wish you back, minsung ✓

By kenyusiimii

507K 44.2K 64.3K

yaramızı unutturur, yarayı kapatan aşk yaradan da derin. | othello sendromu, psikolojik More

0.1
0.2
0.3
0.4
0.5
0.6
0.7
0.9
1.0
1.1
1.2
1.3
1.4
1.5
1.6
1.7
1.8
1.9
2.0
2.1
2.2
2.3
2.4 F' 🤍
Wish You Back 💙
Special Chapter ☆

0.8

17.8K 1.8K 2.2K
By kenyusiimii


"Innie!"

Jisung tüm gücü ile çığlık atarak ağlarken seslerin kesilmesi ile son kez, "Innie!" diye bağırıp sabahtan beri onu sarsan Minho'ya dikti gözlerini.

"Minho! Minho, iyi değil! Minho oğlumuz iyi değil!"

"Jisung nerede? Nerede?"

"B-bilmiyorum. Söyleyemedi! Minho bulalım, lütfen bulalım onu!"

Jisung ağlaya ağlaya bağırırken Minho titreyen elleri ile hızla telefonunu alıp Jisung'u tuttuğu gibi şirketten çıkardı. Kafasında dönüp duran şeyleri susturmaya çalışırken ağlayan Jisung ona hiç iyi gelmiyordu.

"Biz de geliyoruz!"

Hyunjin'in bağırmasını duymadan Minho panikle telefonundan Innie'nin konumunu açtı, ilk defa şu hastalığına şükür bile edebilirdi o an. Evlerinin yakınında gördüğü konum ile gazı köklerken hiçbir şey umurunda değildi.

"Jisung, Jisung, Jisung beni dinle."

"Minho ses vermiyor."

Telefon hala açıktı ancak karşı taraftan ses gelmiyordu, oğlundan duyduğu çığlık ile Jisung kendini kaybetmişti. Sadece canı yanıyordu, onun bir yerlerde canının yandığı düşüncesi onu delirtiyordu. Yolda devasa bir hızla araba süren kocasına dönüp yaşlı gözleri ile, "Buldun mu?" diye konuştu titreyerek.

Minho uzanıp elini tuttu. "Evin orada. Onu alacağız ama sana bir şey dedi mi? Ne olmuş, kim ne yapmış Jisung sana bir şey diyebildi mi?"

"D-diyemedi. Minho bana a-anne dedi! Onun ne zamanlar anne dediğini biliyorsun değil mi?"

Jisung geri kendini kaybedip ağlarken Minho cevap vermedi, ezbere bildiği yolda hızla arabayı sürerken direksiyonu ani bir şekilde kırıp ara sokağa girmişti. Ana yoldan giderse çok geç kalacaklardı.

Jisung telefonunu hiç kulağından ayırmadan gelecek tek bir cümle için beklerken çığlıklarını bastırmak için elini sıkıca ağzına bastırıyordu. Minho ise kendini kaybetmiş bir biçimde sadece arabayı sürmekle meşguldü.

"Anne..." diyen kısık sesi duyduğunda Jisung hızla yükseldi.

"Annecim, bebeğim, bebeğim lütfen dayan! Dayan geliyorum, Innie."

Innie dişlerini kısarak zorlukla yarasına baskı yaptı. "Çabuk... Gel."

Gücü tükenirken kendine çektiği bacakları ile ara sokakta artık dayanamıyordu. Karnındaki yaradan dolayı sessizce ağlarken üstünden zorlukla çıkardığı kanlı bıçağa dikti gözlerini.

Yaslandığı duvara başını sertçe bastırıp dişlerini sıkıyordu, daha ne kadar gözlerini açık tutabilir emin değildi. Tek gücünü de Jisung'u arayarak harcamıştı.

Jisung'un ağlayışlarını açık hoparlörden duyuyordu ancak cevap verdiği her an kanamaya devam eden yarası çok acıyordu. Sessizce ağlarken dakikalar sonra telefondan duyduğu çığlıkları çok yakından duydu.

"Innie!"

Jisung, gördüğü yara ile çığlık atarak ellerini ağzına bastırırken Minho kendini yere atarak hızla yarasına elini bastırdı.

