wish you back, minsung ✓

By kenyusiimii

481K 42K 58.9K

yaramızı unutturur, yarayı kapatan aşk yaradan da derin. | othello sendromu, psikolojik More

0.1
0.2
0.3
0.4
0.5
0.6
0.7
0.8
0.9
1.0
1.1
1.2
1.3
1.5
1.6
1.7
1.8
1.9
2.0
2.1
2.2
2.3
2.4 F' 🤍
Wish You Back 💙
Special Chapter ☆

1.4

17.3K 1.5K 2.2K
By kenyusiimii

***

"Güzel oldu mu sence?"

Minho, merakla bir önündeki çiçeğe bir de yanında onu hazırlanmasına yardım eden oğluna baktığında Innie gülerek yere oturdu. Toprak olmuş parmaklarını üzerindeki kot tulumun dizlerine silmiş, "Bencee..." diye düşünmüştü. "Çok güzel oldu. Şahsen ben olsam bayılırım, bence babam da bayılır."

Gülümsedi. "Cidden mi?"

Innie ikna edici bir şekilde kafasını salladı. "Cidden."

Bunun üzerine Minho daha bir mutlulukla kıkırdadı ve son kez diktiği çiçeğin toprağına parmaklarını bastırarak yerine oturmasını sağladı.

Bir şeyler olmuş gibiydi, güzel bir şeyler olmuş gibiydi. O an ne olduğunu bilmiyordu ancak içi huzur ve mutluluk doluydu. Innie de büyümüş gibiydi, boyu uzamıştı biraz daha mesela. Yüzü oturmuştu.

Daha da güzelleşmişti.

Jisung neredeydi haberi yoktu. Ama burada bir yerlerde olmalıydı, çünkü kendisi ona sürpriz hazırlıyordu. Eğer sürpriz hazırlıyorsa, Jisung gelmek üzere olmalıydı.

Kafasını çevirip arkasında kalan evlerinin bahçesine baktı. Verandada ki masa takımının yeri değişmişti, tahtaların üzerinde değil çimenlik alanın üstündeydi. Yaz gelmiş olmalıydı.

Evet evet, yaz gelmiş olmalıydı.

Çünkü o masa sadece yaz mevsiminde çimlerin üstüne taşınırdı.

Biraz da zaman geçmiş olmalıydı. Çünkü bahçede bulunan kiraz ağacı büyümüştü, üstünde kırmızı kırmızı kendini belli eden kirazlar vardı. Meyve verecek kadar büyümüştü o da.

Sanki yeni doğan bir çocuğun saflığı gibi merakla etrafı izliyordu Minho. Bir şeyler olmuş gibiydi, evet. Cidden bir şeyler olmuştu.

Güzel bir şeylerdi.

Ama neydi?

Rüya da mıydı? Ancak hangi rüya bu kadar gerçekçi olabilirdi? Yoksa yaşadığı her şey bir rüyaydı da şu anki an mı gerçekti?

Bir sürü yeni dikildiği belli olan çiçeklerle doluydu bahçe. Innie ve o dikmiş olmalıydı. Oğlunun yüzü de toprak olmuştu. Bunu fark edince kıkırdadı.

"Gel buraya şapşal."

"Ne oldu?" dedi Innie şaşkınlıkla. Minho cevap vermeden ona yaklaşmış, ardından temiz olan elinin tersi ile küçüğünün yüzündeki kahverengi lekeyi silmişti.

"Toprak bulaşmış her yerine." diyerek geri çekildi. "Pasaklı."

"Hah!" Kıkırdadı. "Bana diyene bak. Senin de yüzün toprak. Dur, sileyim."

"Sakın! Ellerin kirli! Innie sakın!"

O kalçasının üstünde geri geri kaçmaya çalışırken Innie kıkırdayarak üstüne geliyor, inatmış gibi kirli ellerini bir de göz önünde tutuyordu. Minho en sonunda sırt üstü çimenlere yapışırken başını geriye atıp kahkaha atmaya başladı.

Nedensiz bir şekilde mutluydu ve içinden sadece bu geliyordu. Kahkaha atmaktan kısılmış gözlerini açtığında gökyüzünün renginin beyaz olduğunu gördü.

Gökyüzü beyaz, Innie'nin içindeki tişörtü sarı ve üstündeki tulum maviydi.

