GÖLGE KANI

By yzrperest12

227K 20K 11.7K

Eleanor için kurt adam, vampir ve büyücülere inanmak kolaydı. Sonuçta o, anne ve babasının kurt adamlar ve va... More

BÖLÜM 1: IŞIK
BÖLÜM 2: DELİLİK
BÖLÜM 3: MASUMLUĞUN RENGİ
BÖLÜM 4: SÖZLER
BÖLÜM 5: YARANIN YARASI
BÖLÜM 7: HIÇKIRIK
BÖLÜM 8: KATİL
BÖLÜM 9: YARATIK
BÖLÜM 10: SAF NEFRET
BÖLÜM 11: YANSIMALAR
BÖLÜM 12: ACIMASIZLIK
BÖLÜM 13: BİLİNMEZLİKLER
BÖLÜM 14: SATRANÇLAR ve OYUNLAR
BÖLÜM 15: AKIL OYUNLARI
BÖLÜM 16: MERCAN
BÖLÜM 17: GÜÇ
BÖLÜM 18: KARANLIĞIN GÖLGELERİ
BÖLÜM 19: BAKMAK ve GÖRMEK
BÖLÜM 20: SİYAH ve BEYAZ
BÖLÜM 21: KİBİR
BÖLÜM 22: BELALAR
BÖLÜM 23: BİR DAMLA
BÖLÜM 24: İMKÂNSIZLAR
BÖLÜM 25: KALP KALBE
BÖLÜM 26: KARŞILIK
BÖLÜM 27: GÜLÜMSEMELER
BÖLÜM 28: YABANCILAR ve YALANCILAR
BÖLÜM 29: AV
FİNAL: ZAAFLAR
S2-BÖLÜM 1: CANAVARLAR
S2- BÖLÜM 2: BAŞLANGIÇLAR
S2- BÖLÜM 3: ZAFERLERİN KARANLIĞI
S2- BÖLÜM 4: İPLER
S2- BÖLÜM 5: DÜŞÜŞLER ve KALKIŞLAR
S2- BÖLÜM 6: DÖNGÜ
S2- BÖLÜM 7: FERYAT
S2- BÖLÜM 8: GEÇMİŞİN KÜLLERİ
S2- BÖLÜM 9: PUSU
S2- BÖLÜM 10: TUTSAK
S2- BÖLÜM 11: İÇİNLER
S2- BÖLÜM 12: OLANLAR ve OLACAKLAR
S2- BÖLÜM 13: DELİLİĞİN OYUNLARI
S2- BÖLÜM 14: HESAPLAR
S2- BÖLÜM 15: YÜKLER
S2- BÖLÜM 16: KİRLİ RUHLAR
S2- BÖLÜM 17: KARTLAR
S2- BÖLÜM 18: RİSKLER
S2- BÖLÜM 19: DELİLİĞİN SINIRLARI
S2- BÖLÜM 20: UMUTLAR
S2- BÖLÜM 21: KAN GÖLETİ
S2- BÖLÜM 22: FIRTINANIN İZLERİ
S2- BÖLÜM 23: ÇARESİZLİK
S2- BÖLÜM 24: ŞÜPHELER
S2-BÖLÜM 25: İHTİYAÇLARIN YARALARI
S2- BÖLÜM 26: PARADOKS
S2- BÖLÜM 27: AÇIK KALAN YARALAR
S2- BÖLÜM 28: ÇIĞLIKLAR

BÖLÜM 6: KIZ ÇOCUĞU

5.7K 487 210
By yzrperest12

Hellooooooo!

Nasılsınızzz???

Umarım iyisinizdirrrr!

Ben de iyiyimmm!

Bölüm geçmeden önce alttaki o minnoşu aydınlatsakkk!

İyi okumalar dilerimmm!

🌜🌚🌛

"Belki de küçük bir kız çocuğu gibi davranmamın sebebi hiç çocukluk yaşayamamamdır. Bu yüzdendir tüm saçma kararlarım."

🌜🌚🌛

Herkes toplanmış bize bakıyordu. Bakışların hepsinde eğlence ve beklenti vardı. Hepsinde sorular vardı. Kim bu gizemli kız, diyorlardı. Kim olduğumu şu sıralar ben de bilmiyordum. Sahi kimdim ben?

Yeşil gözlerine bakarken gözlerim kıstım. Siyah saçları ve beyaz teni gözlerini ön plana çıkarıyordu. Keskin yüz hatları yeşil gözlerini tatlı olmaktan çıkarıp bir avcıya çeviriyordu. İri ve kaslı bedeni de bu bakışları destekliyordu. Gözlerine baktığımda içime derin bir ürperti yayıldı. Tüylerim diken diken olmadı ama kalbim, işte o diken üstündeydi. Kimdi bu adam?
Başımı iki yana sallayıp insanlara döndüm. "Gösteriyi çok beğendiğinize eminim." Gözüm Sharon'a kaydı. "Biz de oynarken çok eğlendik." Hırçın bir kedi misali üzerime atılırken yanımdaki adam önüme geçti. Bendeki yürek de...