Sokağa giren arabalar, polisler derken Innie'nin gözlerini kapatması ile Minho adını bağırıp dikkatlice onu kucağına aldı. Felix çığlık atarak gördüğü kanlar sayesinde duraksamıştı. Chan ve Changbin Minho'ya yardım ederken Hyunjin yolda aradığı polislerin yanına geçti.

Birilerinin bir şeyler yapması gerekiyordu.

Ambulans hala ortada yoktu bu yüzden Minho, oğlunu kendi aldı.

Minho, Innie'yi arka koltuğa bıraktığı gibi Jisung'u da yanına oturttu. "Hızlı sür, polisleri halledip geleceğiz." diyen arkadaşını öylesine geçiştirmiş ve direkt yola koyulmuştu.

"Innie." Jisung başı dizlerinde duran oğlunun yarasına ellerini bastırırken Minho telaşla üzerindeki hırkayı çıkarıp Jisung'a uzattı.

"Jisung, sertçe bastır bunu. Kan sızmasın."

"T-tamam."

Her şey o kadar karışıktı ki ne yapacaklarını bilemiyorlardı, neden oğulları bu haldeydi, nasıl olmuştu, hiçbir şey düşünemiyorlardı. Tek amacı hastaneye yetişmekti.

Jisung sıkıca yaraya bastırırken, "Lütfen, lütfen," diye sessizce yalvarıp ağlıyordu.

Hastaneye geldikleri gibi Minho hızla inip Innie'yi kucağına aldı. Jisung koşarak doktor bulurken gelen sedyeye oğullarını koymuşlardı.

"Neyle yaralandı?" dedi doktor derhal ameliyathaneye ilerlerken. Jisung susarken Minho o telaş halinde gördüğü bıçakla, "Bıçak," demiş ve ameliyathaneye girmeleri ile kalakalmıştı.

"Sizi bilgilendireceğiz." diyen hemşire de kaybolunca Jisung çığlık atarak saçlarını çekiştirdi.

"Bakamadım! Bakamadım! Onu koruyamadım! Koruyamadım! Lanet olsun bana, lanet olsun bana-"

"Jisung!" Minho ellerini tutup sertçe onu sarstı. "Şu siktiğimin durumun içinde bile kendini suçlama! Hiçbir bok bilmiyoruz, bu hale nasıl geldi hiçbir şey bilmiyoruz bir de sen kendine zarar verme!"

"Siktir git şuradan!"

Jisung sinirle onu itip kanlı ellerine baktı. Minho sertçe ona bakmış ama ağzını açıp bir şey demeden sırtını duvara yaslamıştı. Onu zorlamayacaktı, Jisung aklı başına gelince hak verecekti zaten.

Minho içinden yalvararak varlığına daha geçen gece inandığı tanrıya dua ederken Jisung da tam karşısındaki duvara yaslanmış, ellerini ağzına bastıra bastıra ağlıyordu.

İçi titrerken yine dayanamayıp ilerledi ve, "İyi olacak," diye konuşup sıkıca ona sarıldı. "Jisung sana yemin ederim iyi olacak, bizi bırakmaz. Innie bizi bırakmaz."

"Minho, Minho lütfen iyi olsun."

Jisung, tek sarılma ile kopup sesli ağlarken sıkıca Minho'nun sırtına tutundu. "Minho, onsuz yaşayamam. Onsuz olmaz, lütfen. Lütfen bizi bırakmasın."

"Bırakmayacak. Yemin ederim bırakmayacak."

Minho da onun omuzunda ağlarken birbirlerine sıkıca sarılmış, en çaresiz desteklerini vermeye çalışıyorlardı. Nasıl birden bu duruma geldiklerine ikisi de inanamıyordu. Sabah normal bir şekilde ayrılmışlardı ancak birkaç saat sonra kendilerini hastanede bu vaziyette düşünmüyorlardı.

Arkadaşları gelince ayrılmak zorunda kalmışlardı birbirlerinden. Felix hızla Jisung'a sarılırken Chan, kızarık gözleri ile dolan arkadaşının yanına gidip verebileceği en moral sarılmasını verdi.

"İyi olacak."

"Olsun." dedi Minho sarılmasına karşılık veremeyecek kadar olan bir halsizlikle. Geri çekildiklerinde Chan ağlayan Jisung'un yanına gitmiş ve onunla konuşmaya, bu durumda nasıl olabilirse sakinleştirmeye çalışmıştı.

