Leonardo | taekook

Galing kay taetector

88.9K 12.5K 13.3K

Bu zamana kadar yaşamış en ilgi çekici ve gizemli insan Leonardo'nun hayatına dair tüm sırlarını ve günahkâr... Higit pa

0: "Leonardo Da Vinci"
1: Doğa'nın Getirileri
2: Bana Bir İsim Ver
3: Seni Resmedebilir Miyim?
4: Leonardo'nun Teklifi
5: Eğer Rahatsız Olmazsan...
6: Salaì
7: İyi Çalışmalar
8: Kendimle Savaştım Biraz
9: İyi Bir Arkadaşsın
10: Evimden Çok Uzaktayım
11: Kaçamam
12: Bana Geri Gel
14: Parmak Uçlarımda Şeytanlar Dolaştırıyorum
15: Gözlerimde Donmuş İki Damlasın
16: Kollarım, Bedenini Yurt Edinsin
17: Hepimiz Biraz Yahuda'yız
18: Seni Tanımadığımı Hissediyorum
19: Seni İzlemeyi Seviyorum
20: Bir Erkeğin Kollarında Olmak
21: Benimle Yüzmek İster Misin?
22: Tanrı'dan Mı Korkuyorsun, Kiliseden Mi?
23: Daha Fazlasını İstiyorum
24: Neden Yazını Okuyamıyorum?
25: Prens Beni Geriyor
26: Efendim, Lütfen Huzurumuzu Kaçırmayın
27: Beni Kilise'ye Götür
28: Seni Resmetmek İstesem Ömrümün Yarısından Çoğunu Kullanmam Gerekir

13: Dört Sade Yüzük

2.4K 441 598
Galing kay taetector

Merhabalarrr. Bölüme tanıdığımız bir ismi eklemenin hayal etmenize yardımcı olacağını düşündüm. Yavaştan Bangtan'ı da tamamlıyoruz.

Medya: Beautiful Crime - Tamer (medya, Taehyung'la Jeongguk'un yan yana olduğu kısma daha çok uyuyor. Orada açabilirsiniz.)

Önceki bölümde söylemeyi unutmuşum ama Giacomo, Salaì'nin gerçek adı.

Keyifli okumalarrrr!
__

13 | Dört Sade Yüzük

Jeongguk

"İbne misin lan sen?" diyerek kahkaha atan Gabriel'e bir tekme savurdum.

"Evet lan, ibneyim. Ne oldu?" diyerek de üstüne atladığımda ikimizin kahkahaları birbirine karışıyordu.

Saraydan ayrılalı dört gün geçmişti. Bu sürede sürekli Gabriel'le vakit geçirmiş, Martha'dan azar işiterek evin altını üstüne getirmiştik. Ve bugün ise Martha bizi kovduğundan dolayı Leonardo'nun beni dizlerine yatırıp saçlarımı okşadığı o gölün kenarında Gabriel'le otların üzerinde boğuşuyordum.

Sürekli yanımda bulundurduğum küçük deri kese ve o dört sade yüzüğü bugün gördüğünde benimle dalga geçtiği için sinirlenmiş ve yumruk attığımda kahkaha atmıştı. Deli herifin tekiydi. Hiçbir şeyi ciddiye almayışından kaynaklı ben de sinirimi bastırmış ve ona katılmıştım. Bir de, kahkahası tüm ormanda yayılıyordu ki duyan birinin gülmeme gibi bir ihtimali yoktu.

Üzerime kendini bırakıp, "Sen bayağı bayağı bu adama yüzük aldın yani?" dediğinde bedenini iterek nefes almaya çalıştım. Ağırlığından dolayı göğsüm sıkıştığında biraz daha güçlü iterek onu yana düşürdüm. Şimdi yeşil otların üzerinde yan yana yatıp gökyüzünü izlerken konuşuyorduk.

"Evet, ne olmuş? Ne alacaktım başka?" diye sorduğumda kıkırdadı.

"Yemek alacaktın oğlum. Ya da, ya da şarap!" diyerek heyecanla doğrularak yüzünü yerde yatan bana yaklaştırdı.

"Şarap içtin mi hiç orada?" diye kısık sesiyle sorduğunda olumsuz anlamda kafamı salladım.

"Sen hayatını yaşamayı bilmiyorsun Giacomo, hiç bilmiyorsun." diyerek karnıma başını yaslayıp gökyüzüne baktı. Az önce üzerimden itmeme rağmen tekrar gelişiyle arsızlığını belli ediyordu. "Ben orada olsam kesinlikle önce kilere gider ve her yerde şarap arardım."

"Aklıma gelmedi, daha önemli işlerim vardı benim." dediğimde bir kahkaha daha bıraktı.

