başlıyordum.

Dış kapıda korumaları görebiliyordum ama o yoktu.

Bu sırada Sedef'in ağladığını fark ettim. Yanımda donuk bir yüz ifadesiyle sürekli etrafı tarayan adama kısa bir bakış attıktan sonra sessiz bir şekilde yanımda duran Ali'nin elini tutup Sedef'e doğru ilerledim. Harekete geçtiğimi fark ettiği anda bana doğru bir adım attı ama duraksamadım.

Yine de beni duyabilecek kadar yakınımdaydı.

Sedef'in önünde diz çöktüm. Bal rengi gözleri kızarmıştı. Yüzü o kadar mahzun görünüyordu ki korkunun pençesi kalbimi sıkıştırıyordu sanki.

Ne yapacaktım ben? Nasıl sıyrılacaktım bu işten?

"Ablacım!" dedim boştaki elimle kolunu sıvazlarken. Onun gibi bir sürü çocuk ağlamıştı ama sesler kesildiği ya da artık duyulmadığı için sakinleşmişlerdi ama o hala sessiz sessiz ağlıyordu.

Bana baktı ve boynuma sarıldı Sedef. Yanında Ahmet duruyordu. Küçük suratı asıktı, kaşları çatılmıştı. Yaşından o kadar büyük görünüyordu ki bir an karşımda her şeyin farkında olan bir adamı görür gibi oldum.

"Ağlama artık kızım! Bir daha biriktirir, alırım sana." dedi Ahmet. Üzülüyordu onun bu haline, biliyordum. Sonra bana döndü. Yüzümdeki sorgularcasına ifadeyi fark edince sıkıntıyla iç çekip açıkladı.

"Ona çok istediği şu ayıcıklı kalemlerden aldım harçlığımı biriktirip. Kalabalıkta iteklenince yere düşürmüş ve biri üstüne basınca kırılmış, ona üzülüyor. Yine biriktiririm, alırım. Pahalı bir şey değil ki." dedi.

Sedef Ahmet'in konuştuğunu duyunca boynuma başını gömdüğü için boğuk bir sesle, "Ama sen almıştın." dedi.

Onun üzgün sesini duyunca daha çok suratı asıldı Ahmet'in. Ela da üzgün bir şekilde Sedef'i izliyordu. "Üzülme." dedim boştaki elimle sırtını sıvazlayarak. "Biz Ahmet'le sana istediğin kalemi alırız, İnşAllah." dedim geleceğin belirsizliğini düşünmemeye çalışarak.

Sonra bir an umut düştü yüreğime. Bir şey hatırladım çünkü. "Hem," dedim geri çekilip. Elimi çantama attığımda yanımdaki adamın hareketlerime dikkat kesildiğini biliyordum ama bu bir ümitti. Yardım çağrısıydı.

Çantamı açtım ve anlamı olan kalemi çıkardım. Üzerinde ÖSYM'nin amblemi vardı. "Bu kalem benim için çok değerli. Manası da büyük." Anlamasını istediğim adam için manası büyüktü.

"Bunu sana söz olarak veriyorum. O kalemi alacağız. Sen yeter ki sakin ol, üzülme. Biz iyi olacağız." Bu da bir mesajdı. Üç çocuğun şahit olduğu. Tehlikede olduğumu elbette bilecekti ama korkmuş olduğumu düşünmesini istemiyordum.

Sedef elimdeki kalemi aldı ve bana tekrar sarıldı ama benim odağım başka bir yerdeydi. Tepemde dikilmiş olan adama baktım.

"Değil mi Asım abisi?" dediğimde buz gibi gözler üstüme dikildi. Bu muhabbetin içerisinde adının geçmesi gerekiyordu. Herkes ona bakınca mecburen cevap vermek zorunda kaldı.

"Öyle." dedi kısık sesle. Gürültü olmayınca sesindeki değişikliğin fark edileceğini biliyordu. Bu yüzden sesi kısıktı ama ben fark edilsin istiyordum.

Nitekim Sedef'in yüzü biraz gülerken Ela yanımdaki adama odaklandı. "Hasta mı oldun Asım abi? Sesin kısılmış. " dedi.

Ona doğru baktım. İlk defa kaskatı yüz ifadesi sarsılır gibi oldu ama hemen toparladı ve bana ters bir bakış attıktan sonra Ela'ya döndü. Başıyla onay vermekle yetindi bir daha sesi duyulmasın diye.

O an onu ifşa etsem ne olur diye düşündüm bir kez daha. Koruma ordusunun ortasındaydık. En fazla ne olabilirdi, ya blöf yapıyorsa düşünceleri sürekli aklımda dolanıyordu. Ellerim içerisinin soğuğundan değil stresten buz gibiydi.

Oysa sabahleyin başka bir savaşın içerisindeydim. Sanki bir kuyudan çıkıp başka bir kuyunun içine çekiliyordum.

Düşündüklerimi hissetmiş gibi, kılık değiştirmiş olan adam bana yaklaştı. "Ali'nin üzerinde buradaki tüm koruma sistemlerini etkisiz hale getiren bir çip var. Üstelik konumunu da tespit edebiliyoruz. " Soğuk bir şekilde gülümsedi. Hüsna ablanın bize doğru geldiğini göz ucuyla görebiliyordum.

Kaskatı kesildim.

"Eğer buradan onunla çıkmazsanız onun da yukarıdaki koruma gibi yere yığılacağını ve bir daha uyanmayacağını söylememe gerek var mı? Üstelik ben ölürsem, yanımda sayısız insanı da götürürüm." Sesinde tehdit değil, ölüm vardı. Sesli bir şekilde yutkundum. Ali'ye baktığımda pantolonun cebiyle oynadığını görebiliyordum.

"Cebinde." dedi yanımdaki adam kısık bir sesle. Çarem kalmamıştı. "Şimdi Ali'nin tuvaletinin geldiğini söyle, Hüsna hanıma. Sizi buradan çıkaracağım."

Korkunun soğuk varlığını ensemde hissedebiliyordum. Ona bunu hissettirmemek için gözlerimi kaçırmak istedim ama bu sefer tehdit olarak yeleğinin altına saklanmış silahını gösterdi.

"Tekrar etmeme gerek yoktur umarım Elif Hanım." dedi. Yoktu, şimdilik dediğini yapmak zorundaydım. Dışarı çıktığımız da en azından bir çözüm bulmak ya da yanımdaki adamı etkisiz hale getirmek zorundaydım.

Bana da başka yol yoktu. Pes edemezdim.

Hüsna abla yanımıza geldiğinde, "Çocukların psikolojileri çok kötü etkilendi. Nasıl toparlayacağız, bilmiyorum." dedi. İçim burkuldu bu sözlere. Benim yüzümdendi. Çocuklarla bu kadar bağ kurmamış olsaydım, bana ulaşmak için yem olarak kullanılmazlardı.

Vicdan azabının sızısı keskin bir bıçaktı. Saplandığı yerde kalıyor, çıkmıyordu da bir türlü.

Yüz ifademi sabit tutmaya çalışarak, "Bilmiyorum abla, umarım zayiat yoktur." dedim. Bir şey bilip bilmediğini sormak istiyordum ama kılık değiştirmiş olan adamın istediğini yapmamı bekleyen bakışlarını görmezden gelemiyordum.

"Abla Ali'yi tuvalete götürmem gerekiyor." dedim. Yanımdaki adam benden iki adım uzaklaştı. Şimdi bize hafif uzaktı.

Hüsna ablanın yüzü kaşları çatıldı ve ilk defa sıkıntıyla birlikte yüzü yaşını yansıttı. "Burada tuvalet arızalı güzelim maalesef. Kilitletmiştik bizde."

Hüsna ablanın Asım bey olarak bildiği adam söze girdi kısık sesle. "Ben kilidi açıp temizledim geçen gün, tuvaletlerden biri çalışıyor Hüsna Hanım." dedi.

Hüsna ablaya baktım o an. Fark etsin istedim bir farklılık olduğunu ama o an gözlüğünün olmadığını idrak ettim. Hayal kırıklığı da vicdan azabıyla aynı sızıyı taşıyordu.

Kapılarım birbiri ardına kapanıyordu. Bu yüzden yanımdaki adam benden uzaklaşmıştı. Hüsna abla ileri derecede miyoptu çünkü. "Hadi ya! İyi yapmışsın Asım efendi. Hangi kapıydı bilmiyorum, zaten göremiyorum da. Zaten dış kapılar da devre dışı." Eli boş yüzüne gitti. Sanki gözlüğünün yüzünde olmamasını yadırgıyordu.

"Dün kaybettim gözlüğümü lavabo da bırakmıştım, bulamadım bir daha. Bizim haylazlardan biri oyun için sakladı kesin."

Hayır, bizim haylazlar değil yanımdaki adam saklamıştı. Hem de her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünerek. Üstelik artık dış kapıların da kilitli olduğunu zannetmiyordum.

Nasıl olmuştu da içimize bu kadar sızmıştı bu adam? Nasıl bu kadar ayrıntılı bir plan yapmıştı?

Hissiz bir ifadeyle bana baktı. Hüsna abla elini geçiştirircesine sallayıp, "Neyse! Siz gidin, gidin. Çocuklar da sakinleşti zaten." dedi ve bir çıkış kapımı daha yok etti.

Kılık değiştirmiş adam harekete geçtiğinde peşinden gitmeye mecburdum. Sahnenin yanına doğru ilerledik, yan kapıları kilitli sanan korumalardan uzaklaşmış olduk böylece.

Kapı açıldı, birinin bizi fark etmesi için dua etmekten başka çarem yoktu. Tehdittin bizzat sebebi olan adam yana doğru çekildi. İçeri Ali'yle birlikte girerken önümüzü kapatmasıyla birlikte umudum azaldı ve kapı ardımızdan onunla birlikte kapanınca yok oldu.

"İşte şimdi hızlı hareket edeceğiz." Kolumu kavradı kaçamadan. Sert değildi ama çekiştirdikçe parmakları tenime gömülüyordu.

"Bırak bizi, sende, sizde yanacaksınız. O bizi bulur. Bulur ve sizi yaşatmaz!" Sesini çıkarmadı ilk dış kapı demirdendi ona yaklaştıkça daha çok direniyordum.

"Bağırırsan çocuk ölür, bizi ifşa edersen çocuklar ölür!" dedi tekrar tekrar. Her bu tehdidi tekrar ettiğinde çaresizlik dudaklarıma kilit vuruyordu.

Ali yanımızda geliyordu ama elimi daha sıkı tutarken resmen korkudan yanımda büzüşüp kalmış bir fidan gibiydi. Neyin içine sürüklendiğimizi bilmiyordum.

Bilinmezlik en korkutucu olandı. Kılık değiştirmiş adam daha sert hareketlerle beni sürüklerken tek eliyle demir kapının sürgüsünü çekti ve cebinden çıkardığı kilitle açtı. Arka kapı direkt arka çıkmaz sokağa açılıyordu.

Kimse burada değildi çünkü herkes bu kapıların kilitli olduğunu sanıyordu. Arka kapıya yanaştırılmış minibüsten dev gibi iki adam çıktı. Üstünde bir marketin amblemi vardı minibüsün.

Yüzleri maskeliydi adamların.

Ali'yi elimden aldıklarında Ali feryat etti ama çocuğun ağzını kapattılar. Bende ona ulaşmak için atıldım. "Bırak!" diye bağırdım ama ikinci adam iki kolumu tuttu ve sert bir şekilde çekiştirdi.

O an kılık değiştirmiş olan adam tuhaf bir şekilde, "Nazik davranacaksınız!" diye uyardı.

İki maskeli adam bir baş onayı verdiler sadece. Sonra elimden çantam da alındı ve minibüse zorla bindirildik. Kapılar kapandıktan sonra ellerimi bırakmadan gözlerimi bağladılar.

Bağırdım ama duyuramadım sesimi. Korku, endişe, hepsi bedenimi ele geçirmişti. Kalbimin sesini duyabiliyordum.

Yanımdaki adam patronuna her kimse ona bildiri de bulundu. "Görev tamamlandı, harekete geçiyoruz."

Başarmışlardı, beni Ali'yle birlikte kaçırmışlardı ki böylece kaçmak için canımı tehlikeye atmaktan korkayım. Elimi kolumu bağlamışlardı.

Hem madden hem de manen.

⚜🔱⚜

Bu değiştirdiğimiz üçüncü arabaydı. Bir kamyonun arka kasasına kapatılmıştık. Saatlerdir yoldaydık, hiç durmadıkları gibi ümit ettiğim gibi hiç yakalanmamışlardı.

