İkinci Yaşam 1-2

By amendoeira_

1.1M 116K 55.5K

| WATTYS 2021 KAZANANI | Melis Aksoy, her yerde görebileceğiniz türde sıradanlığa sahip bir genç kızdı. Onu d... More

İkinci Yaşam -1-
İkinci Yaşam -2-
İkinci Yaşam -3-
İkinci Yaşam -4-
İkinci Yaşam -5-
İkinci Yaşam -6-
İkinci Yaşam -7-
İkinci Yaşam -8-
İkinci Yaşam -9-
İkinci Yaşam -10-
İkinci Yaşam -11-
İkinci Yaşam -12-
İkinci Yaşam -13-
İkinci Yaşam -14-
İkinci Yaşam -15-
İkinci Yaşam -16-
İkinci Yaşam -17-
İkinci Yaşam -18-
İkinci Yaşam -19-
İkinci Yaşam -20-
İkinci Yaşam -21-
İkinci Yaşam -22-
İkinci Yaşam -23-
İkinci Yaşam -24-
İkinci Yaşam -25-
İkinci Yaşam -26-
İkinci Yaşam -27-
İkinci Yaşam -28-
İkinci Yaşam -29-
İkinci Yaşam -30-
İkinci Yaşam -31-
İkinci Yaşam -32-
İkinci Yaşam -33-
İkinci Yaşam -34-
İkinci Yaşam -35-
İkinci Yaşam -36-
İkinci Yaşam -37-
İkinci Yaşam -38-
İkinci Yaşam -39-
İkinci Yaşam -40-
İkinci Yaşam -41-
İkinci Yaşam -42-
İkinci Yaşam -43-
İkinci Yaşam -45-
İkinci Yaşam -46-
İkinci Yaşam -47-
İkinci Yaşam -48-
İkinci Yaşam -49-
İkinci Yaşam -50-
Julian'ın Kararı - Ara Bölüm
İkinci Yaşam -51-
İkinci Yaşam -52-
İkinci Yaşam -53-
Final
Özel Bölüm
İkinci Kitap, Merak Ettikleriniz
Karakterler
İkinci Şans - Kim Bu Cassandra?
İkinci Şans -1 -
İkinci Şans -2-
İkinci Şans -3-
İkinci Şans -4-
Ölmedim Yaşıyorum
Özet
İkinci Şans -5-
İkinci Şans -6-
İkinci Şans -7-

İkinci Yaşam -44-

17.6K 2K 1.5K
By amendoeira_

Yine uyuyakalmışım ve yine bölüm gecikti ödğxlsğxö

Bayramınız kutlu olsun ♥️

Daha bu lanet olası kitabın içine girmemişken, kütüphanede öylesine gözüme takıldığı için okumaya ilk başladığım zamanlarda hiçbir karaktere doğru düzgün ısınamamıştım. Öyle bir raddeye gelmiştim ki kitabı fırlatıp atmayı düşünüyordum. Sonra, çevirdiğim sayfalar bu isteğime karşılık veriyormuş gibi karşıma onu çıkarmıştı. Nefret ettiğim kitabı onun için okumaya başlamıştım birden. Onun nazikliği, naifliği, üstün zekası ve kendine özel her ayrı detayı...

Ethan benim için çok özeldi.

Belki de bu yüzden, onun yüzünden ihanete uğramak bu kadar kalbimi acıtıyordu. Bulanıklaşan görüntüyle zar zor seçebildiğim acı çektiğini belirten ifadeye rağmen en büyük desteğimi kaybetmiş gibi hissediyordum.

Sallanan bedenime hızlıca yaklaşarak omuzlarımdan tuttu. "Beni bir dinle," dedi yalvarırcasına. Yüzümü silmek için elini kaldırdığında başımı iki yana salladım. "Neyi dinlememi bekliyorsun? Seninle olduğum her an bana mutluluk verirken senin sadece çıkar güttüğünü mü? Yüzüme baka baka yalan söylediğini mi?"

Aniden geri adımlayarak ellerinden kurtuldum. Sıcaklığını hissettiğim elleri omuzlarımdan kayınca içime dolan boşluk hissini umursamadan elimin tersiyle gözümü sildim.

"Başından beri zaten bir anlaşma içerisindeydik Ethan. Başta bunu söyleseydin ben yine de kabul ederdim. En azından, bana dokunduğun her an amacını bildiğimden başka bir şey düşünmezdim."

"Nasıl söyleyecektim ki? Farkında bile değildin."

Bir öfke dalgası, üzgünlüğümü yerinden ederek bedenime hakim oldu. Sesime hakim olamadan bağırmaya başladım. "Açıklayabilirdin, bana aptal muamelesi yapmayabilirdin! Kendim hakkındaki böyle önemli bir meseleyi bilmeye hakkım var!"

Sert çıkışımla onun da hüzünlü ifadesi bulanıklaştı. "Evet, bir hata yaptım fakat ben de tam olarak emin değildim. Günlerim seninle geçmeye başladıktan sonra kesin emin oldum. Durduk yere bunu sana açıklayamazdım. Ne tepki vereceğini, kafanda neler dönüp dolacağını biliyordum." Gözleri donuklaştı. "Düşündüklerimde haklıymışım. Anlaşma içinde olduğumuzu kendin söyledin. Neden bu kadar sert çıkışıyorsun?"

Cevap vermek için açtığım çenem kararsızlıkla kapandı. Ethan haklıydı, anlaşmanın beni ilgilendiren kısmını eksiksiz yerine getirmişti. Yine de...bunu kendime yediremiyordum. Beraber olduğumuz tüm zamanlar benim için çok özeldi. Her dokunuşu karşısında titreyen bedenim şu an acı çekiyordu. Onun da benim gibi hissetmesini istemiştim.

Takıldığım noktanın beni kandırması değil, kendi isteğiyle yakın olmaması olduğunu fark ettiğimde, inkar etmeye çalıştım ama olmadı. Bu beni deli ediyordu. Umursadığım nokta bu olmamalıydı, bana dokunurken ne hissettiğini umursamamalıydım. Elimde olmadan aptallaşıyordum.