"Siktir lan, ne önemli işi? Leonardo'nun yanında dolaştım demiyor da-" dediği anda alnına bir şaplak attım. Bu hareketime de bir kahkaha bıraktığında ciddiyetsiz adamın teki olduğunu bilmeme rağmen yine de şaşırıyordum, gerçekten hiçbir şeye sinirlenmiyor gibi davranıyordu.

Başını itip yana düşürdüğümde kalktı ve tekrar başını karnıma yasladı. Ben de ellerimi tekrar kafasına yerleştirip ittiğimde bu sefer karşı çıkıp başını sabit tutmaya çalıştı.

"Kalk lan üstümden!" diye hafifçe bağırdığımda "Kaldırsana, hadi." diyerek bana meydan okuduğunu görünce kulağını çektim. Kulak kepçesinin üst kısmını sıkıyor ve rahatsız olması adına biraz da büküyordum. Ellerini beni uzaklaştırmak adına savurduğunda ben de bir kahkaha bıraktım ve alnını tekrar itip onu yere düşürdüm.

"Bu böyle olmaz artık! Kardeşliğimiz burada bitti. Bir daha yaklaşma bana." diyerek doğrulan Gabriel'e göz devirdim. Çocukken ne zaman onunla zıtlaşsam her seferinde Martha'nın kendi annesi olduğunu ve benim artık onun kardeşi olmadığımı söylerdi. Ben de sinirlenip onu döver ve ağlatırdım. Bu nedenle Martha'dan yediğim dayakları hiç unutmuyordum. Çocukken ben yeterince yaramaz değilmişim gibi bir de Gabriel'in derdini çeken Martha bazen delirmeye çok yaklaşıyordu.

"Asıl sen yaklaşma bana. Kalmadı kardeşlik falan." dedim ve yattığım yerden doğruldum. Yüzüme ciddi olup olmadığımı anlamak adına dikkatle bakarken kendimi zorlayarak ifadesiz bir surat takınmaya çalıştım. Gabriel... Bana hemen inanıyordu.

"Yalan?" diyerek soru sorar tarzda tek kaşını kaldırdığında başımı olumsuz anlamda salladım. O sürekli, "kardeşliğimiz bitti, konuşmayalım." dese dahi bir saat içinde konuşmaya başlar ve yine birbirimize takılırdık. Ancak ben söylediğimde işler pek de öyle gitmiyordu.

"Gerçekten. Yaklaşma artık." dediğimde inanamıyor gibi güldü ve, "Yalan de." diyerek işaret parmağıyla omzumu dürttü.

"Demiyorum." diye ben de inatlaştığımda omzumdan itip beni sırtüstü yere düşürürken bacağını atıp karnımın üzerine oturdu.

"Yalan de lan." diyerek omuzlarımı yere bastırdığına kollarına tokat atmaya çalışıyor ve bacaklarımı sallayarak onu düşürmeye çalışıyordum.

"Yalan de, bırakayım abiciğim." dediğinde gücümü kullanarak bu sefer onu ben yere indirdim ve karnına oturup ben de omuzlarına bastırdım.

"Derim ama bir şartla." dedim ve yarım ağız gülümsememle yüzüne yaklaştım.

"Benim üç dileğimi yerine getireceksin, abiciğim."

"Yürü git lan, ne yapacağım ben senin dileğini. Başıma Alaaddin oldun şimdi de." dediğinde gülmemi bastırmaya çalışarak kafamı eğdim. Kendimi kasmaya çalıştığım için karnım ağrımaya başlamıştı ve Gabriel altımda tepindikçe yorulduğumu hissediyordum.

"Ben Alaaddin'sem sen de benim cinim olacaksın. Yoksa bana bir daha yaklaşma. Saraya gidince seni unuturum ben, istiyorsan yapma istediklerimi." dediğimde altımda tepinmeyi bıraktı.

Açıkçası böyle basit bir konu için uzatmaya gerek yoktu ancak Gabriel'in benden başka kimsesi yoktu. Ne kadar kavga edersek edelim, ne kadar birbirimize zarar verirsek verelim o benim kardeşimdi. Öz kardeşim değildi belki, Martha'nın oğluydu. Ama biliyordum, ikimizin birbirimize yaslanmaktan başka çaremizin olmadığı çok zamanlar olmuştu.

Zamanında, Gabriel'le konuşmayı kestiğim ve içime kapandığım dönemde sokakta dövülmüştüm. Acıdan bayılmak üzereyken bulmuştu beni. Ondan sonra da ona küsmemi yasaklamıştı. Onun için unutamayacağı, kötü bir anı olarak zihnine kazınmıştı kardeşinin ölüme böyle yakın olması. Bu yüzden şu an olayı ciddiye alıyor ve yine aynı şeylerin yaşanmasından korkuyor gibiydi.

