if i was next to you // chen...

By ceinosekai

4.9K 524 1.4K

Park Jisung; beş senelik dostu, Gryffindor'un altın çocuğu. Yıllardır hayatının önemli bir yerini kaplıyor, f... More

açıklamalar&karakterler
𝘪. 𝘪𝘧 𝘪 𝘭𝘰𝘴𝘦 𝘸𝘩𝘢𝘵 𝘪𝘴 𝘭𝘰𝘷𝘦𝘥
𝘪𝘪. 𝘺𝘰𝘶'𝘳𝘦 𝘴𝘵𝘶𝘤𝘬 𝘪𝘯 𝘮𝘺 𝘩𝘦𝘢𝘥
𝘪𝘪𝘪. 𝘪𝘧 𝘺𝘰𝘶 𝘰𝘯𝘭𝘺 𝘭𝘰𝘷𝘦 𝘵𝘰 𝘩𝘢𝘵𝘦 𝘮𝘦
𝘪𝘷. 𝘪'𝘭𝘭 𝘨𝘦𝘵 𝘶𝘴𝘦𝘥 𝘵𝘰 𝘪𝘵 𝘭𝘪𝘬𝘦 𝘤𝘢𝘵𝘤𝘩𝘪𝘯𝘨 𝘢 𝘤𝘰𝘭𝘥 𝘢𝘨𝘢𝘪𝘯
𝘷. 𝘪𝘧 𝘺𝘰𝘶 𝘸𝘢𝘯𝘯𝘢 𝘨𝘰 𝘵𝘩𝘦𝘯 𝘪'𝘭𝘭 𝘣𝘦 𝘴𝘰 𝘭𝘰𝘯𝘦𝘭𝘺
𝘷𝘪. 𝘪𝘧 𝘪 𝘸𝘢𝘴 𝘯𝘦𝘹𝘵 𝘵𝘰 𝘺𝘰𝘶
𝘷𝘪𝘪. 𝘪𝘵'𝘴 𝘣𝘦𝘵𝘵𝘵𝘦𝘳 𝘵𝘰 𝘧𝘦𝘦𝘭 𝘵𝘩𝘦 𝘱𝘢𝘪𝘯 𝘰𝘧 𝘮𝘪𝘴𝘴𝘪𝘯𝘨 𝘺𝘰𝘶
𝘪𝘹. 𝘸𝘦 𝘤𝘢𝘯'𝘵 𝘳𝘦𝘢𝘤𝘩 𝘦𝘢𝘤𝘩 𝘰𝘵𝘩𝘦𝘳𝘴 𝘩𝘦𝘢𝘳𝘵
𝘹. 𝘪 𝘸𝘢𝘯𝘵 𝘵𝘰 𝘣𝘦 𝘩𝘶𝘳𝘵 𝘳𝘢𝘵𝘩𝘦𝘳 𝘵𝘩𝘢𝘯 𝘭𝘦𝘵𝘵𝘪𝘯𝘨 𝘺𝘰𝘶 𝘣𝘦 𝘩𝘶𝘳𝘵
𝘹𝘪. 𝘵𝘰𝘰 𝘴𝘩𝘺 𝘵𝘰 𝘴𝘢𝘺 𝘣𝘶𝘵 𝘪 𝘩𝘰𝘱𝘦 𝘺𝘰𝘶 𝘴𝘵𝘢𝘺 (𝘧𝘪𝘯𝘪𝘵𝘦 𝘪𝘯𝘤𝘢𝘯𝘵𝘢𝘵𝘦𝘮)

𝘷𝘪𝘪𝘪. 𝘺𝘰𝘶'𝘳𝘦 𝘢𝘭𝘭 𝘪 𝘵𝘩𝘪𝘯𝘬 𝘢𝘣𝘰𝘶𝘵

318 42 78
By ceinosekai

merhabalar! 1k olduğu için hemencecik bölümü toparlayıp atmaya çalıştım umarım hoşunuza gider ve çok teşekkür ederim!!! gerçekten inanılmaz keyif alarak yazıyorum, umarım siz de keyif alarak okuyorsunuzdurr

maksimum bu bölümde final yapardım diye düşünüyordum ama olayları biraz fazla uzattım gibi oldu ve giriş bölümünde belirttiğim tarihe de yetişmedi, o yüzden 10-11. bölüm gibi final diyelimm

tekrardan çoook teşekkür ediyorum ve iyi okumalar diliyorum <3

Chenle umurunda olmadığını düşünse bile umurundaydı. Sanki altıncı sınıf oğlanlarının odasından çıkar çıkmaz kendi odasına gittiğinden beri düşündüğü yetmiyormuş gibi bir de üstüne Sungchan içine kurt düşürmüştü. Jaemin onu ders çalışırken yanına çağırmasaydı da olurdu. Sonuçta insan, en sevdiği üç kokuyu hayli sayabilirdi. Fakat kendini bildi bileli nefret ettiği tarçın kokusu? Üstelik odaya giren kişiden alması? İşte bu ilginçti ve Chenle ne kadar görmezden gelirse gelsin aklından çıkaramıyordu.

Sungchan'ın söylediği şeyler aklında dolanıp duruyordu. Birinin kokusunu dünyanın en güçlü aşk iksirinden duysa, o kişiyi sevdiğini herhalde bilirdi diye düşünse de arka plandan Jaemin'in sesi "En çok sevdiğin üç şeyin kokusu. Kokuyu alana kadar sevdiğinin farkında bile olmayabilirsin de." diyerek zihninde yankılanıyordu. Bu kafasını daha da karıştırıyor ve sinirini bozuyordu. Üstelik kim olduğunu bile bilmiyordu! O anda odaya girmiş herhangi birisi olabilirdi. Sonuçta o bile sürekli altıncı sınıfların odasında buluyordu kendisini ve her ne kadar erkekler, kızlar yatakhanesine giremiyorsa da kızlar, erkeklerinkine girebiliyordu*. Üstelik bir keresinde kendi ortak salonlarının dışında Hufflepuff'ınkine bile girmişliği vardı; Slytherinli Lee Donghyuck bile kendi ortak salonların, hatta yatakhanelerine bile girmişti. Jisung bile kendi ortak salonlarından çok Ravenclaw'unkine gidiyordu ve hiç yakalanmamıştı. Herkesin olma ihtimali başını ağrıtıyordu ve konuşmaları sırasında Sungchan'ın Jisung'ı kast ettiğini adı gibi biliyordu. Fakat bu deli saçmasından başka bir şey değildi elbette.

(*Bu, orijinal seride de belirtilir. erkekler, kızlar yatakhanesine girmeye kalkarsa merdivenler düz bir yokuş/kaydırak hâlini alarak çıkmalarını engeller. Ama kızların, erkekler yatakhanesine girmesinde bir sakınca yoktur.)

Oflayarak başını önünde açık duran kitabına bıraktı. Hâlâ ödevleri bitmediği için herkes sıcacık yatağında mışıl mışıl uyuyorken o, saatlerdir ortak salondaki şöminenin önüne oturmuş, sehpaya dizdiği kitaplarıyla uğraşıyordu. Saatin kaç olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu fakat başını kaldırıp saate bakmaya çekinmese akrebin beşe vurmak üzere olduğunu görecekti. Yorgunluktan ve düşünmekten başı zonkluyordu. Üstüne aklına olur olmadık anlarda gelen tarçın kokusunu düşünmeye başladıkça dikkati dağılıyordu, aynı o anda da olduğu gibi, ve derse dönmek dakikalarını alıyordu.

Karanlık sanatlara karşı savunma dersleri için verilmiş yetmiş santimlik parşömen ödevinin, birkaç gündür uğraşıyor olsa bile, ancak kırk santimini tamamlayabilmişti ve öğle yemeğinden sonraki derste teslim edilmesi gerekiyordu. Fakat ne kadar düşünürse düşünsün aklına yazabilecek başka bir şey gelmiyordu ve beyninin patlamak üzere olduğunu hissediyordu.

