wish you back, minsung ✓

By kenyusiimii

481K 41.9K 58.9K

yaramızı unutturur, yarayı kapatan aşk yaradan da derin. | othello sendromu, psikolojik More

0.1
0.2
0.3
0.4
0.5
0.6
0.7
0.8
0.9
1.0
1.1
1.2
1.3
1.4
1.5
1.7
1.8
1.9
2.0
2.1
2.2
2.3
2.4 F' 🤍
Wish You Back 💙
Special Chapter ☆

1.6

16.2K 1.6K 1.3K
By kenyusiimii

Innie sepsessiz evde ağır adımlarla odasına doğru çıkarken ağlamaya hazır gözlerini elleri ile ovup gözyaşlarını geri gönderdi. Trabzanlardan güç alıp tamamen üst kata çıktığında derin bir nefes çekmiş ve kapısını aralayıp başını içeri uzatmıştı.

Jisung onun yatağında, sırtı kapıya dönük bir biçimde yatıyordu.

Hıçkırık seslerini duyuyordu şimdiden, uyumuştu ama hala hıçkırıyor ve iç çekiyordu. Çantasını yere bıraktığı gibi yatağa ilerleyip tereddüt etmeden Jisung'un arkasına uzandıktan sonra küçücük olmuş bedenine kollarını sardı.

Kendine kızgındı. O odasında yalvarıp ağlarken gittiğine inanamıyordu, Jisung'u ilk defa bu kadar ciddi bir kriz anında iken görmüştü.

Daha önce şahit olmamıştı hiç. Hatta ilaç bile kullanmadığını biliyordu. Geçen yıllarda Jisung hiç kriz geçirmemişti, bu sebeple görmemişti. Ama yine de Minho tedbirli davranmış ve Innie ile yalnız kaldıkları bir zaman ona babasının bu durumunu açıklayıp, kriz anında neler yapması gerektiğini söyleyip tavsiye vermişti.

İşe yaramış mıydı?

Hayır.

Çünkü Innie ilk kriz anında onu terk edip gitmişti.

Pişmanlıkla gözlerini yumup bu sefer gözyaşlarına engel olmazken yastığa düşen sıcak tanelerle alt dudağını ısırıp daha çok sokuldu Jisung'a. İlaç içtiğini anlamıştı. Yoksa uyanırdı şimdiden.

Minho sakinleştirici aldığında çok derin uyuduğunu söylemişti ona çünkü. Anlaması zor olmamıştı.

"Özür dilerim," diye konuştu duymayacağını bilerek. "Özür dilerim. Sen kendinden ödün verip beni yetiştirirken, seni umursamadığım için. Ben çok özür dilerim."

Uyanmamasını fırsat bilerek babasının karşısında hıçkırarak ağlarken bakıyordu Jisung'un ona dönük ensesine. Yine yanındaydı onun bir şekilde, uyusa da yanındaydı. Farkında olmasa da yanındaydı onun.

Yıllar önce yol kenarında karşılaştıkları andan beri yanındaydı onun aslında.

Innie'nin Jisung ve Minho'dan başka kimsesi yoktu.

Baba dediği kişi onu bebekken terk etmişti ve annesi, o doğarken vefat etmişti. Hala giderlerdi Jisung ile beraber ölüm yıl dönümünde annesinin mezarına. Anne demek içinden gelmiyordu belki ama annesi olduğunu biliyordu.

Onun için anne sıfatı Jisung'du.

Minho'nun da dediği gibi, bu eve ilk geldiği zamanlar çekingen küçük bir çocuktu. Aile kavramını tatmamıştı daha önce hiç, ne demek bilmiyordu. Jisung onunla gülerek eğlenirdi hep, canı sıkılmasın diye şakalar yapar çekinmesin diye çocuk gibi davranırdı onunla beraber.

Minho ise hep korumacıydı.

Yıllardır öyleydi.

Sevgisini fazla göstermezdi ama canı yansa, ilk onu bulurdu yanında.

İlk zamanlar korkuyordu ondan, Jisung'u daha çok seviyordu hep. Sonra bir gün, bahçede koşarken dengesini kaybedip yaralamıştı dizini. Canı yandığı için bağırdığında gelecek bir Jisung yoktu yanına, çekinmişti bu yüzden.