"Tamam, kabul. Söyle üç dileğini." dediğinde onu serbest bıraktım ve yanına uzandım.

"Birincisi, Leonardo hakkında konuşmak yok." dediğimde ağzından bir "hah!" sesi çıkardı ve olumlu anlamda başını salladı.

"Aferin cin." dediğimde karnıma parmağını bastırdığında bacaklarımı kendime çektim ve kendimi korumaya çalıştım. O ise bu hâlime kahkaha atıyordu. Bacaklarımı kendime çekerek sağ yanıma yattım ve ona baktım.

"Namjoon'un söylediği isimleri hatırlıyor musun? Aramızda gizli bir anlaşma olsun diye isim takıyordum." dediğimde onaylar şekilde başını salladı.

"Aklıma bir isim geldi, seninki Jin olacak." dediğimde gözlerini büyütüp bana baktı ve bağırdı.

"Ya! Hayır." dediğinde kahkaha attım. Üzerime doğru yaklaştığında ellerimle kendimi korudum ve onun tekrar aynı yere düşmesine sebep oldum.

Kahkahalarım arasında "Seokjin olacaksın hatta." dediğimde omzumu itti ve "Seok falan deme lan!" diye bağırdı ve karnıma parmaklarını yaklaştırarak gıdıklamaya başladı.

Hem gıdıklıyor oluşu hem de bu şekilde sinirlenmesi öyle komik gelmişti ki gülmemi durduramıyordum.

"Olmayacak öyle bir şey." dediğinde ellerini ittim ve kastığım için ağrıyan karnımın üzerine elimi koyup biraz okşadım. Sabahtan beri o kadar çok hareket etmiştik ki artık karın bölgem gerçekten ufacık bir harekette bile ağrıyordu. Ve bunu yerden kalkıp doğrulmaya çalışırken çok iyi anlıyordum.

"İkinci dileğim bu." dediğimde ciddi olup olmadığımı anlamak adına yüzüme baktı. Başımı, söylediğimi teyit etmek amacıyla bir kez salladığımda oflayarak önüne döndü. Kabul ettiğini düşünüyordum.

"Sadece ikimiz bileceğiz bunu." dediğinde dudağımın kenarını kaldırdım. Yüzüme bakınca ifademi gördüğünde üzerime atıldı ve tekrardan o boğuşmayı başlattı.

Gabriel'le, şu anki adıyla Seokjin'le, konuşmanın ne olduğunu unutuyor ve sadece birbirimize güç gösterisi yaparak anlaşmaya çalışıyorduk. Zihinsel anlamda beni yormuyordu, onu alt edebilmek adına kaslarımı güçlendirmeye çalışıyordum ve sadece fiziki yorgunlukla günü kapatabiliyorduk.

Kolunu boğazıma sarmaya çalıştığında onu engelledim ve yere yatırıp üstüne çıktım. "Yine ben kazandım." dediğimde altımda kendini hareket ettirmeye çalışıp kurtulmak için uğraştı.

Bu şekilde altımda kıvranan Seokjin'e bir kahkaha daha attığım sırada ufak bir öksürükten sonra "Özür dilerim." diyen kalın bir ses duyduğumda kafamı aniden kaldırdım ve bizden çok da uzakta bulunmayan esmere baktım. Burada ne işi vardı bilmiyordum ancak koluna astığı kahverengi çantasıyla buraya öylesine gelmiş gibi görünmüyordu.

Yavaşça Seokjin'in üzerinden kalktığımda, "Merhaba." diyerek gözlerine bakarak gülümsedim.

Dört gün olmuştu. Onu görmeden geçen dört gün... Gece yattığımda beni uyutmayan silüetinin zihnimde dolaştığı ve gün içinde her yaptığım harekette "O da burada olsa böyle yapardık." diyerek geçirdiğim dört gün.

Gözleri kısılırcasına gülümsedi ve omzundaki çantasını düzeltti. Seokjin'i fark etmemiş gibi sadece bana bakıyordu. O, böyle gözleri kısılırcasına gülerken gülümsememi arttırmış ve öylece ona bakmıştım. Açıkçası ne diyeceğimi bilemiyordum. Nasılsın? Hayır, fazla sıradan. Neredeydin? Saray'da. Ne yapıyordun? Resim falan.

Şu an ona ne diyeceğimden emin olmadığım için saçmalamamak adına özel olarak konuşmayı daha sonraya erteledim ve ağaca yaslanıp bize bakan kardeşimi elimle gösterdim.

"Seokjin, kardeşim." dediğimde Taehyung başını çevirdi ve otların arasında oturup eliyle ona selam veren beyaz tenli çocuğa baktı. Başını eğerek bir selam verip bana döndüğünde Gabriel'in onu Seokjin olarak tanıtmamdan doğan rahatsızlıkla dolu yüzüne baktım. Taehyung ona bakmıyor diye eliyle boğazını kesiyor gibi bir hareketle beni tehdit ederken dudaklarını da büzmüş sinirli bir şekilde bana bakıyordu.