"Sakın. Kanın aktı. Oyun bitti." dedi burnundan artık akmayan kana hitaben. Gözlerine baktım. Orada derin bir hırs vardı. Orada yatan kızgın, çok ama çok kızgın bir kadın vardı. Bana son kez nefretle bakıp arkasını döndü. Son kez Marcus'a baktıktan sonra okulun girişine doğru hiddetle yürüdü. Birilerini, bir şeye çok öfkeliydi. Asıl sebeplerden biri de Marcus idi. Başka bir sebebi daha vardı ama bu beni ilgilendirmiyordu.

"Kadınlar..." dedi Caleb Sharon'un arkasından son bir bakış atıp. "Tehlikeli yaratıklar." Yanıma gelip gözleriyle beni kontrol etti. "İyisin değil mi?" Başımla onu onayladım.

Adama döndüm. "Teşekkür ederim." dedim gözlerini içine bakarak. Bir şey arıyordum ama ne aradığımı ben dahi bilmiyordum. Bu tehlikeli bir histi. Gerçi şu sıralar tehlikeli olmayan ne vardı ki?
Dudakları kalbimdeki avcıları ayaklandıran tehlikeli kıvrımlar kazandı.

"Aiden." Başımla onu onayladım. O zaten benim adımı biliyordu.

"Tanıştığıma umarım memnun olurum." dedim kalbimde canlanan hisleri susturarak.

"Umarım." dedi gülümsemesini büyüterek.

"Biz pek olmamıştık." dedi Marcus aynı bana baktığı nefretli gözleriyle Aiden'a da bakarken. Başımı iki yana sallayıp Aiden'a baktım. Aynı nefretli gözler onda da vardı.

"Nefret pek bana uygun değil. İkinizin arasında kayna..."

"Arada kaynayacağın bir ikili ortada yok." Ortalık bayağa kızışıyordu. Bir de araya benim girmeme gerek yoktu.

"Şey acaba derse geri mi dönsek?" Marcus bana göz atıp öğrencilerine döndü.

"Herkes sıraya."


🌜🌚🌛


Eve çepeçevre bakındım. Dışarıdan ahşap olan ev 3 katlıydı ve çatısı hafif eğimliydi. 12 kişi bu koskoca ormanın ortasındaki eve rahatlıkla sığardık. Zaten Marcus'un neden böyle kocaman bir evi olduğunu hâlâ anlamadım da...

Evin kapısını açan Marcus'un ardından girerken diğerleri de ikimizin arkasından girdi. Eve girer girmez bizi büyük bir salon karşıladı. Eşyaların üstü beyaz çarşafla kaplanmıştı ve yerlerde de üzerleri örtülen tablolar vardı. Beyaz çarşafların üzerleri tozlanmış olsa da etrafta gözüme çarpan bir böcek yoktu. Amerikan mutfak tasarımı vardı ve mutfağın da dolapları ahşaptandı. Tam olarak ormanın ortasında durmayı hak eden bir evdi. Güzeldi ve şaşırtıcı derecede burnuma huzur kokusu geliyordu. Marcus'un gözlerine baktığımda gözlerinde hep olan o hiddetli ifadenin yerini boşluk almıştı. Bunu biliyordum. Anılar seni sıkıştırdığında kapılıyordun ve elinden bir şey gelmiyordu. Bu seni en büyük boşluğa sürüklüyordu.

"Hadi temizlik yapalım." dedim gözlerindeki ifadenin dağılmasını sağlamak için. Hiçbir varlık bu boşluğu hak etmezdi.

"Bizi bir de bununla mı uğraştıracaksın?" Sarah'a gülümseyip omuz silktim. Kimse birine onu görmek için bakmıyordu. Herkes kendi dünyasıyla başbaşayken dünyada varlığını sürdüren başkalarının olduğunu unutuyorlardı. Şu an bu evde aynı havayı soluduğum herkes kendi dertleri ile uğraşıyordu. Kimse birlikken daha iyi olabileceğini düşünmüyordu. Benim yalnızlığımın sebebi de buydu işte. "Büyü ile hallederiz."

"O zaman eğlencesi kaçar." Caleb bana şokla baktı.

"Sen temizlikte eğlence mi arıyorsun? Sen ve temizlik. Eleanor ve temizlik." Başını iki yana salladı. "Beraber bir cümlede dahi yakışmıyorsunuz." Ona bayıkça bakıp banyoyu bulmak için Amerikan mutfağın biraz ilerisinde olan merdivenlere doğru adımladım. Sırtımda tüm gözleri susturan bir çift siyah göz hissettim.

İlk katta bir odaya girip odanın banyosuna girdim. O kadar odanın hepsini kendine özel banyosu mu vardı? Marcus cidden zengin olmalıydı. Banyoya göz atarken duş başlığı dışında temizleyebileceğim bir şey göremedim. Zor değildi. Yanımızda 3 tane vampir vardı. Saniyelerimizi alırdı. "Matthew!" diye bağırmam ile Matthew sanki bunu bekliyormuş gibi anında yanımda belirdi. Sendelesem de düşmedim. "Gidip temizlik malzemesi alabilir misin? Çantamda bi..." Daha ne olduğunu anlamadan yanımdan gitti. En fazla 10 saniye sonra tekrar yanıma geldi. Ben ise olayın şokuyla öylece kalmıştım. Elindeki temizlik malzemelerine şokla baktım. "Sen bunları çaldın mı?"

