DEHARİR

By melisyazafir

1.4M 69.7K 43K

Kaşları derinden çatılmışken dudakları üst dudağımı kavrayıp ısırdı. Elleri kazağımın altından sırtımı okşadı... More

•DEHARİR ~Zamanın Şiddetleri~|| TANITIM
EPİSODE 1
EPİSODE 2
EPİSODE 3
EPİSODE 4
EPİSODE 5
EPİSODE 6
EPİSODE 7
EPİSODE 8
EPİSODE 9
EPİSODE 10
EPİSODE 11
EPİSODE 12
EPİSODE 13
EPİSODE 14
EPİSODE 15
EPİSODE 16
EPİSODE 17
26.12.2018, Arslan Ateşbar.
EPİSODE 18
EPİSODE 19
EPİSODE 20
EPİSODE 21
EPİSODE 22
03.01.2019, Saltuk Alpay.
EPİSODE 23
EPİSODE 24
EPİSODE 26
EPİSODE 27
EPİSODE 28
EPİSODE 29
EPİSODE 30
10.03.2019, Alev Yaltır.
EPİSODE 31
EPİSODE 32
EPİSODE 33

EPİSODE 25

32.2K 1.7K 1.5K
By melisyazafir

BEYLER ve BEYBİLER!

Biz geldik... Önümüzde testi niyetine kum saati kıralım. Malum nazara geliyoruz bu aralar :d

Ben uzatmadan sizi bölüme uğurluyorum. Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayın:)

Keyifli (?) okumalar...

EPİSODE 25

Benim gözlerim yeşildir ah,

Onun gözleri kara.

Ben günah kadar beyazım,

O tövbe kadar kara.

                        (Sezai Karakoç)

Tanrının günahkar çocuklarının bir gözünden kan bir gözünden yaş akar ama insanoğlu hep gözyaşına kanar.

Gözyaşı yalanla gerçeğin sınırıdır.

Aldatabilir ve de alt edebilir.

Gözyaşı sanrıdır; gözyaşı yangın, gözyaşı insanın cehennemi.

Çakır bir yangın, bir cehennem Çakır...

Zamanın artık benim için durduğu diliminde buğulanan gözlerim Çora'ya değil, onun ardında kalan cehennemimin portresindeydi. Üzerime devrilmiş olan...

"Ne dedin sen? Sen... Ne dedin?"

Buğusu yanağıma düşen yaşımla birlikte Feza algılamak istemiyor gibi düşen pastanın üzerine basarak bize doğru bir adım attığında işaret parmağı havalanıp Çora'yı hedef aldı. Yaşının bir kez daha heba edildiği kızı...

"Ne diyor bu kız Ferimah?Hala kısık tuttuğu  sesi inanamıyor gibiydi. Kaşları derinden çatılırken birden bağırarak Çakır'a döndü. "Ne diyor lan bu kız Çakır? Ne diyorsun kızım sen?"

İrkilerek olduğum yerde yüzümü buruşturduğumda gözümden bir damla daha düştü. Çora dehşet içinde ardındakilere dönmüş, yerde onun adının yazılı olduğu harap olmuş pastaya transa girmiş gibi bakıyordu.

On dokuzuncu yaşı ayaklar altında çiğneniyordu.

"Senin bu diyen ağzını sikerim!"

Çakır öne atılarak Feza'nın yakalarından kavradığında Abay, "Çakır dur!" diye bağırarak aralarına girdi ama Çakır vahşi bir atmaca gibi keskin gözlerini abime dikmiş, sadece ona değil beraberinde gelen başkalarına duyduğu öfkenin keskinleşmiş haliyle durdurulamaz bir görünüme kavuşmuştu.

"Ağzını sikerim lan, duydun mu beni? Bu dediğin benim kardeşim puşt!"

"Komutanım tamam, bir sakin olun. Allah aşkına!"

Güven ve Saltuk Çakır'ı zapdetmeye çalışıyor ama asla başarılı olamıyorlardı. Abay iki vahşi hayvanın arasında kalmış paralanırken olduğum yerde ayaklarımın kilitlendiği zeminden ne bir adım geri ne de bir adım ileri atıyordum. 

"Lan benim kardeşim orospu mu? Lan benim kardeşim fahişe mi? Benim kardeşim, benim! Öldürürüm onu Çakır! Lan ne demek fahişe?"

"Bir daha ağzından o kelime çıkarsa ağzını kırarım!"

Çakır o kelimeyi her duyduğunda aklı başından gidiyor gibi avuç içini şakağına bastırıp gözlerini sımsıkı kapatıyordu. O kelime her dile düştüğünde karşımda cehennemimi görüyordum ama ateş beni sarıyor, beni yakıyordu.

"Çınar kim oluyor da dünki bebe gelmiş benim kardeşimi diline doluyor! Benim kardeşimin seninle ne işi olur? Ne alaka ulan siz? Siz kimsiniz amına koyayım?"

"Lan şerefsiz ben senin kardeşini-"

"...koruyor."

Çakır köpürmüş sularından yarattığı yıkıcı dalgasını herkesin üzerine ansızın savuracaktı ki yarıda kestiğim cümlesini hiç bulamayacağımı sandığım gücümle tamamladım. Tamamladığım cümlemin bir adamı yarım bırakacağını düşünmeden yaptım bunu. Kısık ama ortamı anında bastıran sesimle Çakır kanlı pençelerini Feza'nın üzerinden çekerek omzunun üzerinden bana baktı.

Bakışları hüsrandı, yerle bir olmuş ama en çok da yerle bir olduğu yerde yalnızlığa mahkum kalmış...

Belki sussam her şeye son verip burada bizi herkese itiraf edecek, herkese haykırır gibi birbirimizin olduğunu doğrulayacaktı lakin o an, bu an değildi. Kaos, ucu bucağı belirsiz yıkıntıların altında infilak etmişken bu olmazdı, yapamazdık.

"Çakır da diğerleri gibi," dedim titreyen dudaklarımla. Kattığım genellemenin içinde Çakır'ı parçaladığımı bilsem de devam ettim. Zorunda kaldım. "Anlıyor musun Feza? Sadece diğerlerinden ibaret."

Çora'nın varlığından dolayı daha fazla açık konuşamasam da bu dediklerim Feza'nın durması için yeterli bir sebepti. Durabilirdi. Koruma altında olduğumu biliyor, terör örgütünün azılı suçlularından birinin hedefi halinde olduğum gerçeği elle tutulurdu ama yapmadı, durmadı. İçinde bastıramadığı öfkenin kurbanı oldu.

"Lan sırf seni koruyor diye sen onun fahi-"

Çakır hiddetle bakışlarını ona sapladığında Feza dilini ısırarak sustu. Elleri iki yanında yumruk olmuşken, "Seninki kardeş de benimki ne?" diye bağırdı. Bağırışı ile Çora dehşet içinde geriye sendeledi. Gözlerinde kendini suçlayan yaşlı ifadesi onun uğruna çabalanan günü zehretti. Özür diler gibi abisine baktığı an Çakır delirmemeye ramak kala küçük kardeşinin yaşlarına yenildi. "Kıs sesini, korkutuyorsun onu." Kardeşine bakmamak adına verdiği çaba, benim onun uğruna verdiğim iç savaşlarım kadar zorluydu. "Çınar'ı... O puştu savunacak yüzüm yok ama kızımı sana çiğnetmem. Denk al ayağını!" Boynunda atan kalın damarla nefes nefese konuştuğunda Feza Abay'ın kollarından kurtulmak için hamle yaptı ama başarısız oldu. "Seninki kız da bizimki ne? Bir kendine değil oğlum herkese delikanlı olacaksın!"

"Lan bak elimde kalacaksın, senin adamlığıma uzattığın dilini koparıp götüne sokarım, it!" Boğazındaki o damar patlayacak gibi kabarırken elini biraz havalandırıp dişlerini sıkarak konuştu.  "Yılların hatırı var, sus. Sus ki elimden bir kaza çıkmasın!"

"Bu saatten sonra yılların hatırı mı var? O Çınar veledi benim kardeşime bu kadar ağır konuşacak, ben yutacağım öyle mi? Niye? Yılların hatırı var diye?" Gömleğinin yakalarını geriye ittirerek adımlarını  bana doğru attı. "Yemişim o zaman ben o yılları."

Sona doğru kısılan sesi ikisi arasında koparacağı bağların temsiliydi. Tek bir söze, ağır da olsa tek bir söze bu kadar ağır konuşmamalılardı. Ki İstanbul'a geldiğimden beri hep sorun yaşanmıştı ve sorunun kaynağı bendim ya da benden sebepti...

