Stjernestøv | Yizhan

By Sibylvanea

48.1K 4.9K 16.1K

Norveç'e okumak için giden Wang Yibo, Stavanger Üniversitesinde hayatını tamamen değiştirecek kişi olan Xiao... More

Stavanger
En kinesisk gutt i Norge
Lukten av rødt skjerf
Noen som venter foran huset
Å være en lagkamerat
Hva skjedde i går kveld?
Jeg blir vel vant til deg
Du sa at det var viktig
Hvorfor gjorde du noe slikt?
Oslo
På en betingelse
Stjernestøv
Vinterens Gåte
Jeg har en som jeg liker
Hvis du er personen jeg liker, hva vil du gjøre?
Jeg er forelsket i et eventyr
En uventet snøstorm
Å være noens stjernestøv
Jeg kommer ikke til hybelen i kveld
Jeg Elsker Deg
Vi blir fulgt
Hvilken by skal vi til?
Bergen
Vil du se hvor dyktig jeg er?
FİNAL - Hele himmelen, alle stjernene vitner
🎄 Yılbaşı Özel Bölüm: Bjørns hemmelige mappe 🎄
🎂 Özel bölüm son: Wang Yibos drøm gikk i oppfyllelse

Du unngår meg, ikke stikk av

1.7K 189 717
By Sibylvanea

|Du unngår meg, ikke stikk av: Benden kaçıyorsun, kaçma|

-

Bir aralık sabahı, Stavanger Üniversitesinde, Derslik 205'te bir cümle yüzünden tahtaya yazılmış olan ders notları unutuldu, Ophelia intihar etti; Hamlet öldü. Sınav saati geldi şiirler incelendi, kağıtlar dolduruldu, kalemler oynatıldı; bazısı sınavı zor buldu, bazısı kolay olduğu için yurda seke seke gitti. Akşama kadar kar yağdı. Kimse konuşmadı. Her şey aynıydı.

Fakat Xiao Zhan'ın parlak gözleri düşünce denizinde dakikalarca kulaç attı. Dakikalar geçtikçe bu derin, koyu denizin akıntısıyla savaşamıyor ve ardından boğulacağını bile bile kendisini akıntıya karşı mücadele etmekten alamıyordu.

Tek bir cümle, kulaklarında uğuldayıp zihnine asılı bıraktığı kandilde alevlenip oralarda gizlediği bazı düşünceleri utanmadan aydınlatırken, eli kolu bağlı bir şekilde sınav kağıdına baktı ve hayatının en güzel şiir incelemesini yaptı. O anki hisleri, aklındaki düşünceleri tek bir yönden şaşmazken kendisini Thomas Wyatt'ın yerine koydu ve Aşka elveda dedi.

Sonra gözleri Shakespeare'in sonelerinde dinlenirken aklına yine o cümle doldu. "Hoşlandığım biri var."

Durdu, derin bir nefes aldı ve yeniden zihninde yapraklarını döken o ağacın önünde durdu. Her bir yaprak düştükçe kulağına fısıldanan sözleri yazdı. En sonunda kafiye şemasını ekledikten sonra düşünceli gözleri hiçbir yere takılmadan kağıdına bakınarak ayağa kalktı ve kağıdını teslim ettikten sonra derslikten çıktı.

Sabah Yibo'nun yanında oturduğu derste ne yaptığını hatırlayamadı o an. Sınıftan nasıl çıkmıştı? Yibo'yu ardında mı bırakmıştı? öyle bir şey yaptıysa neden yapmıştı? Hatırlamıyordu. Xiao Zhan ne yaptığını hatırlayamıyordu.

Çantasını sırtına takıp kalabalık olmayan koridorları geçti. Fakültede onu tanıyan herkes gülümseyerek selam verirken düşünceli gözlerini saklamaya çalışarak gülümsedi. Bir şey olmamıştı. Yibo bir erkek, bir gençti. Tabii ki birisini sevebilirdi!

Dünyanın en normal olgusu Zhan'ın karşısındayken neden gözleri düşünce denizinde boğuluyordu, bir türlü anlayamadı. Hoşlanmak güzel bir eylemdi. Yibo'nun sevdiği birinin var olduğunu bilmesi Zhan'ı çok şaşırtmıştı. Çünkü genç olan, Norveç'e geldiğinden beri kimseye yakın görmemişti; hatta konuştuğu kişi sayısı bir elin parmağını bile geçmediğini en iyi kendisi biliyordu.

Bu zamana kadar Yibo ile yakın olduklarını düşünüyordu. En azından hoşlandığı kişinin kim olduğunu sorabilirdi. Belki tanıdığı birisiydi, belki de hiç tanımadığı. Neden sormalıydı ki? Zhan neden sormalıydı? arkadaşı olarak mı merak ediyordu yoksa genç olanın yüzü yüzüne yaklaştıkça deliren kalbi mi? İçinde kendisiyle çelişen düşünceleri birbirine çarparken önünde duran kişiyi görememiş karşıdan gelen ince bedenle çarpışmıştı.

Neyse ki karşısındaki kişi kendisinden kısaydı. Omuzlarına uzanan uzun sarı saçlar, kendi göğsüne çarpmış, ardından öfkeyle dolu tiz bir ses kulaklarına doluşmuştu. Gözlerini yerden kaldırıp çarptığı kızın koyu mavi gözlerine baktığında ne zaman giriş katına inip Lea ile karşılaştığını anlayamadı. Bugün gözleri dalgındı. Gün boyunca gözleri hep başka düşünceleri kovalayıp kendisini yalnız bırakmıştı.