Yine de eksik olarak teslim edemezdi, özellikle S.B.D senesindeyken. Önceki senelerde olsa çok da umurunda olmazdı, hatta hiç. Otuz santim eksikmiş, değilmiş, hiç yazmamışmış... Bunları bir gram düşünmez ve diğerleri gibi mışıl mışıl uyurdu fakat mesleklerini belirlemede etkili olacak sınavlara girecekleri bir yılda böyle bir şey yapması kendi ayağına sıkmaktan başka işe yaramazdı. Müdür yardımcısı olduğu yetmezmiş gibi kendi bina başkanları ve biçim değiştirme profesörleri olan McGonagall'ın odasında yarım saatlik bir nutuk dinleyesi yoktu. Düşüncesi bile homurdanarak başını kaldırmasına sebep oluyordu. Oysaki kitap ne kadar da yumuşaktı, başını koyduğu anda uykusunu hatırlatmış gibiydi ona.

Esnerken gözlerini ovuşturdu ve ofladı. Eline tüy kalemini tekrar alırken parşömeni önüne çekti ve kitapta okuduğu cümlenin kelimelerini değiştirerek bir şeyler yazdı. Üzerinde çok da düşünmesine gerek yoktu, biraz daha yazacak ve kalanını kahvaltısı ve öğle yemeğinden feragat ederek kütüphaneye giderek bitirecekti. Orada bulduğu kitapların bir kısmından da kopya çekebilirdi. O an tek istediği uyumaktı fakat tüm yemekleri de kaçırmak istemediği için biraz daha zorlamaya karar verdi.

Tekrardan odaklanıp ödevini yapmaya başlarken uyandığında karşı yatağını boş görerek meraklanıp yatakhaneden çıkmış ve ortak salona inen merdivenin başında kendisini görüp kalakalan Jisung'dan bihaberdi.

*

Chenle, gece uyuduğu iki saatlik uykunun ancak verdiği güçle ayakta kalmayı başarabilse bile zihni çok apayrı diyarlardaydı. Derslere odaklanmaya çalıştıkça zihni kendisini kapatıyor, yorgunluğuna yeniliyor ve gözleri kapanır kapanmaz başı önüne düşüyordu. O anda hafifçe sıçrayarak tekrar uyanıyor ve derse kendisini vermeye çalışıyordu fakat nafile. Ders boyunca birkaç kere tekrarlanmasına engel olamıyordu. O kadar dalgındı ki, gün boyu üzerinde gezinen bir çift gözü asla fark etmemişti.

Yine de ödevini tamamlamayı başarmıştı. Öğle yemeğini atlamış olsa bile akşam yemeğine kadar dayanabilirdi. Tüm günü derslerle dolu olduğu için mutfağa gitmek dikkat çekici ve zor olduğundan bir seçenek bile değildi.

Tüm günü, bir yerlerde tam olarak uyuyakalmadan geçirmeyi başardı. Akşam yemeğinden sonra ortak salona döndüğünde dinlenebileceğini düşünse bile astronomi dersi ve birkaç gün içinde yetiştirmesi gereken ödevleri olduğunu hatırlamasıyla gerçek suratına tokat gibi çarpmış, diğer beşinci sınıflarla astronomi kulesine çıkarken içten içe çığlık atmıştı. Fakat bunu dışa vurumu çatık kaşlar ve büzülmüş dudaklardı.

"İyi görünmüyorsun." Yanında oturan Sungchan endişeli bir şekilde sessizce fısıldarken gözünü önündeki teleskobun lensinden çekmeden omuz silkti.

"İyiyim ben." diye tersledi. Sungchan ise cevabından tatmin olmamış bir şekilde hızla, öğrencilerin arasında gezinen profesöre bakmış ve arkasının onlara dönük olduğunu görmesiyle tekrardan Chenle'ya dönmüştü. Sınıfın diğer tarafındaki Jisung ise gözlerini onlardan ayırmıyordu.

"Yeme beni. Uyumadın mı sen?" diye fısıldamaya devam ederken bu sefer kaşları çatılıydı. "Kahvaltıda da yoktun, öğle yemeğinde de."

"Kütüphanedeydim." diye cevapladı kısaca.

"Aptal!" diye fısıldarken sanki bağırıyordu. Chenle gözlerini teleskobun lensinden ayırarak ona çevirdi. Onun da ifadesi en az Sungchan kadar sertti. "Bu günlerde kendine hiç dikkat etmiyorsun. Doğru düzgün uyumuyorsun, yemiyorsun. Bir yerde bayılıp kalacaksın."

"İyiyim ben Sungchan. Bilmem farkında mısın ama dağ gibi ödev veriyorlar ve çoğu kişi bazı geceler uykusuz kalıyor." Omuz silkti tekrardan teleskoba dönerken. "Bir şeyim yok, gayet iyiyim." Cümlesinin sonunda esnemeseydi, Sungchan daha çok inanmış gibi görünebilirdi.

"Bunun sonu hastane kanadında bitecekmiş gibi geliyor."

"Bu tahminlerini kehanet dersine saklamaya ne dersin? Trelawney'in pek hoşuna gidecektir." Alayla gülerek mırıldandı. "Yakalanacağız şimdi, sussak iyi olur."

"İnanılmazsın ya. Benim kural tanımaz Chenle'm nereye gitti?" Sungchan homurdanarak önündeki teleskoba dönerken Chenle sessizce gülüyordu. Sınıfın diğer tarafındaki Jisung da dudaklarını dişleyerek önüne dönmüştü böylece.

*

Chenle o gece de uykusunu alamadı. Fakat bu sefer ödevlerinin bir tık daha az olmasının getirisiyle yatakhaneye daha erken dönebilmişti. Yan yatağındaki oğlan da o gelene kadar uyumamış ve zamanını onun için endişelenmekle geçirmişti. Fakat elinden de gelen bir şey yoktu. Chenle yüzüne bakmıyordu, aralarındaki her şey Quidditch sahasında yaptıkları tartışmayla noktalanmıştı. Sadece bir iki kez adım atma girişiminde bulunarak -onlarla birlikte yemek yiyerek, onun arkadaşı sıfatına sarılamıyordu ne de olsa. Maçtaki dakikalar bir anlam ifade etmiyordu, Chenle açısından. En azından Jisung böyle düşünüyordu. Şimdi gidip onun için endişelendiğini dile getiremez, ona yardımcı olamazdı. Tüm bunlara ortam hazırlayan kendisinden başkası değildi. Her ne kadar daha ikisi için de daha iyi olacağını düşünse bile yanıldığını her geçen günde daha da çok hissediyor, görüyor, bizzat tanık oluyordu. Bu noktadan sonra geri dönüş olabileceğini düşünmüyordu ve o an Jaemin, Renjun ve Dejun'un söylediklerinin olabilme ihtimalinden şüphe duymuştu. Bu onu daha da rahatsız ediyordu. Chenle için bir şey yapamadığı gibi Sungchan denen oğlanın astronomi dersinde hâlini fark etmesiyle ona göz kulak olmasını ummaktan başka elinden gelen bir şey yoktu.

Sinirle yorganını yüzüne çekerken düşüncelerini dağıtmaya çalışıyordu. Uyuması lazımdı, artık Chenle'nun uyuduğundan emindi çünkü. Ama düşünceleri gitmedikleri gibi uyumasına da izin vermiyorlardı. Yorgunca gözlerini yumarken sıkıntılı bir nefes aldı. Sağ tarafına döndükten sonra tekrardan gözlerini açtı ve parmaklarıyla yatağın etrafını kapatan bordo perdeleri araladı. Yan tarafındaki yatakta, perdenin hafifçe aralanmış kısmından görebildiği kadarıyla sarı saçlı oğlan mışıl mışıl uyuyordu. Sırtı ona dönüktü fakat düzenli bir şekilde nefes alıp verdikçe omuzları yavaşça kıpırdadığı için uyuduğunu anlamıştı. Kendine engel olamayarak doğruldu ve ayaklandı. Diğerlerini kontrol ettikten sonra herkesin uyuduğuna kanaat getirerek sessizce Chenle'nun yatağının diğer tarafına geçerek perdeyi hafifçe araladı. İşte, şimdi uyuyan yüzü gözlerinin önündeydi.