Uyuşan ellerimi hareket bile ettiremedim. Islak kirpiklerimi araladığımda ilk göz göze geldiğim köşede ruh gibi duran Alev oldu. Az önce olanların afallamışlığı üzerindeydi lakin o yeşil gözlerde bana haykırmak istedikleri gözünün bebeğine kan gibi oturmuştu. Sadece saniyeleri içine alan bakışmamamızda saatlerdir konuşmuşuz hissi başgösterdi ve ben gözlerimi kaçırarak buna son verdim.

"Yürü Ferimah, gidiyoruz."

Feza herkese sırtını dönmüş karşımda dururken aksi bir tavırla kapıyı gösterdi. Çora hemen yan tarafımızda hiç hareket edemeden dikilmiş duruyordu. Bir ona bir de ardında duran Çakır'a baktım. Kan gölü gözleri içindeki yosunları kusar gibi yüzeye çıkarırken yutkunacak gibi oldu ama yutkunamadı.

"Feza fevri davranıyorsun," diye sessizliğini bozan Zeynep oldu. Ellerini belinden indirip Erbil'in yanından ayrılıp biraz öne çıktı. "Dur da sakince ne olup bittiğini konuşalım lütfen."

"Benim konuşacak bir şeyim yok."

"Belki Ferimah'ın vardır. İşin aslını öğrenmek varken neden böyle davranıyorsun şu an?"

"Zeynep..." dedi Feza duraksayarak. Omzunun üzerinden onlara dönecek gibi oldu ama dönmedi. "Uzatma... Kalbini kırmak istemiyorum." Ardından gözlerini yüzüme çevirerek sertleşti. "Ferimah hadi dedim! Alev sende! Gidiyoruz buradan."

Çakır'ın kalın tabanlı postalları çıplak zeminde sürtünerek tok bir ses çıkardı. Yüzüne bakmaya cesaret edemeyen gözlerim, dün tenimi keşfe çıkan ellerine tutunduğunda damarları belirgin olmuş şekilde yumruk yaptığını gördüm. Tahammül sınırları aşılmış şekilde diğer elini ensesine atıp sertçe ovaladıktan sonra, "Bir daha ona dayatma yapma," diye uyardı, sesi oldukça baskındı. "Gelmek istemiyorsa gelmez."

"Sana mı soracağım lan? Kimsin sen?"

"Dayının emanetine sahip çıkanım, var mı? Götür götürebilirsen."

"Götüreyim de izle o halde! Lafa bak! Kardeşimi benden sakınıyor! Hadisene kızım sende!"

Kolumu kavrayıp beni sarstığında Çakır, "Lan!" diye bir kez daha atılacaktı ki Abay iki eliyle omuzlarından tutup onu geriye ittirdi.

"Bırak kolumu," diyebildim sonunda içine düştüğüm durumda kelimeleri toparlayabildiğimde. "Aklını topla. Kendinde değilsin. Düşünmeden konuştuğundan ne dediğini bilmiyorsun."

Bana delirmişim gibi baktı. "Kızım tahtan mı eksik senin? Karşımdaki ne dediğini biliyor mu da ben bileceğim? Sana lan sana!" dedi birden tuttuğu kolumdan sarsarak. "O puşt Çınar'ın yaptığı muameleyi yutacak kadar midesiz misin kızım sen?"

"Sus artık Feza!"

Gözlerimde birikmiş yaş sarsıldı ama yanağıma düşmemesi için kendimi sıktım. Kolumu sıkıca tuttuğu elinden kurtardım ve yutkunamadığım için bir an duraksadım. "Sus... Lütfen sus... Ben onun yaptığını değil sizinkini yutamıyorum, tamam mı?" Titreyen elimin tersiyle yanağımdaki ıslaklığı sildim. "Geldiğimden beri sürekli birileri benim yüzümden ters düşüyor. Her şeyi sineye çekiyorum. Daha ne olayım istiyorsunuz ya siz? Bıktım bu aptal tavırlarınızdan! Kendimi savunabilirim, senin hır gürle beni korumaya almana ihtiyaç duyduğumu mu sanıyorsun?" Yüzümü buruşturarak hırsla onu geriye ittirdim. "Keşke Antalya'yı bırakıp buraya hiç gelmeseydim."

Yandığım alevler içinde feryadımı taşırdığım an yandım alevlerce yaktıklarım oldu. Acıdığım kadar acıtmak istediğimi bile bilmiyorken üflediğim kıyımın içinde sessizlik kopan kıyametin ninnisi oldu.

Yaptığım bir itiraftı. Pişmanlıktı. Bu itiraf sadece abim ile arama vuran yankı değil, Çakır ile tutunduğumuz tenlerin birbirine sırt dönmesiydi. Feza'nın omuz boşluğundan gördüğüm yangınlı yeşil gözleri yarattığım kıyametin içinde ateşle bütün olmuş, benim için yanmaya başlamıştı.  Bu yangında kül oluyordu fakat asla sönmüyordu.

Antalya'dan dönmek istemediğini söyleyen Ferimah ile İstanbul'a dönüp yangınına dahil olarak hiç sönmemek üzere uğruna tutuştuğu adamla bütünleştiği için tamamlanmış hisseden Ferimah aynı kişi miydi?

"Ferimah..."Feza'nın kulaklarıma dolan boğuk sesi gözlerimi yangınımdan kurtardı. "Evde konuşuruz bunları," dedi kaşlarını çatarken garip bir sesle. "Evde konuşuruz abim."

"Eve falan gelmiyorum." Damarlarımdan kanım çekilmiş de soğumaya terk edilmiş ruhsuz bir bedene benziyordum. "Ben buraya zaten tüm bu yaşananlardan uzaklaşmak için geldim. Ama yine gittiğim yere huzursuzluk getirdim."

Feza kafasını iki yana sallarken konuşmamı istemiyordu. Elini havada sallayıp, "Konuşma böyle," diye diretti. "Gidiyoruz."

"Gelmiyorum diyorsa gelmiyordur." Çakır'ın pürüzlü sesi yüce dağlar arasına düşen yansımadan ibaretti. "Şimdi siktir git burdan. Kendimi daha fazla tutmam yoksa."

Feza Çakır'a bakmadı. Gözlerini yüzümden bir saniye olsun ayırmadı. Ağzımı açıp bir şey söylememi ya da onunla gitmemi bekledi. O kadar büyük bir beklentiye girdi ki gözlerinde bana dair parçalar belirdi. Ben hareket etmedikçe de toz duman oldu.

Sıktığı dişlerini bir an olsun serbest bırakmadan yanımdan rüzgâr gibi geçtiğinde aslında bir seçim yapmamıştım. Ben, uğruma verilen savaşta dizlerimin üstüne çökmüş benim için birbirlerini daha fazla vurmasınlar diye teslim olmuştum. İki safta da bana beklentiyle bakanları görmezden gelmiş ortaya açılan ateşte mağrurca sonuma boyun eğmiştim.

Son sürat çarpılan kapı kirişleri titrettiğinde gözlerim kapandı. Uğruma abimin kaçıncı parçalanışıydı, bilmiyordum. Artık sayamıyor, önüne geçemiyordum. Kendimi, gittiği yere felaketi getiren lanetli bir ruha benzetiyordum.

"Ben gideyim. Tek başına yanlış bir şey yapmasın. Seni haberdar ederim."

Alev'in kısık ama telaşlı sesi göz kapaklarımı açmama neden olduğunda yanımdan geçiyordu. Bir an göz göze geldik ve duraksayıp, "Merak etme Ferimah," diye omzumu sıvazladı. "Ben onunla konuşurum. Sende üzülüp kendini suçlama."

Kendimi toparlayıp burnumu çekerken saçlarımı geriye yatırarak hızlıca kafamı salladım. Alev'e, ardından gitmesi için işaret yaptığımda daha fazla oyalanmadan kapıyı açıp gitti. 

O ana kadar doğru dürüst cesaret edemediğimden kimseye bakmamıştım. Eğik duran kafamı kaldırdığım an gözyaşları yağmur gibi yanağını ıslatan Çora ile yüz yüze geldim.

"Ferimah ben... Çok özür dilerim ben.... Abi..." Bana dönmüş yüzünü acele ile Çakır'a döndürdüğünde titreyen ellerini havalandı ama uzanıp abisine saramadı. "Ben bilmiyordum... Yemin ederim, yoksa susmaz mıyım?"