Diğerleri bu yüzden Minho'nun yanına toparlanırlarken Minho yorgunca hepsine kısa bir bakış atıp Hyunjin'e döndü. O kaos anında her şeyi görmüştü ama tepki verdiği tek şey Innie'ydi.

"Polisler bir şey buldu mu?"

Hyunjin kafasını salladı. "Güvenlik kameralarını izleyecekler, bıçağı da aldılar. Buraya da gelirler ifade almaya."

Susup önüne dönerken Jisung'a baktı. Chan'a sarılıp bir şeyler konuşuyorlardı ama duyulmuyordu. Innie'nin yakarışını tek o duyduğu için ona da bir şey diyemiyordu, tek dayanağı içerideyken nasıl ağlama diyebilirdi ki.

"Lütfen uyan Innie," deyip tekrardan dolan gözlerini kapıya dikti sessiz bir yalvarışla. "Lütfen uyan, bizi bırakma. Bizi bırakma, lütfen."

Kendini tutamadan göz yaşları döküldüğünde Jisung'un ona baktığını fark etti, ayaklandı ve yüzündeki yaşları silip eşinin elini tuttu. Sessizce onu lavaboya götürürken suyu açmış kanlı ellerini yıkamaya başlamıştı. Jisung sessizce ağlarken onu izliyordu.

Minho gözlerini ellerinden ayırmadan kana bulanmış her yerini yıkadıktan sonra kendi elini yıkayıp Jisung'un yüzüne bulaşmış kanları temizlemeye başladı. Ellerini sürekli yüzüne bastırdığı için yüzü de kandı.

Yanaklarını temizlediğinde dakikalardır titreyen dudakları kendini kaybetti ve eli çaresizce aşağı düşerken hıçkırmaya başladı. Lee Minho, onca ay sonra gardını düşürüp en çok kaçtığı insanın önünde hıçkıra hıçkıra ağlarken Jisung onu kendine çekip sıkıca sarıldı.

Minho'nun ayakta durmaya bile hali yoktu ama Jisungla beraber duruyordu o an. "Jisung!" diye bağırdı ama sesi içindeki tüm acıyı sökecek kadar yüksek çıkmamıştı.

Jisung kollarını sımsıkı boynuna dolamış ona sarılırken Minho sıkıca tişörtüne tutunmuş yere düşmemeye çalışıyordu. Tüm korkuları ile beraber kaçmadan ağlarken, "Bizi bırakmasın," diye yalvardı. "Jisung ben bizi çok seviyorum, bizi bırakmasın. Bizi bırakmasın, lütfen. Seni dinler, Jisung bizi bırakmasın."

"Çocuğumuz bizi hiç bırakabilir mi?" dedi Jisung, Minho'ya destek olmak için. Sıkıca saçlarını okşadı. "Innie senin gibi, çok güçlü. Bizi bırakmaz ki, seni bırakmaz, beni bırakmaz. Daha evdeki tatlıları bitirmedi, sırf onlar için bırakmaz."

En acı gülüşlerini bıraktıklarında Jisung geri çekilip elini uzattı ve Minho'nun göz yaşlarını sildi tek tek. "Uyanacak ve bizimle olacak."

"Olacak değil mi?"

Gülümsedi. "Aksi düşünülemez."

Minho, minik bir gülümseme bıraktığında Jisung sıkıca eşinin elini tutarak onları lavabodan çıkardı. Arkadaşları ikisininde dağılmış halini fark etmiş ancak sorgulamamışlardı bilerek.

Minho ve Jisung yan yana bir yere oturduklarında Minho, içindeki umutla ağlamıyordu. Ağlamamalıydı.

Hepsi bir umutla beklerken saatler sonra sonunda ameliyata giren doktor çıktığında ayaklandılar. Jisung hızla, "İyi mi?" diye atıldığında doktor kafasını salladı.

"Küçük bey bizi biraz zorladı ama ameliyat iyi geçti." Gülümsedi. "Dayandı. Şimdilik odaya alacağız, uyanması için daha beklememiz lazım ancak şüpheniz olmasın. Uyanacak."

"Sonunda!"

"Benim yeğenim be!"

"Benim de ikizim!"

Hepsi sevinçle birbirlerine sarılırken Jisung ve Minho aldıkları haberle donmuş gibiydiler. Jisung saatler sonra sonunda neşe ile gülebildiğinde kafasını çevirip eşi ile göz göze geldi ve çığlık atarak sıkıca üstüne atladı.

