20 DAYS / TAEKOOK

By Soleillune_

8.5K 824 757

"Pekala öyleyse iyi haber, bağışıklık taşıyan biri var. Kanında bu lanet virüse karşı antivirüs taşıyan biri... More

2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm

1. Bölüm

1.3K 63 49
By Soleillune_

Merhaba arkadaşlar bu benim yeni kurgum.

İlk defa fantastik bir kurgu yazıyorum. Hatalarım olursa affola.

Ben bu kitaptan çok ümitliyim ve açıkçası konusunu beğeneceğinizi düşünüyorum.

Lütfen oylarınızı ve yorumlarınızı eksik etmeyin, bu benim için çok önemli.

iyi okumalar diliyorum.



---



Jeon Jungkook

"Evet beyler ve bayanlar. Bir iyi bir de kötü haberim var." Binbaşı Kim Namjoon konuşurken hepimiz dikkat kesilerek onu dinliyorduk. Hepimiz dediğim, biz askerler.

"Önce iyiyi mi duymak istersiniz yoksa kötüyü mü?" Kollarını göğsünde birleştirip tek kaşını kaldırdığında Eponin, "İyiyi duymak isteriz Efendim." Demişti.

"Pekala öyleyse iyi haber, bağışıklık taşıyan biri var. Kanında bu lanet virüse karşı antivirüs taşıyan biri." Derken yüzünde kocaman bir gülümseme oluşmuştu. Aşırı heyecanlı görünüyordu. Binbaşı Kim Namjoon aynı zamanda bir bilim insanıydı. Ve bu virüsü yok etmek için her yolu denemişti fakat hiçbiri işe yaramamıştı. Bu da onu umutsuzluğa sürükleyip depresyona sokmuştu.

Fakat şu an ise son 2 aydır depresif adam gitmiş, yerine heyecanla konuşan biri gelmişti. "Ne kadar doğru bilmiyoruz fakat aldığım duyumlar bu yönde. Birkaç kişi onu görmüş. Fakat yüzünü tam görememişler çünkü maske gibi bir şey takıyormuş."

Binbaşı Kim heyecanla bir o yana bir bu yana yürürken Yoongi nin yanında duran Mark konuşmuştu, "Peki, kötü haber nedir?"

Onun sorusuyla binbaşı adımlamayı kesip derin bir nefes çekmişti ciğerlerine ve karşısında duran ben de dahil beş kişiye bakmıştı. "Kötü haber ise onu bulmak için siz görevlendirildiniz. Biliyorum daha yeni bir görevden döndünüz ama elimizdeki bu işi yapabilecek en cesur ve güçlü askerlerimiz sizsiniz."

"Ah, bizim de dinlenmeye ihtiyacımız var ama değil mi?" Hoseok ukala bir tavırla konuşmuştu. Aslında bir asker komutanına böyle konuşamazdı. Fakat Binbaşı Kim için biz aile gibiydik. Diğerleri yanımızda değilse resmiyeti bir kenara bırakıp sohbet ederdik.

"Elbette Hoseok, ama bu bizim son ümidimiz. Bağışıklık taşıyan kişi kadın mı erkek mi onu bile bilmiyoruz. Onun hakkında bu kadar bilgisizken diğerleri değil, sizin gibi başarılı askerler gitmeli."

"Cidden..." Hoseok mırıldanıp siyah saçlarını geriye atmış ve arkasındaki sandalyeye oturmuştu. "Size yemin ederim, bu görevi başarılı bir şekilde tamamlayıp döndüğünüzde en iyi şekilde dinlemenizi sağlayacağım."
Namjoon mahçupça konuştuğunda Eponin gülümsemişti.

"Dert etme Binbaşı, onu bulacağız." Eponin gülümsemeye devam ettiğinde Binbaşı Kim de gülümsemiş ve iç çekmişti.

"Pekala... o halde planı anlatıyorum." Dediğinde ise hepimiz ona dikkat kesilmiştik. "20 gününüz var. 20 gün içinde onu bulup getirmeniz gerekiyor. Bağışıklık taşıyan kişiyi tanımanızı sağlayacak tek bir şey var ve bu da omzundaki ısırık izi. Bulduğunuz her sağlıklı bireyin omuzunu kontrol edin. Bulamazsanız da geri döneceksiniz. Çünkü yiyecek ve içecekleriniz tam 20 günlük. Yani o yaratıklardan ölmezseniz bile açlıktan ve susuzluktan ölme ihtimaliniz var." Boğazını temizleyip devam etmişti.

