Golden Boy and Princess // Sl...

By BelieveAndBeHappy

13.3K 1.5K 3.2K

More

b i r
i k i
ü ç
d ö r t
b e ş
a l t ı
y e d i
s e k i z
d o k u z
o n
o n b i r
o n ü ç
o n d ö r t
o n b e ş
o n a l t ı
o n y e d i
o n s e k i z
o n d o k u z

o n i k i

511 89 262
By BelieveAndBeHappy

"Ormar evinde kalmıyorum."

Annem bir bana bir de önümdeki çaya baktı. Sanki çayımın içinde ne dediğimi şaşırtacak bir şeyler katılmasından şüphelenmişti.

"Neden? Erkek arkadaşınla Noel'i geçirmekten hoşlanırsın sanıyordum."

İç çekip sabırlı olmaya çalıştım. Annem babama nazaran beni daha az ziyarete gelirdi ama ziyaretleri aksatmama konusunda da dikkatliydi. Sağlığım yerinde olduğundan ve başımı belaya sokup, Tenebris soyadını hoş olmayacak senaryolara sokmuyor olmamdan emin olmak istiyordu.

"Marcus..." Erkek arkadaşım değildi. Ama aynı zamanda da öyleydi. Bu karışıklığı annemin anlamak istediğinden emin değildim. "Şu sıralar benimle olmaktan çok zevk almıyor. Ben de öyle. Neden sizinle gelemiyorum? Hasta değilim ilaçlarım yan—"

"Kesinlikle olmaz! Tüm o yürüyüş ve gezintilerde bir gün bile dayanamazsın. Bayan Ormar ise senin iyi olduğundan emin olacaktır. Seni ne kadar çok sevdiğini biliyorsun."

Homurdanmamdan annemin ne kadar nefret ettiğini bilsem de kendimi tutamadım. Marcus'un haklı olduğu nadir konulardan biri varsa o da üvey annesinin kişiliğiydi. Kötü biri olduğunu düşünmüyordum ancak... garipti. Bay Ormar'a göre çok daha gençti ve o evde olmadığı zamanlarda Marcus'un tanımadığı sayısız kişinin olduğu partiler verdiğinden bahsediyordu. Marcus biraz daha küçükken bu daha zor oluyordu onun için ama şimdi ne hissettiğini bilmek bile imkansızdı.

"Susan, lütfen söyleyeceğini bana söyle. Mırıldanıp durma."

"Orada kalmak istemiyorum. Marcus benden nefret ediyor. Üvey annesi tuhaf otları kazanda karıştırıp, akşama kadar içiyor ve eve bir sürü korkunç tipte büyücüyü çağırıyor. Gerçekten Noel'imi böyle geçirmemi mi istiyorsun? Okulda kalabilirim."

Annem şarap bardağının üstünden bana baktı. Bir an için gerçekten ona yaptığım öneriyi düşündüğünü görünce umutla doldum. "Tek başına mı olacaksın?"

"Hayır. Elbette hayır. Okulda birçok kişiyle beraber olacağım."

"Ya hastalanırsan? O zaman—"

"Her şey yolunda olacak. Söz veriyorum. Anne, lütfen. Ormarlar'la Noel'i geçirmeme izin verme."

Gözleri uzun süre boyunca bardağında takılı kaldı. Sımsıkı toplamasına rağmen yine de ağızlı tokasından kurtulan tutamlar yüzünü çevreliyordu. "Senin için endişeleniyorum. Artık küçük bir kız değilsin. Sorumluluklarından öylecek kurtulamazsın."

"Sorumluluklarım mı?" Kendime hakim olamadım ve güldüm. Annemin hoşuna gitmedi. Kaşları çatıldı ve saniyesinde gözlerin en içine baktı. Benden sanki zamanı geriye sarıp, bunu tekrarlamamamı bekliyordu. "Ne Marcus mu? Sırf iki aile birbirine tahammül etmek için daha çok sebep bulsun diye mi?"

"Yüzyıllardır yapılan bir şey bu. Gelenek sonuçta. Büyütülecek bir şey değil."

"Büyütülecek bir şey değil mi? İkimiz de hayatımdan bahsettiğinden eminiz, değil mi? Gerçekten Marcus ile mutlu olabileceğime inanıyor musun yoksa bu umurunda bile değil mi?"

Sesim yükselince etraftaki masalardaki bakışları buraya çektim ama sanırım sonunda kendi hayatımı nasıl şekillendireceğim hakkında fikirler edinmeye başlamışken, sakin kalma lüksüm yoktu. Ve fikir bir, Marcus gibi biriyle kesinlikle harcamamaktı.

"Bu asilik nereden çıktı, Susan? Bunca zamandır, henüz küçücük bir çocukken bile onunla olma hayali kurmuyor muydun? Neden bir anda farklı biri gibi davranmaya başladın?"

Sırtım arkamdaki sandalyeye düştü. Bunca zamandır. İşlerin değiştiğini kabul etmektense, yanlış olan geçmişe tutunmak herkes gibi ona da kolay gelmişti. "Yazını Anastasia ile geçirip, bana çöpmüşüm gibi davrandıktan sonra alternatiflerimi bir gözden geçirmek istedim."