Gülümseyip yanağımdan makas aldı. "Fazla yavaşsın güzellik." Omuz silkip temizlik için hazırlık yapmaya başladım. Herkesin işini hazırlayıp zorla aşağı indirdim. Hepsi ayrı bir alemdeydi. Caleb ve Alissa mutfakta bir şeyler hazırlıyorlardı. Onlara gülümseyerek baktım.

Marcus telefonuna bakınıyordu. Acaba bir kurt adam telefonda neye bakıyor olabilirdi? Sarah ve yandaşları cam kenarında konuşuyorlardı. Watson ve Lauren da koltukta oturmuş gülüp, konuşuyorlardı. Matthew benim yanımdaydı. Blanca ve Carlos da birbirleriyle konuşuyordu.
"Herkes buraya!" diye bağırdım. Bağırmam ile herkes bana bıkkınca döndü.

"Tarafım hâlâ büyü. Sen istersen elinle yapabilirsin. Ben büyü ile bana düşen görevi yapabilirim." Başımı iki yana salladım. Bana öfkeyle bakan Sarah'a dil çıkardım. "Sen çocuk musun? Ne bu hâller?" Omuz silktim. Bunun kaynaşmamız için bir fırsat olduğunu anlayamamışlardı. Hepsi tarafından nefret dalgasına tutulmak istemiyordum.

"Çocuk ruhluyum ben. Sizin gibi içimde 500 yıllık bir amca oturmuyor." Ellerimi belime koydum. "Şimdi camlar bende. Zaten herkes kendi odasını temizleyecek. Blanca, Carlos ve Matthew siz de..." deyip Blanca ve Carlos'a baktıktan sonra Matthew'a döndüm. Lakin aramızda milimlik mesafeden çok daha fazla mesafe beklediğim belliydi. Şokla ona bakarken bir adım atıp geri çekildim. "Gücünüzü kullanmadan salonu temizleyin. Caleb ve Alissa." deyip mutfak tezgahına yaslanmış bana bakan ikiliye baktım. "Beraber mutfakta vakit geçirin." deyip göz kırptım. "Yani orayı bir güzel toparlayın. Sarah, Barton ve Sean sizlere bütün tuvalet ve banyoları veriyorum."

"Asla."

Başımla dediklerimi onayladım. "Watson ve Lauren size bahçeyi veriyorum." Gözüm Marcus'a kaydı. Bana dikkatle bakıyordu. Ara sıra cidden korkulması gereken biri oluyordu. "Sen de kileri artık topla." Gözlerini ayırmadı. "Tamam, hadi beraber yaparız." Gözlerinin etkisinden ayrılmak için elimle alkış yaptım. "Herkes malzemelerini alsın. Yetmezse banyoda daha var. Herkes iş başına."

"Aslında kileri ben alabilirim." Matthew'a bakınca aslında bunun daha katlanılabilir olduğuna karar verdim.

"Ben yaparım. Sana gerek yok." dedi Marcus şaşırtıcı bir şekilde.

"O zaman herkes işinin başına." Aklıma gelen fikirle sinsice gülümsedim. "Bir dakika." dedim cebimden telefonu çıkartarak. Aradığım şarkıyı bulunca eşyaları almak için yanıma gelen Caleb ve Alissa'ya baktım. Bateri sesi ile genişçe gülümsedim. "Bu şarkı Caleb'tan Alissa'ya gelsin." Şarkının sesini sonuna kadar açtım.

Kimseyi görmedim ben
Senden daha güzel

Elimle Alissa'yı gösterdim. Caleb anlamış bir şekilde bana şokla bakıyordu. Alissa ise kaşları çatık beni izliyordu. Tabii ki anlamamıştı. "Eleanor şu şarkıyı kapat."

"Gerçekler Caleb!" Göz kırptım.

"Bu şarkıda neler diyor böyle?"

Kimseleri de takmadım
Ölsem değişmem
Kimseyi tanımadım ben

Elimle bilmem işareti yaparken, "Ona sor." dedim gülerek. Türkçe şarkıları severdim. Anlamları hoşuma gidiyordu. Üstelik benim aksanımla da uyuyordu.

Senden daha güzel
Senden daha güzel
Senden daha güzel

Elime bezi alıp cama ilerledim. Caleb'tan ses çıkmayınca bağırdım. "Sana diyor ki; Kimseleri görmedim ben, senden daha güzel." Arkama dönüp baktığımda bir adet kırmızı kesilen Alissa ve ensesini kaşıyan bir Caleb gördüm. "Bu sizin şarkınız olsun."

"Bence bu bizim şarkımız olsun." Yanıma gelen Matthew ile sendeleyip kovanın üzerine düştüm. Her yerim ıslanırken ağzım 1 karış açıldı. Şaşkınca Matthew'a baktım. Kahkaha sesleri salonu çınlattı. Hepsi bana gülerek bakıyordu. Hatta Marcus bile. Beni ise başka bir şaşkınlık ele geçirdi.