"Sen zaten tanıyorsun, Leonardo da Vinci." diyerek gülüşümü bastırmaya çalışarak elimle Taehyung'u gösterdim.

"Evet, tanıyorum. Zamanında onu vurduğunu sanmıştık." dediğinde dudağımı dişleyerek Taehyung'a çevirdim bakışlarımı. Yüzünde bir gülümsemeyle beni izliyor ve hareketlerimi takip ediyor gibiydi.

"Aynen, öyle. Sen istersen git artık." diyerek Seokjin'in yanına yaklaştım ve onu kolundan tutarak kaldırdım. Anlamaz bakışları üzerimdeyken, "İş konuşacağız. Ondan diyorum." diyerek açıklama yaptım. Açıkçası iş falan konuşmayacağımızdan emindim, o buradayken rahat olamayacağımızı bildiğim için onu göndermeye çalışıyordum.

"Yalan." dediğinde direttiği için kolunu parmaklarım arasında sıkıştırdım ve kulağına eğilerek fısıldadım.

"Bu da üçüncü dileğim, yapmazsan konuşmayız."

Gün içinde çok fazla hareket ettiğimiz için ağrıyan karnıma bir de o yumruk atıp ayağa kalktığına iki büklüm olmuştum. Ellerimi karnıma yaslayıp acısının gitmesini beklediğim birkaç saniyede bakışlarım Leonardo'ya çarpmış ve endişeyle bakan gözlerini görünce doğrulmuştum.

Seokjin, uzaklaşmadan ona doğru bir tekme savurduğumda kahkaha attı ve Taehyung'a bir selam vererek yanımızdan ayrıldı.

O uzaklaşana kadar arkasından baktım ve bu göl kenarında, hatta çevremizdeki büyükçe bir arazide biz ve bizden uzaklaşan Seokjin dışında kimse olmadığından emindim.

Taehyung elindeki kahvrengi bez çantayı yere bıraktı ve ağacın kenarına yaklaşıp sırtını ağaca yasladı. O öyle oturunca ben de biraz yakınına oturup sırtımı aynı ağaca yasladığımda sordum.

"Buraya gelmende bir amaç var mıydı? Çantanı getirmişsin ya, öyle düşündüm." dediğimde onu yanımda istemediğimi düşünmesine sebep olabilecek bir cümle kurduğumu fark ettim ve hemen ardından ekledim.

"Yani, iyi ki geldin. Sonuçta dört gün oldu seni görmeyeli." diyerek parmak boğumlarımla oynamaya başladım.

"Ben..." diyerek sessizce cümlesine başladığımda bakışlarımı yüzüne çevirdim. Yere koyduğu için ağzı açılmış olan çantaya bakıyordu. "Ben, fırçalarımı temizlemek için buraya gelmiştim." diyerek tereddütlü gözlerini bana çevirdi.

Bu göle fırçalarını temizlemek için gelmiş olması, açıkçası biraz saçmaydı. Evet burada su vardı ancak neden atölyede kolayca yapabileceği bir işi, bu göl kenarına gelme nedeni olarak seçtiğini düşünüyordum.

Bakışlarını tekrar ağzı açık çantaya değdirdiğinde zihnimde bir düşünce belirmiş ve yavaşça dudaklarımın kıvrılmasına sebep olmuştu. Seni görmek için bu göle geldi, fırçalar bahane.

Başımı ağaç kovuğuna yaslayıp gözlerimi kapadım. Dudaklarımda az önceki düşüncemin etkisiyle varlığını sürdüren gülümsemem, başımızın üzerindeki ağaç yapraklarının hışırtısı ve yanımda sessizce oturan Taehyung'la oldukça huzurluydum.

"Daha iyi hissediyor musun?" diye sorduğunda gözlerimi açmadan onaylayan bir mırıltı bıraktım. Sonra da sözlerimle gerçekten iyi hissettiğimi teyit etmek istedim ve onu yanıtladım.

"Çok daha iyi hissediyorum."

Gözlerim hâlâ kapalıyken yanımdaki adamın kıpırdandığını duyuyordum ve yüzümün üstüne düşen gölgeyle yerini değiştirdiğini anladım. Gözlerimi hafifçe araladığımda Taehyung'un ayağa kalkıp göle doğru ilerlediğini görünce ben de yanına gitmek adına kendimi yerden kaldırdım.