Annemin üst üste sürülmüş rujlu dudakları aralanınca yanlarındaki boya kırıştı. "Anastasia mı? Hah. Bunu beklemiyordum... İkiniz en başından beri bunu istemiyor muydunuz?"

Hayretle annemi süzdüm. Beni duymuyor muydu? Ya da ben mi kendimi ifade edemiyordum? Marcus'un bana berbat davrandığını söylerken hala gelip de bahsettiği küçücük, aptal bir düşünce miydi? Öfkeden ellerim titriyordu. Bu lüks, hepsi birbirinden daha kasıntı büyücülerle dolu, eski mekanı ateşe verebilirdim.

"Hayır. Marcus benden nefret ediyor."

"Abartma," dedi gülüp tekrar şarabından bir yudum aldı. "Gençken böyle şeyler söylenir. Ama bir önemi yok. İkiniz de büyüdüğünüzde göreceksin. Neden kurutulmuş büyü ısırganını içmiyorsun? Yaşlanmayı geciktiriyormuş diye duydum."

Sinirle fincana vurup yere düşüp, kırılmasına neden oldum. Annem irkildi ama masanın kırılacağını bilseydim onu da atardım. Gerçi bir anda ayaklarımın dibinde cinler belirip temizlemeye başladıklarında girişimimden pişman oldum.

"Senin neyin var? Neden kendini olmadığın birine çevirmeye çalışıyorsun?"

"Kendimi olmadığım birine çevirmeye çalışmıyorum! Benim tüm karakterim Marcus'un kölesi olmak üstüne kurulu değil."

"Siz çok eski arkadaşlarsınız. Onu sevdiğini sanıyordum."

"Seviyorum. Ama sevmem gereken şekilde değil. Ya da artık değil. O da öyle. Beni bir gün öyle seveceğini düşündüm ama olmuyor. Tüm hepsi vakit kaybı. Noel'i orada geçirmek istemiyorum. Hayatımı da."

Annem cinlere gülümseyip özür diledi. Teşekkürünü de ettikten sonra bana baktığında yerime sabitlendiğimi hissettim. "Madem öyle, o halde bunu babanla konuşursun. Taşkınlık çıkarıp, medeniyetsiz bir mağara insanı gibi davranarak değil."

Sonunda bir yere varmaya başlıyorduk demek. "Sahi mi?"

"Evet," dedi benimle uğraşmak yorulmuş gibi elini havada salladı. "Madem bir anda Ormarlar için fazla iyi olduğuna karar verdin, o halde babana söylersin. Bunu daha önce söyleseydin tüm aileler için daha kolay olurdu."

"Bu bir anda olmadı," dedim aramızdaki kurtboğanın yaprakları arasından annemi görmeye çalıştım ama sandalyesinde gömülmüştü. Onu böyle dimdik oturmadan görmek tuhaftı. Yine de pek de önemsemiyordum. Bunun için fazla memnun haldeydim. "Daha önce olması gerekirdi belki. Marcus uzun zamandır tuhaf davranıyor. Eskisi gibi değil ve—"

"Evet, evet." Beni kesip hesap için fazlasıyla yüklü miktarda para bıraktı. "Değişti zırvatası. İlaçlarını aldın mı? Solunumun nasıl?"

"Ee... iyi. Epey iyiler." Şaşkınca cevap verdim ama annem çoktan ayağa kalkmıştı. Bana nazaran çok daha uzun ince yapısı vardı. Kaç yaşında olursam olayım, yanında kendimi küçük bir kız gibi hissediyordum.

"Güzel. Unutma en küçük bir sorun yaşadığında Madam Pomfrey'e gideceksin. Okulda hep kalabalıkların arasında ol. Tamam mı? Olur da bayılırsan seni birinin bulamayacağı yerlere girme. Anladın mı beni? Eğer bir tane endişelendirici bir şey duyarsam Senjō Dağı'ndan, Hogwarts'a gelmekten asla çekinmem ve seninle tüm Noel'i o hiç sevmediğin ve eski kafalı bulduğun görgü, tertip dersleri ile geçiririz."

Neredeyse iç çekerken bunun iyi bir fikir olduğunu söyleyecektim. Yüzyıllar öncesinden kalma, gereksiz, sığ kurslardan hep nefret etmiştim ama eğer Noel'i annemle, kendi evimde geçirebileceksem benim için eziyet gibi gözükmezdi.

Ancak sustum. Olur da başımı belaya sokarsam, alacağım cezanın bu olmanın verdiği rahatlığa güvendim.

"Noel'de gitmek zorunda mıydınız?"

Annem kazağımın v yakasının üstüne atkımı sarıp, soğuk yemediğimden emin oldu. Yanaklarımı tek eliyle tutup gözlerine baktığımdan da öyle. "Babanın işlerini biliyorsun. Ona eşlik etmezsem olması gerekenden daha da çok uzuyorlar. Dik dur, lütfen Susan sana kaç kere söyleyeceğim. Kambur olmak mı istiyorsun?"