Bize verilen sadece bir şişe suydu. Onu da Ali'ye yudum yudum içiriyordum. Korkuyordu. Onu oyalamaya çalışmıştım ama kollarımın arasından kurtulup kamyon kasasının demir kapısını açmaya çalışmıştı. Bizimle birlikte kasada bulunan korumanın bağırmasıyla onu kendime çekip göğsüme yaslamıştım.

Ne yapacakları, ne kadar ileri gidebileceklerini bilmiyordum ama önceliğim Ali'ydi. Bu yüzden onu gözden sakınmaya çalışıyordum.

Sıkıntıyla nefes aldım. Ali'nin terle nemlenmiş saçlarını alnından çektim. İçerisi sıcaktı ve gittikçe sıcaklıyordu.

Her vasıta değiştirdiğimiz de Siraç 'ın, ailemin peşimizden geldiklerini duyuyordum ama yanımızda çok konuşmuyorlardı. Gözlerimizi açtıklarında maskeli adamlar gitmişti, yerine 5 korumanın olduğu bir ekip gelmişti. Her araba değiştirdiklerinde ekip değişiyordu.

Nerede olduğumuzu bilmiyordum. İkinci bindiğimiz minibüsün de camları siyah filmle iki taraftan kapatılmıştı.

Sıkışmış hissediyordum. Kasaya çıkartılırken elimi köşedeki çivi çizmişti. Hala ince de olsa kanıyordu. Namaz da kılamamıştım, temiz bir yer de güvenli bir alan da bulamamıştım.

Kasa da bizimle birlikte olan koruma gözlerini bir an bile bizim üzerimizden çekmiyordu. Kadındı. Saçlarını üç numaraya vurmuştu. Yanağının üstünde solmuş gül dövmesini görebiliyordum. İçinde ne olduğunu bilmediğim çuvallardan birinin üstünde oturuyordu. Geniş bir gövdesi vardı. Omuzları bir erkek kadar genişti.

Bize, özellikle bana öyle kötü bakıyordu ki, sanki fırsatını bulduğu an üstüme atlayacak bir sırtlan gibiydi.

O bizden uzak durmuş olsaydı Ali'nin cebine bakacak, bir şey yapmaya çalışacaktım ama ona bile fırsat bulamamıştım. Tekrar göz göze geldik. Simsiyah gözleri uzun süre bana sonra kucağımdaki çocuğa baktı.

Ali kötü bakışını hissetmiş gibi huzursuzlandı. Sonra yine pantolonunu tuttu ama bu sefer sebebi farklıydı. Korumaya baktım.

"Çocuğun tuvaleti geldi." dedim, merhamet etmeyeceklerini biliyordum ama en azından değişim arasına yaklaşıldıysa bir şey söyler diye düşündüm.

Yine de o sadece tatsız bir şekilde sırıttı ve "Üstüne işesin velet." dedi. Dişlerinden bir tanesi gümüş kaplamaydı. Kaşlarım çatıldı. Dişlerimi birbirine bastırdım ve, "Keşke senin üzerine yapsa." diye tısladım.

Bize doğru başını eğdi. "Ne dedin?" dediğinde başımı kaldırıp sahte bir şekilde gülümsedim. "Umarım kamyonunuzun kirlenmesini umursamazsınız."

Bakışları Ali'ye kaydı ve omuz silkti. "Leşin burada çürüse umurumda olmaz." diye cevapladı beni. Sanki kişisel bir nefreti varmış gibi konuşuyordu.

Tiksinerek baktım ona. Korku duygusu sakince oturduğumuz için yok olmuştu ama endişem geçmiyordu.

Kaçmak için sürekli zihnimi kullanmak zorundaydım, belki tehlikede sadece kendim olsam daha az mantıklı davranırdım ama Ali yanımdaydı. Aklımı kullanmak zorundaydım. Yoksa yaşasam bile vicdan azabından ölürdüm.

Döveceğini de düşünmüyordum, bunu yapsaydı baştan beri kötü kötü bakmaktan ziyade harekete geçerdi ama tasması bağlıymış gibi duruyordu.

İnsanı duygularını yitirmiş bir insanın hayvandan farkı yoktu gözümde. Bakışımı fark etti, tehditkar bir şekilde ayağa kalktı. Sonra bir şey onu durdurmuş olacak ki üst üste dizilmiş çuvallardan birini tekmeledi ve bizden uzakta volta atmaya başladı.

Kamyonun kapısının dibine Ali'nin tuvaletini yaptırdım ve yarım saat sonra araba durdu. Kasanın kapakları iki koruma tarafından açıldı. Hava hafiften kararmıştı. Gökyüzü karanlığa yaklaştıkça içimdeki umutsuzluk hissiyatını bastıramıyordum.

Nerede kalmıştı Siraç? Neden hala gelmemişti? Nasıldı?

Bu sorular beni bir türlü bırakmıyor, endişeyle birlikte boynuma dolanıyordu. Dün yaşananlar, üstüne uykusuz olmam doğru düşünmeme engel oluyordu sanki.

Korumalardan bir tanesi, "Bu kapı neden ıslak?" dediğinde kadın koruma yanımıza gelmişti. Beni dirseğimden tuttu. Ali'yi ise sırtından itekledi diğer koruma tutsun diye.

Arkamda duruyordu, kahkaha attı. "Velet işedi." dediğinde koruma tiksinerek geri çekildi. "Kazım çekilme, Kazım!" dedi kadın koruma.

"Senden eminim daha temizdir o sidik." Arkamda güldüğünü duyabiliyordum. Diğer koruma da gülüyordu. Ben aynısını hepsi için düşünüyordum.

Adının Kazım olduğunu öğrendiğim uzun sakallı korumanın gözleri öfkeyle ateş saçtı. "Seni öldürürüm, Gül. Arkana aldığın o kaltak kadın da buna engel olamaz. Bana bulaşma!" Kadın korumayı görmüyordum ama bir an sessizleşti. Hangi kadının arkasında olduğunu söylemesini bekledim ama daha fazla konuşmadı sinirli olan koruma. Ali'yi pis elleriyle kucakladı ve aşağı indirdi.

Diğer koruma bana yaklaştığında," Ben kendim inerim." dedim sert bir sesle. Bana ters ters baktı sonra bakışları arkama döndü. O an fark ettim olacakları ama engel olamadım. Arkamdan iteklendim ve ellerimle engel olmaya çalışsam da yüz üstü yere kapaklandım. Dizlerim çarpmanın şiddetiyle öyle şiddetli sızladı ki, inlememek için kendimi zor tuttum.

Ali korumanın elinden kurtulup yanıma koştu. Gözleri dolmuştu. "Elif! Elif!" dedi. Ona baktım ve zor da olsa gülümsedim. "Yok bir şeyim!" dedim ayağa kalkarken. Pantolon giymiştim ve üstünde uzun bir tunik vardı. Tuniğin yırtıldığını görsem de dikkatle bakmadım.

Bakarsam daha çok canım yanardı. Her yaranın görüneni en çok yakardı insanı. Görünce kendine acıyordun çünkü.

Diz kapaklarımın kanadığını biliyordum. Tıpkı avuçlarım gibi. Elimin tersini Ali'ye uzattım. "İyiyim ben." Arkama baktım. Pişkin bir şekilde sırıtıyordu kadın. "Bilerek olmadı." dedim öfkeyle.

Adı Kazım olan koruma, kadının üstüne yürüdü. "Zarar vermeyeceksin!" dedi kolunu kavrayarak. "Emre uy, canını alırım senin." Üzerine doğru eğildi kadının. Onu dövecekmiş gibi duruyordu ama Gül bunu umursamadı. Neden sürekli zarar vermeme konusunda uyarılıyorlardı, bilmiyordum.

Belki de gidilecek yere saklanıyordu şiddetleri. Ya da başka bir şey vardı. Ayırt edemiyordum.

Kadın koruma kolunu adamın geniş elinden kurtardı. "Bırak, tamam! Yakmadık canını prensesin. "Bana kısa bir bakış attı ters ters "Pamuklara sardık." dedi.

Nefretle baktım ona, sonra Ali'nin sırtına elimi koymadan önce elimi çırptım. Canım yanıyordu aslında elim de sıyrıklar vardı ama önemsemedim, önemseyemezdim.

Etrafıma bakmak bu andan sonra aklıma geldi. Otoyoldaydık ve tanıdık hiçbir şey yoktu. Şehir değiştirdiğimizin farkındaydım ama nereye gittiğimizi öğrenirsem en azından elime geçen bir fırsatta konum bildirebilirdim ama gittikçe yeşilleşen yolun çevresi haricinde hiçbir ip ucu yoktu.

Eskiden daha çok olan ama artık her şey modernleştiği için hiç görmediğim küçük bir kulübe şeklinde lavabo, yanında da tuvalet vardı. İçeri giremeyeyim diye çoktan bakkalın önüne bir koruma dikilmişti bile ama içeride gözüken adam kısa bir bakış attıktan sonra önüne döndü. Muhtemelen rüşvetini almıştı.

Ben ise bir an arıyordum çare olarak. Fırsat bulabilsem dokunmaya korktuğum silahı bile kurtulmak için alacaktım ama hiçbir şekilde açık vermiyorlardı.

"Acele etmemiz lazım. Diğer araba nerede kaldı? Değişim yapmamız gerekiyor." dedi yanımda duran koruma. Diğerlerine göre daha gençti ama hiçbirinde insaf edecek bir yüz ifadesi yoktu.

Dirseğimden tutuldu ve kulübeye doğru biraz iteklendim. Diz kapaklarım her adımda sanki eklemlerimi minik çivilerle deşiyorlarmış gibi sızlıyordu.

Hafif aksıyordum ama sürüklemeye devam etti yanımdaki koruma. Ali elimi tutuyordu. Bu zamana kadar bağırmış ama bir kere ağlamamıştı. Sanki hissetmiş gibi o da solgun bir yüzle etrafını izliyor, elimi sımsıkı tutuyordu.

Adı Kazım olan uzun sakallı koruma biriyle telefonla konuşmaya başladı. Zaten gergin gözüküyordu ama hararetle telefonla konuşurken bir sorun olduğu bariz belliydi.

Bulunmamız için dua ettim Allah'a. Kısa bir süre sonra kadın korumayı çağırdı yanına. Bir süre konuştular.

Yanımda duran koruma da ne olduğunu öğrenmek istiyor gibi duruyordu. İçinde bulunduğumuz kamyon bizi yoldan geçenler tarafından gözükmeyecek şekilde duruyordu. Hepsi kamyonun yan tarafına yakındı.

Kadın koruma, "Sıradaki araba bekletildiyse bize ne? Biz götürelim işte sınıra." diye bağırdığında içimin bulandığını hissettim.

Ne sınırından bahsediyorlardı? Nereye götürülüyorduk?

Kaşlarım çatıldı ve yanımdaki korumaya baktım. "Ne sınırından bahsediyorlar?" dediğimde bana döndü, yüzü sıkıntıyla gerilse de bir cevap vermedi.

"Orada ne oluyor?" dedi birbirlerine girmek üzereymiş gibi duran adı Gül olan kadın koruma ve uzun sakallı olan korumaya karşı.

Bir an bana baktılar tartışan ikili. Konuşan ise sakallı olan koruma oldu. Muhtemelen bu bilginin bir işe yaramayacağını düşünüyorlardı. "Bütün arabalar çevirmeye alınmış. Planı anlamışlar. Sıradaki gelen arabaya ve değişime yetişmeye çalışıyorlar. Yol açılmış ama arkalarından geliyorlarmış. Ekibi fark etmemişler ama her an yakalanabilirler. "

İçimde yükselen umut filizinin rengi lacivertti. Bırakmazdı peşimi, biliyordum ama onları en kısa sürede zekasıyla alt etmesini umuyordum.

Adı Kazım olan korum uzun sakallarını sıvazladı ve yanındaki kadın korumaya baktı. "Patronun emri kesin!" dedi kadın korumaya karşı. "Bizim işimiz buraya kadar. Devamında riske gireriz." Tehditkar bir adım attı kadın korumaya karşı. " Vuslat'ın eline mi düşmek istiyorsun?"

Bu sorunun altında gerçek bir korku yatıyordu. Kadın korumanın bile alaycı yüz ifadesi kaybolmuştu. Acımadım, tek çaresizliğim Ali'ydi ama onun için de bir şeyler yapma fırsatına sahip olmam gerekiyordu.

Tekrar konuştum bu yüzden. "Çocuğu tuvalete götürmeme izin verin." dedim. Lavabo da bir yol bulmalıydım. En azından pantolon için bir çare bulmalıydım.

