Seni Tanıyorum

By angelllber26

139K 8K 5.8K

Kelebek etkisinin hiç acımadan değiştirdiği hayatlar... Pis bir barın yollarını kesiştirdiği, bambaşka huyda... More

Tanıtım
1. BÖLÜM
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
5. BÖLÜM
Doğum günü
500 oy 4 kitap
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM (Final)
SürpriZ
SürpriZli SürpriZ

23. BÖLÜM

3.9K 751 616
By angelllber26

Melike Şahin / Uykumun Boynunu Bükme

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Doğum günü insanın kendi hayatı üzerinde düşündüğü bir gündür.

Stefan Zweig (Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu)

Armağan dönüş yolunda huyu olmadığı halde hareketli bir şarkı denk gelene denk radyonun kanallarını değiştirdi. Elleriyle direksiyonda tempo tutarken onu Hasret'e kavuşturacak her bir kilometreyi zevkle kat ediyordu. Üç haftadır süregelen bu durum damarlarında kanla birlikte saf bir mutluluğun da dolaştığını kanıtlıyordu adeta. Ağırdan aldıkları ilişkileri; Armağan için dört nala koşan bir Arap atı hızındaydı ve bundan şikayetçi olmak aklına gelmiyordu. Yarın Hasret'in parça tesirli bomba etkisinde dağılmadık yerinin kalmayacağından emindi ama geç kalmış dürüstlüğünün vicdanını rahatlanan tarafıyla zaman alsa da her şeyin iyi olacağını umuyordu. Nilgün'le bu akşamki görüşmesi ona göre özellikle verimli geçmişti. Bir kısmını hatırlayınca yüzündeki gülümseme genişledi, ardından dudakları mutlulukla yer değiştiren endişeyle düz bir çizgi halini aldı.

"Yarın doğum günün, değil mi?"

"Unutmamışsın."

"Beynimin unutma kısmı pek aktif çalışmıyor bilirsin."

"Bilmez miyim?"

Nilgün, son üç haftadır gözle görülür şekilde olumlu değişimler gösteren, kapıdan girişinden gidişine dek aptal aptal olmadık her şeye sırıtan adamı böyle görmekten oldukça memnundu. Babası öldüğü gün, göbek atacak kadar neşeli olan on üç yıl önceki halinden sonra kalıcı tebessüm yerleşmiş yüzünü her hafta görmeyi iple çeker olmuştu. Ama artık biliyordu ki; Hasret etkisi kendisinin ona karşı görevini sonlandıracaktı ve Nilgün bundan asla gocunmuyordu.

"E, anlat bakalım. Bugün nelerle geldin?"

Armağan'ın gülüşü değişmemişti ancak Nilgün gözlerinden geçen belli belirsiz gölgeyi yakaladı. Yaklaşık bir aydır dürüstlük üzerine konuşsalar da, doktoru dürüst olmanın bedellerine karşı onu hazırlayamayacağını biliyordu.

"Yarından sonra tuttuğu eve taşınacak ve ben yarın, yani doğum günümde ona gerçekleri anlatacağım."

"Her şeyi mi?"

"Her şeyi. Ama önce onu bağlamam gerek sanırım." diyen Armağan gönülsüz bir kıkırtı çıkardı. Hiçbir halatın, düğümün minik kadınını tutacak kadar sağlam yapılmadığından adı gibi emindi.

"Son görüşmelerimizde gündemimizi bu konunun kapladığını biliyorum ancak acaba diyorum; evini yaktığın kısmı es geçsen daha mı iyi olur? Mutlak bir dürüstlük yerine hani derler ya beyaz bir yalan ilişkileri kurtarmanın anahtarı olabilir."

Armağan, her gece sevdiği kadının koynuna, yarın ona gerçekleri tüm çıplaklığıyla anlatacağına kendine söz vererek giriyordu. Ne var ki; onun sabah olduğunda yatakta gözleri kapalı, gerinirken başlayan gülümsemesi arabada, yolda, kucağında, ofiste, yemekte gücünden hiçbir şey kaybetmeyen güneş gibi parlarken o da, bu konuşmayı sürekli erteliyordu.

"Olmaz. Onun anılarını, hayallerini kaybettiğini düşünmesini sağladım ancak öyle değil. Yanan sadece işe yaramaz, eski eşyalardı. Ev sahibi güya sigortadan alacağı parayı duyunca ağlamak için soğan doğramak zorunda kalmıştır. İşin özü, evde bir kutusu vardı ve içindeki meblağı tekrar biriktireceğine olan inancı kırılır da bana gelir diye onu saf gibi bekledim. Bu akşam buraya gelmeden önce, ofiste tuttuğum kutuyu eve uğrayarak bıraktım. Onunla evlenmek istiyorum ve daha fazla erteleyemem. Anlayacağın yarın ona hayallerini iade edebilmek için tüm ayarlamaları yaptım. Tabii en büyük ayarlama elbette sayende bulduğum cesaretim oldu."

"Umarım işler umduğun gibi gider oğlum ve ben göbek atmak için düğününüze gelirim."

Hasret'i gelinlik içinde hayal etmek öyle kolay olmuştu ki; Armağan o beyaz elbiseyi onun üzerinde fazla tutmamayı bile düşünürken buldu kendini. Hasret bir düğün ister miydi, isterse düşlerindeki düğün nasıl olursa olsun her bir detayını iğneden ipliğe kadar gerçekleştirecekti. Ve bir kadına bağlılık yemini edebileceğini bu yaşına dek zihninin en hayalperest köşelerinde bile düşünememiş bir adam olarak Armağan, Hasret sonsuz merhametiyle onu affeder affetmez onu babasından istemeyi aklının bir köşesine yazdı. Bir de o elbise ayaklarının dibine düştükten sonra ise, muazzam bir gerdek gecesi için çalışmalara başlamasını gerektiğini...

