Toz Pembe Yalanlar

By rozemoon_

5.6K 985 1.5K

Bir dergide iyi bir konumda editör olarak çalışan Şafak derginin iki ay sonraki sayısı için belirlenen konu ü... More

Giriş
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
bölüm 15
bölüm 16
bölüm 17
bölüm 18
Bora'nın ağzından

Bölüm 11

341 45 46
By rozemoon_

Özdemir Erdoğan/ Canım senle olmak istiyor


"Kerem,çocuğum al şu lokumu. Dağıt konu komşuya."

Hava o kadar bunaltıcıydı ki dükkanın önüne renkli sandalyelerden ikisini çekerek kapının önüne oturmuştuk bugün. Yoldan geçen gidenlere baktığımız durağan saatlerdeydik. O sırada karşı apartmanın penceresinden bir teyze bağırdı. Diğerlerine göre biraz daha eski bir binaydı ya da solmuş sarı renginden dolayı bana öyle gelmişti. Teyze başındaki yazmayı düzeltirken bir yandanda camdan sarkıttığı sepetle aşağıya bir şey indirmeye çalışıyordu.

Top oynayan çocuk kendisine seslenildiğini anlayınca koştura koştura binanın önüne gitti. 10 yaşında ya vardı ya yoktu. Bütün gün sokakta oynamanın etkisiyle iyice yanmıştı. Yanımdaki sandalyede oturan Bora "Hayır mı Makbule Teyze?" Diye sordu kafasını kaldırmış pencereden sarkan teyzeye bakarak. Çünkü böyle şeyler hayırlı habere olduğu kadar ölüm haberi ya da taziye için de dağıtılırdı ruhuna değsin diye. Ben de merak etmiştim her ne kadar tanımasam da.

"Hayır hayır. Biliyorsun dört gün sonra düğünümüz var Mehmet. Tek oğlum evleniyor,içimden geldi. Geliyorsunuz değil mi düğüne?"

Bora güldü. "Ayıp ediyorsun Makbule Teyze,tabii geleceğim. Yardım ihtiyaç olursa haberim olsun."

"Ay yok oğlum,sağ olsunlar Furkan'ın arkadaşları çok yardımcı oluyorlar getir götür işlerine."

Kulağım her ne kadar onlarda olsa da gözlerim sepetteki lokumu almış,ilk iş bir tanesini kendi ağzına atarak sonra dükkanlara dağıtmaya başlayan çocuktaydı. Hoplaya zıplaya yanımıza geliyordu. Yukarıdan Mahbule Teyze "Kerem koşmasana çocuğum dökeceksin lokumları." Diye azarladı onu.

"Ben büyüdüm artık ,düşmüyorum hiç." Diyen Kerem küçücük boyuyla büyüdüğünü iddia edince kendimi tutamayıp güldüm. Ne kadar büyüdüğünü söylese de tam tersi küçük adımlarıyla yanıma ulaştı. Önümde durup "Lokum alır mısın?" Diye sordu. Güllü lokumlardan bir tanesini alarak ısırdım. Diğer elimle de Kerem'in saçlarını okşayarak teşekkür etmiştim.

O arkasını dönmüş Mahbule Teyze'nin bağırışlarına inat zıplaya zıplaya ilerlerken gözlerim çocuğun ilerleyişini izleyen Bora'ya takıldı. Bugün bir durgundu. Nedenini anlamamıştım ama çoğu zaman yeşil gözüken ela gözleri uzaklara dalıp gidiyordu.

"Neden üzgünsün?" Diye sordum. Ne düşünüyorsa öyle dalmış olmalıydı ki sorumla irkildi. Omuzlarını geriye gitmesinden anlamıştım bunu. Sonra gözleri yavaşça boş sokaktan çekilip bana değdi.

"Aklıma birkaç anı geldi bir anda."

Kısa,geçiştirilmek için verilen bir cevap gibiydi. Devamını getirmesini bekledim ama sustu.

"Kötü anılar mı?"

Yüzüne buruk bir tebessüm oturdu. Ardından omuz silkerek "Dosteyevski'nin
İnsancıklar'ını okumuş muydun?" Diye sordu ama cevap vermemi beklemeden "Orada şöyle bir cümle geçer. Anıların güzel olanları da kederli olanları da insanı hep hüzünlendirir." Diye tamamladı cümlesini.

"Çünkü güzel de olsa duyduğumuz özlem gitmez,bir daha o an'a dönemeyiz."

"Aynen öyle." Diyip ayaklandı. "İçeri giriyorum ben,burada mı duracaksın?"