"Gözlerindeki lensler işe yaramıyorsa neden takıyorsun ki? Baksana önünü bile göremiyorsun."

Lea'nın alay dolu sözleri net, bakışları sertti. Zhandan nefret ettiğini karşılaştığı her fırsatta belirtmekten asla çekinmiyordu. Yibo'nun boş kağıt verişinden sonra Zhan, Lea'nın ne kadar çıldırdığını az çok tahmin edebiliyordu.

Zhan, yere çömelmiş, kitaplarını hışımla toplayan kıza baktı. Normalde kim olursa olsun özür diler, yardım ederdi. Fakat Lea'nın Yibo ve kendisi için söylediği sözler hâlâ aklının ücra köşelerinde yaşıyor, nefes alıyordu. O an kendisine hâlâ sinirli bir ifadeyle bakmakta olan genç kızı görmezden geldi ve yanından geçip fakültenin çıkışına doğru yürüdü. Ancak arkasından gelen kin dolu sözleri duyduğu an duraksayıp içinde yükselen endişe dalgaları yüzünden kalbi hızla atmaya başlamıştı.

"Sean Xiao! ödevden düşük alayım diye ne yaptığınızı unutmadım. Yibo'ya bilerek boş kağıt vermesini söyleyen sendin değil mi? Bu adiliği sadece sen yapabilirsin."

Zhan'ın o an tüm düşünceleri, bir anda kara tahtada tebeşirle yazılmış cümleler gibi silindi. Aslında Lea'nın dediği gibi her şey dolaylı yoldan kendisi yüzünden olmuştu. Yibo, kendisi yüzünden Lea'ya sinirlenmiş, onunla uğraşmıştı. Elbette bir şekilde yaptığı şeyin bir sonucu olacaktı. Arkasındaki kız, dersleri için her şeyi yapacak kadar hırslı; Birinciliğe giden yolda herkesi ezip geçecek kadar acımasızdı. Kendisi buna bir keresinde şahit olmuştu.

Geçen yıl Oslo'ya transfer olmadan önce Stavanger'de okuyan bir öğrenci Lea'dan yüksek aldığı için genç kız onu ders gruplarına almamış, alanlar için kavga çıkarmayı gözüne kestirmiş bir aptaldı. Xiao Zhan haricinde kimse o öğrencinin grup arkadaşı olmamıştı.

Lea ise Zhan'dan o öğrenciye yardım ettiği günden beri ölesiye nefret ediyordu. Bu Zhan'ın umurunda bile değildi. Fakat arkasından hızla gelip artık karşısında duran bu kızın Yibo'nun başına iş açmasına izin vermeyecekti; Yibo buraya yeni alışmışken bu kız yüzünden eğitim hayatında dikenli bir tel olmasını istemiyordu. Zhan o an omuzlarını umursamazca silkip ellerini cebine koydu. Karşısında ona alay dolu bir ifadeyle bakan kızın istediği eğer buysa, kendisiyle uğraşmaksa ona ayak uydurabilirdi.

"Evet, ben söyledim. Bireysel puanınla geçersin sanıyordum, benim hatam."

Lea'nın koyu mavi gözleri alevlerle sarmalanmış, kaşları duyduğu sözler karşısında hızla çatılmıştı. Genç kızın kitapları tutan parmaklarının boğumları kitapları sıktığı için beyazlamıştı. Dudakları bir çizgi haline gelmiş olan kız histerik bir şekilde güldü.

"Doğru anlamışım demek, seni adi zorba." Ardından Zhan'a doğru biraz daha yaklaşıp kulaklarına doğru yükseldi. Yüzündeki sırıtış, gözlerindeki parıltılarla dilini dudaklarıyla ıslattı.

"Sessiz kalmayacağımı biliyorsun değil mi Sean? Sıra bende. Bunu yanına bırakmayacağım, iyi izle."

Koridorda onları izleyen gözler birbirine yakın olan iki bedene bakıp fısıldaşırken Lea elini Zhan'ın omzuna koyup hafifçe okşayıp ardından sıktı. Fakat gözleri kendisinde değil; aksine Zhan'ın arkasında bir yere takılmış, inatla oraya doğru gülümsüyordu. Zhan şüpheyle bakışlarını Lea'dan çekip arkasına döndüğünde kendisini ifadesiz, bir kaya kadar sert; mermer kadar düz bir suratla izleyen Yibo'yu gördü.

Çantasını sırtına takmış, merdivenin önünde öylece dikilmiş bir şekilde fakültenin tam ortasında dip dibe duran iki bedeni izliyordu. Çantasının ipini sıkı sıkı tutan elleri Haikuan'ın aldığı yeşil eldivenlerin içinde olmasaydı, ellerini sıkıp yumruk haline getirdiği için kanı çekilen parmak boğumları net bir şekilde fark edilebilirdi.

Fakat Zhan o an bunların hiçbirini fark edemedi. Aklında dönen tek cümlenin esiri olduğu için etrafındakileri fark edemiyordu. Aklı sadece zihninde ondan izinsiz yanan kandil ve orada yankılanan sesteydi.

"Hoşlandığım biri var."

Şu anda ise bu sözün sahibini karşısında görüyordu. O an endişelendi. Ne diyeceğini bilememenin acemiliği üstündeydi. Her şeye bir sözü vardı fakat konu Yibo olunca Zhan'ın tüm sözcükleri tükeniyordu.