Ama onu camın ötesinden izleyen Minho, daha önce hiç görmediği endişeli bir halle gelmişti yanına koşarak. Yarası ile ilgilenmiş, Innie ağlarken o korktuğu adam da karşısında ağlayacak gibi olmuştu.

İşte o zaman anlamıştı Minho'yu. Ona gülmesine gerek yoktu, sürekli iltifat etmesine gerek yoktu. Bir kere sarılsa, korkma ben yanındayım dese yeterdi.

Baba ve anne kavramlarını böyle anlamıştı yıllar içinde.

Minnettar mıydı? Oldukça minnettardı.

Şimdi ise o günlere karşı nasıl böyle yapabildiğini aklı almıyordu.

Sabaha kadar sayamayacağı kez özür diledi Jisung'dan, en sonunda dünden beri hiç yemek yemediği için guruldayan karnı ile kalktı yataktan istemese de. Babasının üstünü örtüp ona son kez baktıktan sonra aşağı inip mutfağa geçmişti.

Minho yoktu.

Dolabı açıp bir şeyler çıkarmaya başladı yavaşça, Jisung da aç olmalıydı. Kalkınca uğraşsın istemedi. Ona ve kendine kahvaltı hazırlarken oldukça uzun bir süre sonra gördüğü rüyadan sarsılarak bir anda uyanmıştı Jisung.

Terden üstüne yapışan tişörtü tek hamlede çıkarıp attığında, "Rüya değildi," diye mırıldandı ve aklı düne giderken hüzünle gözlerini etrafta dolaştırdı. Özür dilemeliydi.

Eşinden özür dilemeliydi.

Yorganı tek hamle de üstünden attıktan sonra koşarak aşağı indi. "Minho!"

Ancak salonun ortasında gördüğü beden ona ait değildi. Şokla adımları duraksarken, "Innie?" dedi yine bir rüya da olmamak için. Sesi o kadar zavallı çıkmıştı ki şaşırmadı Jisung.

Gerçekten salonun ortasında oğlu durmuş, yavaştan kızaran gözleri ile ona bakıyordu. Aldığı, "Baba?" cevabı ile hıçkırarak atıldığı gibi kollarını küçük bedene sardı.

Anında kopup ağlarken Innie de ona sarılmıştı. "Buradasın," dedi Jisung zar zor seslerinin arasından. Eğip kokusunu içine çekti. "Buradasın. Geldin. Geldin. Teşekkür ederim, teşekkür ederim gitmediğin için."

Ona böyle düşündürttüğü için kendinden nefret etti Innie. "Buradayım," deyip daha sıkı sarıldı babasına. "Gidebilir miyim hiç?" dedikten sonra ağlamasın daha fazla diye sırtını okşadı. "Sence seni bırakabilir miyim?"

"Gideceksin sanmıştım. Çok korktum. Innie, sensiz yapamam ben."

Jisung geri çekilip karşısında ona bakan oğluna kocaman gülümserken kafasında beliren şeyle titrek bir nefes çekti içine.

Minho sözünü tutmuştu.

Uyandığında Innie burada olacak demişti ve uyandığında Innie buradaydı.

"Özür dilerim," dediğini duydu küçüğünün. "Özür dilerim baba her şey için. Seni öyle üzdüğüm, bunca zaman bana yaptığın her şeye rağmen seni kırdığım ve yok saydığım için özür dilerim. B-ben, ben sadece korktum."

Jisung haksızsın deyip ona bağıramazdı, bir yandan haklıydı Innie. Tüm bu bir yıl boyunca yine de hep susup ne durum yaşandıysa kabul etmiş ve ikisinin arasında yıpranmasını bile söz etmemişti.

"Ben bir kere daha," dedikten sonra korkuyla başını eğdi Innie. "Bir kere daha kötü olmamızdan korktum. Minho babam giderse diye korkuyordum, sen yine ona tavır alırsan diye. Her şey net olsun istedim, korku ile bu eve girmeyelim istedim."

"Haklıydın," deyip sıkıca ona sarıldı Jisung. Derin bir iç çekti. "Haklıydın. Her şeyin üstünü örttük, korkaklık yaptık. Bir yıldır kendimizle ilgilenmekten seni umursamadık bile. Haklıydın."

"Değildim. Değilim de. Siz yine de yanımda oldunuz benim, sen her daim ilgilendin. Minho babam da öyle, her yorgunluğuna rağmen geldi yanıma. Ben aptallık ettim, bir anda patladım. Korkum, daha büyük şeylere yol açtı."