Nedense yalnız kalmak istediğini düşündüm o an. "Biraz daha duracağım,bu saatte müşteri olmuyor zaten."

Beni onayladıktan sonra içeri girdi. Her gün düzenli olarak yaptığı alışkanlıkları vardı. Tuhaf isimler taktığı kedilerini beslemek gibi. Müşteri yoksa kitap okumak,gün battığında müzik açmak,gün içinde en az 4 bardak çay içmek... Muhtemelen yine kitap okuyacaktı. Telefonumdan maillerimi kontrol ederken yoldan geçen iki kişinin konuşması bana kadar geldi. Çünkü hiç de sessiz olmak gibi bir uğraşları yoktu. Güle güle konuşuyorlardı. Göz ucuyla baktığımda birinin şu Ali'nin  mahallenin diliyle "yanık" olduğu kız,bir diğerininse maçta karşı mahallenin tarafında gördüğüm bir diğer kız olduğunu fark etmiştim.

"Çok yakışıklı adam aslında. Hem de doktor. Ama zavallım,orada kitapların arasında çürüyor."

Bunu diyen Ali'nin sevdiği kızdı. İçimde ucu bucağı belirsiz bir sinir dalgasının peyda olduğunu hissettim. Bir insan kitapların arasında nasıl çürüyebilirdi ki?

"Aman boşversene." Dedi diğeri. "Kendi tercihi. Ona makam mevki de verseler kabul etmez ki. Kendi tercih etti bıraktı gül gibi mesleği. Bu dükkan bir sığınak ona. Mağarasında mutlu."

"Aman şekerim. Mahallede yakışıklı mı kalmamış? Ona mağarasında mutluluklar diler önümüze bakarız. "

İki arkadaş şen bir kahkaha patlattılar. Sonra geldikleri gibi boş lakırdılarla yollarına devam ettiler. O sinir dalgası gel-git yapıp sertçe kumsala vurdu.  Arkalarından bir şey söylememek için dudağımı ısırdım. En üzücü olan bazı insanların en iyi yerlerde okusalar bile 'insan' olamayacak olmalarıydı. Oturduğum yerden kalkarak içeri girdim. Kızların 'mağara' benzetmesinden sonra Bora'ya sormak istemiştim bunu.  Yanına giderek "Sizce okumak ne demek?" Dedim pat diye. Ani sorumun sebebini anlamışa benzemiyordu ama düşünmeden cevap verdi.

"Babam derdi ki gideceğiniz yer neresi olursa olsun,başınıza neler gelirse gelsin,ne yaşarsanız yaşayın kitaplara sığınmaktan vazgeçmeyin. Okumak ruha can verir. Yani okumak ruhun mazotu gibi."dedi ve durdu. "O olmadan bu yol nasıl tamamlanır ki?"

Yoldan kastı hayattı. Okumadan hayatı tamamlayamayacağını söylüyordu. Burası kızların ima ettiği gibi onu insanlardan uzaklaştıran,yabanileştiren bir mağara değildi. Ruhunu huzura teslim ettiği güvenli alan, bir sığınaktı.

O an içimde bir güneş açmış gibi hissettim. Deniz durgunlaşmış,dalgalarını geri çekmişti  Sımsıcacık oldum sanki. Bora'ya karşı içimde bir saygı oluştu.

"Neden sordun?" Dedi sessizliğim karşısında. "Hiç,aklıma geldi bir anda. " Diye cevapladım onu. "Çok okuyorsunuz falan diye."

Arkasını aramadı. Tahmin ettiğim gibi elinde bir kitap vardı. Tam arkamı döneceğim sırada kitabı masaya bırakarak gözlerini bana çevirdi. "Yarın düğüne gelmek ister misin?"

"Sizle mi?" Bir anlık boşlukla sorduğum soru karşısında afallamıştı. Kısa bir duraksamanın ardından boğazını temizleyerek "Yani Ceren sordu o yüzden. Başımın etini yedi,sana söylemem için."

"İyi ama ben davet edilmedim."

"Bunun sorun yaratacağını düşünmüyorum. Yani bizle geleceksin nasıl olsa."

Gülesim gelmişti ama bunu basıtırarak "Olur." Dedim. "Dükkanı kapatacak mıyız?"

Ceren sormak istese kendi sorardı zaten Bora Bey,çocuk muydum ben? Yine de anlamamış gibi yapmayı tercih edip konuyu değiştirmiştim.

"Bir günden kimse ölmez,zaten mahallenin yarısı düğünde olacak."

"Tamam öyleyse,gelirim." Kafasıyla onaylayarak kitabına döndü. Uzun süredir aklımı kurcalayan bir soru vardı ve öğrenmem gereken onca şeyi düşünürsek bir yerden başlamam gerekiyordu. Bu sebeple bir adım atmak istedim.