"Ayrıca," dedi Ethan kızaran gözlerime bakarak. Gözlerinden bir duygu yoğunluğu geçti ama o kadar çabuk bunu kamufle etti ki ne olduğunu çıkaramamıştım bile. "Yanında olmamın sebebi sadece bu değil."

Birden sustu. İçten içe devam etmesini istiyordum ama bunu söylemeyi gururum yemiyordu. Ağlamam azaldığında ve biraz kendime gelebildiğimde sıktığım çenemi yukarı kaldırdım. Soğuk bakışlarım Ethan'ı süzüyordu.

"Sana artık nasıl güvenirim bilmiyorum. Artık yakınıma geldiğinde ne amaçla bunu yaptığını bilebileceğimi sanmıyorum. Belki...Sırf bu şekilde yakın olalım ve anlaşmayı doğru düzgün tamamlayamayalım diye, sen bile yapmış olabilirsin."

Bakışları sertleşti. Dediklerimin saçmalığının ben de farkındaydım ancak şu an pek de mantıklı düşündüğüm söylenemezdi. Kendim bile sonunu düzgün getirmememiştim cümlemin. Fakat Ethan, cümlemin sonuna oldukça takılmış gözüküyordu.

"Neyi yapmış olabilirim?"

Cevaplamak istemedim, saçmaladığım barizdi. Ancak, bir şey beni engelledi. Onun beni hayal kırıklığına uğrattığı gibi ben de aynısını ona yapmak istiyordum. Mantıklı düşünen tarafımın önüne çocuksu hislerim geçmişti.

"Jane'i öldürmüş olabilirsin. Anlaşmamız burada bitmesin diye, bir omza ihtiyacım olduğunda orada bulunmak için yapmış olamaz mısın?"

Yüzü istediğim hâle bürünmüştü. Hayal kırıklığıyla dolup taştığını hissedebiliyordum. Bunu başarmanın beni mutlu edeceğini sanmıştım ama hiç de öyle olmadı. Pişman olarak saçmaladığımı söyleyecektim ki kurduğu cümle beni aniden durdurdu.

"Senin için asla birini öldürmem."

İfadesiz suratına bakarak dudaklarımı bastırdım. Yeni bir ağlama krizine gireceğimi fark ettiğimde apar topar kapıya ilerledim. Çıkmak için kapı kulpunu kavrayan elim, sanki Ethan'dan bir atak bekliyormuş gibi kapıyı açmaya yeltenmiyordu. Beklediğim atak gerçekleşmedi, Ethan hiçbir şey söylemedi.

Odadan çıktım, kendi odama geri döndüm. Her şey berbat olmuş gibi hissediyordum. Ethan'la eskisi gibi olma fikri bile beni kötü ederken şimdi eskisinden de beterdik. Fakat olması gereken buydu. Beni kullanmıştı, yalan söylemişti. Öyle birinin foyasını ortaya çıkardığım için mutlu olmalıydım.

Peki neden çok daha kötü hissediyordum?

Moralim o kadar kötüydü ki böyle devam edersem festivalde hiçbir iş beceremeyeceğimden adım gibi emindim. Toparlanmam gerekiyordu ama bu çok zordu. Üstüne üstlük Cindy ile uğraşmam gerekiyordu. Duyduklarımdan sonra krallığa dönmesine asla izin veremezdim ama aynı şekilde bir şeyler bildiğimden de şüphelenmemeliydi.

Cindy'nin konuşmasını dinledikten sonra hayal kırıklığıyla masaya fırlattığım bez parçasına gözüm çarptı. Tozda hata olduğunu sanmıştım. O an aşırı mantıklı gelmişti ama şimdi doğrusunu bilmek sinirle gülmeme yol açıyordu.

Toz hatalı değildi, hatalı olan bendim.

Kafamda dönüp dolaşan düşünceler dağılmama sebep oluyordu. Üzülmek ve yediğim kazıklara ağlamak için zamanım yoktu. Cindy'nin istediği gibi krallığa geri dönmesini sağlamam gerekiyordu. Bunu yapacak mıydım? Tabii ki de hayır. Yine de durduk yere iptal etsem kesinlikle şüphelenirdi. Bu yüzden ayağa kalktım. Sakince odamdan dışarı çıktım. Bana yardımcı olacak kişiyi biliyordum. Aslında yardım eder mi tam emin değildim ama şansımı denemekten zarar gelmezdi.

Koridora adımımı attığım anda kapımın önünde bekleyen silueti fark etmemle kaşlarımı çatıldı. "Vay, kimleri görüyorum. Birileri görevini hatırlamış galiba." Alaylı konuşmam karşısında başını bana çeviren Nicholas, kahve gözlerini şaşkınlıka büyüttü. "Leydi Elizabeth. Ah, özür dilerim, yolculuk boyunca uyumamıza izin verilmediğinden bir süre dinlenmeye karar vermiştim ama bir daha kalkamamışım. Başka birisine nöbet tutmasını söylemiştim, kimse gelmedi mi?"

Hayır anlamında başımı salladım. Bunu görmesiyle esmer suratını buruşturdu. "Sanırım dalga geçtiğimi sandı," dedi olayı analiz eder gibi bir ses tonuyla. Gözlerim
devirdim. Önemsediğim bir konu değildi. Üstelik kimsenin gelmemesi işime bile yaramıştı.

"Kısa bir süreliğine bir yere gideceğim. O sırada burada kalmaya devam et," diyerek ilerlemeye başladım. Elimi umursamazca havada sallamayı da unutmamıştım. Sakince bu işi halletiğimi düşünürken Nicholas'ın isyan eden sesi yankılandı.

"Benim de sizinle gelmem gerekiyor."

"Hayır, gerekmiyor!"

Gereksiz yere bağırdığımı fark ettiğimde derin bir nefes çekerek Nicholas'a döndüm. Anlamamış surat ifadesiyle yüzüme bakıyordu. "Gerekmiyor. Zack benim korumamken o da her yerde beni takip etmiyordu. Ben istediğimde geliyordu sadece. Yani, sen de öyle yapmalısın." Dediğim onu oldukça şaşırtmış gibi duruyordu. "Gerçekten mi?" dedi meraklı bir sesle.