"Bağışıklık taşıyan kişi en son Doğu tarafında görünmüş. Siz de..." Elindeki büyük haritayı açıp masaya koymuştu.
"20 gün içinde buradan buraya kadar her yeri karış karış arayacaksınız." Haritadan aramamız gereken yerleri gösterip geri çekilmişti.

"Anlamadığınız bir şey var mı?" Diye sorduğunda başımı kaldırıp ona bakmıştım. "Hayır, yok."

"Ne zaman yola çıkacağız?" Mark sorduğunda Binbaşı Kim, "Yarın." Diye cevaplamıştı.

"Bu kadar erken mi?" Hoseok yine huysuz bir şekilde konuştuğunda Yoongi gözlerini kısarak ona bakmıştı. "Huysuzluk etmeyi bırak gerizekalı herif. Burada tüm dünyanın geleceği söz konusu." Demiş ve siyah saç tutamlarını kulağının arkasına sıkıştırmıştı.

"Dünyanın kurtarılmaya değer yanı olduğunu düşünen kim?"

"Ben." Diye sinirle tekrar karşılık vermişti Yoongi. Hoseok da tam ona cevap verecekken Binbaşı Kim araya girmişti. "Tamam bu kadar yeter. Planı anladığınıza göre şimdi gidip dinlenin."

Herkes onu onayladığında Yoongi sertçe Hoseok un omzuna çarpıp toplantı odasından çıkmıştı. Onun ardından ise önce Eponin sonra Mark ve Hoseok da çıkmıştı. Ben de tam çıkacakken Binbaşı Kim in adımı seslenmesiyle olduğum yerde durup ona bakmıştım. "Size güveniyorum Jungkook. Onlara göz kulak ol. Kimseye zarar gelsin istemiyorum."

Onun üzgünce bakan gözlerine bakıp başımı olumlu anlamda sallamıştım.
"Onlar ve sen benim ailemsiniz Namjoon. Sizi korumak için her şeyi göze alırım." Diye karşılık verdiğimde ise yüzünde buruk bir gülümseme oluşmuştu.



---



Benim adım Jeon Jungkook ve 25 yaşındayım. Bu lanet virüs dünyaya yayılalı iki yıl oldu. İlk defa böyle bir şey görüyorum. İnsanlar yaratığa dönüşüp sağlıklı insanlara saldırarak onları ısırıyorlar. Sağlıklı insanlar da birkaç saniye içerisinde yaratığa dönüşüp başka insanlara saldırıyorlar.

Ben virüsten önce paralı askerdim. Kız arkadaşımla birlikte gayet sakin bir hayatımız vardı. Fakat virüs dünyaya yayıldığında başta kız arkadaşım ve ailem olmak üzere tanıdığım herkesi kaybetmiştim.

İlk bir ay kendi kendime idare etmiştim. Orada burada saklanarak ısırılmaktan kurtulmuştum. Zaten asker olduğum için evim silah doluydu. Onları kendimi korumak amacıyla çantama doldurarak kıytı köşeden kendime yiyecek bulmuştum.

Fakat bu bir ay içerisinde dünya nüfusunun yarısı ya ölmüş ya da dönüşmüştü. Benim yaşadığım şehirde ise kimse kalmamıştı.

Şu an ise Amerikadaydım. Dünyadaki insan nüfusunun %79 u yok olmuştu. NATO tüm teknolojik aletlerden duyuru yapmış, sağ kalan herkesi kurdukları şuan ki yaşadığım yere gelmeleri için çağrı yapmıştı. Ben de bu çağrıyı duymuş, bir şekilde buraya gelebilmeyi başarmıştım. Burası kocaman bir yerdi ve dıştan gelebilecek olan saldırılara karşı yerden metrelerce yüksek olan duvarlarla çevriliydi.

Her ırktan insan vardı. Her ırktan ve her meslekten. Kimisi öğretmen, kimisi aşçı, kimisi doktor kimisi ise Binbaşı Kim gibi hem Asker hem de bilim insanıydı.

Buraya gelmemin üzerinde bir yıl dokuz ay falan geçmişti. Benim gibi asker olanları bir araya toplamış ve saldırılara karşı eğitmeye devam etmişlerdi. Bu süreçte de Eponin, Hoseok, Yoongi, Mark ve Binbaşı Kim ile tanışmıştım. Birbirimize çok ısınmıştık. Sonraki zamanlarda ise aile gibi olmuştuk.