"Uyanacak!"

Sımsıkı bir şekilde ona sarılırken Minho'da farksız değildi. Sanki ona koala gibi sarılan eşi değilmiş gibi o da ona sıkıca sarılırken kucağında olan eşini yavaşça yere indirdi.

Innie odaya alındığında ilk birkaç saat için herkes dışarıda bekliyordu. Jisung sevinçle Minho'nun parmakları ile oyalanıyordu, eğlencesi onlarken telefon çalması ile ellerini ayırdı.

"Buyurun?" dedi Minho kaşlarını çatarak.

"Lee Know?"

"Evet, benim. Kimsiniz?"

"Seul emniyet müdürlüğünden memur Kim Joohyun ben. Sizden oğlunuz adına buraya gelmenizi isteyecektim."

Minho sadece onaylamış ve ayaklanmıştı. "Benim emniyet müdürlüğüne gitmem gerek," dedikten sonra elini Jisung'un omuzuna koydu. "Sen burada kal çocuklarla, geleceğim."

"Dikkat et."

"Ederim."

O gidecekken Changbin ve Chan, "Biz de geliyoruz," diye atlamıştı. Hyunjin'i hepsine göz kulak olsun diye bıraktıktan sonra Changbin, "Ben sürerim, sen otur." dedi ve Minho'nun elinden anahtarları aldı.

Chan arkaya otururken Minho da kafasını sallayıp yan tarafa geçmişti. "Yakaladılar sanırım," dedi Changbin sessizliği bozarak.

"Sikeceğim onu. Yemin ederim sikeceğim."

"Sakin ol demeyeceğim, hakkın."

Chan'dan gelen cümle ile başını cama çevirdi, Minho titreyen bacağını zapt etmeye çalışıyor bir yandan da karanlık hava ile beraber sövüyordu.

Innie'nin o sokaktaki acı dolu halini gördükçe o yapan kişiyi parçalara ayırmak istiyordu ve vicdanı gram sızlamıyordu. Changbin dikkatli bir şekilde arabayı emniyet müdürlüğünün bahçesine çektiğinde üçü de inerek içeri geçtiler.

"Bunu yapan kişiyi kamera kayıtlarından yakaladık. Sizin sokakta kaybolan mahkum."

Sinirle gözlerini polise dikti. "Daha erken yakalayabilseydiniz, ne oğlum şu an o hastanede uyuyor olacaktı ne biz tekrar yüz yüze gelecektik."

O düşünmeden konuşurken Chan elini omuzuna koymuştu. Polis bu şeye takılmayıp konuşmasına devam etti. "İfadesini aldık ancak pek bir şey demedi, bu yüzden oğlunuz uyanınca onunda ifadesini almamız lazım."

Kafasını salladı. "Neden In peki? Bir şey dedi mi?"

"Hayır. Çok konuşmadı, isterseniz kamera kayıtlarını gösterebiliriz."

Minho, "İstemiyorum," diye kestirip attı. O sahneyi görmeye dayanamazdı. Polis kafasını sallarken gerekli şeyler hakkında her iki tarafta konuşmuş en sonunda mahkumun götürülürken Minho onu görmesi ile yerinden kalktığı gibi üstüne atılıp yumruğunu sertçe yüzüne geçirmişti.

"Seni orospu çocuğu!" diye bağırıp polislerin şaşkınlığıdan yararlanarak kafasını tuttuğu gibi duvara geçirdiğinde Changbin hızla onu çekti.

"Geceyi burada geçirmek istiyorsun her halde! Chan hyung izin verebilir ama ben vermiyorum."

Chan omuz silkerek yanında yere düşen adamı almış ve rahatça kafasını tekrar duvara geçirip öyle bırakmıştı. "Ayıp ediyorsun," diye konuştu Changbin'e doğru. "Anca beraber kanca beraber."

Changbin göz devirip Minho'yu kenara alırken polisler hızla mahkumu uzaklaştırmışlardı. "Dua et başka yerde çıkmadın karşıma!" diye bağırdı Minho arkasından ama duyan yoktu.

Polislerden onu alıp hastaneye geri giderlerken Changbin arabada ikisine kızmıştı ancak ne kadar dinlenmişti orada meçhuldü.