Etrafın karanlığına rağmen pencereden içeriye düşen az miktarda Ay ışığı, yüzünü görmesine yardımcı oluyordu. Sadece önceki gece değil, bir süredir doğru düzgün dinlenemiyor ve uyuyamıyor olmalıydı ki gözlerinin altında mor halkalar yer edinmişti. Zaten her zaman zayıf bir yüzü vardı, fakat her zamanki gibi kendisine dikkat etmiyor olacaktı ki yanakları biraz daha içine çökmüştü sanki. Dudakları çatlamış, renkleri uçmuştu. Hiç olmadığı kadar solgun görünüyordu. Kışın sonuna yaklaşıyor olsalar bile soğuklar gitmiş değildi ve bu gidişle soğuklara kalmadan yorgunluğu onu hasta edecekti.

Derin bir iç çekti ve karnına kaymış yorganı düzgünce boynuna kadar örttü. Uyuyan oğlan ise yorganın etrafını sarmasıyla mayışmış gibi kıpırdanmıştı. Yüzünün yarısını yorganın içine sokarcasına yattığı yerde büzülürken onu izleyen Jisung kendini engelleyemeyerek sessizce gülmüştü. Yavaşça elini uzattı ve hafif dokunuşlarla tedirgince yanağına ulaştı. Uykudaki Chenle dokunuşu hissetmemişti bile. Bunun da cesaretiyle belli belirsiz bir şekilde baş parmağını yanağında gezdirdi. Her hareketinde kalbi hızlıca çarpıyordu fakat bu onu heyecanlandırmak yerine rahatlatıyordu. Az önceki gerginliğinden eser kalmamıştı sanki. Sadece eski en yakın dostuna bakmak bile, onunla ilgili düşüncelerindeki ağırlığı alıp götürmüştü. Pamuk gibi hafif hissediyordu, belki de uzun zamandır olmadığı kadar huzurlu. Fakat aynı zamanda derin uykuda olan Chenle'nun kendi sağlığı hakkındaki pervasızlığı rahatsız etmeyi kesmiyordu.

Elini yüzünden yavaşça çekti ve perdeyi örttü. Kendi yatağına dönüp tekrardan uzanırken aklına yapabileceği bazı şeyler geliyordu, en azından Jaemin'i haberdar etmek gibi. O an kendisi bir şey yapamıyor olsa da bunu düzeltmeyi kafasına koymuş gibiydi. İhtimalleri ise bir süreliğine düşünmemeye karar vermişti.

*

Sungchan, iksir dersinden çıktıktan sonra birkaç gündür zihnini işgal eden düşüncelerin tekrardan aklını karıştırmasıyla dalgın bir şekilde koridorlarda ilerliyordu. Aklında Hufflepuff ortak salonuna gitmek ve akşam yemeğinden önce biraz kestirmek vardı fakat ne nereye gittiğini biliyor, ne de bunu umursuyordu. Tek yaptığı şey adımlarını izleye izleye meşalelerle aydınlatılmış zindanlarda ilerlemekti.

"Hey!" Tanıdık bir sesin ardından kolunda hissettiği baskıyla kendine gelerek durakladı ve başını seslenen kişiye, Jaemin'e çevirdi.

"Ürküttün." diye mırıldanarak ona döndü. Jaemin omuz silkti.

"Aklın başka yerde anlaşılan. Düşecektin." Sungchan başını önüne çevirdiğinde duvara monteli mermer banklardan birini gördü.

"Dalmışım." diye mırıldandı ardından. "Sağ ol."

"Lütfen kibarlığı bir kenara bırak. Hiç alışık değilim." Bunun üzerine Sungchan gülmeye başlarken Jaemin de sırıtmış, yan yana yürümeye başlamışlardı.

"Ne işin var burada?" diye sordu Sungchan.

"Donghyuck'tan alacağım bir şey vardı." diye mırıldanırken arkalarında kalan Slytherin ortak salonunun kapısını işaret etti. "İksirden mi?"

Sungchan başını salladı. "Evet." Bir dakika öncesindeki düşünceler aklına dolmaya başlarken tekrardan sessizleşmiş ve dalmıştı. Jaemin sanki bir şeyler diyordu ama o an aklı başka yerdeydi. Bir anda yanında Jaemin olduğunu hatırlayınca başını kaldırdı.

"Jaemin, şu an uygun musun?"

"Ha?" Sözü yarıda kalan Jaemin şaşkınca ona baktı. "Uygunum da- Bir şey mi oldu?"

"Seninle bir şey konuşmam lazım." Durup etraflarına bakmaya başlayınca Jaemin de durmuştu. "Bahçeye çıksak olur mu?" Jaemin duraksayıp başını salladı. Hızlı adımlarla merdivenlerden çıkıp kendilerini bahçeye attıklarında serin ocak havası onları bir anlığına titretmişti. Hızlarını kesmeden avluya vardıklarında Sungchan etrafın tenha olmasıyla rahatlayarak yapay havuzun kenarına oturdu. Jaemin de ardından yanına otururken kaşları şaşkınca havalanmıştı ve yüzünde meraklı bir ifade vardı.

"Ne konuşacağız?" diye sordu ardından. Sungchan tekrardan etrafını kolaçan etti ve hafifçe eğilerek "Chenle." diye fısıldadı.

"Ne olmuş Chenle'ya?" Jaemin de Sungchan gibi eğildi.

"Jisung'dan hoşlandığını düşünüyorsun değil mi?" diye fısıldadı bir kez daha. Jaemin hahlayarak geri çekildi.

"Hoşlandığını düşünmüyorum, hoşlandığını biliyorum." Sungchan da doğrulurken gözlerini devirdi.

"Tüm bu Amortentia meselesi, geçen gün bitki bilimdeyken anlattı, bundan emin olmak içindi. Öyle değil mi?" Konuşma şekli ciddiydi ve sanki yargılar gibiydi. Jaemin gözlerini kıstı.

"O melek görünümün falan yalan oğlum senin, çok fenasın."

"Amacın oydu yani?" Jaemin de az evvel Sungchan'ın yaptığı gibi hızla etrafı kolaçan ettikten sonra omuz silkti.

"Bir şey biliyorsun."

"Bilip bilmemem bir şeyi değiştirmiyor. Konuşmak istediğim mesele neden Amortentia olduğu." Jaemin ne diyeceğini bilemez bir şekilde Sungchan'a dönerken Sungchan meraklı bir şekilde ona bakıyordu fakat kaşları çatılıydı. "Zaten okul onu yeterince yormuyormuş gibi tüm bu Jisung'la olanlar da ayrı olarak yoruyor. Sırf bunu tasdik etmek için onun aklına daha da fazla şey taktırdın. Anladığım kadarıyla bunu düşünmemek için daha çok çalışıyor ve kendisini daha çok yoruyor. Çünkü... Ben de kafasını karıştırmış olabilirim ve Jisung'dan bahsettiğimi anladığına eminim ama yine de tüm bunlar yüzünden uykusuz kalıyor ve öğünlerini kaçırıyor. Bir yerlerde bayılıp kalacak bu gidişle." Jaemin bakışlarını önüne indirirken Sungchan tekrardan bakışlarını Jaemin'e taşımıştı. "Ve o koku kesinlikle Jisung'a ait. Ama Chenle'nun farkında olduğunu sanmıyorum. Yine de emin olmak için o kadar uğraşmışsın, al sana güvence. Şimdi bana Amortentia meselesini anlatacak mısın?" Jaemin oflayarak kenara koyduğu çantasını omzuna astı.

"Haklısın." diye mırıldandı ayaklanırken.

"Nereye?" Sungchan şaşkınca ona baktı.

"Ama bu konuda sana şu an bir şey söyleyemem." Sungchan'ın sorusunu görmezden gelip ellerini ceplerine soktu.