Jisung cevap vermedi ona. Sadece elinden gelebilecek en iyi şeyi yaptı ve yanındayım sarılması verdi. Innie'nin dediklerini inkar edemezdi, çünkü dün sabah ne haldelerken bu sabah ne haldelerdi.

Her şey daha berbattı.

Bu sefer öfke yoktu ama.

Sadece ikisinde de pişmanlık vardı.

Minho yoktu.

Ve, hep o kızdıkları Minho için pişmanlık duyuyorlardı.

Zorla imzalattığı ve imzalarken Minho'nun elinin titrediği boşanma belgesini parmakları arasına aldı Jisung. Kahvaltıdan sonra salonda sessizce oturan oğluna kısa bir bakış attı ve yavaş adımlarla bahçeye çıktı.

Rüzgar o kadar şiddetli esiyordu ki attığı adımlar bile sarsılmıştı. Çöp kovasına ilerliyordu tereddüt etmeden, evin içinde bile kalmasını istemiyordu bu belgenin. Tenekenin önünde durdu adımları, Minho'nun bozuk imzasına baktıktan sonra cebinden çakmağı çıkardı ve yanmamakta ısrarcı olan kağıdı tutuşturdu.

Sönmemesi için direkt metal kovanın içine bıraktığında ilk önce Minho'nun imzası ardından da belge tümden yok olup gitmişti.

"Boşanmayacağız biz," dedikten sonra telefonunu çıkarıp eşinin numarasını tuşladı. "Boşanmayacağız."

Ancak o telefon açılmamıştı.

Jisung biliyordu kendinden çok Minho'nun onu tanıdığını. Belgeyi o anlık imzaladığını da biliyordu, kriz anında her şeyi kabul edip huyuna gitmesi de bunu gösteriyordu. Ancak hala ağlıyordu.

Çünkü yaptıkları yenilir yutulur cinsten değildi.

Yaptıklarını ona Minho yapsa, kaldıramazdı.

Odasında sessizce ağlarken Innie'nin adımlarını duyduğu gibi telaşla banyoya kaçtı ve hızla yüzüne su vurmaya başladı. "Anne!" dedi oğlu bağırarak. "Babam hala gelmedi."

Belki de benim yüzümden.

"Gelecek!" diye bağırdı Jisung aynadan kendine bakıp. Kıpkırmızı gözleri yine ona zavallı olduğunu hatırlatıyordu. Innie anlarsa ve neden ağladığını sorarsa her an kavga çıkardı yine.

Ben korkuyorum diyen çocuğuna, babana git dedim nasıl diyebilirdi?

Diyemezdi ki.

Telefonunu çıkarıp tekrar aradı Minho'yu. "Lütfen," dedi zorlukla konuşarak. "Lütfen aç."

Araması yine yanıtsız kaldı.

Defalarca aradı ancak tüm aramaları hep yanıtsız kaldı.

Hep bir sınır vardı aralarında, ikisinin de tık noktası olan sınırlar. Bu zamana kadar hiç geçmemişlerdi o noktaları, çünkü biliyorlardı ki eğer geçerlerse birbirleri için geri dönülemez şeyler yaparlardı.

Dün Minho'ya dediği sözler birer birer aklına gelirken kafasını salladı. "Sensiz mutlu olamam. İnanma buna."

İnanmazdı zaten. Biliyordu bunu.

Minho onun içini biliyordu.

Gözlerinin kızarıklığının geçtiğine emin olduktan sonra çıktı odasından ve aşağı inerek kollarını Innie'ye sardı. "Biraz dizinde uyuyabilir miyim?"

Innie buruk bir gülüş attı ona. "Uyuyabilirsin."

Bir şeyler olduğunu anlamayacak kadar saf değildi, gelmese bile arardı Minho. En azından Jisung'u aramasa bile onu arardı. Bağırmak istiyordu bir yandan. Dün ettiği laflar yüzünden. Ne kadar da ağır konuşmuştu Minho'ya karşı.

Ama yine de Minho onun peşinden gelen olmuştu.

Ağlamak istiyordu biraz. Artık gitme diye. Sarılmak istiyordu çokça. Yanımızda kal diye. Ve omuzunda uyuyup hiç kalkmamak istiyordu. Minho'nun omuzları en rahat yastıktan bile daha güzeldi.

