Golden Boy and Princess // Sl...

By BelieveAndBeHappy

13.5K 1.6K 3.2K

More

b i r
i k i
ü ç
d ö r t
b e ş
a l t ı
y e d i
s e k i z
d o k u z
o n
o n b i r
o n i k i
o n ü ç
o n b e ş
o n a l t ı
o n y e d i
o n s e k i z
o n d o k u z

o n d ö r t

558 80 350
By BelieveAndBeHappy

- P E T E R -

Bir anda kapı açılıp, içeriye hışımla Marcus girince irkildim. Donuk teninin üstündeki siyah gözlerinden ateşler çıkıyor gibiydi. Yalnızca odaya girmesiyle bile sıcaklığın birkaç derece düştüğünü hissettim.

Marcus Ormar ile daha önce hiç konuşmamıştım. İkimiz de birbirimizin varlığıyla açıkça ilgilenmiyorduk. O muhtemelen adını bilmeye bile değmeyecek kadar önemsiz bir Hufflepuff öğrencisi olduğumu düşünüyordu.

Bense... pek bir şey düşünemiyordum aslında. Benim Ormar'a karşı düşüncelerim karışıktı.

İlk başta ne kadar zengin, bencil, safkan bir Slytherin klişesi gibi gözükse de dahası var gibiydi. Sukie ile arasındakini anlayamıyordum. Anlamak istediğimden de emin değildim. Burada olmamalıydım belki. Sonuçta ikisinin arasında çözülememiş mesele beni ilgilendirmiyordu.

Tek başına bırakacak değildin ya.

Doğru, elbette. Fakat bu kadar arkadaşı olan biri için neden hastane kanadında yapayalnız olduğunu anlayamıyordum. Hala haberi almamışlar mıydı? Yine de nasıl merak etmiyorlardı? Gelmesini beklediğim son kişi Ormar'dı.

"Ne oldu ona?" Yüzüme bakmadan, adeta sanki burada olmasının suçlusu benmişim gibi tükürdü. Tabii bir yandan da öyleydi ama sonucu nereden bilebilirdim ki?

Yatağın başında dikilirken göğsü hızlıca inip kalkıyordu. Uzak bir yerden koşmuş gibiydi. Hah. Demek ki o kadar da nefret ediyor olamazdı Sukie'den. En azından Sukie'nin düşündüğü kadar. Şu an epey endişeli, korumacı ve... gerçekten de erkek arkadaşıymış gibi görünüyordu. Uzun yıllardır.

Sukie'nin uyuyan yüzüne baktım. Gür, kıvrık, siyah kirpikleri belirgin elmacık kemiklerine değiyordu. Madam Pomfrey'nin verdiği iksir her neydiyse huzurla, sakin sakin nefes alıp vererek uyuyordu. Ellerinden biri yüzünün yanına düşmüştü ve bir an için bana Büyü Tarihi Rönesans ve Reform dönemindeki tabloları anımsatmıştı. Özellikle melek çizimlerini.

"Accio," diyen Marcus'un sesiyle ona baktım. Bir sandalye sessizce ve hızlıca ona doğru geldi. O da benim gibi sedyenin karşı kısmına oturdu. Sukie'yi izlerken siyah gözünün altında bir de gerçekten bir yumruk gibi oturmuş bir çürük izi olduğunu da gördüm.

"Önemli bir şey değil. Alerji ilaçları uyku yapıyormuş."

Marcus sıkıntıyla göğüs geçirdi. Düştü düşecek gümüş ve zümrüt renkli kravatını çıkarıp, camın önündeki betona attı. Sukie'yi izlerken ise canı sıkkın gibiydi. Onu böyle görmekten hoşlanmadığı açıktı.

Buradan gitmem gerekiyordur belki de. Tamam aralarındaki tuhaf ama hala o, onun erkek arkadaşı. Sen ise burada fazlalıksın. Yalnızca birkaç aydır arkadaşsınız.

"Yemek yemiş miydi?"

Marcus'un sorusuyla kaşlarımı çattım. Tekrar Sukie'ye baktım. Emin değildim. Onu kahvaltıda görmüştüm. Gördüğüme emindim çünkü gözlerim ister istemez onunla tanıştığım günden beri sürekli Slytherin masasına kayıyordu. Fakat yemek yemiş miydi yoksa geçiştirmiş miydi bunu bilemiyordum.

Ya kendisi? Kendisi neden bilmiyordu? O onunla aynı masada oturabiliyordu. Hatta yanına oturabiliyordu. Onunla beraber yemek yeme şansı da vardı.