"Bunu ilk sana söylerim, merak etme."

"Peki, yanlışsam her zaman düzelt beni ama sen hiç, bir kadınla birlikte oldun mu?"

Doktoru aralarında hiç konuşulmayan konuyla ilgili soruyu, onu dokuz yaşından beri tanımanın getirisiyle en uygun zamanda sormayı başarmıştı ya, pes doğrusu. Daha yüz görümlüğü taktığı hayali, zihninden silinmemişti. Yüzünün yanmasına aldırış etmeyerek dürüst olmaya bu sorudan başlarsa belki Hasret'le işler rayında giderdi.

"Olmadım."

"Şimdi aşık olduğun kadına ilk an duyduğun öfkeyle bana tekrar gelmeye başladığında ondan hiç iyi bahsetmedin. Tahminlerim beni yanıltmıyorsa anlattıklarından yola çıkarak Hasret bu konuda senden daha tecrübeli diyebilir miyiz?"

"Sekiz yıllık bir ilişkisi vardı." Aklına koynuna soktuğu Kutay geldiğinde bunları doktorunun karşısında asla dile getiremeyecek olmanın hıncıyla yumruklarını sıktı. Kendi midesine inmeye hazırlanan darbeyi güçlükle bastırdığında devam edebildi. "Sonrasında, ciddi olmayan birliktelikler yaşamış olabilir."

"Ve bu senin için sorun, değil öyle mi? Sen cevaplamadan tırnak açarak belirtmek istiyorum, zira bir kadından beklenen cinsel eksikliğin bunu arzulayan erkekte de olması taraftarıyım."

"Haklısın. Senin gibi düşünüyorum ve evet, bu benim için sorun değil. Umarım Hasret için de benim durumum sorun olmaz."

Flört adı altında geçen üç haftaya Armağan otuz üç yıldır atmadığı kahkahayı sığdırmıştı. Onunla geçen her saniye, sonraki sayfayı çevirmek için acele ettiği, akıcı bir kitaptan aldığı haz kadar cezbedici, yediği bir tatlının damağında bıraktığı tat kadar doyurucuydu. Yüzeysel yaşadıkları birbirlerini tatmin etme oyunlarını, bir daha minimum sürede bitirmemişti. En azından Hasret'in yüzünden anladığı onun da yaptıklarından zevk aldığıydı. Ve fiziksel birleşme anında onu yarı yolda bırakmamak için bir takım hazırlıklar yapıyordu. Doktoru düşüncelerini bölmese Hasret'i düşünürken bile erekte olabilirdi.

"Kadınlar kendilerini gözeten bir erkekle yaşadıkları cinsel birliktelikleri sorun etmezler. Aklında olsun." diye göz kırptı Nilgün.

Bu kadın inli midir, cinli midir? Aklından geçeni okumadıysa şerefsizim, tövbe tövbe tövbe, püh püh püh diye tükürüğüyle yüzünü yıkayan iç sesini bastırmak istercesine sesini yükselterek ayaklan Armağan ofisten hızla çıkmıştı. Şimdi arabasında evinin, demir kapısından içeri süzülüyordu. Aydınlık ön bahçeye park ettiği araçtan koşarcasına inerek kapıyı anahtarıyla açtı. Bu da Hasret'le kazandığı bir diğer alışkanlıktı. Ayşe Hanım üç gün önce dönmek için aramış ancak Armağan istediği kadar kalabileceğini söylemişti. O hayatında hiç yokmuş gibi yaşamaya alışan davranışları değişmemek üzere Hasret'le bütünleşmişti.

Geniş holden salona geçtiğinde Hasret'i mutfak masası yerine salondaki büyük masaya hazırlanmış, ziyafet sofrasında görünce bir an şaşırsa da onu gündüz işte giydiği giysiler yerine, dolaptan şık bir elbiseyle görünce özellikle hazırlanmış olduğunu anladı. Yerinden kalkmayan kadına adımladı ve ona doğru eğilerek dudaklarından öptü.

"Çok güzel görünüyorsun. Seni özledim."

"Hoş geldin, aç mısın?"

"Hoş buldum. Birkaç saatlik ayrılığa bile tahammülüm yok. Hasret başka eve geçmene alışabileceğimi sanmıyorum."

Ağzından dökülmesine engel olamadığı cümlelerle adeta gençliğinin ikinci baharını yaşayan adam, kendine güldü içinden. Gerçi ikinci değil, yaşayamadığı tüm mevsimlerin ilkini Hasret, Mikail gibi doyasıya yaşatıyordu ona. Üstelik bu saatte geleceğini bildiğinden yemek için onu beklemiş olması neredeyse aralıksız, git gel sekiz saatlik yorgunluğu alıp dağlara taşlara fırlattı.

"Hadi ama, ben gelmeden önce yıllarca yalnız yaşamışsın."

"O zaman varlığınla neşelenecek bir kalbimin, gülüşünle ısınacak bir ruhumun olduğunu bilmiyordum. Bana sen öğrettin."

Mendebur adam öyle güzel konuşuyordu ki, Hasret'in bambaşka bir sebepten akmamak için direnen gözyaşları çoktan gözlerini yakmaya başlamıştı. Bundan bir saat önce, haftalardır salaklığının tadını çıkarırken işitse, ayaklarını yerden kesecek cümleler şimdi adamın karşısında put gibi oturmasına, sandalyeden düşerek yığılıp kalmamasına yetiyordu ancak. Sadece gülümsemekle yetindi.

