Lake in the Moor

By BelieveAndBeHappy

5.6K 670 4.6K

1852 İngiltere'de küçük bir kasabanın hikayesi. More

bir
üç
dört
beş
altı
yedi
sekiz
dokuz
on
on bir
on iki
on üç
on dört
on beş
on altı
on yedi
on sekiz
on dokuz
yirmi
yirmi bir
yirmi iki
yirmi üç
yirmi dört
yirmi beş
yirmi altı
yirmi yedi

iki

226 30 86
By BelieveAndBeHappy

"Buradan sonra kendim gidebilirim," dedim ayağım çamurun içinde girip çıktıkça korkunç bir ses duyuluyordu. Sesi kesmesi için ayağımın topuk kısmıyla ilerlemeye çalıştım ama biraz göle doğru yalpalayınca Oliver refleksle belime bağlı kumaşı yakaladı. Ne yapmaya çalıştığımı anlayınca, beni yolun kuru kısmına koyup kendisi çamurdan yürümeye başladı. Benden çok daha ağır olduğundan ses şimdi daha toktu.

"Olmaz," dedi sadece. Bir neden söylemedi. Adımları ne hızlı ne de yavaştı. Benimkilerle bazen senkronize gidiyorlardı. Eteğimin ucundaki çamur, botlarımla alt bacağıma çarptıkça ıslak hissini bırakıyordu.

Evimin ışıkları görününce durdum. Benimle birlikte Oliver da durdu. Ay ışığının altında, tuttuğu fenerden yansıyan gölgeler kemikli yüzünde dans ederken acelesi yok görünüyordu. Ben konuşana kadar konuşmayacaktı sanki.

"Benden gizlediğin bir şey mi var?"

"Niye böyle söyledin?"

"Bugün yemekte çok gizemli konuştun."

"Artık İngilizce'yi de mi anlayamıyorsun, Connie?"

"Boş ver," dedim çoktan ona sorduğum için pişman olmuştum. Kuru otların üstünde botlarımın kirini çıkarmaya çalıştım ama Oliver kolumu tutup önümde durdu. Gözlerine bakmak için başımı kaldırmak zorunda kaldım. "Hayır, lütfen söyle."

Kolumu tutan elini ittirdim. Yemekte İkizlerin endişelenmemem gereken konu olduğunu söylemişti. O halde başka biri mi vardı? Ona bunu sorup haftalarca merak ettiğime dair kızdırma kozunu vermektense zamana bırakmak daha çekici geliyordu şimdi.

Annemin camda beklediğini görünce evime doğru yöneldim. Bu sefer bana mani olmadı ya da tutmaya çalışmadı. Ama ben durdum. Arkamda beni izlediğini biliyordum.

"Gerçekten gidecek misin?" Dedim sonunda.

Oliver'a dönünce yüzünde şaşkınlığı gördüm. Birkaç saniye içinde göğsü rahatlamış gibi gevşedi. Gülümserken başını iki yana salladı. "Hayır," dedi sonunda. "Henüz değil."

"Ne zaman?"

Oliver bana doğru bir adım atıp aramızdaki boşluğu doldurmak istedi. "Geri döneceğim," dedi. Konuşurken nefesi yüzüme vurdu. "Gidersem bile geleceğim."

Hiçbir şey demeden gözlerine baktım. Bedenim ona yakın olmak istedi. Belki sarılmak. Gözlerim onu görüyor, kulaklarım onu duyuyor, aklım benliğini algılıyor olsa da sanki kendimi burada gerçekten olduğuna ikna edemiyordum.

"Geri dönmek için bir sebebin yok sanıyordum."

"Var," dedi bana gülmeye devam ediyordu. Fazla güçsüz davranmıştım. Onun gitmesini istemediğimi, gitse bile dönmesini istediğimi, beni bırakmamasını istediğimi açık etmiştim. Elimde değildi. Kimsenin gitmesini istemiyordum. Buradan nefret ediyordum ama Oliver içinde olmadan cehennem yanında tatlı kalacaktı.

"Babam gibi yapacaksın."