Kendi tişörtü de beyazdı.

Innie, kirli parmakları ile Minho'yu gıdıklayarak ikisininde de deli gibi gülmesini sağlarken bir yağmur tanesi, tam da Minho'nun sağ gözünün üstüne düştü.

Bu tane ile durdular. "Yağmur yağacak." dedikten sonra yerden destek alarak ayaklandı Minho. "İçeri girelim."

Ardından içeriden Jisung'un sesini duydu. "Minho!"

Gülümsedi, demek ki eşi eve gelmişti. "Tamam!" diye onayladı Innie. "Sen git, geliyorum arkandan hemen çiçekleri kontrol edip."

Minho onaylamış ardından eve doğru ilerlemeye başlamıştı, elini pervaza dayayıp arkasını döndüğünde karşılaştığı görüntü duraksamasını sağladı.

Geceydi.

Ve Innie yoktu.

Kaşları çatıldı, merakla bahçeyi tararken cidden de kimse yoktu. Ancak az önce güneşin altında yürümüş, verandaya kadar gelmişti.

Acaba böyle dalıp dalıp bir anda uyanıyor muydu?

Yine aynısı olmuş olmalıydı.

İç çekti. Büyük bir ihtimal uykusuzdu. Ve şimdi de uyuması gerekiyordu.

Evdekileri uyandırmamak için sessizce içeri girip kapıyı kapattı ve camın ardından bahçedeki çiçeklere baktı. Ancak orada yoklardı.

Minho daha şaşkınlığını atlatamadan bakışlarını temiz duran ellerine indirmişti ki yukarıdan gelen hareketlilikle üst kata doğru adımlamaya başladı. Hızlı hızlı oraya çıktığında Innie'nin odasından gelen hıçkırık seslerini duydu.

Yan odada uyuyan bir insan duymazdı ancak kapısının önünde duran biri rahatlıkla işitebilirdi.

İçi titredi. Innie'nin ağlamasına dayanamazdı.

Kapısını sessizce aralayıp başını içeri uzattığında yatağında oturmuş, bacaklarına kendine çekmiş bir vaziyette ağlayan oğlunu gördü. Konuşmak istedi ama konuşamadı, ağzını açamıyordu.

Bir şey onu engelliyordu.

Odanın içinde yanına doğru ilerlemeye başladığında oğlu onu hala fark etmemiş, sanki yokmuş gibi davranıyordu. Innie yaşlarla dolu yüzünü havaya kaldırarak, "Tanrı'm," diye yalvardı. "Lütfen artık kavga etmesinler, lütfen. Tanrı'm, lütfen. Ben ayrılmalarını istemiyorum. Ben, anne ve babamın ayrılmasını istemiyorum."

"Ayrılmayacağız," dedi hemen Minho dolan gözleriyle. "Ayrılmayacağız, yemin ederim ayrılmayacağız. Birbirimizi ve seni böyle severken nasıl ayrılabiliriz? Innie, ayrılmayacağız. Duy beni, lütfen."

Ama ne Innie onu duyup ağlamasını kesiyordu, ne de Minho bunu bildiği halde kendini duyurmaya çalışmayı. "Tanrım!" diye elini ağzına bastırarak yere çöktü. Oğlu burada onlar ayrılmasın diye ağlıyordu ancak o sesin duyuramıyordu.

Dakikalarca onun yalvarmalarını dinlerken bir süre sonra Innie'nin yataktan kalkması ile Minho da şaşkınca çöktüğü yerden ayaklandı ve hemen arkasından ilerlemeye başladı.

Yatak odalarına doğru gidiyordu.

Yanlarına yatacaktı demek ki.

Ancak onun, aralık kapının önünde durması ile kaşları çatıldı ve yanına vardı.

Kendi yatakta oturuyor ve Jisung yanında habersiz uyuyordu.

Minho kaşlarını çattı. O buradaydı. Yatakta ki de oydu ama.

Innie önünde, o arkasında yatakta olan iki kişiye bakarlarken Minho kendine bir o kadar tanıdık gelen görüntü ile hızla inkar etmek istercesine kafasını iki salladı.

Hayır, hayır. Bu, Jisung'u kavgadan sonra kendini kaybedip boğmak üzere olduğu geceydi.