Eponin sarı saçlı mavi gözlü güzel mi güzel bir ispanyol kızıydı. Fakat Amerika da doğup büyümüştü. Bu nedenle ingilizcesi çok iyiydi.

Mark ise Amerikalı bir siyahiydi. Mizahı sever, bu durumda bile komiklikler yaparak bizi güldürürdü.

Yoongi, Hoseok ve Namjoon ise benim gibi koreliydi. Tek fark Hoseok Kuzey koreliydi. Fakat Yoongi ve Namjoon da burada, yani Amerika da doğup büyümüşlerdi. Altımızın içinden sadece ben ve Hoseok Kore den kaçıp buraya gelmiştik.

Hoseok Kuzey Kore de yaşadığı hayat koşullarından olsa gerek, çok agresif ve huysuz biriydi. Ama yine de içten içe bizi sevdiğini biliyorduk.

Yoongi ciddi, Namjoon ise gerektiği yerde ciddi gerektiği yerde eğlenceliydi.

Bana gelecek olursak, ekipte Namjoon dan sonra en aklı başında olan kişiydim. O yüzden Namjoon görevlerde yetkiyi hep bana verirdi. Kimse de bundan şikayetçi olmazdı çünkü onlarda benim onlardan daha aklı başında olduğumu biliyorlardı.

Sıkıntıyla nefes alıp vermiş ve botlarımın bağcıklarını bağlamaya başlamıştım. Dün hepimiz güzelce dinlenmiştik. Şu an ise yola koyulmak için hazırlık yapıyorduk. Herkes kıyafetlerini giyinmiş, birer sırt çantası almışlardı. Sırt çantalarımızda bizi 20 gün idare edecek yiyecek ve içeceklerimiz vardı. Çantalarımızın en üstüne ise uyku tulumlarımızı yerleştirmiştik.

Botlarımın bağcıklarını bağladıktan sonra ayağı kalkmış ve sırt çantamı kollarımdan geçirerek sırtıma almıştım. Ardından ise silah dolabını yavaşça açıp içinden iki tane tabanca alarak onları belimin iki yanına yerleştirmiştim. Bir tane de otomotik taramalı silah alıp elimde tutarak diğerlerine dönmüştüm.

"Hazır mısınız?"

"O orospu çocuklarının beynini uçurmak için her zaman hazırım." Mark sırıtarak konuştuğunda diğerleri de 'hazırız' der gibi başlarını sallamışlardı.

"Güzel." Deyip odadan ilk olarak ben çıkmıştım ve direkt olarak binadan çıkıp bahçeye inmiştim. Diğerleri de arkamdan geldiklerinde bahçede eğitim yapan askerlere bakmıştık. Burası eğitim gördüğümüz askeriyeydi. Duvarlar içindeki şehirden uzak duvara yakın bir askeri üs.

Yüksek duvarın önünde birkaç komutanla konuşan Namjoon u gördüğümüzde ise ona doğru ilerlemiştik.

"Biz hazırız Binbaşı." Yoongi ciddi bir ifadeyle konuştuğunda Namjoon bize doğru dönüp aynı ciddiyetle bakmıştı. Eminim ki şu an hepimize sıkı sıkı sarılmak istiyordu fakat ortam müsait değildi.

"Güzel, gideceğiniz noktaya kadar bu tank sizi götürecek." Yanında duran kocaman siyah tankı göstermişti. "Ardından ise sizi orada indirecek ve siz oradan haritada çizdiğim yolları geçip en ince ayrıntısına kadar arayacaksınız. Anlaşılmayan bir şey var mı?"

"Yok efendim." Yoongi tekrar ciddiyetle konuştuğunda Namjoon iç çekmişti.

"İyi o halde, binin." Onun komutuyla tam hareketlenip tankın açık olan arka kapısından binecekken uzaktan gelen birinin sesliyle hepimiz durup bize doğru koşturan Doktor Park Jimin e bakmıştık.

O buranın doktorlarından biriydi. Görevlere çok gittiğimizden dolayı en çok darbeleri biz alırdık ve bizi hep o muayene ederdi. Bu nedenle bize karşı ayrı bir ilgisi vardı fakat Binbaşı Kim e karşı bambaşka bir ilgisi vardı.

Park Jimin beyaz doktor önlüğüyle koştura koştura yanımıza ulaştığında bir süre nefeslenmiş ve ardından doğrulup gülümseyerek bize bakmıştı.