"Bilmiyorum," dedim. "Onu yemekte gördüm ama—"

"Uykusuz kaldığına dair bir şey söyledi mi?"

Başımı iki yana salladım. Bunların elbette Sukie'nin kötü hissetmesine dair olabilecek faktörler olduklarını bilsem de sürekli kalbini ve midesini tutan biri için daha fazlası olduğu açıktı. Alerjiden daha fazlası olduğunu düşünüyordu. Elbette benim söylediklerime inanmıyordu. Belki de onun hastalığını anlayamayacak kadar aptal olduğumu düşünüyordu.

"Böyle olduğunda... kolay düzelir mi?" Marcus'la konuşmaya hevesli değildim. O ne kadar ağzımdan çıkan her bir kelimede daha da kendi varlığından nefret ediyormuş gibi görünse de, tek merak ettiğim Sukie'nin ne zaman iyileşeceği ve iyi olmasıydı. Belki de yüksek nem ve güneş istemeyen bitkilerim yerine daha çok insanlarla vakit geçirmeli ve bazılarının aynı koşullarda bulunamayacağını ayırt etmem gerekiyordu.

Madam Pomfrey'nin rahatlatıcı sözleri elbette beni hiçbir şey olmamış gibi uyanacağına ikna etmişti ama— sonuçta Sukie arkadaşımdı. Onun için endişelenmem doğal sayılmalıydı. Tek kelime dahi edersem tüm okulu yakacakmış gibi görünen erkek arkadaşından daha insani yollarla bunu sormasını biliyordum yalnızca.

Marcus gözlerini Sukie'den çekip bana baktı. İri burnunun üstünde de birkaç çizik gördüm. Ancak sorgulamanın bana düşmediğini biliyordum.

"Seni neden ilgilendiriyor?"

"Arkadaşım çünkü."

Tekrar beni tersleyeceğini düşündüğümde gergin omuzları gevşedi. Sukie'nin bembeyaz çarşafların üstündeki buğday teni parladığından, ona dikkatimi çevirmemek ve Marcus'a bakmak zordu. Tuhaf bir şekilde teni ve koyu kahverengi, çikolata rengi saçları hep içlerinde kristaller varmış gibi parlıyordu.

"Sana annesinden bahsetmedi mi?"

Onunla ikinci kez ağacımın, en azından bu seneye kadar bana ait olduğunu düşündüğüm ve şimdi Sukie ile paylaştığım için de şikayet etmediğim, altında karşılaştığımda annesinin düelloda aldığı hasarın sebep olduklarından bahsetmişti. Tekrar Sukie'nin yüzüne bakarken, söyledikleriyle yüzüm buruştu. Hamile bir kadını düelloya zorlayacak kadar korkunç birnin olmasına inanamıyordum. Belki de annesinin de o sıralarda, Sukie'nin varlığından haberi yoktu. Ya da tamamen bir anlık hataydı. Her ne olursa olsun Sukie'nin hakkedeceği son şey olduğu açıktı.

"Sağır mısın yoksa beynin soruları ilk dakika içinde algılayamayacak kadar geç mi çalışıyor?"

Marcus kesinlikle gergin biriydi. Aynı zamanda sabırsızdı da. Bu sabırsızlığı mı öfkesine yol açıyordu yoksa öfkesi mi onu sabırsız kılıyordu orası bir muammaydı. Ona karşılık vermemem de sanırım çok hoşuna gitmiyordu.

"Evet," dedim sonunda. "Şöyle böyle."

Cevap vermekten kaçınmamın sebepleri vardı. Ancak şu anki durumda Marcus'a istediğini vermek istememiştim. Sukie'ye dair benden daha çok şey bildiğini bilmemin zaferini ona tattırmaktan hoşlanmamıştım. Sukie dünyadaki en iyi kalpli öğrenci olduğumu düşünüyor olabilirdi ama Marcus'a karşı kontrol edemediğim bir anti sempati duyuyordum. Komik, hınzır ve biraz sınır tanımaz olan bu epey enerjik kızı yıllar içinde sağlam sarstığını anlamak için Sukie'nin bana her detayı vermesine gerek yoktu. Yalnızca sedyede yattığı anlarda mı kız arıadaşı olduğunu hatırlıyordu?

Senin neyin var? Onlar birbirlerini, bilmiyorum, çok uzun zamandır beridir tanımıyor mu? Üstelik sen onun yalnızca çok ama çok yeni bir arkadaşısın. Hatta, belki, bu bile sayılmazsın.

"Bazıları... üç yasak büyüden biri olduğunu söylüyor. Emin değilim. Bu yüzden vücudunda, Merlin'in kendisi, Lilith'in ruhu gelse bile onu iyileştiremeyecek bir terslik var."