Ben, aramızdaki mesefeyi azaltırken o da göl kenarındaki taşlardan tahminimce ıslak olmayan birine oturmuş ve çantasını karıştırmaya başlamıştı. İçinden birkaç fırça çıkardığında fırçalara yapışmış olan rengarenk boyaları çıkarmak içimden gelmiyordu çünkü gerçekten güzel görünüyorlardı ancak sanıyorum ki, artık sertleşmeye başlayan fırçalar, üzerinde kalan kalıntılardan dolayı boyaları istenilen renkte vermemeye başlamıştı.

Yanına birkaç adımla ulaştığımda elindeki ufak sabunu alıp çok düz olmayan, yaklaşık da eli kadar olan bir taşa sürdü ve biraz köpürttü. Büyüttüğüm gözlerimle ne yaptığını inceliyor ve onun yanında olduğum için heyecanla kıpırdanıyordum.

Bana bakıp gülümsedi ve fırçalardan birini eline alıp geri kalanı bana uzattı. Elimdekileri sıkıca tutarken nasıl yaptığını anlamak için onu izledim.

Taşın köpürttüğü kısmına, kıl kısmını ıslattığı fırçayı sürerek boyaların akmasını sağlıyordu ve biraz da güç kullandığı için damarları belirginleşiyordu.

Bakışlarımı fırçadan çekip koluna değdirdiğimde gömleğinin katlı kollarına kadar damarlarını gözlerimle çizdim. Esmer teni üzerinde bulunan ufak kıllar bile heyecanlanmama sebep olurken bakışlarımı tekrar ellerine çevirdim. Uzun ve ince parmakları fırçayı ve taşı sıkıca tutmuş işini hallederken karnımdaki kasılmalar beni mahvediyordu. Kendimi durduramayarak tekrar kollarına ve sonra da omuzlarına doğru yol alan bakışlarım, en sonunda boynuna değmiş ve kulaklarımın uğuldamaya başlamasına sebep olmuştu.

Arzuluyordum tenine değmeyi; parmaklarından başlayarak kollarına çıkmak, pürüzsüz omzuna buseler bırakmak ve en sonunda boynuna benden bir iz bırakmak istiyordum. İçimden gelen isteği bastırmaya çalışmak oldukça zorlaşmıştı. Artık rüyalarımda ellerini tutmayı geçtim, parmaklarına küçük öpücükler bırakıyor ve kollarımı boynuna sıkıca sararak onu tüm vücudumda hissediyordum. Kendimden utanmam gerektiğini biliyor ancak buna engel de olamıyordum.

Bakışlarımı suya indirerek dalgalanan suyu ve kuşların ormanda yankılanan cıvıltısını dinleyerek aklımı dağıtmaya çalıştım. O yanımdayken bu biraz zor olsa dahi ılık rüzgar teninin kokusunu bana ulaştırırken gözlerimi kapattım ve sadece şu anı düşünmeye çalıştım.

Birkaç dakika sonunda artık kendimi biraz daha rahat hissettiğime karar verdiğimde gözüme kestirdiğim bir taşı sudan çıkararak ona yardımcı olmak adına sabunu taşa sürdüm ve fırçalardan birini temizlemeye koyuldum.

...

"Ellerim çok üşüdü." diyerek parmaklarını sıkıp yumruk yapan Taehyung'la birlikte yine aynı ağacın altına gelmiştik. Bir saati geçkin süredir suyla uğraştığımız için serin su bizi üşütmüş ve hasta olmaktan çekindiğimiz için de geri çekilme kararı almıştık.

Ağacın önünde ikimiz de bağdaş kurup karşılıklı otururken kızarmış ellerini sıkan ve parmaklarıyla oynayan Taehyung'u durdurdum, kalçamı oynatıp kendimi biraz ileri ittim ve ellerini ellerimin arasına aldım.

Uzun parmakları olmasına rağmen avcumun içinde küçücük kalan yumruğunu görünce sevimliliğine karşın gülümsedim ve ellerini dudaklarıma yaklaştırdım. Sıcak nefesimi vererek parmaklarının kasılmasını bir nebze durdurmaya çalıştığımda gülümseyerek beni izlediğini görünce ona göz kırpıp dudaklarımı usul usul parmak boğumlarına değdirdim. Aynı rüyamdaki gibi parmak boğumlarında dudaklarım dinleniyordu.

Böyle hareket edebiliyor olmam aslında onun bana bu izni vermiş olmasındandı. Bu, Leonardo'dan ayrı geçirdiğim birkaç günde oldukça fazla düşünmüştüm. İçimde yaşayacağım dediğim duygular onun beni cesaretlendirmesiyle ya da bazı şeylere izin vermesiyle gün yüzüne çıkmış, kendilerini belli etmişti.