Elini yüzümden çekip çantasını aldı. Kendisi ilerlerken topuklu ayakkabısının sesleri mekanda yankılandı. Dizlerine değen kürküne sımsıkı sarılmışken insanların onu izlediğini görmesi zor oluyordu muhtemelen. Ama onun bunu bilmesine de gerek yoktu. Bakışların hep üstünde olduğunu zaten bilirdi.

***

Peter seraya girirken önce cüppesini ve süveterini sonra da pantolonunun içine sokuşturduğu gömleğini onun üstüne çıkardı. Kravatını da bollaştırıp bitkilerini izlerken yerden kalktım.

"Hey."

"Hey," dedi hafifçe irkilip. Diğer yandan da gömleğinin dirseklerini kıvırmaya çalışıyordu. Burası epey sıcak ve nemliydi. İncecik gömlekle dahi insan terleyebiliyordu. "Bugün ziyarete geleceğini bilmiyordum."

"Öğle yemeğinde yoktun. Akşam yemeğine ise daha çok saat var. Dersler de çoktan bitmişken," elimdeki poşeti gösterdim. İçinde yemekhaneden çaldığım yemekler vardı. "Aç olabileceğini düşündüm."

Peter yavaşça bana yaklaşırken yüzünde onu gafil avlamış bir gülümseme vardı. Hem düşünceli, hem hazırlıksız hem de yarım bir tebessüm ile bir bana bir poşete bakıyordu. Sürekli geriye ittirdiği bir dalga yine önüne geliyordu. "Öğle yemeğinde beni mi aradın?"

"Hı-hı."

Ben yumuşak örtüye oturunca o da bacaklarını sığdırmak için bir süre çabaladıktan sonra sonunda yerleşti. Yüzü çoktan seranın sıcağından yanmaya başlamıştı. "Hagrid'e yardım ediyordum," dedi çöreklerden birini aldı. "İneklerden biri biraz huzursuzdu. Onu kontrol etmek istedim. Tüm bu kadar şeyi nasıl getirdin?"

"Yemekhanedekiler beni epey severler aslında. Uzun zamandır yemek çaldığımı biliyorlar."

Peter sessizce ona uzattığım sandvici aldı. Benim bitirebileceğinden emin olamadığım epey iri sandviç onun fazlasıyla uzun ve kemikli parmakları arasında minicik kaldı. Çizikler, böcek ısırıklıkları ve yeşille morlu darbeler doluydu elleriyle kolları.

"Teşekkür ederim," dedi uzun bir süre ağzındakini çiğnedikten sonra. "Bunca şeyi yapmana gerek yoktu."

Kendi bardağımı alıp kuru ekmeğin gidebilmesi için birkaç yudum aldım. Peter'ın bakışları ve teşekkürü sanki ona yalnızca öğle yemeği getirmemişim de, hayatını kurtarmışım gibi olunca ben de biraz kendimi mahçup hissetmiştim. Ona yemek getirmenin büyük bir olay olduğunu varsaymamıştım. Peter'a iyi bir arkadaş olacağımı söylemiştim, bu şekilde davranmak istiyordum. Hayatımda tek bana kaotik bir ruh hali yaşatmayan kişiye... daha özenli davranmak istiyordum hepsi buydu.

"İyi bir arkadaş olmaya çalışıyorum. Üstelik şu cam kürelerin içindeki mini bahçeler ilgimi çekiyor."

Peter acıkmış olmalıydı ki, çoktan sandvicini yarılamıştı. Kırmızı yanakları, hayli uzun boyu ve parlak gözleriyle iyi beslenen, sağlıklı bir çocuk olduğunu da varsayıyordum. Hem de kendini her zaman herkesten daha geriye attığını görsem de. Bazenleri hayvanları ve bitkilerini beslerken, kendini beslemeyi unutuyor muydu?

Dediğime gülüp son lokmasına da ağzına attıktan sonra peçeteyi avuçlarında yuvarlamadan önce ağzını sildi. Üst dudağıyla, ufak burnunun arasında bir ben olduğunu gördüm. Gözlerinin altında da varlardı ama bazıları burnunun kemerinde daha soluk olduğundan çille de karıştırabileceğimi düşündüm. Sol gözünün hemen altında güldükçe belirip yok olan gamzesinin yanındakinin bir ben olduğundan emindim ama.

Genzimi temizleyip, kendi önüme bakmak için başımı çevirmeye zorladım. Güzel bir erkek olduğunun farkında görünmüyordu. Sanki bedeni ona bir sorumlulukmuş gibi davranıyordu bazen. Celine'in ona nasıl baktığını görmüyor muydu?

"Onlara teraryum deniyor." Peçeteyi dikkatle izledi. "Seninle ilk konuşmamızda, pek arkadaş olacağımızı düşünmemiştim."

"Seni tilkinle bulduğum gün mü?"

"Hayır," dedi üstünde ünlü büyücülerin biyografileri yazan krakerleri birbirnden ayırıp, ters çevirdi. Bu şekilde daha lezzetli olduğuna dair bir şey mırıldanıp bana uzattı. Bir ısırık alana kadar pek de ikna olmamıştım açıkçası ama haklıydı. Gözlerine bakınca yine onu bana garip garip bakarken buldum. Eli ve krakerin diğer kısmı hala elinde ve havadaydı. Neyse ki bir şey söylemeden kalan kısmını kendi ağzına attı.