"Patron?"

Patron kelimesini de Bora demem kadar sevmiyordu ama umrunda olan kimdi?

Derin bir iç çekişle" Efendim Şafak?" Dedi.

"Bir şey soracağım."

"Sor?" Sesi bezgin çıkmıştı. Sanki sürekli bir şeyler sormuyormuşsun gibi haber veresin mi geldi,diyordu bakışları.

"Üst katta ne var?"

"Nası ne var? Kitap var işte,kaç kere çıktın."

Anlamamazlıktan geldiğine emindim. Bin kere çıktığım şeyi soracak değildim herhalde. Bazen girip bir saate yakın kaldığı bir oda vardı. Kapısı daime kapalıydı ve ben anahtarını bulamamıştım.

"Hayır,küçük odadan bahsediyorum. Hiç orayı temizlememi söylemediniz."

"Nerden geldi şimdi aklına o oda Şafak?"

"Ne yapayım,merak ettim."

Ayağa kalkıp beni arkasında bıraktığında "Sanki merak etmediğin bir şey varmış gibi..." Diye söylendi. "Nereye gidiyorsunuz Bora Bey?" Diye seslendim arkasından. İnsan konuşmanın ortasında kalkıp gider miydi canım?

"Gel Şafak gel. Odayı göstereceğim işte."

Yok artık,ilk defa bir şey bu kadar kolay olmuştu.

Adamı bıktırdığın için olabilir mi Şafak?

Hiç itiraz etmeden arkasından tin tin takip ederken hızlı hızlı merdivenleri çıktı önümden. Cebinden bir anahtar çıkararak kapıyı açtı ve geçmem için yol verdi. İçeri girdiğimde ne görmeyi bekliyordum bilmiyorum ama beklediğimi bulamamıştım. Omzunu düşürerek "E burada da kitap var! Niye kitli duruyor ki?" Diye sordum.

"Kitaplara dikkatli bak." Dedi sadece.


Birkaç adım daha atarak odanın içine iyice girdiğimde ilk önce yerdeki renkli 4 5 minder çekti dikkatimi. Oda halıyla kaplıydı. Duvarları kırmızı,rafları tahtadandı. Camı yok sanmıştım ama son kat olduğu için tavanda üçgen bir cam olduğunu gördüm. Sonra raflardaki kitaplarak değdi bakışlarım. Eski ciltleri çekmişti ilk önce dikkatimi. Sonra fark ettiğim şeyle "Yok artık!" Dedim. "Bunların hepsi ilk basım,nereden buldunuz bunca değerli kitabın ilk basımını?"

"Babamın koleksiyonuydu. Burayı sahaf gibi işletirdi. Çok uğraşmıştı bunları toplamak için."

Elimi kitapların üstünde gezdirirken çoğunun özenle dizildiğini fark etmiştim. Bir raf diğerlerinden farklıydı ama. "Bu raf niye böyle karışık?" Diye sordum.

"Onlar defalarca okuduğum ve okuyacağım kitaplar. Sevdiğim bir kitapta der ki 'Mesele sevdiğiniz kitapları hayatınızın kırılma anlarında yeniden okumaktır. Kitapların canlı olduklarını, nefes aldıklarını, tıpkı insanlar gibi yaşlanıp huy değiştirdiklerini o zaman anlarsınız.'

Ona hak verdim. Aslında kitaplar huy değiştirmiyordu ama bizim hayatı algılayışımız değiştikçe her okuyuşta farklı bir yeri dikkatimizi çekiyordu.   Onun kitaplarında daha çok durdu gözlerim. Körlük,Budala,İnce Memed,Cesur Yeni Dünya,Küçük Prens, Uçurtma Avcısı,Bir Çift Yürek,Beyaz Zambaklar Ülkesinde,Nutuk,Savaş ve Barış,Küçük Ağa,İnsancıklar,Puslu Kıtalar Atlası,Butimar,Çiçekler Büyür,Huzur,Suç ve Ceza...

Bütün ömrünü bir rafa sığdırmış gibi hissettim. Hissettiği, düşündüğü,düşlediği her şeyi. Gözümün aralardan seçtikleriydi sadece bunlar,daha bir dolu kitap vardı. Diğerlerine oranla daha ince ve en başta duran kitap dikkatimi çektiğinde çekerek çıkardım yerinden.

Kapıya yaslanmış beni izliyordu. Kapağını açtığımda ona eşlik eden bir gıcırtı duyuldu. Tahta zeminde bana doğru bir adım atmıştı.