"Evet, gerçekten."

Bu bir yalandı. Zack asla tek başıma gezmeme izin vermez ve beni deli ederdi. Fakat Nicholas'ın bunu bilmesine gerek yoktu. 'Kaptan' dediği kişi ne yaptıysa sorgusuz onu takip edecek gibi duruyordu. Onu beyaz bir yalanla kandırmak hiç de vicdanımı sızlatmamıştı.

Yüzümdeki sırıtışı görünce şaşkın ifadesi yavaş yavaş dağıldı. Elini havaya kaldırdı ve yüzündeki şapşal gülümsemeyle görüşürüz maksadında sallamaya başladı. Tamam, şimdi birazcık vicdanım sızlamıştı.

Ben de elimi sallayarak gülümsedim ve oradan ayrıldım. Etraftakilere yaptığım küçük bir soruşturma sonrasında gitmem gereken yeri öğrenmiştim. Adımlarım onu görünce durduğunda boğazımı temizleyip dudaklarımdan isminin dökülmesine izin verdim.

"Bay Matthew?"

Sesimi duyduğunda bana dönük olan sırtı kasıldı. Ani bir dönüşle yüzünü bana çevirdi. Saray bahçesinde, açık antrenman sahasının yakınlarımdaydık. Festivalden dolayı bizden başka kimse yoktu. Sarayda çalışanlar, Matthew'un burada olabileceğini söylediğinde inanmamıştım ama doğru olduğu şu an gözlerimin önündeydi. Festivale çok az vakit kalmasına rağmen hâlâ çalışıyordu.

"Leydi Elizabeth," dedi şaşkın bir şekilde.

"Ah, Elizabeth deyin lütfen."

Resmi konuşmamasını söylediğimde yüzünde bir sırıtış belirdi. "Peki o halde. Elizabeth, seni gördüğüme sevindim ama, neden buradasın?"

Yerimde hafifçe sallanarak bahçeyi inceledim. "Seni görmek istemiş olamaz mıyım?" dedim naif bir sesle. Gülüşü kulaklarıma dolduğunda suratımı tekrar ona çevirdim. "Anlıyorum," diyerek başını salladığında gülümsemem genişledi.

Direkt konuya girmek istemiyordum. Fazla kabaca olurdu. Bu yüzden yanına yaklaşarak merakla başımı eğdim. "Festivale bu kadar az süre kalmışken burada ne yapıyorsunuz acaba?"

Omzunu silkti. "Çalışmanın zamanı yoktur diye düşünüyorum."

Anladığımı belirten mırıltılar çıkararak başımı salladım. Merakla üzerimde gezen bakışları ilgiyle doldu. "Gerçekten, neden buradasınız?"

Böyle üstelemesinden sonra artık ağzımdan baklayı çıkarmam gerektiğini hissetmeye başlamıştım. Dudaklarımı ısırarak kaba olmadığını umduğum cümlem sonunda dökülüverdi.

"Aslında...senden rica etmek istediğim bir şey vardı. Başka kimden isteyebilirim bilemedim. Burada güvendiğim tek sen varsın."

Cümlem onu mutlu etmişti. Yüzünden anlayabiliyordum. Bunun verdiği rahatlıkla devam ettim. "Dün akşam başyardımcımla konuşurken ona, festivalden önce saraya gitmesini sağlamak için söz vermiştim." Böyle bir şey beklemediğini belli eden kaşları, suratımın düşmesine yol açtı. Üzgün bir ses tonu takındım bu sefer.

"Biliyorum, çok saçma ve küçük bir mesele, sana gelmemeliydim sanırım. Boşu boşuna rahatsız etmiş gibi hissediyorum." Başımı hüzünle iki tarafa salladım ve ayrılmak için yavaş yavaş hareketlendim. Arkamı döndüğüm anda "Dur!" diyen sesini duyduğumda suratımı kaplayan sırıtışı silerek tekrar ona döndüm.

"Onun ülkeden erken ayrılmasını mı sağlamamı istiyorsun?"

"Hayır," dedim bu sefer ciddi bir şekilde. "Ayrılmasın istiyorum. Ona dayanamayıp söz vermiştim ama şimdi onsuz yapamacayacağıma karar verdim. Fakat başyardımcım benim için çok değerli. Eğer verdiğim sözü tutmadığımı öğrenirse bana çok kırılır ve ben, onun üzülmesini istemiyorum."

Dediklerimi ölçüyor gibi duruyordu. Ellerimi önümde bağlayıp sıktım. "Saraydan ayrılmadan önce bir aksilik çıkmış gibi yapabilir misin? O tarz bir emir verirsen eminim ki herkes seni dinleyecektir."

"Pekala, yapacağım."

Düşündüğümden çok daha hızlı bir şekilde kabul etmesiyle gözlerimi kırpıştırdım. Dediklerimi doğru dürüst dinlediğinden bile şüpheliydim. Yine de bu kadar kolayca halledebilmiş olmanın verdiği rahatlıkla omuzlarım gevşedi.

"Karşılığında..." Omuzlarım tekrardan dikleşti. Ah, tabii ki de bir şey isteyecekti. Bu hayatta kimse hiçbir şeyi karşılıksız yapmazdı. Çabuk rahatlamıştım.

"Festivale benimle katılmanı istiyorum."

İsteği beni bir hayli şaşırtmıştı. Bunu gizleyemedim bile, direkt yüzüme yansıdı. Bu hâlimi gören Matthew gülmeye başlamıştı. "Bu kadar mı?" diye sordum şaşkınlığımı atmaya çalışarak. Omuzlarını silkti. "Bu kadar. Kabul mü?" Dudağının bir kenarı yukarı kalktı. Ben de onunla birlikte sırıttım.

"Kabul."

Eğer bu konuşmayı dün geceden önce yapsaydık bu kadar rahat davranamazdım. Bana olan ilgisini bildiğim halde ona yanaşmamaya çalışırdım. Aklımda her daim Ethan vardı. Şimdiyse bunu değiştirmeye çalışıyordum. Hiçbir şey bilmiyormuş gibi davranmaya devam edemezdim. Ethan'a eskisi gibi yakınlaşamazdım.