Şaşkınlıkla Marcus'a ve gülüşüne baktım. "Marcus." dedim şaşkınlıkla. Gülüşü anında silindi. "Senin gülebilmek için yüz kasların mı var?" Bana sertçe bakıp arkasını döndü. Gözlerim Matthew'ı buldu. Bana gülerek bakıyordu. "Bak bir de gülüyor! Seni döverim bak!" dedim gülerek. Bunu demem ile daha da fazla güldü. Ellerimi uzattım. "Bari gel kaldır." Ben daha ne olduğunu anlamadan Matthew'ın kucağındaydım. Şaşkınlıkla yüzüne bakarken bir anda öyle güçlü koşmaya başladı ki koştuğunu bilmesem fırtınadayız zannedebilirdim. Odama gelmiştik. Yavaşça beni yere bıraktı. Ensesine kapatıp bana mahçup bir şekilde baktı.

"Eleanor, eğer seni o gün dediğin gibi rahatsız ediyorsam..." Bunu beni kucağına alıp odaya getirdikten sonra söylemesi ironikti.

"Bunu beni ıslattıktan sonra sorman ayrı bir ironi tabii ama..." Hafifçe güldüm. "Yani tabii ara sıra sinirlerimi bozuyorsun ama en azından diğerleri gibi değilsin." Omuz silktim. "Caleb bile artık bana eskisi kadar yakın değil. En azından beni sadece şu gölge saçmalığı altında görmüyorsun." Burukça gülümsedim. "Üstelik aşağıdaki herkes benden nefret ediyor. Ne yaptığımı bilmiyorum. Galiba nefret etmeleri için ben olmam yeterli." dedim gülerek. "Neyse... Ben üzerimi değiştireyim." Bir süre yüzümü inceledi. Hiçbir şey demeden odadan çıktı.

Eşyalarımızı buraya getirmiştik. Benim yüzümden bütün türler aynı evde kalıyordu. Galiba benden nefret etmeleri için bir de bu vardı. Dolaptan rahat bir siyah tayt ve dizime kadar uzanan mor bir t-shirt giydim. Banyoda gerekli olan her şeyi hazırladım. Aşağı inerken eşyaları da götürdüm. Telefonumu aldım. Şarkıyı kapatmışlardı. Herkes işinin başına geçmişti. Kulaklığımı çıkarıp kulağıma taktım. Sırayla şarkılarım açılırken işimi ritime uyarak yapmaya başladım. Şarkının dokunamadığı yürek, güzelleştirmediği iş yoktu!

Salondaki camlar bittiğinde tam tamına ortalaması 3 dakika olan 10 tane şarkı bitirmiştim. Odama doğru yol alırken neredeyse ayağım takılıyordu. Sakarlık mı? Eleanor Parker'dan öğrenmelisiniz.
Odanın sadece bir camı kalmıştı. Önünü silerken arkasını silmek için sandalyeye çıkıp sildim. Ortadaki camın arkasını unuttuğumu fark edince oflayıp mermerine basıp dikkatle camı silmeye başladım. "Küçük kız!" diye bağırılmasıyla zaten kaygan olan sandalyede sendeleyip camdan aşağı düştüm. Çığlık atarken yere çakılmayı bekliyordum. Lakin birinin belimden ve sırtımdan tutması ile beklentim suya düştü. İyi ki de düştü.

Sıkı sıkıya yumduğum gözlerimi yavaşça açtım. Beni yeşil gözler karşıladı. Nefes nefeseydim. Kalbim de doğru orantılı oldukça hızlı atıyordu. "Dikkat önemli. Öyle değil mi, Gölge?"

Gözlerimi kırpıştırarak Aiden'a baktım. "Eleanor!" diye bağırarak camdan bana bakan Caleb'a kaydı gözlerim. Gözlerinde dumura uğramış bir ifade vardı. Cama baktığımda arkasında herkes vardı. Hepsinin gözü sırayla benden Aiden'a kaydı. Hepsi de Aiden'ı tanıyormuş gibiydi. Gerçi Marcus tanıyorsa onlar da tanıyordur. Marcus demişken... Gözüm Marcus'a kaydı. O ise sinirle Aiden'a bakıyordu. Aklıma gelen şey ile ağzım beş karış açıldı. Hızla Aiden'ın kucağından indim. Telefonum!

Paramparça olmuştu. Diz çökerken, "Olamaz." dedim şokla.

"En azından bir teşekkürü hak ederdim." diye mırıldandı arkamdaki Aiden.

"Bittik." Kafamı kaldırıp Caleb'a dolan gözlerimle baktım.

"Telefonum." Sarah kaşlarını havaya kaldırıp bana baktı.

"Cidden mi? Koca bir pençe yedi, ağlamadı. Şimdi bir telefon için mi ağlayacak." Gözümden bir damla aktı. "Ciddiymiş."

"Telefon," Nefeslendi. "Onun her şeyidir."

"Keşke onu tutsaydın." dedim Aiden'a dönüp akan gözyaşlarımla. Kaşları havaya kalktı. Belki şımarık bir çocuk olarak gözüküyordum. Ama o... Benim kendi paramı kazanıp aldığım ilk telefondu.