"Çora."

"Gerçekten Abay abi, bilmiyordum. Allah kahretsin ki bilmiyordum."

Çora hızlı hızlı, çekindiği abisinin yüzüne bakamayarak kendini savunmak için döktüğüü her kelimede göğsüme kürek kürek toprak attılar sandım. Çaresizliği, benim içinde bulunduğum durumun yansımasına benziyordu. Tek fark Çora bunu kaldıramayacak kadar hassas ve yalnızdı.

Zeynep elini karnından çekip  dayanamayarak ona doğru gelmek için hamle yaptığında Erbil kolundan tutarak buna engel oldu. Göz göze geldiğimizde Erbil gözlerini gözlerimden çekerek Çakır'a dokundurdu. O an aramızdaki sözsüz konuşmayı anlamıştım. Çora'ya yardım için uzanması gereken el, Çakır'ın ailesi uğruna, vatanı uğruna nasır tutmuş elleri olmalıydı. Nitekim öyle de oldu. 

Kıstığı kirpiklerinin ardına saklanan yeşil gözleri kız kardeşine dokunduğunda Çora daha fazla dibe batıyor gibi, "Abi çok özür dilerim," diye inledi. "Bilmiyordum özür dile-"

İri elleri birden Çora'yı tutup kendine çektiğinde Çora korkuyla inledi. Titremesi şiddetlenirken, "Şhh şhh şşh..." diye fısıldadı Çakır. Kollarını kardeşinin başına sarıp göğsüne bastırırken yüzünü ona doğru eğdi. "Tamam... Tamam kızım. Biliyorum, biliyorum güzelim, tamam."

Çakır içindeki öfkeyi kırabildiği kadar kırmış, kız kardeşine sarılırken eğdiği kafasını kaldırdı ve göz göze geldik. Ela sularımın içine yeşil yosunlar dökmeye, suyuma kan kusmaya başladı. 

"Çora," dedi ilk kez, kardeşinin ismini onun dilinden duyduğum ilk andı. "Çınar nerede biliyor musun?"

Çora burnunu çekerek yüzünü abisinin göğsünden uzaklaştırdığında telaşlanarak, "Abi," diye cümlesine başlayıp konuşacaktı ki Çakır buna müsaade etmedi. Dilini üç kez damağına vurup şaklatarak, "Sadece cevap ver," diye konuştu.

"Çakır, o daha toy. Çoluk çocukla mı uğraşacaksın?"

Çakır, Abay'a bakarken onun savunulmasına tahammül edemiyor gibi kaşlarını kaldırdı. "Boyundan büyük laf etmeyecek o zaman. Ağzına sokarım onun."

"Derdinin ne olduğunu biliyorsun."

"Derdini ayrı, tasasını ayrı. Ben ne yapayım lan o zaman? Çakır'ın götünü mü siksinler? Yarrağı yiyen Çakır, kahır çeken Çakır! Bir adam olacak o puşt, onu da beceremiyor. Genç bir kızın," dedi sinirden titreşen gözbebekleri beni bulurken. "Gencecik bir kızın onuruna dil uzatıyorsa, onursuzluğuyla ayağımın altında ezerim onu."

Keskin gözleri kararlılıkla bana bakarken ağzımı açıp bir şeyler söylemek, arası bozuk olan kardeşiyle daha da ters düşmesini engellemek istedim. Gözleri o kadar net ve redde karşıydı ki sönmüş cesaretimi harlayıp da konuşamadım.

Çakır da konuşmamı beklemedi zaten. Beklenti dolu gözlerle kız kardeşine baktığında Çora düşen omuzlarıyla yüzündeki ıslaklığı ceketinin koluna sürttü.  "Bulutlarla birlikte tuttukları aparttalar. Erkek erkeğe takılacaklarmış. Mihrap nenem istemese de gitti işte."

Çakır duraksadı. Ağzını açtı ama konuşamadan geri  kapattığında Çora ne demek istediğini anlamış gibi, "Annem anlamıyor olan biteni zaten," diye açıkladı. "Ara sıra konuştuğu tek kişi de Çınar ve Çınar da onu üzmüyor, merak etme."

Yutkunamadı Çakır. Zaten konu her ailesine geldiğinde böyle bir adama dönüşüyordu. Gözümü kırpmadan adam öldürecek kadar kara olan gözleri, ailesine gelince kirpiklerini kırpmaya cesaret edemiyordu.

Çenesi havalanır gibi oldu. Yutkunamadığı için kızarmaya başlayan yüzünü eliyle sıvazlarken diğer eliyle cebindeki telefonu çıkarıp, "Adresi yaz," diye konuştu sadece. Sesi boğuk ve tarazlıydı.

Çora titreyen elleriyle adresi yazıp telefonu tekrar abisine uzattığında, "Bir kere de söz dinle be kardeşim, bir kere!" diye huysuzlandı Abay. "Çocuğun istediği de bu. Seni üstüne çekmek, kışkırtmak."

Çakır hiç aldırmadan ardındaki kapıdan çıkmak için yanımdan sıyrılıp geçecekken birden kendimi kapının önünde siper edip ellerimi göğsüne yapıştırarak geriye ittirdim. Bu hareketim çatılmış olan kaşlarının arasında derin bir yarık oluşmasına neden oldu.

"Gitme," dedim en az onun kadar sert bir yüz ifadesiyle. "Biraz önce Feza'ya ne söylediysem o. Kendimi şu an olduğu gibi o zaman da savundum."

"Çekil geri," dedi uzun boyundan dolayı bana üstten üstten bakarak. "Ben Feza değilim."

"Bende hayatında bastırdığın herhangi biri değilim!" dedim dişlerimin arasından.

"Lan çekil, benim ayarlarımla oynama."

"Başlarım senin ayarına."

"Ferimah!" Boğazdan gelen ürkütücü sesi yüzüme doğru savrulduğunda gözlerini yumar gibi oldu. Şah damarı, alnındaki kalın damarla eş zamanlı olarak belirginlik kazanırken içinde uyanan hayvanı bastırmak adına dilini ısırırken ardımızda kalan insanları umursamadan kafasını eğerek yüzüme doğru yanaştı. "Çekil diyorsam," diyerek çenemi kavradı ve yüzümü dikleştirmemi sağladı. "...çekilirsin Ferimah. Öyle ya da böyle."

Bir kez daha ona karşı gelmek adına dudaklarımı aralayacağım sırada, "Şşh," diyerek başparmağını aralanan dudaklarıma sürttü ve oyalanmadan diklenerek geri çekildi. Ardımdaki kapıyı tuttuğu gibi açtı ve rüzgâr gibi geçti.

Gözlerim salondakilere takıldı ama aklım hâlâ ondan olduğundan anında kendimi toparlayıp, "Onunla gitmem lazım," diye konuştum. "Şu an öfkesi onu kontrol ediyor."

Abay stresle elini ensesine atarken, "Bende geliyorum," diye konuştu. "Hadi gidelim."

Askıdan ceketimi kaptığım gibi kendimi evden dışarı attım. Dönemeçli merdivenleri ikişer üçer inerken, "Ferimah yavaş ol. Düşüp başımıza başka bir iş açmayalım şimdi," diye uyardı Abay ama onu dinlemeyecek kadar tedirgindim.

Apartmanın ikili cam kapısını iki kolumla ittirerek açarken Çakır'ın cipine binip sertçe kapısını kapattığını gördüm. Nefes nefese önümdeki dörtlü merdiveni inerek kendimi cipin önüne attığımda Çakır elini sertçe direksiyona geçirdi ve korna sesi tüm siteyi inletecek kadar büyük yankı uyandırdı. Geri çekilmemek adına bir adım daha araca doğru adım attığımda Çakır bu kez delirmiş gibi ard arda kornaya yumruklarını indirdi ve birden aracın kapısını tekmeyle açıp dev boyuyla zeminde dikildi. Kafası hafifçe sol omzuna düşmüş şekilde bana doğru gelirken, "Sen benim ayarlarımı yerle bir etmeye yemin mi içtin kızım?" diye tersçe konuştu bir elini havada sallarken. "Uzatma da çekil. Böyle yaptıkça fena fillah oluyorum, delirtme beni."

"Konuda özne bensem bende gelirim," dedim tek kaşımı kaldırarak. "Bunu engelleyemezsin."

"Abay!"

Sinirden titreşen gözbebekleri Abay'ı bulduğunda işaret parmağını bükerek dişleri arasına aldı. Ardından ağzından çekip ona doğru salladı. "Delirttiniz lan! Beni siz delirttiniz."