Festivale kadar sohbet etmeye devam ettik. Hazırlanma vakti geldiğinde Matthew odama gidip hazırlanmamı, beni gelip oradan alacağını ve beraber festivale geçiş yapacağımızı söyledi. Onu onayladıktan sonra odama geri döndüm.

İçeri girdiğimde yardımcıların benden önce buraya varıp beni bekledikleri bir manzarayla karşılaşmamla ağzım hafifçe açıldı. Sanırım bu olayı benden daha fazla önemsiyorlardı. Pek de durup dinlenmeme izin vermeden hazırlanmamda yardımcı olmaya başladılar.

Giyeceğim elbise belki de gösterişli olmalıydı. Ancak rahat edemeyeceğim bir kıyafetle bugün yapmam gerekenleri yerine getiremezdim. Giyinmeme yardım eden kişilerin üzerimdeki elbiseye hoşnut olmayan bakışlar attıklarını görebiliyordum ama ağzılarını açmadılar.

Elbisem hiç de kötü değildi aslında. Bembeyaz elbisenin üst kısmı dantellerle işlenmişti ve belimden aşağısı düz bir şekilde devam ediyordu. Diğer süslü elbiselerim gibi aşırı kabarık değildi ve bu yüzden de çok daha rahat hareket ediyordum. Ayrıca bu tarz bir elbise bence bedenimi çok daha iyi göstermişti.

Elizabeth, çok güzel bir kızdı. Sade beyaz bir elbise onu kötü göstermezdi, aksine duru güzelliğini daha fazla ortaya çıkarmıştı.

Saçlarımla fazla uğraşılmasına izin vermeden arkadan ön tutamlarının arkadan toplanılmasını sağladım. Önüme gelip beni rahatsız etmemeliydi.

Daha fazla göze batmadan hizmetlileri odamdan gönderdim ve buraya gelirken yanımda getirdiğim çizmeleri çıkardım. Hazırlanmamda yardımcı olurken elbisemin bile sadeliğine şaşıran kişiler çizme giydiğimi görselerdi olay daha da büyüyebilirdi. Bunu istememiştim, kimse hiçbir şeyden şüphelenmemeliydi çünkü saraydaki herkes gözümde şüpheli konumundaydı.

Elbisenin uzun etekleri güzel bir şekilde çizmelerimi kamufle ediyordu. Rahat olup olmadığını test etmek için odanın içerisinde bir süre turladıktan sonra tatmin olup tozun olduğu bezi çizmemin cebine sıkıştırdım.  Maalesef ki elbisemin cebi yoktu. Ayrıca olsa bile yakalanma ihtimaline karşı oraya koymak istemezdim. Normalde böyle çizmelere bu devirde bir kızın sahip olması imkansızdı. Bu zamanlarda Elizabeth'in ailesinin şöhreti oldukça işime yarıyordu.

Hazırlanmam bittiğinde derin bir nefes aldım. İçimde fırtınalar kopsa bile yüzüme tatlı bir gülümseme kondurdum. Gülümsemem, boynuma attığım elimle yavaşça soldu. Parmaklarımın ucuyla hissettiğim kolyenin soğukluğu darmaduman etti. Ethan için almıştım bu kolyeyi fakat olanlardan sonra bile çıkaramıyordum, elim gitmiyordu.

Matthew, bir süre sonra odama geldi. Beni inceleyen gözleri, son durak olarak yüzümü buldu. "Çok güzel olmuşsun," diyerek iltifat ettiğinde minik bir gülümseme kondurdum yüzüme. "Teşekkür ederim." dedim aynı tınıyla.

Nicholas'ı yine bir şekilde kandırıp yanımızdan yolladım. Onun için biraz üzülmeye başlamıştım ama elimden bir şey gelmezdi. Nicholas yerine Zack gelmeliydi, tüm dertlerim azalırdı Zack burada olsaydı. Uğraşmama bile gerek kalmadan onu suikastçinin üzerine salardım. Gel gör ki, Zack yoktu ve benim dertlerim çığ gibi büyüyordu.

Festival, ülkenin her yerinde büyük bir şenlik havasında kutlanacaktı. Benim de pek bir fikrim yoktu aslında ama açık alanların oldukça gösterişli süslenmesi sadece saraya yakın alanlarda değil, tüm krallıkta aynı şekildeydi.

Şenliğin yapıldığı ana noktaya vardığımızda Matthew ile yolculuk yaptığımız at arabasından inip etraftaki neşeli havayı sırıtarak inceledim. Kulaklarıma dolan canlı müzik ortamı çok daha iyi hale getiriyordu. Onlarca kişinin etrafta dans edip birbirleriyle kaygısızca gülüşerek sohbet ettiğini görünce günlerdir üzerime binen negatif duygular azalmaya başladı. Şimdiden daha iyi hissediyordum.

"Nasıl, beğendin mi?"

Matthew gözlerini bana çevirdi. Konuştuğumuz zaman boyunca ilk kez ona içten bir gülümseme gönderdim. "Daha yeni geldik fakat şimdiden hoşuma gitti," dedim yüksek bir sesle. Ortamdaki müzikten sesler arada karışabiliyordu.

Sohbet ederken yanımıza birisi elinde büyük bir tepsiyle geldi. Anında tepsiye çekilen dikkatim, daha önce hiç tatmadığım tarzda yemeklere çekildi. Sabahtan beri bir şey yemeye vaktim olmamıştı. İştahla açılan gözlerimle seçim yapmaya çalışırken Matthew, yiyeceklerden birini işaret etti.

"Bize özgü bir atıştırmalıktır. Beğeneceğinden eminim."

Merakla kalkan kaşlarımla gösterdiği atıştırmalığı elime aldım. Tam olarak atıştırmalık sayılmazdı aslında. Kırmızı, hamura benzeyen değişik bir yiyecekti. Neredeyse avcumun büyüklüğündeydi. Gerçekten beğenir miyim diye düşünerek küçük bir ısırık aldım ve beklediğimden daha güzel bir tatla karşılaştım.