Bu kadar basit bir şey nedense bacaklarımın üstünde otururken, biraz dengemin bozulmasına neden oldu. Çünkü midem biraz kasılmış, seradaki nem daha da artmış gibiydi.

"Aa... daha önce pek konuştuğumuzu hatırlamıyorum."

Elbette Peter'ı daha önce de tanıyordum ancak hiçbir zaman adını soyadını aklımda tutabilecek kadar ne zaman vakit geçirdiğimizi göremiyordum.

"Hufflepufflar ve Slytherinlerin çok sık ortak dersleri olmuyordu. Seni daha çok seçmeli dersler başladıktan sonra sık görmeye başladım. Ama üçüncü sınıfta, İksir dersinde benden yardım istemiştin."

"Öyle mi?" Kesinlikle hiçbir şey hatırlamıyorum demek çok mu kaba olurdu? O bu kadar net hatırlarken? "Uzun zamandır yardım servislerinden yararlanıyorum galiba."

"Çok bir şey yapmamıştım. Neden bir türlü yaprakları karışımda eritemediğini merak ediyordun. Klaire tek başına yapıp, en hızlı şekilde bitiren olup övgü almak için seni yalnız bırakmıştı. Ben de teker teker yaprakları kazana atıp, ateşi önce en yükseğe getirip sonra yavaş yavaş düşürürsen işe yarayacağını söylemiştim."

Peter söyledikten sonra bir anda hatıralarım netleşti. Doğru. Klaire hırslı olduğu zaman ona ayak uyduramayacak olanları geride bırakmaktan çekinmiyordu. Hem de yalnız kalmaktan ne kadar nefret ettiğimi bilmesine rağmen. Fakat hala Peter'ı pek de hatırlayamıyordum.

"Neden seni hatırlayamıyorum?"

Peter gülmeye başladı. Alınmadığını ya da kabalık etmediğimi düşünmediğini görüp rahatladım. "Eskiden çok daha ufak tefek bir çocuktum. Bu yüzden çok daha az göze batardım. Beşinci sınıfta ya da geçen sene, bir anda, boyum sinir bozucu hale geldi. Sesim de çok daha ince ve alçaktı. Belki bu yüzden insanlar bu denli sessiz olduğumu düşünüyorlardı. Çoğu zaman duyulmazdı bile. Beni hatırlamıyor olman doğal."

Oh.

Şimdi her şey anlam kazanıyordu. Onu hatırlamamanın sebebi masumane, küçücük bir çocuk olmasıydı. Şu an olduğu kişiden çok daha farklı görünmesiydi. Üstelik onu hatırlıyordum, yalnızca Peter ve Peter'ın aynı kişi olduklarını fark etmem uzun zaman almıştı.

Hah. Demek bu yüzden de pek kendi görünüşünün etkileyeceğinin farkında değildi. Kendisi bile kendi sesinde ve bedeninde dikkat çektiğinden rahatsızdı. Bunca zaman sessiz, tuhaf, çelimsiz bir çocukken artık o olmasa bile kendini öyle hissediyordu.

Peter'ın hiçbir zaman tuhaf olduğunu düşünmüyordum ancak. Öğrencilerin ciddi anlamda hayatını riske atan Quidditch oyunlarıyla, profesörlerin gereksiz yers açtığı rekabet yarışlarıyla ya da okul dedikodularıyla ilgilenmiyor olması onu tuhaf yapmıyordu. Nasıl yapabilirdi ki? Yaşına göre daha olgun ve farklı bir çocuktu hepsi buydu. Böyle olduğu için de çok memnundum. Sadece, keşke, onu küçük bir çocukken tanıyıp arkadaşı olabilseydim diye düşünüyordum. Ona bulaşacak zorbaların pantolonlarına sümüklü böcek doldurmayı kendisi pek kibar bulmayabilirdi ama kesinlikle küçük Sukie'nin sorun yaşayacağını düşünmüyordum bu konuda.

"Seni hatırlıyorum," dedim sonunda rahatlıkla.

"Gerçekten mi?" Şaşkınca yüzümü inceliyordu. Benim gibi şüpheci ve güven sorunları yaşayan biri olmamasına rağmen, emin olamıyordu sözlerimden.

"Evet. Profesör Matilda, botların çamur içinde geldiğin için sana kızmıştı."

Peter'ın dudaklarından bir kahkaha kaçınca göğsüme, tıpkı çayımı içmişim gibi bir sıcaklık yayıldı. Gülerken çıkardığı ses, konuşurken duyurduğu sese nazaran çok daha ince oktavdan ve çocuksuydu. Birinin gülüşündeki ses onu daha... içten yapabilir miydi? Yapıyordu demek ki.

"Evet! Hatırlıyorsun. O gün çok utanmıştım."

"Kimse kötü bir şey düşünmemişti."

"Belki de. Sen düşünmemiş miydin?"

"Hayır. Bana yardım etmiştin. Nasıl düşünebilirdim ki? Görüş ikisiri hazırlamayı çok kolaymış gibi göstermiştin."