Baba kavramıydı onun için Minho.

Korktuğunda sığınabileceği en güvenli limanıydı. Ne kadar büyük bir tehlike içinde olursa olsun Minho varsa korunacağından emindi. Tüm ciddi meselelerde yanındaydı hep, Jisung ise eğlence işlerine bakıyordu.

Ikisini birbirinden ayıran ince çizgiler vardı hep. Bu yüzden anne ve baba ayrımını çok güzel yapabiliyordu onlar sayesinde. Tek babayla büyüyüp bir yanı eksik hissetmiyordu.

Jisung dizinde uyurken televizyonu kapatıp ayağa kalktı ve hep babasının yaptığı şeyleri kendi yaptı. Kapıyı kilitledi, camların güvenliğini aktif hale getirdi ve yatmadan önce evde üstü açık kim vardı üstünü örttü.

Koridorda uyuyan Soonie, Doongie ve Dori'yi görünce duraksamıştı biraz. Minho yine unutmamıştı onları, suları ve mamaları yanlarındaydı. Kedilerin üstlerini de örttükten sonra geçmişti Jisung'un yanına.

Son kez bir arama var mı diye telefonunu kontrol etmiş ardından da uykuya dalmıştı.

Zaman geçtikçe fark ediyorlardı aslında. Dünkü olayın ana kahramanları Jisung ve kendisi gibi gözükse de kenarda duran Minho en çok etkilenen olmuştu.

Jisung ertesi sabah duyduğu kapı sesiyle yerinden zıplayarak kalktı ve, "Minho!" diye bağırarak kapıyı açmaya gitti ancak karşısında eşi değil, arkadaşları vardı.

"Hey," dedi gülmeye çalışarak. "Hyung, Felix? Hoş geldiniz."

Kırılmıştı biraz. Arkadaşları geldiği için üzgündü ilk defa, keşke beklediğim kişi gelse diye düşünmüştü. "Selam," dedi Changbin elini kaldırıp içeri girerken. Felix ilerleyip sıkıca arkadaşına sarıldı.

"Bebeğim."

"Felix," dedi Jisung ona karşılık verirken. Ardından kapıyı kapatmış ve yan yana içeri girmişlerdi. Bu sırada Changbin, uyuyan Innie'ye sırnaşıyor ve onu uyandırmaya çalışıyordu.

Jisung ister istemez güldüğünde Felix elindeki torbayı kaldırdı. "Beraber kahvaltı ederiz dedik, yolda gelirken bir şeyler aldık. Hazırlayalım mí?"

Jisung kafasını salladı. "Olur, sen mutfağa geç. Ben yüzümü yıkayayım."

Arkadaşı başını sallayıp giderken banyoya gidip yüzünü yıkamış ve dağılmış görüntüsüne bakmıştı. Kendini düzeltmek için yüzünü iyice temizleyip saçlarını düzeltti ve aşağı indi. "Rahat bırak oğlumu hyung!" diye bağırarak mutfağa geçti.

Changbin omuz silkti. "Bana ne! Innie! Kalk hadi!"

"Sal beni!"

"Salmam!"

Felix onların bu halini izleyip sesli bir şekilde gülmüştü. Changbin, sürekli kendinden küçüklere böyle bulaşıp şebeklik yapmaya bayılıyordu ve onun bu hareketleri eşine çok tatlı geliyordu.

Jisung arkadaşının bakışlarını fark ederken aklına gelen şeyle ocağın altını açtı. "Evlat edinmeyi düşündünüz mü hiç?"

Beklemediği bu soru ile ona döndü Felix ve ardından omuz silkti. "Sizi görünce düşünmüştük ancak şu sıralar bilmiyorum. Kafam karışık gibi, bir çocuğu riske de atmak istemiyorum."

İşleri gereği küçük bir çocuğa bakabileceğinden emin değildi, Jisung kadar cesareti yoktu Felix'in. Innie'yi görünce sürekli özeniyor ancak yalnız kaldığı zaman bunun riski ile vazgeçiyordu.

Jisung, "Ya Changbin hyung peki," deyip çenesi ile içeride oğlu ile uğraşan adamı işaret etti ve yarım ağız gülümsedi. "Bence o oldukça istiyor gibi. Korkmanı sağlayacak ne varsa söyle bana, inan bana riskli gibi gözükse de o kadar iyi geliyor ki insana."

