Lake in the Moor

By BelieveAndBeHappy

5.7K 670 4.6K

1852 İngiltere'de küçük bir kasabanın hikayesi. More

bir
iki
üç
dört
beş
altı
sekiz
dokuz
on
on bir
on iki
on üç
on dört
on beş
on altı
on yedi
on sekiz
on dokuz
yirmi
yirmi bir
yirmi iki
yirmi üç
yirmi dört
yirmi beş
yirmi altı
yirmi yedi

yedi

199 25 153
By BelieveAndBeHappy

"Connie," annem oturduğum masaya elini koydu. "Evden çıkmaya çalışayım deme. Luni'yi tembihledim. Eğer seni odandan başka yerde yakalarsam ahıra kilitlerim. Şaka yapmıyorum."

"Zaten bir hafta oldu," diye homurdandım önümdeki kitaba indirdim başımı.

"Beş gün oldu. Ne kadar utandığımdan haberin var mı? Tüm kasabaya rezil olduk, tüm! Benim zamanımda olsaydık evimizi ateşe verirlerdi. Seni da kilisenin önünde yakarlardı."

"Keşke."

Annem kalbini tutarken Tanrı'ya dua etmeye başladı. Bir yandan da üstüne mantosunu geçiriyordu. Abartılı şapkası, mantosunun abartılı kollarına uyumluydu. Bu sayede bana ateş atmakta olan gözlerini göremiyordum. İlk kez bu şapkalarla alay etmek yerine varoluşlarından memnuniyet duyuyor olabilirdim.

"Ciddiyim, Connie."

"Tamam," dedim sonunda yalnızca beni azarlamasına ara vermesi için. Luni elini saçlarıma geçirip, beni tıpkı Tipper'ı sever gibi sevdi. "Merak etmeyin Bayan Griffiths, Connie sözümden çıkmayacak. Değil mi Connie?"

Başımı salladım ama annem hala memnuniyetsiz görünüyordu. "Cehennem donarsa belki. Lord beni bu çocukla sınadığına göre benden çok büyük bir beklentisi var."

"Evet. Kadınların iki tane popoları varmış gibi gösteren kıyafetler dikmek. Yüce İsa'nın bu uğurda öldüğüne inanamıyorum."

"Connie!" Bu sefer Luni de annemle aynı ağızdan bana bağırdılar. Annem odama gitmemi söyleyince Tipper'la beraber yatağıma yattım. Dışarıda kuşların sesi ve camlara vuran ağaçlar yine duyuluyorlardı. Üst üste dizilmiş kitaplarımın yanına gittim. Darmadağınık odamı belki de düzenlemeliydim. Porselen bebekler, peluş hayvanlar ve üstlerinde tonlarca karalama olan yazılar... Duvara çizdiğim için annemin az daha fenalık geçirdiği resmin boyaları solmuştu. Uzun ve siyah şapkalı olan babamdı. Onun ince bir çizgi olarak çizilmiş elini tutan bendim. Evin ilerisinde Tipper bile vardı. Oliver'ın adı da bir köşede yazılıydı.

Annemin okumam için bıraktığı kitaplara baktım. Hiçbiri bir kez bile açılmamışlardı ama annemin gençliğinde okunduklarını anlayabileceğim kadar eski görünüyorlardı.

"Birbirinden Güzel 1000 Yemek Tarifleri"

"Gerçek Bir İngiliz Kadını Nasıl Giyinmeli?"

"Ahlak Bilgisi ve Görgü Kılavuzu"

Kitaplara dik dik baktıktan sonra hepsini ittirdim. Ağırlıkları yüzünden çıkarttıkları ses Tipper'ı korkuttu. Ağlayarak yatağımın altına kaçtı. Korkak köpek. Babam güya o etrafta yokken etrafa göz kulak olması için almıştı ama kemik isterken bile çekiniyordu sanki. Onu suçlamamak gerekirdi. Louise Griffiths'in evinde zavallı köpek bile beyfendi gibi davranmak için yetiştirilmişti.