Armağan ellerini ondan çekemeyen yanını baskılayarak yıkamaya gitti ve döndüğünde doğruca masada ona ayrılan kısma oturdu. Hasret gecenin bu saatinde yorgun olurdu genellikle ama tabağındaki yemeğini çatalla deşmezdi. Aklını kurcalayan, belki de işyerinde canını sıkan bir olay yaşamış olma olasılığı Armağan'ın da hareketlerini yavaşlattı.

"Hasret, bir sorun mu var? Canını sıkan bir şey mi oldu?"

Daldığı düşüncelerden onun sesiyle çıktığında gerçeklerden daha fazla kaçamayacağı gibi bu evden bir an önce kaçıp gitmesi gerektiğini tokat gibi çarptı yüzüne. O gelene dek hazırlayacağı sürpriz not kağıtları yerine elinde kutusu, Armağan'ın masasının dibinde, duvara zar zor taşıdığı bedeniyle ağlamıştı. Onun gelmesine yakın toparlanmaya karar vermiş, gidişinin asil görünmesi için bir de süslenmişti. Sanki insanı giydiği pahalı kıyafetler daha değerli yapıyormuş gibi... Şu an bulundukları odada, iki kişiden ancak birine değer biçerdi ve o da kendisi olurdu. Başını güçlükle kaldırarak, tiksinmeden bakmaya çalıştığı, ona endişeyle bakan adamı süzdü.

"Hayır, iyiyim. Cuma günleri haftanın yorgunluğu insana acımıyor." Bir de seni sevdiğini sandığın adamın sana sunduğu peri masalındaki, uçurumun tepesinde yer alan yükseklikten düşerek uyandığında dizlerinden fazlası kanıyor teatralıyla burnunu çeken iç sesini duymazdan geldi.

"İstersen Bozcaada'ya gittiğimizdeki gibi ayaklarını zevkle ovarım. Bakalım bugün zengin oje renk kartelasından bugün benim için ne seçtin?"

Bozcaada... Geçen hafta bir başka rüyaya yatıp o güzel rüyanın kabusa dönüşeceğinden bihaber onunla geçirdiği zevk, aşk, tutku, eğlence dolu anlar... Israr ederek bozulan yerleri temizlemiş ve onun için bir düzine oje satın alarak seçtiği renkle bir de tırnaklarını boyamıştı ve bunu yaparken öyle masumdu ki; bir hırsıza, caniye, intikamdan gözü dönen bir azılı bir düşmana benzemiyordu.

Uzun süre gece çalıştığı için, yeni işinde, sabah erken kalktığından gece yarısı olmadan uykusu geliyor ve yatağa gidiyordu. Böyle cumaları saat on ikiyi geçtiğinde arkasından sarılan güçlü kollarının temasında, onun okşayışları, yakıcı öpücükleri karşısında erimek için araladığı gözleri mutlak bir tatminin ardından yine kapanıyordu.

Hasret sinema izleyip izlemeyeceğini sorduğunda çok çalışması gerektiğini söyledikten beş dakika sonra elinde mısır kovasıyla onun yanına sokulan adamla onu ateşler içerisinde yakan adam aynı kişi miydi yani? Beklentiyle ve artık yanlış anlamlandırmaktan bıksa da aşkla, arzuyla ona bakan adama sakince cevap vermeye çalıştı.

"Bugün oje için vaktimiz yok. Doyduysan kaldırayım mı?"

Verdiği onaydan sonra ona yardım eden Armağan, ondan sonra salona girdiğinde Hasret'i elinde bir kutuyla buldu. Son derece şık paketlenmiş dikdörtgen kutu ne içindi çözemedi ama görünüşe göre onundu. Hasret derin bir nefes alarak elindekini ona uzattı.

"Vildan, yarın yani saate bakarsak bugün doğum günün olduğunu söyledi. Ben dört mayıs biliyordum. Bu sana, doğum günün kutlu olsun."

Armağan'ın güneşli bir tatil yerini andıran yüz hatları, üzerine çığ düşmüş gibi bir afetle yer değiştirince Hasret bir an pişman oldu. Doğum günlerinde yalnız olmak kadar can yakıcı bir şey varsa o da mutlaka terk edilmek olmalıydı ve Hasret de tam olarak terk eden tarafta olmanın ceremesini saçma da olsa suçlulukla çekiyordu. Şu an yüzüne nasıl baktığına hayret ettiği adamdan cevap alana kadar oyalanacak sonra da bu kahrolasıca evden arkasına bakmadan çıkıp gidecekti. Sonsuz yaşama sevinciyle girdiği bu evden taşlaşmış bir kalple ayrılacaktı.

"Hasret ben o gün...Yani seni o mumu üflerken gördüğümde..."

"Önemli değil, doğum günümü kutlamak için yalan söylemen çok hoştu. Beni tanıyordun ama söylemek için henüz erkendi. Hadi açsana." En az evimizi yaktığını söylemek için çok geç olduğu kadar erkendi diyerek elindeki peçeteye sümküren iç sesi bile artık Armağan'ı savunmuyordu.

"OH! Bana hakaret etmediğin için şanslıyım. Hediyeye gerek yoktu."

"Olur mu öyle şey? Herkes doğum günlerinde hediye almalı."