Ikisi bunu tartışarak kahvaltıyı hazırlarken bir süre sonra Changbin ve Innie de yanlarına gelip oturmuş beraber kahvaltı etmeye başlamışlardı. Eksik olduğunu hepsi biliyordu, Jisung masada otururken alttan alttan yine telefonunu kontrol ediyor her an Minho'dan bir arama ya da mesaj beklediği için elinden ayırmıyordu.

Arkadaşını elinden geldiğince cesaretlendirmişti çocuk konusunda. Hem dünya da aile ihtiyacı olan bir o kadar çok çocuk varken birinin daha azalmasını çok istiyordu. Changbin ile yalnız kaldıkları zaman ise aklı çok farklı yerdeydi.

"Minho'dan haberin var mı?" dedi çekingence ona dönerek. Çekiniyordu çünkü bu sefer tamamen suçlu oydu, herkese karşı korkmasını da sağlayan buydu.

Changbin iç çekerek başını salladı. "Innie'yi bizden aldığı gündem beri görmedim. Aradığımda açmadı, sadece Chan hyung biliyor yerini. Onun haberi varmış."

Jisung kafasını salladı. Tahmin etmişti ancak Chan ona yerini söyler miydi, işte bundan emin değildi. Changbin ona döndü. "Jisung, aranızda ne oldu?"

Gruplarında herkesin sırrını ve içini döktüğü ortak bir kişi vardı hep, Changbin. Jisung ilişkisinin başından beri her şeyi anlattığı arkadaşına yine anlatacaktı, çünkü o hep doğruyu söyler ve pat diye gerçekleri insanın yüzüne vurmazdı.

Kafasını çevirip mutfakta kutu oyunu oynayan Innie ve Felix'e baktıktan sonra duymayacaklarından emin olarak geri önüne döndü ve başını eğdi. "Boşanma belgesi imzalattım," dedi kısık bir tonda.

"Ne?"

Changbin şaşkınca atılırken kafasını salladı. İnanması güçtü ama cidden bunu yapmıştı. "Kendimi kaybettim," dedi dudağını ısırıp. "Kriz esnasında doğruyu yanlışı düşünemiyorum biliyorsun ve bir anda her şeyin tüm suçlusu sensin deyip imzalatmışım kağıdı."

Bilinci yerinde değildi o an ve bu yüzden bu şekilde bahsediyordu kendinden. "Tek düşündüğüm Innie'ydi ve eski düşüncelerim bir anda yükselip her şeyin böyle olmasının sebebi olarak Minho'yu suçladı. O giderse, Innie gelir diye düşünmüştüm."

"Tanrım," dedi Changbin inanamayarak. Boşanma kısmı aklının ucunda bile yoktu ve bunun Jisung tarafından gelmesi son ihtimal bile değildi. Mutfağa kısa bir bakış attıktan sonra, "Ne yaptın belgeyi kendine gelince?" diye sordu.

"Yırtıp attım."

"Peki, sence neden o an o giderse Innie gelir diye düşündün?"

İç çekti. "Kavga ederken Innie sürekli ya bırakıp giderse tekrar demişti. Sürekli Minho'yu hedef gösterince, bilmiyorum. Düşünemedim, kaybettim kendimi."

"Hyung," dedi bu zamana kadar aralarında hangi konuşma geçtiyse Changbin'e anlattıktan sonra. "Bana, ne olursa olsun bırakma beni demişti ama ben onu gönderdim. Gelir mi?"

"Gelir," cevabı aldı. "Seni tanıyor o." lafını duydu ancak ne aramaları yanıtlandı ne de çalan kapıların ucu hep Minho'ya çıktı.

Habersiz gitse bile ertesi güne gelirdi hep Minho ve Jisung ciddi ciddi ilk defa onsuzluğu tadıyordu. Yalnız kaldığı mutfak masasında sessizce göz yaşı dökerken, "Demek ki sensizlik böyleymiş," diye mırıldandı acıyla.

"Ve çok kötüymüş."

Gitse bile gelmişti Minho hep. Bir şekilde onlarla iletişim sağlamıştı ancak artık ne iletişim sağlıyor ne de karşılarına çıkıyordu. Innie de ruh gibi dolaşıyordu ortalıkla artık. Kendisini suçluyordu.