Zhan bir anlığına bakışlarını ona düz bir ifadeyle bakan gençten çekip hemen yanında duran Lea'nın omzunda duran kolunu hızla indirdi. Ardından bakışlarını korkakça Yibo'ya çevirdi. Nasıl davranacağını, ne söyleyeceğini bilmiyordu. Normalde sınav çıkışı Yibo'nun dersliğinin önüne tüneyip onu bekleyen kendisiydi fakat bugün, sınav sonrası genç olanın yanına uğramayı unutmuştu.

Onları izleyen genç kız istediğini almışçasına Yibo'ya gülümsedi ve başını hafifçe eğip selam verdikten sonra onları orada bırakıp binadan çıktı. Lea'nın ardından fakültenin tam ortasında Yibo ile karşı karşıya kalan Zhan ne diyeceğini bilemeyerek karmaşık duygular silsilesiyle genç olanın gözlerinin içine bakarken Yibo ifadesiz yüzüne rağmen elinde tuttuğu atkıyı yaklaşıp Zhan'a uzattı.

"Sınıfta unutmuştun. Arkandan birkaç kez seslendim fakat duymadın."

Zhan'ın eli istem dışı bir şekilde boş boynunu yoklarken Yibo'nun ona gelme sebebini anlayıp başını salladı ve ona uzatılan katlanmış kırmızı püsküllü atkıyı aldı. Ardından soru işaretleriyle dolu yüzüne zoraki bir gülümseme yerleştirdi. Ancak Yibo gülümsemedi. Yüzü hâlâ ifadesiz, kaşları çatıktı.

"Sana ne söyledi?"

"Önemli bir şey değil. Bizim bölümle alakalı."

Zhan, Yibo ile arasında çizeceği görünmez sınırın ilk adımını atarak Lea ile kendisinin aynı bölümde okuduğuna vurgu yapıp Yibo'yu bu konudan kendince uzak tutmaya çalışmıştı. Ancak Yibo, Zhan'ın kendisini umursamazca kestirip atmasını farklı bir şekilde yorumladı. Buna rağmen sesini çıkarmadan Zhan'ın hemen ardında yürüyerek büyük olanı takip etti. Dışarı çıktıklarında onları karşılayan soğuk bir esinti Zhan'ın gözlerinin önüne düşen siyah saç tutamlarını uçurmuş, beyaz yüzünü tamamen açığa çıkarmıştı.

Kara bulutlar gökyüzündeydi. Yerleri, ağaçların dallarını, yapraklarını süsleyen karın üstüne sert, şiddetli bir yağmur yağacak gibi görünüyordu. Hoş, hava zaten rüzgârlıydı. Binadan çıktıkları an içlerini titreten rüzgâr, Zhan'ı bir yaprak gibi titretmiş, boş boynuna atkısını hızla geçirip sıkı sıkı sarmak zorunda kalmıştı.

Binanın dışında onları bekleyen arkadaşları el sallarken gözlerini yurdun yoluna çevirdi. Odasına gitmek istiyordu. Her yağmurda olduğu gibi karın ardından gelecek olan bu yağmuru odasının penceresinden karşılamak istiyordu. Fakat yağmurun yağacağı kesin bile değildi. O an gözlerindeki burukluğu gökyüzünden düşecek olan damlalara yordu. Hep bu yağmurlar yüzündendi.

"Sınav da bittiğine göre kampüse yeni bir kafe açılmış oraya gidelim diyoruz."

Bahçeye toplanmış, sınav hakkında konuşan öğrencilerin arasında kendi arkadaşlarını seçen Zhan, onlara doğru seslenen Finn'e el salladı. Yibo ve kendisi haricinde herkes toplanmıştı. Kjersti, hevesle yeni açılmış kafeden bahseden Finn'e "Bence de gitmeliyiz, güzel olur." diyerek katılmıştı.

Fakat Zhan hiçbir yere gitmek istemiyordu. Gözleri kara bulutlarla kaplı olan gökyüzünde asılı kalırken diğerleri Finn'in ortaya attığı fikri çoktan kabul etmişti bile.

"Sen gelmiyor musun Sean?"

Zhan bir anda kendisine dönen gözlerle ve yanında kendisinden bir cevap bekleyen Yibo yüzünden gerilerek boğazını temizledi. Genç olanın yüzüne dönüp kendisine bakan kahve irisleriyle buluşmamak için kendisini zor tutmuştu. Yibo da Bjørnlarla beraber açılan yeni kafeye gidecekti. Zhan haricinde bu fikir herkesin aklına yatmıştı. Fakat Zhan hiçbir şey yapmak istemiyordu.

"Ben gelmeyeceğim sanırım. Bu seferlik bensiz gidin."

Zhan'ın dudaklarından dökülen cümlelerle arkadaşları şaşırmış, Zhan onların teklifini ilk kez reddettiği için gençlerin arasında büyük bir şok dalgası yayılmıştı. Konu bir yeri keşfetmek ve yemek yemek olduğunda Zhan hiçbir zaman reddetmez, hatta diğerlerini sürükleyen hep o olurdu. Fakat bugün ışığı sönmüş bir ateş böceği gibi arada yanmak için kendisini zorlayıp etrafındakileri parlatamayacak enerjiyi kendisinde bulamayınca pes ediyor ve gözleri başka yerlerde geziniyordu.

"Cidden gelmeyecek misin? Sensiz bir yeri hayal edemiyorum ben." Bjørn hayretle Zhan'a yaklaşıp kolunu omzuna attı. Zhan, Yibo ile Bjørn'un arasında öylece kalmışken Kjersti'ye yardım isteyen gözlerle bakmıştı.