"Ama—" tekrar Sukie'ye baktım. Mışıl mışıl uyurken küçük bir kız çocuğu gibi görünüyordu. "Onu iyileştirm—"

"Sence büyücülük dünyasındaki en güçlü ailelerden biri olan Tenebris tek kızları için ellerinden gelen her şeyi denemediler mi sanıyorsun? Herkes denedi. Ama zaten hiçbir zaman bozuk olmamış bir şeyi düzeltemezsin. Sukie hiçbir zaman sağlıklı bir sisteme sahip olmadı. Vücudu bu şekilde şekillendi, gelişti ve en azından onu ayakta tutabilecek kadar adapte oldu." Eliyle yüzünü ovuşturdu. İnce çizgiler yüzünde belirmişti. On yedi yaşından çok daha büyük görünüyordu. "Fakat paniklediğinde, korktuğunda, üzüldüğünde, üşüttüğünde kalbi bazen bunları kaldıramayabiliyor. Aynı şekilde soluk sistemi de onun paniğe girmesiyle bir anda... boktan, hiçbir sike yaramayan bir şeye dönüyor. Vücudunun koruma sistemi seninki ya da benimki kadar güçlü değil. Bu yüzden de birçok şeye de alerjik."

Mideme tekme yemiş gibi oldum. Sukie bana bundan hiç bahsetmemişti. Belki bahsedecek kadar birbirmizi tanımıyorduk ama yine de... bana bu denli olayın ciddiyetini hissettirmemişti. Genelde fazla güleryüzlü olduğu için de bunu kavramamış olabilirdim. Marcus'un bu denli endişeli gözükmesinin tek sebebi kendi dramatik karakteri değil, Sukie'nin gerçekten de tehlikeli bir durumda olmasıydı.

Kalbim ezildi sanki. Sukie kadar neşeli, konuşkan ve enerjik bir ruhun bu kadar acımasız bir kadere sahip olmasına inanamadım. Büyücülüğü sevmemin en büyük yanlarından biri de ölümün acımasız gerçeği buradayken biraz daha bulanıklaşıyor olmasıydı. Sukie'ye kadar hiç... fiziksel anlamda bir sağlık sorunu yaşayan cadıyla karşılaşmamıştım.

"Ya annesi? O..."

"Yaşıyor," dedi dirseğini camın önündeki betona dayadı. "Bir sorun... yok."

İkimiz de sessizleştik. Sukie'ye bakarken söyleyecek bir şeyler aradım fakat Marcus'la ortak hiçbir noktamız olmadığını biliyordum. Sukie'nin uyanık olması her şeyi daha iyi hale getirebilirdi. Hızlı hızlı konuşmasına ve bana sorular sormasına yalnızca haftalar içinde bile alışmıştım.

Ve şimdi uyanmasını daha da büyük bir sabırsızlıkla bekliyordum. Onun hakkındaki gerçeği öğrendikten sonra kafa tasım zonklamaya başlamıştı. Bu kadar... iyi bir cadının bu tür bir şeyle yüzleşmek zorunda kalması haksızlıktı. Ona düşkün bir ailesi, bir sürü arkadaşı ve iyi notları olduğunu sanabilirdi dışarıdan insanlar. Sürekli mutlu ve huzurlu kalması o kadar da zor olmadığını da.

Ama içeriden her şey daha karışıktı anladığım kadarıyla. Gerçi, onun hayatı hakkında yorum yapmak benim üstüme düşmezdi. Nelerle yüzleştiğini bilemez, anlayamazdım.

Tekrar etrafıma baktım. Hava neredeyse tamamen kararmıştı. Ve kimse yoktu. Yalnızca Marcus ve ben vardık.

"Geç oldu," dedi Marcus gerinip asasını parmaklarının arasında gezdirdi. "Madam Pomfrey söylenmeye başlamadan gitsek, iyi olur."

Marcus'un bana karşı ne kadar savunmacı ve aksi bir duruşu olsa da tamamen düşmanca olduğunu söylemek güçtü. Belki de Sukie'nin arkadaşı olduğumu söylemek onu rahatlatmıştı. Ya da yalnızca bugün için göstermesi gereken taşkınlığı çoktan göstermiş, benim için enerjisi kalmamıştı.

Başımı sallayıp kalkacakken Sukie mırıldandı. "Dur," diye fısıldayınca Marcus da ben de olduğumuz yerde kaldık.