"Jaemin-"

"Benden haber bekle. Bir iki güne diyeyim ama söz vermeyeyim. Ben seni bulurum." İlerlemeye başlarken Sungchan şaşkınca arkasından bakıyordu.

"Bekle- Jaemin," Ayaklanıp koşturarak ona yetişince Jaemin tekrardan ona döndü.

"Bak, affedersin ama yapmam lazımdı bunu. Tamam mı? Şu an bir şey söyleyemem diyorsam biraz bekle. Chenle'nun bazı şeyleri görmesi için aklının karışması lazım ama yine de onu kuleye döner dönmez azarlayacağım öyle diyorsan. Başka bir şey yoksa?.." Sungchan boş bakışlarını ondan ayırmadan iç geçirdi ve başını salladı.

"Mümkünse bir hastane kanadına yolla."

"Onu halledebilirim sanırım." diye mırıldanıp ilerlemeye başlarken "Jisung'la." diye söylendi kendi kendine. Bu düşüncesine sırıtmaya başlarken omuzlarını dikleştirip arkasına döndü ve Sungchan'a enerjik bir şekilde el salladı. Sungchan onun aniden değişen havasına karşı kaşlarını çatsa bile umursamadan Gryffindor kulesinin yolunu tuttu.

*

Akşam yemeği saatinde Jisung'ın tekrardan takımla ilgili bir şey konuşmam lazım bahanesiyle birlikte onlara katılmasıyla Gryffindor oğlanları, tam kadro masadaki yerlerini doldurmuşlardı. Bu sefer, önceki sefer kadar şaşkınlıkla karşılanmamış; aksine daha samimi bir ortam oluşmuştu. Chenle'nun, yan tarafında oturan dönem arkadaşlarından biriyle sohbet ederken arada sırada kulağına hafta sonu kesin antrenmanlarını izlemeye gitmemiz lazım tarzı cümleler çalınıyordu. 

"Bu arada Jisung," dediğini duydu Jeno'nun. "Sıradaki maça çok kalmadı. Daha iyi misin? Önceki maçtaki gibi bir şey olmaz değil mi?"

Bu soruyla Chenle istemsiz olarak başını solunda kalan kişilere çevirince Jisung ile göz göze gelmişti. Bakışlarında bir şeyler var gibiydi ama Chenle çözmekte yetersizdi. Sadece maçta, o anda olduğu gibi bir hissin içini kaplamaya başladığını söyleyebilirdi; farkında olmadan nefesini tutmuştu. Bunların hepsi Jisung'ın yutkunarak bakışlarını Jeno'ya çevirmesiyle son bulmuştu. Jaemin'in onun tepkilerini incelediğinin farkına varamayacak kadar dalmıştı.

Jisung, "Elbette olmayacak." diye sakince cevapladı. "Şu an iyiyim. O gün aklım pek yerinde değildi, üzgünüm. Bir daha olmayacak." Jeno başını salladı. Bir yandan da Jaemin'e içten içe, şaşırtma büyüsü diyordun, değil mi? dediğini belirtir bakışlar atıyordu. Jaemin ise umursamayıp omuz silkmişti.

"Hepimizin farklı sorunları var ve bunların günlük hayatımıza yansıması normal. Ama maçta daha dikkatli ol da zarar görme."

"Of Jeno, düşünceli bir kaptanmışsın gibi konuşmayı kesmezsen şuracıkta kusacağım." Yangyang suratını buruşturarak söylenirken Jeno gözlerini kısmıştı.

"Bu sene de kupayı alamazsak çıplak ellerimle hepinize cruciatus yaşatırım o zaman. Oldu mu?" Diğer oyuncular dehşetle Jeno'ya bakarken Yangyang sırıtmış ve baş parmağını kaldırmıştı.

"İşte benim oğlum! Ama fazla iddialı laflar bunlar, gerçekle uzaktan yakından alakası yok. Tehditlerini savururken kendi kişiliğini göz önünde bulundurmazsan bir anlamı kalmaz, demedi deme."

"Seni takımdan atmamı engelleyen hiçbir sebep yok şu an." Jeno kaşlarını çatarak tersleyince Yangyang'ın sırıtması genişlemişti.

"Bunun gibi! Kesinlikle gerçekçi bir tehdit olduğu ve hiç de hoş olmayan bakışlar attığın için susuyorum şimdi." Diğerleri gülerek önlerine dönerken Chenle, Jisung'ın da onlara eşlik ettiğini görmüştü. Takım arkadaşlarıyla da arasına soğuk duvarlar örse bile o anda, az da olsa duvarlarını kırmaya başladığı ve diğerlerinin onu samimice karşıladıklarını görünce istemsizce o da tebessüm etmişti. Ne yaptığının farkına varıp saniyeler içinde gülümsemeyi kesip önüne dönse bile Jisung'ın dikkatinden kaçamamıştı. Bakışlarını heyecanla Jaemin'e çevirdiğinde Jaemin ben demiştim ifadesiyle keyiflice omuz silkmişti.

*

Gryffindor ortak salonuna her zamanki gibi sıcak bir hava hakimdi. Şöminede tüm gücüyle yanan ateşin etrafa yaydığı sıcaklık, alt sınıfların mutfağı keşfetmeleriyle aşırmaya başladıkları sıcak çikolataların ve yeni pişmiş kurabiyelerin kokusu, gruplar hâlinde sohbet eden öğrencilerin sessiz mırıltıları ve gülüşleri, yakılmış mumların ışığında yanındakilerle konuşa konuşa ders çalışanların tüylü kalemlerinden yükselen sesleri ile soğuk kış havasını kendilerinden uzak tutuyorlardı. Şüphesiz her Gryffindor'un aşina olduğu bu sıcak atmosferin büyüsüne kapılmamış 6. sınıf Na Jaemin, zihninde dönen çarklarla birlikte yakın arkadaşının yanına ilerliyordu sessizce. Ona yaklaşmakta olan gölgeden habersiz Zhong Chenle, kendisini sihir tarihi ödevine kaptırmış bir şekilde oturduğu masaya iyice yerleşmişken Jaemin'in omzuna dokunmasıyla ürkerek yerinde sıçramış, şaşkınca bağırmıştı. Bunun üzerine salonun diğer köşesindeki Yangyang yarım ağız sırıtarak yanındakilere dönmüş ve Jaemin'in Chenle'yu yine salmadığıyla ilgili birkaç şey söylemişti. Bununla birlikte salondaki gülüşmeler artarken Chenle kaşlarını çatarak yanına oturan Jaemin'e dönmüş ve "Jaemin!" diye çıkışmıştı.

"Sakin ol biraz. Her zamanki gibi fazla gerginsin bakıyorum. Bir tarih ödevine yenik düşmüşsün." diye sataştı Jaemin. Chenle iç geçirerek arkasına yaslandı ve kollarını bağladı.

"Ne var?"

"Hey, hey, hey! Hiç şakalaşmaya da gelmiyorsun bakıyorum. Yorgun ve huysuzsun. Sungchan'ın dediği kadar varsın cidden."

"Ne demiş?"

"Bir yerlerde bayılıp kalacağını ve şimdi bakıyorum da," Bakışlarını dikkatle Chenle'nun hasta görünümlü yüzünde çevirdi. "Haklı. Şu kokuyla alakalı aklına girmiş anlaşılan. Sen de ona uymuş düşünmeyi keseceğim diye kendini oyalayıp duruyorsun." Chenle göz devirdi.

"İyiyim ben." diye mırıldandı. Jaemin kaşlarını kaldırarak bakışlarını gözlerine dikti. Ardından kollarının arasından görünen eline çevirdi bakışlarını. Chenle a başını eğdiğinde elinin titrediğini gördü. Yumruk yapıp kolunun altına saklarken tekrar Jaemin'e çevirmişti bakışlarını. 