Hepsi bana baktı, kadın korumanın yüzü eski halini aldı. "Çocuk yeni işedi. O küçük aklınla bize oyun kurmaya çalışma. "Başı hafif yana eğildi dudağının bir kenarı alaycı bir gülüşle kıvrıldı. "Ayrıca ümitlenme de prenses. Seni kolay kolay bırakmayacağız."

Yüzümü buruşturdum. Tabi ki şüpheleneceklerdi ama bir fırsat oluşturmalıydım. "Oyun falan yok, bu çocuk sadece çişini mi yapıyor? Bırakın da ihtiyaçlarını gidereyim. Aç da, bana acımanız için bir şey istemiyorum ama bari çocuğa acıyın. O daha çocuk." dedim. Sesim de serzeniş vardı.

Sessiz kaldılar. Yüzlerinde mimik oynamadı. "Çocuk ya, bari bir parça ekmek verin." dedim. Sessizdi ama aç olduğunu biliyordum Ali'nin.

Kadın olan koruma konuştu. Yüzünde hala aynı ifade vardı. "Görevimiz seni teslim etmek, veletle seni beslemek değil!" dediğinde dişlerimi birbirine bastırdım. Öfkemle hareket etmemek için zor tuttum kendimi.

"Çocukları pisliğinize dahil etmeseniz. Siz hiç çocuk olmadınız mı? Merhamet istemediniz mi?" dedim. Kalplere ulaşmak en zor olanıydı, üstelik yolun sonunda hiçbir şey bulamamışsanız. Sessiz kaldı ama o sessizliğin buz gibi bir tarafı vardı.

Su da vermedi, ekmek de. Çocuğa karşı bile merhametleri ölmüş, hayvan bile değillerdi.

Arkaya bir arabanın yanaştığına dair, asfalttaki minik taşları ezen lastiklerin sesi haberciydi. Arkamı döndüm. Doblo şeklindeki araçtan sıradan giyinmiş üç adam çıktı. Biri de hala şoför koltuğundaydı.

"Çabuk olun!" dedi önde gelen kel koruma. "Kamyonu arabanın önüne çekin, kamyon arızalanmış gibi yapalım. Peşimizdeler çünkü!"

Umut'un kelimelere takıldığı anlar vardı, o anlardan birindeydim.

Koruma bu cümleyi kurduğu andan itibaren kolumdan tutulsam da çırpınmaya başladım. Onları ne kadar geciktirebilirsem o kadar kolay yakalanırlardı. Yanımdaki korumanın bacağını tekmelediğimde inledi. Ali'nin elini bırakmıyordum. Onu elimden almaya çalıştılar ilk. Kel olan koruma elimi bırakmayan Ali'yi kopardı benden ve kucağına aldı.

Kadın koruma hızlı adımlarla yanıma geldi. "Kaltağa bak, resmen yakalanmamız için çabalıyor." Diğer kolumu sert bir şekilde kavradı. Çırpınırken yüzüne tükürdüm.

"İğrençsiniz, kalbiniz yok sizin! Çocuğa merhamet etmeyecek kadar kalbini kurumuş." dedim. Yüzü hırsa bürünse de pes etmeyecektim. Yüzüme tokat attığında çenem sızladı. Ağzıma kan tadı geldi. Ona kızgın bir şekilde seslenildiğini duydum ama kulağım uğultuydu.

Ali'nin, "Vuymayın!" feryadını işittim. Tüm yanağım elinin çarptığı yerde sıyrılmıştı sanki. Kafamın eğildiği yerde durmadım. Başımı hırsla kaldırdım.

Önce Ali'ye bakıp gülümsedim ve, "Bir şey yok, iyiyim Ali'm." dedim. Çırpınıyordu korumanın kollarında. Düştüğümüz hale korkuyordum aslında.

Ama kadın korumaya döndüm öfkeyle. "Ne oldu? Zoruna mı gitti?" dedim hınç dolu bir sesle. " Sen hakaret edince ben susacak mıyım sandın? Bak şimdi nasıl susmuyorum!" Çığlık çığlığa bağırdım. Biri duysun diye dua ediyordum Allah'a. "İmdat! Yardım edin, imdat!"

Kadın koruma belinden silahı çıkarttı. Kilidini açtı ve Ali'ye doğrulttu. Sanki nefesimi çaldı. Bir yol aramaya çalışıyordum ama her yolumu Ali'yi kullanarak kapatıyorlardı. "Susacak mısın, ben mi susturayım?" dedi.

Susmadım, susturuldum aslında. Çaresiz olmanın da en kötü yanı buydu, zorunda kaldıklarımızın sonucu da biz istemesek de bizim yüzümüzdendi.

Arkamda duran korumalardan biri, "Bağlayalım şunu, rahat durmayacak belli. Gül zaten yüzüne vurdu, bizim yaptığımız takılmaz." dedi.

Kadın koruma hala bana öldürecek gibi bakıyordu. "Fırsatını bulacağım ben." dedi üstüme doğru eğilip. "Ben bulmazsam bizim kız bulacak. Hıncını alacak senden." Sigara kokan ağzının kokusu sözleri kadar kirliydi.

İşte o zaman kişisel kinini anladım. Bahsettiği kişi Selvi olmalıydı. Bu kadın koruma da ona yakındı. Beni Çakılı mı kaçırttırmıştı?

"Zamanımız kalmadı." deyip iki kolumdan sürüklenerek Doblonun arkasına tıkıldım. Ali'yi de yanıma bir un çuvalı gibi kabaca koydular. Ellerimi bağlarlarken Ali ilk defa ağladı. " Bırakın!" dedi. "Vuymayın!" dedi defalarca. Zamanında ona vurulmuştu. Dilinin bile dönmediği kelimeye defalarca maruz kalmıştı. Benim de yaşamamam için çırpınıyordu resmen.

Gözyaşlarım onunla birlikte dökülmeye başladı. Bu olayı atlatabilirsek bile unutmayacaktı, onu bulaştırdığım için bir kez daha vicdanım boynuma ilmeğini geçirdi. Benim yüzümdendi.

Sevmiştim ve sevdiğim için kullanmaktan çekinmemişlerdi. Benim yüzümdendi.

Kapılar üstümüze kapatıldığında onu sakinleştirmeye çalıştım ama bir yandan da etrafıma bakıyordum bir umut belki gelirler diye. Alet çantasını çıkarmışlardı. Sivil olanlardan biri kamyonun ön kısmına geçti. Muhtemelen lastik patlamış gibi yapacaklardı.

Bir ümit arka tarafa baktım. Kamyon önümüze geçerken kalabalık araba grubunu fark ettim ilk. Arabanın içinde şoför olmasına rağmen cama daha çok yaklaştım.

Öndeki siyah arabayı tanımıştım. Kalbim hızlandı, Siraç 'ın varlığını hissetti.

Oydu, biliyordum. Arkasında bir konvoy vardı. Öndeki Land Rover ona aitti. Ellerim bağlı olsa da elimden geldiğince cama doğru döndüm ve olağan gücümle bağırdım. "Buradayız! Buradayız!"

Koruma arkasını döndü. Yüzünde telaşlı bir ifade olsa da kendinden emindi. "Göremeyecek sizi, boşuna çırpınıyorsunuz." Kamyon önümüzü gittikçe önümüzü kapatırken yok oluyorduk.

"Hayır!" dedim. "O fark eder, fark etmeli!"

Mesafe çoktu ama fark edebilirdi. Ben bağırınca Ali de bağırmaya başladı. "Yardım edin!" dedi minik elleriyle vurdu cama. Seslendi benim gibi.

Korumanın sesi çıkmadı kendinden emindi. Konvoy yanımızdan geçerken yavaşlamaları için dua ettim Allah'a ama olmadı.

İlk önce onun arabası görüş açıma girdi ön kısımda. Önümüzden geçip giderken, "Ne olur, gör beni." dedim boğazıma dizilen hıçkırıklar arasında. Kamyon önümüzü onları görebileceğimiz ama onların bizi göremeyeceği şekilde kapatmıştı. "Yalvarırım gör beni!" Sessizce fısıldadım. "Korkuyorum. Ne olur gör beni."

Ama görmedi.

Korumalar, "Tehlike geçti." diyerek arabaya bindiler. Hayal kırıklığıyla olduğum yere çöktüm. Görmemişti. Umutsuzluğa yakın olmak istemiyordum ama beni çukuruna çekiyordu.

Biri eğilip gözlerimi bağladı. Çırpındım ama engel olamadım. Ali ağladı, ben çaresizliğin içinde boğuldum.

İlk defa ölümü düşündüm. Bize yakın mıydı?

Yakınsa çocuklara uğramasın istedim. Ali için kendimi feda ederdim. Bunun için hiç gözümü kırpamazdım, kırpmayacaktım.

⚜🔱⚜

Ne kadar zamanın geçtiğini bilmediğim, artık çıldırmanın eşiğine geldiğim bir an da bizi kalabalık olduğunu bildiğim bir yere getirdiler. Gözlerim bağlı olarak arabadan çıkartıldım ve sızlayan diz kapaklarıma rağmen sürüklendim.

Bir odaya kapatıldık. Göz bağım çıkartıldı. Ellerim de çözüldü. Ali'yle yalnız kaldığım ilk an ona uzandım. Yüzüm hala sızlıyordu. Bacaklarım da öyle. Zorla aydınlatılan odada gözyaşlarıyla ıslanmış yüzünü görünce onu göğsüme bastırdım.

"Geçti, Ali'm! Bir şey yapamazlar sana artık. "dedim. Sessiz hıçkırıkların yol boyu duymuş, onu gözlerim kapalı teselli etmeye çalışmıştım ama çocuktu o, ne kadar sakin kalabilirdi ki.

Başını geri çekti ve eli görmesem de morardığını bildiğim yanağıma dokundu. "Vuymasınlar!" dedi ışıksızlığa rağmen gözyaşlarıyla parıldayan güzel mavi gözleriyle.

Benim de gözlerim doldu ama yine de gülümsedim. Keşke dünyayı çocuklar yönetseydi.

"Bir şey yapamazlar." dedim ellerimle yüzünü avuçlayarak. Yapsalar bile ona değil, bana yapacaklardı. Ona dokunmalarına asla izin vermezdim.

Kısık sesle devam ettim. "Seninle bir oyun oynayacağız Ali'm." dedim. Kapalı kapıya kaçamak bir bakış attım.

Beni dikkatli bakışlarla izliyordu. Elim cebine gitti ve tek bir ampulle aydınlatılmaya çalışılan odada, pantolonun cebine elimi attım. "Burada ne olduğunu biliyor musun?" dedim.

Ona baktım dikkatle, başını olumsuz anlamda salladı.

"Bağırdım." dedi kısık sesle. Tehlikeyle yüzleşmiş çocuklara ikinci olarak bu kelime öğretilirdi. Acıydı ama Ali de biliyordu .Tanışmamız haricinde ilk defa feryat ettiği anı hatırladım düşündüğümde.

İşte o an bir aydınlanma yaşadım. "Esin hanım." derken sesimdeki acı, düştüğümüz bu kötü duruma sebep olan dikkatsizliktendi. O an hiçbirimiz Ali'nin neden bağırdığını düşünmemiştik ama o taciz edildiğini düşünmüş olacak ki feryat etmişti.

Ailem ona dost eli uzatmıştı ama o eli çevirdiği gibi birde ihanet etmişti. Eskiden insanlığını yitirmiş olan insanlarla karşılaşmadığım için şükrederdim Allah'a ama şimdi o insan olmayan varlıklarla o kadar çok yüz yüze geliyordum ki, sanki dünyada şeytanlar artık insanların yerini almış gibi geliyordu.

Yüzüm çektiğim fiziksel acıdan değil, kalbimin acısından sarsıldı. Bakışlarımı Ali'den kaçırdım. Cebini ters çevirdim ve soluk ışıkta da olsa pantolonun kumaşına yapıştırılmış düğme şeklindeki cihazı gördüm. Minik bir yeşil ışık üzerinde parıldıyordu.

Dokunmak istedim ama riske atamazdım.

Ali'ye baktım tekrar. "Ali'm pantolonunu çıkarmamız lazım." dedim. Bir şey olma riski her daim vardı ama hızlı hareket edecektim. Buraya getirildiğimiz için yeterince risk altındaydık. Birde bunun tehlikesi yüzünden kaçmayı göz ardı edemezdim.

Tuvaletini yaptırtırken bir şey olmamıştı. Demek ki kıyafetin çıkarılmasına duyarlı değildi.