"Buradayım," dedi Marcus sanki burada olmaya fazlasıyla alışık ve bunu demesini bekliyormuş gibi. Tekrar sandalyesine otururken ben de cübbemi kenardan aldım. Çok daha önce buradan gitmem gerekiyordu.

Sessizce bir adım atacakken Sukie tekrar konuştu. "Pete," dedi gözleri hala kapalı bir şekilde. "Kal."

Ve gerçekten de öylecek donup kaldım. Ne kadar Marcus'a bakmak istemesem de karanlığın içinde dahi yüzünün kıpkırmızı olduğunu görebiliyordum. Dudakları aralandı. Şaşkınca Sukie'ye, sanki onun adını söyleyecekmiş gibi baktı ancak hiçbir şey söylemiyordu.

"Nöbetleşe kalabiliriz," dedim hızlıca Madam Pomfrey'i bir kişinin kalmasını kabul edebileceğini bilmeme rağmen. "Şimdilik sen ka—"

Marcus aniden olduğu yerden kalktı. Hiçbir şey söylemeden kapıdan çıkıp, benim barış anlaşmamı reddetti. Ona sabır gösteriyor, Sukie'nin erkek arkadaşı olduğundan saygı duymaya çalışıyordum ama bana kim olduğumu unutturacak kadar zorluyordu beni bu çocuk.

Sukie'ye tekrar bakınca burada daha uzun süre kalacağımı fark ettim. Beni yanında istemesine şaşırmamam gerekirdi. Kimsenin geldiği ya da gerçekten önemsediği görünmüyordu. Benim yanında kalacağımı biliyordu. Bunu anlamak biraz üzücüydü. Kim bilir diğer arkadaşları kaç kez onu yalnız hissettirmişti. Benimle arkadaş olmak istemesi önceleri mantıklı gelmemişti. Daha doğrusu hala çoğu zaman mantıklı gelmiyordu. Beni o gün Elmo ile bulması, Mia'nın ortaya çıkması ve derste yardımımı istemesi çok olağan ve tamamen tesadüfi olaylardı. Fakat bana yakın durmak istemesi kafa karıştırıcıydı. Çünkü ikimiz de birbirimizi uzun senelerdir tanıyor olsak da, daha doğrusu yalnızca ismen ve uzaktan, hiçbir zaman Sukie benimle ilgileniyor gibi görünmemişti. Çevresiyle de pek ilgileniyor gibi göründüğünü söyleyemezdim.

Genelde onu arkadaşları ile gülerken, onunla flört etmeye çalışan erkekleri terslerken ve bazen, eğer yakalayabilecek kadar dikkatli biriyseniz, önüne bakarak gözlerinin üzüntüyle dolduğunu görürdüm. Slytherin öğrencilerinin onun kadar zararsız görünmesine pek alışık değildim ama genelde heyecanlı, enerjik ve biraz da- kendini yeterince rahat hissediyorsa- geveze oluyordu. Aynı seçmeli dersleri almasaydık belki de hiçbir zaman arkadaşı olamayacaktım. Slytherinler ve Hufflepufflar sık sık aynı derslere koyulmuyorlardı ilk beş senede.

Bana nazaran çok daha farklı bir karakteri olsa da, anlaşması kolay bir insan olduğunu düşünüyordum. Çünkü biraz şımarık, cadoloz ve bencil karakterinin altında aslında eğlenceli, yardımsever ve içtendi. İnsanların onu kullanmasına göz göre göre izin veriyor, umurunda olmadığı insanlara pençeleri göstermekten sakınmazken çemberine aldığı insanlara karşı korkunç ve sinir bozucu bir töleransı oluyordu.

Doğrusu Sukie'nin benimle arkadaş olmasına bu kadar istekli ve azimli olmasına seviniyordum. Çünkü ne kadar epey keyifli görünen, bıcır bıcır biriymiş gibi görünse de yaklaşması kolay biri değildi. Hem soyadının Tenebris olması, hem Marcus Ormar'ın kız arkadaşı olması, hem de kocaman gözlerinde saklamaktan çekinmediği o küçük düşürücü bakışı zaman zaman ortaya çıkıp gidiyordu. Bana karşı bunu asla görmemiştim. Ya da bu bakışı asıl hakkettiğini düşündüğüm arkadaşlarına karşı. Ama hem kendi çemberine aldığı kişilere yaklaşanlara, hem de çembere girmeye çalışanlara alanımdan uzak dur uyarısını gerek vücut diliyle gerek alaycı sözleriyle veriyordu.

Ve dürüst olmak gerekirse Sukie beni biraz korkutuyordu da.