"Şu kelimeyi kullanıp kullanıp durma." Dudağımı büzüp Caleb'a baktım. "Bekle geliyorum."

"İstersen yerden kalk." dedi Aiden nazikçe. Yukarıya doğru bakınca oldukça uzun olduğu belli oluyordu. "Yani üşütürsün hasta olursun. Hasta olursan da..." Eliyle ensesine kaşıdı. "Öyle bakmasan." Gözyaşlarım akınca bakışlarını benden ayırdı. "Cidden küçük bir kız çocuğu gibisin." Belki de küçük bir kız çocuğu gibi davranmamın sebebi hiç çocukluk yaşayamamamdır. Bu yüzdendir tüm saçma kararlarım.

Gözlerimi ondan ayırıp telefonuma baktım. Her yer bir anda değişti. Etrafıma bakındığımda daha önce hiç görmediğim bir yerdeydim. Simsiyah bir odayı yandaki led lambalar ve ortada sallanan bir lamba aydınlatıyordu. 6 tane sandalye vardı. İkili oturuyorlar. Üçgen biçiminde oturmuşlardı. Kimsenin yüzü tam olarak seçilmiyordu. "Gölge sayısı 1'e indi."

"Parker ailesi tamamen katledildi." Kalbimin hızı arttı. "Küçük bir kızları kaldı. Onun ise enerjisi gölge enerjisi ile hem uyuşuyor hem uyuşmuyor. Kokusu insan kokusu. Kızı her ihtimale karşı koruma altına almalıyız."

Biri çat diye kapıdan girdi. "Efendim! Son gölge..." Çocuğu inceledim. Yüz hatları Aiden'a benziyordu. "Jasmin Parker." Gözlerimi kırpıştıtrken. Şok bedenime derin kamçılar atıyordu. Halam. Beni bıraktı zannettiğim halam. Hiç aramadığım halam. Hiç haber alamadığım halam. Babamın tek kardeşi.

"Onu koruma altına almıştınız." dedi üçgenin başındaki adam sessizce. Çocuk korkuyla adamın yüzüne baktı. Üçgenin ortasında bir görüntü belirdi.
Bir kadın gece yarısı ormanda ardına bakmadan koşuyordu. Yutkundum. Altındaki beyaz kot kanla kaplanmıştı. Arkasına dönüp bakarken yeşil gözleri korkuyla açıldı. Halam daha ne olduğunu anlamadan ucu kırmızı bir sıvıyla kaplı kazık halamın göğsünden girip sırtından çıktı. Gözlerim dolarken ağzım yaşadığım şokla aralandı. Görüntü kaybolduğunda omuzlarımdan sarılıyordum.

"Eleanor!" Gözlerim Marcus'a kaydı. Yutkunup yüzüne baktım. Gözlerim ardına kadar açılıydı. Şok bedenimi sarmıştı. Gözlerim doluydu ama gözyaşlarım dökülmek için bir göz kırpışıma muhtaçlardı.

"Bi... Bir şey yok." dedim hafif kekeleyerek. Ayağa kalkarken yere düşen Aiden'ı dahi görmedim. Hatta telefonumu dahi önemsemedim. Caleb bana dikkatle bakarken ne gördüğümü anlamaya çalışıyordu. Onu da geçtim. Gözlerimi kırpıştırırken Caleb'ın bu gerçeği bildiği gerçeği aklıma geldi. Kaşlarım çatılırken usulca süzüldü bir gözyaşı elmacık kemiğimin üzerinden. Bir an nefes alamadım. Geri geri gidip Caleb'ın önünde durdum. "Biliyordun." dedim titrek sesimle. Ben bunu kaldıramazdım. Olmazdı...

"Neyi?" dedi kaşları çatılırken.

"Biliyordun." diye tekrarladım yine kendimi. Kalbimdeki hüzün öfkeyle şekillendi. Onu omuzlarından sertçe ittim. "Ve ben senin omzunda onun için ağlarken sen hiçbir şey demedin." Hâlâ anlamaması karşın, "Halam." dedim burukça. Gözyaşlarım birbirini umarsızca takip ederken sadece yüzüne bakıyordum. Bu sefer acımı dindirmek için gülümseyemedim. "Beni bırakıp gitti sandığım halam ölmüş meğerse." Dudaklarım gülümseme diyemeyeceğim kıvrımlara sahip oldu. "Bense bunu saçma sapan bir görüden öğreniyorum! Ne bu?!" Hıçkırık boğazımda takılı kaldı. Gözyaşlarım ardı arkası gelmeden aktı. "Bu dünyaya girdikçe senin yalanların mı karşılayacak beni? Ben bu dünyaya girdikçe birinin daha mı ölümünü göreceğim?" Başımı iki yana salladım. "Ben böyle bir dünyaya girmek istemiyorum!" Kuruyan dudaklarımı yaladım. "Ben birinin daha gözümün önünde öldürülmesini istemiyorum! Ben tekrar ölmek istemiyorum!" dedim bağırarak. Hıçkırık beni esir aldı. Daha fazla bir şey söyleyemedim. Yere düşerken düşündüklerim beni esir almıştı. "Ben... Artık..." Soluklandım. Ve bu gün içerisinde uyanıkken son soluklanmam oldu.