"Bu..." elimle ağzımı kapattıktan sonra çiğnediğim lokmayı yutup sözümü tamamladım. "Çok güzel. Ağızda hoş, hafif bir tat bırakıyor." Gözlerim tekrar atıştırmalığa çevrildi. Sadece kırmızı bir hamur olduğunu sanmıştım ama hamurun içi pembeydi. Bunu görmemle gözlerimi kırpıştırdım.

"Yalnızca Bensolius'ta yetişen bir çiçekten yapılır. Hafif ama güzel bir aroması vardır. Festivalde vazgeçilmez yiyeceklerden de biridir ayrıca."

Matthew'un yaptığı açıklamayla kafamı salladım. Yeni bir tat denemek hoşuma gitmişti. Yine de yediğim birçok Türk yemeğiyle karşılaştırılabileceğini sanmıyordum. En çok özlediğim şeylerden biri de buydu, kendi dünyamın yemeklerini özlemiştim.

Büründüğüm sakinleştirici havanın çok uzun süreceğini düşünmüyordum. Evren mutlu olmamam için elinden geldiğince uğraşıyordu. Haklı da çıkmıştım, Matthew ile rahatça konuşurken Ethan'ın birden yanımıza damlamasının başka bir açıklaması olamazdı.

Büyüyen gözlerimle hiç de iyi bir modda olmadığı belli olan Ethan'ın bize doğru geldiğini gördüğümde elimdeki yiyeceği yanımıza bırakılan tepsiye geri koydum ve çattığım kaşlarımla Ethan'ı süzdüm.

"Selam," dedi yüzündeki hiç de mutlu olmadığını haykıran sırıtışla. Gülümsemekten çok korku verir gibi bir havası vardı ve neden bu kadar sinirli olduğunu az çok tahmin ediyordum.

Dün gözlemlediğim kadarıyla, Matthew'dan hoşlanmıyordu. Benim yanımda olması da sinirlerini biraz daha hoplatmış gibiydi. Muhtemelen değerli büyü bozucusunun -yani benim- ellerinden kayıp gitmesi onu çileden çıkartıyordu. Ama bu umrumda falan değildi. Yaptıklarından sonra azdı bile.

"Selam," diyerek onu yanıtlayan Matthew olmuştu. Fakat Ethan'ın aksine oldukça keyifli bir havası vardı. Hatta utanmasa yüzüne karşı kahkaha bile atabilirdi. Neyse ki bunu yapmadı ve işlerin daha çok karışmasına yol açılmasını sağlamadı.

Ethan'ın yüzüne bakmamak için inanılmaz bir çaba sarf ediyordum. Ona baktığım her an bana çıkar gözeterek yakınlaştığı aklıma geliyor, tüm duygularımın altüst olmasına sebep oluyordu.

"Eğleniyor gibi duruyorsunuz."

Ethan'ın cümlesiyle Matthew hoşnutsuzca yüzünü kırıştırdı.

"Biraz önceye kadar öyleydi, evet."

Aralarındaki gerilim seviyesinin çıtası daha da yükseklere çıkınca artık olaya el atmamın zamanının geldiği net bir şekilde belli oldu. Festival esnasında olabilecek olası tüm kargaşaları durdurmalıydım ki asıl hedefimin ortadan kaybolmasını engellenmeliydi. Bu yüzden boğazımı seslice temizledim, iki sinir bozucu gencin de yüzlerinde bakışlarımı gezdirdim.

"Prens Ethan, sizi burada görmek çok hoş ama bizden daha önemli işleriniz yok mu? Mesela buraya yaklaşan kraliyet ailesini selamlamak gibi."

Bana dikkatle bakan gözleri, ona resmi bir şekilde hitap etmemle kısıldı. "Aynı şekilde sizin de selamlamanız gerekir Leydi Elizabeth. Malum, buraya gelmemizin sebebi sizsiniz."

Haklıydı ama kabullenmek istemediğimden cevap vermedim. İmdamıma yetişen Matthew oldu ve beni altta kalmaktan kurtardı. "Madem öyle, hep beraber gidelim. Sonuçta ben de kraliyet ailesinden sayılırım."

Böylece, gelen kral ve kraliçeyi selamlamak için yan yana dizilişimiz bu şekilde gerçekleşti. Kralın gözleri önce bende durdu. Sonra yavaşça sağ tarafımdaki Ethan'a, daha sonra da sol yanımda bulunan Matthew'a kaydı. Garip bir görüntü olarak düşünmüş olmalıydı ki kaşlarını çattı. Tamam, pek de haksız sayılmazdı ama garipliği böyle belli etmesi gerektiğini de düşünmüyordum.

Kralın tavrıyla büründüğüm hoşnutsuzluk arkalarındaki George'u görünce anında söndü. Etrafını saran korumaların ortasında duruyor, ışıldayan gözleriyle bana bakıyordu. Gülümsemeden edemedim.

Ona daha fazla bakmama fırsat verilmeden başkaları kralı selamlamak için önümüze geçti. Bu talihsizliğin tek iyi tarafı, Ethan'ın da gelen kişilerin ilgisini üzerine çekmesi olmuştu. Krallıktaki önemli kişiler etrafını sardığında sırıtarak aradan sıvıştım. Matthew'un da kolunu çekerek benimle gelmesini sağladım.

Daha tenha bir yere geçtiğimizde, "Birden konuya dalmış gibi olacağım ama, başyardımcımla alakalı sorunu çözdünüz mü acaba?" diye sordum tatlı bir sesle.

İstediği gibi onunla festivale gelmiştim ve bunu yapmamın tek sebebi Cindy'i engellemesini sağlamaktı. Cümlemi yanlış anlayıp anlamadığını takmıyordum. Tek umursadığım Cindy'nin hâlâ buralarda bir yerde olmasıydı.

"Evet, hallettim." Derin bir nefes aldı. "Beni kullanıyormuşsum gibi hissediyorum." Kurduğu cümle öyle komiğime gitmişti ki gülmemi durduramadım. Bunun sonucunda da anlamadığını belirten bakışlarıyla karşılaşmam kaçınılmaz olmuştu.

"Çok özür dilerim. Sadece, sen de beni kullanırken böyle bir cümle kurman garibime gitti de."

Festival boyunca barındığı sakin tavır bozuldu, kaşları çatıldı. Bu değişimini zevkle izledim.