Kafasını salladı. Önce üşümemesi için üstümdeki ceketi çıkardım. Sonra hızlı hareketlerle pantolonu aşağı indirip ellerini omzuma koyduktan sonra bacaklarından da kurtardım.

Ayağa kalkıp dikkatli hareketlerle pantolonu odanın diğer köşesine koydum ve geri çekilip ceketimi Ali'nin beline bağladıktan sonra bacaklarına doladım, sonra kucağıma aldım. Pantolonu koyduğum yerin zemini ıslaktı. Kim bilir ne çeşit pis bir sıvıyla kaplıydı.

İç çektim. Ali kucağımda olunca çenemi oynamaya başladı. Yüzümü seviyor, severek iyileştirmeye çalışıyordu. Onu ilk öğrettiğim cümleyi uyguluyordu sanki.

Vurmak yok, sevmek var...

"Siraç." dedi yüzümü severken birden. Ona doğru baktım aniden. Minik eli morarmış yanağıma dokundu. Sevdiğim adamın adını onun ağzından duymak o kadar garip hissettirdi ki bir an gülümsemek istedim. Onu benimsemişti. Benim adım haricinde ilk defa birinin adını duyuyordum ağzından.

"Gelsin." diye devam etti Ali. Muhtemelen onun beni koruyacağını hissetmişti. Başımı salladım birkaç kere. Boğazımdaki düğümü yutkunmak çok zordu.

"Gelecek Ali'm, geç kalmayacak. Gelecek!" dedim. O da benim gibi başını salladı sonra göz kapaklarını kapattı. İnanmıştı.

Bende inanıyordum.

O gözlerini kapattı kısa bir süre sonra sırada kapı açıldı ve karanlıkta bir siluet belirdi. İrkildim istemsizce.

Bir kadın olamayacak kadar uzun ve genişti bu siluet. "Kimsiniz?" dedim sesli bir şekilde. Aydınlık değildi, göremiyordum. Ali kucağımdaydı ama yine de eğildim. Ali konuşmama rağmen gözlerini açmamıştı, bu yüzden ayağa kalkamadım.

Sessiz kaldı karanlıkta gizlenen, izledi sanki. Ürktüm bu durumdan ama hissedilmesin diye yüz ifademi sabit tutmaya çalıştım. Tekrar seslendim. "Kimsiniz? Neden buradayız?"

Arkada bir kadın sesi duyar gibi oldum. Fısıldıyordu sanki. Sonra kapı birden kapandı ve kısık konuşmalar devam etti.

O kapının ardında geleceğimin konuşulduğunu, birbiri ardına planlar yapıldığını biliyordum ama her dakika tekrar ümit ediyordum Siraç 'ın geleceğine. Belki dakikalar, belki de saatler geçti. Zamanı tam kavrayamıyordum ama dua ettim bu süreçte Allah'a.

Yine de hiç gelen giden olmadı. Bende artık her dakikanın sonunda başlayan umudumu o dakikanın sonunda soldurur oldum.

Köhne bir odanın içerisinde, muhtemelen değişmesi gereken bir ampulün silik ışığının bizi bile aydınlatmadığı bir odadaydık. Ali arabada o kadar çok ağlamıştı ki yorgun düşüp göğsümde uyuyakalmıştı, biliyordum.

Korkuyordu aslında. Minik kollarını belime dolamış, başını göğsüme öyle bir gömmüştü ki kemiklerim ona batacak diye korkuyordum.

Az da olsa korkuyordum artık.

Bantlarla kapatılmış camın ardından ince bir çizgiyle sızan ay ışığı geceye ulaştığımızı hatta sonuna gelmek üzere olduğumuzu söylüyordu. Tam bir gündür kayıptık. O adam da korumalar da yanımıza bir daha uğramamıştı ama biliyordum, bir uçurumun kenarında sırtımızdan iteklenmeyi bekliyorduk.

Ölüm yakınımdaydı ama en çok Ali'm için korkuyordum. Onu daha çok kendime çektim. Yerinde huzursuzca kıpırdandı.

Ali'm korkumu hissetmiş gibi, "Elif!" diye iç çektiğinde uykusunda, başımı eğip ona baktım. O kadar mahzun ve çaresiz görünüyordu ki başka bir yüzün silueti onun yerinde canlandı.

O da yaralıydı, o da yakılmıştı ve sevdiğim adamdı. Kalbim onu istiyordu ama ondan uzaktaydım.

Korkunun yanında hasret içimi yaktı. Ağlamamak için dişlerimi birbirine bastırdım. Hayır, düşmanının elindeydim. Ağlamayacaktım. Bunu görmeyeceklerdi. Elim istemsizce nişanda takılan yüzüğüme oynamaya başladı kafamı dağıtmak için.

Delirmiş olmalıydı Siraç. Zaten kendini suçluyordu, kahrolmuş olmalıydı. "Allah'ım!" dedim. "Ne olur kendisine zarar verecek bir şey yapmasın. Sen ona, aklına mukayyet ol."

Olmazdı, biliyordum ama neye korkacağıma, neye endişeleneceğime şaşırmıştım. Onu bıraktığımda bana zarar verdiğini düşünüyordu, şimdi de onun düşmanlarının elindeydim. Zaten her fırsatta kendini hiç sayıyordu. Yok olurdu şimdi, ne yapacaktım?

Uykusuzdum, açtım ve Ali için kendimi susuz bırakmıştım. Başım istemsizce dönüyordu.

Kapı daldığım karanlığın ortasında yavaşça aralandığında, irkildim ve istemsizce Ali'nin yüzünü kapattım. Elimde olsa onu görünmez kılacaktım.

İçeriye, aydınlık değil daha çok karanlık doldu. Minik bir koridorun içinde buraya getirildiğimizden beri kısık insan sesleri ve dolaşan insanların adımlarının izleri duyuluyordu ama şimdi gürültülü tek bir adım vardı.

İlk açıldığında bile sessizlik hakimken artık gürültüyle kendini belli ediyordu. Ya da ilk gelen kişi değildi. Yavaşça yaklaştı, sonra duraksadı bu sefer gelen kişi.

Kaskatı kesildim, hissettim sanki olacakları. "Sadece yarım saat." dedi bir kadın sesi. Bu kadının sesini tanıyordum. Adı Gül olan korumaydı. "Her ikiniz birden girin. Yoksa dikkat çekersiniz ve bende yanarım."

Büyük patronları her kimse onun sözü dinlenmiyordu, onu anladım bu konuşmadan. Gizli bir iş çevireceklerdi. Ali'yi ilk fırsatta arkama alacaktım.

Gizlenen bir şeyse zalim olmaktan da çekinmeyeceklerdi çünkü. Başa çıkamazdım ama nereye kadar direnebilirdim, onu hesap etmeye çalışıyordum.

"Vuslat'ın kadını!" dedi bir adam. "Işığı, hazinesi, en sakındığı!" Karanlıkta yüzü görünmedi ama sesindeki nefret onu ele veriyordu.

"Artık elimizdesin."

Sonra yüzü aydınlandı. İlk önce çıkartamadım, yüzü sakallarla kaplanmıştı. İlk kez gördüğümde kısa olan kumral saçları uzamıştı ve soluk ışıkta kirli olduğu bariz belli oluyordu. Sonra hatırladım. Siraç' la Ankara'ya gittiğimde otelde yanımıza gelen ikizlerden erkek olanıydı bu.

Adı Erdem'di, öyle seslenilmişti. "Beni hatırladın mı?" dediğinde sesimi çıkarmadım ama. Sesindeki öfke ve nefret o kadar barizdi ki, onunla konuştuğumda kışkırtacağımı biliyordum. Siraç onu en son eline çatal saplamış bir halde bırakmıştı.

Sonra arkasındaki kişiyi gördüm.

Kızıl saçlarıydı ilk kendini belli eden. Bir an sonra kırmızı topuklularının düzgün olmayan zeminde bıraktığı gürültülü sesler sardı odayı. Vahşi bir şekilde parlayan buz mavisi gözleri üzerime kenetlenmişti. Buradan zayiat almadan ya da ölmeden çıkamayacağımı o an biliyordum.

"Sana kimin köle, kimin efendi olduğunu göstereceğime yemin etmiştim." dedi nefretle. İstediğini almak için gelmişti.

Dili zehir saçtı. "Acizim demeden ölmeyeceksin, seni ölmekten beter edeceğim. Vuslat'ın en büyük yenilgisi bana karşı olacak." Sesindeki nefret Ali'yi uyandırdı. Kapı artlarından kapandı ve yalnız kaldık.

"Sonra onu acısıyla birlikte zayıfken avlayacağım." Sesindeki küçümseme ile birlikte vahşi bir istek de vardı. Hastalıklı olduğunu biliyordum, geçen sefer onu kışkırtırken de bu hale düşeceğimi düşünmemiştim.

Şayet yine yanımda Ali olmasaydı, dilimi tutmazdım ama vardı. Biliyordum ki onu tehdit olarak kullanacaklardı. Erdem, Selvi'nin bu sözlerine tatsız bir şekilde güldü. Bir yandan da çevresine bakıyordu. Ali'nin köşedeki pantolonunu görmesinden dolayıydı alaycı gülüşü.

"Akıllı kız." diye mırıldandı. İki tehditle karşı karşıyaydım. "Çocuğu ölümden böylece biraz uzaklaştırmış."

Birazdı ama tamamen değildi.

Bu cümlesinden sonra bana doğru döndü ve tehditkar bir adım attı üstüme doğru. "Kocanın bizi ölüme ne kadar yaklaştırdığından bihabersin, öyle değil mi?" Sessiz kalmaya devam ettim. Konuşursam ılımlı veya değil her türlü daha vahşi hareket etmelerine, kışkırtılmalarına sebep olacaktım.

"Allah'ım, gelsin artık. Lütfen yardım et!" dedim içimden. Erdem bana yaklaşmaya devam etti. "Şirketimizi elimizden aldı. Babamın Emir'e silah temin etmede de yardım ettiğini duyduğu andan itibaren, bize savaş açtı oruspu çocuğu!"

Konuştukça kendini hırslandırıyordu. Selvi ise bu hırstan zevk alıyormuş gibi izliyordu. Zamanları vardı, kedinin fareyle oynaması gibi oynayacaklardı benimle.

"Yetmedi, satılan mülkleri de teker teker kendisi satın aldı ki tekrar toparlanırsak geri alamayalım diye!"

Erdem üstüme doğru eğildiğinde Ali'yi arkama doğru çektim ve ayağa kalktım. Sesi yükseldi ve vahşi bir hale döndü . "Şimdi seni bizim elimizden kim kurtaracak?!"

Tuniğimi tutup kendine doğru çekti. "Söylesene, kim kurtaracak?!" dediğinde kırmızı tırnaklı bir el adamın omzuna dokundu.

"Fazla vaktimiz yok, ben kızla oynayacağım, sen işini halledeceksin. Böyle anlaştık. Sonra Evgeny 'nin ailesine gönderilecek" dedi Selvi. Gözleri zehir gibi parlıyordu. Neyi kast ettiğini anlayınca midem bulandı. Hem tecavüzden bahsediyordu hem de gönderilmekten. Hem de o Rus adamın eline.

Ne yapacaktım? Nasıl kurtulacaktık?

Gücümü yitirmemek için sakince duruyordum ama Erdem bana yaklaşınca Ali ağlamaya başladı ve Selvi hiç düşünmeden eğilip ona tokat attı.

"Sus çocuk!" dedi yüksek sesle.

İşte o zaman bütün ipler koptu bende. Öfke kulaklarımı sağır etti. Omuzumdan tutulmama rağmen yukarı uzandım ve Selvi'nin saçını kavradım. "Çocuğa dokunmayacaksınız! Seni öldürürüm, çocuğa yaklaşmayacaksınız!"

Gözüm dönmüştü. Saçını asılırken kalın tırnaklarını koluma batırdı ve, "Ne duruyorsun, itsene kızı!" dedi Erdem'e karşı. Erdem bir an duraksadı sonra beni karşı duvara doğru fırlattığında sırtım duvara çarptı ve pantolonu koyduğum köşeye düştüm.

Sırtıma öyle bir ağrı çöktü ki inledim. "Kaltak! Seni yerlerde sürükleyerek öldüreceğim! Kolay kolay bitmeyecek!"

Erdem arkasından seslendi. "Yüzüne vurmak yok!" dedi. Nedenini sorgulayamadan Selvi üstüme atladı, topuzumdan tuttuğunda başörtüm geriye çekildi.

"Hayır!" diye haykırdım. O da bağırıyordu. Tırnaklarımı etine sapladım. Sırtım o kadar ağrıyordu ki içim bulanıyordu.