🌜🌚🌛


Okula bakıp gülümsedim. Saat tam olarak okul saatiydi. 2 gündür uyuyormuşum. Fazlaydı. Taviz vermek için de uyumam için de. Derin bir nefes alırken kendime tek bir söz verdim; Ailemin katilini bulana kadar bu işten vazgeçmeyecektim. Kimlerse, nelerse onları bulacaktım ve ne olursa olsun aileme nasıl yaptılarsa ben de onların kanlarını dökecektim.

Buranın güvenliği falan yoktu. Zaten herbiri kendini koruyabilecek derecedeydi. Derince soluyup emin adımlarla okulun bahçesine giriş yaptım.

Gözüm ilk olarak Caleb'ı buldu. Marcus'un yanındaydı. Herkesi inceliyordu. Bu incelemeye ben de takıldım. Kaşları çatılmış bana bakıyordu. Ona genişçe gülümsedim.
Canımı çok yakmıştı. Bu benden saklanılacak bir sır değildi. Bu sır olamazdı. Halam...

Yutkunup başımı dikleştirdim. Marcus da bana bakmaya başlayınca o tarafa doğru yürümeye başladım. "Küçük kız!" Gözlerim Aiden'a kaydı. Benim yanıma doğru geliyordu. Marcus ve Caleb, Aiden'ın önüme gelmesiyle görüş açımdan çıktı. "Senin için oldukça endişelendim." Ona karşı samimice gülümsedim.

"Şu sıralar ben de hayatım için endişeleniyorum." dedim gülerek. "Ölüm peşimi bırakmak istemiyor gibi duruyor." Yüzünde çapkın bir sırıtış belirdi.

"Ben seni yine kurtarırım." Başımı hafif yana eğdim. "Ama tabii sen yine de dikkat et."

"Dikkatsiz olduğumu fark etmişsindir herhâlde."

"Fark etmemek için kör olmak gerek." Omuz silktim.

"En azından bu konuda güvenebileceğim biri var. Ama yine de kendi başımın çaresine bakabilirim."

"Güçlü olduğunu görmek için bazı şeylere ihtiyaç yok." dedi gölge olmama gönderme yaparak. Güçlüydüm. Ne kadar güçsüz görünüyorsam onun bin katı daha güçlüydüm. Öyle olmak zorundaydım.

"Artık derse dönsek iyi olur." dedim bize huzursuz huzursuz bakan Marcus'a bakınca. "Kendisi senden pek haz etmiyor."

"Senin benden haz etmen daha önemli." Yeşil gözlerini benden ayırmadı.

"Galiba kurt adamlarda ve vampirlerde yeni gelen herkese asılma gibi bir gelenek var." Gözlerini benden ayırmadan kahkaha attı. "Hiç gülme. Matthew da sen de bana bir asılıyorsunuz. Bak senden pek emin değilim ama Matthew... Yani." Tekrar gülmesi ile ben de güldüm.

"Kusura bakma birinin seni bu hâlde görüp gelmemesi imkânsız." Gözüm Marcus'a kaydı. O da omzunun üstünden Marcus'a baktı. Öğrencilerle ilgilenmiyordu. Odağı bizdeydi. Kaşları çatılmış sinirle bize bakıyordu. Aslında bizi kolaylıkla ayırabilirdi.

"Şu an serbestiz. Yoksa şu ana kadar bizi çoktan ayırmış olurdu." Elimle Marcus'a selam verdim.

"Kibir... İyi değildir. İnsanı içten içe yer." Aiden beni başıyla onayladı.

"Marcus'u aşmak imkânsız. Caleb'ın yanında bile rahat değil." Omuz silktim.

"Bizi şu an duyuyor mu?"

"Çok büyük bir ihtimal." Omuz silktim. Kafamın içinde çınlama hissetmen ile yüzümü buruşturdum. Bu ne iğrenç bir sesti böyle. "Bu işi asla yapamayacaklar."
Caleb yanıma geldi. "Eleanor..." Yüzüne dahi bakmadım. Bunu dahi hak etmiyordu.

Gözlerimin onu bulmasına izin vermeden, "Buralarda yemekhane gibi bir yer var mı?" dedim Aiden'a. Aiden Caleb'a bir göz atıp bana baktı.

"Hadi gidelim." Beraber yürümeye başladık. Matthew bize doğru geliyordu. Huzursuz görünüyordu. Gözü Marcus'a kaydı.

Yanından geçerken, "Biz yemekhaneye gidiyoruz." dedim basitçe. Dudaklarımı birbirine bastırıp Aiden'a baktım. Siyah saçları rüzgardan dağılıyordu. Buğday teni ve sert yüz hatları ile oldukça asil duruyordu. Kurt hali de oldukça asildi. Bir dakika... Ben ne düşünüyordum!

"Genel olarak yakışıklı bulunurum." dedi yandan bana bakarken göz kırptı. Utanırken kırmızılaştığıma emindim.

"Acıktım." dedim konuyu değiştirmeye çalışırken.