"Nasıl yani?"

"Bana olan asıl ilginin sebebi...George'un beni önemsemesinden kaynaklı deği mi?"

Bir başkası bu cümlemi duysa oldukça yanlış anlardı. Ancak Matthew, benim ne demek istediğimi kavramıştı. Doğru noktaya parmak bastığımı saklayamayan bakışları, tespitimin mükemmeliğiyle gururlanmamı sağladı.

Veliaht Prens, George, her ne kadar küçük de olsa bana değer verdiği oldukça belliydi. Belki bir arkadaş, belki de bir abla olarak değer veriyordu. Emin değildim. Fakat her ne şekilde olursa olsun, bana verdiği önem kral ve kraliçenin de benimle ilgilenmesini sağlıyordu. Bu zaten önceden de belliydi. Asıl fark ettiğim şey ise iki gündür Matthew'un daha beni doğru düzgün tanımadan tepemden ayrılmamış oluşuydu.

Her ne kadar kralın yeğeni de olsa tahta geçemeyecekti, George kadar önemli biri olamayacaktı. Onu bugün bile antrenman sahasında çalışırken gördüğümde kendini kanıtlama hırsıyla yanıp tutuştuğunu iliklerime kadar hissetmiştim.

İlgi görmek istiyordu, biraz da olsa kendisine de değer verilsin istiyordu. Bunu da George'un bana olan ilgisini kullanarak sağlamaya çalışmıştı ama bilmediği oldukça önemli bir şey vardı, o da ikinci defa böyle bir oyuna asla gelmeyeceğimdi.

Aptal değildim. Bana durduk yere böyle önemli birinin ilgi duyması asla mantıklı değildi.

Tamam, belki biraz mantıklı olabilirdi. Çünkü herkesi altına alabilecek kadar güzel bir kızdım. Yani, Elizabeth öyle biriydi.

Yine de gerçeği kavrayabilmem Ethan'la yaşadıklarımdan farklı olarak içten içe zevk vermişti. Aslında bu iki sinir bozucu insanın da bana yaptıkları neredeyse aynıydı. Fakat Ethan kalbimi bin parçaya bölerken, Matthew'un ne yaptığını umursamamıştım bile.

Öyleyse Ethan'ı neden bu kadar takmıştım? Bilmiyordum, belki de en sevdiğim karakter olduğundan kaynaklıydı. Başka bir neden olduğunu düşünmek bile istemiyordum.

"Hey, ne yapıyorsunuz?"

Nicholas'ın tepemizle neşeyle şakımasıyla yerimden sıçradım. İkimizin ortasında durmuş, yüzünde kocaman bir sırıtışla yüzlerimizi inceliyordu. Bir anda ortaya çıkmasıyla hızlanan kalbim az da olsa normale döndüğünde sinirle kaşlarımı çattım. Bu çocuk ne zamandan beridir yanımızdaydı?

"Nicholas, ben sana ben istemedikçe yanıma gelmemelisim demedim mi?"

Dediğimi hatırladığını belirterek başını salladı. Madem hatırlıyordu, burada ne halt ediyordu ki şimdi?

"Prens Ethan yanında durmamı emretti." Gözü bir anlığına Matthew'a kaydı. "Görevim seni herkesten korumakmış." Yaptığı ima yetmemiş gibi bir de kızgın gözlerle ona bakan çocuğa başını eğdi. "Herkesteen." dedi uzatarak. Bu hareketine Matthew sinir olsa da pek belli etmedi.

Nicholas'ın yanımda olup olmaması artık umrumda değildi. Matthew ile işim bitmişti, istediğimi almıştım ama ona kendimi kullandırtma şansını vermeyecektim. Bu yüzden iç çekerek "Pekala." dedim. Nicholas'tan ayırdığım gözlerim Matthew'da durdu. "Sonra tekrar konuşuruz," diyere gülümsedim ve Nicholas'ın çekiştirdiğim koluyla yanından ayrıldım.

Festival alanında ilerlerken bir yandan George'u bulmaya çalışıyor, bir yandan da "Ethan'ın derdi ne?" diye homurdanıyordum. Sanırım homurdanış seslerim düşündüğümden fazla yüksekti ki Nicholas omuz silkerek bana cevap verdi.

"Bilmem. Bana emir verirken bile yüz ifadesi oldukça ciddiydi. Sanırım sen ve Matthew'un yakın olması onu sinirlendirdi. Ya da üzmüş de olabilir. Aslında ne var biliyor musun? Yüz ifadelerini tanımlamakta berbatım. Belki de mutluydu? Heyecanlı da olabilir ama bak, şu an düşündüm de."

'Ne anlatıyorsun?' der gibi baygın bir bakış attım. Fakat demin saçmalarken dediği gibi, gerçekten de yüz ifadelerini anlamakta berbattı. Sırıtarak bana bakmasının başka açıklaması olamazdı. Zack'in burada olmamasına lanet ederek gözlerimi devirdim ve Nicholas'ı başımdan savmak için plan kurmaya başladım. Çünkü bu çocuk yanımda durdukça George'a bir türlü odaklanamıyordum.

Festival başlangıcında yediğim atıştırmalıklar gözüme çarpımca sinsice sırıttım.

"Nicholas, şuradaki yiyecekleri hiç tatmış mıydın? Ömründe yiyeceğin en harika şeyler olabilirler. Merak etme, sen gidip alana kadar burada bekleyeceğim."

Gözleri ışıldadı, bana arkasını döndü. O sırada hissettiğim gariplikle kaskatı kesildim. Ne Nicholas ne Ethan ne de Matthew beynimi meşgul ediyordu şu anda.

George, ormana doğru gidiyordu. Yanında korumalar vardı ama onlar da sadece takip ediyorlardı.

"Nicholas-" Titreyen bedenimle yardım isteyeceğim zaman Nicholas'ın çoktan yanımdan ayrılmış olduğu gerçeği başımdan aşağı soğuk suların dökülmesine yol açtı.

Ne yapmalıydım? Etraftakilere durumu anlatmalı mıydım? Peki ya George şimdi öldürülmeyecekse ve her şeyin bozulmasına yol açarsam? Ya da şimdi olacaksa bile nereden bildiğim hakkında yüzlerce soru yağmuruna tutulup yardım etme imkanımı elimden kaçırırsam?