Aynı o geceki kıyafetleri ile yatakta oturuyor, Jisung da yanında her şeyden habersiz masum yüzü ile yatıyordu.

Ama az önce Jisung ona seslenmişti. Neler oluyordu?

Innie onları görüyordu. Görmemeliydi.

"Tanrım," Minho aydınlanırken inanmak istemedi. "O gece sen gördün. O gece, her şeyi gördün. Innie, sen gördün."

Sonra yataktaki kendi bedeninin gözlerinde ki değişimi gördü, oradaki Minho hareketlenirken kapının eşiğinde ki Innie de korkuyla izliyordu onları.

"Yapma!" Minho bağırdı. "Yapma! Dokunma! Yapma, yapma!"

Kendini kaybetmiş gibi bağırıyordu ancak ne yataktaki kendi, ne de uyuyan Jisung ile bu görüntüye şahit olan Innie duyuyordu. Koşarak odanın içine, yaşanacak olayı engellemek için girdi ancak tam da o sırada yataktaki bedenine ait eller Jisung'un boynuna çok yakın vaziyetteydi.

Kendi ellerini tutmaya çalışmak için atıldı ama bir anda Innie'nin fısıltıyla olan sesini duydu. "Yapma..."

Ve yatakta az önce Jisung'u boğmak üzere olan Minho kendine gelerek durdu. Şaşkınlıkla etrafı izlerken ellerine korkuyla baktı. "B-ben..."

Hızla yataktan kalktı. "B-ben ne yapıyordum? Tanrım, ben ne oldum? N-ne yapıyordum ben?"

Korkuyla gözleri yatakta uyuyan Jisung'a döndüğünde kapıda onları izleyen Innie, odasına kaçmıştı. Minho şaşkınlıkla bir korkuyla duran kendi bedenine ardından da odanın eşiğinden onları izleyip kaçıp giden oğluna baktı.

"Gördü."

Bütün her şeyi kavradı, unutmak istediği o gece, neden aniden kendine geldiğini bilmediği sebep, tüm gerçeği ile o geceye şahit olurken ağlayarak yere çöktü. O gece onu oğlunun sesi durdurmuştu, o gece kendine gelmesini sağlayan sebep başından beri oydu.

Ve her şeye şahit olmuştu.

"Her şeyi gördü! Her şeyi gördü!" Bağırarak ağlarken ellerini ağzına bastırdı. "Tanrım, her şeyi gördü!"

"Gördü! Gördü! G-görmemeliydi!"

"Minho!" diye bağırdı Jisung dakikalardır rüyasında bağırarak ağlayan eşini şiddetle sarsarak. Innie bile odasından kalkıp gelmiş, ilk defa şahit olduğu bu garip olaya karşı ne yapacağını bilemeden bekliyordu.

Minho o kadar fena gözüküyordu ki, Jisung'un tek istediği bir an önce uyanmasıydı. Ne görüyordu bilmiyordu, ama onu bu denli sarsan şey ne merak ediyordu.

"Minho!" diye çığlık attı uyanmasını denemek için. Kasıklarına oturmuş, tişörtünden tuttuğu bedeni deli gibi sarsıyordu. "Su getir," diyerek son çare olarak oğluna baktı. Yoksa uyanacağı yok gibiydi.

Innie kafasını salladığı gibi koşarak odadan çıkmış ve su almak için mutfağa inmişti. Jisung, ağlayan Minho'ya baktı. Uyanık bir insan bu kadar şiddetli ağlayamazdı ancak o uyku etkisinde iken bile bu kadar fena ağlıyordu.

Onun da gözleri dolarken, "Innie!" diye bağıran eşinin sesini duydu. Oğlu ile ilgili bir şey görüyor olmalıydı. Elini uzatıp yanağına koydu. "Uyan artık, Innie burada. Bir şeyi yok. Uyan artık."

Yine de onu sarsarken Innie odaya girmiş ve elindeki cam şişeyi babasına uzatmıştı. Jisung tereddüt etmeden şişeyi tuttuğu gibi içindeki suyu üstünde oturduğu eşinin üstüne fırlattı.

Sonunda Minho şoktan çıkar gibi uyanmıştı. Direkt uzandığı yerden doğrulurken Jisung, hızla kollarını boynuna sarıp ıslak olmasını umursamadan sıkıca ona sarıldı. "Uyandın! Şükürler olsun!"