"Çok kolay da zaten."

"Hayır. Sen çok beceriklisin. Elinden her şey geliyor gibi. Çalışkansın, sorumluluk sahibisin ve yalnızca saksıları tutarak hangisinin ne kadar suya ihtiyacı olduğunu anlıyorsun. Tüm bu—"

Peter eliyle yüzünün bir kısmını bastırıp, yanan yanaklarını soğutmaya çalıştı. "Sukie, tamam. Lütfen sus artık." Onu daha da yerin dibine girerken görmem isterdim ama uzun parmakları bileğime dolanınca nefesimi tutup boşluğa düştüm. Bir an neden bahsettiğimizi bile unuttum. Kendisi bana dokunduğunun farkında mıydı? Yoksa ona olan övgülerim belki de biraz cesaret kazanmasına neden mi olmuştu? "Kızların, bahçıvanlık becerilerimden etkileneceklerini bilmiyordum."

"Elbette etkilenirler. Celine'i eminim ki etkiliyordur. Senden çok hoşlanıyor."

Yüzündeki gülümseme yavaşça silinirken gözlerini benimkilerken ayırmadı. Sıcacık eli tenimin üstünde o kadar hafif duruyordu ki, hala orada olduğunu hissedebilmek için bakıp kontrol etmem gerekiyordu. "Celine mi?"

"Evet. Bsna karşı çok nazik olmasa da, sevimli bir kız. Ona çıkma teklifi etmeyi düşünürsen eminim ki bu becerilerinden epey etkilenir."

Elini kolumdan çekerken "Oh," dedi kendi kendine. "Celine... ah... hayır. Celine yalnızca arkadaşım." Genzini temizleyip bacaklarını kendisine çekti. Aniden değişen ruh hali beni de şaşırtmıştı. Celine konusundan neden bu kadar hoşlanmadığını anlayamamıştım. Celine çirkin bir kız değildi. Arkadaş sayılabilecek olduklarına göre dünyadaki en kötü insan olmadığını da düşünüyordum. Neden onun kendi köşesine çekilmesine sebepti ki? Hem de sonunda açılmasına bu denli yaklaşmışken?

"Yemek için teşekkürler," dedi Peter birkaç saniye geçen sessizlikten sonra. "Tekrar."

"Elbette. Belki birazını da kendim için kaçırmalıyım. Noel'de açlık çekeceğim kesin."

"Neden?" Tekrar ilgisini kazanabildiğim için daha rahattım şimdi. İncecik bir kabuklarının üstünde yürüyerek konuşmaya çalışıp, yine de karşımdakini sinirlendirerek bir anda ortadan kaybolmasına o kadar alışıktım ki birinin durgunlaşan yüz ifadesini ne zaman görsem, paniklemekten kendimi alamıyordum.

"İstemediğim bir yerde Noel'imi geçirmek zorundayım. Daha doğrusu, burada kalma şansım var. Annemin söylediğine göre yani. Ama kararı babam vereceğinden umutlu da sayılmam."

"Nerede?"

"Ormarlar'ın Evi. Korkunç bir yer. Bayan Ormar şu zamana kadar yediğim en kötü yemekleri yapıyor. Ejderha yumurtası kabuğu pastasının hayranı olamadım hiçbir zaman. Gerçek bir eziyet."

Peter kendine çektiği bacaklarının üstüne koyduğu kollarının ardından başını eğip sorgulayan gözlerle baktı. "Marcus yüzünden mi?"

Başımla ona onay verdim. Yerdeki mantarların üstünde parmaklarını gezdirdi. "Sana kötü davranıyor mu?"

Gülerken bacaklarımı kendime çektim. Sırtımı neredeyse Hagrid'in büyüklüğünde bir saksıya yasladım. Kaktüslerden biri çorabıma takılmıştı ancak fark etmemiş olmalıydım. Yırtık izini parmağımla izledim. Marcus konusundan ne kadar kaçarsam kaçayım, Peter'da bile karşıma çıkıyordu.

"Kötüden kastın nedir?"

"Onunlayken nasıl hissediyorsun?"

Öfkeli. Hayal kırıklığına uğraşmış. Gergin.

"Çok nazik olduğunu söyleyemem. Konuşulanları duymadın mı?"

Mantarlarları kendi haline bırakıp iç çekti. "Hayır. Neden kendini buna zorluyorsun?"

Diğerlerinin aksine elbette hiçbir şeyden haberi yoktu. Belki de vardı ama ben söylemeden konuyu açmanın hoş olmayacağını düşünüyordu.

"Zorlamıyorum. Marcus... karmaşık bir konu. Daha çok onu zorluyordum sanırım. Anastasia ortaya çıkana kadar. Çoktan bitmiş bir ilişkinde olmaya... Bana ne kadar berbat davrandığını görmek istemedim ama bu yaz her şeyi değiştird. Sanırım sonunda neden çabalamamın anlamsız olduğunu anladım. Üstelik ailelerimiz beraber olmamızın iki taraf için de iyi olacağını düşünüyor."

"Ne yani, zorunda mısın?"