Duyguları çok zirvedeydi. İnanılmaz tutkulu bir büyücü olmasına kesinlikle saygı duyuyordum. Mutlu olduğundan tüm dişleri görünüp,
kahkaha atarken gözleri de teni ve saçları gibi parlıyorlardı. Mutluluğunu metrelerce ötesinden de hissedebilirdiniz, çünkü öğle yemeği zorbalar tarafından alınmış ve eve döndüğünde en sevdiği dondurma ile karşılanmış küçük bir kız çocuğuna benziyordu fazlasıyla.

Ki bu, Sukie'nin yanında kendimi en rahat hissettiğim zamanlar oluyordu. Onda farklı bir şey vardı. Genelde insanların gevezelikleri benim enerjimi sömürür, tüketirken Sukie'nin konuşkanlığı tam tersi şekilde işliyordu. O mutluyken, konuşurken, hint meşesi rengindeki gözlerinin üstünde zümrütler gibi parlayan gözleri hep benimkileri bulabilmek için yüzümü ararken kesinlikle yorulmanın aksini hissediyordum.

Fakat öfkelendiğinde ya da üzüldüğünde adeta yerin yarılıp içine girmesinden başka bir şey dileyemezken buluyordum kendimi. İksirine atacağı salyangozlar ona sesini yükseltse bile gözleri doluyordu sanki. Göğsü hızlıca inip, kalkmaya başlayıp buğday ve ışıl ışıl teninden renk çekilince paniklememek elde olmuyordu. Çünkü üzüntüsü yalnızca aklında değil, fiziksel olarak da kalbinde oluyordu. Öfkesi ise başa çıkabileceğim bir şeydi çünkü, aylardır hiç bana karşı olmamıştı. Ama bir gün yanlış bir şey yapıp onu kızdırırsam ne yapacağından emin olamıyordum. Kendisi insanlardan inanılmaz bir güven ve emniyet bekliyordu ancak karşılığında aynısını vermeye pek de istekli değildi.

Bunlar benim için çok yeni ve çok kafa karıştırıcı özelliklerdi. Hayatım boyunca kendimi hiç öfkeli biri olarak nitelendirmemiştim. Ailem de sakin insanlardı. Sakin de bir çocukluk geçirmiştim. Biraz yalnızlık çekmiştim ama hiçbir zaman da sorun olmamıştı. Hem evde eğitim görüyor, hem de evde ablalarım ile kalabalıkta kalıyordum da zaten. Hogwarts'a geldiğimdeyse bir şekilde Celine beni... bir bakıma evlatlık edinmiş gibiydi?

Şimdi ne kadar uzaklaştığımızı düşününce suçluluk ile dolmadan edemiyordum. Onun da Sukie'den hoşlanmadığı açıktı. Onu suçlamak da doğru gelmiyordu. Sukie ilk görüşte, ısınabileceği tarzda biri olmayabilirdi. Çünkü çok farklı karakterlerdi. Celine pek feminen şeylerden hoşlanan biri değildi. Quidditch konusunda epey azimliydi ve kendini tatmin eden notlar almayı makul görüyordu. Daha fiziksel büyülerle ilgili, rekabetten hoşlanmayan biriydi. Biraz gergin, disiplinli ve itaatkardi. Ama, bana kalırsa, bunlara rağmen iyi bir liderdi. Kaptanlık işini ciddiye alıyordu ve başarılı da oluyordu. Hufflepuff ondan önce, ne zaman maçlarda üst üste şampiyon olmuştu hatırlayamıyordum bile. Sukie ile tek ortak özellikleri ikisinin de başarılı, iyi öğrenciler olmalarıydı belki.

Sukie'nin ise dikkatini daha farklı şeyler çekiyor gibiydi. Aksesuarlardan hoşlandığını fark etmiştim. Ama pek ona sunulanlardan hoşlanmıyordu da. Nedenini anlayamıyordum. Belki biraz etkilemesi zor biriydi de. Muhtemelen benim gibi Uçma dersinden nefret etmiş de bir kızdı. Daha anda yaşıyor ve daha duygularıyla hareket ediyor olmasına rağmen pratik ve sosyal zekası çok gelişmişti. Bazen bir nebze çıkarcı hareket ediyor gibi görünse de, bunun aslında ailesinin tek çocuğu olarak bencil yetiştirilmesinden kaynaklandığını fark etmiştim. Meraklı olmasını ve soru sormaktan korkmamasını seviyordum. İnsanlarla konuşurken onlara dokunma isteğini, yakın durmaktan çekinmemesini de ne kadar alışkın olmasam da... eğlenceli bulmuştum. Sukie eğlenceliydi.