Pes etmiş halde tekrar cipe doğru yürüdüğünde bende diğer tarafa doğru geçtim. Abay öne biner diye düşünerek arka koltuğa kuruldum. Kapımı kapattığım sırada Çakır kendi tarafındaki kapıyı öyle hızlı kapattı ki araç olduğu yerde beşik gibi sallandı. Abay ön sürücü koltuğuna kurulurken yakınmadan edemedi. "Sen, Çınar'ın eceli olmak için çıktığın yolda bizim sonumuzu getireceksin. Biraz kontrol altına al kendini Çakır."

Çakır güvenliğin braketleri kaldırmasıyla siteden çıkarken ters bir tavırla elinde tuttuğu ağzı açık paketten dudaklarıyla ağzına bir dal sigara kaptı. Paketi aracın ön döşemesine doğru fırlatırken dişleri arasında sıktığı sigarayı bırakmadan kafayı sıyırmış gibi sırıttı. "Şu an kontrolsüzüm ve kontrolsüzlüğümün sebebi bile sizsiniz. Zira beni siz delirttiniz."

Biten cümlesi ve beraberinde yüklendiği gaz pedalı oldu. Öyle ani bir yüklenme yaptı ki öne doğru savruldum. Ellerim koltuğa tutunmasa ön tarafa uçacaktım. Dehşetle yüzüme gelen saçların arasından Abay ile göz göze geldiğimizde Çakır'ın her daim yitirmeye ramak kaldığını söylediği aklını kaybettiği gerçeğini gözlerimizde okuduk. Sessizce geriye çekilip sırtımı koltuğa yasladığımda yoluna çıktığımız kıyametin suresini üfleyen adamın dikenleriyle beni kanatacak olan adam olduğunu biliyordum.

Nitekim öyle de oldu. Sarsıla sarsıla, hızdan taviz vermeden apartların olduğu sokağa girdiğimizde Çakır sokağın başındaki binanın önünde aniden durdu ve kırarcasına açtığı kapıdan ağzında ufalan sigarasıyla indi.

Endişe nefes boşluğumda rögar kapağı gibi yerini kapattı. Nefessizce peşinden indiğimde, "Dur Çakır, bir nefeslen de dur anasını satayım!" diye söyleniyordu Abay ama onu dinleyecek biri karşısında yoktu. Çünkü toz duman olmuştu.

Eski binanın eski kapısını kırarcasına açtı Çakır. Ağzında küçülmüş izmaritten dolayı boğuk çıkan sesiyle, "Çocuk!" diye bağırdı. "Çık lan dışarı!"

Çınar'a ismiyle seslenmemesi kaşlarımı çatmama neden oldu. Adımlarımı son basamaktaki merdivende duraksattığında zemin kattaki birinci dairenin ziline ard arda basarak tekmesini indirdi. Açılmadıkça hırçınlaşan tavırları beni korkunun kundağına sarmaya, o kundakta boğmaya başladı. Bir kez daha tekmesini indireceği sırada, "Abi noluyo ya?" diye kapıyı açtı tanımadığım genç bir adam. Odaksız bakan gözleri Çakır'a dokunamadı bile çünkü Çakır buna müsaade etmeden onu göğsünden ittirerek geriye doğru düşmesine neden oldu.

Durdurduğum adımlarıma hareket kazandırarak yanına doğru geldiğimde Çakır yere düşen çocuğu umursamadan içeri girdi. Ardından da ben ve Abay...

"Nerdesin lan it?"

Evin içinde son ses rock müzik çalıyor, mavi ışıkla içerisi aydınlanıyordu. Koridordaki kalabalığı aşıp içeri girdiğimizde Çınar'ı, arkadaşlarıyla koltuğa yayılmış oturuyor şekilde bulduk. Bir yanında Bulut vardı, diğerlerini ismen tanımasam da okulda takıldığı arkadaşları olduğunu biliyordum. Çınar elinde tuttuğu küçük, saydam poşetin içinden beyaz tozları işaret parmağının üzerine döktüğü vakit gözlerim ardına kadar açılmaya, dudaklarım aralanmaya başladı.

Toz çekecekti... Belki daha önce defalarca yaptığı şeyi tekrar edecekti.

Gördüklerim yüzünden yerime çivi gibi çakıldığım anlarda Çakır büyük bir hiddetle elinin tersini Çınar'ın elinde tuttuğu poşete vurdu. Poşet yere doğru hızla savrulurken Çınar az önceye kadar geldiğinin farkında olmadığı abisine bakarak kaşlarını çattı.

"Puşt!" diye bağırdı Çakır, elleriyle kardeşinin yakalarını kavradığı gibi ayağa kaldırarak geriye savurdu. "Şerefsiz, it!"

Bulut olduğu yerden anında ayağa kalkarken diğer arkadaşları geriye sinmiş, Çakır'ın kaybettiği aklıyla sergilediği hareketleri şaşkınlıkla izliyordu.

"Bırak yakamı!" diye tersledi Çınar. Abisinin gömleğini tutan elini ittirdi ama Çakır tekrar kavradığı gibi dışarı doğru fırlattı. "Kafayı mı sıyırdın amına koyayım?"

"Senin ağzına bir koyarım, ömür billah götünden nefeslenirsin! Benim damarıma basma dedim sana, çocuk!"

Çınar kaşlarını daha çok çattığında Çakır bir kez daha itti ve o an Çınar ile göz göze geldik. Abisiyle aynı olan yeşil gözleri kararmaya başladığında Çakır asla durmadan onu ittirerek dışarı çıkardı.

Binanın dış kısmındaki merdivenlerin üzerinden ittiğinde Çınar sendeledi ama yere düşmeden kendini toparladı. Abay bu kadar sert ve vahşi davranmasına dayanamıyor gibi, "Çakır sakin! Kaza çıkacak şimdi," diye uyardı. "Kardeşin oğlum o senin!"

"Kardeşliğini de haddini de yerini de bilecek o zaman!"

Hiç beklemediğim bir anda Çınar'ın yüzüne indirdiği tokat biraz önceye kadar kırpmaya korktuğum kirpiklerimi hareket ettirdi. Çınar daha itiraz etmek için ağzını aralamıştı ki ikinci tokadı suratına indirdi.

"Konuşmaya yüzün mü var lan senin? Ağzını açmaya cesaret mi ediyorsun bir de?"

Çınar, ağzından akan kanı elinin tersiyle silerken burnunu çekerek kafasını önüne doğru çevirdi ama kaldırmadı. Çakır da bunu beklemedi zaten. Kolundan tuttuğu gibi binanın yan tarafındaki karanlık köşeye doğru itelemeye başladı. O esnada biri omzuma dokundu ve irkilerek dokunan kişiye baktım.

Bulut afallamış haliyle arkalarından bakarken gözlerini zorlukla onlardan ayırıp bana çevirdi. "Ferimah neler oluyor? Bu da ne şimdi? Sen... Çınar'ın dediklerini mi söyledin?"

"Saçmalama," dedim bir an bile aksamadan. "Bunu asla yapmayacağımı bilmen gerekir."

Bulut oflayarak elini ensesine atarken kafasını salladı. "Yaptığı şeyi savunmuyorum ama bu şekilde de yola gelecek biri değil o."

"Bunun için burdayım zaten Bulut," dedim durduğum yerden onlara doğru gitmeden evvel. "Ama gördüğün gibi abi kardeş zaptedilemez insanlar."

Bulut'un, her ne olursa olsun Çınar'ın arkasında durması sinirlendiğim bir şey değildi. Çünkü yaptığı yanlışı yüzünden ona çıkışmıştı. Şimdi sırf benim yüzümden cephe almasını elbette istemezdim.

Bu duruma takılmadığım için eşelemedim de. Binanın yan kısmına döndüğümüz an Abay'ın biraz ileride durmuş, iki kardeşin kıyametini el uzatamayarak izlediğini gördüm.

"Öldürürüm seni çocuk! Bak, andım olsun elimde kalacaksın!"

Çakır, Çınar'ı duvara yapıştırmış yüzüne yüzüne bağırıyordu. Ara ara yakalarını tutsa da o kadar hiddetliydi ki bunu uzun süre yapamıyordu. Bulut da bunu gördüğü an yanımdan hareketlenip aralarına girmek için hamle yapıyordu ki Çakır elini ona doğru uzatarak bağırdı. "Kal orada. Suyunu çıkarana kadar sikerim belanı."

Bulut yediği küfürden ziyade Çınar ile göz göze geldi ve olduğu yerde duraksayıp bir adım geriye geldi.