"B-ben..."

"Ne gördün?" dedi azıcık geri çekilerek. Ellerini sudan ve gözyaşından ıslanmış yanaklarına koydu. "Deli gibi bağırarak ağlıyordun. Dakikalardır seni uyandırmak için Innie ile uğraşıyoruz. Ne gördün Minho bu kadar?"

"Innie..." deyip kafasını yavaşça kaldırdı eğdiği yerden Minho. Ayakta durmuş korkulu gözlerle ona bakan oğlunu görür görmez rüyayı hatırlamış, aylardır birbirlerinden sakladıkları gerçekler yüzüne vurmuştu.

Innie, o geceyi biliyordu.

Ancak ne Jisung'a söylemişti.

Ne de öyle yaptın diye Minho'ya kızmıştı.

"Ne gördün?" dedi o da. "Ya da boşver. İyi misin? Duş almak ister misin?"

Ne gördüğünü söyleyemezdi. Günlük güneşlik, her şeyin geçtiği bir zamandan başlayıp, o her şeyin mahvolduğu geceye dönmek ve bilmediği gerçekleri öğrenmek, nasıl tarif edilirdi?

Jisung, tekrardan düşüncelere dalmış Minho ile alt dudağını korkuyla ısırdı. Ne gördüyse, etkisinden çıkamamıştı. "Gel," dedi elini onun tişörtünün eteklerine atarak. "Sırılsıklam oldun, üzerini çıkaralım. Innie, bebeğim, babana dolaptan bir tişört getirir misin?"

Kafasını salladı. "Getireyim baba."

O dolaba ilerlerken, Jisung yavaşça Minho'nun tişörtünü çıkardı ve onu yarı çıplak bıraktı. Göğsü ve sırtı sırılsıklam olmuştu. Elindeki tişörtü top haline getirerek kuru yerleri ile gövdesini ve sırtındaki ıslaklığı aldıktan sonra Innie'nin getirdiği tişörtü, eşinin üzerine geçirdi.

Ardından yavaşça kucağından kalktı.

"Şunu atıp geliyorum. Bekleyin."

Hem tişörtü atmak, hem de Minho'ya bir bardak su getirmek için odadan çıkarken Minho korkakça gözlerini Innie'ye kaldırdı ve kollarını açtı. "Gelsene."

"Ne?"

"Gel."

Parmaklarını bir kere açıp kapattığında Innie anlamıştı, yatağın kenarına oturduğu gibi Minho'nun kollarının arasına girdi. Babasının sıkıca sarılışı arasında ona karşılık verirken iç çekti. "Öyle bir ağlıyordun ki, çok korktuk."

"Kötü bir rüyaydı," dedi uzatmamak için. Ardından başını eğip oğlunun kokusunu içine çekti. "Şimdi daha iyiyim."

"Bizle mi ilgiliydi?"

Kafasını salladı. "Evet."

Jisung şu anda bu kadar yakınlarında iken o gece hakkında Innie ile karşılaşmaya cesareti yoktu. Jisung olmasa da yapamazdı bir yandan. Tam da andığı gibi eşi içeri girdi ve sarılan ikiye gülümsedikten sonra ilerleyip Minho'ya suyu uzattı.

Teşekkür edip içti Minho. İhtiyacı olduğunu hissetmişti ve Jisung anlamıştı. Geçen her dakika da rüyanın etkisinden çıkacak gibi hissediyordu ancak bir şey yoktu. Sanki uyandığı gibiydi.

"İyisin değil mi?" dediğinde kafasını salladı. "İyiyim."

Değildi. Ancak iyi olmak zorundaydı.

"Bebeğim?" dedi Jisung, Innie'nin omuzuna elini koyarak. "Baban artık iyiymiş. Yarın okulun var, istersen yat artık olur mu?"

"İyisin değil mi?" dedi Innie ikna olmak için. Minho'dan aldığı gülümseme ve, "İyiyim," karşılığı ile ayaklanmış ardından da, "Peki," diyerek Jisung'un yanağını öperek odadan çıkmıştı.

O uyumaya giderken Jisung yalnız kalmaları ile geri Minho'nun kucağına yavaşça oturdu ve kollarını ona sardı. Boynuna sıkıca sarıldığında Minho'da ihtiyaçla ona sarıldı. Başını omuzuna koyduğunda Jisung ensesindeki saçlarını okşuyordu.