Şu anda parmaklarına ince dudaklarımı bastırıyorsam ve o bundan rahatsız olmuyorsa adım kadar emindim ki bu hareketlerimi doğru yorumluyor ve buna rağmen rahatsızlık belirtisi göstermiyordu. Beni o anlamda seviyor muydu bilmiyordum. Ancak bildiğim bir şey vardı ki onu farklı bir konuma koyduğumun farkındaydı. Ve bundan zevk alıyor gibi devam etmem adına beni cesaretlendiriyordu. Saraydan ayrılacağım gün yanağımda gezinen burnu ve kokumu içine çekişi aklıma her geldiğinde titriyor ve gülümsememi bastıramıyordum.

Dudaklarımı parmak boğumlarından çekip elinin üzerini biraz okşadım ve kucağıma indirdim. Bağdaş kurduğumuz dizlerimiz birbirine değiyordu ve elleri, avcumun içinde sanki bir kuşu tutuyormuşum gibi hissettiriyordu.

"Ne zaman geri geleceksin?" dedi ve yutkundu. "Bana, ne zaman geleceksin?"

Dediği şeyle bakışlarımı avuçlarımda narince bekleyen ellerine indirdim.

"Çok az kaldı, geleceğim." dediğimde gözlerine bakmak adına bakışlarımı kucağımdaki ellerden çekip kafamı kaldırdım. Başını hafifçe sağ omzuna yaslamış ve dudaklarını büzerek beni izliyordu. Bu görüntüsüne karşı gülümsedim ve ellerini onun kucağına bırakarak cebimde bulunan deri keseyi çıkardım. Artık, Taehyung'a hediyesini vermek istiyordum.

Ona baktığımda elimdekinin ne olduğunu çözmeye çalışıyor ve parmak uçlarını dizine değdiriyordu.

"Taehyung..." diye mırıldandığımda bakışları gözlerime çıktı ve hafifçe büyümüş gözleriyle bana baktı.

"Ben sana nasıl teşekkür edeceğimi bilemedim. Açıkçası, yani, bunu vermekte biraz tereddüt ediyorum çünkü Seokjin benimle dalga geçti. Ama sana yakışacağını düşündüğüm için almak istedim. Biraz sade ama güzel. Çok konuşmak da istemiyorum. Şu an, yani şimdi ben biraz heyecanlandım. Her neyse al, umarım beğenirsin." dediğimde elimdeki deri keseyi ona uzatırken göğsüm inip kalkıyordu.

İrice açılmış gözleriyle elime baktı sonra bakışlarını gözlerime çevirip öyle güzel güldü ki, bu anı hafızama kazımak ve ölene kadar unutmamak istedim. İnci dişleri, kare gülümsemesiyle birleştiğinde ve parlak gözleri kısıldığında şu anda dünyadaki en mutlu adam benmişim gibi hissediyordum.

Kesenin ucundaki ipi çekip yavaşça açtığında içinde gördüğü yüzükleri, elindekini ters çevirerek avcuna boşalttı. Yüzükleri gördüğüm vakit aklıma gelen şeyle panik oldum ve kalbim bir anda hızla atmaya başladı.

Taehyung'un parmağına bu yüzüklerin olup olmayacağını hiç düşünmemiştim. İnce parmaklara sahip bir eli olduğunu biliyordum, kuyumcuya da "sevdiğim kişi için alıyorum yüzükleri" dediğime göre bir kadına uygun boyutta yüzük vermiş olmalıydı. Ancak yüzüklerin ona uymayacağı düşüncesi bir anda içime kurt düşürmüş, huzursuzca yerimde kıpırdanmama sebep olmuştu.

Sağ elinin işaret parmağına yüzüğü geçirdiğinde tam olduğunu görünce sevinçten kahkaha atacaktım neredeyse. Orta parmak ve serçe parmağı için olan yüzükler de azıcık oynamayla ve çevirmeyle tam olduğunda sevinçle gülümsedim. Ancak yüzük parmağına takmaya yeltenmediği ve kalan tek yüzüğü avcunda bulundurduğunu görünce yüzükte bir sorun olup olmadığını düşünmeye başlamıştım. Yavaşça gülümsemem solarken yüzünü inceleyerek bir sonuca ulaşmaya çalışıyordum.

Kucağımda tuttuğum ellerime uzanıp sağ elimi kendine çekti ve yüzük parmağım hariç diğerlerini hafiften içeri kıvırdı.

"Umarım olur." diye mırıldanıp yüzük parmağıma az önce avcunda tuttuğu yüzüğü, parmak ucuma değdirdikten sonra parmak boğumumda bir tur çevirerek taktı. Yaptığı hareketin üzerimde oluşturduğu şaşkınlıkla bir ona bakıyor, bir de parmağımdaki ince, gümüş yüzüğü inceliyordum.

Şimdi ikimizin birbirine ait olan toplam dört yüzüğümüz vardı. Dört gün sonra gördüğüm Taehyung'a dört sade yüzük hediye etmiştim.