Onu anlayan genç kız, Zhan'a sülük gibi yapışmış olan Bjørn'u çekip ona sinirle bakan arkadaşına, anlamasını umarcasına kaş göz hareketi yaptı ve parmağıyla Bjørn'un karın boşluğunu dürttü.

"Sean başka bir gün bize katılır. Gidelim biz."

Anette de hâlâ Zhan'a yapışmaya çalışan Bjørn'u Kjersti'ye yardım ederek sürüklerken, Finn çoktan önden ilerlemeye başlamıştı. Ancak bunlar olurken Yibo sessizce Zhan'ın kendisine bakmayan yüzüne baktı.

Derste ani bir sinirle söylediği cümleden sonra, Zhan düşünceli bir şekilde 'Ah, anladım.' deyip ders sonuna kadar tahtayı izlemişti. Ardından boynundan asla çıkarmadığı atkısını masanın üstünde bırakacak kadar dalıp ağzında bir şeyler geveleyerek çıkıp gitmişti.

Yibo anlam veremiyordu. Zhan'ın tepkisinin farklı olacağını düşünmüştü. En azından 'kim, ben tanıyor muyum?' diyerek neşeli bir sesle kendisini darlayıp akşama kadar okulda kendisini takip ettikten sonra eve gelene kadar durmayacağını düşünüyordu. Fakat yanında duran genç, bunların hiçbirini yapmamıştı.

Sormak istiyordu ama sormadı.

Zhan ise herkese görüşürüz dedikten sonra arkasına bakmadan kabarık kahverengi tüylü kapüşonunu kafasına geçirip montuna iyice sarınarak yurda doğru yürümeye başladı. Botunun altında ezilen karın sesinden başka hiçbir ses yoktu. Rüzgârın uğultusu arada kendisini yoklarken önündeki beyaz örtüyle kaplanmış ağaçlı yola baktı.

Kendisi gibi yurda doğru giden veya yurttan gelen birçok öğrenci yanından geçip gidiyordu. Dışarısı sessizdi, fakat zihnindeki mahşer yüzünden sağır olmuştu. Yürüdüğü yolda yalnız değildi, ama kalabalığın içindeki en yalnız beden o an kendisiydi sanki. Yolu belliydi; Yolun sonunda yurdun binası bile gözüküyordu fakat o an kendisini kaybolmuş, izlediği yolu kaybetmiş gibi hissetti.

Parmak izini basıp yurda giriş yaptıktan sonra yurda çıktı. Kapının önüne geldiğinde aniden açılan kapıyla geriye doğru bir adım atıp oda arkadaşının aceleyle üstüne kabanını geçirişini izledi. Diğer elinde ders notları kırışmış yaprakları sağa sola doğru sallanıyordu.

"Sınava geç kaldım sanırım, Ben çıkıyorum ve bugün yokum abime gideceğim!"

Zhan hem koşup hem de kendisine laf yetiştirmeye çalışan arkadaşına gülüp boş kalan odaya geçti. Zaten yalnız kalmak istiyordu. Arkadaşının gidişi güzel bir tesadüf olmuştu. Boynuna sardığı atkısı ve montunu hızla çıkarıp askıya astıktan sonra dışarıda, ağaçların dallarını sağa sola savruldukça yere düşen birikmiş karlara baktı. Cam hafif buğulanmıştı.

Üstündeki kazağı sıyırmak için uçlarını tuttuğu sırada odaya bir anda kapıyı çalmadan dalan arkadaşlarıyla irkilerek gözlerini şaşkınlıkla kocaman açtı. Bjørn ve Finn içeri girdikten sonra Finn kapıyı kapattı. Zhan'ın dudakları şaşkınlıkla aralanmış, arkadaşlarının burada ne işleri olduğunu düşünürken Bjørn kendisinden çok az uzun olan arkadaşının tam önünde durup kollarını göğsünde birleştirdi.

"Konuş."

"Anlamadım?"

Sarı saçlı çocuk sabırlar dilercesine derin bir nefes alıp kapının önünde duran Finn'e baktı.

"Bu bizi aptal mı sanıyor?"

"Neyden bahsettiğini anlamıyorum Bjørn. Ve siz neden buradasınız? Kafeye gitmiyor muydunuz?" Zhan arkadaşlarından gözlerini kaçırarak yatağına oturup sırtını duvara yasladı.

"Kızları ve Yibo'yu gönderdik, biz de buraya geldik. Sabrım tükeniyor, konuş artık."

Zhan iki yıl boyunca yanından bir an olsun ayrılmayan iki arkadaşının gözlerine baktı. İkisinin gözlerinde de endişe vardı. Dilleri, uyrukları farklı olsa bile hiçbir zaman Zhan'a hissettirmeyen bu iki arkadaşına o an içindeki her şeyi dökmek istedi. Kendisine bile itiraf etmediği sözcükleri ve yaşamaktan korktuğu hisleri saklarken sanki birinin 'konuş.' demesini bekliyormuş gibiydi. Lakin buna rağmen dudaklarını birbirine bastırıp pervazı karla kaplı olan pencereye döndü. Kendisinden bile emin değilken ne diyeceğini bilemedi.

"Yok bir şey."

Finn kapıdan uzaklaşıp Bjørnla beraber Zhan'ın yanına oturdu. Karşılarındaki çocuğun yüzündeki kararsızlık, cümlelerindeki tezatlık ve dilinden dökülen tedirginliği ikisi de hissetmişti. Finn bunu bildiği için sessiz kaldı fakat Bjørn en az Zhan kadar net, sözcüklerini esirgemeyen birisiydi.

"Yibo yüzünden böylesin."