Krakerlerden birini aldım elime. Yemek için ağzıma götürdüm ama tüm bunlardan söz etmek midemi burkmuştu. Boğazım tıkanmıştı. Krakeri geri bıraktım.

"Hayır. Bay Ormar delinin teki sadece hepsi bu. Marcus da ona karşı gelemeyeceğini düşünüyor. İkimizin bir çift olarak anlılması onun için güvence."

"Ya bu yazdan önce? Marcus çok mu iyiydi?"

"Yazdan önce? Hayır. Ama daha da önce? Evet. İnanmasının çok güç olduğunu biliyorum ama güleç, eğlenceli ve nazikti. Annesini kaybetmesi ilk darbe oldu sanırım. Sonra babası... Gittikçe daha da tanınamaz biri oldu. Her geçen sefer daha da aramızdakinin bir ilişki denebileceği kalıptan uzaklaştık. Şimdiyse derdini anlayamıyorum. Ruh haline yetişmek kolay olmuyor."

Peter soymaya çalıştığım ojeme bakıyordu şimdi. Onunla geçtiğimizi aylarda sık sık vakit geçirme şansım olmuştu ama hiçbirinde Marcus konusunda konuşmamıştık. Hem birbirimizi yeni tanıyor, hem de benim aksime Peter'ın sınırlara saygı duyup hassas olacağını biliyordum.

Diğer yandansa... Ne diye bu kadar çok şey anlatıyordum ki? Basit birer soru soruyordu. Uzatmadan da cevaplayabilirdim. Muhtemelen ne Marcus ne de ben ne de ilişkimiz umurundaydı.

Fakat Peter'ın meraklı bakışları, her zaman dinlemek istiyor gibi gözüken ifadesi ve sakinliği ona her şeyi anlatabilirmişim gibi hissettiriyordu. Kimsede olmayan sıcak, güven hissi yüzünden ona karşı bir gard almam gerekmiyordu. Ne söylersem söyleyeyim, ne anlatırsam anlatayım hep yanımda olacaktı sanki.

Ama kendime hatırlatmam gereken kısmı, Peter'ın karakterinin bu olmasıydı. Bana özel bir tutum olamazdı. Kim olursa olsun ona karşı böyle sıcak yaklaşacaktı büyük olasılıkla. Sırf beni gerçekten dinlemek isteyen tek insan gibi görünmesi, çenemi kapatmadan kendi önemsiz hayatım konusunda ona mızmızlanabileceğim anlamına gelmiyordu.

"Ama hala ona değer veriyor olmalısın."

Ne kadar kabul etmekten kaçınsam da gerçek buydu. Beni yalnızca birkaç aydır kişisel olarak tanıyan Peter dahi bunu çözmüştü.

"Kötüymüş gibi davranan iyi biri olduğuna inanmak istiyorum."

Benim cümlenin sonuna doğru iyice sessizleştiği duyan Peter da sustu. Kendi kucağıma bakıyordum ama Peter'ın kolunu kaldırıp, birkaç saniye havada kaldığını sonra bana uzanıp vazgeçerek tekrar bacaklarına bıraktığını gölgelerden seçebildim. Marcus'tan bahsetmek beni suçlu hissettirip, kötü bir mide ağrısına bıraksa bile Peter beni güldürmüştü.

"İnsanları teselli etme konusunda da pek tecrübeli değilsin, ha?"

"Üzgünüm," dedi gerçekten de sanki onun suçuymuş gibi iç çekerken. Söyleyecek bir şeyler aradığını çakmak çakmak bakan gözlerinden çıkarabiliyordum. Yardım etmek için çırpınıp, çaresiz kalmak onu belli ki panikletiyordu. Sonunda elini tuhaf bir şekilde, beceriksizce, omzuma koyup sıvazlamaya çabaladı ama bu beni daha da çok güldürdü.

Yerden kalçamı kaldırıp, yanına oturdum. Ben yakınına girince refleksle sırtı biraz geriye gitti ama kollarını yakaladım. Epey uzun kollarını havada tuttuğundan emin olunca göğsüne sarıldım. Kaskatı kesildi ama neyse ki birkaç saniye sonra sakince kollarını sırtıma koydu.

"Böyle durumlarda sarılmak da yeterli olabilir."

Göğsü ile başım da kalkıp iniyordu. Toprak, çiçek ve binbir türlü ot karışımının kokusu şimdi çok netti. Sıcak, yumuşak ve ne kadar sarılması tuhaf hissettirse de, sarılması rahatlatıcıydı aynı zamanda. Uzun kolları bedenimin etrafında bir insan değilmişim de, yerdeki minik mantarlarmışım gibi ağırlığını vermemek için tüm gücüyle dikkat ederek dolamıştı bana.

Daha fazla rahatsız hissedeceğinden korkarak çekildim. "Sen hiç arkadaşlarına sarılmaz mısın?"

"Sarılırım," dedi yüzüme bakarken gözleri yüzümde hızlıca dolaşırken. "Ama seni pek tanımıyorum."