"Neye dönüştün sen ulan, dön bak aynaya. Şaftını siktiğim, tozdan mı medet umuyorsun?" Boğazı yırtılır gibi bağırdı Çakır. Sesi olduğum yerde beni bile dize getirirdi. "Onları çekip çekip cesaret kazanarak milletin içinde şov mu yapıyorsun? Lan senin diline doladığın sakız mı göt parçası! Kızın onuruna laf etmek senin haddine mi?"

"Kanından olmayan için, kanından oluyorsun."

Çınar kısık ama isyan dolu bir sesle konuştuğunda kuruduğunu sandığım göz pınarlarımda yanma hissettim.

"Saptırma lafı. Duvarla aramda sektiririm seni."

"İşine mi gelmedi, Alaca!"

"Olum elimde kalacan ha."

Çakır yumruk yaptığı elini ona vurmamak için duvara geçirdiğinde Çınar artık dayanamıyor gibi onu üstünden ittirdi ve ağzındaki kanı yere tükürerek öfke ile nefretle abisine baktı.

"Ney lan ney? Gelip benden hesap mı soruyorsun? Lan..." dediği an nefessiz kalıp duraksadı. Gözleri dolmaya başladı ama ağlamamak için kendini sıktığından beyaz yüzü kızarmaya başladı. "Lan sen değil misin bizi reddeden? Ulan sen değil misin kendi babamın soyadını elimizden alan?" Beli bükülürken elleri dizlerine tutundu ve o an gözünden bir damla yaş yanağına değmeden yere düştü. "Babam, babam... Babam ulan, benim de babam!"

Bir insanın nefretini, yarasının harladığını söylelerler. Yara derin olup kanadıkça, hedef olmaya müsait oldukça kabuk bağlayamadığı her an için ah alır, o ahlar tanrının cehennemine ateş olarak düşerdi.

Çınar'ı yakan ateş, sönmek uğruna bizlerin göğüne düştü ama sönmeyen yangın tutuşturmaya gebe kaldı.

"Ben babamın oğluyum diyemiyorum. Niye... Niye lan niye?" Doğrulduğu yerde bu kez Çakır'ın yakasını kavrayan o oldu. "Ne yaptık biz sana? Annem... Adını sayıklayan annem... Çakır diye diye beni seven annem lan! Aklını yitiren annem... Ne yaptı sana? Sırt döndüğün o küçücük kız ne yaptı? Ya ben..." Hırsla soluklanırken sinirden titreyen çenesini durduramayarak fısıldadı. "Biz ne yaptık sana abi?"

Şiddetle inip kalkan göğsünü kontrol edemeden Çakır'ın yakalarından ellerini ateşe tutmuş gibi hızla çekerken elinin tersiyle ağzını sildi. Buz gibi havada alnında biriken ter damlası şakağına kaydığında Çakır kıyamet olarak geldiği evde kendi üzerine devrildi. Kendi kendinin enkazı altında kalırken, "Döndüm," diye itiraf etti bastıra bastıra. "Sırtımı döndüm, göğsümü siper etmek için."

"Sen kendini siper ettin ama biz kan içinde kaldık." Kollarını iki yana açarken, "Bizdik abi," dedi yorgunca, dudaklarında keyiften yoksun alaycı bir kıvrım oluştu. "Kan revan içinde kalan hep bizdik."

Çınar küçük bir çocuktu, abisinin kıyameti olmak için büyüdü.

Çakır küçük bir adamdı, büyüdükçe kendi yarattığı kıyameti altında kaldı.

Bu gece ruhları, var olduğunu sandığım yaranın aksine sakattı.

•••

Kuralların içine doğmuş kuralsız parçalardan ibarettik.

Parçalar bütünleştikçe sınır ihlalleri çoğalıyor, sükunet kendini mutlak olan o kaçınılmaz kaosa sürükleniyordu.

Aslında her birimiz tanrının düzeninde kaosun atom parçalarıydık ve her an patlayacak ayaklı bombalar...

Bu gece o bombalardan biri mayın gibi patlamış, diğerleri ard arda gelmişti. Patlama o kadar şiddetliydi ki merkezinde bulunduğum kaosun kilometrelerce ötesine savrulmuştum. Patlamanın ortasında kalansa Çakır ve yüzleşmekten her daim kaçtığı geçmişiydi.

Kollarımı üşüyen bedenime sardım. Küçük balkonun tırabzanlarının önündeydim. Biraz önce eve gelmiştik. Zeynep, Güven ve Erbil eşliğinde eve gitmişti. Saltuk ise Çora'yı yalnız bırakmamak için onunla bu saate kadar burada kalmıştı. Şimdiyse Çakır kendi odasında uyuyakalan kız kardeşine bakmaya gitmişti. Düşük omuzları, kanlanmış gözleriyle sessiz sedasız adımlarla...

"Kahve?"

Yanımda, elinde iki kahve kupasıyla beliren Saltuk'la irkilerek ona baktım. Uzattığı kahve bardağını alırken, "Teşekkür ederim," diye mırıldandım. "Zahmet etmeseydin keşke."

Dudaklarını bükerek, "Ne demek Feri," dedi, gözleri ileride bulanıklaşan ışıklara kaydı. "Bu gece uyku tutmayacak nasılsa."

"Zor bir geceydi," diye kabullendim bakışlarımı kahve kupama indirerek. "Herkes için."

"En çok da senin için," diye ekledi. "Ama en güçlü duran da sensin. İmrenilecek kızsın vesselam."

Alayla gülümsemeden edemedim. "Güçlü olduğumu mu düşünüyorsun gerçekten Saltuk?"

"Sadece bugün için demiyorum. Her zaman öyle düşündüm. Ne olursa olsun," dedi bir an duraksadıktan sonra. "Başına ne gelirse gelsin kabullenmek, pes etmek yerine direniyorsun." Elindeki bardağı sıktığını fark ettim. "Direnmek... Herkesin harcı değil."

Dönüp kalçamı tırabzanlara yaslarken içimdeki meraka yenilerek, "Sen... Direnmedin galiba. Pişmanlık çekiyor gibi konuşuyorsun." diye mırıldandım.

Güldü... Ona acıdığımı söylemişim gibi hüzünle güldü. "Ben direndim de... Direndiğim benim için bunu yapmadı." Ansızın kafasını kaldırdığında gözlerinde feryat vardı, çığlık vardı ama suskunluk yanına bir kez olsun uğramamıştı. "Yapamadı değil Ferimah, yapmadı..."

"Aşk... Aşık mıydın?"

Ağlamamak için güldü. Burnunu kırıştırdıktan sonra kafasını kaldırdı. "Ben bir aşk tattım... Zehir zemberek bir aşk. Ama o aşk yok mu, bir omurgamı kırdı benim... Bir kırdı ki daha da doğrulamadım." Kirpikleri arasında ıslak parıltılar görür gibi olduğumda onu bu denli mahveden bir konuya adım attığımı fark ettim, yine de dönemedim o yoldan. "Hayat kadınıydı. Gerçekten de hayatımın kadınıydı..."

"Saltuk..."

Eğmiş olduğu kafasını kaldırmak için elimi omzuna koymak istedim ama dokunsam acısı ağırlaşacak korkusuyla hareket dahi edemedim.

"Ferda," dedi Saltuk kendi ismini reddederek. "Küçük kadın Ferda... Benim feryadım, figanım." Burnunu çekerek kendini sıkmaya devam ederken kaşlarını çatarak yüzünü buruşturdu. "Kırdı ya omurgamı, doğrulamıyorum Ferimah... Yıkıntımın içinde aileme dayanak olmaya çalışıyorum, o kadar. Yaşamıyorum, ölümü gömmelerine izin vermiyorum sadece."

Sona doğru boğuklaşan sesi elimde tuttuğum bardağı gevşetti. Var olduğunu sandığım gücümü aniden öyle bir sömürdü ki kupayı zorlukla yanımdaki küçük masaya koyabildim. O an balkonun kapısı açıldı. Çakır siyah V yaka tişörtüyle balkona girdiğinde Saltuk darmadağın olmuş halini bir anda toparlamak adına kendine çeki düzen vermeye uğraşırken, "Saat bayağı geç oldu. Ben artık kaçayım," diye alel acele konuştu.

Çakır kaşlarını çatarak, "Kal bu gece burda," dese de Saltuk eğdiği kafasını kaldırmadan bu teklifi kabul etmedi.

"Sağ olun komutanım. Ben gideyim, size iyi geceler."