Jisung da kendisini suçluyordu.

Minho zaten aylardır her şeyin suçlusu olarak kendini görüyordu.

Bu düşüncelerinden sıyrılmasını sağlayan şey çalan telefonuydu. "Minho!" diye yükselerek açmaya koştu ama arayan o değil, Chan'dı. Jisung yutkunurken düşen omuzları eşliğinde, "Hyung?" diye yanıtladı aramayı.

"Sana dedim ki, sana anlatacak! Jisung, ne olursa olsun onu itme, söz kötü bir niyeti yok dedim! Sana yalvardım! Jisung bırakma, bak bir şey var arkasında dedim! Ve sen boşanma belgesi mi çıkarttın!"

Chan direkt tüm siniri ile bağırırken korkmuştu Jisung, yine de bilinci yerinde olmadığı için imzalatmasına kızmıyor o belgeyi almasına kızıyordu.

Unutmamıştı Chan'ın şirkette ona diz çökerek söylediği şeyleri, yine gözleri dolarken ağzından çıkan tek bir şey vardı. "Eskiden çıkartmıştım."

"Öyle mi?" dedi Chan iç çekerek. "Bilmeden yargılamak kolay değil mi Jisung? Bilmeden yargılamak çok kolay! Ben o haklı demiyorum ama sen, sen çok mu haklısın?" Ses tonunu düşürürken devam etti. "Sana yemin ederim hep dedim ki Jisung daha çok haklı, Minho'ya hep bunu dedim. Ama bu yaptığın, Tanrım!"

Yine kendini tutamadan yükseldiğinde Jisung bir şey diyemiyordu, karşısındaki aynaya bakarak kendi ile yüzleşirken Innie girdi odaya. Bununla beraber hızla telefonu kapatıp kendine gelmeye çalıştı Jisung.

Ama bir anda ona sarılan oğlunu beklemiyordu.

Innie, "Özür dilerim," dedi. "Minho babamın burada olmamasının sebebi benim. Ben... Bir daha düşünerek hareket edeceğim. Gelince, daha uslu olacağım. Şımarık olmayacağım. Ağlama, söz veriyorum davranışlarımı düzelteceğim."

Jisung daha çok ağlarken, "Senin suçun değil," deyip saçlarını okşadı sıkıca. "Senin suçun değil bebeğim. Ben babana biraz kötü sözler söyledim ama sakinleşince gelecek. Söz, gelecek. Senin suçun değil."

Yine en dipsiz çıkmazlarını yaşıyordu o an. Ne dese, kime teselli verse bilemiyordu bile. Minho olsa mantıklı davranırdı ama o yoktu ve Jisung ne yapacağını bilmiyordu.

Daha geçen gece sarılarak uyuduğu yatakta oğlu ile bu sefer uykuya dalarken gece yarısı gördüğü rüya ile kalkmıştı yerinden. Pek hatırlamıyordu o an, sadece tek bildiği suya ihtiyacı vardı.

Innie'nin üstünü örtüp ıslak duran yanaklarını kuruladı ve çıplak ayaklarıyla aşağı indi. Suyu içtikten sonra usulca telefonunu bulmak için evde dolaşmış ve akşam üstü bıraktığı şarkı odasında bulmuştu onu.

On dakika da bile şarkı yazarken aylardır yazıp da bitiremediği şarkının sözleri yine çekti dikkatini. Sandalyesine oturduktan sonra yine vazgeçmeden Minho'yu aramış ve saniyelerce çalmasını beklemişti.

Bıkmadan tekrar aradı onu.

Saatlerdir yaptığı tek şey buydu zaten. Bir umut açar diye vazgeçemiyordu hiç.

"Aç artık," dedi gücü tükenip gözleri dolarken kapanan telefona bakıp. "Çok özledim, aç artık."

Bir daha aradı onu.

Yine açılmayacağını bildiği için ağlıyor, umudu tükenmediği için tekrardan ara düğmesinden elini çekmiyordu. Parmaklarını kaldırıp tersi ile akan gözyaşlarını sildi ve kalemini aldı boştaki eline.

Ardından tüm hareketlerinin durmasını sağlayacak sesi duydu odanın içinde.

"Jisung?"

"Minho?" dedi hızla onu kaybetmemek için. Elini yüzünden indirdiği gibi telefona döndü ve tekrarladı inanmak istercesine. "Minho?"