Zhan'ın kaşları duyduğu isimle anında çatılırken karşısında duran gencin gözlerinin içine baktı.

"Hayır. Sadece yorgunum."

"Yibo'ya arkadaş gözüyle bakmıyorsun."

Finn, Zhan ile Bjørn'un arasında kalarak gergin bakışlarla tırnaklarını dişlerinin arasına alıp birbirinden inatçı iki arkadaşına baktı.

"Öyle bir şey yok!" Zhan kendisinden beklemediği yüksek sesle sırtını yasladığı duvardan doğruldu. Dizleri üzerinde olan elleri kasılmıştı.

Fakat Bjørn Zhan'ın gözlerinden bir an olsun gözlerini ayırmadan gülümseyerek elindeki telefonu gösterdi.

"Yibo'dan hoşlanıyorsun!"

"B-ben...Ben hoşlanmıyorum!"

"Kartopu savaşı yaptığımız gece onu fark eden ilk sen olmana rağmen neden vurmadın? Gitmesini bekledin değil mi? Kıyamadın çünkü. Peki ya girmene gerek bile olmayan derslere Yibo var diye katılmana ne demeli? Ya da Lea ile aynı odada olacak korkusuyla gecenin birinde yurttan kaçıp Yibo'ya gitmen için ne diyeceksin? Tamam her şeyi geçelim, O zaman bana bursun yatmadığı halde benden borç alıp kimseye haber vermeden Yibo'nun peşinden Oslo'ya neden gittiğini söyle. Çünkü benim aklıma tek bir sebep geliyor. "

Zhan'ın sinirden dolayı yüzü kızarırken sertçe yüzünü ovaladı. Duymak istemiyordu. Hiçbir şey konuşmak istemiyordu.

"Sus artık!"

"Onu seviyorsun, bunu ben de biliyorum Finn de biliyor hatta Kjersti bile biliyor ve fakat sen şimdi mi fark ediyorsun? Ondan etkilendiğini daha kabullenememişsin bile. Ben sana söylemesem kendini bir aptal gibi odana kapatıp saatlerce saçma sapan şeyler mi düşüneceksin böyle?"

Finn gerilen ortamı yumuşatmak için Bjørn'un kolundan tutup geriye doğru çekmeye çalıştı. Çünkü arkadaşı konuştukça diğer bedenin gözleri doluyordu.

"Tamam Bjørn yeter."

"Bize bir gün söyleyeceksin diye düşündük fakat sen bizden uzaklaşıp kendini odana kapatmayı seçiyorsun."

Zhan, arkadaşının her bir sözünün doğru olduğunu bilmesine rağmen sesini çıkarmadı.

"Eğer sorun bir erkeği sevmen ise-"

"Sorun ben veya bir erkekten hoşlanmam değil. Yibo'nun hoşlandığı biri var. Bugün söyledi. Yibo'nun hoşlandığı biri var Bjørn, anladın mı? Bir kez daha tekrar etmemi ister misin?"

O an odaya kasvetli bir sessizlik çöktü, söylenecek sözler varsa bile yutulmuştu. Kimseden ses çıkmıyordu. Finn tırnaklarının kenarındaki etleri dişleyerek gözleri Zhan ve Bjørn arasında gidip gelirken ikisi de bakışlarını birbirinden çekmişti. Birkaç dakika sonra Zhan'ın hemen karşısında oturan genç ayağa kalkıp camın önüne geçti.

"Ne olmuş yani? Daha kim olduğunu bile bilmiyorsun ve Yibo'dan kaçmaya başlamışsın bile."

"Kaçmıyorum."

Zhan'ın kendisi bile inanamayacağı yalanı hiç utanmadan söylerken Finn kenarda duran yastığı Zhan'ın kafasına geçirmişti.

"Sen de haklısın, yalancıyı si-"

"Öyleyse Yibo'nun kimden hoşlandığını öğrenelim. Ben biliyorum ama öğrenelim."

Zhan, yatağına tünemiş olan Finnle uğraşırken Bjørn'un sesi ikilinin kavgasını bölmüş, Zhan'ın merak dolu bakışları hızla tepesinde dikilen arkadaşına dönmüştü.

"Nasıl öğreneceğiz? ve sen nereden biliyorsun?"

Bjørn gözlerini devirerek Zhan'ın tam karşısındaki yatağa oturup diğerinin sorusunu görmezden geldi.

"Bu akşam Finn'in yurttan çıkışını kutlamayı bahane edelim ve yeni evinde toplanalım. Yibo'yu sarhoş edip merak ettiğin soruların hepsini soralım. Nasıl fikir?"

"Tamam da ev çok dağınık daha yerleştirmediğim eşyalar var." Finn konu kendisine dönünce dişlediği tırnaklarını bırakıp umursamazca planından bahseden arkadaşına dönmüştü ancak Bjørn hevesli bir şekilde Finn'i susturup Zhan'a baktı.

"Şu an derdimiz senin evin değil. Ne diyorsun Sean? Bence çok mantıklı."

Fakat Zhan o kadar hevesli değildi. Yibo'ya zarar vermek, onu rahatsız etmek istemiyordu.

"Bu fikir hoşuma gitmedi. Özel bir konu bu. Saygısızlık etmek istemiyorum."

Bjørn o an tüm suçu üstlenmek istercesine iki elini de kendi göğsünün üstüne koyup patpatladı.

"O zaman seni de sarhoş edelim, sen de dökül. Saygısızlık bize kalsın."