Dolabımı açıp annemin doldurduğu inanılmaz kabarık, süslü ve tüylü kıyafetleri Tipper'a uygun bir şekilde dikmeye karar vermiştim ki camım tıklandı. Öğle bile olmamıştı ama havanın griliği yüzünden karanlığa çeviriyordu ağaçların gür olduğu camımın önünü. Bu yüzden önce kimseyi seçemedim ama yaklaşıp tekrar tıklanınca irkildim.

"Oliver!"

Camı açınca sert rüzgar içeri girdi. Her yaz çok nadir gördüğüm güneş için sevinirken sonum hep günlerin çoğu bu soğukla geçiyordu. Yün hırkamın omuzlarımdan; dirseklerime düşmesine neden oldu esinti. Oliver da biraz tekleyen yağmur damlalarından ıslanmıştı.

"Louise evde mi?"

"Hayır," dedim. İçeri atlayınca Tipper hızlıca koşup Oliver'ın ayakkabılarındaki suyu yalamaya başladı. Arkasındaki camı kapatıp yatağıma oturdu.

"Cezan hala bitmedi mi?"

Ayakkabılarını çıkarıp, çamur izi kalmaması için ters çevirip camın önüne bıraktı. Ağırlığını hisseden yerdeki ahşap gıcırdıyordu. Gözleri dikkatlice masamdaki kitaplarda gezindi. Çoğu kendisinin bana verdiği kitaplardı. Geri istemedikçe ona geri vermeyeceğimi biliyordu ama önemsemiyordu. Kendisi tekrar okumak istediğinde ya da okumakla tamamen işi bittiğinde bana getirip, benim sahip olmamdan şikayetçi olmuyordu. Özellikle abi olduğundan beri daha da paylaşımcıydı- ki ironikti çünkü annesi bir dulken, sahip olduğu çok az şey vardı.

"Hayır," dedim surat asarken yanına oturdum. Yüzünü izlerken bir gözünün hep olduğundan daha mor, dudağının da patlak olduğunu fark etrim. "Sana ne oldu?"

Oliver'ın eli refleksle dudaklarına gitti. "Önemli bir şey değil. Kitapları şimdiden bitirdin mi? Byron yenilerini getirdiğin—"

"Bırak şimdi kitapları." Olduğum yerde bacaklarımı toplayıp gözüne yakın bir yere dokununca suratını buruşturup dokunuşumdan kaçtı. "Ne yaptın?"

"Hiçbir şey."

"Ollie."

Alt dudağını çiğnemeye başladı. Düşünmek bile onu kızdırmış gibiydi. Yara bere içindeki ellerine daha yakından bakabilmek için tuttum. Buz gibilerdi. Kendi sıcak ellerimle onu ısıtmaya çalıştım. Oliver kavgacı biri değildi ama kavgaya girmekten de çekinmezdi. Kasabadakiler genelde onu sevdiği için şimdi ne olduğunu tahmin etmek zordu. Byron bile onu kendi oğlu Lucas kadar çok seviyordu.

"Çocuklardan biri. Annemle ilgili bir şey söyledi. Hoş olmayan bir şey. Kendimi tutamadım."

"Kim? Hangisi? Hasta ruhlu Victor, değil mi?"

Başını sallarken kulağının arkasına almaya çalıştığı perçemi yine alnına düştü. Boynundaki yara izini de o zaman gördüm. Göğsüne doğru iniyordu. Kan kurumuştu ama hala çok eski olmadığı da belliydi. Öfkeyle anında doldum.

"Önemli değil," dedi benim yaralarını izlediğimi görünce. "Sonunda özür diledi. Barda fazla içki kaçırdığını söyle— ah!"