"Ne olmuş? Günde on iki sarılma insanı büyütür derler. Bazen dünyadaki en taş kalpli arkadaşlarına sahip olduğumu düşünsem de onlara bile sarılırım. Çünkü herkesin sarılmaya ihtiyacı vardır. Tamam mı?"

"İnsanlara yakın olmayı seviyorsun," dedi beni daha dikkatli incelerken. Bunu hem bir gözlem hem de doğrulayacağımı merak ettiği bir soru gibi sormuştu.

"Evet. Kötü bir şeymiş gibi söyledin."

"Hayır. Sadece senin iletişim dili fiziksel temas ve yakınlık olanlardan olduğunu düşünmemiştm."

"Bu yüzden senden uzak durmamı istiyorsan bana söylemen gerekiyor."

Konuşurken diğer yandan gülümsüyor olduğumdan, bir de buradaki nem ve sıcaktan, nefesimin tıkandığını sanıyordum. Fakat benim sağ bacağım Peter'ın kol bacağına değip, beline sarılmamın bıraktığı iz bana yayıldıkça bunun devam ettiğini fark ettim. Göğsüm sıkışmıştı ama ilk kex rahatsız edici bir şekilde değildi. Fiziksel bir yorgunluk değildi.

"Yalnız olmaktan nefret ediyorsun, kişisel mesafe nedir bilmiyorsun ve sürekli konuşmak istiyorsun. Neden arkadaşın olmamı istediğini hala anlayamıyorum. Olduğun kişinin zıttıyım."

"Ne, benimle vakit geçirmekten zevk almıyor musun?"

"Alıyorum. Ama—"

"Senin sıkıcı olduğunu düşünmüyorum, Peter. Yüzüncü defa söyleyeceğim. Arkadaşın olmak istedin çünkü seninle vakit geçirmeyi seviyorum. Tartışmanın sonu. Hatta şu son birkaç ayda seninle herkesten daha çok vakit geçirdim."

Kendisi farkında mıydı bilmiyordum ama bunları söylemem dudaklarının kıvrılıp gülümsemesine nedne olmuştu. "Gerçekten mi?"

"Evet. Eğer iyi bir sarılma profesörü olur, sonunda kendi hayatından da ayrıntılarla bahsetmeyi öğrenir ve bana ödevimde yardım edersen en iyi arkadaşım tahtını Klaire'den alabilirsin."

"Eh, rakibim pek dişli değilmiş."

"Doğru. Ama iyi yanından bakarsak senin de ikinci bir en iyi arkadaşın olacak. Nick'den sonra."

Peter ben etrafı toplarken bana yardım etti. "Nick en iyi arkadaşım değil. Sen sormadan söyleyeyim. Hayır, Celine de değil. Hmm..."

"Hayvanlar sayılmaz." Ağzını açınca ekledim. "Bitkler de."

Bir süre sessizce düşünüp durdu. Nick ve Celine onun arkadaşıydı ama neden yakınında onları tutmak istemiyordu yine çözülmemiş bir gizemdi. Beni neredeyse hiç tanımıyor olmasına rağmen, bir Slytherin olarak, peşine takılmama aldırmamıştı. İkisine temkinki yaklaşmasında bir neden kesinlikle olmalıydı.

"Hah. Galiba en iyi arkadaşım sensin. Tek rakibin Turşu ama birkaç gündür onu bataklıkta görmüyorum." Kendi kendine güldü. Turşu'nun kurbağa olduğunu varsayıyordum. "Daha önce hiç en iyi arkadaşım olmamıştı."

Bu sefer şaşırma sırası bendeydi. Tamam, belki fazla bireysel biri ve sosyal anksiyetesi olan biriydi fakat o da henüz bir çocuktu. Daha önce hiç en iyi arkadaşım diyebildiği birinin hayatında olmaması beni fazlasıyla üzmüştü. Bu kadar iyi yürekli, bonkör ve sevimli bir çocuğu kim en iyi arkadaşı olarak istemezdi ki?

"Neden?"

Peter benim elimdeki çöpleri de alıp hepsini hızlıca bağladı. Asasını sallayınca bir anda toza, toprağa dönüştüler. Bir kenara silkeledi. Eh, çevreci bir büyücü olmanın avantajlarından en azından yararlanabiliyor olduğunu görmek içime su serpmişti.

"Dedim ya. Konuşkan bir çocuk değildim. Genelde oyuncaklarımla ve evdeki hayvanlarla büyüyen bir çocuktum. Evde eğitim gördüm— tabii Hogwarts'a kadar. Yine de Muggle arkadaşlarım oldu ama biliyorsun işte. Yalnızca iki ay orada, bir burada bir orada sürekli koptuk. Buradaysa insanlar bana karşı iyiler. En azından şimdi. Ama ben vaktimi hep burada ya da dışarıda geçirdiğimden, diğer çocuklar da buraya gelerek zamanlarını harcamıyorlar. Daha önce kimse sınıf dışında sadece benimle vakit geçirmek istediği için beni her yere takip etmemişti." Bir çanağa ellerini batırınca kir suda çözüldü ve mendile sildi. Nem arttıkça yukarı doğru kıvrılan açık kum beji dalgalarının arkasına saklanmak zor oluyordu. Yeşil gözleri beni bulunca tekrar ne kadar parlak olduklarını farl ettim. "Yani... sana kadar."