Onunla vakit geçirmekten hoşlanıyordum. Burada tanıdıklarımdan daha farklı biriydi. En büyük farkı ise diğer çocuklar gibi seksen yaşındaki bir bahçıvanın bedenine sıkışmış tuhaf bir çocuk olduğumu düşünmek ve beni akıllarındaki potansiyele göre şekillendirmek istemek yerine olduğum kişi için arkadaşım olmak istiyordu sadece. Elimi topraktan ve tüylerden çekmemi dilemek ya da beni temizlemeye çalışmak yerine o da elini kire sokan tek kişiydi.

"Ne tatlı... Kız arkadaşına mı göz kulak oluyorsun?"

Sesle irkildim. Nick koyu kahverengi kaşlarını gözlüğünün arkasında oynatıp yüzünü tuhaf bir gülümsemeye zorlarken tekrar sakinleşmeyi bekledim. Kalbim yerinden çıkıyordu az daha.

"Şhh. Burada ne işin var?"

Nick asasıyla ve fısıltısıyla bir sandalyeyi yanıma çekti. Burada olmasını beklediğim son kişi belki de Nick'ti. Ne kadar burada olmasına en sevineceğim kişi o olsa da, hala Sukie'nin bir arkadaşının bile ortaya çıkmamış olması kalbimi daraltıyordu. Edindiğim en iyi arkadaştı. Bu kadar az süredir tanıdığı bana karşı bile böyle oluyorsa, kim bilir onlara karşı nasıldı. Buna rağmen nasıl kimsenin umurunda olmazdı? Nasıl bu kadar... kalpsiz davranabilirlerdi?

"Saatlerdir ortada yoksun. Celine ise bu havada antrenman yapmaya çıktı. Senin ortada olmaman, Celine'in öfkesini yatıştırmak için edindiği başetms mekanizması birleşince ortaya Sukie çıkıyor."

Sessizce güldüm ama sonra kendime kızdım. Celine'i görmem gerekiyordu. Uzun süredir arkadaşım olan oydu, Sukie değil. Ama Sukie'yi bu halde bırakamazdım. Eğer ben burada yatıyor olsaydım ve gözlerimi açtığımda kimseyi bulmamış olsaydım kesinlikle berbat hissederdim.

"Sukie'den nefret etmeye devam ettiği sürece böyle olacağa benziyor."

"Onu suçlayabilir misin?"

"Hey" elimden geldiğince sessiz kaldım ama Nick'in onu uyardığımdan emin olmasını istedim. "Sukie iyi bir arkadaş. Yardımsever ve vefakar. Doğrusu onun nasıl Slytherin'de, senin Hufflepuff'ta olduğunu düşünmeme neden olacak kadar hem de."

Nick yanımda kıs kıs gülerken gözlüğü çıkıntılı burnunun ucuna düşünce refleksle geri ittirdi. "Sukie'den nefret etmiyorum. Yani ona bir baksana, kadınlardan hoşlanan birinin Sukie'den nefret edebileceğinden şüpheliyim."

Başımı çevirip ters ters Nick'in yüzüne baktım. Gerçekten önünde hasta haliyle varken mi bunu söylüyordu? Şimdi uyanık olmasını diliyordum çünkü, belki Nick'in burnunu bir solucana çevirebileceği büyüyü biliyor olabilirdi.

"Tamam, tamam. Kız arkadaşının görünüşünden konuşulmasından hoşlanmıyorsan—"

"Sana binlerce kez söyledim, Nick. Sukie arkadaşım. Yalnızca arkadaşım. Marcus Ormar'la beraber olduğunu biliyorsun." Teknik olarak. "Hoş değil. Lütfen, böyle söyleme."

Benim rica ettiğimi duyunca Nick'in de dalgacı ifadesi değişti. Çabucak yüzüne kendi rengi geri döndü. "Üzgünüm, haklısın. Seni sadece kızdırıyorum çünkü, iki kızın da senden hoşlandığını göremeyecek kadar kör davranman beni güldürüyor. Celine'in Sukie'den nefret etmesi bu yüzden şaşırtıcı değil. Onunla vakit geçirmenden hoşlanmıyor çünkü, Sukie'nin senden hoşlandığı çok açık."

İç organlarımın bile kızardığı adeta gözlerimin önüne geldi. Sukie'ye hızlıca bakıp uyuduğundan emin olduktan sonra çabucak kalktım ve Nick'i de sürükledim. Kesinlikle Nick'e laf dinlemek mümkün değildi. Ne kadar çok kez rica edersem edeyim yine aklındaki zırvalıkları söylüyordu işte.