Gömleğinin iki düğmesini açınca gözlerime inanamadım. Victor Wilson, çok uzun süredir Oliver'ın başına belaydı. Sanırım Morgan İkizleri'nin onunla ilgilenmesine sinir oluyordu. Ya da bir anda, Byron'ın gelmesiyle, artık alt sınıftan biri olmamasına karşı duyduğu öfkeyle mücadele edemiyordu. Victor'dan nefret ediyordum. Biz küçükken çoğu zaman, Oliver bir kızla da oyun oynadığı için onu dışlamaya çalışmıştı.

Ama bu yaptığı? Bu yumruklar ya da sarhoşluk zırvalığı değildi. Hem annesine saygısızlık hem de ciddi bir yaralamaydı.

"Sana bıçakla mı saldırdı? Oliver, bu ciddi. Gerçekten çok daha kötü şekilde bitebilirdi kavga. İlaç aldın mı?"

"Hayır. Lütfen, Victor'ı öldürmeye çalışmayacağını söyle."

Gömleğini biraz daha kenara ittirdim ama kandan dolayı biraz kumaşa yapışmıştı. Dikkatle çekmeme rağmen Oliver acıyla hızlı hızlı nefes almaya başlamıştı. "İlaç almazsan iltihap kapacak gibi duruyor."

"Bir şeyim yok, dedim Connie. Abartıy—" Bir anda sustu. Dudaklarımı yaraya bastırdığım anda nefesini tuttu. Kan tadı ağzıma gelir gelmez kavganın bu sabah olduğunu anladım. Henüz kurumamıştı bile tam olarak. Gözündeki morluk fazla hızlı iyileşmiş olmalıydı. İyi kısmıysa çok da derin değildi kesikler.

Oliver'ın burnundan çıkan hızlı nefesleri, göğsüne yaslanan saçlarıma vurmalarından hissediyordum. Sertçe yutkundu. Başımı eğerken destek almak için göğsüne koyduğum elimin altında kalbi hızlandı. Buz gibi teni, benimkinden yayılan sıcaklıkla birleşip ısındı.

"Gevşe, yardım etmeye çalışıyorum. İlaç almayacağını biliyorum."

Sessiz kaldı. Hissettiğim tırtıklı, pütürlü ve kesiklere her dilim değdiğinde biraz kasıldı. Küçükken kendimi sürekli yaralayan bir çocuk olduğumdan annem bunu çok sık yapardı. Oliver da biz daha küçükken, ağaçlardan biri kolumu kestiğinde yapmıştı. İlaçlar kadar iyi bir fikir değildi ama benim acımı alıp, hep daha çabuk iyileştirmişti.

Nefes alışverişlerini sesli olacak şekilde duydum bir an ama tam ben duyduğum anda kendini susturmak ister gibi dudaklarını birbirine bastırdı. Yine de belinin önünde, karnının durmadan kasıldığını görüyordum. Canı yanıyordu muhtemelen. İtiraf etmesinin imkanı yoktu. Boynundaki yaraya geldiğimde burnuma ıslak toprak, bira, hanımeli ve parşömen kokusu geldi. Yine kitaplarının üstünde uyuyakaldığı bir geceydi herhalde. Sabaha bira içerek başlamak pek onluk bir hareket değildi gerçi. Victor'la sarhoşken karşılaşmasını açıklıyordu.

Yağmur damlaları daha sık vurmaya başlarken camıma Oliver'dan çekildim. Daha doğrusu ağzımı teninden uzaklaştırdım ama olduğum yerde kaldım. Soluk teni, nefesleri ve kokusu biraz beni afallatmıştı. Belki de biranın kokusu? Her neydiyse, ondan uzaklaşmak için verdiğim emri yerine getirmek istemiyordu. Gözlerimi kaldırıp yüzüne baktım ama yalnızca sol profilini görüyordum. Bakışları hala yatağımın karşısındaki duvara bakıyordu. Uzun, ince boynunu kapatmaya çalışan gömleğinin yakasını bırakınca biraz yaraya yapıştı yine. Mor ve mavi damarları kulağına yaklaştıkça kayboluyorlardı derisinin üstünde. Teni çok inceydi. Morarmaya, kızarmaya ve çürümeye çok açıktı.