"Gerçekten kimsenin seninle vakit geçirmek için daha önce buraya gelmediğini mi söylüyorsun?"

"Gelen oldu," dedi her ne olmuşsa geçmişte yanaklarını tekrar pembeletmişti. "Ama kir, ısrarcı hayvan dostlarım ve kafalarını her an koparabilecek bitkilerim bir süre sonra onları bıktırdı. Ya da tuhaflığım."

Elbette kendisi farkında değildi ama utangaç, tatlı, Hufflepuff'ı tavlamak için birkaç girişimde bulunmuştu muhtemelen insanlar. Ancak çabuk pes etmişlerdi. Peter ise onların sadece dostane olduğunu varsayacak kadar habersizdi.

"Etrafında olan bitenden habersiz olmam muhtemelen bazılarının hevesini kırıp, reddedilmiş hissettirmiş."

"Nasıl yani?"

"Önemli değil. Celine ve Nick buraya uğramıyorlar mı?"

"Celine bazen gelir ama beni meşgul görünce rahatsız etmekten çekinip döner. Nick ise buradan nefret ediyor. Gözlükleri hep buhar olup, ayakkabılarını çamura soktuğundan sevmiyor. Bir de bahar yaz aylarında çok sivrisinek oluyor."

Nick'e haksız demek asıl haksızlık olurdu muhtemelen. Sera çok güzeldi ama dünyadaki en konforlu yer olduğunu söyleyemezdim.

"Hmm. Birkaç sineğin üstesinden gelebilirim."

"Gelmeye devam mı edeceksin?" Öyle şaşırmıştı ki ona yanlış bir izlenim vermekten korkmuştum şimdi. Burayı sevmediğimi, rahatsız olduğumu ya da sadece tölere ettiğimi mi düşünüyordu? Burada olmayı seviyordum. Güzel, sıcak ve hareketli olmasını cennet gibi görünmesini seviyordum. Üstelik çok sessiz, öğrencilerden uzak ve huzurluydu. İnsanlar ne derse desin prenseslik edip, sökülen çoraplarım ve nemlenen ensem için şikayet edemeyeceğim kadar değer veriyordum buraya.

"Evet. Sorun olur mu?"

"Hayır," dedi çabucak. Fazlasıyla mutluydu. "Bu... bu harika. Bana yardım edebilirsin. Yaza kadar sonunda Gümüş Salkımı büyür. Ben de tüm bu ağaçların hepsini sıraya alabilirim. Sonra dışarıdaki kırılmış ağacı da almam için yer olur. Ona burada bakarsam hemencecik iyileşir."

Hevesi ve mutluluğu suratına yayıldıkça bana da bulaştı. Serasından- koskoca okula ait olmasına rağmen sorumluluğunu almak isteyen bir çocuğun üstüne yıkabilecek kadar acımasız yönetimi geçersek- hoşlanmadığımı nasıl düşünebilirdi ki?

"Li ile ders çalışacağıma söz verdim. Sonra görüşürüz. Olur mu?"

Başını hızlıca salladı. Sonra da beni yandan yandan süzdü. "On iki kez sarılmayacağız, değil mi?"

"Ne? Hayır. Elbette hayır. Bu sadece okuduğum bir araştırmaydı." Gülmemek için yine kendimi tutmak zorunda kaldım. "İstiyorsan farklı."

Peter da güldü. Yanımda olduğundan daha özgüvenli hissedecek kadar mutlu görünüyordu. İlk kez okula başladığında bir arkadaş yaptığı için kendisiyle gurur duyan altı yaşındaki bir çocuğa benziyordu ifadesi- ki daha önce kimsenin ona serasında yardım etmek için kalmamış olması çok yaralayıcıydı. Hem de yedi senedir.

"Yarın işin var mı? Hogsmeade'e inecek misin?"

"Ee... şart değil, hayır."

"O halde buraya gelir misin?"

Peter ilk kez benden bir şey istiyordu. Onu bir yerde bulmak ya da takip etmek yerine, sonunda beraber vakit geçirmemizi onun sorması bende zafer bayraklarını göstermişti. Bu kadar zamandır daha çekingen durmasının başka bir sebebi de diğerleri gibi onun emeğinden tiksinip, bıkacağımı mı düşünmesiydi? Benden yardım isterse burun kıvıracağım mı? Prenses hazretleri tırnağını suya sokmaz, diyeceğimi mi?

"Elbette," dedim çantamın kayışını takarken. "Kahvaltıdan sonra burada olurum."

Çok memnun görünüyordu halinden. Ne kadar bireysel ya da yalnızlığa alışmış olursa olsun herkes sonunda bir dost edinmekten memnun oluyordu demek ki.

Continue Reading

You'll Also Like

392K 36.1K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
2.5M 214K 33
okumayın for vanilla baby
155K 16.4K 53
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...
69K 5.2K 30
jungkook kendisine takıntılı eski kız arkadaşından kurtulmanın tek yolunu eşcinsel olduğunu ileri sürmekte görüyordu ve bunun için taehyung'tan yardı...