Elindekine parlayan gözlerle bakan adamın az sonra da bu kadar mutlu olup olmayacağını düşünürken ilk söylediği cümle beyninde dönmeye başladı. Yani seni o mumu üflerken gördüğümde... Hangi mumu? Pastanın üstündeki mumları ona zorla üflettiğinde kendisi tek nefes gönderemeden hepsini Armağan söndürmüştü. Onun bu yıl üflediği tek mum, takoz kalınlığında, daha demin yemekten sonra düzenlediği, maun masanın üstünde süs niyetine duran, siyah dekor mumuydu. O, elindeki yaldızlı paketi azami özen göstererek açarken Hasret gözleriyle etrafı kolaçan etmeye başladı. Mutfakta ve Allah bilir daha başka nerelerde gizli kamera olduğunu düşünecek olursa aklını kaçırabilirdi.

Ve kaçırdı da...

Buzluktan et çıkarıp yemedin... siktiğimin bir kitabını bile izin alarak okudun... Evde ben yokken havuza bile girmedin... Eve ekmek aldın geldin sen ya lanet kadın... Benzinin bitti, cebinden ödedin... Hadi sen odanda oyuncaklarınla oyuna...

"Sen benim o mumu üflediğimi nereden biliyorsun?"

Cevabı biliyordu. Sadece Armağan'ın bu cevap için seçeceği kelimeleri, onları ağzından çıkarırkenki ifadesini görmek için sormuştu. Benzin aldığına kadar her şeyini bilen adam, onu sadece evin içinde değil, dışarıda da izletiyor demekti.

"Ben... Hasret ben... Seninle yarın bu konuyu konuşacaktım."

"Hangi konuyu? Sirk maymunuymuşum gibi beni gözetlediğini mi anlatacaktın? Yoksa, arabanı alır kaçarım diye peşime adam taktığını mı?"

"Sen bunları nasıl..."

"Sana hediyeni verene dek bilmiyordum. Bazen insanın gözünü açan turuncu bir portakal oluyor, bazen de siyah bir mum. Hadi sen de hediyeni aç. Amma oyalandın. Ver ben açarım." Elinden çektiği paketin bir kısmı kalkmış ambalajını yırtarak açtı ve çekmecede yanlışlıkla bulduğu kutuyu gördüğünde Armağan'ın yüzündeki değişimi saniye saniye izledi. O, daha geçen hafta denizde hafif bronzlaşan teni beyaza kesmişti. "Bunların sende ne işi var?"

"Etrafı kurcalamaya mı başladın?" Bravo kurabileceğin en boktan cümleyi kurdun, önünde eğiliyorum diye reverans yapan iç sesi öyle haklıydı ki, pişkinliğe vurmaktan başka yol bulamadı.

"Bunlar bana ait. Yangında kurtaramadım diye üzüldüğüm ne varsa senin çekmecenden çıkıyor. Biriktiğim para bile burada. Kimsin sen? Benim tanıdığım Armağan'a ne yaptın?"

"Çok lazımsa alabilirsin."

"Sen benimle alay mı ediyorsun?"

Hasret elindeki kutuyu hızla fırlattı. Ve kapağı açılarak zemine sertçe çarpıp tiz bir ses çıkardığında Armağan istifini hiç bozmadı. İçindekiler yerlere saçılmıştı ve Hasret daha o an pişman olmuştu. Eğilerek annesiyle olan fotoğrafları tekrar kutuya yerleştirdi ve sanki ondan koparılmış çocuğuna sarılır gibi kutuyu bağrına bastı.

"Hasret, ben her şeyi anlatacaktım. O kutuyu bu öğleden sonra getirdim eve."

"Bu kutuyu benden aylar önce çaldın. Hayallerimi, hatıralarımı kaybettim sandım."

"Biliyorum, öyle sanman içindi ama ben pişmanım."

"Olmalısın. Gerçi olmasan da ben seni bunu yaptığına pişman edeceğim. Niye ya? Armağan bana bunu nasıl anlatacaktın, söyler misin?"

"Babamın yaptıklarını anlatırken devamında beni bölmeseydin o gün anlatacaktım ama sonra... sonra sana doyamadım."

Hasret bir eliyle boğazını işaret ederek "Ben burama kadar gizeme, yalana doydum. Bir insanın evini yakmak hangi intikam ateşini söndürür? Benden ne istedin?" diye bağırmaya başladı. Fakat o an aklına gelen ayrıntıyla demin oturduğu sandalyeye çöktü. Evlatlık alınmaktan vazgeçilmiş, kötü kaderini Armağan'la değiş tokuş etmişti, değil mi? Tüm bunlar yaşanırken sadece birkaç aylıktı ama tüm suç onun muydu yani?

"Özür dilerim. Senin yerine tecavüze uğramadığım için, sana bunları yaşattığım için..."

"Hasret, hayır. Bunları yaşamanı hiçbir zaman istemedim." Armağan onun önünde diz çökerek gözlerine bakmaya zorladı. "Ben sadece senin çırpınışlarını izlemek istedim. Barda çalışmaya da, ertesi gün yorgun argın zenginlerin keyfini yapmaya da gülerek gittin sen. Uygar'ı işten attırdım, daha ilk dönemeçte tökezledi ama sen asla ayağını bile burkmadın. Hasret ben tüm bunları planlarken derdim sana aşık olmak değildi."

"Madem yaşadıklarını yaşamamı istemedin, peki benimle derdin neydi?"

"Ben sana karakter biçmeye çalıştım. İstedim ki, madem senin yerine yaşadıklarım bu kadar ağırdı, sen de kötü biri ol. Ahlaksız ol, terbiyesiz ol. Hiçbiri olmadı mı? En azından bu kadar iyi olma. Çocuklara anlattığın o masal var ya, kardan adam yerine ben eridim. Keşke o kelebeğin o gün kanatlarını çırpışı, bizim kaderimizle bağlantılı olmasaydı. Ama ne var biliyor musun? Ben, seni tanıdıkça iyi ki dedim. İyi ki, seni sevgi dolu bir aile büyütmüş. İyi ki, kalbin böylesine sevgi dolup taşmış. Böylece taşanlara bulandım. Bana birini sevebileceğimi, bunu hak ettiğimi gösterdin bana. Hasret, ben yıllardır ne olduğunu bilmediğim bu duygunun özlemini çektim."