"Ağaclar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur?
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum, sen yoksun,"

Kapağını açtığım şiir kitabının dizeleriydi bunlar. Her cümlesinde bir adım atmış,iyice yanıma yaklaşmıştı. Eli kitaba uzandı ama bırakmadım. Kaldığı yerden devam ettim. Tek farkla,o ezberinden okumuştu bense sayfada gözlerimi gezdiriyordum.

"Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
İnsan bir akşamüstü ansızın yorulur
Tutsak, ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Bir kaç hayat cıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu."

Sayfadan çevirdim gözlerimi. "Güzelmiş." Dedim. Sesim neredeydi? Bu çok derinlerden gelen kısık ses miydi benimkisi?

Gözleri odağını kesmeden doğruca gözlerime bakıyordu. Onunla raf arasındaydım. Kitabı elimden almak için yabıma gelirken çok mu yaklaşmıştı sanki. Her adımı yavaş ve sancılıydı. Her adımında bir dize dökülmüştü dudaklarından. Şimdiyse hemen yanıbaşımda dikiliyordu.Gereğinden fazla mı yakındık,yoksa bu küçücük oda mı bana dar geliyordu? Gözleri bu kadar yeşil miydi? Hayır elaydı. Peki saçları? Saçları kurmalın hangi tonuydu?

İnsanlarla uzun süre göz teması kurmaktan hoşlanmazdım ama geri çekilmek yapıma tersti. Asya olsa inadına uzun uzun bakardı gözlerine,pes etmezdi. Ama Şafak korktu. Çünkü içinde bir yerlerde bir şeyler yolunda gitmiyordu. Bu ses de neydi böyle? Güm güm güm...

"Aa şey," elimi kaldırmış saçlarımı düzeltirken rahatsız olduğum sessizliği bozmuştum ama ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Sesim titremişti yeni yetme gibi.

"Şiir de mi seviyorsunuz?"
Dedim en sonunda. Sırtımı ona dönmüş elimdeki kitabı aldığım rafa sıkıştırmıştım. Boğazını temizledi. "Sadece bazı şairlerden."

Tekrar arkamı döndüm. Allah aşkına hala bu kadar dibimde ne işi vardı bu adamın?

Gözlerimi o hariç her yönde gezdirirken yerdeki puflar dikkatimi çekti birkez daha. İşaret parmağımla göstererek "Bu puflar-" demiştim ki "Çocuklar için." Diyerek kesti sözümü.

"Yazın okul kapandığında küçükler için okuma saatleri yapıyoruz."

"Bu çok güzel bir fikir." Dedim parlayan gözlerimle. O anda bir şeyin yere düşme sesi odayı doldurduğunda ikimizde irkildik.

"Müşteri mi geldi acaba?" Diyerek odanın kapısına koştum. Merdiven basamaklarını hızlı hızlı iniyordum. Ya da biraz önceki atmosferden kaçıyordum arkama bakmadan.

"Ne münasebet!"

Yakınen tanıdığım bu ses olayı daha da karmaşık bir hale sokmuştu. Sonunda aşağı inebildiğimde seslerin geldiği yere çevirdim başımı. Hemen arkamda benimle birlikte aşağı gelen Bora kapının önünde durmuş iki insana anlamsız gözlerle bakıyordu.

Şaşkınlığını atlattığımda "Senem?" Dedim. En yakın arkadaşım çatık kaşlarını yanında duran Ali'den bana çevirdiğinde "Şafak!" Dedi. "İşe başlayalı ne kadar oldu arkadaşım bir hayırlı olsun diye ziyaret etmek istedim. Hem kitap ihtiyacım da vardı."

Seni yalancı. Tek derdi Bora'yı görmekti. Bana bunu sormadan nasıl yapabilirdi!

"Ali?" Dedim bu sefer. O da "Çay içmeye gelmiştim ama hanımefendi yolun ortasında kamp kurduğu için giremedim içeri."

"Sandalyeyi düşüren de benim hatta değil mi?"

Senem'in sözleriyle az önce oturduğum o sandalyenin devrilmiş olduğunu gördüm. Demek çıkan ses ondan gelmişti.

"Hayır ben düşürdüm. Kapıda dikildiğiniz için çarptım çünkü."

"Ya sabır." Dedi Senem. Hali epey komikti. "Neyse," diyerek gerginliği toplamaya çalıştım. "Bora Bey bu benim en yakın arkadaşım Senem. Bir 10 dakika onunla ilgilensem sorun olur mu sizin için?"

"Sıkıntı yok Şafak. Ali yürü sen de abicim. Çay içmeye kahveye gideceksin bak dışarda kapının önünde kitapçı yazıyor." Dedi homurdanarak.