Elini kaldırıp yüzüklerine bakıp sevinçle kıkırdadığında ben de şaşkınlığımdan arınıp gülümsememle ona karşılık verdim.

"Teşekkür ederim, çok güzeller." diyerek bacaklarını düzeltip boynuma sarılan Taehyung'la midem kasılmış ve beynim çalışmayı durdurmuştu. Kalbim öyle hızlı atıyordu ki, bir an kuş olup kafesinden çıkacak gibi hissetmiştim.

Bilinçsizce kollarımı beline yerleştirirken sarılışına karşılık verdim. Burnunu boynuma yaklaştırıp içine derince bir nefes çektiğini hissedince aynısını benim de yapabileceğimi düşünerek burnumu boynuna yasladım.

Sanki çaldığım her mal, Tanrı uğruna kiliseye bağışlanmış da cennetin en güzel arsasını satın almışım gibi hissediyordum. Cennetin kokusu Taehyung'un kokusuna benziyor olmalıydı. Bir kez daha derince nefes aldığımda kapalı gözlerimle onu hissetmeye çalışıyordum. Güzel Taehyung, kendine has kokusuyla çok, çok güzel kokuyordu.

Bir süre boyunca sırtında ellerimi gezdirip onu sakince severken o da başını boyun girintime yaslamış yanağını omzuma değdirirken usulca soluklanıyordu.

Geri çekilmeye yeltendiğini fark edince son bir kez sarılmak adına kollarımı panikle sıkılaştırıp onu kendime yaklaştırdığımda ufak kıkırtısını duyunca ben de gülümsedim ve burnumu boynuna sürtüp kokusunu içime çektim.

Kollarımı gevşeterek onun geri çekilmesine izin verdiğimde geri çekilip bacaklarını tekrar bağdaş halinde birleştirdi ve bakışlarını kucağına düşürdü. Ben de şu an yüzüne bakmaya utandığım için parmak boğumlarımla oynuyor, nefeslerimi düzene sokmaya çalışıyordum.

Yüzük parmağımdaki yüzüğü tekrar görünce dişlerimi dudaklarıma geçirip gülümsememi bastırmaya çalıştım. Başım eğikken çaktırmadan Taehyung'a bakmak adına gözlerimi kaldırdığımda onun da bana baktığını görünce hemen gözlerimi tekrar yüzüğe düşürdüm.

Beni böyle izlediğinde, gözlerindeki sevgi parıltıları ve içten içe samimiyet hissettiren bakışlarından dolayı içim içime sığmıyor, ona koskocaman sarılmak ve saçlarına öpücükler kondurarak sevgimi göstermek istiyordum. Ben... ister istemez Taehyung'a çok fena bağlanıyordum.

"Bugün değişik bir şekilde fazlaca yorgunum." diyerek sessizliği bozduğunda başımı kaldırıp gülümsedim.

"Ben de yoruldum çokça, ama benim sebebim belli. Gabriel'le... Yani Seokjin'le boğuştuk biraz." dediğimde kıkırdadı.

"Eski haline yavaştan dönüyor olmana seviniyorum." dediğinde tekrar gülümsedim. Ben de seviniyordum; kendimi kısıtlamıyor oluşuma öyle alışkındım ki hayatım boyunca, saraya gelişim istemsizce gerilmeme ve anında oraya ayak uydurmak zorunda hissetmeme sebep olmuştu.

"Sen neler yaptın birkaç günde?" diyerek konunun kendi üzerimde yoğunlaşmasının verdiği rahatsızlığı dağıtmaya çalıştım.

"Ben, ah..." dediğinde bakışlarını yüzüklerine çevirip, sol eliyle sağ elindeki yüzüklerle oynadı ve gülümseyerek başını kaldırdı. "Ben pek bir şey yapamadım. Yalnızca... İlham kaynağımı kaybetmiş gibi hissettim." dediğinde utangaç bir gülümseme yüzünü kaplamıştı.

Öyle güzel görünüyordu ki, bir tabloya bakıyormuşum ancak tablodan çıkamıyormuşum gibi hissettiriyordu. Güldüğünde kalbim çiçek açıyor; nefesim, debisini arttıran bir nehir gibi oluyordu. Taehyung, gerçekten güzel bir adamdı.

"İlham kaynağın umarım çok uzaklaşmamıştır." dediğimde bakışları dudağıma kaydı ve sonrasında dudağımın altında var olduğunu bildiğim bende oyalandı.

"Bana geri gelecekmiş, öyle söyledi." diyerek ellerini çırptı ve duruşunu düzeltti.

Saf biri değildim, anlatılmak isteneni anladığımı düşünüyordum. Ancak kabul etmek çok zor geliyordu. İlham kaynağım dediği kişinin ben olma ihtimalim... Kabullenmesi oldukça güç bir gerçekti. Ancak sözleri; her seferinde kalbime işliyor, saç tellerim arasında dolaşan küçük şeytanlarımın bile etkilenmesine sebep oluyordu.