Üstelik benden başka kimse George'un ormana ilerlediğini önemsemiyordu. Herkes festivalin tadını çıkarıyor gibiydi ve bu durumu daha da kötü bir hale sokmaktan başka bir şey yapmamıştı.

Korkuyordum, deli gibi korkuyordum ama buraya kadar gelmişken harekete geçmeden duramazdım. Titreyen ellerimle elbisemin içine soktuğum kolyemi avuçladım. Çıkarmadığım iyi olmuştu, Ethan'dan nefret etsem bile böyle bir zamanda salakça davranamazdım.

İnsanların arasından koşarak geçmeye çalışıp George'u gözümden ayırmadım. Bu sırada birçok kişiye çarpmıştım ve yarım yamalak özürlerim karşısında muhtemelen sinirlenmişlerdi ama bu en az önemsediğim şey bile değildi.

Giydiğim çizmelerin rahatlığına şükrederek ağaçların arasından geçtim. Ben ormana dalana kadar George görüş açımdan çıkmıştı fakat buralarda bir yerde olmalıydı, bu kadar sürede çok uzağa gidemezlerdi.

Nefeslerimi düzenlemeye çalışarak daha hızlı koşmaya başladım. Geçtiğim her yeri aklımda tutuyor, karanlığın izin verdiği ölçüde etrafı inceliyordum. Bu süre boyunca elimi bir an bile kolyemden çekmemiştim. Bu kadar duygu karmaşası yaşarken Ethan'ın kolyesinin parlaması lazımdı.

Bir an aklıma gelen şüpheyle gözlerim doldu. Ethan kolyesini takmadıysa ne yapacaktım?

"Merak etme. Acı çekmeden öleceksin."

Duyduğum düşük tondaki sesle bedenim titreşti. Çok uzağımdan değil, birkaç ağacın ilerisindeki yerden geliyordu. Korkuyla titreyen dudaklarımı ısırarak kendime güven vermeye çabaladım ve başımı o tarafa çevirdim.

George'u kimin öldürdüğü konusunda hiçbir fikrim yoktu. Fakat şu anda gördüğüm manzara, olayları tamamiyle kavramamı sağlamıştı. Titrek bir nefes çektim içime.

George'u kendi korumaları öldürmüştü.

Parmaklarım bir umut hâlâ kolyeden ayrılmazken ses çıkarmamaya çalışarak yavaşça eğildim. Öbür elim çizmenin cebine vardı. Cindy'nin verdiği bezi sıkı sıkı kavradığımda gözlerimi yumarak cepten dışarı çıkarıp göğüs hizama getirdim.

"Bir veliaht prensi kaçıracak kadar aptalsınız! Siz daha bana elinizi süremeden ailem sizi öldürecek!"

George bağırmaya başlayınca sertçe ağzını kapattı onu tutan kişi. "Tek bir daha kelime et, önce bacaklarını kırar sonra da kollarını kopartırım. Acısız öldürecek kadar merhametli oluşumu takmıyorsun galiba." Sözde korumanın George'un ağzını kapatan eli boğazını kavradı. "Sen geberince her şey çok daha güzel olacak. Krallığınızı ele geçirme fikri şimdiden zevk veriyor."

Daha fazla dayanamadım. George bile benden cesur gözükürken ona yardım edemeyecek kadar korkak olmayı kaldıramamıştım. Duraksadığım her an acı çekiş süresi artıyordu.

Ellerim titrese de bezi açtım. Fark edemeyecekleri kadar daha ilerledim. Kalbim korkudan o kadar hızlı atıyordu ki sıktığım kolyenin Ethan'daki teki tüm etrafı aydınlatacak kadar parlamıyorsa bir şey bilmiyordum.

Kendimi cesaretlendirerek çok daha yakınlarına ilerledim. Tozun etki etmesini istiyorsam uzakta durmam bir işe yaramazdı. Tabii bu hareketimle dikkatlerini çekmem de kaçınılmaz olmuştu. Kaşlarının çatışını gördüm ama bir saniye bile vakit kaybetmedim.

Cindy'nin dediği tozu havaya üfledim. Düşündüğümden çok daha uçucuydu. Etraf toz pembeye büründüğünde acı çekiş çığlıkları doldu kulaklarıma. Hızlıca aralarına fırladım. George'a da etki ettiğinden o da acı içinde kıvranıyordu ama yapabileceğim bir şey yoktu.

Tozun çok küçük bir kısmını bırakmıştım. İleri atıldığım sırada bezi geri bağlayıp George'u kucağıma aldım. Kısa bir tökezlemenin ardından hızlıca yerden kalkıp can havliyle koşmaya başladım.

Bundan sonrası için hiçbir planım yoktu. Ne kadar süre sonra kendilerine gelirler bilemiyordum. Yapacağım en iyi şey tekrar kalabalık arasına karışmak olurdu.

Geldiğim yolu hatırlamaya çalışarak George'u daha da sıkı sarmaladım. Sıkılan boğazı kızarmıştı. Eğer biraz daha erken davransaydım bunun olmayacağı fikri vicdanımı sızlatırken acı içinde kıvranan bedeninden gözlerimi çekip koşmaktan terleyen bedenimin sınırlarını daha da zorladım. Duramazdım, durduğum an ikimizi de bekleyen şey ölüm olurdu.

Arkamdan birinin koşuşunu işittim. Tozun etkisinin bu kadar çabuk geçmesi şaşılasıydı. George hâlâ acıdan kıvranıyordu ama suikastçi çoktan peşimden gelecek kadar gücü bulabilmişti.

Daha da hızlanmaya çalıştım ama bu çabam başarısızlıkla sonuçlandı. Arkamdaki şahıs saçlarımı kavrayıp öyle sertçe geriye çekti ki saçımın büyük bir kısmının köklerinden koptuğuna emindim. Acıyla canhıraş bir çığlık koptu boğazımdan.

"Bu sürtük de kim?" Saçımı tutan ellerini daha da kendine çekip sakallı yüzüne bana yaklaştırınca tısladı.