"Aklını mı kaçırdın, ya Sukie bu saçmalıkları duysaydı?"

Nick'in koyu kahverengi gözlerini göz bebeklerinden ayırmak zordu şimdi gölgede. Normalde sıcak çikolata renginde göründüklerinden güven verici bakışları olduğunu düşünürdüm hem gözlüklerinin ardında. Kıvır kıvır saçları da ona eşlik edince, eğlendirici kişiliğini tamamen tamamlıyordu. Onunla ilk tanıştığımda benden çok daha uzundu ama şimdi göz göze gelebilmemiz için doğru durmamam gerekiyordu. Bu ergenlik vurgunundan şikayetçi de değildim aslında ama şu son iki senede biraz kontrolden çıkmış gibiydi. Görünmez olmaya, varlığıyla yokluğu bir olan Hufflepuff öğrencisi sayılmaya ve göze batmamaya uzun süredir alışıktım. Kesinlikle sorun ettiğim şeyler de değildi açıkçası. Bana rahatlık getiriyorlardı.

Ancak son zamanlarda bir sınıfa girdiğimde tüm gözlerin bana dönmesi, bir yerden geçerken fısıltıların yükselmesi ve durduk yere insanların bana daha dostane davranması beni rahatsız etmeye başlamıştı. Eski görünmezlik pelerinini özlüyordum. Şimdi birkaç tane hormon gelişimi ve saç kesimimi annemin korkunç kuaföründe yaptırmayı reddedişimin insanların bana olan bakış açısını bu kadar değiştirmesine inanamıyordum.

"Bana hak verirdi."

"Hayır! Öyle bir şey yok. Ormar kısmını duymadın mı? Böyle bir şey dediğini duyarsa ikimizin de kellesini kazana atar kalanını da içer."

"Ormar'dan mı korkuyorsun?"

"Elbette Ormar'dan korkuyorum. Adamı görmedin mi? Babası doğduğunda fazla ağırlık yapmasın diye ruhunu paketleyip, Tartarus'a göndermiş gibi."

Nick omzumu sıkıp bana güldü ama ben ortada pek alay edebileceğimiz bir şey görmüyordum. Ben Sukie'nin benimle arkadaş olmasını bile anlamsız bulurken Nick gerçekten aklını kaçırmış gibi konuşuyordu. Yalnızca beni sinir etmeye çalıştığını düşünüyordum bu noktada.

"Paniklediğinde komik olduğunu söylemişler miydi?"

"Celine ve Sukie konusunu kapat. Lütfen, Nick. Eğer gerçekten arkadaşımsan beni ne kadar rahatsız ettiğini anlarsın. Celine de Sukie de arkadaşlarım. Ve ben şu anda ikisine de berbat birer dost oluyorum."

Nick'in pişmanlıkla iç çekip, yüzündeki kasların ciddileştiğini görünce bir nebze olsun rahatlayabildim. İşleri yoluna sokmaya çalıştıkça etrafıdmaki insanlar beni daha da çıkmaza sürüklüyorlar gibiydi. "Kimseye kötülük ettiğin yok, Pocahontas. Yalnızca körsün. Sana iyilik etmeye çalışıyorum. Kim karakter okumada iyi not alıyor? Kime zihin okumada yetenekli olabileceği söylendi? Kim sınıfta büyü ve psikanalizde ilk akla gelen kişi oluyor? Ha?"

Nick'in kendini övmesine gözlerimi devirmemek için çok büyük bir çaba harcadım. "Sen."

"Celine yalnızca korumacı bir arkadaş olabilir. Ama Sukie senden açıkça hoşlanıyor. Saklamaya çalışmıyor bile. Senin kadar aptal birinden hoşlanması kızcağızın suçu değil."

"Beni duymadın galiba. Marcus. Ormar."

"Hah, yani aranızdaki tek sorun Ormar?"

"Öyle bir şey demedim. Üstelik Sukie beni çok az süredir tanıyor. Kimse kimseden o kadar zaman içinde hoşlanamaz."

"Dört ayda? Neredeyse her gününü geçirdiğin birinden? Kendine haksızlık ediyorsun. Marcus kadar seksi, gizemli ve kızların kalbini çalan kötü adam olmaman kızların seni istmeyeceği anlamına gelmiyor."

"Ben de moral konuşması nerede diyordum."

Nick bir şey demek için ağzını açmıştı ki bir anda durdu. İşaret parmağıyla beni gösterip gülmeye başlayınca yedi sene önce, Nick'e şekerlerimi paylaşmayı teklif ettiğin günden pişman oldum.

"Sen de ondan hoşlanıyorsun!"