"Hayır," dedi hızlıca. Baş parmağını yanağıma koyunca tekrar dengemi hissetmek zorlaştı. Eli sıcaktı. Tenimin üstünde tane tane, kum gibi his bırakan toprağın varlığını Oliver silmeye çalışınca daha çok hissettim. Gözümün altında gezinen parmağı yanağımdaki boşluğa indi. Artık hala kiri mi almaya çalışıyordu yoksa yalnızca yüzümü elleriyle mi görmek istiyordu çözemedim. Konuşmak için ağzımı aralamışken dudağımın üstüne getirdi parmağını. Kalbim ruhumu bile sıkacak kadar içime batan korsemden dışarı atlayacak sandım. Oliver da şimdi gözlerime değil, parmağının tenimde izlediği yolu takip ediyordu. Oliver ile hep yakındık. Beraber birçok kez uyumuştuk, aynı yerde yıkanmıştık, birbirimize girip kavga etmeden geçen günümüz yoktu neredeyse. Ama dokunuşları daha yumuşak, daha farklı olmaya başladığından beri ellerinin varlığını daha çok hisseder olmuştum. "Bunu sana asla yapmam."

Oliver sonunda tekrar gözlerime, omzumun gerisinden de pencerede dikilen anneme baktı. Anneme bakmış olduğunu duruşunu dikleştirip, benden uzaklaşıp, elini yüzümden çekince anladım. Feneri kendine yaklaştırıp gülümserken elini salladı. Dönüp anneme baktım. O da aynısını yaptı. Ama kızgın olduğunu metrelerce öteden bile görebiliyordum.

"Beni öldürecek. Benimle gel. Beni canlı canlı parçalara bölüp ormandaki kurtlara atacak."

Oliver avucumun içine aldığım gömleğinin parçasını bırakmam için bileğimi kendinden uzaklaştırmaya çalıştı. "Eğer gelirsem ikimizi de öldürecek. Birimizin en azından hayatta kalması güzel olmaz mı?"

Sonunda onu bıraktım. Ben istemeye istemeye eve giderken Oliver'ın orada olduğundan emin olmak için her iki-üç adımımda dönüp ona baktım. Her seferinde el salladı ve istemeye istemeye sonunda kapıya ulaştım. Kapıyı henüz tamamen açamadan annemi duydum.

"Cornelia Griffiths, bu halin ne? Ne zaman beni dinleyeceksin? Ne zaman senden istediğim bir hanımefendi gibi davranacaksın? Şu kire bak! Kasabada hangi kız bu şekilde geziyor? Kimse! İnsanlar hakkında ne söyleyecek? Vahşi bir hayvan gibi çayırda, çamurda, ormanda ne işin var?"

En azından saat geç olmuştu. Şimdi söylenmek için çok daha az vakti vardı. Her tarafta kumaşlar, danteller ve kayışlar vardı. Bu Thompson Ailesi her kimse zengin de olmalıydılar. Bu kadar kıza bu kadar elbise...

"Kiminle konuşuyorum? Oliver'la ortadan kaybolup ikiniz de tamamen pislik içinde geri dönüyorsunuz. Görenler ne söyleyecek?"

"Domuzlarla güreştiğimizi?"

"Connie!"

Soğuk olduğunu düşündüğüm suya elimi attım. Epey ılıktı. Annem eve döndüğümde yıkanmam gerekeceğinden emindi sanırım. "Kimin ne söylediği kimin umurunda? Herkes Oliver'la ne kadar yakın olduğumuzu biliyor. Beraber büyüdüğümüzü de."

"Artık herkes yok, Connie. İnsanlar şehirlere taşınıyorlar. Şehirdeki zenginlerse buraya geliyor. Seninle ilgilenen onca genç erkeği bir kenara mı iteceksin? Kim bilir kaç tanesi sırf Oliver etrafında diye fikirlerini değiştirdiler."

Kenara koyduğum kumaş yığının ardından anneme baktım. Beni azarlaması bitse de, tekrar işine dönsün diye hızlanmak istiyordu sanki. "Oliver'ın nesi varmış?"

Annem alnını ovuşturdu. Kızmamak için tüm gücümü kullanıyordum. Oliver ve ailesi bize karşı bu kadar iyi olurlarken, kasabada belki de anneme üstten bakmayan sayılı kişilerden biriydi Axtonlar. Gerçi Oliver hala Oakley soyadını kullanıyordu. Kısa bir süreliğine savaş gazisi olmuş, onu takip eden yıllar içinde de alkolden vefat etmişti. Ardında da Oliver'a tek bıraktığı nefret edilen soyadıydı.