"Bak, bu gerçekten birini sevdiğin anlamına geliyorsa üzerine bu kadar kafa yormana gerek yoktur. Öyle değil mi? Sonuçta o kişiyle karşılaştığın anda farklılığı hissedersin. Ya da ne bileyim, aynı kokuyu alırsın. Ve eğer geçen gün yatakhanenize geldiyse, tekrardan gelebilir demektir." Aptal, Jisung işte. Anlamak bu kadar zor olmamalı.

"Kafa yormam gereken çok şey var Jaemin. Buna takılıp kalacak değilim."

"Öyle mi dersin?" Jaemin inanmadığını belli edercesine söylenirken Chenle göz devirdi.

"Evet, öyle derim."

"İyi. Hastalanırsan demedi demeyiz ona göre. Dilimize düşmemeye bak, yoksa, biliyorsun. Ha bir de, yerinde olsam Madam Pomfrey'i bir ziyaret ederdim." Kocaman gülümsedi ve ayaklandı. Chenle gözlerini kısmış ona bakarken omuz silkti. "Sen ödevini yap o zaman ve takılıp kalmamaya devam et. Bir ufak işim var. Görüşürüz."

"Umarım görüşmeyiz." Chenle kaşlarını çatarak mırıldanırken Jaemin sırıtmıştı.

"Ben de seni seviyorum canım benim!" Öpücük atarak oradan uzaklaşırken Chenle'nun iç çektiğini duymuştu. Umursamadan yatakhanelere doğru ilerlerken aklındaki kişiyle, Chenle'ya fark edilmeden nasıl ortak salondan çıkacaklarını düşünüyordu. 

Beşinci sınıf erkeklerinin yatakhanesinin kapısına geldiğinde ilk önce cebindeki parşömeni kontrol etti, ardından kazağını tekrardan üstüne indirerek gizledi. Kapıyı çaldıktan sonra yavaşça araladı ve başını içeri uzattı. Odadaki iki çift göz ona dönerken gülümsedi.

"Pardon ya," dedi ve bakışlarını uzun oğlana çevirdi. "Jisung, bir gelsene benimle." Jisung kaşlarını çatarak sandalyesinden kalktı ve yanına ilerledi. Odadan çıkıp kapıyı arkasından çekerek bakışlarını Jaemin'e çevirdi.

"Bir şey mi oldu Jaemin?"

"Benden birkaç dakika sonra ortak salondan çık."

"Ne?" Jisung şaşkınca sorarken Jaemin koridoru kontrol etti.

"Benden birkaç dakika sonra ortak salondan çık da Kara Göl'ün orada buluşalım. Tamam mı?"

"Bu saatte mi? Yarım saat kadar sonra dışarıda bulunmamız yasak biliyorsun." Jaemin kocaman gülümsedi.

"Sanki kuralları inanılmaz umursuyormuş gibi konuşuyorsun ya, seni bir güzel pataklayasım geliyor." Jisung dehşetle ona bakarken omuz silkti ve arkasını dönüp ilerlemeye başladı. Ardından duraksadı ve omzunun üstünden eli kapının kulpunda kalmış oğlana baktı. "Chenle'ya görünmemeye çalış."

*

Jisung, telaşlı adımlarla bahçeye adım attığında saat, sekizi otuz yedi geçiyordu. Gün inmeden önce bahçede birkaç kişi bulunuyorduysa da o an ortalık tamamen boştu; gölün kıyısında onu bekleyen Jaemin dışında. Chenle'ya görünmemesini söylediyse kesinlikle Chenle ile ilgili bir şey konuşacaktı. Jisung gerildiğini hissederken derin bir iç çekti ve montunun cüppesinin ceplerindeki ellerini sıkarak hızlı adımlarla Jaemin'e doğru ilerlemeye başladı.

"Neler oluyor?" Birkaç metre ötesindeyken seslendi. Gölü izleyen Jamein yavaşça ona dönmüştü böylelikle.

"Ne bu acele canım? Bir soluklan." diye cevapladı kayıtsızca. Jisung rahatsız olmuş bir şekilde ona bakarken omuz silkti. "Biraz yürüyelim." diye önerdi ardından. Jisung her ne kadar itiraz etmek istese de Jaemin'in attığı bakışlar sinirini bozuyor ve ona uymaktan başka bir seçenek sunmuyordu.

Bir müddet sessizce yürüdüler. Jaemin'in dediği gibi kurallar çok umurunda olmasa da birine her an yakalanabilirlerdi ve sonuçlarının nasıl olacağını bilemezlerdi. Fakat onun bu gerginliğine karşıt Jaemin, oldukça rahat görünüyordu. Sanki boş bir ders saatinde soluklanmak amacıyla yürüyormuş da önüne çıkabilecek herhangi bir öğretmenle ayak üstü sohbetin belini kırabilecekmiş gibi bir havası vardı. Her zamanki Jaemin, diye içinden geçirdi Jisung. Fakat aklı ne konuşmak istediğindeydi. Fakat bir gece öncesinde olanlar aklına gelince ilk konuşması gereken kişi olduğuna karar verdi.

"Chenle." diye mırıldandı sessizce. Jaemin bakışlarını ona çevirse de o, ona bakmadı. "Yine kendisine dikkat etmiyor gibi görünüyor."

"Fark edeceğini biliyordum. Hastane kanadına gitmesini söyledim."

"Gitmeyeceğini biliyorsun."

"Biliyorum, senin bunu sağlamanı umuyordum." Jisung kaşlarını çatarak ona baktı.

"Nasıl olacakmış o?" Bilmem dercesine omuz silkti Jaemin. Jisung'ın ise aklı bir anda neden orada olduklarına gitmişti. 

"Aslında," Tam da düşünmesi üzerine Jaemin konuşunca bir an şaşırsa da toparlanarak bakışlarını ona çevirdi. "Senden bir şey için izin isteyecektim."

"Öyle mi?" Şaşkınlığı daha çok artarken Jaemin başını salladı.

"Hmm. Tüm bu olanların sebebini, senin Chenle'yu sevmen yani, bunları Sungchan'ın bilmesi gerektiğini düşünüyorum."

"Ne?!" Jisung durup şaşkınca çıkıştı. "Kafayı mı yedin sen Jaemin? Hayatta olmaz!"

"Bir dur da sözümü bitireyim ya." Jaemin, ona kınayan bakışlar atarken Jisung tekrardan konuşmak için ağzını açtığı anda cüppesinin cebinden asasını çıkararak ona doğrulttu. "Bunu benim yapmamı istemezsin sanırım." Jisung ona doğrultulmuş asaya bakarken kaşlarını çattı.

"Sinirlerimi bozuyorsun." diye mırıldandı nefesinin altından. 

"Evet, ama kimin için? Senin iyiliğini düşünüyorum şurada aptal. O yüzden kes sesini ve beni iyi dinle." Jisung bakışlarını ona çevirirken asasını indirdi fakat cebine geri koymadı.

"İyi."

"Öncelikle, bunu Sungchan'a söylemesem bile onun anlamasını engelleyemem. Ve emin ol, şu an bile şüpheleri vardır." Hiçbir fikri yoktu bu konuda ama Sungchan'ın dikkatini Chenle kadar olmasa da Jisung'a verdiği anda fark edeceğinden emindi. Yine de, şu durumda biraz yalana başvurabilirdi. İyiliği için yapıyordu sonuçta!

"Bu benim elimde olan bir şey değil."

"Evet, değil. İşte bu yüzden anlayışla karşılayacaktır. Yani, tüm bu tartışma olaylarını vesaire. Sana karşı iyi duygular beslemesi konusunda güvence veremem ama anlayacaktır. Hatta, sana yardımı bile dokunabilir."

"Tüm bunları onun bir Hufflepuff olmasından yola çıkarak söylüyorsun."

"Ve sen de öyle değerlendiriyorsun."

"Neyse ne." Jisung kaşları hâlâ çatıkken kestirip attı.