Artık daha fazla sabredemeyerek yalnızca hastane kanadından değil, koridordan da onu uzaklaştırdım. Nick'in ne dediğini düşündüğünü ya da normal insanlar gibi düşünce sürecinden geçtiğini varsaymıyordum. Yalnızca kelimeler beyninden diline düşüyor, kendisi de seslendiriyor olmalıydı.

"Nick, sabırlı bir insan olduğumu düşündüğünü biliyorum. Öyle olmak için de gösterdiğim eforu takdir etmene saygı duyuyorum. Ama seninle geçirdiğim sürede ne denli bir çaba sarf ettiğimi bilseydin ağzını nefes almak için açarken bile iki kez düşünürdün."

Hınzır hınzır gülümsemeye devam ediyordu. Pasif agresyon içerikli cevaplarımdan nefret etse bile şimdi görmezden geliyordu. "Marcus'tan bahsettiğimde yüzün düştü. Sen de Sukie'nin, Marcus'la olmasını istemiyorsun. Küçük arkadaşının ateşli, züppe erkek arkadaşını sevmiyorsun."

"Öncelikle, elbette beraber olmalarını istemiyorum çünkü Ormar'ın ciddi bir yardım almasını gerektirecek sosyopatik, narsist karakterinin arkadaşımdan uzak kalmasını tercih ederim. İkinci olarak Marcus Ormar'a hayranlığın endişe verici. Hep sorunlu tiplerden hoşlanmak zorunda mısın?"

"İlginç," dedi çenesindeki varolmayan sakalları okşarken. "Seni hayatımda ilk kez birini kıskanırken görüyorum. İnanamıyorum bu senin öfkeli halin mi?"

Ne zaman çatıldığını bilmediğim kaşlarımı ve sıktığım yumruklarımı bıraktım. Yüzümü elimden geldiğinde gevşetmeye çabaladım. Nick nasıl tüm bunların sorumlusunun kendisi olduğunu göremiyordu? Ne öfkeliydim, ne de birini kıskanıyordum. Çocuk değildim ki. Sukie'nin daha mutlu olmasını istemekte ne gibi bir art niyet olabilirdi? Marcus'un ona zararlı olduğunu Celine bile söyleyebilirdi.

"Kıskanmıyorum."

"Sesin tizleşti."

"Tizleşmedi."

"Ve ilk kez utanmak yerine kızgınlıktan yanakların kızarıyor. Endişelenme koca oğlan, bazı kızlar sevimli çocuklara kötü olanlardan daha çok çekilirler."

Kocaman su kaynamış bir kazana beni yatıştıracak tüm yasemin ve papatya çaylarını koyduktan sonra içlerinde yüzmek istiyordum. Kolay kolay sinirlerim bozulmazdı ama Nick gerçek bir mücadeleydi.

"Seninle bu konuyu daha fazla tartışmayacağım, Nicholas. Binaya dön."

Neyse ki sonunda pes etti. Ya da en azından son kez gerçekten pes ettiğini umdum. Elini sırtımın arkasına koydu.

"Hey, eğer merak ediyorsan, gözlemlediğim kadarıyla Sukie yalnızca senin yanında saçlarını hem işaret hem de orta parmağına dolarken yanağının içini ısırıyor. Bana inanmıyorsan kendin izle."

Tüm bedenim gerilmeye başlıyordu. Nick'in söylediklerinin doğru olmadığını bilmeme rağmen tuhaf bir ürperti gezinmeye başlamıştı vücudumun köşelerinde. Sukie'nin benden hoşlanıyor olabileceği ihtimalinin imkansızlığı yüzünden, Nick'in önerisinin bana ne hissettirdiğini tatmaya bile zaman ayırmadım.

"Onu yalnızca birkaç kaç gördün."

"Bana teşekkür edeceksin."

"Görüşürüz, Nick."

Continue Reading

You'll Also Like

13K 2K 46
Gerçek kişi ve olaylarla hiçbir ilgisi yoktur tamamen hayali karakterlerdir Necip Fazıl'ın "insandan kaçmak kolay, kendimden kaçabilsem" dediği yerde...
22.8K 2.4K 15
https://www.instagram.com/reel/C8spYB7IacG/?igsh=cTJuaGYzY3JvbjF3
42.7K 4.1K 37
barış alper yılmaz, dm kutusunu sorunlarını anlatıp bir dert defteri gibi kullanan fanının mesajlarını okur.
63.5K 4.8K 28
İlkin geçmişte yaşanan tatsız durumları bir daha yaşamayacaktı. Gelecek sefer Barış Alper'in yanından dahi geçmeyecekti.