Byron Axton da Cathy de bize karşı çok iyilerdi. Cathy annemi, benim Oliver'ı tanıdığımdan bile daha uzun süredir tanıyordu. Oliver'ın babasının ne kadar zalim bir adam olduğundan bahsettiğini hatırlıyordum. Bana ne yaptığını hiçbir zaman anlatmamıştı. Sanırım Oliver'a söylememden korkuyordu.

Byron ortaya çıkıp, Cathy ile evlenmeden önce Cathy de annemle benzer durumdaydı. Yine de onun tek çocuğu bir erkekti. Bu yüzden yine tek çocuk sahibi olmanın başına gelmiş en kötü şey olduğunu düşünmüyorlardı insanlar. Şikayet de edemezdim. Oliver yerine bir kız olsaydı, Cathy'nin Byron ile tanışmadan önceki hayatı korkunç olabilirdi. Bir erkek olmadan burada geçinmeye çalışmak, hele de hala genç sayılabilecek bir yaştayken, en akıllıca şey olmazdı. İnsanların hoş karşılamayacağı, ayıplayacağı, dışlayacağı çok fazla noktalar vardı. Eğer babam birkaç ayda bir dönüp herkese hala Griffithsler'in sapasağlam olduğunu gösterdiğinde bile tüm halk daha rahat bırakıyorlardı sanki bizi.

Doğrusu benim umurumda değildi. Bu kasabadan gideceğimi biliyordum. Misty Moor'dan çok daha fazlasını bulduğum gün, arkama bakmak istemiyordum. Bir erkek gibi yaşayabileceğim ama kadın olduğumu bu uğurda saklamayacağım bir yer bulmayı umuyordum.

Annemse herkesin ne söyleyeceğinden bu kadar korkmasına karşılık hiç de taşınmaya hevesli görünmüyordu.

"Oliver'la mı evlenmek istiyorsun? Bir taşralıyla?"

"Biliyordum," dedim su dolu kovayı almak için ayaklarımla sürükledim. "Hala onları alt sınıftan görüyorsun, değil mi?"

"Ne? Cathy'le senin yaşından bile daha çok geçmişe sahip arkadaşlığımız. Elbette ilk kocasının başına açtığı onca borç ve sıkıntısına göre onu ayırt etmiyorum." Benim surat astığımı görünce yanıma geldi. İçine oturmakta olduğum taşın soğuğundan bacaklarımı kendime çekmişken sıcak suyu başımdan aşağı yavaşça döktü. Seramiğin üstüne çok nazikçe dokunurken- babam bunu Amerikalı bir tüccardan getirdiği günden beri bunun bizim için ne kadar değerli olduğunu ve dikkatli olup kırırsak aynısını kemiklermizden yapacağını söylemişti- ıslanınca belime çarpan saçlarımı okşadı.

"O zaman neden Oliver'la arkadaş olmamdan hoşlanmıyorsun? Oliver'ın nesi var? Senin çok sevdiğin seçkinlerden biri değiller mi artık zaten? Bay Axton cömert bir adam."

Annem başını iki yana sallarken topuzundan birkaç tane saç parçası da etrafına saçıldı. Tenimin üstündeki sünger biraz sertti. Annem de yumuşak davranmıyordu ama bir şey söylemedim. Süngerin gittiği her yerde tenim kızardı. Soğumaya başlayan su üstüne döküldüğünde nefes alabiliyordum.

"Oliver'la mı olmak istiyorsun?"

Şaşkınca yüzüne baktım. Oliver'la olmak istiyordum ama diğerleri için ifade ettiği anlamdan çok daha farklı olarak. Oliver'ın bir öğretmen olup bana bildiklerini öğretmesi, bir abi olup destek göstermesi ya da bir düşman gibi kavga etmesi onunla hakkında sevdiğim özellikleriydi. Ama Oliver için yemek yapmak, çocuğuna bakmak ya da tüm ömrümü bir camın kenarında tıpkı annemin babamı beklediği gibi beklemek? Tüm hayatım boyunca. Bunu yapmaya hazır olduğumdan emin değildim. Oliver'ın bunu isteyeceğinden bile emin değildim. Kasabadaki herkesten daha farklıydı. Ama babam da öyleydi. Fakat annemin için hikaye kalan tüm kadınlarla aynı olmuştu. Sanırım ben bir adamın eşi olduğum sürece evleneceğim kişinin nasıl biri olduğunun da önemi yoktu hayatta.