"Şaka mısın sen ya? Uygar'ı işten attırdım diyorsun. Aylarca iş bulamamasına da sebep oldun o halde. Babamın tedavi masraflarını ödüyordu."

"Biliyorum. Tepkisini merak ettim. Gidip evleneceğini bilemezdim."

"Ama ona göre bir planın vardı, değil mi? Tıpkı evlendiğinde karşıma çıkışını uyarladığın gibi. Sevdiğim adamdı o benim." Sicim gibi akan gözyaşları görüşünü bulandırıyordu belki ancak zihni hiç olmadığı kadar berrak gerçeklerle yüzleşmekten sarhoş haldeydi. Vildan onu masasına yönlendirdiğine göre, iş çıkışı... Öfkeyle ayağa fırladığında Armağan'ın yakasına yapıştı. "O şerefsiz adamı da sen ayarladın. Allah kahretsin. Bana isteğim dışında dokundu, canımı yaktı."

Gerçekler için daha tek kelimeyi kendisi itiraf edemeden Hasret bir bir önüne manifesto verilmiş gibi yüzüne karşı okuyordu hepsini. Kelebek yine kanatlarını çırpmıştı ve bu kez de sebep olduğu rüzgar Armağan'ın lehine değildi. Onun yakasındaki ellerinin tutarak öpmeye başladı. Şimdi o da ağlıyordu.

"Özür dilerim. Bal gözlü kadınım ne olur affet. Hasret seni tanımaya çalışıyordum. Uygar'dan sonra bir sürü adamla birlikte oldun. Amacını anlamaya, seni çözmeye uğraştım."

"Ben bir problem değildim. İç içe geçmiş bir yumak değildim. Sadece, basit biriyim ben."

"Basit olmanı en çok ben isterdim. Ama inan bana, sen basit olmaktan açık ara farkla uzaksın."

Hasret ellerini ondan kurtardığında geniş salonda bir ileri bir geri giderek üzerinde oynanan oyunların şokunda, acaba başka nelere gözünü kapadığını sorguluyordu.

"Beni hafif kadın olarak etiketlediğinde mi tanımış olacaktın? Madem babamın, ki üvey babanmış, onun tecavüzüne uğramadı, oh en azından ahlaksız bir kadınmış mı diyecektin? Armağan, yattığım adamları da mı sen ayarladın?"

Armağan bu soruya nasıl yanıt verilir, hangi dildeki kelimeler yaptığı aymazlığı tam karşılar emin olamasa da, bildiği tek şey ne olursa olsun artık geri dönülemez bu yolda gerçekleri anlatması gerektiğiydi.

"Sadece Kutay'ı ve sen..."

Kutay mı? İkinci kez de bara gelmişti. Uygar ona vurmasaydı sevişecekti neredeyse ve o gece Armağan onu almaya gelmişti.

"İsteyerek bir adamla sevişmem gözünde yeterince ahlaksızlık olmadığı için bana jigolo mu tuttun? Para teklif etti o bana. Bara ikinci kez geldi. Ve ben, kahrolasıca herif, ben parayla sikişen bir fahişe olmadığım için seni çıldırttım mı? "

"İkinci seferden haberim yok, yemin ederim. Ve evet beni çıldırttığın bir gerçek. İlk zamanlar öfkedendi. Ama sonraları... meraktan, zamanla şehvetten aklımı yitirecek hale geldim. Hasret o kutuyu, bu akşam üzeri getirdim bu eve. Sana annemin üzerine yemin ediyorum, doğum günümde her şeyi göze alarak sana tüm bunları anlatacaktım."

"Neyi göze aldın tam olarak? Bu evde bir saniye bile daha durmayacağımı göze aldın mı mesela?"

Adem elmasının hareketiyle birlikte yutkunma sesi Hasret için o evde miadının dolduğu andı. Göze aldıklarıyla, bir geleceği olacağına inandığı adama başarılar dileyecekti. Aldığı, zamanı dondurduğu saati elbisesinin cebinden çıkararak sertçe masaya vurduğunda camının çatlaması, kafatasını çatlatmak istediği adama dokunamıyor oluşunun yanında basit bir hasardı sadece. O elini saatin üstünden çekemeden Armağan ona uzandı.

"Aldım Hasret. Seni kaybettikten sonra yeniden kazanmak için yıllarca yel değirmenleriyle savaşmayı göze aldım. Sana dediklerimi hatırla lütfen. Ağzıma sıçacağını biliyordum. Yine de anlattıktan sonra sevgimin yeterli gelmesini umarak, beni şefkatinle sarmanı bekleyecek kadar çaresizdim. İçimdeki büyümemiş çocukluğuma ver hatalarımı. Yaşayamadığım ergenliğime, seni ararken geçen gençliğime ver. Hasret seni seviyorum."

Sürekli onu kötü bir karaktere bürüdüğünü sanırken asıl kötünün Armağan olabileceğini bir an bile düşünmemişti Hasret. Yaşadığı mutlulukla gerçek anlamda ışıldayan gözlerindeki yeşil hareler bazen öyle bir titreşirdi ki, gözlerinin dolduğunu sanması, içlerinden ince bir hüznün geçmesi göz yanılsaması değilmiş meğer.

Yine de...