"Ne yüzüne vurmak, öldüreceğim ben bunu!" Karnıma tekme attığında tekrar yere yapıştım. Nefesim kesildi ve gözlerim sadece Ali'yi gördü.

Köşede, "Vuymayın!" diye ağlıyordu. Ayaklarından tuttum onu da devirmeye çalıştım. Küçükken aldığım eğitimi hatırlamaya çalıştım ama yetmiyordu.

Arka dizine vurduğumda diz çöktü ama saçlarımı yakalamıştı bir kere kolay kolay kurtulamıyordum. "Ne oldu, şimdi kim aciz?" derken yerde sürünüyordum.

Ona doğru uzandım ve ayaklarım boşta olduğu için tekmeler savurdum. "Sensin aciz, sen! Gurursuzsun! Bir çocuğa vuracak kadar kalpsizsin. Hastasın sen!"

Can havliyle kurtulmaya çalışırken o kadar büyük bir mücadele veriyordum ki, Ali'nin çığlıkları, Selvi'nin bağırışı, Erdem'in bizi izleyip keyifle gülmesi, her şey sanki korkunç bir kabusun en can alıcı anıydı.

Bacaklarıma vurdu sonra kafamı yere doğru yapıştırmaya çalıştı. Benden çok daha güçlüydü ama elimden geleni yapıyordum. "Senin alacak nefesin yok, kevaşe! Herkes senin leşine bile acıyacak! Sen kim, Vuslat'ın kadını olmak kim!" dedi.

Son nefesime kadar direnmek haktı bana. Özellikle yanıma gelmesin diye Ali'yi zapt edip ağladığı için ona vuran Erdem'i görünce.

Acı bir çığlık attım ve tekmelerimi rast gele savurdum. Benim yüzümdendi, benim yüzümden ona vuruyorlardı.

Acım kendime değildi, ona vurulmasına dayanamıyordum. Benim yüzümdendi. Ben bu vicdan azabına nasıl dayanırdım?

"Ali'm dayan! Geleceğim dayan!" dedim.

Duydu ama sakinleşmedi. "Elif!" diyordu. "Vurmayın! Bırakın!" diyordu. Durmuyorlardı.

Selvi, kafamı tekrar zemine vurduğunda gözlerimin önü karardı, rast gele bir tekme daha savurdum. Denk geliyordu ama ben zararda olandım. Defalarca karnıma ama özellikle bacaklarıma tekme yedim. Defalarca yerde sürüklendim, gücüm tükenmeye başladığında artık bulanıklaşmaya başlayan zihnimdi. Görüşümde aynı şekildeydi.

"Yardım et!" diye bağıran Ali'nin sesini duydum tekrar. Ali Erdem'in kollarında çırpınıyordu. Beni istiyordu.

"Allah'ım yardım et!" diye sayıklıyordum içimden. Bir mucizeye ihtiyacım vardı. Bir yola ihtiyacım vardı.

Tek umudumu gördüm o an. Selvi'nin belindeki minik silahı fark ettim. Muhtemelen farkında değildi yoksa çoktan üzerime doğrultmuş olurdu. Ya da hıncını çıkartmak istiyordu.

Bilmiyordum, umurumda da değildi öfkesinden dolayı. Tükenmek olan gücüme rağmen son bir umutla beline sardım kollarını. Ayağa kalkmaya çalıştığımı ya da onu aşağı indirmek için yüklendiğimi sandı, tekme attı. Acıyla inlesem de belindeki silahı kavradım ve çektiğim anda ona doğrulttum.

"Uzaklaş!" diye tüm gücümle bağırdım."Uzaklaş yoksa vururum!"

Ellerim zangır zangır titriyordu. Yine de silahın emniyet kilidini açtım.

Bir an elimdeki silahı görünce dondu kaldı ve elleri gevşedi. Yerde sürüklenerek geriye gittim. Silahın kabzasını daha sıkı kavradım.

En büyük kabusum tek umudumdu, ne acıydı.

Arkadan Erdem'in sesi geldi. "Ooo işler ilginçleşiyor. Ne yapacaksın Selvi? Bak seni vuracak." dedi alaycı bir sesle. İnanmıyordu onu vurabileceğime. Bende inanmıyordum ama mecbur bırakılmıştım.

Bana inanmadığı için kendi silahını çıkartmamış, sırasını zevkle bekliyordu.

Ali hala ellerindeydi. Zorla da olsa ayağa kalktım ama Selvi tetikteydi. Diğer elimle savrulup gitmiş olan baş örtümü yukarı çektim. Ne kadar kötüydü savunmasız olmak.

İçim sızlıyordu, bedenimi hissetmiyordum bile.

Selvi tereddüt etti bir an. "Öyle sap gibi duracağına bir şey yapsana Erdem? Hoşuna mı gidiyor uzaktan izlemek? Yoksa Vuslat'tan mı korkuyorsun?" Selvi dikkatsiz davrandığı için öfkelenmişti.

Erdem'in kaşları çatıldı. İkisinin de sınırları zorlayınca kaçak oynadıklarını görebiliyordum. Bu işten kaçarak sıyrılacaklardı. Bu benim kozum olmalıydı.

"Senin dikkatsizliğin, bir sıkımlık canı var zaten. Sen izin verdin ama onun koz elde etmesine. Kendin temizle pisliğini!" dedi. Selvi küfreder gibi baktı ona ama bir şey söylemedi.

Ali daha sakindi ama hala ağlıyordu. Gözleri silaha kilitlenmişti. Gözlerini kapatmak istedim o an. Ama çaresizdim, çok çaresizdim.

Dudağımdan çeneme doğru sıcak bir sıvının aktığını hissettim. Kandı muhtemelen. Selvi hastalıklı bir şekilde gülümsedi bu halime. "Bir halt yapamazsın, sen daha önce eline silah bile almamışsındır. "Önyargı uçuruma götürürdü adamı. Eliyle Ali'yi gösterdi sonra.

"Bak çocuğa, elimizde. Tıpkı senin canının da elimizde olduğu gibi." Zevk aldı, oynadığı bu oyundan. Bana doğru bir adım attı. Bir adım geriye gittim ve silahı onun kalbine doğrulttum. Hastalıklı gülümsemesi genişledi. Ellerim sürekli titriyordu.

"Siz mi kurdunuz bu planı? Siz mi hazırladınız bu pis oyunu?" dedim iğrenerek. Zaman kazanmaya çalışıyordum. Ali'ye ihtiyacım vardı. Selvi'yi vurursam Ali'ye zarar gelmediğinden emin olmalıydım.

Selvi'nin gülümseyişi genişledi. "Bize ait değil ama payımızı almaya geldik. Bunun sonunda ne olacağı umurumda değil, ben tüm gemileri yaktım." Hırsla söylediği cümlelerden sonra bir haykırışla üstüme atladı.

"Sen bana zarar verebileceğini mi sanıyorsun kaltak?! Ha, ne zannediyorsun?" dedi eli bileğimi büküp silahı almak için çırpınıyordu. Ağırlığıyla birlikte yere düştük. Başarabileceğini biliyordum, bileğimi burkuyordu. Çok güçlüydü.

Üstümde debelenirken bir yandan da açığa çıkmış olan saçlarımı çekiştiriyordu. Silahı elimden almak üzere olduğunu fark edince gözlerimi sımsıkı kapattım ve tetiği çektim.

Silah sesi bir sonun başlangıcıydı. Sanki kalbimin ortasında bir bomba patlattılar. Kulaklarım sağır oldu. Bendim surayı üfleyen sanki.

Selvi üzerimde donup kalmıştı. Gözlerimi açtığımda artık nefretle bakmayan buz mavisi gözlerine şaşkınlık düşmüştü.

Sonra acı, ölümün acısı...

"Beni vurdun!" dedi idrak edemiyormuş gibi. Ellerim uyuşmuştu. Onu nereden vurduğumu bile bilmiyordum. "Sen beni vurdun!" dediğinde sessiz sessiz ağlıyordum. Yapmıştım, inkar edemedim bile.

Bu ağlayışıma Ali'nin sesi karışıyordu. Dönüp Erdem'e baktığımda onun da şoka girdiğini gördüm. Bunu yapmamı beklemiyorlardı, her ikisi de.

Ama olmuştu, en büyük korkum ellerimde vuku bulmuştu. Bir cana kast etmiştim.

Ali'nin ağlaması şiddetlenmişken Selvi'yi üstümden ittim. Sanki bir fitili ateşlemişim gibi silah sesleri ardı ardına yankılanmaya başladı.

Zamanım kalmamıştı. Ellerim daha fazla titrerken silahı Erdem'e doğru uzattım.

"Bırak o çocuğu." dedim gözlerimden yaşlar süzülüyor, vicdanımın ateşiyle yanıyorlardı. Selvi sırt üstü yerdeydi. Kan tüm gömleğine hızla yayılıyordu.

"Erdem'e bakarak, "Yardım et bana, seni ahmak!" dedi. Gücü kesilmişti. Yere doğru akan kanı bir göl oluşturmaya başlamıştı.

Gözlerimi kaçırdım ve Erdem'e baktım. "Ver o çocuğu, gitmene izin vereyim." dedim. Silahlı olduğunu biliyordum ama çıkartacak kadar önemsememişti.

Şimdi karşımda çaresizdi ama önünde en büyük teminatı vardı. "Çocuk ölür, benden uzak duracaksın! Birlikte çıkacağız buradan." dedi. Selvi'nin yardım isteğini duymadı bile.

Silahlar patlıyordu, gittikçe yakından geliyordu sesler. Biliyordum, geliyordu ama geç kalmıştı. Çok geç kalmıştı.

Kapıya doğru ilerledi. O hareket ettikçe silahın namlusuyla onu takip ediyordum. Ali susmuş çaresizlikle bu halime bakıyordu. Yüzünde ki kırmızılık tokat izindendi. "Özür dilerim, Ali'm." dedim hıçkıra hıçkıra ağlarken. "Özür dilerim koruyamadım seni."

Gözlerim Erdem'e döndü. Bir kaybı daha kaldıramazdım. "Bırakacaksın onu, yoksa yemin ederim seni de vururum. Buradan çıkmak istiyorsan tek başına olacaksın."

Selvi tekrar yardım isteğiyle seslendi ama ona bakmadım, bakamazdım bakarsam dağılırdım. Gittikçe sesi kısılıyordu.

Erdem kendine çekti Ali'yi fırsatını bulsa silahını çekecekti ama bir türlü izin vermiyordum. Kapıya sırtını dayadı ve bu kez daha yakından silah sesleri duyuldu. Birileri bağırıyordu.

"Geliyorlar!" dedi Erdem telaşla. "Sen vursan da fark etmez. Eğer gelirlerse öleceğim zaten." deyip kapının kulpunu tuttu ama geç kalmıştı.

Kapı ardına kadar açıldı. Karanlıktan aydınlığa çıkan bu sefer bir namlunun ucuydu. Ona doğrultulmuş artık iki silah vardı ama arkasındaki silahın namlusu ensesine dayanırken birisi onu hızla geriye doğru çekti.

Sonra gördüm onu. Yüzü öfkeyle kararmıştı. Görmüştüm lacivert gözleri. Karanlığa karışmıştı. Onun gözleri Erdem'deydi ama hissetmişti varlığımı.

Gördüğüm anda onu dizlerim boşaldı sanki. Ali yere doğru savrulduğunda hızla onun yanına koştum ve yere düşmeden dizlerimin üzerine çöküp yakaladım onu. Bir elimde hala silah vardı, onu sarmalarken Ali hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.

Korkar zannettim, ben kendimden korkuyordum çünkü ama boynuna gömdü başını öyle sıkı sarıldı ki ikimiz de birbirimize ağıt yakıyorduk sanki. "Ali'm!" dedim iç çeke çeke ağlarken.

Erdem'in sesini duydum. "Ben bir şey yapmadım! Ben bir şey yapmadım!" diyordu. Yapmamıştı ama susarak ortak olmuştu bu zulme. O da dilsiz şeytandı.

"Ulan piç kurusu!" dedi Siraç. Kulaklarını kapadım Ali'nin. "Seni yaşatır mıyım ben?!" dediğinde sesindeki öfkenin daha önce bir tanımı yoktu. Sanki o da ölmüştü.

Başımı kaldırdım ve göz göze geldik, Erdem elleri arasında çırpınıyordu. Elindeki silahın namlusu ensesine dayalıydı ama o bana bakıyordu. Öyle çaresiz bakıyordu ki yıkılmamak için zor tuttum kendimi.