"Bunu vermeyi unuttum size." Elindeki 3 kutu ağrı kesiciyi Mark a uzatmıştı. Sürekli başımızın ağrdığını bildiğinden dolayı bunu almadan gitmemizi istememişti herhalde. "Ağrınız olursa günde sadece bir tane alın. Bu ilaçların dozu çok fazla. O nedenle sakın iki tane içmek gibi bir aptallık etmeyin."

"Ya melek bu adam melek. Diyorum size inanmıyorsunuz." Mark hayranlıkla konuşup ilaçları çantasının küçük kısmına koymuştu. "Endişe etmeyin Bay Park, ben onların aksine sizin kanatlarınızı görüyorum." Mark tekrar gülümseyerek konuştuğunda Bay Park utanarak tebessüm etmişti.

"Teşekkürler Bay Park." Deyip ben de Jimin e bakmıştım. O da bana dönüp tebessüm etmeye devam etmişti. Ardından ise Namjoon a dönmüş ve rahatlaması için ona gülümseyip herkesten sonra tankın arka kısmına binmiş ve kemerimi takmıştım.

"İşte başlıyoruz..."




---




Tank bizi başlayacağımız noktaya getirdiğinde hepimiz teker teker inmiş ve tankın geri gidişini izlemiştik. Burası çok büyük bir ormanlık alandı. Yer yer açlıktan insan cesetleri olsa da pek umursamamıştık. Sonuçta son iki yıldır gördüğüm görüntü hep buydu.

Karanlık çökmek üzereydi ve biz aramaya şimdi başlamayı düşünmüyorduk. Yemek yer uyuyacak güvenli bir yer bulup yarın sabah ilk iş olarak aramaya başlayacaktık.

"Hadi uyuyacak güvenli bir yer bulalım." Dediğimde diğerleri de beni onaylayıp arkamdan gelmeye başlamışlardı. Böyle ormanlarda tahtadan kulübe evler çok olurdu. Tek yapmamız gereken ondan bir tane bulmaktı.

"İğrenç." Mark yürürken cesetlere basmayaya özen göstererek söylenmiş ve yüzünü buruşturmuştu. "Hâlâ alışamadın mı?" Eponin de onun tepkisine gülerek sormuştu.

"Bunun alışılacak bir yanı mı var?" Mark gözlerini kocaman açmış bir şekilde Eponin e bakarken Eponin gülerek başını iki yana sallamış ve elindeki silahını ipinden omzuna asmıştı.

"Bir an önce önce bulsak iyi olur. Karanlığa kalmak istemeyiz. O yüzden dağılmamız gerek." Yoongi ye dönüp ona bakmıştım. "O yüzden sen Hoseok u ve Eponin i alıp şu tarafı ara. Ben ve Mark da bu tarafı arayacağız. Bulduğumuzda ise telsizlerden haber vereceğiz."

"Tamam." Yoongi başını sallayıp sağ tarafa dönmüş ve bizden zıt tarafa giderken Eponin ve Hoseok da onu takip etmişlerdi.

Onlar gözden kaybolduğunda ben ve Mark da sol tarafa dönüp yürümeye devam etmiştik.

"Baksana adamım, bunca şeyden hiç korkmuyor musun? Yani, sana ne zaman baksam yüzün dümdüz." Bugün yine Mark ın gevezeliği üzerindeydi. İç çekip yürürken askeri üniformamın pantolon cebinden sigara paketimi çıkarmış ve bir dal yakmıştım.

"Korkmuyorum."

"Nasıl peki? Nasıl bunca şeyden korkmuyorsun?"

"İnsanın kaybedecek bir şeyi kalmadığında korku denen o şeyi hissetmiyor." Dediğimde ise Mark susmuştu.

Bir süre daha yürüdüğümüzde karanlık çökmüş, biz de uzaktan bir kulübe görmüştük. Yavaş adımlarla kulübeye yaklaşıp aynı yavaşlıkla silahlarımızı doğrultmuş ve üzerlerindeki küçük silah fenerlerini yakmıştık. İçeri temiz mi değil mi kontrol etmek amacıyla ilk ben yavaş adımlarla kapıya ilerlemiş ve yuvarlak olan kapı kolunu tutup yavaşça açmıştım.