"İyi yöntem." Göz ucuyla ona baktım. O da bana bakıyordu. "Şaka yapıyorum. Hemen utanmana gerek yok." dedi gülerek. "Bunu sık sık yapsam iyi olur. Çok tatlı oluyorsun."

"Şunu keser misin?"

Okula girerken, "Bence benimle tanıştığıma memnun oldun." dedi bana bakıp.

"Olabilir." Biçimli kaşları havalandı. "Tamam. Tanıştığımıza memnun oldum." dedim gülerek. "Umarım sen de olmuşsundur."

"Çok tatlısın. Kesinlikle tanıştığımıza memnun oldum!" Göz devirmeden edemedim.

"Bana asılmayın ya!"

"Sadece sıcak hissettiklerime yaparım yalnız." Bir kapıyı açıp içeri girdiğimizde kan kokusu burnuma çalındı. Kusma isteği burnuma gelince yüzümü ekşittim. "Kötü görünüyorsun."

Başımla onu onayladım. "Bu kadar kötü bir koku olamaz."

"Normalde burada normal yemekler yenirdi ancak şimdi okullar karıştığı için yemekler de karışık servis edilmeye başladı. Malum türler de oldukça kaos meraklısı." Kulağıma eğildi. "Kimin için acaba?"

Ona ters bir bakış attım. Ancak hafiften de gülüyordum. Gözleri gülüşüme kaydı. "Bu konuları duyuyorlar değil mi?" dedim içime hafif bir telaş yayılırken.
"Muhtemelen. Ama bizi takmıyorlardır."

"Bu kızda da galiba herkesi tavlama gibi bir yetenek var. Kurt adamlıkta iyi olmasa da kur yapmakta iyi gibi." Bunu karşı masada rahatça oturan, bana o gece saldıran çocuk söylemişti. "Güçlü olan herkesi ayarlamaya başarılısın. Tabii kokunun da etkisi oluyordur." Kahverengi gözlerinde zevkli bir ışıltı belirdi. "Seni gün geçtikçe daha çok istiyorum. Ama malum kanın benim için zehirli. Lakin bu seni istediğim başka yeri değiştirmiyor." dedi göz kırparak. Yüzümü yaptığı imaya karşın buruşturdum.

"İmalarına dikkat et, vampir."
Kız ayağa kalktı. Onunla beraber diğer vampirler de ayağa kalktı. "Dikkat etmezsek ne olur?" Vampirlerin ayağa kalktığını gören kurt adamlar da ayaklandı. Cadılar ve büyücüler ise zevkle bizi izliyorlardı.

Aiden iyice diklendi. "Tahmin dahi edemeyeceğiniz şeyler." Yeşil gözlerinden gri bir parlama oldu. Knox hızla Aiden'ın önünde belirdi.

"Yapsana." dedi o da inatlaşarak. Yanındaki kız ise benim tam önüme belirdi. İrkilirken yutkundum.

"Eminim o zaman bize nasılsın saldırdıysan öyle saldırabilirsin Eleanor." Aiden sinirle Knox'a bakarken benim önüme gelen kızı fark etmemişti.

"Dayanabilir misin?" Aiden daha da fazla diklenirken kızın kahverengi gözleri bana kitlendi.

"Biraz sakinleşsek mi?"

"Ne oldu korktun mu?" dedi kız tüy ürpertici bir sesle.

"Tabii ki de. Zaten daha yeni yeni kurt adam olduğunu anlayan bir kız korkmayıp ne yapabilir?" dedi tanımadığım başka bir kız sesi. "Sadece 1 kere dönüşmüş. Onu da rüya sanmış. Ve bu hâlde 3. sınıftan başlıyor. Ne yazık." Dudaklarımı sakinlikle yaladım. Kavga ederken olaylar daha beter olur. En önemlisi ne olduğum ortaya çıkar.

"Kavga edersek ve birimiz ölürse bizi düzeltebilecek bir gölge yok. Yani sonu olmayan bir yola gireriz." dedim bilmiş bir şekilde. Karşımdaki kız alayla güldü.

"2 günlük kurt adam bize ders mi vermeye çalışıyor?" Kahkaha atmasıyla ile ona boş boş baktım. "İlk önce gölge ne demek onu öğren." Kibirle başını dikleştirdi. "Haddini bilmelisin Eleanorcuk!"

Sinirlenirsem olaylar berbatlaşırdı. Ve bu kız beni sinirlendirmek için bayağa bir uğraşıyordu. Bendeki bu özgüven de... Kız bana dokunamadan başka biri gelip beni ittirdi. Beni duvara yapıştıracak kadar sert bir itişti bu. "Korktunuz mu?!" diye bağırdı kız sertçe. "Kim ölecekse ölsün! Bu birleşme son damla oldu!"

Aiden anında yanıma ışınlanırken sırtım sanki ortadan ikiye kırılmıştı. Kıza başka birinin saldırması ile kız ortadan insanüstü bir şekilde uzaklaştı. Kıza saldıran kişi Sharon'du. "Benim türümden birine sakın ola ki zarar vermeye kalkışma seni iğrenç kan emici!"

"İyi misin?" dedi beni endişe ile kontrol eden Aiden.