"Anlatmak ister misin?" dedi ama bir cevap almamıştı. Demek ki anlatmak istemiyordu. "Peki," dedi geri çekilerek. Hala soğuk soğuk terler atan eşinin alnını parmakları ile silerken gülümsedi. "Anlatmak istemezsen sorun değil. İyi ol, yeter."

Minho iç çekti. "Ben biraz hava alsam olur mu?"

Sanki daralıyordu, ev üstüne üstüne geliyordu. Hep olduğu gibi kaçmak istiyordu, yapardı da ancak bu sefer Jisung onu yakalamıştı. Onun kelepçelerinden kaçamazdı, bu yüzden izin almak istemişti.

"Dışarı mı çıkmak istiyorsun?"

Kafasını salladı. "Evet. Gidebilir miyim?"

"Minho," dedi Jisung alnını öptükten sonra. "Saat gecenin üçü, dışarısı çok soğuk. Yalnız gitme, bahçeye çıksan? Innie evde diye gelemem, seni yalnız bırakmak istemiyorum."

"Peki." deyip kabul etti. Israr etse de Jisung izin vermezdi, biliyordu. Ayaklanarak üzerine bir hırka almış ve elini tutan Jisung ile aşağı inmişti. Adımları verandaya yaklaştıkça gözleri camdan öteye gidiyordu.

Çiçekleri orada görmek istiyordu.

Ancak ne çiçekler, ne de büyük kiraz ağacı vardı.

Kiraz ağacı küçük, çiçekler yerine ise çim vardı.

"Sen istersen uyu," dedi kapıyı açıp soğuk havaya karıştıklarında. "Bir yere gitmeyeceğim, bahçede duracağım."

Jisung cevap vermedi, sessiz bir şekilde inkar etti. Minho, onun elini bırakarak bahçeye çıkıp ilerlemeye başlattı adımlarını. Kendinden bağımsız bir şekilde rüyasındaki çiçeklerin olduğu yere gidiyordu.

Tam da Innie ile sohbet ettikleri kısma geldikten sonra oturduğu yere çöktü ve boş çimenlere bakmaya başladı. Günlük güneşlik havadan da, çiçeklerden de eser yoktu. Ve kesinlikle huzur eksikti.

Hüzünle iç çekti Minho. Innie'nin o güleryüzünü, Jisung'un o hevesli sesini duymak için nelerini vermezdi. Bir elini uzatıp sanki çiçeğe dokunuyormuş gibi boş çimene sürttü. Bu sırada onu sessizce izleyen Jisung, sadece kaşlarını çatıyordu.

Minho'nun neden oraya gittiğini, neden bu havada dışarı çıktığını bilmiyordu. Boş çimenle ne işi vardı ki? Üzerinde sadece şort ve tişört olduğu için, deli gibi esen rüzgarın altında üşüyerek kollarını gövdesinde birleştirdi.

İçeri girmedi. Girmezdi de. Eve soğuk girmesin diye arkasından kapıyı kapattıktan sonra verandada ki sandalyelerden birine oturup bacak bacak üstüne attı.

Sesini çıkarmadan Minho'yu izliyordu.

Minho ise sadece rüyanın etkisindeydi.

"Keşke o güne gelsem," deyip minicik olduğu yerde kollarını bacaklarına sardı. O gün daha güzeldi, huzur vardı bir kere. Mavi, sakinliği tarif ederdi.

Innie ise o gün maviler doluydu.

Çiçekler de maviydi.

Beyazda güzeldi ancak gece olunca siyah gelmiş, ve geçmişe gitmişti.

Umutsuzlukla kafasını gökyüzüne doğru kaldırdı ve siyah alana baktı. "Neden kurtulamıyorum? Bitmiyor... Ah, Tanrı'm ne zaman bitecek? Ne zaman iyi olacağım, ne zaman iyi olacağız?"

Kıkırdadı. "İyi olsam ne kelime. Innie gördü bir kere."

Unutamazdı ki.

O unutamadığı için Minho da unutamazdı.

Pişmanlıkla başını dizlerine gömerken, o gece Jisung'u boğmadan hemen önceki hali aklına geliyor sonra az ötede onu bekleyen Jisung'u hatırlayarak sakinleşiyordu.