Başımı çok sakin bir şekilde içeriye sokup silahımın feneriyle etrafa göz gezdirmiştim. Temiz olduğunu gördüğümde ise silahımı indirip sol omzumun hemen arkasındaki telsiz yerinden telsizimi çıkarmıştım. Yoongi ye kulübe bulduğumuzu ve gelmeleri gereken yönü söyleyip geri telsizi yerine koymuş ve Mark ile birlikte içeriye girmiştim.

"Oh, burası ter temizmiş." Mark üstü beyaz örtülerle kaplı mobilyalara bakıp gülümseyerek konuştuğunda başımı onaylayarak sallamıştım.

"Evet, temizmiş."

"Offf çok acıktım. Şu veletlerde gelsin de bir an önce karnımızı doyuralım." Derken koltuğun örtüsünü kaldırıp oturmuştu. Fener ışığında oturuyorduk. Çünkü buranın lambasını yakarsak çok dikkat çekerdik.

Bir süre sonra diğerleri de geldiğinde yemeklerimizi yemiş ve çöplerimizi toplayarak bir köşeye bırakmıştık. Ardından ise ben hariç herkes uyku tulumlarını çıkarıp yere sermişti. Çünkü birimizin nöbet tutması gerekiyordu. Ben ise gönüllü olmuştu. Yoongi kendisinin nöbet tutması için ısrar etse de onu dinlememiştim.

Şu an ise saat gece 03.07 yi gösteriyordu. Diğerleri uyurken ben kulübenin bir penceresini açmış sigara içiyordum. İçerken de iki yıldır içerisinde olduğum durumu düşünüyordum. Bir türlü alışamamış, sindirememiştim bu durumu.

İnsanlık nasıl bir kötülük yaptı da tanrı onları böyle bir şeyle sınıyordu?

Bazen Hoseok un söylediği şeyler geliyordu aklıma ve biraz hak veriyordum.

"Gerçekten dünyayı kurtarmaya değecek bir şey olarak görüyor musunuz?"

"Dünya zaten hep boktan bir yerdi. Bu yaratıklar bir şeyi değiştirmedi."

"İnsanlar dünya için en büyük yaratıklardı zaten. Bunu sadece siz göremiyorsunuz ya da görmek istemiyorsunuz."

Ve daha niceleri...

Ben bunları düşünmeye devam ederken birden ormanın içinden gelen bağırış ve koşma sesleriyle anında yerimden dikleşip bu seslere kulak asmıştım.

Yine o iğrenç yaratıkların sesiydi. O kadar iğrenç sesleri vardı ki yüzümü buruşturmuştum. Fakat içlerinde başka bir ses daha vardı. Bir insan sesi. Yardım istiyordu.

"Hey!" Arkadaşlarıma bağırıp hızlıca yerimden doğrulmuştum. "Kalkın!" Tekrar bağırdığımda teker teker söylenerek kalkmışlardı.

"Jungkook... ne oluyor adamım?" Mark uykulu bir şekilde konuştuğunda o da sesleri duymuş olacak ki birden gözleri kocaman açılmıştı. "Siktir bu sesler de ne?" Diğerlerine baktığımda hızlıca silahlarını ayarlıyorlardı.

"Birini kovalıyorlar. O kişiye yardım etmeliyiz." Diye hızlıca konuştuğumda onlarda başlarını olumlu anlamda sallamışlardı.

"Belki de bu kişi aradığımız kişidir." Eponin heyecanla konuştuğunda sertçe kapıyı açıp önden dışarıya çıkmıştım.

Kim bilir... belki de.



Bölüm sonu



Kitap hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Lütfen cevaplayııın 🥺









Continue Reading

You'll Also Like

380K 30.5K 27
Jungkook bir sabah uyandığında kendini yıllardır sevdiği alfa tarafından mühürlenmiş olarak bulur #omegaverse #alfatae #omegakook #yoonmin #namjin ko...
226K 19.9K 58
Eleanor için kurt adam, vampir ve büyücülere inanmak kolaydı. Sonuçta o, anne ve babasının kurt adamlar ve vampirler tarafında öldürüldüğünü savunan...
1.8M 98.2K 50
Zengin, şımarık ve akıl almayacak derecede çılgın olan Pera verdiği büyük parti sonucu kendini dedesi ve babaannesinin yaşadığı köyde, çiftlik evinde...
54.5K 4.8K 15
Bir gün küçük bir kediciği ölümün pençelerinden kurtaran Jeon Jungkook , kediciğin tasmasında yazan ismi seslice okudu yazan isim tek bir harften ol...