Debelendim ama elinden kurtulamadım. Saçımdaki elini çekip boğazımı kavradı. Nefes alışımı engellediği yetmezmiş gibi kafamı yakınımızdaki ağaca geçirdi. Dudaklarımdan boğuk bir inleme çıkarken George'u tutan ellerim gevşedi.

Belki bir ihtimal dikkatini dağıtabilirim, zaman kazanabilirim diye düşündüm. "Asıl sen kimsin?" diye nefes nefese sorarken arkada kalan elimi yavaşça bezin içine daldırdım. Tüm elim toza bulandığında kemiklerime kadar ürperten suikastçi iğrenç bir gülüş sundu.

"Son saniyelerinde sorabileceğin en aptalca soruyu sordun. Bir kızın zeki konuştuğu nerede görülmüş-"

Cümlesini tamamlayamadan gözlerine soktuğum elimle acı içinde bağırarak beni tutan ellerini çekti. Elimdeki tüm tozu gözlerine sürmüştüm ve bundan hiç de pişman değildim.

Ciğerlerime tekrar hava dolduğunda öksürerek yere çöktüm. Emekleyerek George'un bedenini tekrar kavradım ve yerden kalkmaya çalıştım. Ancak başaramamıştım, başım o kadar feci şekilde dönüyordu ki dengemi sağlayamıyordum. Yalpaladım. Bu şerefsiz kafama çok sert vurmuştu.

Titreyen elim, başımın arkasına gitti. Elime bulaşan sıvıyla geri çektim.

Kan.

Parmaklarıma bulaşan kırmızılıkla hıçkırdım. Bu gidişle burada ölecektim.

Küfürler savurarak gözünü açmaya çalışan suikastçiyi gördüğümde yalpalayarak da olsa George'u bir şekilde tuttum ve tüm çabamla uzaklaşmaya çalıştım.

"Ah, şu orospu! Neredesin?"

Hâlâ gözünü açamıyordu. Beni göremediğinden nerede olduğumu da çıkaramıyordu. Dudağımı sertçe dişleyerek birbirine bastırdım. Elimde olan tek koz, beni görememesiydi, ses çıkarmazsam hâlâ bir umut kaçabilme ihtimalim vardı.

Başım dönmeye devam ediyordu. Gözlerim açık olsa bile ileriyi düzgün seçemiyordu. Koşmaya çalıştığımda bir ağaç köküne takılarak şiddetle yere çakıldım. George'a zarar gelmesin diye uğraşmam sonucu omzumu da incittim. Sızlayan kolumu tutmaya çalışırken peşimdeki suikastçi tekrardan yerimi buldu. Alnımın ortasına sert bir yumruk yedim.

"Önce seni geberteceğim."

Yanaklarıma akan sıvı kan mıydı yoksa göz yaşım mıydı artık çıkaramıyordum. Kaçmak için çırpınırken bıçağını çıkardı. Dayanamayıp deli gibi ağlamaya başladım. Bağırışlarımdan tiksiniyormuş gibi saçlarımdan geriye çekti tekrardan. Bıçak boğazıma dayandı.

Sanırım, gerçekten de burada ölecektim.

Bedenim gevşedi. Gerçekleri yavaş yavaş kabullenirken ağlamam azaldı, kalp atışlarım yavaşladı.

Boğazımdaki bıçağın beni delmesini bekliyordum. Ölümü kabullenmiştim. Elimden bir şey gelmiyordu. Ethan belki bir umut yardım eder diye beklemiştim ama onda da yanılmıştım.

Gözlerim kapandı. Bıçak tenimi kessin diye bekledim.

O sırada, bir mucize gerçekleşti. Boğazımda hissettiğim bıçak birden çekildi. Hâlâ nefes alabiliyor olduğum gerçeğini kavrayınca yarı bilincimle gözlerimi aralamaya çalıştım. Kirpiklerim yapış yapış olduğundan ve artık dayanabilme gücüm kalmadığından görüşüm oldukça bulanıktı.

Suikasti üzerimden alınmış, yerde kıvranıyordu. Bundan daha şok edici şey ise yanında uzun boylu birinin duruyor olmasıydı. Yanında getirdiği kılıcı kınından çıkarttı, adamın kalbine doğrulttu.

Hayal gördüğümü düşünürken son bir çabayla gözlerimi biraz daha yukarı çıkardım. Artık hayal mi görüyordum yoksa gerçek miydi emin değildim.

Bu karanlıkta bile ışıl ışıl parlayan altın sarısı saçları döküldü alnına. Daha önce görmediğim vahşi bir bakış vardı suratında.

Ethan, buradaydı.

Gördüklerim gerçek mi emin olamadım. Bilinçaltım daha fazlasını kavrayamadan kapandı.

——————————————————

Tekrardan merhabaa!

Bu bölüm düşündüğümden uzun oldu, umarım beğenmişsinizdir^^

Biraz aksiyonlu bir bölümdü. Suikastçiler kimin nesi, bir fikriniz var mı?

Ethan hakkında ne düşünüyorsunuz ya da bi önceki bölüme göre değişen bir şey oldu mu?

Bu arada, öbür bölüm Ethan'ın ağzından olacak :)

Melis'i kimle shipliyorsunuz?

Öbür bölüm hakkında tahminleriniz?

Öbür bölümde görüşürüz ♥️

~

Continue Reading

You'll Also Like

FATİH'İN MÜNECCİMİ By Su

Historical Fiction

2.3K 255 10
Biraz daha yasasaydi Hazreti Fatih Ne Venedik kalacakti, ne Floransa... Ya sonra ? Fatih hayranı genç bir tarih öğrencisi kendini 2. Mehmet'in devrin...
Safderun | AlGon By zezuem

Historical Fiction

16.4K 779 15
Kuruluş Osman, AlGon çifti için yazılmış tek bölümlük hikayedir. •İstek sahneleri yorumlarda belirtebilirsiniz.
6.4K 485 13
Her biri birbirinden bağımsız AlGon hikayeleri...
Algon By algon

Historical Fiction

21K 600 32
#balahatun #algon #osmanbey #kurulusosman Benim ilk hikayemdir