Arkasından Demir girdi ve önce arkama, sonra bana baktı. Ali kucağımda ağlıyordu, bende ağlıyordum. "Yenge!" dedi savrulmuş bir sesle. Nasıl bir haldeydim bilmiyordum ama sanki yıkılmış bir enkaza bakıyordu.

Zaten öyleydim.

"Yenge iyi misin?" Bana doğru bir adım attığında yüzüne bakmakla yetindim sadece. Boğazım düğüm düğümdü.

Demir arkasını döndü ve, "Abi onu bana ver, Elif'i al sen." dedi Siraç'a. Onun da halini görmüştü sanki.

Siraç tereddüt etmedi, yalvaran Erdem'i Demir'e savurdu. Eskiden ederdi. İntikamı öncelikliydi, belki de acımasızlığı. Yine de geç kalmıştı.

Erdem elinden alınınca elleri boş kaldı. Bir tek silahı vardı.

Tıpkı benim gibi ama ben o silahla ateş etmiştim. Bana doğru yaklaştığında gözlerinden gözlerimi kaçırdım. Çaresizliğim oradaydı çünkü.

"Ölmüş mü?" diye fısıldadım. "Ne olur ölmesin."

Arkama bakamıyordum. Selvi'nin sesi kesilmişti artık. Bakamıyordum çünkü biliyordum. Sanki ruhu bedenini terk edince buz gibi soğuk girmişti içeriye.

Üzerime gölgesi düştü sonra bana doğru eğildi Siraç. Ali onu hissetmiş gibi başını kaldırdı, ikimiz de ağlıyorduk. Bende başımı kaldırdım ve ona baktım. O gün ilk defa bir acının ateşini gördüm onun gözlerinde. Kendi de savruldu benim düştüğüm çukura.

"Bana sığın hadi." dedi hasret düşmüş sesiyle. Cevap vermedi soruma ama.

Ali'ye bakıyordu ama sözlerinin muhatabı bendim. Sesi yalvarır gibi çıktı. "Canımı veririm sana, ne olur sığın bana. Zarar vermem." İlk defa yalvardı. Dün geceye de atıftı sözleri.

Göz göze geldik, acımı acısı yaptı. Bana yandı, ona yandım. Ama artık savrulacak külüm bile kalmamıştı.

" Böyle çaresiz durma, Elif'im!" dedi. Bu sefer muhatabı direkt bendim. Sesindeki feryadı ben duydum, onu en son sardığımda da aynı çaresizlikteydi sesi.

"Benim suçumdu." Her şeyi üstüne aldı, dünü de bugünü de. Bana bir şey bırakmadı ama en büyük suçu ben işlemiştim.

Bırakamazdım ona bu yükü. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Bütün bariyerlerim yıkıldı sanki ona bakınca. Bedenim sarsılıyordu acıyla. "Öldürdüm onu ben," dedim. "Katil oldum ben!"

Bağırarak söylediğim bu cümleler bütün çaresizliğimin, vicdan azabımın acısındandı. Feryat ede ede tekrar ettim. "Silah tuttu ellerim, oysa dokunmayacaktım bile." Ali'yi elimden aldılar. Gözüm hiçbir şey görmüyordu. İtiraz edemedim.

"Babamı vurmuşlardı, ben bir başkasının canına sebep olmayacaktım." Kolları bedenimi sardı ama çırpındım kurtulmak için. Yere göğe sığamıyordum ki ona sığınacaktım.

"Öldü, değil mi? Ben öldürdüm onu." Kolları sımsıkı sardı beni. "Günışığı!" diyordu. Duymuyordum. Işığım mı kalmıştı, ben bir başkasına karanlık olmuştum.

Üstüme bir şey örtüldü. Kokusunu aldım ama burnuma öyle kan kokusu geliyordu ki sanki tenime işlemişti.

Arkamda bir ceset vardı. Bendim sebebi. Bendim müsebbibi.

"Ben öldürdüm, ben, ben!" dedi, defalarca vurdum göğsüne. Başımı çevirip bakmaya çalıştım, izin vermedi. Yumruklarımın fiziksel acısı yoktu belki ama kalbimde sanki sözlerimle her ikimizi de bıçaklıyordum.

"Değilsin Günışığı," Sesi ikna etmek için kısıktı ama içinde acı vardı. "Sen kendini korudun. Yapma, acıtma canını, acıtma canımı!" dedi. Onun canı bendim sanki ama yok etmiştim. Çırpındım kollarında.

Defalarca, "Değilim!" dedim, defalarca ikna etmeye çalıştı beni.

Sonra pes etti. Beni kucakladığında başımı göğsüne bastırdı. Görmemi istemiyordu, biliyordum. "Bırak, göreyim." dedim ağlamaktan kısılmış sesimle. İzin vermedi, daha çok bastırdı başımı. "Bırak yüzleşeyim." dedim yine izin vermedi.

"İzin vermem. Senin bir suçun yok, herkes hakkı olanı aldı." Acısının ardında acımasızlığın, öfkesini duyumsadım. Tutuyordu aslında kendisini. Gazap oradaydı, asıl herkes bundan nasibini alacaktı.

Ama buna rağmen başıma bastırdığı eli şefkatle yanağımı okşadı. "Sen ise en masum olanımızsın, Günışığı." dedi. Bunu söylerken sesindeki suçlululuğu, acıyı duymak o kadar ağrıma gidiyordu ki.

Değildim, öyleysem bile artık değildim.

Kapının önüne gelince omuzundan vurulmuş olan kadın korumayı görmeme izin verecek kadar elini başımdan çekti. Nergis üstüne eğilmişti. Ona vuruyordu. Yumruklarını birbiri ardına sıralıyordu.

"Demek ona zarar verdin, öyle mi?" derken sesinde öyle bir hırs vardı ki gözlerimi kaçırmaktan başka bir şey yapmadım. Bakışlarımı uzaklaştırdım ve başımı Siraç 'ın göğsüne gömdüm.

Odada bir ceset bırakmıştım. Kendimden bir parçayı da öyle. Belki de masumiyetimi orada bırakmıştım.

Gözyaşlarım o kadar hızlı bir yenisine hazırlanıyordu ki durduramıyordum. Soğuk ayaza çıktığımızda beni kendine sakladı, gün aydınlanmaya başlıyordu.

Sabah namazının uzaktan sesini duyuyordum.

"Allah'ım!" dedim iç çeke çeke. "Özür dilerim Allah'ım!" Bakışlarını üstümde hissediyordum ama bakamıyordum ona. Etrafta o kadar çok insan vardı ki sanki büyük bir karmaşanın ortasındaydım.

Sirenlerin sesini de duyuyordum

"Özür dilerim, Allah'ım! Çaresiz kaldım. Bilerek yapmadım. " Dedemin ve amcamların sesini duydum. Çatışma bitmişti ama çok geç kalmışlardı.

"Yadigarım!" diyen dedemin sesiyle başımı kaldırdım. "Dede!" dediğimde bastonunu bırakmış hızlı adımlarla bana doğru geliyordu. Siraç 'ın kucağında bana sımsıkı sarıldı. "Kurban olduğum, çok korktum dedem!" dedi.

Sesli bir şekilde ağlıyordum, durduramıyordum kendimi. "Dede, ben birini öldürdüm." dedim sesim titriyordu. Eli yüzümde dolaştı, yaralarıma dokundu.

"Dede ben birini öldürdüm, silah tuttu elim. Katil oldum." dedim. Durduramıyordum kendimi. Siraç 'ın kollarında zangır zangır titriyordum. Siraç sıkıntıyla iç çekti. Dedem sessiz kaldı ilk. Buz kesmişti bu sessizlik.

"Sana ya da Ali'ye zarar verecek miydi?" dedi bir an sonra. Bakışları bende değil Siraç 'taydı.

"Evet ama..." dedim kısık bir sesle, sözümü birden kesti. "O zaman kendini de çocuğu da korumak zorundaydın torunum." Sözleri birer tokat gibiydi. Sarsıldım sanki. Bana doğru döndü. "Çünkü korunamadın." dedi sert bir sesle.

Sesi bıçak gibi keskindi. "Bu iş bitsin, yaraları sarılsın. Onu bana vereceksin Vuslat!" Bağırmadı ama öfkesi bariz bir şekilde yüzüne yansımıştı.

"Bu iş burada bitti. Ben torunumu sokakta bulmadım!" Sesi kulağımda yankılandı sanki. Zaten kanıyordum. Kan ağladı sanki yüreğimde. Sığındığım göğsünde kaybolmak istedim.

Siraç 'ın sesi çıkmadı, yüzüne baktım. O da öfkeliydi, patlamak üzere gibi gözüküyordu. Dedemle bakışları çarpışıyordu. Amcamların da geldiğini görünce, başımı onun yüzüne gömdüm. İşler daha da kötüye gidecekti.

"Ne olur gidelim." dedim. Bunu şimdi kaldıramazdım.

Yapamazdım, bunun yükünü taşıyamazdım. Bir an sessiz kaldılar ama dedem "Şimdi git!" deyince Siraç harekete geçti. Dedem dönmeyecekti sözünden biliyordum.

Siraç durmadı, arkasını döndüğünü biliyordum. Arabaya doğru taşınırken, "Ali nerede?" dedim boğuk bir sesle.

Çenesini gördüm başımı kaldırınca .Öfkesiyle, belki de acısıyla kaskatı kesilmişti. "Eylül geldi. Onun kucağında şuan." dedi sert bir sesle. Sonra benimle konuştuğunu fark etmiş gibi yüzü bana doğru döndü.

"Düşünme artık, zaten yeterince fedakarlıkta bulundun. Daha da yakma kendini, Günışığı." dedi. Sözlerinde her şeyin vicdan azabı vardı.

Başımı kaldırmak istedim. Çevreme bakmama izin vermedi. Sadece dedem geldiği zaman çevreyi biraz görebilmiştim. Ormanlık bir alandaydık.

"Yandım zaten." diye mırıldandım tekrar gözlerim dolarken.

"Benim yüzümden." dedi.

En çok kendine kızgındı. "Değil." desem de inanmayacaktı. Onu suçlamıyordum. Onun yöneltildiği yolu suçluyordum ben.

Yine de suskunluğun ardında ikimizin de vicdan azabı vardı.

⚜🔱⚜

Arvtin 'de olduğumu öğrendim. Beni kaçırdıkları yerin Artvin'in Sarp köyüydü. Gürcistan sınırından Rusya'ya kaçırılacak, Evgeny'i destekleyen akrabalarına teslim edilecektim.

Eylül'den tek bunları öğrenmiştim. Yaralarım yüzünden bir otele götürülmüştüm. Eylül, kadın bir doktorla birlikte yanımdaydı ama ben yaralarımı göstermek istemiyordum.

Gözyaşlarım istemsizce dökülüyordu, durduramıyordum. Sanki ellerim kan kokuyordu, kendime tahammül edemiyordum.Gün aydınlanmıştı ama perdeleri kapatmalarını istemiştim. Aydınlığı görecek halim yoktu.

Siraç beni odaya bıraktıktan sonra dışarı çıkmıştı ama gitmeden önce uzun süre ellerini çekememişti üzerimden. "Geleceğim, hemen geleceğim." Bu sanki benden önce kendisi için bir teselliydi. Üzerime doğru eğilmişti. "Ağlamak yok, Günışığı." demişti. Sesi o kadar merhamet doluydu ki boğazım düğüm düğüm olmuştu.

Onda da bir şeyler değişmişti. Öfkesinden önceydim artık. Kaybetme korkusu o kadar gözlerine işlemişti ki ona bakınca istemsizce ağlamam şiddetleniyordu. Çok korkmuştum. Ondan ayrılmaktan da çok korkmuştum aslında.

Eylül gelmişti o gittikten hemen sonra. Beni gördüğü anda her zaman neşesiyle mutluluğu geri getirirken, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı.

Sarıldığında, "Allah'ım şükürler olsun, şükürler olsun!" diyordu. Beni kırmaktan çekinircesine sarılıyordu. "Çok korktum, mahvolduk hepimiz."

Sakinleştikten kısa bir süre sonra Ali'yi sormuştum. Yanıma getirmiyorlardı, merak ediyordum. "İyi, Demir yanında. Sürekli güldürmeye çalışıyor. Birazdan uyutacaklarmış. Olanları unutması ya da atlatması için hemen psikoloğuyla görüştürülecek. Gerekirse yanında kalırız." demişti.

O anlar bir çocuk kolayca unutabileceği anlar değildi. "Şiddet gördü, Eylül." dedim o an. Sesim titremişti. "Benim yüzümden." Ağlamak o an benim için bir zaruriyetti. Vicdanım o kadar acıyordu ki göğüs kafesim ateşten bir çukurdu sanki.