Zhan, Bjørn'un fikirlerinden bıkarcasına gözlerini devirip bacaklarını dizlerine çekti. Arkadaşlarının her şeye rağmen yurda kadar gelip kendisini düşünüp yanında olmalarını seviyordu. Onlara minnettardı. Bjørn ve Finn de bunu çok iyi bildiği için ne yapıp edip Zhan'ı ikna etmiş, ardından inatçı arkadaşlarını sürükleyerek yurttan çıkarıp Finn'in yeni evine doğru gitmişlerdi.

Hızlı bir aramayla herkese haber verildikten sonra akşama kadar Finn'in evini toplamaya çalışıp bir sürü içki aldılar. Zhan hâlâ bu fikre karşı çıksa da her seferinde 'İlk seni sarhoş ederiz.' diyerek işin içinden çıkan iki arkadaşına bir şey diyemeyip ayak uydurmaya çalıştı.

Finn'in yeni evi Yibo'nun evinden küçüktü. Kampüsün hemen içinde oluşu Finn için yeterliydi. Zaten babası denizci olduğu için hafta sonu limana gidip ailesinin yanında kalıyordu. Bu eve de yurttaki yaşamından daha rahat bir yaşam sürer diye taşınmıştı. Fakat arkadaşları çoktan evi sahiplenmişti bile; Zhan ev kendisininmiş gibi abur cubur ne varsa karıştırıp ağzına atarken, Bjørn kutudaki eşyaları kendi zevkine göre dizmekle meşguldü.

Akşam olduğunda kapıyı ilk çalanlar Anette ve Kjersti'ydi. Finn, kızları içeri aldıktan sonra Zhan gerginlikle kapıya bakış atıp saçlarını geriye doğru attı. Her şey hazırdı fakat Yibo ortada yoktu.

"Ya gelmezse?"

Zhan gergince Bjørn'a yaklaşıp kulağına fısıldadı. Fikre en çok karşı çıkan kendisiyken Yibo'nun gelmesini bekleyen yine en çok kendisiydi.

"Gelecek."

'Çünkü senin burada olduğunu söyledim.'

Zhan içini kemiren düşünceleri ve kararsızlığı kara bulutlar gibi üstüne çökerken omuzlarını düşürüp kendisini koltuğa bıraktı. Ancak tam o anda evi dolduran zil sesiyle Finn'in hınzır bakışları Zhan'a dönmüş, ardından gülümseyerek kapıyı açmıştı.

Kapının önünde elindeki poşetlerle dikilen Yibo açılan kapının ardında ona bakan beş kişiyle karşılaşınca bir anda gerilip boğazını temizledi.

"Oh, Yibo hoş geldin biz de seni bekliyorduk."

Finn neşeli sesiyle Yibo'yu içeriye davet etti ve genç olanın kabanını ve atkısını aldıktan sonra içeri odaya geçtiler. Bjørn sipariş ettikleri yemekleri ve biraları masaya dizerken, Yibo kendisinden uzakta oturan Zhan'a bakış atıp hemen yanındaki koltuğa geçti. İkisi de sabahleyin konuştukları andan sonra bir daha konuşmamıştı.

"Her şey hazır, gelsenize." Anette masayı pizza, hamburger ve kızartma üçlüsüyle donatan Bjørn'un ardından diğerlerine seslendi. Zhan, Yibo ile aynı anda kalkıp masaya geçeceği sırada Kjersti Zhan'ın bacağına hafifçe vurup Yibo'nun yanını işaret etti.

Normal bir gün, normal bir an olsaydı belki, Zhan arkadaşlarının bu çabasına katıla katıla gülüp onlarla alay ederdi. Fakat tuhaf bir şekilde bugün ne yapmasını istiyorlarsa onlara uyuyordu. Sandalyeyi çekip Yibo'nun yanına oturduktan sonra herkes sofraya oturmuş, sipariş ettikleri pizzaları dilimleyip almaya başlamışlardı. Bir yandan da Finn saatin dokuza vurduğunu söyleyerek herkesin eline bir bira tutuşturmuştu.

Yibo eline tutuşturulan biraya öylece bakarken Zhan diğerlerine hınzırca sırıtıp dudaklarını oynatarak 'o iş bende' diyip Yibo'ya döndü.

"Sabah keşiş değilim diyordun, içmeyecek misin?"

Zhan'ın iddialı gülümsemesi Yibo'nun kendisine olan koyu bakışlarıyla hafifçe solsa da çaktırmadan sessizce yutkunmuştu. Bugün arkadaşlarının yüzüne vurduğu her bir söz zihninde yeniden yankı yaparken Yibo'nun burada oluşu, Norveç'e gelişi, Stavanger'de yaşayışının hayatını nasıl da değiştirdiğini düşündü. Kendisi bunları düşünürken hemen yanında oturan gencin de aynı düşüncede olduğunu o an bilmiyordu.

Yibo eline aldığı pizzayla beraber sakince birasını içerken Kjersti yakın zamanda yapılacak olan kış konserlerinden bahsediyordu. Yazın yapılan konserlerin aksine kış konserleri daha yoğun daha farklı geçiyordu. İskandinav ülkelerine özgü bu konserlere her yıl bir sürü öğrenci katılacağı gibi bu yıl katılacak olan olan sanatçılar da oldukça ünlüydü.

Zhan konudan bağımsız yemeğini yerken Bjørn boğazını temizleyip bitmiş şişeyi masanın ortasına indirdi. "İtiraf zamanı!"

Bjørn'un ani çıkışlarına alışmış olanlar sessizce olacakları beklerken Finn araya girdi.