Senem Ali'nin azarlanmasından hoşnut bir biçimde ona bilmiş bilmiş bakarken saçlarını savurarak benim yanıma geldi. Ama yaptığı pek de iyi değildi onun için. Gözlerine onu deşecek gibi bakıyordum çünkü.

"Ne arıyorsun burada?" Dedim kolunu çimdiklerken. Sesim kısık da olsa bağırıyordum sanki.

"Ay ne var canım,hayırlı olsuna geldim."

"Aynen canım bak bu da benim külahım,al onunla devam et konuşmaya."

"Öff ne sıkıcısın As-Şafak." Dediğinde neden sinirlendiğimi anlasın diye kaşlarımı çattım. Az kalsın diğer ismimi söyleyecekti.

"Yalnız patron da çok yakışıklıymış maşallah."

"Çok sevdiysen buyur nikah masasına alalım sizi Senemcim." Sesimde bariz bir alay vardı. O ise sinsi sinsi sırıtarak "Olur." Dedi. Gözlerim sonuna kadar açılmıştı. Sonra nedenini anlamadığım biçimde kahkaha attı. "Kızım baksana suratına,kireç oldu."

"N-ne? Ne alakası var? Ne gülüyorsun be?"

"Bebeğim ben o nikah masasına otururum ama şahit olarak. Senin şahidin." Diyip göz kırptı.

Gözlerim mümkünmüş gibi daha çok açılırken göz bebeklerimin de büyüdüğüne emindim. "Ne münasebet!" Dedim hırsla. "İşim bile olmaz."

"Hıhım,hıhım öyledir."

"Of,çıldırtma beni Senem. Şuradan istediğin bir kitabı al sonra da git. Zor duruma sokma beni."

"Ay iyi be,istenmediği yerde de durmam. Zaten kapıdaki adam da sinir etti beni."

"Ali mi?" Dedim. "Çok tatlı çocuktur aslında."

"Aman tatlılığı batsın onun. Kaba adam!"

Ali'yi savunsam da bir şeylerin değişmeyeceğini bildiğim için susmayı tercih ettim. Sıkıştırmalarım sonucunda o da bir kitap seçmiş ve kasaya doğru ilerlemişti. Arkasından iteklemelerim sonucu Bora ile muhabbet etmesine izin vermeden dükkandan çıkarmayı becerebildim Senem'i. Derin bir nefes vermiştim.

"Arkadaşının gelmesinden pek memnun olmadın sanırım?"

"Yok,yani neticede burada çalışıyoruz. Siz kızarsı-

"Şafak abla!"

Sözümü pat diye dükkana dalan Ceren kesmişti. Heyecanlı görünüyordu. Sözümü tamamlama gereği duymadan ona döndüm. Üstünde tatlı yeşil bir elbise vardı. Onu süzerken "Ceren,çok tatlı olmuşsun." Dedim. Saçını geriye savurarak "Teşekkür ederim." Dedi. "Sinemaya gidiyorum da arkadaşlarla dışardan seni görünce aklımdayken söyleyim dedim. 4 gün sonra düğün var,gelecek misin?"

Hani Ceren sizi sorması için tembihlemişti Bora Bey? O zaman kendi neden bir daha soruyor?

Bakışlarımı ondan çekip Bora'ya çevirdim ve gözlerine dik dik bakarken "Geleceğim." Dedim.

İşimiz gücümüz yokmuş gibi bir de düğün çıkmıştı başımıza.

....

Selam,nasılsınız? Uzun bir bölüm olmadı ama daha fazla bekletmek istemedim.

Bu bölümün şarkısının havası çok bu kitaba aitmiş gibi geldi dinlerken. O yüzden bu bölümü çok sevdim. Umarım sizlerde sevmişsinizdir.

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere💙

Continue Reading

You'll Also Like

24.1K 2.8K 26
İmam'ın oğlundan aşk taktikleri almak isteyen meslek liseli çocuk. 31/03/2024- texting #1 15/04/2024- mesleklisesi #1
469K 2.3K 4
tamamlandı. acar arslan dünyaca ünlü bir futbolcudur. bir gün eski hattını geri takar ve instagram'dan 'bebeğim kişisi instagramda, ona merhaba demek...
251K 5.9K 4
Derin Gökser, 17 yaşında babasının işleri nedeniyle doğup büyüdüğü ilçeden, evinden ve okulundan ayrılmak zorunda kalır. Duygusal sancıların içinde...
20.6K 805 38
Bir açıklamada bulunmak istemiyorum okuyarak karakterlerimin dünyasına katılmayı deneyin :)