"Herkesin beklediği bu. Değil mi?"

"Ya senin? Onu seviyor musun?"

"Tabii ki seviyorum. O benim tek arkadaşım."

"Öyle değil. Arkadaşını kaybetme korkunun ardındaki hisler. Eğer Oliver'ı on yaşından beri tanımıyor olsaydın, pazarda gördüğün bir delikanlı olsaydı. O zaman da aynı şeyleri hisseder miydin?"

Suyun altında duran sabun kabınını sıktım. Elimden kayıp suyun en dibine oturdu. Oliver'ı hiç tanımıyor olsaydım hakkında ne düşünürdüm, söylemesi güçtü. Çok keskin hatları olan bir karakter değildi sanırım. Akıllıydı. Yakışıklıydı. Belki biraz sertti. Onu diğerlerinden neyin ayırdığını bilmiyordum. Belki bana tahammül eden ve olduğum kişi için beni cezalandırmayacağını düşündüğüm tek kişiydi. Oliver dışında biri, beni onun gördüğü kadar görebilir miydi? Ama tekrar düşününce bunun sebebi, senelerin becerisi miydi Oliver'ın kendisininki mi?

"Birini o şekilde sevebilecek kapasitede olduğumu düşünmüyorum."

Annem bunu dememe hem şaşırmış, hem de üzülmüş gibi çenemi tuttu. "Neden? İnsan olan herkes sever."

"Çünkü bir erkeği, anlatılan şekilde sevmek, onun kölesi olmayı da kabul edeceğim anlamına geliyor. Onun üstümde gücü olmasını, benden daha kuvvet sahibi olacağına evet demek oluyor. Birini sevdiğini kabul etmenin kölelikten hiçbir farkı yok."

Saçlarımı parmaklarıyla açmaya çalıştı. Uzun tutamların sırtıma yapıştıklarını hissedince ürperdim. Oliver ile kavga etmeden bir ilişki düşünemiyordum. Ya da annemle babamın arasında olan bir ilişkiyi. Oysa Oliver'a dokunmak, yakın olmak, onu hissetmek istediğimi biliyordum. Ama sözlere dökmek, duygularımın beni acizleştirmesine izin vermek kendime ve ikimizin arasındaki ilişkiye verebileceğim en büyük zararmış gibi görünüyordu. Sevgi sözcükleri, şiirler, güçsüzlük tüylerimi diken diken ediyordu.

"Connie. Zamanla ne demek istediğimi anlayacaksın."

İçeriden Luni seslendi. Kıyafetleri yetiştirmeleri gerektiğini söyleyince annem hızlıca yerinden kalktı. Thompson Ailesi'nin kızlarının elbiseleri beğenmezse utancından kasabadan taşınacağına dair bir şeyler söylerken başımı mermerin üstüne koydum. Dışarıdaki çınar ağaçları, rüzgarın gücüyle camlara çarpıyor karanlık havaya rağmen bulutlar bugün daha azken yaprakları görebiliyordum. Su buza dönünceye kadar orada bekledim. Zamanla neyi anlayacağımı orada durduğum saatlerde anlayabileceğimi umarak vaktimi harcadım. Ama başarısız oldum.

Continue Reading

You'll Also Like

AŞK-I DERUN By 👑

Historical Fiction

5.8K 488 15
Büyük bir sevda ile bir araya gelen iki gönlün büyük imtihanları. Kuruluş Osman karakterlerinden alınmıştır. Algon sevdasını birde kendi hikayelerimi...
331K 30.4K 41
🍁 -Hey!'dedi sesi atının nal seslerine bulanırken. Gelip tam önümde duraksamış, yorgun hayvan ağır ağır adımlamıştı. Bir doğan misali keskin bakışla...
FATİH'İN MÜNECCİMİ By Su

Historical Fiction

6.3K 556 13
Biraz daha yasasaydi Hazreti Fatih Ne Venedik kalacakti, ne Floransa... Ya sonra ? Fatih hayranı genç bir tarih öğrencisi kendini 2. Mehmet'in devrin...
2.8K 111 5
Aladdin Ali ve gonca'nin zorla barış için evlendirilmesi ve onun ardından yaşanan olaylar