Innie'nin bulunduğu kata geldikleride onlardan kimse yoktu. Minho kaşlarını çatarken, "Nerede bunlar?" diye soran Chan'dı.

Hepsi korku ile kalırlarken aniden odanın kapısı açıldı ve Felix, gülümsemesi ile onlara baktı. "Gelmek ister misin hyung?"

Uyanmıştı.

Minho zihninde dönüp duran şeyle kafasını sallayıp gülen bir yüzle içeri girdiğinde yatakta ona bakan oğlu ile göz göze geldi. Normalde bu anı hayal ettiğinde deli gibi güleceğini düşünürdü ancak Innie'yi gördüğü an ağlamaya başlamıştı.

Odadaki herkes şaşkınlaşırken Minho ilerleyerek eğildi ve canını acıtmamaya çalışarak sıkıca oğluna sarıldı.

"Ben uyuyalı kafana taş mı düştü, ne bu sulu gözlülük Minho bey?"

"Sus," dedi garip bir şekilde gülerek. "Duygu boşalması yaşıyorum şu an."

"Ağlama artık."

Innie babasının ensesindeki saçı okşadığında Minho kabul edip geri çekilmişti. Jisung'a baktı sonra, hemen yatağın yanında Innie'nin diğer elini tutmuş onunla ilgileniyordu.

Hepsi sormaya korkarken Innie bunu anlayıp, "Yakalandı mı?" dedi zaten bildikleri kişiyi kast ederek.

Chan kafasını salladı. "Yakalandı, baban bir koymuş var ya, üf! Bana koysa uçarım o derece."

"OHA! DÖVDÜ MÜ?"

Minho cevap vermezken Changbin, Hyunjin'in sorusuna karşı kafasını salladı. "Nasıl oldu?" dedi Seungmin yaklaşıp küçüğün saçını okşadıktan sonra. "İstemezsen anlatma ama polisler gelip ifadeni alacak."

"Sorun değil. Anlatırım." Innie hala garip hissettiği yarasını tutarak etrafa kısa bir bakış attı. "Sizinle konuştuktan sonra bizim sokağa girmiştim ancak bir anda önüme çıktı. Bileğimi tutup onu eve götürmemi ve saklamamı söyledi. Kabul etmeyip kaçmaya çalışınca da o ara sokağa çekip tehdit etti, kabul etmeyince de bir anda öyle oldu."

Bıçaklama kelimesini ağzına alamamıştı, kimse daha fazla üzmemek için konuşmazken Hyunjin daha olay mekanında iken söylediği şeylerle polis olayı basından gizli tutacaktı. Bir de onunla uğraşmak istemiyorlardı.

Ertesi gün polisler gelmiş, ifade almışlardı. Innie birkaç gün düzgün yemek yiyemese de eve gideceği gün sonunda doktor tavsiyesi ile bir şeyler atıştırmıştı. Jisung üstünü giyinmesine yardım ettikten sonra maskesini taktı.

Minho oğlunu dikkatlice kaldırıp tekerlekli sandalyeye oturtmuştu. Gerekmedikçe şu anlık dikişler iyi olana kadar kendini yormayacaktı.

Asansörle alt kata indiklerinde Minho dikkatlice onu kucağına aldı ve arka koltuğa oturttu. Innie bu hallerine güldü. "Beni kucağında taşıdığına inanmıyorum, on beş yaşındayım ben."

"Sen uyurkende seni taşıyorum."

"Cidden mi?"

Minho güldü. "Odana seni olağanüstü varlıklar götürmeyeceğine göre?"

"Ne bileyim," deyip maskesini çıkardı. "Uyku haliyle kaldırmışsınızda hatırlamıyorumdur diye düşünüyordum."

"Günaydın prenses, dünyaya gel artık."

Hepsi beraber gülerlerken Jisung da öne oturdu. Minho onu bu sabah zorla göndermiş hem üstünü değiştirmesini hem de Innie'ye kıyafet getirmesini istemişti. Bu yüzden şu an aralarında tek kötü durumda olan Minho'ydu.

Sessiz bir yolculukla ilerlerken Jisung sırt çantasından temizlediği telefonu çıkartıp oğluna uzattı. "Telefonun. O an panikle biz unutmuştuk ama kankan almış yanına."