Ayağa kalktı ani bir kararla.

Jisung'suz olmuyordu, onsuz olmazdı.

Onun ilacı oyken neden uzak kalmalıydı ki?

Arkasını döndüğü gibi sandalye de oturmuş, üşüyen eşine doğru ilerledikten sonra elinden tutarak ayağa kalktı. "Üşüyorsun," deyip içeri aldı ikisini. Sessiz ve şimdi asıl huzurlu olan evlerinde yalnız alt katta kalırlarken Minho dönerek kollarını küçük bedene sardı.

İşte şimdi iyiydi.

Şimdi tamamlanmıştı ve şimdi, tüm sorunlar geçecek gibiydi.

Jisung, gelen bu sarılmayı direkt kabul ederek boynuna sarılırken hep olduğu gibi ensesindeki saçları okşamaya başladı usulca. "Geçecek," dedi fısıltı ile.

Öyle demek istemişti. Bir şey bildiği yoktu ama bunu söyleme gereği duymuştu.

"Bugün kucağımda uyusuna," dedi Minho derin bir sesle. "Ben uyumayacağım, yatağa gitmekte istemiyorum."

"Sen uyumazsan, ben de uyumam ki."

"Güzelim." dedikten sonra derim bir nefes aldı ve hafifçe geri çekilerek Jisung'un saçlarını okşadı. "Güzeller güzelim benim. Düşünme beni, uyu. İnan bana, seni izlemek çok güzel gelecek."

"Minho..."

"Hadi," deyip elini bıraktı ve çenesi ile merdivenleri işaret etti. "Git, battaniye al gel."

Buruk bir şekilde gülüyordu sadece Minho ve Jisung ona ikna oluyordu. Özellikle saçını okşayan eli, oldukça ikna ediciydi. "Peki," deyip kabullendi ve geri çekildi. "Git otur sen koltuğa, geliyorum hemen."

Minho kafasını salladığında son kez ona bakıp üst kata koşmaya başladı, yatak odalarına girdiği gibi zıplayarak dolabın üst kısmındaki battaniyelerden birini almış ve geri koşturarak aşağı inmişti.

Onu koltuğun kenarında oturarak bekleyen eşini gördüğünde yanına vardı ve battaniyeyi açıp, pelerin gibi omuzlarına doladı. Ardından da yan bir şekilde Minho'nun dizlerine oturdu yavaşça.

Minho, anında onu kavrayıp battaniyenin kenarlarını düzeltip tüm bedenini kapattı Jisung'un. Sonra da başını tutup omuzuna bıraktı. "Uyu artık."

"Öpeyim mi?" dedi Jisung hemen dibinden saf gözlerle ona bakarak. Gülümsedi. "Canın yandığında hep öptüğüm zaman geçti diyorsun, yine öpsem geçer mi?"

Bu, saf düşünce Minho'nun dudaklarında kocaman bir gülümseme oluşturduğunda ağır ağır başını sallayıp gözlerini kapattı. Jisung anlayarak iç çekti ve uzanarak dudaklarını dudaklarına bastırdı.

Sadece birkaç saniye sonra geri çekildiğinde Minho gözlerini açmış ve ona bakmıştı. "Geçti."

"Geçsin."

"Geçti. Yemin ederim, geçiremeyeceğin bir şey yok."

Son cümlesini Jisung omuzuna yattığı zaman söylemişti ama bir önemi yoktu, bunu zaten biliyordu. Hemen başını eğip dibinde gözlerini kapatmış, uyumaya çalışan yüz onu iyi ederken tek elini beline sardı ve diğer elini de omuzuna dolayarak düşmemesi için onu sıkıca kelepçeledi.

Uyumak istemiyordu.

O rüyadan sonra da uyuyamazdı.

Sabaha kadar, Jisung'un düzenleşen nefeslerini dinleyerek, kucağında saçlarını okşayarak onu izlediğinde sabah erken saatte Innie'nin salona inmesi ile kendine geldi.

"Uyumadın mı?" dedi Innie kaşlarını hafifçe kaldırarak.

Minho kafasını salladı. "Uyumadım. Okul vardı bugün değil mi? Unutmuşum, kahvaltı da hazırlamadık. Beş dakika bekler misin? Arabanın anahtarını alayım."