Bizim karşılık vermemizi beklemeden balkondan çıkıp gittiğinde Çakır anlamlandıramayarak Saltuk'un arkasına ardından da bana baktı.

Bana onun hakkında soru sormasından kaçınarak ona sırtımı döndüm ve ellerimle tırabzana tutunarak şehrin ilerideki manzarasını seyretmeye başladım. Hava burnumun ucunu kızartacak kadar soğuktu lakin bu soğukluk içimdeki alevleri ancak dindirebilirdi.

Soğuk demirlere tutunan ellerimin parmak boğumları sızlarken bir iç çekiş duyumsadım. Gecemin içini çıplak ellerle yarıp içine sızan kuvvetli bir iç çekiş. Ardından Çakır'ın sert kollarını belimin hizalarında hissettim. Belimi kavrayıp sırtımın göğsüne yapışmasını sağlarken kafasını eğerek yüzünü boynuma gömdü. Bu kez iç çeke çeke nefeslendiği bendim.

"Şurandan," diye fısıldadı boğukça. Boynum ile ensem arasında bir yere dudaklarını bastırdı. "Tam şurandan nefes aldığımda can geliyor içime. Yaşadığımı da ilk şurandan," dedi ve bir kez daha dudaklarını bastırdı. "...öptüğümde anladım ben."

"Konuşma böyle," dedim titreyerek. O böyle konuştukça acısı altında kalarak küçüldüğümü hissediyordum.

"Eğer biraz daha konuşmasam biraz daha sustursam kendimi, belimdeki silahı çekip şakağıma dayayacağım. O kadar yoruldum."

Belimde gevşeyen elleri, zihnime düşürdüğü görüntüyü harap etti. Aniden kolları arasında ona dönüp yosun yeşili gözlerine korkuyla bakarken kanı çekilen ellerimle yüzünü kavradım. Onu o kadar çaresiz görmeyi düşlemek kalbimi durdurmak kadar sancılı olmalıydı, şehrimi ateşe vermek, en çok da içinde ben varken evimi başıma yıkmaktı.

"Dilini, ağzından düşürmediğin bal arıları soksun tamam mı?" diye hınçla konuştum. Titreyen dudaklarımı ısırırken ellerim yüzünü daha sıkı kavradı ve ben alnımı alnına yaslayarak öfkeyle soludum. "Bir daha böyle konuşursan vururum ağzına."

Avuç içlerime, kavradığım kemikli yanaklarını sürterek dudakalarını yukarı kıvırdığında burnundan sert bir nefes verdi. "Nasıl vurursun mesela?" diye fısıldadı yavaşça. "Göstersene biraz."

"Kaşınıyor musun sen?"

"Kaşınmaktan ziyade yanıyorum, el kızı."

"El kızı deme bana."

Alnımı hafifçe alnına vurduğumda, "El değilsen yangınıma el atarsın," dedi keyiflenerek, her ne kadar böyle konuşsa da kızarmış gözlerinden yorgun olduğunu anlayabiliyordum. "Nereye el atman gerektiğini bilmiyorsan öğretebilirim."

"Kes sesini," diye fısıltıyla bağırdım gözlerim irileştiğinde. "Ahlak yoksunu."

"Mesela elini göğsümden aşağı kaydırırsan," diyerek kavradığı belimi bırakmadan bir adım üzerime geldi ve kalçam tırabzanlara yaslandı. "Hemen aşağıda boşta kalan üçücüncü bir kol bulacaksın."

Kendini bana değdirdiği an irkilerek kalçamı demirlerden çektim ve bir elimi yanağından çekerek avuç içimle ağzına vurdum. "Katır," diye söylendim. Kolum omzundan boynuna kayıp ona sarılırken avuç içimle tekrar ağzına vurdum. Vurduğum dudaklarıyla avuç içimi öptü. "Beefola sığırı, yaban eşeği." Dudaklarındaki gülümseme genişlerken bende gülüyordum. "Angus, hakiki davar."

Her ağzına vurduğumda geri çekilmiyor, avuç içimi vurduğum dudaklarıyla öpüyordu. Bir kez daha vuracaktım ki vurduğum elimi kavrayıp ıslattığı dudaklarına dayandırdı.

"Vurduğun ellerine vurgunum."

Gözleri kısıldı. Göğsünü şişirecek kadar derin bir nefes aldığında ensemi kavrayıp alnımı öptü ve bedenimi kolları arasında döndürüp şehrin manzarasına yüz çevirmemizi sağladı. Sırtım yine göğsüne yaslandı. Sessiz kalıp onunla bu soğuk kış gecesinde birbirine sarılmış tenlerimizin sıcaklığına eşlik etmek istesem de içeride, onun odasında uyuyan Çora'yı merak ettiğimden bu sessizliği bozdum.

"Çora nasıl?"

"Daha iyi." Duraksadığını fark ettiğimde karnımda duran elleri gerildi. "Onun için endişeliydi."

"Çınar için..." Karnımın üzerindeki ellerinin üzerine ellerimi koydum. "Size çok düşkün. Onu ilk gördüğümde bunu anlamıştım."

"Herkesten çok ona düşkün. Beraber büyüdüğü hep o oldu Ferimah. Benim adım vardı sadece, kendim değil."

"Kendini suçlamayı bırakacak mısın?" diye çıkışıp ona doğru dönmek istediğim ama kollarıyla buna engel oldu. Çenesini omzuma bastırıp nefesini verdi.

"Kimi suçlayayım? Onları mı?" Belli belirsiz kafasını salladığını hissettim. "O çocuk bu akşam kan revan içinde kalanın onlar olduğunu söyledi. Ferimah... Benim göğsüm niye bu kadar delik deşik o zaman?"

"Çakır..."

"Her bayram Çora'nın, kırmızı kurdelalı sandaleti gecesinde baş ucuna koyan ben oldum. Her karne günü oyuncak yarış arabalarını Çınar'a ben aldım." Sertçe yutkundu. "Vardım ama yoktum da. Sırt döndüğümü sandıklarında bile gölgem hep üstlerine devrikti." Tişörtünün açıkta bıraktığı kolları soğuğa rağmen sıcaktı. Sıcaklığı ciğerindeki yangından gelmiş kadar yakıcıydı.

"Yine de Ferimah, yine de balım... Her şeyi hesaplamıştım. Kazanacağım öfkeyi, ahı. Nefreti ve kini. Haddi hesabı olmayan tek şey sendin." Fısıldadı. "Bizdik Ferimah."

Biz olamadığımız her anın hakkı şimdiki zamanımızın üstüne devrildi. Geçmiş zamanın geçmeyen yarasıydı kalbimde, yarasıydım kalbinde. O yara kapanmasın da kanayıp kanayıp kurumuş kalbimi her daim ıslatsın istedim. Elleri ellerime uzanan ilahi ellerdi ve ben o elleri tenime işledim.

İkimiz arasına giren zaman, ikimizi biz olmayı engelleyemediği çakır dikenleriyle kaplı yolda bölünmeye başladığı vakit kulaklarıma dolan zil sesi ile irkilerek kaşlarımı çattım. Çakır da bu ani irkilişimi fark ederek eliyle omzumu sevdi ve orayı öperek geri çekildi.

"Yiyecek bir şeyler sipariş vermiştim. O gelmiştir. Hadi içeri geçelim."

Kafamı sallayarak onayladığımda o önde ben arkada balkondan salona geçtik. Çakır kapıya bakmak için hareketlenirken Çora yeni yıkadığı belli olan yüzünden elini çekti ve şişmiş gözleriyle karşı karşıya kaldım. Bu gece onu ağlatan her ana içten içe kin beslediğim sırada Çakır elini arkaya atarak bir miktar para çıkardı ve yemek getiren kuryeye uzattı.

"Eyvallah aslan parçası."

"Afiyet olsun Çakır abim."

Genç çocuk gülerek karşılık verdiğinde Çakır elini çocuğun ensesine atarak kafasını sevdi ve kapıyı kapattı. Elinde yemek poşetleriyle bize doğru döndüğünde, "Ne bakıyorsunuz kız öyle avel avel?" diye sordu düz düz. "Aç yatıracak değildim ya sizi."

"Bilmem," diye omuz silktim alayla. "Yapmazsın diyemem şahsen."

"Ben o kadar cimri miyim kızım?"

"Ha cimrisin ama o kadar değil?"

"Taş altında kalırım laf altında kalmam diyorsun, ha?"