"Bak, anlıyorum endişelisin bu konuda. Hazır aranızdaki buzları eritmeye çalışmaya başlamışken neden Sungchan bilsin, ya Chenle'yu doldurursa ve her şey daha kötü olursa gibisinden düşüncelerin olduğunu biliyorum. Ama gerçekçi ol biraz ve Sungchan hakkında ön yargılı olsan da onun böyle şeyler yapacak biri olmadığını bildiğinin farkına var." Jisung'ın ifadesi yumuşasa da bakışlarını Jaemin'den çekmiş ve boş bahçede gezdirmeye başlamıştı. 

"Öyle olsa bile bu seni alakadar etmiyor Jaemin, başından beri etmediği gibi. Kendin zorla dahil oldun bu konuya ve hâlâ da bırakmamakta kararlısın." Jaemin hafifçe güldü.

"Daha dün akşam benim verdiğim tavsiyeye uyuyor ve işe yaradığını görüyordun. Yanlış mıyım? İşe yarıyor, yarayacak da. Chenle'yu benden iyi tanıyorsun ve sen de işe yarayacağını biliyorsun. Ayrıca ikinizin de iyiliğini istediğim için dahil olduğumu da biliyorsun. Şu keçi inadın olmasa ortak yolu bulabiliriz aslında." Jisung birkaç saniyeliğine ona baksa da tekrardan bakışlarını çevirmiş ve gölü izlemeye başlamıştı. Bir süre konuşmadan öylece durdular. Jisung bakışlarını Jaemin'e çevirmeden "Neden?" diye mırıldandı.

"Ne neden?"

"Neden, Jaemin? Neden şimdi, ne oldu bir anda?" Bakışlarını tekrardan Jaemin'e çevirip sorusunu yineledi. Jaemin soruyla duraksasa da dudakları hafifçe kıvrılmıştı.

"Benim bildiklerime karşılık o da bir şeyler biliyor diyelim. Hatta..." Asa tutmadığı elini cebine soktu ve parmakları arasına aldığı ufak şişeyi çıkardı. Jisung onun ne yaptığını anlamaya çalışırken şişeyi ona doğru uzattı. 

"Ciddi olamazsın." Jisung nefesini tutarak Amortentia dolu şişeye kilitli bakışlarını bir türlü çekemedi.

"Ciddiyim, hem de çok. Yapacağımı söylemiştim. Eminim Sungchan, dünyanın en güçlü aşk iksiri söz konusu olunca seni anlayacaktır ve yardımcı da olacaktır belki, kim bilir? Hatta, belki de, Chenle da- Anladın demek istediğimi, değil mi?" Jisung ofladı ve bakışlarını şişeden çekerek Jaemin'e baktı.

"Sen anlamıyorsun Jaemin, Sungchan öğrense her şey daha da kötü olacak! Sungchan'ın öğrenmesi, Chenle'nun öğrenmesi demek. Henüz tam bir adım atamamışken öğrenince ne olacak sanıyorsun? Her şey birbirine girecek ve daha kötü bir hâl alacak. Muhtemelen Chenle bir daha yüzüme bile bakmayacak ve benden daha da nefret edecek. Bunları bilmiyormuşsun gibi davranmayı ve benim meseleme burnunu sokmayı kes artık." 

"Bunu Sungchan'a söylemenin işleri kolaylaştıracağını bilmesem asla düşünmezdim zaten. Chenle öğrenmeyecek, tek bir şey bile. Sadece bana güven ve biraz süre ver. Sungchan'a anlatmama da izin ver. Ondan hoşlanmadığını biliyorum ama seni yargılamaz ya da ne bileyim, arkandan iş çevirmez veya atıp tutmaz işte.  Patlama noktan yakın ve hem sen kendine bir şeyler yapmadan hem de işler daha da sarpa sarmadan halledebilirim diyorum ve inan bana, işe yarayacak. Tamam mı? Güven bana."

"En son böyle söylediğinde kulüpte bir hipogrife yem oluyordum."

"O sayılmaz ama, küçüktük! Hem bu konuyla alakası ne? Mızıkçılık yapmasana oğlum." Jisung gözlerini devirdi. İskoçya'nın soğuğu etraflarını ıslak bir battaniye gibi sarıyordu. Hafifçe titreyerek yerinde kıpırdandı ve Jaemin'in elindeki şişeye bakmaya başladı tekrardan. Bir yandan da düşünüyordu.

"Gerçekçi olmamı ister misin?" Jaemin mırıldanınca bakışlarını ayaklarına indirdi ve hafifçe iç çektikten sonra başını salladı. 

"Berbat bir durumdasın ve bundan daha kötüsü olamaz zaten. Kaybedecek bir şeyin yok ve geri zekalı, bilmem farkında mısın ama sen bir Gryffindor'sun! Sözde cesaretli olman gerekir. Düello kulübünde daha ikinci sınıftayken kendinden büyük bir Slytherin'e yeni öğrenmesine aldırmadan Incendio yapan çocuk nerede?" Jisung son söylediğiyle bıyık altından gülse bile bir şey dememişti. Söylediklerine sinirlenmesi gerekiyordu belki ama doğru oldukları için bir şey diyememişti. Jaemin ise aklına girdiğini bildiği için kendi kendisine açılmasını bekledi bir süre sessizce. Düşündüğü gibi de olmuş ve bir dakika kadar sonra Jisung derin bir iç çekmişti.

"Tamam." demişti sakince.

"Tamam?" Jaemin emin olmak için sorarken başını sallayarak ona baktı.

"Tamam, söyle. Haklısın, daha kötü ne olabilir ki?" Jaemin de onaylarcasına başını sallarken gülüyordu.

"Kesinlikle. Emin ol kötü bir şey olmayacak. Ayrıca bunu da sana vermek için ayırmıştım gizlice." Elindeki şişeyi uzattı.

"Ne? Neden? Ne yapacağım ben bunu?" Jisung dehşetle ona uzattığı şişeye bakarken Jaemin omuz silkti.

"O senin bileceğin iş. Yakalanma ama, ya da ne bileyim, kullanma. Benim başımı derde sokarsan bozuşuruz ona göre."

"O zaman neden ayırdın ki?" Jaemin keyifli bir havayla omuz silkti. Yavaşça arkasını dönüp şatoya doğru ilerlemeye başlarken Jisung da gerilse bile şişeyi cebine atmış ve peşine düşmüştü.

"Senin bileceğin iş dedim. Bir şekilde işe yarayacağını düşündüm." Bakışını ona çevirip göz kırptı. "Koklamak istersin falan."

"Sen- Sen var ya!" Cüppesinden tutacakken Jaemin bağırıp, kahkahalarla koşmaya başlamıştı.

"Şaka yapıyorum ya! Cidden feci durumdasın oğlum sen, bana izin vermekle iyi yaptın. Halledeceğiz bu durumu." Jisung ses etmese de parmaklarıyla hissettiği şişeyi avcunun içine alırken nefesini verdi.

"Umarım öyle olur."

"Olacak." Jaemin kendinden emin bir şekilde sırıttı. Gryffindor kulesine kadarki olan yolda ise Jisung'a sataşmaktan vazgeçmedi.

*

Ertesi gün öğle yemeğinden önce Chenle, dersi erken bittiği için kendini Hufflepuff'ın antrenmanını izlemek üzere Quidditch sahasına giderken bulmuştu. Sabahtan beri girdiği derslerin yorgunluğu bedenini de esir almıştı. Elinde tuttuğu asası ile havada süzülen çantasını hareket ettiriyor olsa bile vücudunun yorgunluğunu almak için yeterli değildi. Uyuması gerekiyordu, mümkünse günlerce. Fakat henüz o günkü dersleri bitmiş değildi. Yine de haftanın son günü olmasının rahatlığı vardı üstünde. Ertesi gün biraz daha fazla uyuyabilirdi.

Uykulu bakışlarını çantasından ayırmazken görüş açısına giren sarı cüppeli kişiyle kaşlarını çatmıştı. "Sungchan?" diye seslenirken arkadaşı da oldukça dalgın olacak ki ürkerek başını kaldırmış ve "Chenle?!" diye biraz yüksek sesle cevaplamıştı onu. Chenle onun telaşlı hâline kaşlarını daha şiddetli çatarken duraksamış ve onun da yanına gelmesiyle konuşmaya geri dönmüştü. "Antrenmanın yok muydu senin?"