Telefonlar üst katta olduğu için alarm seslerini duymamıştı bu yüzden gerçek dünyayı unutmuştu. "Sorun yok baba," diyerek Jisung'u dikkatlice koltuğa yatıran Minho'ya baktı Innie.

"Aslında gitmesem olur mu bugün?" diyerek devam etti. "Pek iyi hissetmiyorum, ders notlarını arkadaşlarımdan alırım."

Yalan, arkadaşı yoktu.

Okulda kimsesi yoktu.

Minho kaşlarını çattı. "In, bir sorun mu var? Gerçekten halsiz misin, yoksa okulla ilgili bir problem mi var?"

İşte bu soruya cevap vermek istemedi. "Yok ya," deyip güldü. "Uykusuzum diye bahane üretiyorum, boşver. Hazırlandım zaten, gideyim bari. Arabanın anahtarını getireyim mi?"

"Yok, yok." Minho kafa salladı. Bunu Jisung ile konuşmalıydı çünkü oldukça sık oluyordu bu durum bu aralar. "Ben alırım, üstümü değiştirip geliyorum hemen."

Ardından hızla üst kata çıkıp kıyafetini değiştirdi ve arabasının anahtarını alıp aşağı indi. Maskeleri takmış yola koyulurken Minho bir ara durarak kahvaltı etmesi için hızlı bir şeyler almıştı oğluna.

Onu okul yolunda konuşturmaya çalışmış ancak tabii ki bunu anlayan Innie her defasında bu sorulardan ustalıkla kurtulmuştu.

Sonunda o hiç sevmediği okulun önüne gelip indiğinde burnundan bir nefes verip ilerlemeye başladı. Şimdi ona itici bakışlar atan bu insanların tümü, ailesini öğrense peşinde köpek olacaktı ancak o söylemiyordu.

Yalandan insanları istemiyordu etrafında.

"Beni neden kaldırmadın?" dedi Jisung, içeri giren Minho'ya doğru alık gözlerle bakarak. Uyanalı birkaç dakika olduğu için hala esniyordu. Minho onun bu haline kıkırdayıp yanına vardı. "Uyumadın gece zaten benim yüzümden, uyandırmak istemedim."

"Innie'ye kahvaltı hazırlasaydım en azından."

"Yolda aldım ona. Yedi."

"Olsun bakalım. Gel, beraber yiyelim o zaman."

"Olur." deyip Jisung'un uzattığı elini tuttu. Beraber mutfağa geçip Minho otururken Jisung kahvaltı hazırlamaya başlamıştı onun yerine. Elini çenesine yaslayıp eşini izlemeye başladı.

"Bir şey demem lazım," dedi bir süre sonra. Jisung ona dönerken, "Innie," deyip konunun ne hakkında olduğunu belli etti. Bir yandan da nasıl dese bilemiyordu.

Jisung kaşlarını çattı. "Innie mi? Bir şey mi oldu?"

"Hayır," Kafasını salladı. "Bu aralar sürekli okula gitmek istemiyor. Yalan söylediğini anladığımız zaman da konuyu kıvırıyor. Jisung, sence neyi var?"

Biliyordu Jisung bunu, yakalamamak elde değildi. Ancak Innie ne bir cevap veriyor, ne de bir şey belli etmeye çalışıyordu. O elindeki bıçağı kenara bırakıp, bir sandalye çekerek Minho'nun karşısına kurulurken oğulları için çözüm bulma işine giriştiler.

Zaman geçerken Innie, üçüncü ders arasının sonunda teneffüste kendine kalabalıktan uzaklaşmak için spor salonuna iniyordu ki duyduğu garip seslerle durdu ve gözlerini etrafta gezdirmeye başladı.

Şu anda soyunma odalarının ve okulun çeşitli spor türlerinin yapılması için dizayn edilmiş spor katındaydı. Burada dersler harici pek kimse olmazdı ancak şu anki gelen sesler bunu inkar ediyordu.

Algıladığı dövüş sesleri ile direkt tereddüt etmeden kendini havuzun bulunduğu geniş odaya soktuğunda tahmin ettiği gibi bir görüntü ile karşılaşmıştı. Üç çocuk, aralarına aldığı bir başka çocuğu kollarından tutmuş havuza doğru tutuyorlardı.