"Yalnızca Victor mıydı?" sonunda ondan uzaklaşıp sordum.

Oliver gömleğini iliklerken gözlerimle buluşmadı. Geniş omuzları hala biraz katıydılar. "İki arkadaşı daha vardı. Ama tanımıyorum. Başka kasabadan misafirleriydi belki. Lütfen artık küçük bir kız olduğunu kabul edip, beş katın adamları öldürmeyi düşünmekten vazgeç. Buraya bunun için gelmedim."

"Beni özledin."

Başımı ittirip son kalan bir düğmeyi daha ilikledi. "Kafayı yemiş olabileceğini düşündüm. Zavallı Tipper bile sıkılmış görünüyor. Keşfe çıkabiliriz."

"Yağmuru görmüyor musun?"

"Ne olmuş? Misty Moor'da ne zaman yağmur seni durdurdu?"

"Artık keşif ve maceralar için fazla yetişkin olduğunu düşünüyordum."

Omuz silkti. Yataktan kalkınca ağırlığının yokluğuyla yatağım da yukarı kalktı. O gelmeden önce izlediğim duvarı izlemeye başladı. Gördüğü bir şeye gülümserken, yüzüne bir nebze olsun daha çok renk gelir gibi oldu.

"Hala yirmi olmamışken şansımı değerlendirebilirim."

Oliver'ın şansından çok beni mutlu etmek için bu yağmurda çıkmak istediğini biliyordum. Ben pek kirlenmeyi umursamazdım ama Oliver pek bayılmazdı. Şimdi keşfe katılmayı teklif ettiğine göre çok zavallı görünüyor olmalıydım.

"Arkanı dön," dedim yataktan çıkıp hevesle dolabıma geçtim.

"Ayaklarını daha önce gördüm."

"Gerçekten geceliğimle mi kasırgaya çıkmamı istiyorsun?"

Oliver ne giydiğimi yeni fark etmiş gibi uzun, neredeyse beyaza dönmüş soluk pembe ve tülden geceliğime baktı. Birçok kez gördüğü için bu kadar dikkat çekeceğini düşünmemiştim ama şaşırmış gibiydi.

"Bunun kollarında boğulmuyor musun sen? Üç tane Connie içine girebilir gibi görünüyor."

"Bu yüzden çok rahat. Hey, gülmeyi kes. Annem üstüne kurdele bile dikti."

Gururla gösterdiğim kurdele onu daha da çok güldürecekmiş de zorla tutuyormuş gibi elini ağzına koydu. En azından geceliğim birimizi mutlu edebilmişti.

"Dön," diye tekrarladım onu dolabımdan yün çoraplarımı, botlarımı, pelerinimi ve eteğimi bir kenara alırken. Cama dönüp beklemeye başladı.

"Acele et. Hava bugün karanlık. Louise erken dönebilir. Akşam yemeğinizde olmak istemiyorum."

"Annem seni, benden daha çok seviyor."

Yine güldü. Buraya geldiği ruh hali ve görüntüsüne karşılık onu keyiflendirmek kolay olmuştu. Ona söylemiyordum ama Victor'ı bulduğum yerde parçalarına ayırdığımda emindim ki daha da sevinecekti. Belki fiziksel gücüme inanmıyordu ama Victor'ın hiçbir zaman geliştiremeyeceği küçük zihnini ve bedenini yok etmenin çok zor olacağını düşünmüyordum.

"Sadece kasabanın seni cadı sanıp yakmasından korkuyor."

"Eh, bu kasaba birkaç yüzyıl geriden geldiğine göre çok da haksız sayılmaz. Yaşlı Tony pankarttaki yazının doğrusunu ona gösterdiğimde az daha kalbine iniyordu."

"Kasabadan nefret ediyorsun, değil mi? Gitmek de istiyorsun. Hiçbirinin önemi yok."

"Evet. Ama annem bunları bilmiyor."