"Neden uyumadın?"

Tanrım... Sesi... Jisung hıçkırmamak için ağzını kapattığında, "Ben," dedi zorlukla. "Rüya gördüm. Kalktım."

"Kötü müydü? Korktun mu?"

Hatırlamıyordu bile ama ne zaman korksa gelirdi Minho yanına. Bütün vücudu baştan aşağı titrerken kafasını salladı sanki karşısındaymış gibi. "Çok korktum."

Hala inanamıyordu açtığına. Günlerdir yaptığı tek şey onu aramaktı ve bir kere bile açmamıştı hiç. Karşıdan Minho'nun sessizliğini ardından da iç çekişini duyduktan sonra yine konuştu Jisung.

"Minho, ben boşanmak istemiyorum."

"Biliyorum."

"Seni özledik."

"Biliyorum."

"Gelmeyecek misin?" dedi ağladığını saklamadan. "Biz çok özledik ki seni. Sensiz olmuyor. Innie sürekli benim hatam diyor, sana o belgeyi imzalattığımı duysa konuşmaz bile benimle."

"Sadece yalnız kalmaya ihtiyacım var." dedi Minho uzatmadan. "Bir yere gitmiyorum. Siz itseniz bile. Sadece, bir şeyleri sindirmeye ihtiyacım var."

Neyi sindirmek istediğini biliyordu Jisung. O belgeyi aldığı güne lanet ederken cevap veremedi ama onunla daha çok konuşmak istiyordu. "Uyumamışsın." dedi Minho'yu daha çok duymak için.

"Uyumadım."

"Neden ki?" diye sordu çekingen bir şekilde ama aniden gelen sesle telefon kapanmıştı. Hızla telefonunu kontrol etti ama kendi telefonu değildi, Minho'nun telefonu kapanmıştı.

Direkt aradı tekrar ancak ulaşılamıyordu.

Şarjı bitmişti büyük bir ihtimalle ve bu ihtimal Jisung için oldukça büyük kayıptı. Hıçkırarak ağlamaya başlarken ana ekranındaki Minho'nun gülen resmine bakarak parmakları ile okşamaya başladı.

Galerisine girdi Minho'nun onu tekrar aramasını beklerken. Beraber çektikleri eski fotoğraflara baktı tek tek, o günlerde olmadıkları için daha çok küfür etti sonra.

Sonra gözleri yanındaki deftere kaydı üzerindeki karalanmış sözler çekti dikkatini.

Aklına gelen cümle ile kalemini oynattı usulca.

"Senin ve benim solmuş fotoğrafımıza bakarken, pişmanlıkla dolmama engel olamıyorum."

"Wish you back," diye mırıldandı geri telefonuna dönerek. Uzanıp dudaklarını ekrandaki fotoğrafın üzerine bırakıp geri çekildi. "I'll wish you back."

Elinin tersi ile gözyaşlarını silerken diğer eli ile aylardır bitiremediği şarkının son sözlerini yazdı.

"Bu sonsuz karanlığı bitirmek
Ve yeniden parlak gülümsemeni görmek istiyorum."

Ayağa kalktı ve en altta yazan iki cümleye baktı bir kez. Minho hala aramamıştı ve aradığında da yine ulaşılmamıştı.

Son kez kalemi aldı eline, eğildi ve söylerken aynı zamanda yazdı sözleri.

"Seni bekliyorum, hala bekliyorum."

"Seni bekliyorum, ben hala seni bekliyorum."

***

Chan, Jisung'a haksız demiyor, diyor ki hatta Minho'ya karşı seni savundum, Chan'a burada sanki tamamen Minho'yu savunmuş gibi görenler vardı, yazmak istedim

Continue Reading

You'll Also Like

888K 71.1K 14
arkadaşlarıyla birlikte orduya katılan jungkook, ilk görüşte etkilendiği komutan kim taehyung'a cinsel içerikli mesajlar atmaya başlar. taekook, tex...
12.2M 590K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...
502K 57.5K 34
alfa jungkook, en yakın arkadaşının kardeşi olan omega taehyung'a deliler gibi aşıktı.
26.4K 1.5K 36
Dudağın ile dudağımın arasında kalsın aşk ... Sadece bir gün değil bir ömür boyu . G×G //YURİ // Homofobikler okumasın İlk kurgum lütfen okuyup...