Kankasından kastı Jeongin'di, Innie gülüp telefonunu eşofmanın cebine attı. Üzerine kısa kollu beyaz bir tişört ve siyah hırka vardı. Jisung da uzun zaman sonra eşofman giymişti. "Sonunda matmazel," dedi babasına doğru. "Bacaklarını kapatmışsın."

"Kıskanma diye yaptım. Hastane odasında bile laf ediyordun o halinle."

"Bir zahmet," deyip arkasına yaslandı. "Hem kız hem erkek hemşireler kesiyordu, kalkıp dövmediğime dua etsinler."

"Yataktan kalksaydın iyileşince fight yaşardık."

Minho'nun tehditkar sesi kulaklarına ulaştığında şiirince gülümseyip Jisung'un kulaklıklarını aldı ve kendine şarkı dinlemeye başladı.

Eve geldiklerinde yine kucakta taşınarak salondaki koltuğa uzandırılmıştı. Minho duşa girerken Jisung yanında kaldı. "Konuş artık," dedi babasına bakarak. "Geçti her şey, o yakalandı. Biz iyiyiz, beraberiz. Buradayız."

"Seni orada görmemi atlatmak biraz zaman alacak."

"Çabuk geçsin o zaman."

"Denerim."

Jisung gülümsediğinde Innie'de gülerek televizyonu açtı. O yemek yapmaya kalkmış, eşi yukarıda kendine gelmişti. Duştan çıkıp yorgunlukla kendini yatağın üstüne bıraktığında iç çekti.

Arabada Innie ve Jisung'un konuşması aklına geldi. Beyninde fişekler çakmıştı. Tam bıraktım, işte kıskanmıyorum dediği yerde arabada o hemşireleri parçalamak istemişti.

Hele ki Jisung'un onlara gülerek teşekkür ettiğini düşünmek...

"Düşünme, düşünme, düşünme." Hızla ellerini başına bastırdı. "Düşünme Minho, düşünme. Jisung seni seviyor, Jisung seni seviyor, Jisung seni seviyor."

Kendine bunu defalarca kez tekrar ederken kafasında dönüp duran senaryoları susturmayı başarmıştı. Oflayarak yastığı yüzüne bastırdı.

"Tam şu an olmamalıydı, en azından tam şu an olmamalıydı. Lanet olsun."

"Ne olmamalıydı?" dedi Jisung açık kapıdan duyduğu konuşma ile odaya girerek. Minho hızla yerinde doğrulurken kafasını salladı. "Yok bir şey."

"Bir sorun yok değil mi?"

Jisung onlara gülümsedi, onlara umu- "Yok bir şey Jisung. Uyuyacağım, kapıyı kapatır mısın?"

"Peki." Jisung omuzlarını düşürürken kapıyı çekti. "İyi geceler."

En azından beraber yemek yerler diye düşünmüştü ama pek mümkün gibi gözükmüyordu şu an. Yine de moralinin bozulduğu belli olmasın diye oğlunun yanına gülümser bir vaziyette oturduğunda Minho iç çekti.

"Sen kaşındın," dedi kendi kendine. "Sen kaşındın gerizekalı, sarıldın, güldün, gözünü ondan ayırmadın. Sen kaşındın aptal."

Şimdi bir yakınlaştı ise on uzaklaşacaktı. Jisung'a zarar vermesi an meselesiydi ve her zaman o beynindeki sesleri susturamıyordu.

Eskisi gibi Innie ile dikkatlice ilgileniyordu ancak artık yine daha soğuk bir şekilde Jisung'a davranıyordu. Jisung su içmek için kalktığı saatte, evden kapıyı çekip çıkan eşinin arkasından boş boş baktıktan sonra başını ellerinin arasına aldı.

"Ne yapmaya çalışıyorsun Minho, bilmiyorum ama bıktım."

***

Continue Reading

You'll Also Like

97.9K 5.1K 62
"Komşum ünlü bir futbolcu. Fazla yakışıklı ve bunun da fazlasıyla farkında. Üstelik inatçı keçinin teki, tam anlamıyla gıcık ve çekilmez biri. Başta...
530K 47.5K 36
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
311K 43.7K 38
"küçücük kalbin var... dünyaları sığdırıyorsun."
47.1K 4.2K 37
barış alper yılmaz, dm kutusunu sorunlarını anlatıp bir dert defteri gibi kullanan fanının mesajlarını okur.