Alaylı konuşmasıyla Çora az önceye kadar durgun olan halinden sıyrılarak gülümsedi. Onu biraz da olsa neşelendirmiş olmak benim de gülümsememe neden olduğunda, "Çok sorgulama da doyur bizi," diye sızlandım orta sehpayı kendime doğru çekip kanepeye oturarak. "Açlıktan öleceğiz, değil mi Çora?"

"Aslında en son sabah kahvaltısıyla duruyorum," diye itiraf etti Çora. "Biraz acıkmış olabilirim."

Gözlerimi büyüttüm. "Biraz mı? Karnım zil çalıyor."

"Hani aç bakayım çalıyor mu?"

Çakır pis pis sırıtıp karşıma otururken homurdanarak dil çıkardım. Edepsiz haline çok takılmayarak orta sehpaya koyduğu poşetleri açmaya başladığımda Çora da abisinin yanına oturmuştu.

"Soğanlı soğansız tartışmasına girmeden o lahmacunları gömün. Benim asabımı bozmayın sonra."

"Bir sen mi ağzının tadını bildiğini sanıyorsun ya?" diye diklendim. "Şuna bak."

Çakır dudakları arasına bir tane sigara yerleştirirken, "Gerçekten?" diye arka çıktı bana Çora. "Küçükken soğanlı yemekler yiyemeyen senmişsin hatta... Mihrap nenem midenin rahatsızlandığını anlatırdı."

"Allah Allah," diye takıldı Çakır. Dudağının arasındaki sigarayı yakıp İki parmağı arasına kardeşinin burnunu kavraayarak sıktı. "Sus kız sen bi, cimcime."

Çora genişçe gülümseyerek önüne döndüğünde ben lahmacun paketlerini açmıştım. Üst üste katılmış olanlardan bir tane alıp sararken Çakır'ın gözlerinin, gündüzden kalma doğum günü mumlarına takıldığını gördüm. Gözleri mumlara ardından Çora'ya takıldıktan sonra bir anda öne doğru hamle yapıp o üç sarı mumu aldı ve üst üste dizilmiş lahmacunların üzerine dikti. Ben bir an şaşırsam da çabaladığı şeyin güzelliği karşısında yutkunmadan edemedim.

Bu akşam mahvettiğimiz kardeşinin on dokuzuncu yaşıydı ve görüyordum ki bu onun da içine batmıştı.

Çora balık gibi aralanan dudaklarıyla bir diktiği mumlara bir de abisine bakarken Çakır dudağının kenarındaki sigarayı iki parmağıyla alıp lahmacunların üstüne diktiği üç küçük mumun ucunu ateşe vermeye başladı.

"Üfle hadi," dedi hevesle geriye çekilirken. Yosun yeşili gözlerinde durulmuş yangınlar mevcuttu. "Sığır bir abiyle en fazla bu kadar doğum günü kutlanıyormuş demek ki."

Sığır dediği kendi, 21Şubat'ta kardeşinin kutlayamadığı doğum gününü 20 Şubat akşamı göğsünde taşıdığı ilk heyecanla kutlamak için çabalıyordu...

"Abi..."

Çora dolan gözleriyle abisine küçücük bir kız çocuğu gibi baktığında Çakır, "Şhh, yok yok." diye itiraz etti kaşlarını çatarak. "Yok ağlama, hayır."

Çora burnunu çektiğinde bir anda kollarını abisine sardı. Yıllarca uzanmaya cesaret edemediği abisine sımsıkı sarılırken Çakır ile göz göze geldik. O gözlerde burukluğu da gördüm hüznü de. Yılların maskeye dönüştürdüğü yüzünü de.

Ayrıldıklarında Çora gözyaşlarını silme gereği görmeden eğilip yeni yaşı uğruna yakılan mumları üfledi.

Mumlar söndü fakat ikisi arasında yeni bir kıvılcım filizlendi.

•••

Ruh kapanında şeytanın parmak izi olduğu sürece hiçbir beden beyaz ruhlara ev sahipliği yapmaz ve hiçbir kirli ruh kendini arındırmak için çabalamaz.

Çünkü her ruh biraz da olsa eksik, her beden biraz da olsa siyaha çalardı.

Siyahlar içinde boğulduğunu bildiğim ruhun ilk izlerini koridorda gördüm. Saat kaçtı hiçbir fikrim yoktu fakat öğleyi çoktan devirdiğimizi biliyordum. Uyandığımda Çakır ve Çora evde değildi, bu da uyandığım yatakta tekrar uyumama neden olmuştu. Şimdiyse uyandığım yataktan kalktığımda koridorda ilk karşılaştığım manzara Çakır'ın yaka paça çıkardığı kıyafetleriydi. Uzun kaşe kabanı kapının önünde ayak altında çiğnenmiş gibi buruşmuştu. Deri eldivenleri duvara fırlatılmış da dibine düşmüş kadar özensizdi. Ve pantolonu... Banyo kapısının önünde öylece yere serilmişti.

Karnıma yumruk yemişim gibi irkildim. Güçsüz kalarak elimle duvardan destek aldığımda kapalı duran banyo kapısına doğru bir adım attım. Attığımı sandığım adım beni kanattı sandım.

Duvardan aldığım destek sanki var olmayan bir dayanağa tutunma ihtiyacımdı. Yok gibiydi. Avuç içlerim pürüzlü zeminde kaya kaya banyo kapısına ulaştığında su sesi duymayı bekledim. Herhangi bir kıpırtı ya da gürültü... Lakin banyonun içine ölüm girmişti de beyaz sessizlik çökmüştü. Öyle kimse yok gibi, öyle sessiz.

"Çakır..."

Adını dudaklarımdan zorlukla döktüğümde boşalan elimi zorlayarak banyo kapısını tıklattım. Burdayım demesini bekledim ya da herhangi arsız bir ima. Olmadı, hiçbirini yapmadı. "Çakır?" dedim bir kez daha, bu kez sesim az öncekine nazaran daha gürdü. "Orda mısın?"

Beklentiyle cevap vermesini bekledim. Sadece sesini duysam da yeterdi. Hayır... Yalandı. Yetmezdi ama yanımda yarasından kanamaya utanır diye onsuz kalmaya razı olurdum. Bugün babasını kaybedişinin kaçıncı yılıydı bilmiyordum ama kaybettiği yıl kadar omuzlarında ağırlık olduğunu biliyordum. Aydınlığa açtı ama karanlık onu çıplak ellerle sarmış lanetli tellerdi.

"Çakır ses ver," diye konuştum boğazıma oturan yangını yok sayarak. Boğukça gülümsedim. "İçeri gireyim diye oyun yapıyorsun değil mi?"

Bu sözü söylemeye utandıracak kadar kuvvetli hıçkırık sesini duyduğum an dizlerim kırıldı. Hıçkırıktan ziyade boğuk nefes alamayıştı belki de. Aklım öyle bulandı ki bulunduğum zamanın içinde kendi hislerimi unutacağım kadar kaybolmuştum. Duyduğum derin iç çekiş ya da hıçkırık... Beni, ölümümün önünde diz çöktürmek istedi. Düşeceğimi sandığım an ellerim kapı kulpuna tutundu ve hiç hesap etmeden banyonun kapısı aralandı.

Çakır ne haldeydi, nasıldı bilmiyordum. Fakat ona aklımın senaryolarına yazamayacağım kadar kıyamadığım gerçeği varken dağılmış görebilme ihtimali gözlerimi sımsıkı yummama neden oldu.

"Çakır," diye fısıldadım. Gerisini getiremedim; gerisi neydi, bilemedim.

Toz duman olan cesaretimin enkazı altında kirpiklerimi araladığımda nefessiz kalarak aralanmış kapıyı geriye doğru ittirdim. Nefessiz kalmış şekilde ölüme yaklaştığım o an felaketim ölümden beter etti beni.

Kaburgam demiştim, kaburgamdan var olan cehennemine.

O cehennemi, kendi kendine yanar halde buldum.

Açık olan duşakabinde, çöktüğü köşede sırtını fayansa yaslamış gördüğüm çıplak bedeni dudaklarım arasından ansızın nefes alarak göğsümü şişirmeme neden oldu. Açmadığı su başlığının altında kendi teriyle sırılsıklam olmuş alnındaki saçlar, kızarmış gözlerinden akan yaşlarla bir olup ıslatmıştı onu.

Siyah baksırıyla soğuk fayansta oturması, kaldığımı sandığım enkazımın aslında ona nazaran cennet olduğunu öğretti.