Bazı geç kalınmışlıkların, sığamadığı kalıpların hesabı kendinden soruluyorsa eğer onun da verecek tek bir cevabı vardı. Elini hızla adamın elinin baskısından kurtardı. Çeker çekmez buz keseceklerini düşünmemişti ama o bir yolunu bulur, elbet ısınırdı.

"Seninle beni kurtardığın anı miladımız kabul ederek bu hediyeyi almıştım. Ama görüyorum ki; kurtarılması gereken ben değilmişim."

Hızla salonu geçerek arabanın anahtarını kaptığı gibi bahçeye çıktı ve kırmızı Volvo'ya koşturdu. Armağan elinde sabahın dördü yirmi geçesinde durdurulmuş saatle bir an hareketsiz kalsa da, bir an sonra onun peşinden koştu. Hasret araca binmiş, motoru çalıştırıyordu. Kilitli kapıları açamadığı gibi kendi aracına binmeyi akıl ettiğinde Hasret bahçe kapısından çıkmıştı. Armağan derhal Hasan ve Adem'i arayarak durumu kısmen anlattığında sesinde endişe vardı. Nereye gitmiş olabilirdi? Gaza yüklendiği halde iki dakikada gözden kaybettiği kadının ardından kendisine küfrederken bir saatin sonunda bar, terapi merkezi ve Vildan'ın evi dahil aklına gelen her yere bakmıştı. Onu yeterince tanımadığı gerçeğine ek olarak yardımıcısını çağırmadığı için bir de kendine küfrederek Hasret gelir umuduyla eve döndü. İki adamı da onun gidebileceği yerlere tekrar baktıktan sonra güzergah üzerinde devriye gezer gibi ara sokaklara girip çıkıyordu.

Hasret neredeyse iki saat boyunca amaçsızca sürdüğü aracı, gözyaşlarından önünü göremez hale gelince sağa çekti. Direksiyonu yumruklayarak sinirini çıkarmayı udu ama zedelenen yine kendi avuç içleri oldu. Saat neredeyse üçe gelirken yolda neredeyse ıssız olduğu ve gidecek bir yeri olmadığını düşünerek bir ağlama nöbeti daha geçirdi. Vildan'a gitmeye kalksa daha oraya ulaşamadan armağan onu bulurdu. Kiraladığı evin anahtarını sadece eşyaları koyabilmek için alabilmişti ve pazar günü temelli yerleşebilecekti. Şimdi düşününce bu üç haftalık sürenin de Armağan'ın başının altından çıkan düzmece bir bekletme olmaması için hiçbir sebep göremiyordu. Her taraftan düşmanın kuşattığı, bağımsızlığını kaybetmeye ramak kalmış bir kara parçası gibi hissediyordu. Gözyaşlarıyla suladığı toprakları için savaşacak ne cephanesi ne inancı kalmıştı artık.

Arabayı tekrar çalıştırdığında yolu biliyormuşçasına kendiliğinden giden araç onu bara ulaştırdığında bekletmeden park etti ve içeri girdi. Giray onu daha görmeden alışageldiği gibi önlüğünü taktı ve bardan kendine içki doldurdu. Eski patronu onu fark edene dek hem birkaç kadeh içmiş hem de pek çok siparişi vermişti. Kafası şimdiden bir dünyaydı.

"Hasret senin burada ne işin var?"

"Yardıma ihtiyacın vardır diye düşjündüm. Cuma gecjeleri bar yoğun olur."

Gözlerini kaçırarak konuşan dahası hala orada çalışıyormuş gibi masalarda birine yönelen kadını kolundan usulca çekerek kendine çevirdi ve köşeye çekti.

"Hasret sen artık burada çalışmıyors... Ne oldu sana, ağladın mı sen?"

"Birass. Sen gelsene bir."

Göstermesi gereken bir ceset varmış gibi onu bileğinden çekiştirerek merdivene sürükleyen Hasret, depoya geçene dek durmadı. Geçtiğinde ise Giray'ın beklemediği, uzun zaman önce hayal etmekten vazgeçtiği bir şey yaptı. Dudaklarına adeta yapıştı ve ellerinin acelesine bakılırsa iki saniye içinde sevişmezse ince hastalığa yakalanacakmış gibi bir izlenim veriyordu.

"Hasret, ne yap..."

"Konuşma işşte, becjer beni."

"Ne saçmalıyorsun? Nefesin içki kokuyor."

Hasret onu hiç duymamış gibi dizlerinin üstüne çöktü ve adamın fermuarıyla birlikte pantolon ve iç çamaşırını aşağı çekti. Tekrar ayağa kalktığında Giray'ı kendisine çekti ve sırtını duvara vererek boynunu öpmesi için onu kendine çekti. Giray, bar kapısından ilk girdiği andan beri hayallerini süsleyen kadınla şu anda bu durumda olduğuna inanamıyordu. Nefesi içki kokuyordu belki ama teni bin bir çiçekle bezeli, baharda havayı dolduran mis kokusuyla ağız sulandırıcıydı. Hareketlenen organı hedefine ulaşmak için onun elbisesinin eteğini kaldırırken Hasret boynuna değen dudakların yeteri kadar yakıcı olmadığını, içindeki hiçbir hücreyi, kadınlığını bile harekete geçirmediğini fark etti. Tek eliyle araya mesafe koyduğunda Giray'ın açık kahverengi gözlerinde hiçbir yeşil hareye rastlamadı.

"Ben, özür dilerim."

"Hasret şimdi, donumu indirmişken vazgeçtim deme."

"Olmaz. Sen evlisin. Hem ben başka birini seviyorum. Çok seviyorum ama olmass ki."

Giray hızla çektiği pantolonunu daha da hızlı kapatırken alnını onunkine yasladı.