"Vardı," Kendini toparlayarak cevapladı. Antrenman onu yorduğu her hâlinden belliydi. "Bugün derslerimiz biraz ağırdı da. İlk iki ders iksir, sonra birer ders biçim değiştirme ve tılsım... Sicheng hâlime acıdığı için biraz erken çıkmayı başardım." diye mırıldandı sessizce. Bir yandan da etrafı süzüyordu, Chenle'ya baktığı yoktu. Fakat en sonunda bakışlarını ona çevirmişti. "Sen ne yapıyorsun burada?"

"Ders erken bitince yemeğe gitmeden önce biraz seni izlemeye geleyim demiştim, sonra yemeğe geçeriz diye düşünmüştüm."

"Ah, Chenle; ne kadar da şekersin! Ama aslına bakarsan ben yemeği es geçip biraz uyuklamayı düşünüyordum." diye mırıldandı çekingence, bir yandan da ensesini kaşıyordu. "Buraya kadar da gelmişsin, çok affedersin."

"Şunu söylemeyi kes ya." diye homurdandı Chenle. "En iyisi dinlenmen olur. Mutfağa nasıl girileceğini biliyorsundur zaten, ama istersen senin için bir şeyler aşırabilirim. Yemekten hemen sonra simyada görüşürüz zaten." Sungchan, arkadaşının kendini dışa vurmakta zorlanan düşünceli tarafına karşı suçlu hissettiğini belirtir gibi hafifçe gülümsedi.

"Evet," diye onayladı bu yüzden. Chenle, kendisinin de oldukça yorgun göründüğünün farkında değil gibiydi. "Ben kendim yiyecek bir şeyler bulurum. Hatta- Hatta bence sen de biraz dinlenmelisin! Ben derse gelirken ikimize de bir şeyler getirebilirim." O esnada Quidditch cüppesini çıkarıp, çantasından çıkardığı okul cüppesini üstüne geçirmişti. Ardından şatoya doğru yürümeye başlarlarken Chenle başını iki yana sallamıştı.

"Hemen bir şeyler yiyip kütüphaneye gitmem lazım. Binns, sihir tarihinin son ödevini teslim etmeden yeni ödev verdi! Dün akşam tamamlayayım dedim ama bitmedi. Hafta sonuna bırakmadan bitirsem iyi olur."

"Bir hayalete göre fazla canlı değil mi sence de?" diye onayladı onu Sungchan. Chenle başını sallarken ileri atılmış ve çantasını kaptıktan sonra asasını cebine koymuştu. Ardından sessizlik içinde Giriş Salonu'a adımladılar ve Chenle oradan öğle yemeği için Büyük Salon'a gitmek üzere ayrılırken Sungchan da Hufflepuff yatakhanelerine giden koridora dönmüştü.

Yorgun adımlarla ağır ağır yürürken bakışları adımlarındaydı ve oldukça dalgındı. Yemeğe gidenlerin gürültüsünün farkında değil gibiydi, biri gelip omzuna dokunana kadar da kendine gelmemişti.

"Jaemin!" diye çıkıştı. "Korkuttun beni."

"İyi misin sen ya? Dün de böyleydin." Sungchan omuz silkti.

"Yorgunum." 

"Antrenmandan mı?" Sungchan başını salladı.

"Sicheng erken bıraksın diye kırk takla attım. Her zamanki gibi kendisini çok kaptırdı, özellikle ilk maçta olanlardan sonra. Takım olarak biraz sıkıntılıyız yani şu sıralar."

"Bu kadar fena olduğunu bilmiyordum ama istersen Madam Hooch'la konuşayım."

"Seni gerçekten dinler mi peki?"

"Bazenleri fazla açık sözlü oluyorsun." Jaemin alınmış gibi gözlerini kısarak söyleyince Sungchan omuz silkmişti. Ardından bakışlarını tekrardan ona çevirdi. "Bir gelişme var?" dedi sorarcasına. Jaemin gülümsemeye başlarken başını salladı. "Bu kadar hızlı olacağını sanmıyordum ama, evet! Uygun musun konuşmak için?"

"Biraz uyuyayım diyordum ama... Merak ettim şu an." Kendine gelmiş gibi bir havası vardı. Jaemin omzunu pat patladı.

"Gel o zaman." Jaemin önde, Sungchan arkada öğrenci dolu koridorları geçip herkes yemekte olduğu için boş olan esas koridora çıktılar. Şatonun her katına ulaşım sağlayan bu koridor, o saatte bomboştu. Koridorun sonunda ise iki tarafa dönen ayrı koridorlar ve orada bulunan boş derslikler vardı. Etraflarını kolaçan ederek mumlarla aydınlatılmış koridorda ilerleyip dersliklerden birine girdiler. Ardından Jaemin asasıyla kapıyı kilitleyerek sessizlik büyüsü yaptı. Sungchan buna şaşırsa da üzerinde durmadan sıralardan birine oturdu ve bir dizini kendisine çekerken çantasını sandalyeye bıraktı. Jaemin de karşısında kalan bir sıraya yerleşti.

"Jisung'la ilgili, değil mi?" Sungchan merakla sorunca Jaemin başını salladı. Bacaklarını kendisine çekip bağdaş kurarken Sungchan sessizce bekledi.

"Nereden başlamalıyım bilmiyorum ama Amortentia ile başlamam doğru olur sanırım."

"Bir sebebi vardı yani?"

"Evet, vardı. Daha doğrusu bir ilham kaynağı demeliyiz sanırım. O da Jisung." 

"Tamam, zaten onun için yapmadın mı? Chenle'nun onun kokusunu alıp almayacağını teyit etmek için?"

"Hem evet, hem hayır." derken başını iki yana salladı. "Amortentia'yı yaptım çünkü ikisinden birinin kokusunu ilk alan kişi Jisung'dı." Sungchan gözleri irileşirken istemsizce sesini yükseltmişti.

"Ne?!"

"Jisung'mış, yani. Babası bir iksir ustası ve yazın Amortentia kaynatırken ilk o almış Chenle'nun kokusunu. Eh, Chenle'nun aksine gözleri kartal gibi oğlanın. Hemen anlamış."

"Kelime oyunun hiç sırası değil Jaemin." Burun kıvırarak konuşsa bile ses tonundaki şaşkınlık taptazeydi. "Bu da ne demek oluyor?"

"Bunları Chenle'ya anlatmayacaksın."

"Nasıl anlatmayayım Jaemin?! Bilmesi gerekmez mi?"

"Jisung'a söz verdim. İkimizden de laf çıkmayacak. Jisung'ın Chenle'dan hoşlandığı hakkında şüphelerin vardı. O zaman nasıl sessiz kaldıysan şimdi de sessiz kalacaksın. Değişen bir şey yok." Sungchan sessizleşti. 

"Ne zamandır biliyorsun?" diye sordu en sonunda. Bakışlarını tekrardan Jaemin'e çıkarmıştı. Jaemin dudaklarını büzerek düşünürken mırıldandı. 

"Gryffindor-Slytherin maçından beri. Maçta Jisung öyle dakikalarca donmuş gibi kalınca bir şeyler olduğunu belli etmişti zaten. Maçtan sonra diğerleri kutlamaya giderken hava alacağım deyip katılmadı. Dikkatini çekerim, zaten açık havadaydık." Sungchan dudaklarını birbirine bastırıp dinlemeye devam ederken Jaemin de anlatmaya devam etmişti. "Ben de merak edip peşine düştüm, ne yapayım? Ağlaya ağlaya Kara Göl'ün sonuna kadar gitti. Ardından da Renjun ve Dejun gittiler. Ben de onlardan biraz uzaktaki bir ağacın arkasına saklandım. Renjun sessizlik büyüsü yapmıştı ama dalgın olduğu için, eh benim de yeteneğim olduğu için, büyünün alanını genişlettim. Onlara anlatırken duydum böylelikle. Gerçi onların da haberi yokmuş, onlarla öğrenmiş oldum."