"Şişenin uç kısmı kime dönerse kendisi hakkında herhangi bir şeyi itiraf edecek ya da..." masaya koyduğu üç adet shot bardağını gösterdi. "Her bir pas için üç tane shot içecek."

Zhan, yanında oturan Yibo'ya dönmese de genç olanın rahatsızca kıpırdandığını fark etmişti. Fakat sesini çıkarmadı, masada dönen şişenin Bjørn'un önünde durmasıyla hepsi ona dönmüştü.

Zhan o an dudaklarını diliyle ıslatıp masada birleştirdiği parmaklarını çıtlattı.

"Telefonunda bize özel klasörün var değil mi? Hepimizin tuhaf tuhaf videolarını sakladığını düşünüyorum."

Zhan'ın sorusuyla Bjørn gülümseyip cebinden telefonunu çıkardı.

"Evet hatta son videonu gösterebilirim. Hani karto-"

"Yok, yok gerek yok kalsın sonra bakarım ehehehe."

Zhan yapmacık bir şekilde gülümseyip arkadaşının telefonunu tutarak videoyu açmasını engelledi. Elbet o videolar için eline bir fırsat geçecekti. O esnada şişe yeniden döndüğünde Yibo'nun tam önünde durmuştu. Zhan hızlanan kalp atışlarıyla derin bir nefes alıp ikinci birasını eline aldı. Yüzü hafifçe yanmaya başlamıştı bile.

"O zaman ben sorayım. Yibo aramıza en son katılan sensin. Bu yüzden aşk hayatın hakkında hiçbir fikrimiz yok. Hoşlandığın biri varsa eğer... kim?"

Finn acımadan Yibo'ya doğru konuşurken Yibo diğer gencin cümlesini bitirmesini beklemeden masada duran shotları dudağına götürüp hepsini bir dikişte içti. Kjersti Yibo'nun telaşlı haline gülmekle yetinirken, Zhan bu kadar sakladığı kişinin kim olduğuna sinirlenerek hırsla elindeki birayı kafasına dikti.

Şişe bir kez daha döndü ve yeniden Yibo'nun önünde durdu. Zhan Bjørn'un hileli şişesini anlayıp başını sağa sola gülümseyerek sallarken Yibo'ya baktı. Önlerine konulan shotlar alkol oranı oldukça yüksek olan bir tekiladandı. Yibo'nun bir şey söylemesini beklerken daha soru sorulmadan Yibo bir kez daha 'Pas.' deyip masada duran üç bardağı ciğerlerini yaka yaka içti.

Zhan gözleri geriye doğru giden gence bakınca kendisinin aksine Yibo'nun alkol eşiğinin daha düşük olduğunu fark etmekte gecikmedi. Bjørn istifini bozmadan oyunu devam ettirip şişenin ucunu diğerlerine çevirip farklı sorular sorarken, şansını denemek amacıyla bir kez daha Yibo'ya çevrilecek şekilde ayarladı.

Lakin Yibo'nun cevabı değişmemişti. Pas dedikten sonra bir kez daha masada ağzına kadar dolu olan bardakları tek yudumda içtikten sonra dayanamadı ve başı öne doğru eğildi. Zhan'ın eli olmasa kafası masaya sert bir şekilde çarpacaktı.

"Ne kadar inatçıymış böyle! ağzından bir tane bile kelime alamadık. Ama ne kadar masum baksanıza, sessizce sızdı."

Finn esneyerek konuşurken Zhan bulanık gözlerini ovuşturup saate baktı. Oyunu oynarken zaman nasıl geçmişti anlayamamışlardı bile. Yanında biriken boş bira şişelerine iç çekip masaya başını yaslayıp uyumuş olan Anette ve Kjersti'ye baktı.

Herkes Yibo'yu beklerken bir şekilde sarhoş olup sızmıştı. Finn yerel bir ezgi tutturup ağlarken Bjørn telefonunu çıkarıp ileride koz olarak kullanacağı videoları çekmeye başlamıştı. Hoş, elleri titrediği için telefonu bile düzgün tutamıyordu.

Zhan kapanan gözleriyle üstüne çöken hüzün dalgalarını kabul edip yanında oturan Yibo'nun kolunu omuzuna atıp yavaşça kaldırdı ve koltuklardan birine uzanmasına yardımcı oldu. Başına sızan korkunç ağrı yüzünden önünü adam akıllı göremese de Yibo'yu yatırdıktan sonra ışığı kapatmamakta direten arkadaşlarına söverek Finn'in odasına girdi. Kapıyı kapatmaya çalıştı fakat kapattıkça yeniden açılıp duruyordu. Anahtarı da etrafta görünmüyordu. Işık yüzünden uyuyamayacağını bildiği için kenarda duran kırmızı atkısını gözlerine bağlayıp yatağa uzandı. En azından göz bandı kadar olmasa da iş görürdü.

Üstüne örttüğü minik battaniyeye kıvrılarak bulanık zihniyle uykuya çekildiğinde bugünkü planın başarısız oluşuna bir kez daha üzülerek uyumakta direnen gözlerini kapatmıştı.

Bir süre sonra seslerin kesilip evin sessizliğe bürünüşünü hayal meyal hatırlarken gece yarısı odadan gelen tıkırtıyla rahatsızca yerinde kıpırdandı. Ses kesilmiyordu. Sanki biri anahtarla kapının deliğini zorluyordu. Ama kapısının açık olduğunu hatırlıyordu, kilitlememişti ki.

Eğer birisi kilitli kapıyı açmıyorsa... kapıyı kilitliyordu!