Eylül beni teselli edememişti, şimdi de tedavi olmaya ikna edemiyordu. Kimsenin yaralarımı görmesini istemiyordum çünkü. Ben bile bakamıyordum, bakarsam hatırlardım. Bakarsam kimin yaptığı anılarıma düşerdi ve onu orada cansız bir şekilde bıraktığım hatırasıyla beni boğardı.

Selvi'nin gövdesine yayılan kan sızıntısının görüntüsü, yerde yatarken etrafını saran kan gölü gözümün önünden zaten gitmiyordu. Siraç ölü halini göstermemişti ama bu bana iyi gelmemişti. Her şekilde boşluğa bakan gözleri canlanıyordu aklımda.

İç çamaşırlarım hariç üstümdekiler çıkartılmıştı. Yatağın içerisinde iki büklüm yatıyordum. "Eylül ne olur beni bırakın lütfen, istemiyorum." dedim bir kez daha. Yastık gözyaşlarım yüzünden ıslaktı. Yüzümde öyle ama hareket etmek bile istemiyordum.

"Yapma Elif! Yaraların var, tedavi edilmen lazım. Ya hayati bir şey varsa, ne olur korkutma beni daha fazla." Sesi o kadar hüzünlüydü ki, sırf bunun için ona dönmeliydim ama yapamıyordum. Tekrar örtüyü açmaya çalıştığında örtüye kenetlediğim ellerimi daha da sıktım.

Tek gücüm buydu, geriye kalan bedenimden kan çekilmişti sanki. "Ne olur bırakın beni. Kimse baksın istemiyorum. Yalnız kalmak istiyorum." dedim gözümü kapattığımda bir yaş daha yanağıma doğru süzüldü.

Doktor hanım konuştu. "Elif hanım, lütfen izin verin. Yüzünüz kötü görünüyor. Yaralarınız da hayati tehlikeler olabilir, ön bir kontrol yapalım da en azından ona göre hastaneye götürelim hemen. "

Başımı olumsuz anlamda salladım. Konuşmak bile istemiyordum. "Lütfen gidin." diye fısıldadım.

Eylül'ün kızgın sesini duydum sonra. "Ama yeter ya! Kalpten gideceğim ben korkudan." Kesin elini kalbine koymuştu. Korktuğunda böyle yapardı.

" Siraç'ı çağırıyorum ben. Bir güzel de şikayet edeceğim karın tedaviye izin vermiyor, diye. O senin hakkından gelir."

Başımı kaldırdım Siraç 'ın adını duyunca, ona doğru döndüm. "Zor durumda bırakma adamı, gitmek zorunda kaldı zaten. "dedim. Göz göze gelince ilk defa gülümsedi.

"Kocanın adını duyunca hemen cevap veriyorsun bak. Yok, yok senden önemli işi yok onun zaten." dedi ve aradı beni dinlemeyip. Bir güzel de şikayet etti. Tedavi olmak istemediğimi söylediğinde örtünün altında daha çok gömüldüm.

İstemiyordum, yaralarımı sardırmak istemiyordum işte. Kendimi önemsemek de istemiyordum. Birisini öldürmüştüm, kendime acıyasım gelmiyordu artık.

Kapı kısa süre sonra açıldı ve kapıya dönük olduğum için onu gördüm. Üstünde siyah bir gömlek vardı ama buruş buruştu, katlanmış kolları bile dağınıktı. Tıpkı saçları gibi. O kadar gergin gözüküyordu ki, sanki beni odada bulamayacakmış gibi odayı taradı gözleri.

Sonra bakışlarımız çarpıştı.

Gözleri gözlerime değdiğinde ben düştüğüm karanlıkta bir an huzur buldum sanki. Onun ki lacivertti çünkü ama gözyaşlarım onu hissetmiş gibi daha hızlı döküldü.

O gelince Eylül'le, doktor hanım odayı terk etti. Benim gözlerim ise ondan bir an bile ayrılmadı.

Halimi görünce o güzel gözlerinde acı gördüm bir kez daha. Artık bana saklayamıyordu kendisini. Üç uzun adımda yanıma geldi ve yatağın önünde diz çöktü. Yüzümü ellerinin arasına aldı ve baş parmaklarıyla yanaklarımı gözyaşlarından arındırdı. Merhameti karşısında içim acıdı.

Gözlerimi kaçırdım. "Bana bak, Günışığı." dedi şefkat dolu bir sesle. Direndim ona ama izin vermedi, yüzümü ona döndürdü nazikçe.

Tekrar göz göze geldiğimizde, "Sen yaralıysan, bende yaralıyım." Dudaklarım titredi kaybetme korkusunun sancısıyla. O kadar yaklaşmıştım ki. Yüzü acıya bulanmıştı. Aslında orada kendi üzerine yükledikleri saklıydı. Hala hatırlıyordu o geceyi.

Eğildi ve dudağımın kenarındaki yarayı öptü. Sanki şifa oldu. "İster misin yaralı bırakmayı?" dedi.

Beni o kadar iyi tanıyordu ki, vicdan azabımdan kendimi kahrettiğimin o kadar farkındaydı ki, beni en büyük zaafımdan, kendisinden vuruyordu.

Başımı olumsuz anlamda salladım. "İstemem." dedim titrek bir sesle. "Ama kimse görsün de istemiyorum." diye devam ettim.

"Ama o zaman iyileşemezsin." dedi acı bir sesle. O da acısını çekiyordu biliyordum. Yüzü öfkesinin önüne geçmiş endişesiyle kaskatı kesilmişti.

"Sende bana göstermedin. Sarmama izin vermedin. " dedim kısık bir sesle. Bir elim uzandı ve yanağına dokundu. Elimin üstündeki sıyrıkları, avucumun içindeki yaraları gördüm. O da gördü.

Sözlerim de, yaşadıklarım da ona acı çektiriyordu. O geceye atıf yaptığımı biliyordu. İkimizi de yaralı bıraktım öyle.

"Bende istemiyorum." dedim. Yaralı elimle hafif sakallarıyla sarmalanmış yanağını sevdim.

İç çekti bir an. Aklında ne dolandığını bilmiyordum. "Yeterince fedakarlıkta bulundun. Benden fedakarlık bekliyorsun, öyle değil mi?" dedi. Başımı olumsuz anlamda salladım.

"Ben seni istiyorum, yaralı veya değil ama sen kendini kabul edemiyorsun ki bendeki seni kabul edesin." Onunla konuşunca gözyaşlarım dinmeye başlamıştı.

"Bak şimdi ikimiz de yaralıyız." dedim iç çekmeden önce. Onu suçlamıyordum aslında ama o kendini suçluyordu, biliyordum.

"Benim yüzümden tekrar." dediğinde başımı olumsuz anlamda salladım. Sanki eziliyordu bu yükün altında. Rahatlatmak istedim onu. "Hiçbir suçun yok, Esin hanımın işi." dedim.

Başını kaldırıp bana baktı. Öfkesi karanlığa büründü gözlerinde. "Ali'nin cebinde bir çip vardı, o koymuş." dediğimde sanki aklında bütün yapbozlar oturdu. Neleri bildiğini neler olduğunu bilmiyordum ama bu bilgiyi vermek zorundaydım.

Gazabı görür gibi oldum yüzünde. Öfkesini dindirmek için dişlerini birbirine bastırdı. Sonra bana doğru döndü tekrar. Benim için tutuyordu kendisini.

"İzin ver, tedavi etsinler seni." Tekrar öptü dudağımın kenarındaki yarayı. "Benim için." dedi ilk defa. Bendeki yerini kullandı.

Başımı olumlu anlamda salladığımda gülümser gibi oldu. Bende gülümsedim istemsizce. Korku sanki yılların hasretini girdirmişti aramıza.

Gözleri gülüşüme takıldı, bir an sonra başını boynuma gömdü ve, "Bir daha nefes alamayacağımı sandım." dedi korkusunu itiraf ettiğinde tekrar gözlerim doldu. Ona sarıldım sımsıkı.

"Bende." dedim, içten içe sürekli bu korkuyla çarpışmıştım. "Bir daha gün yüzü görmeyeceğimi sandım."dedi. Boynumdan öptü.

"Sensiz ben hep karanlığa mahkum." dedi.

"Sensiz ben hep karanlığa tutsak." dedim .

Çünkü o karanlıkta bile lütuftu. O gecede en güzel anı taşıyordu.

Bir şey söylemedi. Yaralarımdan korkarcasına sımsıkı sarıldı. Bu bile zaten şifaydı.

⚜🔱⚜

İlk kontrol de zedelenme bulguları olduğunu söyledi doktor. Yine de hastaneye gidecektim çünkü duvara çarpıldığım da ve sürüklendiğimde sırtım mahvolmuştu. Yaralarım için bazı kremler vermişti ama önce banyo yapmak istiyordum.

Bunu ona söylemedim çünkü itiraz edeceğini biliyordum ama kan kokuyordum. Sürekli burnuma kan kokusu geliyordu ve o anı hatırlıyordum.

Siraç gitmişti, ben yollamıştım aslında. Bunun sebebi yaralarımı şimdi görürse kontrolünü kaybedecek olmasıydı aslında. Bunu istemiyordum.

Eylül bile sırtımı gördüğünde kısa bir an odayı terk etmişti çünkü. Geldiğinde gözleri kıpkırmızıydı. Ağladığını biliyordum. Yine de ikimiz de bir şey söylemedik.

Bu süreçte annemlerle konuştuğunu öğrendim. Dedesi de buradaydı. Levent beyin bu işte olduğuna şüphelenmiştim ama dedemlerle birlikte hareket ettiğini söylüyordu Eylül. Kaçırılmadan o da kendisini mesul tutuyormuş.

Bir şey söylemedim Eylül'e. Aslında kimseye güvenmiyordum da artık. Siraç 'ın oynadığı oyunda bir an yanında, diğer an karşılarındaydılar.

Bu oyunun en büyük zararı Siraç 'aydı.

Dedemin sözleri geliyordu aklıma. Onu pimi çekilmiş bir bomba olarak kullanma ihtimali aklımda canlanıyordu. Bu düşünceden nefret ediyordum.

Tedavi sona erdikten sonra doktor sakinleştirici vurmak istedi ama izin vermedim. Ayık olmak istiyordum. Biliyordum ki bilincimi kaybedersem kabuslarla boğuşacaktım. Geciktirebileceğim kadar geciktirmek istiyordum bu yüzden.

Onlar odayı terk ettikten kısa bir süre sonra dedem girdi odaya. Kaşları çatık, yüzü gergindi. Bir sandalye çekti yatağın hemen kenarına. Hiç zorlanmadan oturdu ve bastonunu bir kenara koydu.

Eli sarılmış olan elimi aldı ve sımsıkı sardı. Boğazımdaki düğüm kalıcıydı sanki. Gözlerim doldu ama ağlamadım. Siraç gittiğinden beri ağlamamıştım. Gözyaşlarım sanki sadece onaydı.

"Buradan gideceğiz, yadigarım." dedi dedem sakin bir sesle. Ona baktım, yılların kattıklarını izledim suratında. Onun yüzündeki acı banaydı, biliyordum. Değer görmek, çok güzeldi ama bazı anlarda yetmiyordu.

"Hayır, dedem." dedim. Belki de hayatımda ilk defa açıkça itiraz ettim ona. Gergin suratı bu yüzden şaşkınlıkla sarsıldı.

Devam ettim açıklamak istercesine. Elimi tutan elini sıktım. "Bana bu dönen oyunu, Siraç 'ın ve benim bu oyundaki rolümü söylemeden onu bırakmam . Bana onun bu intikam uğruna ya da senin de haberin olan oyun uğruna ölmemesinin teminatını verebilir misin?"

Sıkıntıyla iç çekti. Yüzü tekrar eski haline dönmüştü. Bana doğru eğildi. "Hayır yadigarım, veremem ama senin de artık zarar görmene izin vermem. Sen bana şehit oğlumun emanetisin." Gözleri doldu koskoca ulu çınarın. O kolay kolay ağlamazdı.

Gözlerimi kaçırdım ondan. "Ben öbür dünyada onun yüzüne bakamam." dedi. Gözlerimi sımsıkı kapattım.

Metanetimi korumak zorundaydım. Babamı anınca bütün kalkanlarım iniyordu, benimde birini öldürdüğüm aklıma geliyordu.

"Ben onu bırakırsam biliyorum ki o uçuruma sürüklenecek, dede. Yapamam," Sesim titredi. "Çok seviyorum, geç kaldınız artık. Susarak ortak oldunuz. Şimdi bile isteye koparamazsınız beni ondan."