Eteğimin yerinde durması için belime doladığım kumaşı sıkarken, Oliver'ın sırtına dönmesi için dokundum. Yerdeki geceliğimi ve eşyalarımı alıp yatağa koydu. Sanırım arkamı toplama alışkanlığını çok uzun yıllar önce kazanmıştı.

"Kasabadan ayrıldıktan sonra ne yapacağına karar verdin mi?"

"Hayır. Dünyayı görmek istediğimi biliyorum sadece. Amerika'yı."

Pelerinimin kuşağını boynuma yakın yerden bağlarken dikkatle yüzümü inceledi. "Biliyorsun," mırıldandı. Neredeyse konuşmakta o kadar emin değil gibiydi. "Bunu beraber yapabiliriz."

Ah. Konu yine korktuğum yere mi gelecekti? Onu duymazdan gelemeyeceğim kadar açıktı önerisi. Demek istediğini biliyordum. Yapmak istediklerinin karşısında olan ben değilim. Elbette Oliver'la yapmak istiyordum hepsini. Tüm hayatım boyunca akıl hocam, oyun arkadaşım ve destekçim olmuşken ondan başka kimi isteyebilirdim? Benim kadar meraklı ve yeniliğe açık biriyle tanışma şansım olmuşken hem de.

Ama Oliver'ın istediği benim planladığımdan daha farklıydı.

"Ayakkabılarını Tipper yiyor."

Benim önerisini görmezden gelmem, köpeğimin botlarını öğle yemeği yerine götürmesinden daha çok canını sıkmış gibi gözlerini devirdi. Ayakkabılarını Tipper'ın ağzından alıp giydikten sonra geldiği gibi inmek için cama yöneldi.

"Yardım ister misin?"

"Yıllardır kaçtığım ağaçtan inmek için mi?"

"Her yer kaygan diye dedim."

"Ha... Olur o zaman."

Oliver'ın gülümsemesi genişledi. Bana yardım etmesine ne zaman izin versem bundan çok keyif duyardı. Benim için işe yarar olmayı pek seviyor gibiydi. Camı açınca soğuk yüzünde Tipper peluş oyuncaklarımın arasına gidip yattı. Keyfine düşkün Tipper'ın önceki hayatında kedi olduğunu düşünüyordum. Sonbahara döndüğümüzde yine şömineyi terk etmeyecekti.

Oliver ağacın kalın dallarından birine oturup elini uzattı. Ben dala geçtiğimde aşağı atladı. Tökezlemeden bile indiği için dik dik yüzüne baktım. Eskiden olsa yuvarlanmaktan kabak tarlalarına kadar gidebilirdi.

Yere en yakın dala ulaşınca bana uzandı. Kolları rahatlıkla erişiyordu. Belimi iki yanından tutup beni aşağıya koyunca ayaklarımın yer çekimini aniden kaybedip, aniden bulmasıyla biraz sersemledim.

"İyi misin?" Kolumu tutup, düşmediğimden emin oldu.

"Hı-hı." Yağmur bir nebze yavaşlamışken ormana baktım. "Sonuncu ayakkabıları yıkar."

Gözleriyle gösterdiğim tarafa baktı. "Connie düşmememizin imkanı yok. Yer ne kadar kaygan biliyor musun? Ayakta bile duramıyoruz."

"Yenilmekten korkuyorsun."

"Seni neyle besliyorlar? Bu kesilmek bilmeyen enerjin beni endişelendiryor. Acaba— hey! Daha başla bile demedin."

Continue Reading

You'll Also Like

Algon By cicek8899

Historical Fiction

33.2K 1.5K 31
iki düşman ailenin arasında filizlenen bir sevda meselesi🌼
3.3K 126 6
Aladdin Ali ve gonca'nin zorla barış için evlendirilmesi ve onun ardından yaşanan olaylar
1.4K 131 4
Öylesine
algon By algon

Historical Fiction

30.4K 1K 35
Algonsuz hayat hayat mıdır lov