Bağdaş kurduğum bacaklarımı düzelterek artık bize ait olduğunu düşündüğüm kalın gövdeli ağacın ön kısmına başım ağacın yakınında kalacak şekilde uzandım. Kollarımı başımın altında birleştirip kendime rahat bir pozisyon bulmaya çalışırken Taehyung'un da hareketlendiğini hissettim.

Gözlerimi kapattığımda yaprakların arasından gelen güneş ışıkları, yapraklar hareket ettikçe gözlerimin önünde şekiller oluşturuyor ve huzurla iç çekmeme sebep oluyordu.

Taehyung yanımdaydı. Var oluşu bile mutlu olmama sebepken doğanın şefkatli ve temiz kolları arasında benimle birlikte olması içimde bir şeylerin oynamasına sebep oluyordu.

"Jeongguk, bunu başının altına al." dediğinde gözlerimi açtım ve elindeki bez çantasına baktım. Göz ucuyla arka tarafa baktığımda fırçaların otların üzerinde dırduğunu fark ettim. Sabah anlattığına göre çantasının içine, üşüme ihtimaline karşı bir hırka yerleştirmişti ve şu an o hırkanın içinde bulunduğu çantayı bir yastık haline getirmiş bana uzatıyordu.

Gülümseyerek başımı kaldırdım ve o da beni yormamak adına hızla çantayı başımın altına yerleştirdi. Yavaşça kendimi bıraktığımda kollarımı da karnımda birleştirdim ve bir bacağımı kırıp kendime doğru çektim. Gözlerimi tekrar kapattığımda bu sefer de beni düşünüp bir şeyler yaptığı için gülüşümü bastıramıyordum.

Bir müddet yaprak hışırtılarıyla birleşen Taehyung'un hafif kıpırdanışlarını dinledim. Günün sıcaklığı ve sabahtan beri sürekli hareket halinde olmamın getirisi olan yorgunluk üzerime çöktüğünde uykunun tatlı kollarına çekilmeye başladığımı hhissediyordum.

"Jeongguk..." diye sakin bir ses duyduğumda devam etmesi adına bir mırıldanma bıraktım. "Ben de yanına yatabilir miyim?"

Doğru duyup duymadığımı anlamak adına ve hemen kendimi heyecanlandırmamak için birkaç saniye hareketsizce bekledim. Gözlerimi yavaşça araladığımda dudaklarını ısırıp yüzüme cevap bekler şekilde bakan Taehyung'u gördüğümde kalbim sanki yeterince hızlı değilmiş gibi daha da hızlanmıştı.

"Olur, elbette." dediğimde bir nefes bıraktı ve sol koluma parmaklarını sardı. Ne yapacağını anladığımda yutkundum ve ona yardımcı olmak adına kolumu biraz havalandırdım.

Bacaklarını ileri doğru uzatıp başını omzuma koyduğunda kaskatı kesilen vücudumu rahatlatmak ve ortamı garipleştirmemek istiyordum. Ancak bu, o anlık mümkün görünmüyordu.

Başını biraz oynatarak omzuma bir kedi gibi sürtünerek yerleştiğinde bir kez daha derince yutkundum ve altına girdiği kolumu bedenine sardım. O hafifçe vücudu bana dönük olacak şekilde yan dönmüş yatıyorken ben sırtüstü yatıyor ve ağaç yapraklarına bakıyordum. Bir kolunu göğsüme bıraktığında artık resmen sarılıyorduk ve ben heyecandan bayılmak üzereydim.

Taehyung'un göğsünün vücuduma denk geldiği kısımda hissettiğim hızlı kalp atışları midemin kasılmasına sebep oluyordu. Başımı birazcık eğerek Taehyung'a baktığımda gözlerini kapatmış olduğunu ve yüzünde tatlı bir tebessümün varlığını sürdürdüğünü gördüğümde derince bir nefesi içime çektim.

Sol yanım, sol yanıma yatıyordu. Ve şüphesiz, onun yüzünden böyle hızlı atan kalbimin oldukça farkındaydı.


___

Umarım beğenmişsinizdir. Hoşça kalın ❤️

Ipagpatuloy ang Pagbabasa

Magugustuhan mo rin

12M 585K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...
16.2K 1K 32
Jungkook; Dolabımın şifresini değiştirip üstüne bir de içini prezervatiflerle dolduran orospu çocuğu sendin değil mi? Jungkook hoşlandığı kıza çok ya...
27.5K 4.3K 36
vücuduna küçük dövmeler yaptırmayı seven felix ve yıllardır gittiği dövmecisi minho.
358K 33K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...