"Atacaksanız atın artık!" diye bağırdı dakikalardır gördüğü işkenceye dayanamayarak. "Size verecek hiçbir şeyim yok! Nefret ediyorum sizden, bırakın beni!"

Innie bu çocuğu tanıyordu, daha önce de bu halde görmüştü ama karışmamıştı. Çıkan sesten dolayı ona dönen odakla, "Amacınız ne sizin?" diyerek zorbalık yapanlara doğru ilerlemeye başladı.

Ama diğeri karşı çıkmıştı. "Gitsene! Tek başına kafa tutmaya mı geldin, havuzu boylama benim gibi! Git hadi!"

"Sana ne?" diye atıldı zorbalık yapanlardan biri. "Şu çilli doğru söylüyor, gitsene sen. Yoksa havuzu boylarsın bak, yazık olmasın."

Kafasını sallayıp adımlamaya devam etti. "En azından ailemi utandırmam sizin gibi," dedi Innie çatık kaşlarla. "Sahi, sizin aileniz biliyor mu böyle başkalarına zorbalık edip parasını almaya çalıştığınızı?"

Kıkırdadı gördüğü görüntü ile. "Tahmin etmiştim, asıl zavallı olan sizsiniz. Yazık."

İlerleyerek, iki kişinin tuttuğu çocuğun kolunu çekip yanına aldı. Açık kahve saçlı, çilli bir çocuktu. Her seferinde yenilse de ona zorbalık yapanlarda kafa tutmaktan çekinmediği için Innie tanıyordu onu.

"Bıraksana ya beni," dedi fısıltı ile önündeki Innie'ye. "Kaç git, ıslanmak mı istiyorsun?"

Innie daha ona cevap veremeden biri hızla ileri atılıp yumruğunu geçirmek için hareketlenmişti ama seri bir hareketle kurtulunca bağırdı. "Sen şu homo değil misin? Siktir git! Gelmiş bir de utançtan bahsediyorsun. En azından bizim bir ailemiz var, senin var mı?"

"Kes sesini!" diye bağırdı Innie hemen. Ondan sonra da arkasına aldığı ondan biraz daha kısa çocuk bağırmıştı. "Size ne be onun ailesinden! Var ya da yok, bu hala iğrenç bir insan olduğunuzu değiştirmiyor!"

"Bakıyorum da bir cesaret geldi sana çilli."

"Kimsenin ailesine laf atmanıza izin vermem çünkü. En azından onun ailesi onu seviyor, sizin aileniz nasıl bir zorluktan meydana getirdiyse sizinle ilgilenmiyor bile."

"Seni gebertirim!" Biri atıldığı gibi direkt çillinin yüzüne yumruğunu geçirdiğinde Innie, "Bitirdim seni!" diye bağırmış ve Jisung ile Minho'ya laf atan çocuğun üstüne atladığı gibi onu yere düşürmüştü.

Aylardır duyduğu sözler yetmezmiş gibi bir de karşısında gülerek söylemeleri onu delirtiyordu. "Sana ne benim ailemden!" diye bağırdıktan sonra yüzüne yumruğunu geçirdi. "Orospu çocuğu! Sana bu hakkı kim verdi!"

Alltaki çocuk onu dinlemeden gülmeye başladı. "Artık kendilerinden ne kadar utanıyorlarsa, kendilerini bile gizliyorlar. Pis homolar, geberin lan hepiniz!"

"Kes sesini!"

Art arda yumruklarını indirirken çilli olan da ona gelen iki kişi ile kavga etmeye çalışıyor, saçlarını çekiyordu. Innie delirmiş gibi karşısındaki çocuğa vururken, o kattaki gürültüyü gören bir öğretmen odaya daldığı gibi gördüğü görüntü ile bağırdı.

"Siz hepiniz! Derhal müdüre!"

***



Continue Reading

You'll Also Like

512K 58.7K 34
alfa jungkook, en yakın arkadaşının kardeşi olan omega taehyung'a deliler gibi aşıktı.
23.9K 3.5K 32
afraid. Farkında bile değilsin, seni önemsediğim kadar beni önemsemedin.
12.2M 590K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...
473 219 10
Ailesinden uzakta okuyan Lia tüm yaz gezip tozacağını sanar ama bir sabah ailesini kapısında "hazırlan hadi köye gidiyoruz" derken görünce tuvalete b...