"Ferimah..." dedi boğukça. Kısılmış gözlerinden kanla karışık akan gözyaşlarını omzuna sürterek sildiğinde yanağından şakağına doğru gölgeli yol çizdi. "Ah... Ferimah.."

Kafasını arkaya atıp kendine acımadan ard arda duvara vurduğunda yanacağını bildiğim ellerim ona uzansın diye kaybettiğim güçsüzlüğümü gücüm diye kandırıp ona doğru gittim. Yolunda yürüdüklerini kanatmadan kendisi kanıyordu. Kanasın istemedim; diken o olduğu sürece akacak ne kadar kan varsa damarları ona bağlı olsun istemedim.

Çıplak ayaklarım kabinin içine doğru adım attığı anda diz kapaklarımın arkasından kırdı hislerim beni. Dizlerimin üstüne çöküp önünde durduğumda kanlanmış gözlerinin içinde biriken kan damlalarıyla bana ölüyor gibi baktı, saçları arasına daldırdığı elleri boşluğa düşerken konuşmak için ağzını açtı ama kuvveti bir nefesi ihtiyaçla ciğerlerine çekti.

Sırılsıklamdı ama onu ıslatan ter ve kandı.

İçine dolan, içini dolduran ter ve kan.

Ellerim havalandı, yüzünü kavrayıp terden ıslanarak yapışmış alnına alnımı bastırdım. "Çakır," diye mırıldandım zorlukla. Parmaklarım okşadığım yüzünde hüzne boğuldu.

"Mah," diye inledi gözlerini sımsıkı kapatarak. Kapattığı an iki tarafından kanlı gözyaşı parmaklarıma kadar aktı. "Öp beni," diye soludu. "Öp ya da öldür beni." Tıpkı benim gibi yüzümü kavrayıp yalvaran gözlerle ela harelerime tutundu. "Tam şu an... Öp Mah, öp de öldür beni."

"Konuşmasana böyle," diye kızıştım kirpiklerimin ıslandığını fark ettiğimde. "Kaç kez uyaracağım seni?"

Yüzünü buruşturarak yutkundu. O kadar zorlandı ki yutkunuş sesi zihnimde devinip devip kayboldu.

"Karanlıktayım, Ferimah. Çok ışıksız kaldım. Işığım senken bile önümü göremiyorum. Kollarında yanıyorum; orada da son bulayım, bırak."

Alnımı biraz daha alnına sürttükten sonra dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Böyle konuşmasın diye ömür boyu acıyı tada tada dudaklarında asılı kalırdım. O yeter ki böyle konuşmasın, böyle sönmeyi bilmeden yanmasın...

Dudaklarını öptüğüm an göğsü şişti. Kollarını bana dolayıp kucağına çekerken ellerim yüzünün biraz yukarısına çıktı ve dudaklarımı kanayan ıslak kirpiklerinin üzerine bastırdım. Boğazından inler gibi acıyla hırıltı yükseldiğinde durmayan zamanda durduramadığı yangına yürüyerek diğer gözünün üstüne dudaklarımı bastırarak fısıldadım.

"Gözlerinden öptüğüm, tutuştuğumuz yerden yalnızca sana sönüyorum."

Ellerim yüzünden omzuna düştüğünde oradan da pürüzlü sırtına doğru kaydı. Çakır gerildi, onu yaralarına rağmen seviyor olmamın ağırlığı altında nefessiz kaldığında, "Öptüğün dudaklarımla öldürdüm herkesi," dedi boğukça. "Öpüyorsun ya sen şimdi beni, çekinmeden bastırıyorsun ya dudaklarını..." Islak kirpikleri acıyla kısıldı. "Sana delecek kurşunu şarjöre dolduruyorsun."

"Sen beni öldürmezsin," dedim burnumu çekerek. Alnına yapışmış ıslak saçları parmak uçlarımla yana iteklerken boğazımda duran koca yumruya rağmen gülümsedim. "Öldüremezsin."

"Ben..." Gözleri yine sulanmaya, yeşil gözlerini yakıp alevlenmeye başladı. "Aileme kıymışım Mah, sana gelince duraksar mı içimdeki vicdan?" Dişlerini sıktı, şakağında biriken ter damlası boynundaki damar boyunca kayıp göğsüne kavuştuğunda yorgun, dönüştüğü kendinin ölümü ensesinde bir adam gibi kısık sesiyle konuştu. "Bugün Çora'yı eve götürdüm. Evimize değil, evine... Yılların beni sokağından geçiremediği evin önüne kadar gittim. Ufacık pencerede Ferimah... Güneşin sızmaya utanacağı kadar ufak olan o pencerede onu gördüm." Gözleri zeminden ayrılıp gözlerimi bulduğu an iri bir damla kan gölü gözlerinden kayarak yanağına akarsu çizdi. "Annemi... Şuramda," dedi işaret parmağı göğsüne güçsüzce baskı uyguladığında. "Tam şuramda kanatıp şehit düşürdükleri babam uğruna aklını yitiren annemi."

Ağzımı açıp bir şeyler söylemek istedim, yalnız kaldığı zihninde ona el uzatmak istedim ama cesaretimi kıran gözyaşları, gözyaşlarına eşlik eden titreyen sesiydi.

"Yıllardır attığımı sandığım vicdanıma annemin yüzünde rastladım."

Buğulu görüşümü temizleyen gözlerimin içinde sakladığım yaşı feragat ettirdiğim an oldu. Kalçamın üzerinde doğrulup ona yaklaşırken gözleri boynuma düştü. Kaşları arasında derin bir çukur oluşurken boynumda asılı duran ay kolyesine parmak ucuyla dokundu.

"Benim gözlerim yeşildir ah," dedi bir eli belime dolanıp beni göğsüne çekerken. "Onun gözleri kara. Ben günah kadar beyazım." Fısıldadı. "O tövbe kadar kara."

Gözyaşları içinde yosun tutmuş göllerinde felaketime soyunurken beni kurşuna dizen o sözleri söyledi. "Babamın annemle şiiriydi. O kadar güzeldi ki seninle benim olsun istedim."

Kalbim, sığ acılar altında yoksunluk çekti. Damarlarım birbirine düğüm düğüm olurken sindirmeme müsaade etmediği itirafının üzerine bir başkasını ekledi. "Bu kolye," diye fısıldadı kafasını eğerek. Boynuma doğru yaklaştırdığı yüzü nefesimin hakkına girdiği vakit dudaklarını tenimle kolye arasında hissettim. "Annemin kolyesiydi."

Nefesi söndürmek üzere olan yangınımızı harladı.

"Günahımın vebali ikimizin boynuna, sevgilim."

•••

Bölüm Sonu....

mentally i am here:

Ne söyleyeyim ilk kez bilmiyorum galiba. Aşşırı karmaşık bir durumun içinde nasıl bir sona geldik anlamadım bile. Yazarken zorlandım çünkü nerden tutsam elimde kaldı. Herkes beni yaralıyor bu kurguda.... 

Sizin düşünceleriniz ne oldu? 

Mesela Çakır ve Çınar arasındaki olanlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Çora ilk kez bir yaşını kutlama şansı elde etti.  Ve bence kalbinde her şeye bedeldi, ne olursa olsun.

Feza konusunda ne düşünüyorsunuz? Tutumu sizce nasıldı?

Ben buraya daha büssüüürüüüü soru yazabilirim ama uzar gider. O yüzden uzatmayayım. Bir dahaki bölüme kadar hepinizi kocaman öpüyorum.

İyi ki varsınız, sizi seviyorum.

İnstagram: melisyazafir

Twitter: meliszafir

Continue Reading

You'll Also Like

721K 41.3K 35
Evin ise yediği tokatın şiddetiyle yere düşmüştü. Dudağının kenarı yeni bir darbe alırkende Kazım Ağa saçlarından koparırcasına tutup Evin'i kaldırmı...
3.3M 199K 71
❝Seninle birlikteyken kendimi çok güvende hissediyorum, sanki evimdeymiş gibi.❞ Kleptomani hastası olan Naz, bu duruma bir çare bulmak için arkadaşın...
4.4M 210K 52
"Ulan bari Polat de." dedi. Sesi yalvarır gibi çıkmış gözleri beklentiyle doluydu. "Mirza demiyorsan deme ama en azından Polat de." "Sen yengeye Eli...
DİLVAN By Helin

General Fiction

3.8M 188K 56
Tek davası okumak olan Avin Mirşad. Bin derdin dermanı olan Maran Mirşad. "Mardin şahidim Maran yüreğimin güneşisin. Dışımı aydınlatırken yüreğimi...