"Çok sinirlenmiş olmalı." diye mırıldandı Sungchan. Jaemin kayıtsızca başını iki yana salladı.

"Yani, belki. Ama sanmıyorum. Çaresiz durumdaydı ve her şeyi anlattıktan sonra saklanmayıp gittim ve onunla konuştum. O gün akşam yemeği vaktinde kuleye döndüğünde de onu bekliyordum. Onu aşağılayacak ya da ona nefret saçacak bir şey söylemedim. Sadece konuştum ve, gözleri kartal gibi lafımı burada geri alıyorum, Chenle'nun aslında onu affetmeyi ne kadar istediğinden bahsettim. İma ettim en azından. Sakince konuştuk. Sonra ona biraz dinlenmesi gerektiğini söyleyip çıktım gittim. Chenle da o sırada uyuyordu, biliyor musun?" Kendi yaptığı oyunlara gülmeye başlarken Sungchan göz devirmiş, fakat dayanamayıp ona eşlik etmişti.

"Fenasın. Çok fenasın hem de."

"Öyleyimdir." dedikten sonra boğazını temizledi. Heyecanlanmış gibiydi. "Neyse işte. Sonra gitmiş tabii odaya, kimsenin olmadığını sanıyor garibim. Chenle'yu gördüğündeki tepkisi nasıldır acaba?.. Ama buradaki asıl olay şu ki, ben bile bilmiyordum bak, Chenle'nun elinde Jisung'ın hastayken ona yolladığı iksire yazdığı notla uyuyor olması ve Jisung'ın bunu fark etmesi!" Sungchan yüksek sesle nefesini verirken şaşkınlıktan küçük dilini yutmuş gibi görünüyordu. Jaemin sanki bu hikâyeyi ilk kez duyuyormuş gibi iri gözlerle hızla başını sallıyordu.

"Aynen, değil mi? Ben de böyle oldum, yani içten içe. Bunu söylerken Renjun ve Dejun da vardı yanımızda."

"Sen bu meseleyi öğrendikten sonra Ravenclaw oğlanlarıyla aranı ısıtmışsın bakıyorum?"

"Fena çocuklar değiller." derken omuz silkmişti. "Chenle biraz abartıyor."

"Çok cömertsin, biraz mı?" Sungchan gülerken Jaemin de gülmemek için dudaklarını dişlemişti.

"Bundan sonra Jisung ikna oldu yani. Chenle'nun içten içe nasıl hissettiği konusunda, demek istiyorum. Biliyorum, Chenle bunu asla dışarı yansıtmıyor ama farkındasın sen de. Öyle değil mi?" Sungchan hafifçe başını salladı. "Böylece Jisung'ı ufaktan adımlar atması konusunda ikna etmiş olduk. Çünkü her ne kadar Chenle da onu sevse de Jisung bir anda açılsa ortalık fena karışırdı. Chenle'nun hâlâ bilmediği konusu da var tabii."

"O akşam yemeği olayları da bundan sonra gerçekleşti yani?" Jaemin onaylarcasına mırıldandı. "Ve Jisung'ın tüm o davranışları: görmezden gelmesi, aşağılaması, hakaret etmesi, kavga başlatması ama çok zıt bir şekilde ona ilgili davranması -hastayken iksir getirmesi gibi, hepsi bu yüzden. Chenle'yla istediği türden bir geleceği olamayacağını düşündüğü için onu kendinden uzaklaştırmaya karar verdi ve sonrasında da pişman olarak maçın ortasında kafasına yiyeceği Bludger'ı, havanın soğuğuyla donabilecek olma ihtimalini umursamadan öylece metrelerce yüksekte süpürgenin üstünde süzülebilecek kadar mental çöküş yaşadı. Doğru mu tahmin ediyorum?" Jaemin istemsizce gülmüştü.

"Doğrusun, evet. Ama daha doğru olacak şekilde düzeltecek olursam istediği türden bir gelecekleri olamayacağının düşüncesinden çok eğer açılırsa Chenle'nun ondan iğreneceğini, güveninin kırılacağını, aralarının bir daha eskisi gibi olmayacağını düşünmüş. Elinde olmayan sebeplerden dolayı."

"Bu yüzden bunu kendi iradesiyle yapmaya karar vermiş yani?" Jaemin sessizleşip başını salladı. Sungchan da sessizleşmişti. "Jisung için üzüleceğimi düşünmezdim." diye mırıldandı en sonunda.

"Ama asıl korktuğu şey karşılık alamamak bence. Chenle'yu çok iyi tanıyor ve eğer açılsaydı Chenle'nun ona düşündüğü hiçbir şeyi yapmayacağını biliyor. Hatta belki Chenle da kendisinin farkına varırdı eğer açılsaydı." Sungchan sessizce onayladı.

"Ne zamandan beri böyleymiş?" diye sordu ardından.

"Üçüncü sınıfın yaz tatilinde fark etmeye başlamış. Diğer sene için döndüğünde ise aralarına biraz mesafe koyup anlamaya çalışmış ama emin olamamış. Geçen yaz da Amortentia'dan kokuyu alınca emin olmuş ve bir şeyler yapması gerektiğini düşünmüş. Ne kadar yanlış olsa da." Sungchan tekrar sessizleşmiş ve bakışlarını yere dikmişken düşüncelere dalmıştı.

"Bana söylediğini biliyor, değil mi?" Tekrar Jaemin'e döndüğünde karşısındaki oğlan başını sallamıştı.

"Bunun daha iyi olacağı ve senin onu eleştirmeyeceğin veya Chenle'nun öğrenmeyeceği konusunda ikna ettim. Biraz da zaten daha fena bir durumda olamazsın diyerek gerçekleri yüzüne çarpınca kabul etti. Bu durum hiç hoşuna gitmedi ama sonuçta onun iyiliği için uğraşıyorum!" Jaemin isyankar bir şekilde söylendi.

"Ve Chenle'nun." diye hatırlattı Sungchan. 

"Elbette." derken gülümsemişti. "Bir şeyler yapmamız gerektiğini düşünüyorum çünkü bu iki ergen aptal-"

"Ben de onlarla yaşıtım!"

"...Yani? Tamam, vurmasana! Bu iki aptal, birbirini deli gibi seviyorlar ama biri kabul ettiği için diğerini yarınlar yokmuş gibi nefrete boğarken diğeri burnunun dibini göremediği için farkında değil ve bu yüzden ateşe ateşle karşılık veriyor. Ciddiyim, düello kulübünde birinin küllerini toplarız diye endişeleniyorum." Sungchan diğer bacağını da kendisine çekip bağdaş kurarken başını sallamıştı.

"Haklısın. Ama ne yapmalıyız? Yani, Chenle farkında bile değil ki!"

"İnsan kaç senelik arkadaşının kokusunu tanımaz mı?" Jaemin yargılarcasına mırıldanınca Sungchan kıkırdamıştı.

"Bahsettiğimiz kişi Chenle olduğu için çok da şaşırmamak lazım. Görmek istemiyorsa göremez." Duraksadı. "Bazenleri direkt ben mi söylesem diye düşünüyorum ama-"

"Kendini bile bile kaosun ortasına atmak olur bu. Kendisinin fark edeceği bir şey bu, bizim söylememizle olmaz. Ki inanmaz da! Üstelik aylarca Jisung'dan nefret ederek dolaşmışken, hiç hoş olmaz. Bırakalım kendisi fark etsin."

"Ya da Jisung acele etsin." Jaemin sessizce onayladı.



Continue Reading

You'll Also Like

218K 21.7K 32
Ülkesine dönen delta ve kendi halinde takılan sessiz bir omega bir gece birlikte olur.
2.1K 166 17
Arada bir farklı kişiler tarafından kaçırılan jimin , ilk defa onu kaçıran kişiye aşık olmuştu.
389K 35.7K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
202K 21.3K 34
taehyung kırmızı defterini kaybeder 290423, tk ☁️