"Sarhoşken bile günaha girmeme izin vermiyorsun. Öyle hazırdım ki cehennemde yanmaya, of! İçmişsin seni eve bırakayım mı?"

"Taksiyle giderim. Sen barı bırakma. Zorlamadığın için teşekkür ederim."

Dediği gibi deponun kapısından çıkarak bekleyen ilk taksiye atladı ve gidebileceği tek evin adresini verdi. Taksi ışıklar içindeki bahçeye girdiğinde armağan kulağındaki telefonu yere fırlatarak araca yaklaştı ve daha durmadan kapısını açarak Hasret'i kendine çekti.

"Ah! Siktir Hasret. Aklımı başımdan aldın. Tüm İstanbul'da seni aratıyorum." derken taksinin ücretini ödedi.

"Bir aklınn var mı ki? Delisinn sen."

"Doğrudur. Buraya dönmene memnun oldum."

"Bu-bura-ya dönnndüm çünkü sen... evet evet sen.... Bakayım hangisi sensin? Hah! Sen güzel gözlü, kaslı şey. Sen benim evimi yaktın. Teknik bakımından benim evim değildi ama kirajıydım ben. Gidejek bir yerim yoktu. "

"Burası senin evin. Gelmekle iyi ettin."

"Cık cık cık, evim değil. Ama seviyorum burayı. Koooojaamaaaan baççesi var." Bunu söylediği anda ayakta sallanırken bile kollarını iki yana açmıştı. "Kütüphane favori mekanım, zevkli döşenmiş. Havuzu bile var. Yüzelim mi?"

"Yüzeriz. Yüzerken ben yine senin ojeli parmaklarına takılırım ama şimdi içeri girelim."

"Hayır dedim ya. Burayı beğeniyorum ama senin paaalı içkilerinden işiceksek olur, girerim."

"Burayı beğenmene sevindim. Ne kadar içtin sen, hala içki diyorsun?"

"Şşşş!" İşaret parmağını dudağına götürerek ondan sessiz olmasını isterken kendisi kıkırdıyordu. "Giray duysa jok kızar. En paaalısından işştim. Sana da ondan vermişştim di mi? Yabancı erkek adında... yakışıklı mıdır ki? Onunla yatmak istiyorum. Neydi adı?" İşaret parmağını şakağına koyarak düşünmesi Armağan için başka zaman olsa eğlence sebebi olabilirdi ancak şimdi, korku ve endişe aynı anda tüm sistemlerini ele geçirmişti. "Aha! Buldum. Adı Jack. Biliyor musun, Giray'ın pipisini gördüm ama onla yatamadım. İçjimden gelmedi. Asla ve asla evli admalarla yatmam ben. Bunu da öğrenmek istemiştin di mi? Para karşılığı da yatmam. Hem ben sana buz ister misin diye sormayı unutmuşştum. Oovvv! İçşim üşüdü. Buzzzz gibiydin. Meğer beni hep tanıyormuşjun."

Sarhoşken konuşulanlar ayıkken düşünülenler miydi? Yoksa Hasret ciddi ciddi Giray'ı çıplak görerek, son anda ilişkiye girmekten mi vazgeçmişti? Bal rengi gözleri yarı kapalı olduğu halde onu kendisine çekmeyi başarıyordu ya, kiminle ne bok yediğine ayılınca takılacaktı. Sağ salim ona gelmesi yaptığı aptallıkları unutmasına yeter de artardı bile.

"İçeri girelim mi?"

"Burası güssel. Yıldısslar var."

"Evet, çok güzel. Hasret şimdi biraz uyu. Sabah başucunda iki ağrı kesici ve portakal suyu bulacaksın. Kendini iyi hissettiğinde de konuşacağız."

"Kenndimi iyi hissssetmek istemiyorum. Hele hele senin sulu Kumluca portakallarınla iyi hissetmek hiçj istemiyorum."

Onu kucağına alarak kapıdan girdiğinde Hasret dünyanın en komik fıkrasına güler gibi aralıksız gülüyordu. Bir iki adımın ardından üst kata taşırken gevşek biçimde boynunu tutan kolları kendinden geçtiğinin işaretiydi ancak zor duyulan sesiyle sitemleri devam ediyordu. Armağan dilinin peltekliğinden çoğunu seçemiyordu ancak yatağına bıraktığında daha net cümleler canını yakmaya başladı.

"Ben jok salak bir kadınım."

"Hayır, sen çok akıllı bir kadınsın."

"Tamam, jok çok, jok akıllıyım. Çok akıllı bir salakım ben. Hem ssana ne? Benimle tartışşma."

"Sarhoşsun diye mi?"

"Hayır, hakzıssın diye. Aaazıma sışmışşsın. Niye? Ben ne yaptım ki sana? O gece içkini verdim. Memnun kalmadıysan yüz dolar bahşiş niye bıraktın? Sonra evimde, yanan evimde nane limon kaynattım sana. Hasta olmana dayanamadım, o sabah çok uykum vardı biliyor musun? Sen gittikten sonra bile uyumadım. Vildan kahvaltıya gelmişti. Hijj çaktırmadı kuzen olduğunuzu hişş. Hem ben masaş yaptım sana. Hoşuna gitmedi mi? Canını mı yaktım da evimi yaktın?"

Armağan'ın burnunun direği ortadan ikiye ayrılacak gibi sızlarken yatakta cenin haline gelmiş kadının sarhoşken bile dürüstlüğü eli kolu bağlansa ancak bu kadar hareketsiz kılabilirdi onu. Bu kadını nasıl üzmüştü, onun canını yakarken yanacağını bir an bile düşünmemiş miydi? Uyuduğunu bile bile yanıtladı onu.