Gözlerini kapatan atkıyı çıkarmak için başını geriye attığı sırada sesler kesilmişti, yattığı yerden doğrulacağı an iki elini kafasının üstünde bastıran güçlü bir el ile hareket edemez bir hale gelip sırtı yeniden yatağa düştü. Zhan korkuyla yutkunarak ne olduğunu anlayamazken bir anda dudaklarının üstüne kapanan sıcak dudaklar ile kaskatı kesildi ve atkının altındaki gözleri kocaman açıldı. Ne olduğunu kavrayamayan sarhoş aklı, pelteleşmiş zihni yüzünden korkuyla başının üstünde duran ellerini oynatmaya çalıştı fakat bu hareket, dudaklarının üstünde hırçınca gezinen dudakları tetiklemiş, üstünde duran kişi Zhan'ın alt dudağını kavrayıp sertçe çekiştirmişti.

Dudaklarını sertçe kavrayan kişi yüzünden, Zhan'ın dudaklarından firar eden inleme sesi odayı doldurduğunda kendisinden çıkan sesle öylece kaldı. Kimdi bu, neler oluyordu? eğer içeridekilerden biri şu anda kendisini vahşice öpüyorsa kafayı yiyebilirdi. Hepsi, yani biri hariç hepsi yakın arkadaşıydı. Bu düşünce yüzünden bir kez daha tüm gücüyle ellerini oynatıp bacaklarının üzerinde olan bacakları sertçe ittirdi. İşe yaramıştı! Dudaklarından bir anlığına ayrılan bedenle hızlıca geriye doğru gidip gözlerine bağladığı kırmızı atkıyı bir çırpıda çıkardı.

Etraf karanlık ve bulanıktı. Oda etrafında dönüyordu sanki. Gözlerini karşısında kendisine doğru yeniden yaklaşan bedene çevirdiğinde burnuna dolan ağır tekila kokusuyla gözlerine kırpıştırdı. Fakat eliyle yanağını kavrayıp dudaklarına sertçe yapışan beden yüzünden gözlerini açamadan yeniden vahşi bir öpücüğün içine çekilmişti.

Sarhoştu, vücudundaki tüm güç çekilmiş gibiydi. Ama biliyordu ki karşısındaki kişi kendisinden daha sarhoştu. Dudaklarına asılan dudaklar Zhan'ı ittirip vücudunu yatak başlığına dayadığında Zhan belini kavrayan büyük el yüzünden bir anda irkilip kolunu geniş omuza atmıştı. Karanlıktı, göremiyordu. Lakin dudakları sertçe kavranıp dişlenirken elini karşısındaki omuzlarda gezdirdiği an anlamıştı.

Erkekti; omuzları genişti. Tekila kokusu geliyordu. Dudakları dolgundu. En önemlisi öpücük esnasında mırıldanan sesin tınısını biliyordu.

Aradığı cevap tam da dudaklarının üzerindeyken yatağın çarşafını sıkan eli bir anda Yibo'nun boynunda yer edinip genç olanın ensesinden tuttu ve üstündeki bedenin dudaklarını sertçe kendisine bastırdı. Zhan dudaklarını aralayıp Yibo'nun sabırsızca dudaklarında dolaşan dilini kabul ederek onu hoyratça öpen adamı kendisine doğru çekmişti. Lakin Yibo, aniden Zhan'ı aşağı doğru çekip yatağa bastırdı. Bu esnada bile ikisinin de dudakları birbirinden ayrılmamıştı. Daha sert daha tutkuluydu.

Bir şeyler anlatmak ister gibiydi; bir şeylerin anlaşılmasını ister gibiydi.

Ancak nefes alamayan Zhan'ın ciğerleri cayır cayır yanıyor, sarhoş olan genç yüzünden bir türlü kendisini geri çekemiyordu. Zorla dudaklarını Yibo'dan ayırdığında üstündeki genç, alnını Zhan'ın alnına yasladı ve ilk kez sözlerini kusursuz bir Norveççe ile taçlandırdı.

"Du unngår meg, ikke stikk av." (Benden kaçıyorsun, kaçma.)

-
🔥iyi akşamlaaaar ben geldimm 🔥
Aşıdan dolayı ateşim var cayır cayır yanıyorum bari ben yanarken sizleri yakayım da biraz Yibo'nun içinde yatan canavarı 'ucundan' göstereyim dedim.

Tekila kafasıyla artık ne kadarını hatırlarlarsa diğer bölümde hesaplaşacağız. 😈

Umarım bölümü beğenmişsinizdir, bölümler gittikçe uzuyor, sıkılmamanızı umarak yorumlarınızı bekliyorum ve yerlere yatarak okuduğumu bilmenizi isterim, her bir yorumunuz benim için çok kıymetli. 💜

Desteğiniz için teşekkür ederim iyi geceler diliyorum bir sonraki bölüme kadar hoşçakalın. 💕🔥

-

Continue Reading

You'll Also Like

7K 767 15
Wolf // KaiSoo'nun ikinci serisidir. Öncelikle Wolf'u okumanızı tavsiye ederim.
22.8K 2.8K 90
Kimchay hakkında bir hikaye
14.1K 1.3K 10
Texting + düz yazı Hayatında ilk defa maç kaybettiği için ateş topu gibi gezen yeraltının ünlü boksör isimlerinden Jeon Jungkook içmek için bir gece...
39.8K 7K 46
Ölüm Tanrısı Wei Wuxian, Bereket Tanrısı Lan Wangji ile tanıştığında beklediği son şey ayaklarının yerden kesilmesiydi. Ancak ne yazık ki, dünyanın...