Gözlerimi tekrar açtığımda acı konuşmak istemiyordum ama onun kararlılığını da görüyordum. "Esin hanım Ali'nin cebine çip koymuş. Bu sayede yuvanın içine sızmış, kılık değiştirerek." Daha fazla ayrıntıya girmedim. Daha sonra mutlaka hikayeyi benden dinlemek isteyeceklerdi zaten. Defalarca aynı acıyı yaşamak istemiyordum.

"Siz çağırdınız onu dedem eve. Size dedim Siraç bu konuda çok hassas diye. Fikrimi bile sormadınız bana." Onu yaptığı hatadan vururken benim daha çok canım yandı ama duramazdım. Gözleri acıyla doldu.

Ağzını açıp konuşmaya yeltendi ama bir kez daha saygısızlık ettim ona. "Böyle bir hileyi sizde fark edebilirdiniz." dedim söyleyeceklerini fark ederek.

"Niye şimdi onu suçluyorsunuz? Beni kaçırdıkları yer onun değil Levent beyin korumasındaydı. Bu adam hangi bir yere yetişsin, insan değil mi o da? " İç çektim tekrar. Ağlamak üzereydim zaten. Ben artık bunun sadece intikam yüzünden olduğunu da düşünmüyordum.

Bunu o gece o kriz geçirdiğinde fark etmiştim aslında. Yaralı bir çocuktan bir canavar oluşturmuşlardı. Kimse onu insan yerine koymuyordu.

Tekrar ettim bu yüzden. "O da insan değil mi dedem? Babası yok, annesi ona ihanet ediyor diye niye onu kimse düşünmüyor?"

Dedem bakışlarını benden kaçırdı. Sanki sözlerimin ağırlığıyla çökmüştü. Kalkmaya yeltendiğinde elini yakaladım. "Hayır, böyle kırgın ayrılmayalım." dedim gözyaşlarım tekrar akmaya başladığında.

"Ben onunla evleneceğim, dede ama bir gün beni de gerçeklere dahil etmek zorunda kalacaksınız. O zamana kadar, yalvarırım yanımda olun." Gitmesini istemiyordum, o da bana baba yadigarımdı.

Dudaklarını birbirine bastırmıştı, üzgün olduğunda böyle yapardı hep. Onu üzmek hiç hoşuma gitmedi ama çaresiz kalmıştım.

Bir süre durdu, bana baktı öyle. En sonunda kıyamadı sanki. "Öyle olsun yadigarım." dedikten sonra alnımı öptü ve odadan çıktı.

O gittikten sonra üzerime örtüyü alıp yavaş adımlar atarak banyoya girdim. Her adımım da vücudum sızlıyordu. En çok ağrıyan yer ise sırtımdı. Birde nefes alırken zorluk çekiyordum.

Soyunurken aynaya özellikle bakmaktan kaçındım. Üzerimdeki sargılara doktorun verdiği koruyucu kremleri sürdüm ve sıcak suyu açtım , koruyucuları taktım.

Ilık suyu açtığım anda kapanan gözlerimin ardında silahı aldığım anın görüntüsü, Selvi'yi vuruşum, bana şaşkın bir şekilde bakışı, onun yardım isteklerini görmezden gelişim, Ali'nin şiddet görmesi, çığlıkları, hepsi birden sanki sırayla üstüme saldırıyorlardı.

Yaralarım şidddetle sızlıyor, bende onlarla birlikte yanıyordum. Saç diplerime dokunamazdım bile. O kadar acıyordu.

Kollarımı gövdeme sardım. Umursamamaya çalıştım ama olmadı. Nefesim hızlanmıştı. "Boğuluyorum, Allah'ım, boğuluyorum!" dedim tekrar ağlamaya başladığımı hissederken kendimi sıktım, bu kabustan kurtulmak için.

"Senden başka kimse bana yardım edemez, Allah'ım!" dedim, yakarıyordum aslında. Biliyordum, o mahzun olmuş kullarını geri çevirmezdi.

Tek çarem oydu. Hep o olmuştu.

Hızlanan nefesimi kontrol etmeye çalışırken banyonun kapısı telaşla açıldı. Olduğum yerden köşeye sindim korkuyla. Yerimden sıçradım.

"Kim o?" dedim duşa kabinin ardından. Duşa kabin ardına kadar açılınca küçük bir çığlık kaçtı ağzımdan. Yüreğim ağzıma gelmişti.

Siraç'ı karşımda gördüğümde olduğum yerde büzüştüm resmen. "Çık dışarı!" dedim. Giyinik değildim.

Ama o bunun farkında gibi gözükmüyordu. Yüzü dehşetin izlerini taşıyordu. "Neredesin sen?" dedi bağırarak.

Yerimden sıçradım tekrar. Çok korkmuştum. Sonra idrak ettim o da korkmuştu. Yüzündeki dehşetin sebebi buydu. "Kan kokuyordum." dedim kısık sesle. Kimseye haber vermemiştim, suçluydum, farkındaydım ama kurtulmam lazımdı.

Yine de öyle bir bakıyordu ki sebebim bile yetersiz gelmişti o an. Korkutmuştum onu.

Yüzüme bakmaya devam etti. Gözleri hiç başka yerden şaşmadı ama kan oturdu yanaklarıma. Kalbim utançtan hızla atıyordu şimdi.

"Ne olur çık şimdi." dedim. Sesim yalvarır gibi çıkmıştı. Beni dinlemedi. Lacivertlerinde acının ateşi vardı.

Gece de hüzün kokardı. "Kan mı kokuyorsun?" diye mırıldandı. Dehşeti dinerken ardında yatan korkuyu gördüm. İçim acıdı, ona bunu yapmaya hakkım yoktu.

"Özür dilerim, düşünemedim. Korkuttum, değil mi?" dedim. Bir yandan da örtünecek bir şey arıyordum. Bakmıyordu ama yerin dibine girmek istiyordum şuan.

O sanki sözlerimi dinlemiyordu ama gözleri yüzümden ayrılmıyordu. Gömleğinin düğmelerini açmaya başladığında kekeledim. "Ne-e ya-pıyorsun?"

"Bakmıyorum ama sar bunu üstüne." dedi sonra daha önce sorduğu soruyu tekrar etti. "Kan mı kokuyorsun Günışığı?"

Gömleğini çıkartıp bana uzattığında bana çok geniş olduğu için bir havlu gibi üstüme sardım onu. Giyemedim çünkü kollarımı kaldırabilecek kadar kuvvetim yoktu. Zaten sırtım çok ağrıyordu. Gömleğin kollarını önümde bağladım. Birkaç düğmesini de ilikledim ki üstüm gözükmesin.

Sabırla beni bekledi. Sadece yüzüme bakıyordu. Kollarımdaki sargıları görebildiğinin farkındaydım ama. Hatırlamasın istedim kollarımdaki morlukları. Bu yüzden saklanmaya çalıştım, zaten sargıyla kapalıydı ama çekindim ondan.

Sorusuna cevap verdim işim bittikten sonra. Yanıma duşa kabine girmişti. Artık ikimizin üstüne de su akıyordu. "Unutamıyorum." dedim yıkık dökük bir sesle.

"Sanki ellerim kan kokuyor."

Öfkesi vardı, acısı da. İkisi de galip gelemedi bu sefer. Sanki baş eğmişti ikisine de. Bu yüzden eğildi önümde, ellerimi ellerinin arasında aldı.

Avuç içlerimi öptü. Zaten titreyen dudaklarım bu sefer acımı tutamadı dudaklarımın ardında. Yine ağlamaya başladım. "Özür dilerim," dedi kısık sesle.

"Yapma." dedim ama dinlemedi bile.

"Canın, canımdı." Bir daha öptü avuç içlerimi. Sular damlıyordu yüzünden, saçlarından ama acısını da örtbas edemiyordu. Ben nasıl sevmezdim bu adamı şimdi. "Canının yaktım. En büyük sebebi ben oldum."

O gün için de özür diliyordu, biliyordum. "Ben geldim yanına Siraç. Ben istedim. Bugün de senin suçun değildi. Her şeye yetemezsin, insansın sen." Tuttuğu ellerimi kaldırdım ve avuçlarımı yüzüne sardım.

Duyuyordu ama sözlerim dindirmiyordu acısını. İnanmıyordu bana.

"Hata yaparsın, uyursun, gülersin, bir ailen olur." Dudaklarım ufak bir tebessümle kıpırdadı. Onun yüzünde acı vardı.

" Sürüklendiğim bu yolda sana kızarsam bencil olurum çünkü kalbimi açtığımda bunların olabileceğinin farkındaydım ben. O zaman da biliyordum benden saklanılanları, düşmanlarını. Bunu bilmiyormuş gibi yapamam. Üstelik senin suçun yoktu bu sefer. Dedeme de dedim."

Hayır, kendi suçumu da onun üstüne atamazdım. Geç kalmışsa bile bunun onun suçu olduğunu sanmıyordum. Bir sebebi vardı ama soramadım o an bunu ona, zaten yeterince azap çekiyordu.

Onun da elleri omuzumu buldu. Morlukları görüyordu, farkındaydım. Tıpkı sözlerimin ona etki etmediği gibi, azap da elini üstünden çekmiyordu.

"Ona gitmeyeceğini söylemişsin." dedi. Başımı olumsuz anlamda salladım.

"Tek sır saklayan sen misin? Susarak onlar da ortak olmadılar mı? Niye herkes üstüne düşen payı almıyor?" Kızgındım bu duruma. Herkes kendi suçunu üstlenmeliydi. Tıpkı benim yaptığım gibi.

Sesini çıkarmadı bir süre. Sıcak su üstümüze akarken yaralarımın üstünü okşuyordu hafifçe.

Başımı göğsüne yasladığında, "Benim sana karşı yapabileceğim en büyük fedakarlık, seni bırakmak olur, Günışığı. Eğer," dedi. Kelimelerle her daim oynayan, vuran adam kelimeleri dile getirmekte zorluk çekti. Saçlarımı okşadı usul usul.

"Gitmek istersen dedenle engel olmam. Benim için sonu nefessiz kalmak olsa da, olmam." İrkildim bu sözlerle. Onun sesinde, sözün de de acı vardı. Geri çekildim ve buruk bir tebessümle ona baktım.

Bu da acıydı.

"Sende mi?" dedim. Bende aynı çukurdaydım artık. "Sende mi bırakacaksın beni?" Anmam bile ayrılığı onu mahvetti sanki. Beni de mahvetmişti.

"Sen istersen," dedi. "Biter bu oyun, korurum hep uzaktan seni. Yaklaşmam bir daha yanına."

Şimdi ikimiz de eşit derece de yaralıydık. Hem bedenimizle, hem de kelimelerimizle.

⚜🔱⚜


Bölüm sonu siz resmen djdj

Şimdi sakin oluyorsunuz bana da vurmuyorsunuz çünkü diğer bölüm düğün var.😏💣🙊💦

Ben size kıyamam zaten😘

Bu arada bölümde en çarpıcı kısım neresiydi?😢🙄

Sizce bu bölümün en haklısı kimdi?🤔🤯

Cevaplayın bakıyım.😍😘

Eğer İnstagram da yeterince talep olursa yarın akşama yeni bölümden benim çok sevdiğim bir alıntı atacağım.🥸😏😍

Bakalım,bakalım💌💋 😏💣

Sınırı unutmayın! Sizi çok seviyorum.🌸😍

Bir daha görüşene kadar inşAllah, kendinize iyi bakın. Allah'a emanet olun!🌸😍💞💓

Continuer la Lecture

Vous Aimerez Aussi

1.1M 47.7K 43
0545* Sizi "MAFYA" adlı gruba ekledi #Romantizm kategorisinde 1.Sıra✨ #3Ay kategorisinde 1.Sıra✨ #Siyah kategorisinde 1.Sıra✨ #Esir kategorisinde 1.S...
608K 77.9K 27
"Leyla!" Günlerin yer değiştirdiği o saatlerde, gecenin en karasında, bir ruhun kilitli kalmış sokaklarındaydık. "Burada ne arıyorsun?" Başkası içi...
41.3K 2.4K 30
Yaşadığı bir olay yüzünden sesini kaybeden bir kız. Annesinin yeni evliliği yüzünden mecbur İtalyaya taşınır, italyada yeni arkadaş edinen kız, arkad...
ZİKO (bxb) Par Ekim

Roman d'amour

1.3M 99.2K 51
Her şey, sosyetenin ve iş dünyasının gözdesi Affan Saltan'ın kirli işler denildiği zaman ilk akla gelen çete lideri Ziko'ya işinin düşmesiyle başladı...