"Çok hoşuma gitti Hasret. Canım yanmadı. Bana dokunan ilk kadın sendin. İlk kadın sensin."

Üstünü değiştirmeden onun arkasına geçtiğinde, ilk gördüğü andan beri uzayan saçlarını okşamaya başladı. Onu kabuslarından uyandıran kadının karabasan gibi tepesine çökmüştü ve bunu nasıl atlatacaklarının, bu ilişkiyi nasıl kurtacağının bir formülü olmaması keşke ölseydim dedirtiyordu. Direnebildiği kadar direnmesine rağmen kollarını beline sararak uyumaya alıştığı kadının arkasında bir süre sonra uykuya dalması ise belki de en büyük pişmanlığı olacaktı.

Sabah uyandığında yatakta tek başınaydı. Dün gecenin bir hayal olmadığını hem görmediği kabus hem de yatağa sinen Hasret'in kokusu kanıtlıyordu. Hızla yataktan çıktığında önce banyoya sonra da diğer odalara göz attı. Yoktu. Hasret gitmişti.

Tüm yorgunluğuna, dumanlı kafasına rağmen sabahın altısında uyanmaya alışan bedeni alarm gibi gözlerinin açılmasını sağlamıştı. Kilit vurmuş gibi kendisine sarılan güçlü ve kol ve bacakların verdiği mükemmel hissi biraz özümsedikten sonra Armağan'ı uyandırmadan yerinden kalkan Hasret ilk iş, üstünü değiştirmiş sonra da sakladığı yerden aldığı süslerle dün gece planladığı gibi doğum günü hazırlıklarını tamamlamıştı. Vildan mutlaka konukları ayarlamış olmalıydı. Eğer Armağan haber vermişse de bu artık onun sorunu değildi çünkü hiçbir şey olmamış gibi olası bir partide kameralara gülümseyecek hali yoktu. Tüm hazırlıkları bitirdiğinde salona şöyle bir göz attı ve çantasından çıkardığı evin ve arabanın anahtarını aldığı yere sanki yerinden hiç alınmamış gibi usulca bıraktı. Arabayı da artık onu adım adım takip eden adamlarından birine aldırırdı. Buraya iki günlüğüne kalmaya geldiğinde misafirliğinin uzayacağını düşünmeden getirdiği birkaç parça eşya dışında hiçbir şeyi almadı. Girerken üstünde ne varsa giderken de onlar vardı.

Bir tek şey hariç... Bu kez keşke yanmış olsaydı diye dilediği, kutusu da onunlaydı. Kapıyı sessizce çekip çağırdığı taksiye atladı ve babasının, onu tek koluna sığdırdığı andan bu yana hayal kırıklığına uğratmamış olan tek adamın yanına gitti.

Armağan ise kat kat aşağı inerken son durağı olan salona girdiğinde "İyi Ki Doğdun!" pankartı ve daha pek çok malzemeyle süslenmiş geniş odada bir an umutla gülümseyecek gibi oldu ancak Hasret'in hiçbir işi yarım, hiçbir insanı yolda bırakmayacağına gönderme olan bu organizasyonla çoktan gittiğini adı gibi biliyordu. Saatin kaç olduğuna bakmak istediğinde daha dün gece kırık camlı haliyle koluna taktığı saat, hala aynı zamanı gösteriyordu. Aslında bunu bekliyordu. Tek fark; ne kadar yıkıcı olabileceğini hesap edememesiydi. Son üç yılda inşa ettiği çok katlı çürük bir bina zelzelenin şiddetine aldırış etmeden üzerine çökmüştü ve altında kaldığı göçükte, çaldığı düdüğe rağmen Hasret sesini duymuyordu.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Bir bölümün daha sonuna geldik. Armağan Hasret'e kendini affettirebilir mi sizce?

Üç gün önce bitirebileceğim bölüm bu geceye kaldı çünkü eşim korona oldu kez de. Lütfen sağlığınıza dikkat edin, başkası bunu sizin için yapmayacak çünkü. Çok şükür benden ağır ilerlese de daha iyi durumda. 🙏🏼

Bir oya, yoruma bakan mutlulukları okuduğunuzu yazan kişiye çok görmeyin. Kalbiniz attığı sürece birilerini sevindirirsiniz, göçüp gittikten sonra yapabileceklerinizi yapabileceğiniz dünyada olmayacaksınız çünkü.

Her neyse instagram hesabım ➡️ melekber.deniz takip ederseniz sevinirim.

Emeğe saygı gösterenlere asla lafım yok, her seferinde hatırlatmamı mazur görün lütfen. 2 kitabımı birden alanlar hele ki siz; korona sizi teğet geçsin. Diğerleri için bir şey diyemeyeceğim 😂😂😂

Ufak tefek hatalarım varsa affola, daha fazla bekletmemek için kontrol yapmadım.

Umarım keyifle okudunuz.

Continue Reading

You'll Also Like

74.2K 328 1
Sesindeki merakı ustaca gizleyerek "Sizi buralarda daha önce hiç görmedim," dediğinde bakışları kızın arkasındaki arkadaş grubuna kaydı. Yasemin de...
300K 10.2K 82
Zeynep, yeni bir sayfa açmak için, yeni başlangıçlar, yeni maceralar yaşamak için çok sevdiği şehre, İstanbula, geri döner. Sadece mutlu olucak, huzu...
SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

3.7M 173K 9
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...
417K 20.8K 50
3 yıl önce âşık olduğum adamın bir anda hayatımın ortasına düşmesini mucize olarak adlandırdım, yanıldım. Uğruna sayısız cümleler kurduğum adamın bü...