"Olmaya çalışıyorum." dedim inleyerek. Derince soludum. "Lanet olsun! Bu kaçıncı ölüm tehlikem!" Duvara yaslanmış bir şekilde otururken Aiden da iyi olduğuma karar verse gerek yanımda duvara yaslandı. Karşımdaki kavgaya baktım. Sharon ve o kız hunharca kavga ediyordu. Sharon kızı pencereden dışarı fırlattı. Gözlerim ardına kadar açıldı. "Vay canına!"

Camın kırılması ve kızın ardından Sharon'un atlaması ile kapı hiddetle açıldı. Matthew yanıma ışınlanırken Marcus ve Caleb'ın yanıma gelmesi sadece saliseler aldı. "Seni yalnız bırakmak başlı başına hata." Caleb beni endişe ile incelerken elini yüzümdeki bir noktaya dokundurdu. O bölge sızlarken irkilerek geri çekildim. Caleb elindeki kana bakarken yutkundu.

"Bu kızda bu kadar ilgilenecek ne var?"

"Seni ilgilendirmeyen şeyler." diye yanıtladı Knox'u Blanca. Ayağa kalkıp onu kolundan tutup çıkarmaya çalışırken yüzünde sinsi bir gülümseme belirdi.
"Parker." dedi zevkle. Gözleri bana dikildi.

"Defol git!" diye hiddetlenen Marcus olmuştu.

"Vay canına." diye yanıtladı onu Knox. Gözlerimi kırpıştırırken endişe ile Marcus ve Matthew'a baktım. Caleb'a bakmadım. Ne olursa olsun Caleb'a çok ama çok kırgın ve kızgındım.
Marcus hiddetle ayağa kalkarken oldukça sinirliydi. Matthew da aynı şekilde. Aiden ve Caleb da... "O çeneni kapa." Marcus bağırmasa da sesi onu her an öldürebilecekmişçesine çıkıyordu.

"Herkes dışarı!" diye bağırdı Matthew. Herkes bir anda susup bize baktı. Kimse lafını ikiletmeden dışarı çıktı. O bile oldukça ciddiydi. Herkesin dışarı çıkması ile Marcus Knox'un boğazına sarıldı. Onu duvara yapıştırırken duvarda çatlaklar oluştu. Gözlerim gücünün boyutu karşısında şaşkınlıkla açıldı.

"O çeneni kapalı tutacaksın." Knox'un yüzünde alaycı bir gülüş oluştu.

"Beni boğarak öldüremezsin. Çok daha sert şekiller gerek." dedi sanki Marcus'u teşvik etmek istercesine. Ayağa kalkmaya çalışsam da Alissa beni tuttu.

"Dur durduğun yerde." Beni durduran elini indirdim. Aklıma bir fikir gelmişti ki kalkmıştım. Blanca sertçe kıza bakarken kız hâlâ bana bakıyordu. Onun da yüzünde bir gülümseme vardı. Alissa ve Sarah engelini aşarken Blanca'nın kolunu tuttuğu kıza doğru yürüdüm. Caleb kıza varmadan kolumu tutsa da yüzüne dahi bakmadan kolumu ondan kurtardım. Kızın tam karşısına geçip kahverengi gözlerinin içine baktım.

"Ne oldu?" dedi alayla. Gözlerim gözlerine kitlendi.

"Benim gerçekten ne olduğumu unutacaksın. Burada sadece arkadaşını korumak için durmuştun. Biz seni kovunca da gitmeye karar verdin. Şimdi gidebilirsin." Gözleri bana kitlenirlen gözlerimi ayırmam ile gözlerini kırpıştırdı. Başını beni onaylarcasına sallayıp kapıya yöneldi.

"Ne oluyor?!" Gölge etkisi oluyor Knoxçum.

🌜🌚🌛

Yeniden heluuuu!

Bölüm nasıldıııı?

Caleb - Eleanor çekişmesi nasıl?

Arkadaşlıkları sizce nasıl ilerleyecek?

Eleanor ile ilgili ne düşünüyorsunuz?

Marcus ile ilgili pekiii?

Şu ana kadar en sevdiğiniz karaketerrr?

Lütfen oy ve yorumlarınızı bırakınnn!

Huzurlu, sağlıklı ve mutlu günler dilerimmm!

Continue Reading

You'll Also Like

276K 23.2K 61
Torn Galaksisi'ne karanlık usul usul yayılmaya devam ediyorken dengeler değişmek üzereydi. ALFA'nın sonunda yeri bulunan Sultan Nersy yaşadıklarıyla...
227K 20K 58
Eleanor için kurt adam, vampir ve büyücülere inanmak kolaydı. Sonuçta o, anne ve babasının kurt adamlar ve vampirler tarafında öldürüldüğünü savunan...
202K 15.2K 20
Bir kız düşünün. Onu yaşıtlarından ayıran tek özelliği farkındalığının yüksek olması. Bu farkındalığın ona hissettirdiklerini tahmin edin bir de. Düş...
45.8K 22.2K 28
🏆Wattys2021 Yarı Finalisti🏆 Tüm polisiye kurgularda önemli olan olayı ya da cinayeti çözmek ve suçluyu yakalamaktır. Peki hayran kaldığımız polis...